Dile kolay 67 seneyi tüketmişti Ertuğrul Arı. İş, güç, geçim derdi, çoluk çocuk telaşı derken ömür geçmişti işte. Hayatını idame ettirecek imkânlara sahip olmuştu ama ahireti için arzu ettiği bir yaşam sürememişti Ertuğrul Amca. Geriye dönüp baktığında cumadan cumaya kıldığı namazları vardı elinde. Günlerden bir gün Ertuğrul Amca’nın yolu yine düştü camiye. Cumasını edâ edip gidecekti ancak o gün farklı bir hava teneffüs etti. İmam Efendi, Amener-Resûlü’yü okumaya başlayınca Ertuğrul Amca kalbinde bir sıcaklık hissetti, dinlemeye doyamadı. Kısa sûrelerin çoğunu ezbere biliyordu ama Amener-Resûlü’yü bilmiyordu. Namaz biter bitmez imamın yanında aldı soluğu. Amener-Resûlü’yü öğrenmek istediğini anlatınca imam, ona bunun yanı sıra Kur’an-ı Kerim’i de öğretebileceğini söyledi. Bu teklif üzerine kolları sıvadı Ertuğrul Amca. Gecesini gündüzüne katarak kısa zamanda Allah Kelamı’nı okumayı öğrendi. Hatta geçtiğimiz günlerde ilk hatmini indirdi.
Ertuğrul Arı’ya “Daha önce Kur’an okumayı öğrenmediğine pişman mısın?” diye sorduğumuzda “Ah hem de nasıl!” diyor gözleri dolarak. Hemen akabinde, geçim derdine düşüp Rabb’ini ihmal ettiğini, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya sarıldığını, bu yüzden önceliklerini yanlış belirlediğini, kulluk görevini yerine getirmekten aciz kaldığını anlatıyor. Onun nedameti öyle yoğun ki her “Allah” deyişinde sesi titriyor. Sarıldığı Kur’an’la arasında kıskanılacak bir bağ olduğu aşikâr. Fakat Ertuğrul Amca önce bu bağdan bahsetmek istemiyor, gençlere nasihatte bulunup susacak belli ki. Onu, yaşıtlarına örnek olduğuna ikna ettiğimizde yaşadığı bir anı anlatmakta beis görmüyor.
Ertuğrul Amca, ‘Hüvallahüllezi’ aşrını ezberlemiş ezberlemesine ama farkında olmadan bir yeri yanlış okuyormuş. Bir gece bu aşrı okumuş ve yatmış. Rüyasında duvarda dikdörtgen şeklinde bir yeşillik meydana gelmiş. Bu yeşilliğin ortasında ‘veşşehadeh’ yazıyormuş. Ama öyle bir renk ve yazı ki dünyada eşi benzeri yokmuş. Ertuğrul Amca birdenbire uyanmış ve koşup Kur’an’a bakmış. Anlamış ki Hüvallahüllezi’yi ezberden okuduğunda ‘veşşehadeh’ kısmını atlıyor. Bunu fark edince onu en güzel haliyle okuyana dek uğraşmış. Rüyasının tüm detaylarını anlatmaktan kaçınsa da amcamızın Kur’an’la olan gönül bağı ortada. Çölün ortasında kavrulduğu esnada soğuk bir pınara denk gelmiş gibi mutlu o.
Ertuğrul Amca da atalarımız gibi öğrenmenin yaşı olmadığını düşünüyor ve yaşıtlarına Kur’an’a sarılmalarını öneriyor. Sadece yaşıtlarına değil gençlere de seslenmekten alıkoyamıyor kendini. Ona göre gençler sadece İngilizce, Fransızca, İtalyanca öğrenmek için uğraşıyor, halbuki Kur’an hepsinden kolay. Harfleri ezberledikten sonra üstün, esre, ötreyi öğrenmek yeterli. Üstelik Allah, Kur’an öğrenmek isteyene yardım ediyor. “Ah gençlik geri gelse…” diye hayıflanan Ertuğrul Amca, zamanın aleyhimize işlediğini, ahiretimiz için azık hazırlamamız gerektiğini, en güzel azığın ise namaz ve Kur’an olduğunu ifade ediyor.
İlk hatim heyecanını yaşayan yalnızca o değil, 65 yaşındaki Necmettin Eren de İlahî Beyan’ı geç soluklayanlardan. Yıllarca kunduracılık yapan Necmettin Amca, işten güçten elini eteğini çekince kahvehaneye takılmaya başlamış. Bir gün içli içli okunan ezana dikkat kesilmiş ve o an rotasını değiştirmiş. Camiye varınca kul olarak Allah katındaki değerini düşünmeye başlamış ve Yaradan’ın onun gönlündeki yerine bakmış. O hissiyatla namaz kılarken bulmuş kendini. Huzur yudumladığını idrak edince daha da ayrılamamış bu kapıdan. “Allah işaret veriyor, hissettiriyor ama o işaretleri görmek lazım.” diyen Necmettin Amca, beş vakit namaza başlayınca Kur’an öğrenme ihtiyacını da hissetmiş. Çok kısa sürede Kur’an okumayı öğrenmiş. Ezelî Kelam’ı eline aldığında ne hissettiğini soruyoruz. “Huzur” diyor ve ekliyor: “Kur’an’ı her elime aldığımda kucaklıyorum, öpesim geliyor.”
Şimdilerde hem Ertuğrul Amca hem de Necmettin Amca çocuk ve torunlarına bu huzuru erken yaşta tattırmak için uğraşıyor. Nasihatlerinin yetmediği yerde tabii ki duaya sarılıyorlar, sadece çocuklarının değil tüm gençlerin Kur’an’a yönelmesi için Hakk’a yakarıyorlar. Onların dualarına “Âmin” diyerek ayrılıyoruz yanlarından.
Bu kez onlara Kur’an-ı Kerim okumayı öğreten Şehremini Cafer Ağa Camii İmam Hatibi İsmail Arslan’ın yanına giderek onunla hasbihal ediyoruz. Talebelerinin Kur’an iştiyakından etkilendiğini, ikisinin de yaşına rağmen çok hızlı bir şekilde Kur’an öğrendiğini anlatıyor. Genç-yaşlı okumayı isteyen herkesin Ezeli Kelam’ı kolayca öğrenebileceğini vurgulayan Arslan, “Yeter ki O’nu öğrenmeye, anlamaya niyetlenelim.” diyor.
NEFSİN KAYNADIĞI ÇAĞ: GENÇLİK
Aynı zamanda Evrensel Hafızlar Derneği Başkan Yardımcısı da olan İsmail Arslan, gençlikte yapılan ibadetin önemine değinmeden edemiyor. Gençken yapılan ibadeti florasana, yaşlıyken yapılanı ise muma benzetiyor. Gençlikteki ibadetlerin fazilet bakımından ihtiyarlıktakinden farklı olduğunu Efendiler Efendisi’nin (sallallahu aleyhi ve sellem) “Allah’a çokça kulluk eden gencin, yaşı ilerledikten sonra çokça kulluk etmeye başlayan ihtiyara üstünlüğü peygamberlerin diğer insanlara üstünlüğü gibidir.” hadis-i şerifini hatırlatıyor.
Camiye daha çok yaşlıların gelip gittiğine şahit olan Arslan, bugün gönlü mescide bağlı olan gençlerin sayısının çok az olduğu kanaatinde. Ona göre dinin şehbal (kanat) açmadığı yerde küfreden, bali çeken, alkol tüketen, eli silah tutan, şiddete meyleden gençleri görüyoruz. Çünkü manevî açlık ruhları paramparça ediyor. Nasıl ki uzun süre aç kalındığında mide guruldayıp ihtiyacını dile getiriyorsa ruh da aç kaldığında çeşitli şekillerde isyan ediyor. Bu açlık iman, namaz ve Kur’an-ı Kerim’le doyurulmazsa ruhta onulmaz yaralar açılıyor. Yaşlıların “Gençlik elden gitti” diye ah vah etmektense gençlerin gönüllerine girip ışık yakması en doğrusu. Bu noktada İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin gençlere verdiği öğüde kulak vermekte fayda var: “Gençlik çağı, nefsin kaynadığı, şehvetlerin oynadığı, insan ve cin şeytanlarının saldırdığı bir zamandır. Böyle bir çağda yapılan az bir amele pek çok sevap verilir. İhtiyarlıkta dünya zevkleri azalıp, güç kuvvet gidip, arzulara kavuşmak imkânı ve ümitleri kalmadığı zamanda, pişmanlıktan, âh etmekten başka bir şey olmaz. Çok kimselere bu pişmanlık zamanı da nasip olmaz. Bu pişmanlık da tevbe demektir ve yine büyük bir nimettir. Çokları bu günlere kavuşamaz.”
Ertuğrul ve Necmettin amcalarımız gibi nice beyler, hanımlar da Kur’an seferberliği içinde. “Artık geciktim, tren çoktan kaçtı.” deyip köşeye çekilmek bir mümine yakışmaz öyle değil mi? Zira öğrenmenin de yaşı yok, ibadet etmenin de.
Hemra Köse
Yeni Bahar