Peygamberler Tarihi M.Asım Köksal

NUH ALEYHİSSELÂM

NUH ALEYHİSSELÂM

 

 

Nuh
Aleyhisselâmın Soyu:
    Başa Dön

 

Nuh b.Lemek (veya Lemk), b.Mettu Şelah, b.Ahnuh
(veya Uhnuh) (Yani İdris Aleyhisselâm), b.Yerd (veya Yarid), b.Mehlâil, b.Kayn
(veya Kaynarı), b.Enuş, b.Şis, b.Âdem Aleyhisselâm.[1]

 

Nuh
Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili:
    Başa Dön

 

Nuh Aleyhisselâm; uzun boylu[2],
esmer, ince tenli, uzunca başlı, büyük göz­lü, uzun ve enli sakallı, iri
vücudlu idi.

Kendisinin kolları ve bacakları ince,uylukları etli
idi. [3]

 

Nuh
Aleyhisselâmın Kavmine Peygamber Olarak Gönderilişi:
    Başa Dön

 

Nuh Aleyhisselâmın meskeni Irakta idi. [4]

Vedd, Süva’, Yağus, Yauk ve Nesr diye anılan putlara[5]
tapan kavmini, baş­larına gelecek azapla korkutmak, bir olan Allah’a ibadete
davet etmek üzre, Pey­gamber olarak gönderildi. [6]

Onlara:

“…Ey kavmim! Allâha ibadet ediniz!

Sizin, Ondan başka hiç bir İlâhınız yoktur!. [7]

“Şüphesiz ki, ben, sizi, Allanın azabından
apaçık korkutan’im.

Allah’dan başkasına tapmayınız.

Ben, sizin başınıza acıklı bir azabın gelip çatmasından
korkuyorum!” dedi. [8]

Kavminden ileri gelenler:

“Biz, seni, hiç şüphesiz, apaçık bir sapkınlık
içinde görüyoruz!” dediler.

Nuh Aleyhisselâm:

“Ey kavmim! Bende hiç bir sapkınlık yoktur.

Fakat, ben, Âlemlerin Rabb’ı tarafından gönderilmiş
bir Peygamberim!

Size, Rabb’ımın Vahy ettiklerini, tebliğ ediyorum.

Sizin iyiliğinizi istiyorum.

Ben, sizin bilmediklerinizi de, Allâhdan (gelen Vahy
ile) biliyorum.

Size, o korkunç akıbeti haber vermek için,
korunmanız için ve belki, böylelikle rahmete kavuşturulmanız için, kendinizden
bir adam vâsıtasile Rabb’ınızdan, size bir ihtar geldi diye şaşıyor
musunuz?!” dedi.[9]

“Biz, seni, kendimiz gibi bir insandan başka
olarak görmüyoruz.

Basit, ve zahirî görüşe uyan en aşağı
tabakalarımızdan başkasının sana tâbi olduğunu da, görmüyoruz.

Sizin, bize karşı bir üstünlüğünüzü de, göremiyoruz.
Bilakis, sizi yalancılar sanıyoruz!” dediler. Nuh Aleyhisselâm: “Ya
ben, Rabb’ımdan gelen apaçık bir Burhan üzerinde isem?

O, bana, Kendi katından bir Rahmet vermiş de,
bunlar, siz (in gözlerinizden gizli bırakılmışsa?

Söyleyiniz bana, ey kavmim! Sizi, istemediğiniz
halde, ona zorlayacak mıyız?

Ey kavmim! Bundan (bu tebliğlerimden) dolayı, sizden
hiç bir mal istemiyorum.

Benim mükâfatım, Allâhdan başkasına aid değildir.

Ben, iman edenleri, tard edici de, değilim!

Çünki, onlar, muhakkak ki, Rabblarına,
kavuşanlardır.

Ben, sizi, ancak cahillik eden bir kavm görüyorum!

Ey kavmim! Ben, onları kovarsam, Allâhdan (Allâhın
azabından) beni, kim kur-tara bilir? Bana, kim yardım edebilir hiç düşünmez
misiniz?!

Ben, size (Allâhın hazineleri, benim yanımdadır!)
demiyorum.

Ben, gaybı da, bilmem!

Ben (hakikatta bir Melek’im!) de, demiyorum.

Bununla beraber, gözlerinizin hor gördüğü o kimseler
hakkında (Allah, onlara asla hayr vermeyecektir) de, diyemem!

Onların özlerindekini, en çok bilen, Allâh’dır.

Aksi takdirde, hiç şüphesiz, ben, zâlimlerden olmuş
olurum!” dedi.

“Ey Nuh! Doğrusu, sen, bizimle uğraştın durdun!

Bizimle uğraşmanda aşırı da, gittin!

Eğer, sen, doğruculardan isen, bizi tehdid edip
durduğun şeyi haydi getir bi­ze!” dediler.

Nuh (Aleyhisselâm):

“Onu-dilerse-size, ancak, Allah, getirir.

Siz, Allah’ı, bundan âciz bırakabilecek değilsiniz.

Eğer, Allah, sizi helak etmek dilemişse, ben, sizin
iyiliğinizi arzu etmiş olsam bile, bu hayrhâhlığım, size hiç bir yarar vermez.

O, sizin Rabb’ınızdır ve nihayet, Ona
döndürüleceksiniz.’[10]

Ben (gelecek tehlikelerle) korkutandan başka bir
kimse değilim.!” dedi.

“Ey Nuh! Sen, (bu dediğinden) vaz geçmezsen,
muhakkak, taşlanmışlardan ola­caksın!” dediler. [11]

Nuh (Aleyhisselâm):

“Ey kavmim! Benim, aranızda duruşum, Allah’ın
âyetleri ile öğüt verişim, size ağır geliyorsa, (ne diyeyim) ben, ancak,
Allah’a dayanıp güvenmişimdir.

Siz ve ortaklarınız da, artık, toplanıp ne
yapacağınızı kararlaştırınız. Bu yapacağınız, size, sonradan hiç bir tasa
vermesin! Hattâ, bana, möhlet de, vermeyiniz.

Eğer, (benim öğütlerimden) yüz çeviriyorsanız, ben,
sizden (zâten bu hususta) hiç bir mükâfat istemedim.

Benim mükâfatım, Allah’dan başkasına âid değildir.

Ben (Onun hükmüne boyun eğen) Müslümanlardan olmakla
emr olundum”

dedi. [12]

Kavmi, onu, yalanladılar. [13]

Kâfirlerden bir takımları:

“Bu, sizin gibi bir insandan başka (bir şey)
değildir.

O, size karşı üstünlük sağlamak istiyor.

Eğer, Allah, (Peygamber göndermek) dileseydi,
elbette, bize Melekler indirirdi.

Biz, önceki Atalarımızdan, bunu (Allâhı Birlemeyi)
hiç duymadık.

Bu, kendisinde bir delilik bulunan adamdan başkası
değildir.

Binâenaleyh, siz onu bir zamana gözetleyiniz!”
dediler.

Nuh (Aleyhisselâm) da:

“Ey Rabb’ım ! Onların beni yalanlamalarına karşı sen
bana yardım et!” dedi.

“Biz de, ona (şöyle) 
Vahy ettik: Sen, bizim bizim nezaretimiz ve Vahyimizle gemi yap!

Nihayet (helaklerine emrimiz gelip te, o fırın
kaynamağa başlayınca, ona her (nevi 
hayvanlardan erkek ve dişi) ikişer çift ile aileni alıp içerisine gir!

(Kavmının) içinden, aleyhlerine söz geçmiş (hüküm
giymiş olanlar müstesna.

O zulm edenler(in kurtulması)  hakkında bana hitapta bulunma.

Çünki, onlar boğul(mağa mahkum ol)muşlardır.

Artık sen mahiyetindekilerle birlikte, Geminin
üstüne doğrulup yerleşince: Bizi o zalimler güruhundan selamete erdiren Allaha
hamd olsun! de!

Rabb’ım! Beni bereketli bir menzile kondur!

Sen, konduranların en hayırlısısın! de!”[14]

 

Nuh
Aleyhisselâmın Kavmini Tevhide Davet Edişi Ve Başına Gelenler:
    Başa Dön

   

Nuh Aleyhisselâm; halkın, heykellerinde ,  puthhanelerde bulundukları sırada, yanlarına
varıp:

“(Lâ ilâhe illallâh=Allâh’dan başka ilâh yoktur!)
deyiniz.

Ben , Allâh’ın Kul ve Resulüyüm!” dedikçe, işitmemek
için halk,  başlarını, elbiselerinin
içine sokar, kulaklarını da parmakları ile tıkarlardı!

Yine bir gün onlara: (Lâ ilâhe illallâh=Allâh’dan
başka ilâh yoktur!) dediği zaman, Sanemler yüzlerinin üzerine düşünce,  kalktılar, Onu, yüzünün üzerine düşünceye
kadar dövdüler.

Kral Mahvil[15],
bunu, haber alınca, Nuh Aleyhisselâmı huzuruna getirtti ve Ona :

“Nedir su, senin hakkında işittiğim?!

Dinime ve Babanın oğullarının, üzerinde bulundukları
şeye karşi davranışın?!

Nedir, Sanemleri kürsülerinden düşüren bu sihir?!

Bunu sana kim öğretti.?” Dedi.

Nuh Aleyhisselâm:

“Onlar dediğin gibi birer ilah olsalardı, yüzlerinin
üzerine düşmezlerdi.

Ben Allahın Kulu ve Resulüyüm!

Sen, Yüce Allah’dan kork ve Ona, hiçbirşeyi şerik
koşma!” dedi. 

Kral Mahvil; Sanemler Bayramı hazırlanıncaya kadar,
Nuh Aleyhisselâmın tu­tuklanmasını ve Sanemlerin, tekrar Kürsülerine
yerleştirilmelerini ve bozulan yer­lerinin onarılmasını emr etti.

Bayram gelince, toplanıp yapılan şeyleri görsünler
diye halk’a nida ettirildi.

Nuh Aleyhisselâm, Kral hakkında Allâha düa etti.
Kral, bir baş ağrısına tutul­du, aklını kaybetti. Bir hafta sonra da, öldü.

Ölüsü, altun şerir üzerine konulup Sanem
heykellerinin içinde ağlanarak tavaf edildikten sonra, gömüldü.

Nuh Aleyhisselâma, dilleri ile her kötülüğü
yaptılar, sövdüler, saydılar.[16]

Kral Mahvil’in ölümü üzerine, yerine geçen oğlu
Dermesil, Nuh Aleyhisselâmı, serbest bıraktı.

Halk, büyük Sanemlerden her birinin yanında senenin
belli vakitlerinde topla­nıp bayram yaparlar, Sanemler için, kurban keserler ve
onları tavaf ederlerdi.

Yağus bayramı için de, halk, her taraftan gelip
toplanmıştı.

Nuh Aleyhisselâm, onların yanlarına vardı.
Ortalarında ayakta dikilip:

“Lâ ilahe illallah = Allâh’dan başka ilâh
yoktur!” demeleri için, onlara seslen­diği zaman, yine, başlarını,
elbiselerinin altına soktular, parmaklarını da, kulakla­rına tıkadılar!

Nuh Aleyhisselâmın seslenmesiyle, Sanemlerin
Kürsülerinden yere düşmele­ri, bir oldu!

Halk, yine üzerine yürüyüp Nuh Aleyhisselâmı
dövdüler ve yüzünün üzerine düşürdüler.

Başını da, yardılar.

Kendisini, çeke çeke Kralın köşküne götürdüler,
yanına, soktular.

Kral, Nuh Aleyhisselâma:

“İlâhlarla ilgili işlerden hiç bir şeye
karışmamanı, sana, söylemedik mi? Seni, böyle şeylerden, men etmedim mi?!

Hattâ, onları, kürsülerine, şerefli yerlerine
koydurduğumda, onlara, secde de, edeceksin diye sana, emir etmedim mi?

Bunu, sana kim öğretti?..” diyerek çıkıştı.

Nuh Aleyhisselâm; kanlara boyanmış bir halde, Krala:
“Eğer, onlar, birer ilâh olsalardı, yerlere düşmezlerdi? Ey Dermesil!
Allâh’dan kork! Allah’a, hiç bir şeyi şerik koşma! Çünki, O, seni
görüyordur!” dedi.

Dermesil:

“Sen, bana, böyle hitap etmek kudretini
kendinde nasıl buluyorsun?” dedi.

İkinci Sanem bayramı hazırlığı sonuna kadar habs
edilmesini, Sanem için kur­ban kesilmesini ve yere düşen Sanemlerin kürsülerine
tekrar konulmasını emretti.

Emri, yerine getirildi.

Kral Dermesil, Nuh Aleyhisselam hakkında korkunç bir
rü’ya görüp:

“Mecnundur! Yaptıklarından mes’ul
değildir!” diyerek hapisten çıkarılmasını emretti.

Zamanın Kâhin’i ise, Tufan işini ve zamanının
yaklaştığını, halka bildirir ve Nuh Aleyhisselâmın öldürülmesini emr ederdi.[17]

Babil Kralı Dermesil’e de, yazı yazarak Nuh
Aleyhisselâmın öldürülmesini işa­ret etmişti.

Dermesil; çevre halkına yazıp Nuh Aleyhisselâmın,
Esnam ibadetini değiştir­mek istediğini ve bir tek İlândan başka ilâh
bulunmadığını iddia ettiğini anlattı ve “Siz, Sanemlerden başka İlahlar
bulunduğunu biliyor musunuz?” diye sordu.

Hepsi de, bunu, inkâr ettiler.[18]

Nuh Aleyhisselâmın, Tevhid akidesini yaymasına engel
oldula[19]
Hattâ, bayılıncaya kadar, kendisinin boğazını sıktılar.’[20]
Öldü sandılar. [21]

Nuh Aleyhisselâm, ayıldığı zaman: “Ey Allah’ım!
Beni ve kavmimi, yarlığa! Çünkü, onlar, (ne yaptıklarını) bilmiyorlar!”
dedi. [22] Gusl
edip tekrar yanlarına vardı. Onları, Allah’a iman ve ibadete davet etti. [23]

Nuh Aleyhisselâm, kendisine zulm etmekten geri
durmayan kavminin arasında dokuz yüz elli yıl kaldı..[24]
Kendisi, çok sabırlı ve halîm idi. [25]

 

Nuh
Aleyhisselâmın Allâha İltica Ve Kavminin Helaki İçin Dua Edişi:
    Başa Dön

 

Nuh Aleyhisselâm; Tebliğ ve Davet vazifesini, gece,
gündüz, gizli, açık yap­mağa devam etti. Fakat, kendisinin, bütün bu çabaları,
onların, imandan kaçmalarından, küfürlemi artırmalarından başka bir işe
yaramadı, boşa gitti.[26]
Bunun üzerine, Nuh Aleyhisselâm: “Ey Rabb’ım! Onlar, bana isyan ettiler.

Malları ve evladları, kendilerinin hüsranlarından
başkasını artırmayan kimselere

jf’dular.

Onlar da, büyük büyük hileler yaptılar.

(Halk tabakasına): Sakın! Taptıklarınızı,
bırakmayınız.

Hele, Vedd’den, Süva’dan, Yağus’dan, Yauk’danve
Nesr’den vazgeçmeyiniz! jediler.

Gerçekten, onlar, bir çok kimseleri, baştan
çıkardılar.

Sen, ey Rabb’ım! O zâlimlerin, şaşkınlıktan
başkasını artırma[27]

Ben, artık, mağlûbum! Benim intikamımı alf[28]

Benimle onlar arasındaki hükmü Sen ver de, beni ve
beraberimdeki Mü’minleri kurtar. [29]

Ey Rabb’ım! Yer yüzünde, kâfirlerden yurt tutan hiç
bir kimse bırakma!

Çünkü, Sen, onları, bırakırsan, onlar, kullarını
yoldan çıkarırlar, nankör ve fâcir-jen başka da, doğurmazlar!

Ey Rabb’ım! Beni, Anamı, Babamı, iman etmiş olarak
evime girenleri, erkek Mü’-“vnleri, kadın Mü’minleri yarlığa!

Zâlimlerin helakinden başka bir şeyini de,
artırma!” diyerek düa etti. [30]

 

Tufan
Gemisinin Hazırlanışı:
    Başa Dön

 

Yüce Allah, Nuh Aleyhisselâm’a, ağaç dikmesini emr
etti. O da, dikti.

Nuh Aleyhisselâmın diktiği, Sac ağacı, kırk yılda
büyüyüp yetişti ve boyu, üç yüz zira’ı buldu. [31]

Sac ağacı: Hind ülkesinde yetişen kara ve büyük bir
ağaç olup[32]
bunun, Aba-nus ağacı olduğu da, söylenir. [33]

Yüce Allah tarafından Nuh Aleyhisselâma şöyle Vahy
olundu: “Kavminden, iman etmiş olanlardan başkası asla imana
gelmeyecektir. O halde, onların işlemekte oldukları şeylerden dolayı tasalanma!

Bizim nezaretimiz altında ve Vahyimiz (talimatımız)
veçhile Gemi yap! Zulm edenler hakkında bana bir şey söyleme! Çünkü, onlar,
suda boğulmağa mahkûmdurlar!”[34]

Yüce Allah, dikilmiş ve yetişmiş olan ağaçları kesip
gemi yapımında kullanma­sını Nuh Aleyhisselâma emretti. [35]

Nuh Aleyhisselâm, Marangozdu. [36]

Ağaçları, kesti. [37]

Kuruttu. [38]

Nuh Aleyhisselâm, Geminin nasıl yapılacağını
bilmiyordu. [39]

“Yâ Rabb! Yapılacak Gemiyi nasıl yapayım?”
diye sordu.

“Onu, üç suret üzerine, devrik yap:

Başını, horuz başı gibi,

Karnını, kuş karnı gibi,

Kuyruğunu, horoz kuyruğu gibi meyilli yap ve üç kat
olarak yap!” bu-yuruldu. [40]

Nuh Aleyhisselâm, gemiyi yapmaya başladı. [41]

Kestiği[42]
Sac[43]
ağacından tahtalar biçti. [44]

Üç yıl, bununla meşgul oldu. [45]

Demirden çiviler yaptı.

Gemi için gereken[46]
zift vesair[47] her
şeyi hazırladı. [48]

Yapılacak şeylerin hepsini, kendisi yaptı, çattı. [49]

Eline aldığı keseri, yapacağı şeyde hiç yanılmıyordu[50]

Nuh Aleyhisselâm; Gemiyi yapıp çatarken, kavminden,
her hangi bir topluluk, yanından geçtikçe, alay etmek için:

“Ey Nuh! Peygamberlikten sonra, Marangozluk
yapıyorsun ha?! [51] Ne
yapıyorsun sen?” diyorlar; Nuh Aleyhisselâm da: “Gemi
yapıyorum!” deyince: ‘Demek, karada gemi yapıyorsun ha?! Gemiyi, karada
nasıl yüzdüreceksin?![52]
Birbirlerine de:

“Bakmıyormusunuz şu deliye? Su üzerinde seyr
etmek için ev yapıyor! [53]
“Hani ya, su, nerede?!” [54]
diyerek gülüşüyor, alay ediyorlardı. [55]
Nuh Aleyhisselâm da:

“Siz, nasıl bizimle eğleniyorsanız, biz de,
sizin bu eğlenip durduğunuz gibi, si­zinle eğleneceğiz!

(Âhirette de) daimî azabın kimin başına ineceğini,
ileride görecek, bileceksiniz-dir!” diye cevap veriyordu. [56]

Geminin yapılışı, iki yıl sürdü. [57]

Daha fazla sürdüğü de, rivayet edilir. [58]

 

Geminin
Planı:
    Başa Dön

 

Geminin uzunluğu: Nuh Aleyhisselâmın Babasının
Dedesinin Zira’i ile üç yüz Zira’,

Geminin eni; elli Zira’,

Geminin yüksekliği: otuz Zira’ idi. [59]

Geminin, uzunluğunun: altıyüz altmış,

Eninin: üçyüz otuz,

Yüksekliğinin: otuzüç Zira’ olduğu rivayet edildiği
gibi’[60]

Eninin: altıyüz, Zira’ olduğu da, rivayet edilir. [61]

(Zira1: Dirseğin ucundan, orta parmağın ucuna kadar[62],
veya Dirsekten, omu­za kadar olan uzunluğa denir. [63]

Gemi: alt kat, orta kat, üst kat olmak üzere[64],
üç kattı. [65]
Geminin her katı, on Zira’ yükseklikte idi. [66]
Bunlara, küçük birer ışık deliği (pencere) de, konulmuştu. [67]
Geminin, birbirinden aşağı olmak üzere’[68],
üç kapısı vardı. [69]

Geminin üst katında, içilecek su için depolar ve
yiyecekler için de, iki yanına tahtadan dolaplar yapılmıştı. [70]

Geminin altı Zira’ı, su içinde idi. [71]

Altı Zira’ yerine, dört Zira’ rivayeti de, vardır. [72]

Yapılan geminin gövdesi: kuş göksü gibi[73],
suyu, yaracak biçimde’[74]
meyil­li, devrikti. [75]

Geminin baş tarafı: horoz başı gibi, karnı: kuş
karnı gibi, kuyruk tarafı da, ho­ruz kuyruğu gibi meyilli idi. [76]

Geminin kanadları da, vardı. [77]

Geminin tahta levhaları, demir çivilerle çivilenip[78]
berkitilmişti. [79]

Çivilenen tahta levhaların arasından, içeriye su
sızmaması için, Gemi, içinden ve dışından ziftlenmişti. [80]

 

Gemiye Ne
Zaman Binildiği? Kimlerin Bindiği Ve Binenlerin Sayısı:
    Başa Dön

 

Yüce Allah; Nuh Aleyhisselâma:

‘Nihayet, emrimiz gelip de, Fırın (tandır) kaynadığı
zaman, her birinden (her bir levi’den erkek, dişi) ikişer çift ile
-Aleyhlerinde söz geçmiş (helakleri kesinleşmiş) banlar, müstesna olmak üzre-
aileni ve iman edenleri (Geminin) içine yükle!” Duyurdu.

Zâten, onun maiyyetindeki az sayıdaki kimselerden
başkası da, iman etmemişti.

Bunun üzerine, Nuh (Aleyhisselâm), Gemiye binecek
olanlara:

“Bininiz içerisine!

Onun, akması da, durması da, Allanın ismiyledir,

Hiç şüphesiz, Rabb’ım, çok yarlıgayıcı, çok
esirgeyicidir.” dedi. [81]

Nuh Aleyhisselâm; Gemi’ye, oğulları: Sam, Ham, Yâfes
ve bunların zevcele­ri [82]
ile kendisine iman etmiş bulunan altı kişiyi bindirdi.

Oğlu Yam (Ken’an) ise, geri kaldı. [83]

Çünki, o, kâfirdi. [84]

Nuh Aleyhisselâmın karısı[85]
Vâile de[86]
kâfirdi.

Halka, Nuh Aleyhisselâmın mecnun olduğunu söylerdi.[87]

Kavmi gibi küfür üzerinde direnerek onlarla birlikte
suda boğulup gitmiştir. [88]

Gemiye binenlerin Nuh Aleyhisselâmla üç oğlu ve
onların kadmlarile birlikte sekiz kişi oldukları rivayet edildiği gibi[89],
onbeş erkekle beş kadın[90]
veya on erkekle on kadın oldukları da, rivayet edilir. [91]

Hattâ, seksen kişiyi buldukları rivayeti de, vardır. [92]

 

Âdem
Aleyhisselâmın Tâbutunun Getirilip Gemiye Konulusu:
    Başa Dön

 

Âdem Aleyhisselâmın, Cebrail Aleyhisselâm tarafından
getirilen[93]
Tâbutu da, Gemiye alındı. [94] ve
erkeklerle kadınlar arasına konuldu. [95]

Gemiye binildiği zaman, Receb ayından on gece geçmiş
bulunuyordu. [96]

 

Kral’ın
Gemiyi Ve Gemidekileri Yakmak İçin Gelişi:
    Başa Dön

 

Nuh Aleyhisselâmın, Gemiye bindiği ve azığını Gemiye
yüklediği haberini alınca, Kral Dermesil;

“Onları, akıtıp taşıyacak su nerede?! diyerek
Gemiyi yakmak üzere adamla­rından bir takım süvarilerle birlikte Geminin
bulunduğu yere kadar gitti.

Nuh Aleyhisselâmın oğlu Yam da, Kralla birlikte
gelenler arasında idi. Kral, Nuh Aleyhlsselâma seslenip’.

“Gemlcvi, artacak su nerede?’.” ded\.

Nuh Aleyhisselâm:

“O su, senin durduğun yerde, sana
gelecektir!” dedi.

Kral:

“Bu, çok şaşılacak, hiç olmayacak şeydir!

Demek, sen, kuru toprakta şu Gemiyi yüzdürecek
sular, seller olacağını söylü­yorsun ha?!

Sen de, seninle birlikte bulunanlar da, onun içinden
hemen ininiz!

Yoksa, hepinizi, yakarım!” dedi.

Nuh Aleyhisselâm:

“Allâha karşı, gururunu çoğaltma da, imana
gelmekte acele et!

Yüce Allâha, eş, ortak koşmayı bırakıp Müslüman ol,
doğru yolu bul!

Aksi takdirde, azabı, önünde hâzır bulacaksın!”
dedi.[97]

 

Tufan
Haberi, İnkâr Ve Telaşlanış:
    Başa Dön

 

Nuh Aleyhisselâm, Kralla konuştuğu sırada, bir adam
gelip bir kadın’ın ekmek pişirdiği Tandırından su fışkırmağa başladığını, Krala
haber verdi.

Kral;

“Tandırdan, su fışkırmış olamaz!” dedi.

Nuh Aleyhisselâm; ona:

“Yazıklar olsun sana! O, İlâhî gazabın geliş
belirtisidir!

Rabb’ım, bana, bunu böyle vahy etti.

Bu, bütün yer yüzünün delinip deşileceğine, atını,
dikildiği yerden ayıracağına ve atının ayağının altından su fışkıracağına
işarettir!” dedi.

Kral, atını, durduğu yerden ayırınca, ayağının
altından su fışkırdığını gördü, ve hemen atını, başka bir yere sürdü.

Orada da, aynı hal, vuku buldu.

Kralın, tahkik için gönderdiği adam dönüp suyun
çoğaldığını ve kaynadığını, ıaber verince, Kral, ailesini ve oğlunu alıp
kendisi için dağ başına yaptırmış ol­duğu Maakil’e[98]
götürmek üzere, acele, evine döndü.

Herkes, Tufan olacağını, anlıyor, fakat, vaktini
bilmiyordu. Bunun için, Kral da, Maakil’e, yiyecek doldurmuştu.

Kral ve ev halkı, dağa çıkmak istedikleri zaman,
dağın başından, kayaların baş­arının üzerine atıldığını, yuvarlandığını
gördüler.

Nereye yönelip gideceklerini bilmiyorlardı.

Yerden fışkıran sular, çok sıcak ve pis kokulu idi. [99]

 

Tufanın
Yaygınlanışı:
    Başa Dön

 

Göklerden boşanan yağmurların,yerlerden fışkıran
suların selleri’[100],
bütün yer yüzünü tuttu ve dağları, kapladı.’[101]

Hattâ, dağların tepesinden on beş Zira’ yükseldi. [102]

Güneşin ve ay’ın ışığı, karardı.

Dünya, karanlık içinde kaldı.

Gece, gündüz bir oldu. [103]

Yağış, kırk gün sürdü. [104]

Seller; yer yüzünde taşmadık, aşmadık yer bırakmadı. [105]

 

Beş Putun
Dalgalarla Cidde’ye Sürüklenişi Ve Orada Toprağa Gömülüp Kalışı:
    Başa Dön

 

Tufan suları; vedd, Süva’, Yağus, Yauk ve Nesr
putlarını, Nevz dağından sü­rükleyip yere indirdi.

Suların şiddetli akışları, onları, ülkeden ülkeye
sürükledi.

Nihayet, Cidde toprağına attı.

Esen rüzgârlar, putların üzerlerine toprak yığdı. [106]

 

Gemidekiler
Dışındaki Halkın Tufanda Boğuluşu:
    Başa Dön

 

Tufan suyunda boğulacak olanlar, boğuldu. [107]

Nuh Aleyhisselâm ile Gemidekilerden başka, yer
yüzünde bulunanların hepsi Tufan suyunda boğulup helak oldu. [108]

 

Dağın
Tepesinde Bile Boğulmaktan Kurtulamayan Anne Ve Çocuk:
    Başa Dön

 

Hz.Âişe’nin, Peygamberimiz Aleyhisselâmdan
rivayetine göre:

Seller; yollarda ve sokaklarda çoğalınca; son derece
sevdiği yavrusunun hayatı hak­kında korkuya düşen bir anne, hemen dağa doğru
gidip dağın üçte birisine kadar çıktı.

Su, oraya erişince, kadın, dağın ikinci üçte
birisine çıktı. Su, oraya da, ulaştı. Kadın, dağın üzerine çıktı.

Su, yükselip kadının boynuna ulaşınca, kadın,
çocuğunu, elile başının üzerine kal­dırdı ise de, su, nihayet, onları, alıp
götürdü!

Eğer, Yüce Allah, Nuh kavminden, her hangi birisini,
esirgeyecek olaydı, bu çocu­ğun annesini, esirgerdi!” buyrulmuştur. [109]

 

Geminin
Her Yeri Dolaşıp Cûdi Dağı Üzerine Oturuşu :
    Başa Dön

 

Nuh Aleyhisselâmın Gemisi, bütün dünyayı dolaştı. [110]

Önce; sağ tarafa doğru gitmeye başlayıp Habeş
ülkesine ulaştı.

Sonra da, Cidde tarafına yöneldi.

Sonra, Rum ülkesine doğru yol almağa başladı.

Rum ülkesini geçince, geri dönüp Mukaddes Arz’a
yöneldi[111]
Mekke Hare­mine kadar gitti.

Harem-i şerifin çevresinde yedi kerre dolaştı. [112]
Sonra da’[113],
Yemen’e doğru gitti. Oradan dönüp’[114]
Cûdi dağına ulaştı.

Yüce Allah, sema’ya: Suyunu, tut!”, yere de
“Suyunu, yut!” emrini verip te, yağışlar, durduğu ve dağların
üzerlerinden aşan suların seviyeleri düşmeğe başadığı zaman, Gemi, Cûdî dağının
üzerine oturdu.[115]

 

Geminin
Su Üzerinde Ne Kadar Dolaştığı Ve Gemiden Ne Zaman İnildiği?
    Başa Dön

 

Nuh Aleyhisselâmın Gemisi, hiç durmadan altı ay su
üzerinde[116]
dağlar gibi dalgalar arasında akarar[117]
dünyanın her tarafını dolaştı. [118]

Yüz elli gün dolaştığı rivayeti de, vardır. [119]

Nuh Aleyhisselâm, Cûdî dağında bir ay kalıp[120]
sular, çekildiği ve yerler, ku–jduğu zaman, yanındakilerle birlikte, Muharrem
ayının onuncu günü, dağdan indi.

O gün, Gemi halkı, Şükür Orucu tuttular. [121]

Nuh Aleyhisselâm, Gemiden inerken, Gemisini
kilitleyip Anahtarını oğlu Sâm’a verdi.[122]

 

Semânin
Şehrinin Kuruluşu:
    Başa Dön

 

Nuh Aleyhisselâm; Karda’da Semânîn diye anılan
yerde, yanındakilerden her = risi için birer ev yaptı. [123]

Semânîn: Musul’un üst tarafında, İbn.Ömercezîresinin
yakınındaki Cûdî dağl­ayanında bir beldeciktir. [124]

Ibn.Habîb (vefatı: 245 Hicrî), İbn.Kuteybe (vefatı:
276 Hicrî), Taberî (vefatı: 310 -i crî), İbn.Esîr (vefatı: 630 Hicrî); bu
şehirciğin, kendi zamanlarına kadar (Sûk-ı Semânîn) adıyla[125]

Mes’ûdî (vefatı: 346 Hicrî) de, dağ eteğinde
kurulmuş olan bu şehirciğin, ken-z- zamanına kadar sâdece (Semânîn) adıyla
anıla geldiğini bildirir. [126]

Yakut (vefatı: 626 Hicrfta göre: Nuh Aleyhisselâmın
yapmış olduğu Mescid, el’an rrada bulunmaktadır. [127]

Nuh Aleyhisselâm; Semânîn’de yerleştikten sonra,
ekin ekti, üzüm çubuğu,

sikti.

Bulunduğu yeri, düzledi, onardı. [128]

Bir müddet sonra, Semânîn halkı, Vebâ’ya tutuldu.
Nuh Aleyhisselâm ile oğullarından başka, hepsi öldü. [129]

 

Cûdî Dağı
Nerededir?:
    Başa Dön

 

Cûdî Dağı: Musul toprağında[130]

Musul’un Hısneyn[131]
veya Hadıyd mevkiindedir. [132]

Cezâre’de[133]
130 , Musul yakınındaki Cezîre’dedir. [134]

Musul beldelerinden İbn.Ömer ceziresinde[135],
Basuri’dedir. [136]

İbn.Ömer cezîresi, Musul’un üzerinde, üç günlük bir
yerdir. [137]

Basurin de, Dicle’nin doğusunda, Musul mülhakatından
bir nahiyedir.’[138]

Cûdî Dağı: Cezîre’de[139],
Karda nâhiyesindedir. [140]

Cûdî Dağı: Karda ve Zebdi kariyelerinin dağıdır. [141]

Karda: Cezîre’de, Cûdî Dağı yakınında bir kariye
olup İbn.Ömer Cezîresi yakı­nındaki Semânîn kariyesine de, yakındır. [142]

Cûdî Dağı ile Dicle arası, sekiz Fersah’dır. [143]

Fersah: on üç hâşimî Mili veya on iki veya on bin
Zira’dır.[144] Mil
de: dört bin Zira’dır. [145]

 

Yüce
Allah’ın Şereflendirdiği Üç Dağ:
    Başa Dön

 

Yüce Allah; Dağlardan, üç dağı:

Cûdî Dağını, Nuh Aleyhisselâm ile,

Tûr-i Seynâ Dağını Mûsâ Aleyhisselâm ile,

Hıra (Nûr) Dağını, Muhammed Aleyhisselâm ile
şereflendirdi. [146]

 

Nuh Aleyhisselâmın
Tufan Gemisi Ve Sonucu:
    Başa Dön

 

Yüce Allah; Nuh Aleyhisselâmın kavmini, zulme devam
edip durdukları sırada, Tûfan sularında boğdu. Nuh Aleyhisselâm ile gemi
arkadaşlarını, selâmete erdir. [147]

Gemisini de, Cezîre toprağında[148],
Cezîre toprağından Karda’da[149],
Karda <ariyesinin dağı olan Cûdî Dağının[150]
tepesinde -insanlara bir ibret olmak üzere-

3raktı. [151]

Gemi, uzun zaman, orada kaldı. [152]

Hattâ, Nuh Aleyhisselâmın ümmetinin öncekilerinden
nice kimseler, varıp onu, seyr ve temâşâ ettikten sonra[153],
Gemi, çürüyüp kül oldu. [154]

Tefsir kitaplarımızdaki görüşler, böyle!

Acaba, Kamer sûresinin 15. âyetindeki mutlak beyana
bakılarak Gemi’nin, Cûdî Dağı üzerinde, şu veya bu şekilde mesela taşlaşmış
olarak ibretli bir Mucize hâ­inde el’an mevcudiyeti düşünülemez mi?

Ecnebî İlim ve Fen adamlarından bazılarının,
Gemi’den bir kalıntı bulabilme ümidiyle ve Ahd-i Atîk’ın, Tekvin kitabının 8.
babının 4. fıkrasındaki Ararat tâbirin­den mülhem olarak zaman zaman gelip Ağrı
dağına tırmandıklarını ve her sefe-nnde de, elleri boş döndüklerini
işitiyoruz…

Tırmanıp Ağrı’nın başına, Yorma gel kendini boşuna.
Maksadın keşf ise Gemiyi Düş Cûdî dağında peşine.[155]

 

Kur’ân-ı
Kerimin Tûfan Hakkındaki Açıklaması:
    Başa Dön

 

Tûfan ve Sonucu, Kur’ân-ı kerimde şöyle açıklanır:

“Bunun üzerine, biz de, şarıl şarıl dökülen bir
suya, gök kapılarını açtık.

Yeri de, kaynaklar halinde (tamamıyla) fışkırttık
da, (her iki su) takdir edilmiş bir emr üzerinde birleşiverdi. [156]

“(Gemi), nankörlük edilmiş bulunan (o zâta) bir
mükâfat olmak üzere, bizim göz­lerimiz önünde akıp gidiyordu.[157]

Nuh, ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna bağırdı:

Oğulcağızım! (gel) bizim yanımıza sen de, bin!
Kâfirlerden olma!

Qğ(u (se:

Bir dağa sığınırım!

O, beni, sudan, korur! dedi.

Nuh:

Bu gün, Allah’ın emrinden, esirgeyen, Kendisinden
başka hiç bir kurtarıcı yok­tur! dedi.

İkisinin arasına, dalga girdi.

O da, derhal, boğulanlardan oldu. [158]

Nuh, Rabb’ına dua ve nida edip:

Ey Rabb’ım! Benim oğlum da, şüphesiz, benim
âilemdendir.

Senin (ailemi kurtaracağın hakkındaki) va’d’in,
elbette hak’dır ve Sen, Hâkimle­rin Hâkimisin! dedi.

(Allah):

Ey Nuh!, O, kat’iyyen senin ailenden değildir!

Çünki, o(nun işlediği) sâlih olmayan (kötü) bir
iştir (kâfirlik ve imansızlıktır)

O halde, bilmediğin bir şeyi benden isteme!

Seni, bilmezlerden olmaktan, bihakkın men ederim! buyurdu.

Nuh:

Ey Rabb’ım! Ben, bilmediğim şeyi, Senden istemekten,
Sana, sığınırım!

Eğer, Sen, beni bağışlamazsan, esirgemezsen, hüsrana
düşmüşlerden olurum! dedi. [159]

Ey arz! Suyunu, yut!

Ey gök! Sen de, tut! denildi.

Su, kesildi. İş, olup bitirildi.

(Gemi de) Cûdî (dağının) üzerinde durdu.[160]

O zâlimler güruhuna:

Uzak olsunlar! Denildi. [161]

Ey Nuh! Sana ve (Gemide) beraberinde bulunanlardan
(gelecek Mü’min) üm­metlere bizden selâm (ve selâmet) ve bereketlerle in
(Gemiden)!

 (Onlardan
türeyecek diğer kâfir) ümmetler de, vardır ki, biz, onları da (dünyada do!
azıklarla) yararlandıracağız.

Sonra ise (Âhirette) kendilerine bizden pek acıklı
bir azab çarpacaktır! denildi. [162]

And olsun ki: biz, Nuh’u, kavmine (Peygamber olarak)
göndermişiz de, o, aralarında-elli yıl müstesna olmak üzre-bin yıl kalmıştır.

Nihayet, onlar, zulümde devam edip dururlarken,
kendilerini, Tufan, yakalayı-• ermiştir.

Fakat, biz, onu da, gemi arkadaşlarını da, selâmete
erdirmiş ve bunu, âlemlere oır ibret yapmışızdır! [163]

And olsun ki: biz, bunu (Gemiyi) bir âyet olarak
bırakmışızdır.

O halde, düşünüp ibret alan var mı ki, benim azabım
ve tehdidlerim nice

-niş[164]

Bunlar, gayb haberlerindendir ki, sana, Vahy ediyoruz.
Bundan önce, ne sen biliyordun, ne de, kavmin biliyordu. O halde, sen de, (Nuh
gibi her cefaya) katlan. Akıbet, hiç şüphesiz, takvaya erenlerindir. “[165]

 

Nuh
Aleyhisselâmın Oğullarına Tavsiyeleri Ve Vefatı:
    Başa Dön

 

Rivayete göre: Nuh Aleyhisselâm; Tufandan sonra, üç
yüz elli yıl daha yaşa­mıştır. [166]

Nuh Aleyhisselâm, vefatı yaklaştığı sırada, yerine,
büyük oğlu Sâmı[167]
vekil Dirakt.. [168]

Yanına toplanan oğulları: Sâm, Ham ve Yâfes ile
bunların oğullarına, bir takım tavsiyelerde bulundu.

Yüce Allah’a ibadete devam etmelerini, onlara
emretti.’[169]
Ayrıca, oğlu Sâm’a:

“Ey oğulcağızım! dedi, kalbinde, zerre
ağırlığınca şirk olduğu halde, kabre girme!

Çünki, Allah’ın huzuruna müşrik olarak gelen kimse
için, bir delil yoktur. Ey oğulcağızım! Kalbinde, zerre ağırlığınca, kibir
bulunduğu halde, kabre girme! Çünki, Kibriya, Yüce Allah’ın Ridâ’sıdır.

Ridâ’sı hakkında çekişen kimseye, Allah, gazab eder.

Ey oğulcağızım! Kalbinde, zerre ağırlığınca,
Rahmetten ümid kesmiş olarak kabre girme!

Çünki, dalâlete düşmüş kimseden başkası, Allah’ın
rahmetinden ümid kesmez. [170]

Ben, sana vasiyetimi söylüyorum: Sana, iki şeyi emr,
ve seni, iki şeyden de, nehy ediyorum. Sana (Lâ ilahe illallah) Kelime-i
Tevhid’ini, emrediyorum. Çünki, yedi kat göklerle yedi kat yerler, bir terazi
kefesine ve Lâ ilahe illallah Kelimesi de, diğer bir kefeye konulsa, bu,
onlardan ağır gelir.

Eğer, yedi kat göklerle yedi kat yerler, uçsuz
bucaksız bir çenber olsalar, Lâ ilahe illallah ve Sübhânallâhi ve bihamdihî
Kelimeleri, onları kırar.

Çünki, bunlar, her şeyin düasıdır ve halk, bunlarla
rızıklanır. Seni, şirkten ve kibirden nehy ediyorum. [171]

Gücün yeterse, kalbinde, şirkten ve kibirden hiç bir
şey bulundurmamağa çahş!” [172]

Rivayete göre: Nuh Aleyhisselâma, vefatı yaklaştığı
sıralarda[173]

“Ey Ebülbeşer ve ey uzun ömürlü! [174]
Dünyayı, nasıl buldun?” diye so­rulmuştu.

Nuh Aleyhisselâm:

“Onu, iki kapılı bir ev gibi buldum.

Bir kapısından girdim, diğer kapısından
çıktım!” demiştir’[175]

Nuh Aleyhisselâm, kamıştan bir kulübe edinmişti.

“Keşke, bundan daha sağlam bir ev
yapsaydın?” denilince:

“Ölecek bir kimse için, bu bile çok!”
demiştir.’[176]

Rivayete göre: Peygamberlerden, ümmeti helak olan
Peygamber, Mekke’ye gelir, orada, Allah’a, ibadete koyulur, kendisi ve yanında
bulunanlar, vefatlarına kadar, orada kalırlardı.

Nitekim, Nuh, Hûd, Salih ve Şuayb Aleyhisselâmlar
da, Mekke’de vefat etmiş­lerdir.

Bunların, kabirleri, Zemzem ile Hacerülesved Rüknü
arasındadır.[177]

Zemzem ile Rükün arasında yetmiş Peygamber[178]
diğer rivayete göre: Hac­ca gelip vefat eden Peygamberlerden, orada doksan
dokuz peygamber gö­mülüdür.” [179]

Ona ve gönderilen bütün Peygamberlere Selâm Olsun!

Nuh Aleyhisselâm, bir şey yediği zaman: Elhamdü
lillâh! derdi.

Bir şey içtiği zaman: Elhamdü lillâh! derdi.

Bir şey giydiği zaman: Elhümdü lillâh! derdi.

Bir şeye bindiği zaman: Elhamdü lillâh! derdi.

Bunun için, Yüce Allah, ona (Şükr edici bir kul)
ismini vermiştir. [180]

 

Peygamberlerin
Uluları:
    Başa Dön

 

Sahih bir Hadîs-i şerîf’e göre: Peygamberlerin,
Seyyid ve Ulu kişileri, beştir:

1) Nuh,

2) İbrahim,

3) Mûsâ,

4) İsâ,

5) Muhammed
Aleyhisselâmlardır.

Muhammed Aleyhisselâm ise, bu beşin, Seyyid ve Ulu
Kişisidir”[181]

 

Nuh
Aleyhisselâmın Ebülbeşerliği Ve Bütün İnsanların Onun Oğullarından Üreyişi:
    Başa Dön

 

Kur’ân-ı kerimde:

“Onun (Nuh Aleyhisselâmın) zürriyetini,
yeryüzünde devamlı kalanların, ta ken­disi kıldık. [182]
mealindeki âyet hakkında, Peygamberimiz Aleyhisselâm:

“Nuh’un üç oğlu vardı:

1) Sâm,

2) Hâm,

3) Yâfes. [183]

Sâm, Arabların babasıdır. Yâfes, Rumların babasıdır.
Ham, Habeşlerin babasıdır.” buyurmuştur. [184]

Buna göre: yer yüzündeki insanların tümü, Nuh Aleyhisselâmın
zürriyeti-dirler. [185]

Nuh Aleyhisselâm, Âdem Aleyhisselâm’dan sonra,
Ebülbeşer = İnsanların Ata-srdır. [186]

İnsanlar, Âdem ve Nuh Aleyhisselâmlardan meydana
gelmişlerdir. [187]
Başka bir deyişle:

İnsanların Birinci Atası: Âdem Aleyhisselâm, İkinci
Atası da, Nuh Aleyhisse-lâm’dır. [188]

 

Nuh
Aleyhisselâmın Yeryüzünü Üç Oğlu Arasında Bölüştürüşü:
    Başa Dön

 

Nuh Aleyhisselâm, yeryüzünü, üç oğlu arasında
bölüştürmüş; Oğlu Sâm’a, yeryüzünün orta, üstün kısmını tahsis etmişti[189]
ki, Beytülmak-dis’i[190],
Nil, Fırat, Dicle, Seyhan, Ceyhan ve Feysun[191]
ırmakların[192] bu
beş ır­mağın suladığı’[193]
yerleri içine alır, [194]
Feysun ile Nil’in doğusuna ve arka tara­fından güney rüzgârlarının estiği
buruna kadar olan yerlere kadar uzanır[195]

Nuh Aleyhisselâm; oğlu Ham’a, Nil’in batısına ve
arka tarafına düşen yerleri tahsis etmişti ki, buraları, poyraz rüzgârlarının
estiği buruna kadar uzanan yerlerdi. [196]

Nuh Aleyhisselâm; oğlu Yâfes’e de, Feysun ile onun
arka tarafına düşen ve lodos rüzgârlarının estiği buruna kadar uzanan yerleri
tahsis etmişti.

Yâfes, Mağrıb ile Meşrık arasında konaklamıştı. [197]

Yâfes’in oğullarından Sakalib ve Isban’ın yurdları,
Rumlardan önce, Erzu­rum’du. [198]

Türklerden, Hazerlerden ve daha başkalarından gelen
ve Arab olmayan bü­tün krallar, Yâfes’in çocuklarındandırlar. [199]

Yâfes’in çocuklarından olan Türklerden kimi şehir ve
kale halkı idi, kimisi de, dağlarda, kırlarda göçebe olarak keçe çadırlar
altında yaşarlar, avcılıktan başka iş yapmazlardı.

Türklerin en büyük kralları, Hakan olup kendisinin,
altundan tahtı, altundan ta­cı, altundan kemeri vardı.

Kendisi, ipek elbise giyerdi. [200]

Ham, deniz sahiline gidip yerleşti.

Ham’ın, Küş, Ken’an, Kut, adındaki oğullarından Kut,
Hind ve Sind toprakları­na gidip yerleşti.

Oraların halkı, Kut’un çocuklarından üremiştir.

Sudan, Nûbe, Zene, Karan, Zegave, Habeşe, Kıbt ve
Berber cinsleri de, Ham’ın, Küş ve Ken’an adındaki oğullarından türemişlerdir. [201]

Nuh Aleyhisselâmın oğlu Sâm; Arz-ı Haram’a ve
çevresine yerleşmiş, Yemen’e, oradan Hadramevt’e, oradan Amman’a, oradan Âlic
ve Yebrin’e, Vebar, Devv ve Dehnâ’ya kadar uzanmıştı. [202]

 

Nuh
Aleyhisselâmla İbrahim Aleyhisselâm Arasındaki Soy Direği Atalar:
    Başa Dön

 

Nuh Aleyhisselâmın oğlu Sâm; akılda, bilgide,
kavrayış ve anlayışta, kalb te­mizliğinde, öteki kardeşlerinden üstün olduğu
için, Nuh Aleyhisselâm, onu, yeri­ne Vekil bıraktı ve kendisine, Peygamberlik
sırlarını, hikmetin inceliklerini öğretti.

Öteki oğullarına da, Sâm’ın emrine boyun eğmelerini
vasiyet etti.

Peygamberlerden, Velilerden, Sıddîklardan,
Salihlerden, Sultanlardan Âmir­lerden, bir çoklarının, onun soyundan

gelmesini, Yüce Allâh’dan diledi. [203]

Nuh Aleyhisselâmdan sonra, Oğlu Sâm da, Yüce Allah’a
ibadet ve taâtla, üze­rine düşen vazifelerle meşgul oldu. (Yâkubî-Tarih
c.ı,s.i7)

Sâm’ın vefatı yaklaştığı sırada, oğlu Erfahşed’i,
yerine bıraktı. [204]

Sâm, altı yüz yaşında vefat etti.

Şam’dan sonra oğlu Erfahşed, Yüce Allah’a ibâdet ve
tâatla meşgul oldu.

Erfahşed, vefat edeceği sırada, oğlunu ve ailesini
yanında toplayıp Yüce Al­lah’a ibâdete devam etmelerini ve mâsiyetlerden
sakınmalarını onlara tavsiye etti.

Oğlu Şâlıh’a da, ayrıca:

“Vasiyetimi, kabul et.

Benden sonra, aile içinde, Yüce Allâha ibâdat ve
tâat edici ol!” dedi.

Erfahşed, vefat ettiği zaman, dört yüz altmış beş
yaşında idi. [205]

Erfahşed’den sonra, yerine geçen oğlu Şâlıh[206]
Yüce Allâha ibadet ve tâat-la meşgul olup kavmim, mâsiyetlerden nehy etti.

Mâsiyet işleyenlerin uğradıkları azaba uğramaktan,
onları, sakındırdı. [207]
Şâlıh vefat edeceği sırada, oğlu Âbir’i, yerine bıraktı. [208]

Lanete uğrayan Kabil oğullarının işlerinden uzak
durmasını, ona, emr ve ten-bih etti.

Şâlıh vefat ettiği zaman, dörtyüz otuz yaşında idi. [209]

Şâlıh’dan sonra, oğlu Âbir, kavmini, Yüce Allah’a
ibâdet ve tâata davetle meş­gul oldu.

Atalarının Dinini değiştiren ve mâsiyetler isleyen
Ken’an b.Ham oğullarıyla dü­şüp kalkmaktan Sâm oğullarını sakındırdı. [210]

Âbir, vefat edeceği sırada, oğlu Fâlığ’ı, yerine
bıraktı. [211]
Ona:

“Ey oğulcuğum! Mel’un Kabil oğulları, Yüce
Allah’a isyan olan işleri işlemeyi çoğalttıkları zaman, Şis oğulları, onların
yanına uğradılar.

Yüce Allah da, onların üzerine, kötü bir azab
gönderdi.

Sakın ne sen, ne de, ev halkın, Kenan oğulları
topluluğunun içine girmeyiniz!” dedi.

Âbir, vefat ettiği zaman, üç yüz kırk yaşında idi. [212]

âbir’den sonra, yerine oğlu Fâlığ geçti. [213]

Fâlığ, kavmini, Yüce Allah’a tâata davet etti.

Fâlığ, vefat edeceği sırada, oğlu Ergu’yu, yerine
bıraktı.

Fâlığ vefat ettiği zaman, iki yüz otuz dokuz yaşında
idi. [214]

Fâlığ’dan sonra, yerine, oğlu Ergu geçti.

Ergu, vefat edeceği zaman, yerine, oğlu Sarug’u,
bıraktı. [215]

Ergu, Babilde oturan Cebbar (Zorba) Nemrud’un
zamanında idi.

Ergu, iki yüz yaşında iken vefat etti. [216]

Ergu’dan sonra, yerine, oğlu Sarug geçti. [217]

Sarug’un devrinde Cebbar ve Zorbalar, çoğalmış,
putperestlik yaygın hale gelmişti.

Halkın, kimisi puta, kimisi taşa, kimisi ağaca,
kimisi suya, kimisi rüzgâra tap­mağa başlamıştı.

Sarug, vefat edeceği sırada, oğlu Nahor’u, yerine
bıraktı ve ona, Yüce Allah’a oadeti emr etti.

Sarug, vefat ettiği zaman, iki yüz otuz yaşında idi. [218]

Sarug’dan sonra, oğlu Nahor, Babasının yerine geçti. [219]

Nahor’un devrinde, Yüce Allah, yeri dehşetli bir
sarsıntı ile sarstı.

Bütün putlar, yerlerinden, yere düştü.

Fakat, bundan, uyanmadılar.

Yere düşen putları, tekrar yerlerine diktiler.

O devirde Cebbar ve Zorbalar, Âd b.Avs, b.İrem,
b.Sâm, b.Nuh oğulları olup bunların yurdları Hadramevt’in yüksek taraflarile
Necran vadileri ne kadar uzan­makta idi. [220]

Âd kavmi, Ahkafta, uzun, ince kum tepelerinde
oturmakta idiler.

Azgınlık ve taşkınlığa başladıkları zaman, Yüce
Allah, onlara, kardeşleri’[221]
Hûd Aleyhisselâmı, Peygamber olarak gönderdi.

Hûd Aleyhisselâm, onları, Yüce Allâha ibadet ve
tâata, haramlardan geri dur­mağa davet etti ise de, onu, yalanladılar. [222]

Yüce Allah, üç yıl, onlardan, yağmuru kesti’[223]

Yağmur yağdıracağını sandıkları kara bir bulutun
getirdiği ve dokunduğu her şeyi yakan bir kasırga ile de, yok olup gittiler.’[224]

İrem b.Sâm’ın çocuklarından Semud b.Âbir (veya Câir)
-ki, Âd’ın amcasının oğlu idi-Hıcr’a yerleştiler.

Yüce Allah, bunlara da, kardeşleri olan Salih
Aleyhisselâmı Peygamber ola­rak gönderdi.

Yine, İrem b.Sâm’ın oğlu Lâvez’in oğulları Tasm ve
Cedis, Yemâme’ye ve Bah­reyn’e yerleştiler.

Bunların kardeşleri Amlık (Imlak) b.Lâvez olup bunun
soyundan gelenlerden bazıları Haram’e, bazıları da, Şam’a yerleştiler.

İşte, Âmâlık diye anılan kavimler, bunlardandı ve
her beldeye dağılmışlardı.

Mısır Firavunları, Mütegallibeler, Fars Şahları ve
Horasan Hükümdarları da, bunlardandı.

Bunların kardeşi olan Ümeym b.Lâvez, Fars toprağında
yerleşmişti. Farslıların her cinsi, Ümeym b.Lâvez’in çocuklarındandır. İrem’in
oğlu Maş ise, Babil’e yerleşmişti. Maş’ın oğlu Nemrud, orada doğmuştur.

Nemrud, 
Babildeki  köşkü  yaptıran 
ve  beş yüz yıl  Hükümdarlık yapan kimsedir. [225]

Yüce Allah’, İbrahim Aleyhisselâmı da, bu Nemrud’un
zamanında Babil halkı­na Peygamber olarak göndermişti.[226]

Âbir b.Salih’in oğlu Kantan’ın Ya’rub ve Yaktan
adlarında iki oğlu vardı.

Kahtan; bütün Yemenlilerin Babası idi ve ilk defa
düzgün Arapça konuşan kimse [227]

Kahtan’ın oğlu Yarub, Yemen topraklarına
yerleşmişti.

O da, bütün Yemenlilerin babası idi ve Arapça konuşan
kimse idi. [228]

Ya’rub; çocukları tarafından, Krallara mahsus:

(En’im sabâhan = Sabahın hayr ola!) ve:

(Ebeytellâne = Zâtından, lanet ve nefret ettirici
haller sâdır olmaya!) diye se-lâmlananların  
ilki  idi.[229]

Kahtan’ın oğlu Yaktan ise, Cürhüm’ün babası ve
Cürhüm de, Ya’rub’un am­casının oğlu idi.

Cürhümîler, Yemen’de oturur ve Arapça konuşurlardı.

Sonradan, Mekke’ye geldiler ve orada, yerleştiler.

Katuralar, bunların amcalarının oğullarıdır.

Daha sonra, Yüce Allah, Mekke’ye, İsmail
Aleyhisselâmı, yerleştirdi.

İsmail Aleyhisselam, Cürhümîlerden bir kızla
evlendi.

Bunun için, Cürhümîler, İsmail Aleyhisselâmın
Dayıları olurlardır. [230]

Arap olanı ve Arap olmayanlarıyla bütün
Peygamberler, Yemenlileri ve Nizar-lılarıyla bütün Araplar, Sâm b.Nuh’un
çocuklarındandırlar. [231]

 

İlgili Makaleler