BİSAV’ın “Muhafazakârlık” üst başlığıyla gerçekleştirdiği yaz seminerlerinde Fırat Mollaer, “Kemalizm ve İslamcılık Karşısında Türk Muhafazakârlığı: Erken Cumhuriyet Dönemi Türk Muhafazakârlığına Giriş” başlıklı bir seminer verdi. Notlarımızı aktarıyoruz.
Muhafazakârlık ve İslamcılık neden bir görüldü?
Modernliğin iki büyük okulu: a) Deneycilik, b) Akılcılık. Muhafazakârlar, modernliğin aşırılıklarını kontrol ederek değerlendirmek isteyen ılımlı-deneyci kolda, Kemalistler ve İslâmcılar ise modernliğin “sel”ine dâhil olmakta daha az ihtiyatlı olan radikal-akılcı kolunda. Yahya Kemal-Ziya Gökalp diyalogu.
Deneyciler, nesnelerin ortasında, sınanabilen şeylere yakın, işe akıldan değil verili “gerçek”ten başlama ve deney üzerine deney yaparak ilerleme yanlısı. Deneyin sonuçlarına göre eylem yeniden ele alınabilir, yani ihtiyatlı. Akılcılar ise, gerçeği “aklın” yansıması biçiminde yeniden oluşturmaya, her şeyi bir tabula rasa’dan yeniden başlatmaya ve deneysiz ilerlemeye meyilli.
Türk muhafazakârlığını kavramsallaştırma konusundaki metodolojik sorunlardan biri, İslâmcılık’la özdeşleştirilmesi. Benzerlik varsayılabilir ama sorunlu olan gelişigüzel biçimde indirgeme.
Düşünce akrabalığı, dini referanslarının Kemalistler tarafından terakkiye mani olduğunun düşünülmesi… Bu nedenle, muhafazakârlık ve İslâmcılık bir görüldü. Fakat muhafazakârların ve İslâmcıların dine yaklaşımları tam olarak uyuşmaz. İslâmcılar evrenselci, muhafazakârlar ise yerelci denilebilir. Bu durumda, muhafazakârların, yerelci uzlaştırma çabalarıyla Kemalizm’e yakın bir eğilim oluşturduğu da düşünülebilir.
Muhafazakâr “Türk Müslümanlığı” ve Kemalizm
Öncü muhafazakârların “Türk Müslümanlığı” yaklaşımı da, dini yerelleştirme gayretiyle, dönemin resmî ideoloji pratiklerine ilk bakışta uzak görünmez. Kemalistler gibi muhafazakârlar da dini bir enstrüman olarak değerlendirmektedirler. Muhafazakârların dine bakışı itikâdî olmaktan ziyade toplumsal öncelikler taşır.
Muhafazakârlık ve kültürel miras
Çevresel İslâm’ın ve kültürün yüzleri, Jön Türkler’in ve Kemalistlerin en fazla tiksindiği şeydir. Muhafazakârlar ise, kültürel mirası bütün olarak kabullenmeyip bir kültürel seçiciliğe yönelseler bile benzer bir radikalizmi tercih etmezler. Muhafazakârlıkta cari İslâm’ı kültürün önemli motifi olarak algılayan bir tavır yer bulabilmiştir.
Muhafazakârlar ve İslâmcılar arasında yol ayrımı: Zaman
Zaman çarpılması ya da zaman çarpılması yaşayan öznenin kendi çağına denk düşememesi,Tanpınar’ın eserlerinde, varoluşsal derecede önemli bir sorun halinde karşımıza çıkar. Huzur’un Nuran’ı: “Neden bugünü yaşamıyorsun Mümtaz? Neden ya mazi ya istikbaldesin?”
Tanpınar’ın metinleri, ne mâzinin ne istikbâlin, ne Doğu’nun ne Batı’nın, sadece ve sadece “yaşayan”, “canlı” hayatın önemsenmesinin gereklerine ilişkin düşüncelerle doludur. Dahası, Tanpınar’ın “hâl ile mâzinin birbirine bağlı olduğu”, “parçalanmamış” (“çarpılmamış”), “yekpâre” zaman özleminin, gerek İslâmcıların gerekse Kemalistlerin zaman çarpılması algısı ile telif edilmesi güçtür.
“Tarihsel İslâm” ve “kültürel zenginlik”
Türk muhafazakârlığı, -İslâmcıların çok da tepkisini alan- bidat ve hurafelere olan özel bir ilgiyle tebarüz etmiştir. Hurafeleri kültürel bir zenginlik olarak değerlendirmekten çekinmeyen muhafazakârların tepkisi, sadece radikal Batılılaşma yanlılarına değil, ümmete gönderme yaparken Türk kültürünü arka plana iten İslâmcılara karşı da yönelmiştir. İslâmcıların evrenselciliği, hem yerel değerlere karşı bir saldırganlık hem de Araplaşma olarak değerlendirilmiştir.
Muhafazakârlar nasıl bir din anlayışı sergilediler?
Erken Cumhuriyet döneminde birden fazla modernleşme anlayışı vardı: Ilımlı ve radikal modernleşme. Bu iki yaklaşım, deneyci ve akılcı paradigmalar olarak anlaşılabilir.
O halde, Kemalist modernleşme, Türk modernleşme düşüncesi içinde varolan tek modernleşme görüşü değil, baskın ve radikal modernleşme yorumudur.
Ilımlı bir modernleşmeyi savunan muhafazakârlar, din, zaman, tarih, gelenek gibi meselelerde hem İslâmcılardan hem de Kemalistlerden ayrıldılar. Muhafazakârlar, kopuşçu tezlere karşı tarihsel süreklilik kavramına sahip çıktılar ve “gelen-ek”çi tarzı benimsediler.
Teorik biçimlenmeden kaçınan anti-ideolojik söylemleriyle rasyonalist paradigmadan fazla çok empirist paradigmaya yakın durdular. Zamanın mâzi-hâl-âtî boyutlarının parçalanmadığı “üç buudlu” bir zaman anlayışını savunurken, İslâm’ı “milletin mütemmim bir cüzü olarak ele alıp” millî kimlik tanımına katan veya dini milletin gerekleri açısından yorumlayarak sosyolojist bir marifetle “kurum” olarak işlevselleştiren bir din anlayışı sergilediler. Materyalizme karşı maneviyatçılığı çıkaran, aklı sezgiyle destekleyen bir felsefî zeminden hareket ettiler.
Ahmet Topçu
Dünyabizim