YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
HZ.
ÜZEYR (A.S.)
Kur’ân-ı Kerim’de
sadece bir defa ismi zikredilen Hz. Üzeyir (a.s.)’ın peygamber olduğu kesin
değildir. Dolayısıyla bâzı âlimler, onun velî bir kul olduğu görüşüne
varmışlardır. İbn Kesir’in ifadesiyle meşhur görüş, onun Benî İsrail
peygamberlerinden olduğudur. Ancak İbn Abbas, Ata b. Ebî Rebah ve Hasen-i Basrî
peygamber olmadığı kanâatindedirler.[1]
Arapça’ya Uzeyr olarak
geçen isminin İbrânice aslı Ezra’dır ve “yardım, Tanrı’nm yardımı”
anlamına gelmektedir. Kitab-ı Mukaddes’te, adını taşıyan bir bölüm bulunan Hz.
Üzeyir (a.s.), kâhin yazıcı, Rabbin emirlerinin ve sözlerinin yazıcısı olarak
tanıtılmaktadır.[2] İsrailoğullari’nm Babil
esareti sırasında kaybolan Tevrat’ı, esaretten kurtulmalarından sonra, yeniden
toparlayıp bugünkü şekline yakın bir halde tedvin etmesi ve şeriatlerini ihya
etmesi bakımından Yahudiler, Hz. Üzeyir (a.s.)’a büyük bir kudsiyet
atfetmişlerdir. Bu aşırı saygı yüzünden onların bir kısmı, âyette geçtiği
gibi, onu “Allah’ın oğlu” kabul etme sapıklığına düşmüşlerdir.[3] Hz.
Üzeyir (a.s.), İran kralı Artahşaşta döneminde (M.Ö. 465-424) yaşamış, bu kral
tarafından Yahudi cemâatinin durumunu incelemek, onlara Allah’ın şeriatına riâyet
etmelerini tavsiye etmek ve Mabedin hizmeti için gerekli malzemeyi sağlamak
üzere Kudüs’e gönderilmiştir. Hz. Üzeyir (a.s.}, bu yolculuğuna çıkarken,
Bâbil’e getirilmiş olan Yahudi sürgünlerinden bir gurubu da beraberinde
götürme izni alır. Dört ay sonra Kudüs’e ulaşır ve orada putperest kadınlarla
evlenmiş olan Filistin yahudüerinin pek çoğunu bu kadınları boşamaya ikna
eder. On üç yıl sonra da Hz. Musa (a.s.)’m şeriat kitabını getirerek halka
okur.[4]
Yahudiler ve
hıristiyanlar arasında, onun Tevrat’ı yeniden ortaya koyduğu hakkında yaygın
bir kanâat vardır. Kitab-ı Mukaddesle ilgili ilmî tenkid faaliyetini sürdüren
bâzı araştırmacılar da, bu kanâati desteklemişlerdir. Wellhausen, Tevrat’ın
temel metninin redaksiyon ve ilânının, Hz. Üzeyir (a.s.) tarafından yapıldığını
kabul etmiştir.[5] Bu önemli görev,
tabiatıyla onun mevkiini yükseltmiştir.
Kur’ân-ı Kerim, onun
adını bir defa zikretmiş ve hakkında kısa olmakla birlikte oldukça önemli şu
bilgiyi vermiştir:
“Yahudiler,
‘Uzeyr Allah’ın oğludur’dediler. Hıristiyanlar da, ‘Mesih Allah’ın oğludur’
dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözleridir. Sözlerini önceden
inkâr etmiş müşriklerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onlan kahretsin, nasıl
da haktan bâtıla çevriliyorlar?”[6]
îslâmî kaynaklarda, bu
âyette işaret edilen Hz. Üzeyir (a.s.)’ in yahudiler tarafından Allah’ın oğlu
kabul edilmesi inancının ortaya çıkışını açıklayıcı mâhiyette iki rivayet
aktarılmaktadır. İbn Abbas’a dayanan birinci rivayete göre, önceleri Tevrat’a
bağlı kalan İsrâiloğulları, zamanla ondan uzaklaşmışlar ve bunun neticesinde
ilâhî bir ceza olarak Tevrat kendilerine unutturul-muştur. Tevrat’ın muhafaza
edildiği Ahid sandığı da ellerinden alınmıştır. Buna çok üzülen Hz. Üzeyir
{a.s.}, kendisine Tevrat’ı yeniden öğretmesi için Allah’a yalvarmış, sonunda bu
duası kabul edilerek Tevrat onun hafızasına yerleştirilmiştir. Tevrat’ı
kavmine öğretince onların nezdinde büyük itibar kazanmış ve kendisine
“Allah’ın oğlu” demeye başlamışlardır. İkinci rivayete göre,
yahudileri ağır bir hezimete uğratan Amâlika kavmi, Tevrat’ı da onların
elinden almıştır. Bu esnada bâzı âlimler de, ellerindeki Tevrat nüshalarını
dağlara gömerek ülkeyi terk etmişlerdir. O günlerde hayatının baharında bir
delikanlı olan ve zamanını dağlarda ibâdetle geçiren Hz. Üzeyir (a.s.),
mevcudu kalmayan Tevrat’ı onu en iyi bilen kişi olarak yeniden kaleme alır.
Geri donen âlimler gömmüş oldukları Tevrat nüshalarını çıkarıp Hz. Üzeyir
(a.s.)’ın hafızasına dayanarak yazdığı nüsha ile karşılaştırınca, aralarında
hiç bir fark olmadığını görüp hayrete düşmüşler ve “Allah, bunu sana
ancak O’nun oğlu olduğun için verdi” demişlerdir.[7]
Kur’ân-ı Kerim, âyette
görüldüğü gibi, İslâmm zuhuru sırasındaki yahudilerin Hz. Üzeyir (a.s.)’m
Allah’ın oğlu olduğuna inandıklarını kesin bir ifâde ile haber vermektedir.
Ancak bu görüşün, bütün Yahudilerin inancı olmaktan ziyâde, Peygamberimiz
(s.a.v.)le görüşürken bunu ; gündeme getiren Medine yahudilerine âit bir görüş
olduğu ifâde edilmektedir. Klasik müfessirlerin tamamına yakını, yalnızca
Arabistan’da yaşamakta olan yahudilerin böyle bir inanca sahip olduklarını
kabul ederler. Taberî, bu âyetin tefsirinde, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e gelen
Medineli birkaç yahudinin, “Sen. bizim kıblemizi îerketmişken ve yine
Üzeyir’in Allah’ın oğlu olduğuna inanmazken, biz nasıl sana uyabiliriz?”
dediğini nakletmiştir.[8] Bu
arada Yemenli yahudilerin ise Hz. Üzeyir (a.s.)’ın Mesih olduğuna inandıkları
zikredilmektedir.
Diğer taraftan bazı
müfessirler, Bakara suresinin 259. âyetinde yüz yıl uyutulup tekrar hayata
döndürüldüğü bildirilen meçhul şahsın Hz. Üzeyir (a.s.) olabileceğini
söylemişlerdir. Bu şahsın Ermiyâ olduğunu kabul edenlere karşı, ilk
müfessirler-den Katâde, İkrime, Rebî b. Enes, Dahhâk ve Süddî onun Hz. Ü-zeyir
(a.s.) olduğu görüşünü savunmuşlardır.[9] Bu
âyetin meali şöyledir:
“Yahut şu kimse
gibisini görmedin mi ki, duvarları çatıları üstüne yığılmış ıssız bir kasabaya
uğramıştı da, ‘Allah bütün bunları Öldükten sonra nasıl diriltecek?’ demişti
Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl süre İle ölü bırakmış ve sonra tekrar hayata
döndürerek sormuştu: ‘Bu halde ne kadar kaldın?’ O da, ‘Bir gün veya bir
günden biraz daha az bir süre kaldım’ diye cevap vermişti. Allah, ‘Hayır, bu
halde yüz yıl kaldın! Yiyeceğine ve içeceğine bak, bozulmamış ve eşeğine hak!
Biz, bütün bunları insanlara bir ibret olman için yaptık. Bir de şu insanların
ve hayvanların kemiklerine bak, onlan nasıl birleştirip et ile örttüğümüzü
düşün. Bu işler ona açıklanınca, ‘Biliyorum, Allah her şeye kadirdir.’ dedi.
“[10]
[1] İbn Kesir, Kasasul-enbiyâ, 622-625.
[2] Esra, 7/11.
[3] İbn Kesir, Kasasu’l-enbiyâ, II, 625.
[4] Nehemya, bab, 8.
[5] Harman, Ö.F.,”Üzeyir”,İsîamda İnanç İbadet
ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, IV, 410.
[6] Tevbe sûresi, 9/30.
[7] Bu rivayetler için bkz. Salebi, 345-347.
[8] Tefsir, X, 110;
ayrıca bkz., İbn Hişam, I, 570; İbnül-Cevzî,
Tefsir, III, 422-425; Beğavî, Tefsir, I, 108.
[9] Salebî, 343.
[10] Îbnül-Kelbî, bu ayetteki şahsın, Ermiyâ (a.s.)
olduğuna dair bir rivayet aktarmıştır. Buna göre Allah Teaiâ, Ermiyâ’ya,
Buhtunnasar tarafından tahrip edilmiş cilan Kudüs şehrini İmar edeceğini haber
verir ve oraya gidip yerleşmesini emreder. Şehre gelen Ermiyâ, karşısında bir
harabe görünce şaşırır ve kendi kendine şöyle der:
“Sübhânellah!
Allah bana bu şehre yerleşmemi emretti ve orayı imar edeceğini haber verdi
Şehrin ölümünden sonra Allah orayı ne zaman imar edecek, ne zaman ihya
edecek!”
Daha sonra, eşeği ve azık sepeti de yanında olduğu halde, bulunduğu
yerde uyur kalır. Uykusu tam yüz yıl devam eder. Bu uzun süre içinde,
Buhtunnasar ölmüş, yerine oğlu geçmiştir- Adaletiyle meşhur bu yeni hükümdar,
Suriye ve Filistin bölgesinin ıssız kaldığını ve yırtıcı hayvanlarla dolduğunu
öğrenince, babasının Babil’e getirmiş olduğu îsrâiloğullan’na yurtlarına dönme
izni verir. Onların başına, Hz. Davud (a.s.] evlâdından birini tayin eder ve
ona Kudüs’ü ve mescidini imar etmesini emreder. Ermiyâ yüz yıi sonra
uyandığında, şehre bakınca gözlerine inanamaz. Çünkü O, ancak bir gün hatta
daha kısa bir süre uyuduğunu sanmaktadır. Bu esnada Allah, ona başından geçeni
anlatır ve kendisinin her şeye güç yetireceğini söyler. İbn Kesir, Taberi’nin
naklettiği bu rivayetin olayların seyrine uygun olduğunu belirtir. Ancak, bu
şahsın Hz. Üzeyir {a.s.} olduğu rivayetinin daha meşhur olduğuna işaret eder
(Kasasu’l-enbiya, II, 620-21]
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 560-563.