Peygamberler Tarihi M.Asım Köksal

IRMIYA ALEYHİSSELÂM

IRMIYA
ALEYHİSSELÂM

 

. 2

İrmiya
Aleyhisselâmın Soyu:
2

İrmiya
Aleyhisselâmın Peygamber Olarak Gönderilişi:
2

Buhtunnassar
Beytülmakdis’te:
7

Buhtunnassar’ın
İrmiya Aleyhisselâm’ı Zindandan Çıkarışı:
8

Beytülmakdis’in
İmar Edilişi:
10

İrmiya
Aleyhisselâm’ın Yüz Yıllık Ölümünden Sonra Diriltilişi:
11

Yüz Yıllık
Ölümden Sonra Diriltiliş Hadisesinin Kur’ân-I Kerim’de Açıklamışı:
11

 

 

İrmiya Aleyhisselâmın Soyu:    Başa
Dön

 

İrmiya b.Hılkıya; Lavi b.Yâkub
Aleyhisselâm’ın soyundan gelen[1] Hârûn
b.İm-ran Aleyhisselâmın soyundandı[2].

Kendisinin, Hızır Aleyhisselâm
olduğu[3] ve
zaman zaman sahralarda ve şe­hirlerde görüldüğü söylenmişse de[4],
İrmiya Aleyhisselâmın Hızırlığı hakkındaki haber, sahih değil denilmiştir[5].

 

İrmiya Aleyhisselâmın Peygamber
Olarak Gönderilişi:
   
Başa Dön

 

İsrail oğulları; Şâ’yâ
Aleyhisselâmı şehid ettikten sonra[6], Yüce
Allah, onlara İrmiya b.Hılkiya Aleyhisselâmı, peygamber olarak gönderdi[7].

O zaman; İsrailoğulları arasında
bid’atlar çoğalmış, büyümüş: serkeşliğe baş­lamışlar, günah işlemeye dalmışlar[8],
haramları helallaştırmışlardı[9].

Peygamberleri öldürmüşler[10],
Yüce Allah’ın, kendilerine yapmış olduğu lutf ve ihsanlarını, düşmanları olan
Senharib ve ordularından kurtardığını unut­muşlardı[11].

Bunun üzerine, Yüce Allah, İrmiya
Aleyhisselâma:

“Ben İsrailoğullarını helak
edeceğim! Onlardan intikam alacağım.

Sen, Beytülmakdis Kayası’nın
üzerinde ayakta dur!

Orada, sana emrim ve Vahy’im
gelecektir!” buyurdu.

İrmiya Aleyhisselâm kalkıp
elbisesini yırttı, başına kül saçtı ve secdeye kapandı.

“Yâ Rab! Anamın beni hiç
doğurmamış olmasını, benim yüzümden Beytülmak-dis’in harap ve İsrailoğullarının
helak olacakları bir zamanda beni, israiloğulları peygamberlerinin sonuncusu
yapmamanı çok arzu ederdim!” dedi.

“Secdeden başını kaldır!”
buyruldu.

İrmiya Aleyhisselâm, başını
kaldırdı ve ağlayarak:

“Yâ Rab! Onlara kimi musallat
edeceksin?” diye sordu.

Yüce Allah:

“Ateşe tapanları, azabımdan
korkmayanları, sevabımı ummayanları! [12]

Kavmin olan İsrailoğullarına git
de, onlar hakkında sana emrettiğim şeyleri ken­dilerine anlat! [13]

Haklarındaki nimetlerimi hatırlat!

Bid’at ve yaramazlıklarını, anlat[14]

Onları, bana itaat ve ibadete davet
et!” buyurdu[15].

İrmiya Aleyhisselâm:

“Yâ Rab! [16]
Sen, beni, güçlendirmezsen, ben zaif’im[17].

Sen, benim dilime belagat ve
fesahat vermezsen, ben maksadımı anlatmak­tan âcizim! [18]

Sen, beni doğrultmazsan, ben
yanılırım!

Sen, bana yardım etmezsen, ben
rüsvay olurum!

Sen, bana izzet vermezsen, ben,
zelîl ve hakîr olurum!” dedi.

Yüce Allah:

“Sen, bütün işlerin, benim
irâdemle meydana geldiğini ve benim, bütün kalp­leri ve dilleri, nasıl
istersem, elimde evirip çevirdiğimi, bilmiyor musun?

Sen, bana itaat et!

Şüphesiz, benim ben o Allah ki,
benim dengim olabilecek hiçbir şey yoktur.

Göklerle yer ve onların içindeki
şeyler, benim kelâmımla kaimdirler.

Ben, denizlere söyledim. Sözümü,
anladılar.

Onlara, emrettim, emrimi yerine
getirdiler.

Onların çevrelerini de, kumlu
karalarla sınırladım. Onlar çizdiğim sınırı geçemezler.

Dağ gibi dalgalar gelir, çizdiğim
sınıra erişince onlara zillet, uysallık elbisesini giydiririm.

Onlar, korkarak ve bana, boyun
eğeceklerini ikrar ederek emrimi yerine geti­rirlerdir.

Ben, senin yanındayım. Sen, benim
yanımda bulundukça, sana hiçbir şey erişmez.

Ben, seni onlara, emir ve
nehiylerimi tebliğ edesin diye Peygamber olarak gön­derdim.

Sen, bu vazifeyi yerine getirmekle,
onlardan, sana tâbi olanların sevabına denk sevap kazanacaksın.

Bununla beraber, onların sevabından
da, bir şey eksilmeyecektir.

Eğer, bu vazifeyi, yerine
getirmekte kusur edersen, bundan dolayı kazanaca­ğın günah, toz duman içinde
bıraktığın kimselerin işleyecekleri günaha denk ola­caktır.

Bununla beraber, onların günahından
da bir şey eksilmeyecektir! [19]
Kavminin yanına git de:

Allah, size atalarınızın
iyiliklerini hatırlatıyor ve bununla da, size günahlarınız­dan tevbe ettirmek
istiyor! de! [20]

Ve sor onlara: Atalarının, bana
itaat etmeleri sonucunu, nasıl buldular? Onların, bana isyan etmeleri sonucunu,
nasıl buldular?

Onlar; kendilerinden önce bana,
itaat edip de, itâatından dolayı yaramaz ve mutsuz olmuş, veya bana, âsi olup
da, asiliğinden dolayı mutlu olmuş bir kimse bulunduğunu biliyorlar mıdır?

Hayvanlar; rahat yuvalarını,
hatırlayınca, oraya dönerler. Bu kavm ise, felâket ve helak otlaklarında
otlamaktadırlar!

Onların bilginleri ve ruhbanları
ise; benim kullarımı, hizmetkâr edindiler ve halkı, bana ibâdetten vazgeçirip
benden başkasına taptırıyor ve onları, benim emrimi bilmez hale getirinceye ve
zikrimi, unutturuncaya ve benden gaflete düşürünce-ye kadar, onlar arasında
-benim kitabıma aykırı olarak- hüküm veriyorlar!

Onların buyruk sahiplerine ve
yedicilerine gelince: Bunlar da, nimetimi, inkâr ettiler.

Demek, onlar vereceğim belâdan,
emniyet ve selâmette oldular da, Kitabımı bir tarafa attılar, Ahdimi unuttular,
sünnetimi, değiştirdiler, hâ!

Kullarım, ancak bana ibâdet ve
itaat etmeleri yaraşır ve gerekirken, bana kar­şı, günah işlemekte onlara ve
onların dinimde -benim adıma- ihdas etmek cür’e-tini gösterdikleri bid’atlara
tâbi oluyorlar hâ!

Onlar, benim hakkımda ve
Peygamberlerim hakkında yalan söylüyor ve iftira­da bulunuyorlar ha!

Benim celâlim, Yüce Makamım, Ulu
sânım, her türlü noksan ve eksik sıfatlar­dan münezzehdir, uzaktır.

Bir insana, bana karşı günah
işlenmesine itaat etmek yaraşır mı?

Benim yarattığım kullarıma, benden
başka birtakım tanrılar edinmeleri yaraşır mı?

Onların Tevrat okuyucularına ve din
bilginlerine gelince:

Bunlar; Mescidlerde ibâdete,
dindarlığa özenirler; orayı benden başkası için onarırlar;

Dünyayı, elde etmek için dini
vasıta kılarlardır. Onların, orada Fıkıh öğrenmeleri, ilim için değildir.
Orada, ilim öğrenmeleri de, amel için değildir. Peygamber oğullarına gelince:

Onlar, çok konuşkan ve ezgin
olmuşlar, gurura kapılmışlar, ahmakların, cahil­lerin yanında, ahmak ve cahil
olmuşlar!

Kendilerinin de, Atalarına yapılmış
olan yardım gibi, yardıma;

Onlara verilmiş olan keramet gibi,
keramete nail olacaklarını, umuyorlar ve bu yardım ve ikrama da -hiç de doğru
olmaksızın, düşünmeksizin ve ibret almaksızın- kendilerinden daha lâyık bir
kimse bulunmadığını iddia ediyorlar!

Hatırlamıyorlar ki: Onların
ataları, benim yardımıma, nasıl kavuştular?

Emrimi, dinimi değiştiriciler,
değiştirdikleri zaman, onlar emrime, dinime nasıl ciddiyetle sarıldılar?

Bu uğurda, canlarını, kanlarını
feda etmekten nasıl çekinmediler?

Onlar; benim emrim yerine
gelinceye, dinim üstün gelinceye kadar sabr ve sa­dâkat göstermişlerdir.

Ben, şu kavmin azaplarını, onlar
buyruklarımı kabul etsinler diye erteledim, uzattım.

Onlar, düşünsünler diye
günahlarından vazgeçtim.

Düşünsünler diye onları uzun ömürlü
kıldım, çok yaşattım.

Her defasında, onların üzerine,
gök, yağmur yağdırdı, yer, onlar için ot bitirdi.

Onlara, afiyet elbisesi giydirdim
ve düşmanlarına galip kıldım.

Bütün bunlar, onların,
azgınlıklarını, artırmaktan, kendilerini, benden uzaklaş­tırmaktan başka bir
işe yaramadı.

Onların, davetimden yüz
çevirmeleri, daha ne zamana kadar sürecek? Yoksa, onlar beni aldatıyorlar mı
sanıyorlar?! [21] Yoksa, onlar benimle alay mı
ediyorlar?! Yoksa, onlar bana karşı yiğitlik mi taslıyorlar?! [22]

İzzet(sıfat)ıma yemin ederim ki:
ben, onlara, öyle bir fitne, bir belâ salacağım ki: o, usluları, hayrette
bırakacak[23],
görüş sahiplerinin görüşlerini, hakimlerin hikmetlerini yanıltacak,
şaşırtacaktır[24].

Onlara; Zorba, katı kalpli, aşırı
derecede zâlim, kendisine heybet elbisesini giy­dirdiğim, göğsünden, şefkat,
merhamet ve yumuşaklık duygusunu kaldırdığım bir kimseyi musallat edeceğim!

Onu; sayısı, karanlık gecenin
karaltısını andıran cemâat, takip edecek[25].

Kendisinin, kara bulut kümelerini
andıran ve ne oldukları belirsiz, hayırsız pek çok askerleri olacak, onun
bayrakları, Kerkes kuşlarının havada uçuştukları gibi, dalgalanacak,
süvarilerinin saldırışı da, Tavşancıl kuşlarının çığlık kopararak av­larının
üzerine inişini andıracaktır! [26]

Onlar, mamureleri, harabeye
çevirirler, köyleri ıssız bırakırlar. Yeryüzünü ifsad, girdikleri yeri tahrip
ettikçe tahrip ederler. Onların kalpleri kaskatıdır, acımak bilmez. Yüzleri
gülmez, gözleri hiçbir şeyi görmez, kulaklarına söz girmez.

Onlar, çarşılara, ürkmüş ve
heybetinden, tüyler ürperten arslan gibi da­larlar[27]…’

Ben İsrailoğullarını Yâfes ile
helak edeceğim!” buyurdu’[28].

Yâfes, Bâbil halkı olup Yâfes b.Nûh
Aleyhisselâmın oğullarındandı[29].

Yüce Allah’dan, bu azab emri
gelince, İrmiya Aleyhisselâm, feryad ederek ağ­lamış, elbisesini yırtmış,
başına kül saçmış[30];
İsrailoğullarından bu felâketi kal­dırması için Yüce Allah’a yalvarmış durmuştu[31].

Yüce Allah:

“Ey İrmiya! Demek, sana Vahy
ettiğim şey, seni sıkıntılandırdı, tasalandırdı” buyurdu.

İrmiya Aleyhisselâm:

“Evet yâ Rab! Keski, Sen daha
önce beni helak etseydin de, israiloğullarının esir edilmelerini
görmeseydim” dedi[32].

Yüce Allah:

“İzzet ve Celâl(sıfat)ıma
yemin ederim ki: Bu hususta, senin tarafından bir emir(hüküm) verilmeden önce[33],
Beytülmakdis de[34],
İsrailoğulları[35] da,
helak edilmeyecektir!” buyurdu.

Bunun üzerine, İrmiya Aleyhisselâm,
sevindi[36]. İçi
rahatlaştı[37].

“Musa’yı ve diğer
peygamberlerini hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki: Ben de,
İsrailoğullarının helak edilmeleri emrini(hükmünü) hiçbir zaman verme-yeceğim! [38]
İsrailoğullarının helakine razı olmayacağım!” dedi[39].

Aradan üç yıl geçmişti.

İsrailoğulları, isyanlarını
artırdıkça artırdılar, kötülüklerini uzattılar durdular.

Onların bu halleri, helaklerinin
yaklaştığı zamana kadar devam etti. Vahy gel­mesi de azaldı[40].
Onlar, Âhireti hiç anmaz oldular[41].

Dünyaya ve dünya işlerine dalınca,
ahiretten geri durmakta idiler[42].
Hükümdarları da, onlara:

“Ey İsrailoğulları! Allah’ın
azabı, size gelip çatmadan önce[43],
Allah’ın acıma­sız bir kavmi, üzerinize salmasından önce, işlemekte olduğunuz
kötülüklere son veriniz!

Çünkü, Rabbınız, tevbeye yakındır,
kendisine, tevbe eden kimse için, ellerini hayırla açmış bir
esirgeyicidir?” diyerek öğüt verdi[44],
onları, tevbeye davet etti ise de, tevbe etmediler[45]
ve işleyip durdukları kötülüklerden hiçbirini bırakma­ğa yanaşmadılar[46],
kötülüklerine son vermediler[47].

Nihayet Yüce Allah[48]
İbrahim Aleyhisselâmla Rabbi hakkında tartışan Nem-rud’un soyundan gelen[49]
Buhtunnassar’ın kalbine[50],
Beytülmakdis’e[51],
Bey-tülmakdis halkının üzerine[52]
yürüme düşüncesini düşürdü[53].

Buhtunnassar; geniş meydanları
dolduracak kadar çok sayıda askerlerinin[54],
altıyüzbin bayraklı orduların başına geçip[55] daha
önce Senharib’in, Beytülmak-dis halkına yapamadığı şeyi yapmak maksadıyla yola
çıktı[56].

İsrailoğullarının ecelleri yaklaşıp
da[57],
Yüce Allah; onları helak etmek[58], mülk
ve saltanatlarına son vermek istediği zaman[59],
İrmiya Aleyhisselâma bir Melek gönderdi[60].

Meleğe:

“İrmiya’ya git de[61]
ondan, Fetva iste!” buyurdu[62]‘.

Ondan ne hakkında fetva
isteyeceğini de, Meleğe bildirdi[63].

Melek, İsrailoğullarından bir
adamın suretine girip İrmiya Aleyhisselâmın yanı­na geldi[64].

İrmiya Aleyhisselâm ona:

“Sen kimsin?’ diye sordu[65].

Melek:

“Ben, İsrailoğullarından bir
adamım! [66]

Bazı islerim hakkında[67]
sana soru sorup senden fetva almak istiyorum” dedi’[68]

İrmiya Aleyhisselâm, izin verince[69],
Melek:

“Ey Allanın Peygamberi! [70]
Senden, akrabam hakkında bir fetva istiyorum:

Ben, onların akrabalık haklarını[71],
Allah’ın bana emrettiği şekilde[72]
yerine ge-tirdim[73].

Onların yanlarına, ancak iyilik ve
ihsanda bulunmak için gittim.

Ben, kendilerine ihsan ve ikramımı
artırdıkça, onlar bana hep kızdılar durdular[74].

Ey Allah’ın peygamberi! [75]
Sen, bana onlar hakkında bir fetva ver!” dedi.

İrmiya Aleyhisselâm, ona:

“Sen, senin aranla Allah’ın
arasındaki şeyde, güzel hareket et!

Allah’ın, gözetmeni emrettiği
akrabalık haklarını gözet! [76]

Seni, hayırla müjdelerim!”
dedi[77].

Melek İrmiya Aleyhisselâmın
yanından ayrıldı.

Birkaç gün geçtikten sonra, Melek
önceki adamın suretinde tekrar gelip[78] İr­miya
Aleyhisselâmın önüne oturunca[79],
İrmiya Aleyhisselâm, ona: “Sen kimsin?” diye sordu.

Melek:

“Ben, yanına gelip senden
akrabamın hali hakkında fetva istemiş olan adamım” dedi[80].

İrmiya Aleyhisselâm :

“Onlar, sana karşı,
ahlaklarını daha temizlemediler mi? [81]
Onlardan, arzu ettiğin şeyi görmedin mi?” diye sordu. Melek:

“Ey Allah’ın Peygamberi! Seni
Hakla Peygamber gönderen Allah’a yemin ede­rim ki, hiç bir iyilik bilemiyorum
ki, onu insanlardan bir kimse yapsın da, ben de, onu hattâ ondan daha fazlasını
da yakınlarıma yapmış olmayayım[82].

Onlar, bana karşı, kötü tutum ve
davranışlarını, daha da arttırdılar!” dedi[83].

İrmiya Aleyhisselâm:

“Sen, aile halkının yanına
dönüp onlara iyilik etmekte devam et! [84]

Salih kullarını düzelten Allâh’dan,
sizin aranızı da düzeltmesini[85] ve
sizleri, rızâsını talep ve gazabından kaçınma hususunda birleştirmesini
dilerim” dedi[86]

Bunun üzerine Melek, İrmiya
Aleyhisselâmın yanından ayrıldı.

Birkaç gün sonra İrmiya
Aleyhisselâm, Beytülmakdis’in duvarı üzerinde otur­duğu sırada, Melek tekrar
gelip önüne oturdu. [87]

İrmiya Aleyhisselâm, ona:

“Sen, kimsin?” diye sordu[88].

Melek:

“Ben aile halkımın hali
hakkında sana iki kerre gelmiş olan kimseyim!” dedi.

İrmiya Aleyhisselâm:

“Hâlâ, onların içinde
bulundukları hallerden[89]
ayrılmaları[90],
onlara bir niha­yet vermeleri[91]
zamanı gelmedi mi?” diye sordu. [92]

Melek:

“Ev Allah’ın Peygamberi! Ben,
bundan önce onlardan bana isabet eden her şeye[93]
onlar, beni kızdıran şeyler olduğu için[94]
katlanıyordum.

Fakat, bugün, onlara gittiğim zaman[95],
kendilerini Allah’ın razı olmadığı[96] ve
sevmediği[97] bir
iş üzerinde gördüm!” dedi.

İrmiya Aleyhisselâm:

“Onları, hangi amel üzerinde
gördün?” diye sordu[98].

Melek:

“Ey Allah’ın Peygamberi! Ben
onları Allah’ı gazablandıracak çok büyük bir amel üzerinde gördüm! [99].

Eğer onlar bundan önce bulundukları
uygunsuz haller gibi, uygunsuz haller üzerinde bulunsalardı, onlara kızgınlığım
artmazdı[100],
sabrederdim[101].

Fakat, ben bugün Allah için[102],
senin için[103],
kızdım ve onların haberini sa­na haber vereyim diye geldim[104].

Şimdi, ben seni Hakla Peygamber
gönderen Allah üzerine, sana and vererek onların helak olmaları için, Allah’a
dua etmeni, senden diliyorum!’ ‘dedi.

Bunun üzerine, İrmiya Aleyhisselâm:

“Ey göklerin ve yerin Mâliki!
Eğer onlar, hak ve savab üzerinde iseler, onları bulundukları halde bırak!

Eğer, onlar, Seni gazablandıracak
bir halde, Senin razı olmadığın bir amelde iseler, onları, hemen helak
et!” diyerek dua etti.

Bu sözler, İrmiya Aleyhisselâmın
ağzından çıkar çıkmaz, Yüce Allah Beytül-makdis’e gökten bir yıldırım gönderip
Kurban yerini tutuşturdu.

Beytülmakdis’in kapılarından yedi
kapı da yerin dibine geçti.

İrmiya Aleyhisselâm, bunu görünce
feryad ederek elbisesini yırttı ve başına toprak saçtı.

“Ey göklerin Mâliki! ve ey
Merhametlilerin en Merhametlisi! Bana va’d etmiş olduğun va’d’in nerede?”
diyerek münâcatta bulundu.

Kendisine:

“Ey İrmiya! Onlara isabet eden
bu musibet ancak[105],
bizim Elçimize[106], se­nin
verdiğin fetvân[107] ve
duan üzerine[108],
isabet etti!” diye nida edilince, sor­gu sahibinin kendisine Allah
tarafından gönderildiğine ve musibetin de, kendisi­nin verdiği fetva üzerine
vuku bulduğuna kanâat getirdi[109].

İrmiya Aleyhisselâm:

Tevbe edip kötü işlerini
bırakmadıkları takdirde[110],
Allah’ın gazabına uğraya­caklarını[111],

Buhtunnassar tarafından,
Beytülmakdis üzerine yürünüp savaşan İsrailoğul-larının öldürüleceğini,

Çoluk çocuklarının esir edileceğini[112],
Mescidlerinin yıkılacağını,

Kitaplarının yakılacağını[113]
haber verdi[114].

İsrailoğulları, uğrayacakları azab
haberini işittikleri zaman, İrmiya Aleyhisselâ-ma, isyan ettiler, onu
yalanladılar ve yalancılıkla suçladılar:

“Sen, yalan söylüyorsun!
Allah’a karşı çok büyük bir iftirada bulunuyorsun!

Allah’ın, yeryüzünü, mescidlerini,
kendisine ibadeti, tehvidi muattal kılacağını iddiaya kalkışıyorsun!

Yeryüzünde bir Âbid, bir mescid,
bir kitap kalmazsa, Allah’a kim ibadet edecek?!

Sen, Allah’a karşı, çok büyük bir
iftira etmiş oluyorsun!” dediler ve kendisinin deli olduğunda sözbirliği
etiler[115].

Kendisini dövdüler, zincire
vurdular[116] ve
zindana koydular[117].
Bunun üzerine, Yüce Allah, Buhtunnassar’ı onların üzerine saldı[118].

 

Buhtunnassar Beytülmakdis’te:    Başa
Dön

 

Kısa bir müddet sonra[119],
Buhtunnassar; çekirge sürüsünden daha çok olan altıyüzbin bayraklı[120]
askerleri ile gelip Beytülmakdis çevresine kondu[121].

Sonra, Beytülmakdis halkını kuşattı[122].
İsrailoğulları, onlardan son derecede korktular. [123]

Kuşatma uzayınca, Buhtunnassar’ın
hükmüne boyun eğerek kapıları açtılar, sokakları tenhalaştırdılar.

İsrailoğulları hakkında câhiliye
hükmüne göre: Zorba yakalayışı ile yakalanma­larına hüküm verilip onlardan,

Üçte biri, öldürüldü! Üçte biri,
esir edildi!

Kötürümler, çok yaşlı erkekler ve
kadınlar, geri bırakıldıktan sonra, süvarilere çiğnettirildi!

Çocuklar, sürülüp götürüldü!

Kadınlar, çarşılarda, çıplak
durduruldu! [124]

Buhtunnassar, Beytülmakdis’te
ayakta dikili ev bırakmadı!

Beytülmakdis Mescidini tahrip etti!

Mescid’in içinde bulunan bütün altın,
gümüş ve cevherleri,

Süleyman Aleyhisselâm’ın Kürsüsünü[125],

Heykelde ve depolarda bulunan bütün
malları,

Süleyman Aleyhisselâm’ın, Mescid
için yaptırmış olduğu bütün kabları ka­çakları,… ganimet olarak aldı.

Yıktığı Kudüs’te, fakirler ve
zayıflardan başka bir şey bırakmadı[126].

Tevratı ve Peygamberlere aid olup
heykelde saklanan bir çok kitapları, bir ku­yuya attırdı ve üzerinde ateş
yaktırdı[127].

Şehir, yıkıldıktan sonra[128],
Buhtunnassar; askerlerinin her birine, kalkanları­nı toprakla doldurup şehrin
harabesi üzerine atmalarını emretti. Askerler emri ye­rine getirdiler. Şehri,
toprakla doldurdular.

Buhtunnassar, şehrin bütün halkını
bir araya toplattı. İsrailoğullarının aralarından büyük küçük yüz bin çocuk
seçti.

Alınan ganimetleri, askerleri
arasında bölüştürmek isteyince, yanındaki hüküm­darlar:

“Biz hissemize düşeni sana
bırakıyoruz.

Sen İsrailoğullarından seçtiğin şu
çocukları bizim aramızda bölüştür” dediler.

Buhtunnassar öyle yaptı.

Her birine dörder çocuk düştü.

Oanyal, Hananya, Azarya ve Mişayel
de bölüştürülen çocuklar arasında bulu-nuyordu[129].

Çocuklardan;

Yedibini Dâvûd Aleyhisselâm’ın ev
halkından,

Onbirbini, Yûsuf b.Yâkub
Aleyhisselâm ve kardeşi Bünyamin’e mensup aile­lerden,

Sekizbini, Âşer b.Yâkub
Aleyhisselâm ailesinden[130],

Ondörtbini, Zebulun b.Yâkub
Aleyhisselâm ailesinden[131],
Dörtbini, Rubil ve Levi b.Yâkub Aleyhisselâm ailelerinden[132],
Dörtbini, Yehûda b.Yâkub Aleyhisselâm ailesinden[133],
Ondörtbini, Dan b.Yâkub Aleyhisselâm ailesindendi[134].
Geri kalanları da, İsrailoğullarının başka ailelerindendi[135].
Buhtunnassar, bu çocuklardan yetmişbinini Bâbil’e götürdü. İsrailoğullarından
aldığı esirleri, üçe bölerek bir kısmını, Şam’da yerleştirdi. Bir kısmını esir
olarak tuttu. Üçte birini de öldürdü[136].

Buhtunnassar’ın öldürdüğü esirler
arasında, İsrailoğullarının Tevrat okuyanla­rından ve bilginlerinden kırkbin
kişi bulunuyordu.

Uzeyr Aleyhisselâm’ın babası ve
dedesi de öldürülenler arasında idi[137].
Buhtunnassar, Beytülmakdis’te ele geçirdiği tabak ve çanakları, Bâbil’e
götürdü.

Yüce Allah’ın, İsrailoğullarına
gönderdiği bu musîbet; onların kötü işlerinden, bid’atlar ihdas etmelerinden ve
zulümlerinden ileri gelmişti[138].

Bu gerçek, Kur’ân-ı kerimde şöyle
açıklanır: “Biz, Kitapta, İsrailoğullarına şu haberi verdik:

Siz, Arz(ı Mukaddes)da, muhakkak
iki defa fesad çıkaracak ve muhakkak (ba­na karşı) çok büyük bir serkeşlik
yapıp kabaracaksınız!

İşte, o ikiden birinci(fesadlarının
Ceza) vâde(si) gelince, (muharebede) çok çe­tin bir kuvvete malik olan
kullarımızı, üzerinize musallat kıldık da, onlar evlerin ara­larına kadar girip
(sizi) araştırdılar.

(Bu), yerine getirilmiş bir va’d
idi.

Sonra, bunlara karşı, size tekrar
devlet ve galebe verdik.

Mallarla, oğullarla, sizin
imdadınıza yetiştik.

Cemiyetinizi de, (olduğunuzdan)
daha fazla çoğalttık.

Eğer iyilik ederseniz, o iyiliği,
kendinize etmiş olursunuz.

Eğer, kötülük ederseniz (o kötülüğü
de, yine kendinize etmiş olursunuz)

Artık, diğer (cezanın) va’de(si)
gelince, yüzlerinizi, kötülesinler, Mescid(iniz)e gir(ip tahrip et)sinler,
galebe ve istilâ ettiklerini, mahvettikçe, etsinler diye (başınıza, yi­ne
düşmanları, musallat ettik)

(Tevbe ederseniz) Rabbinizin, sizi
esirgeyeceğini, umabilirsiniz. (Fakat, tekrar fesada) dönerseniz, biz de (sizi
cezalandırmağa) döneriz. Biz: Cehennemi, kâfirlere bir zindan yaptık[139].

 

Buhtunnassar’ın İrmiya
Aleyhisselâm’ı Zindandan Çıkarışı:
    Başa Dön

 

Buhtunnassar, İsrailoğullarının
zindanında İrmiya Aleyhisselâm’ı bulunca, ona: “Sen burada ne
arıyorsun?” diye sormuştu.

Allah’ın, onu, kavmine başlarına
gelecek felaketleri anlatıp korkutsun diye Pey­gamber olarak gönderdiği,
kavminin ise, onu yalanladıkları ve zindana attıkları haber verildi.

Buhtunnassar:

“Rab’larının Resulüne âsî olan
bir kavim, ne kötü bir kavimdir!” dedi[140].

İrmiyâ Aleyhisselâm’ın, zindandan
çıkarılmasını emretti.

Zindandan çıkınca, ona:

“Sen, şu kavmi, başlarına
gelecek felaketle korkuttun mu?’ diye sordu.

İrmiya Aleyhisselâm:

“Evet! [141]

Çünki, ben böyle olacağını
biliyordum.

Allah beni onlara gönderdi.

Fakat onlar beni
yalanladılar!” dedi.

Buhtunnassar:

“Onlar demek seni
yalanladılar, dövdüler ve zindana koydular?!” dedi. İrmiya Aleyhisselâm:
“Evet!” dedi[142].
Buhtunnassar:

“Peygamberlerini yalanlayan,
Rab’larının Elçiliğini yalanlayan bir kavim, ne kötü bir kavmdir!

Sen benim yanıma gelir misin?

Ben sana ikram ve ihsanda
bulunurum.

İstersen, ülkende otur, sana Emân
vermişimdir!” dedi.

İrmiya Aleyhisselâm:

“Ben, şimdiye kadar, Allah’ın
emânından ayrılmadım ve hiçbir saat da, O’nun emânından çıkmam!

İsrailoğulları bile O’nun emânından
çıkmazlar.

Onlar, ne senden, ne de senden
başkasından korkmazlar.

Senin, onların üzerinde bir baskın
olmaz!” dedi.

Buhtunnassar, İrmiya
Aleyhisselâm’dan bu sözleri işitince onu kendi haline b.rakt. [143].

Kendisine ihsanlarda bulundu.

İsrailoğullarının zaif takımları,
İrmiya Aleyhisselâm’ın yanında toplandılar:

“Biz günahkâr olduk.
Zulmettik.

Biz, yapmış olduğumuz şeylerden
dolayı Allah’a tevbe ediyoruz.

Sen bizim tevbemizi kabul etmesi
için, Allah’a dua et!” dediler.

İrmiya Aleyhisselâm, Rabb’ine dua
edince, Yüce Allah:

“Onlar, söylediklerini yapıcı
değillerdir.

Eğer, sözlerinde sâdık iseler,
seninle birlikte, şu beldede otursunlar!” buyurdu.

İrmiya Aleyhisselâm, Allah’ın
emrini onlara haber verdiği zaman:

“Biz; Allah’ın ahalisine gazab
ettiği harap bir beldede nasıl otururuz?” dedi­ler, oturmaktan kaçındılar[144].

O zaman, İsrailoğulları beldelere
dağıldılar;

Onlardan bazıları Hicaz’da Yesrib’e
(Medineye),

Bazıları Vadilkura’ya ve daha başka
yerlere indi[145].

Onlardan az bir cemâat da Mısır’a
gittiler[146].
Mısır Kralı’na iltica ettiler[147].

İrmiya Aleyhisselâm da, Mısır’a
gitti[148].

Buhtunnassar, Mısır Kralı’na yazı
yazarak:

“Kölelerim, benim yanımdan,
senin yanına kaçtılar.

Onları, hemen bana geri gönder!

Göndermezsen, seninle çarpışır
beldelerini süvarilere çiğnetirim!” dedi.

Mısır Kralı da Buhtunnassar’a:

“Onlar senin kölelerin değil,
hürdürler, hürlerin oğullarıdırlar” diye cevap verdi[149].

Bunun üzerine, Buhtunnassar, Mısır
Kralının üzerine yürüdü.

Çarpıştılar.

Buhtunnassar, onu mağlup ve esir
edip[150]
öldürdü.

Mısırlıları esir etti.

Sonra Mağrib diyarına yürüdü.
Ülkenin, en uzak köşelerine kadar ilerledikten sonra dönüp Mısır, Kudüs,
Filistin ve Ürdün halkından aldığı bir çok esirlerle birlikte Babil’e döndü ki,
esirler arasında Danyal Aleyhisselâm’la[151]
ondan başka Pey­gamberler de bulunuyordu[152]‘.

İrmiya Aleyhisselâm o zaman
Mısır’da kaldı[153].

İrmiya Aleyhisseiâm; Mısır
toprağında oturup küçük bir bahçe edinmişti.

Oraya, sebze eker, onunla
geçinirdi.

Yüce Allah ona:

“Küfür toprağında oturmakta,
ekip dikmekte, senin için sıkıntı ve uğraşı vardır.

İsrailoğulları hakkındaki gazabımı
bilmene rağmen, yer seni nasıl sığdırıyor veya taşıyor?!

İlya(Beytülmakdis) ve onun halkı
hakkında vermiş ve uygulamış olduğum o hü­küm, seni tasalandırsın!

Bu zaman; mâmur yer zamanı değil,
fakat yıkık yer zamanıdır! Öyle ise, hemen şu bahçeciğine varıp dayan, onun duvarlarını
yık! Sebzesini yok et! Su ırmağını batır ve İlya’ya kavuş!

Kitabım oranın Ecelini tebliğ
edinceye kadar İlya senin belden olsun!” diye vahy[154]
ve geri dönmesini emretti[155].

O zaman mahsul zamanı idi.

İrmiya Aleyhisselâm, içinde üzüm ve
incir bulunan azık sepetini aldı. Yeni bir su tulumu edinip içine su doldurdu.

Merkebini bağlamak için yeni bir ip
büktü.

Korkulu bir halde, hemen merkebine
binip İlya (Beytülmakdis) yolunu tuttu[156].

İrmiya Aleyhisselâm; merkebinin
üzerinde olduğu, sahtiyandan dikilmiş su tu­lumunun içinde üzüm suyu, sepetinde
de incir bulunduğu halde[157]
gelip Bey-tülmakdis’in üzerinde durdu[158].

Şehri, tavsif edilemeyecek şekilde,
son derecede[159]
harap bir halde görün­ce[160],
kendi kendine: “Sübhânallâh!

Allah, bana bu beldeye inmemi
emretti. Orayı imar buyuracağını da haber verdi. Acaba burayı ne zaman imar
edecek? [161]. Allah burasını ölümünden
sonra acaba nasıl diriltecek?” dedi’[162].
Sonra merkebini yeni iple bağladı.

Yüce Allah o sırada İrmiya
Aleyhisselâm’a, bir uyku verdi’[163]. O
da, başını yere koyup uyudu’[164].
Uyuduğu zaman, kendisinin ruhu kabzolundu[165].
Yüce Allah, onu, yüz yıl ölü bir halde bıraktı[166].
Onun merkebini de onunla birlikte öldürdü. Fakat Yüce Allah onu gözlere
göstermedi[167].
Hiçbir kimse onu göremedi[168].

 

Beytülmakdis’in İmar Edilişi:    Başa
Dön

 

Rivayete göre: Buhtunnassar’la onun
daha üstü olan büyük kral Lührasb öl­dükten sonra, yerine Beştasb b.Lührasb
geçmişti.

Beştasb; Şam ülkesinin harap bir
halde olduğunu[169],
Filistin toprağında vahşî, yırtıcı hayvanların çoğaldığını[170]
ve orada, insanlardan hiç bir kimse kalmadığı­nı işitince;

“Babil toprağında bulunan
İsrailoğullarından Şam’a dönmek isteyen kimseler dönsün!” diye nida
ettirmiş, Dâvûd oğulları Hanedanından bir Zâtı da onların üze­rine kral yaparak
kendisine:

Beytülmakdis’i imar etmesini[171]
ve Beytülmakdis Mescid’ini yapmasını em-retmişti[172].

Diğer rivayete göre:
Beytülmakdis’in imarı, İran Hükümdarı Behmen tarafın­dan, Babil Valiliğine
tayin edilen Ahşu Yereş ve oğlu Kireş zamanında idi.

Behmen ona yazı yazarak:
İsrailoğullarına yumuşak davranmasını,

Kendilerinin istedikleri yerlere
gönderilmelerine, memleketlerine dönmelerine müsaade edilmesini,

Seçecekleri kimseyi başlarına
koymasını, emretmişti[173].
Kendisi, Tevratı öğrenmiş ve İsrailoğullarının dinine girmişti’[174].

Danyal Aleyhisselâm’la Hananya,
Mişayil ve Azerya, Beytülmakdis’e gitmek için Ahşu Yereş’ten izin istemiş
idiyseler de, kendisi izin vermeğe ya­naşmamış[175]:

‘Benim yanımda sizin gibi bin
Peygamber bulunsa, ben sağ oldukça onlardan bir tanesini bile yanımdan
ayırmam!” demiş’[176],
Danyal Aleyhisselâmı, devletin kadılık işleri ile birlikte kendisinin her işini
yürütmeğe de memur etmişti.

Hatta Buhtunnassar’ın
Beytülmakdisten aldığı hazinelerde saklanan her şe­yin çıkarılıp Beytülmakdis’e
iade edilmesini ve Beytülmakdis’in, onunla yeniden yapılmasını da ona emretmiş
ve yapılmıştı[177].

 

İrmiya Aleyhisselâm’ın Yüz Yıllık
Ölümünden Sonra Diriltilişi:
    Başa Dön

 

Yüce Allah; İrmiya Aleyhisselâm’ı,
yüz yıllık ölümden sonra diriltip gözlerini açtırdı[178].

İrmiya Aleyhisselâm, şehrin, nasıl
imar edildiğine ve yapıldığına baktı[179].
Sonra cesedinin diriltildiğine baktı[180].

Sonra, merkebine baktı:
kemiklerinin nasıl birleştirilip yerli yerine geldiğini gördü.

Halbuki merkebi de kendisi ile
birlikte ölmüş, damarları sinirleri hep çürümüştü.

İrmiyâ Aleyhisselâm; bunların nasıl
ete büründüklerini, düzgün bir hale geldi­ğini, can verilerek ayağa kalktığını
gördü[181].

Hattâ, onun anırışını bile işitti. [182]

Sonra, üzüm suyuna ve incirine
baktı:

Onlar da, koyduğu zamandaki gibi,
hiç bozulmamış bir halde idiler.

İrmiya Aleyhisselâm: Yüce Allah’ın
kudretini, böyle apaçık görünce:

“Ben biliyorum ki: Allah her
şeye gücü yetendir!” dedi.

Yüce Allah onu bundan sonra da
yaşattı[183].

Ona ve gönderilen bütün
Peygamberlere selam olsun![184]

 

Yüz Yıllık Ölümden Sonra Diriltiliş
Hadisesinin Kur’ân-I Kerim’de Açıklamışı:
    Başa Dön

 

“Yâhud o kimse gibisini
(görmedin mi) ki (binalarının) çatıları çökmüş, duvarları üstüne yıkılmış,
(kimsecikleri kalmamış) bir kasabaya uğrayarak (kendi kendine): Allah burasını
ölümünden sonra acaba nasıl diriltecek? demiş. Allah da, onu yüz yıl ölü bırakmış,
sonra dirilterek (kendisine): Ne kadar eğleştin? demiş. O da: Bir gün yahud bir
günden az! demişti. Allah, (ona):

Hayır! Yüz yıl (ölü) kaldın!

İşte, yiyeceğine, içeceğine bak:
daha bozulmamıştır! Bir de, merkebine bak!

(Böyle yapmamız) Seni, insanlara ibret
nişanesi kılmamız içindir. Kemiklere de bak:

Onları, nasıl birleştirip yerli
yerine koyuyoruz? Sonra da onlara et giydiriyoruz” dedi.

O (merkep dirilip eski haline
geldiği ve) her şey, kendisine apaçık belli olduğu zaman:

(Artık şu müşahedemle de) biliyorum
ki: Allah, hiç şüphesiz, herşeye hakkıyla gücü yetendir!” dedi.[185].

 

 



[1] ibn. Asâkir-Tarih c.2, s.384, ibn. Haldun-Tarih c.2,
ks.1,s.116.

[2] Taberî-Tarih c.1, s.285, Sâlebî-Arais s.333,
ibn.Esîr-Kâmil c.1, s.269.

[3] Taberî-Tarih c.l,s.285,289, Sâlebî-Arais s.343.
ibn.Esîr-Kâmil c.1, s.263, Muhyiddin b. Arabî-Muhâdarâtulebrar c.1,s.136.

[4] Taberî-Tarih c.1, s.289.

[5] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.33.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/247.

[6] Sâlebî-Arais s.333.

[7] Taberî-Tarih c.1, s.285, Sâlebî-Arais s.333,
ibn.Esîr-Kâmil c.1, s.263, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.34..

[8] ibn Kuteybe-Uyunülahbar c.1 ,s.286, Taberî-Tarih
c.1,s.286, İbn.Asâkir-Tarih c.2,s.388, ibn.Esîr-Kâmil, c.1,s.263
Ebülfida-Elbidaye ven nihaye c.2, s.34.

[9] Taberî-Tarih c.1, s.286,

[10] ibn. Asakir-Tarih c.2 s.388, Ebülfida c.2, s.34.

[11] Taberî-Tarih c.1, s.286, ibn. Asakir-Tarih c.2, s.389.

[12] İbn. Asâkir-Tarih c.2, s.388, Ebülfida-Elbidaye
vennihaye c.2, s.35.

[13] Taberî-Tarih c.1, s.286, İbn. Asâkir-Tarih c.2, s.389,
Ebütfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.35.

[14] Taberî-Tarih c.1, s.286, Sâlebî-Arais s.333, İbn.
Asakir-Tarih c.2, s.389, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.35.

[15] Sâlebi-Araıs s.333.

[16] ibn.Asâkir-Tarih c.2, s.389.

[17] Taberî-Tarih c.1, s.286, Sâlebî-Arais s.333, ibn.
Asakir-Tarih c.2, s.389, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.35.

[18] Taberî-Tarih c.1, s.286, İbn. Asakir-Tarih c.2, s.389,
Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.35.

[19] Taberi-Tarih c.1, s.286, Ibn. Asakir-Tarih c.2, s.389,
Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.35.

[20] Taberi-Tarih c.1, s.286, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
c.2, s.35.

[21] Taberî-Tarih c.1, s.286-287, Sâlebî-Arais s.333, İbn.
Asakir-Tarih c.2, s.390, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, ş.35-36.

[22] İbn. Asakir-Tarih c.2, s.390, Ebülfida-Elbidaye
vennihaye c.2, s.36.

[23] Taberî-Tarih c.1, s.287, Sâlebî-Arais s.333, ibn.
Asakir-Tarih c.2, s.390, ibn. Esir-Kamil c.1 s.263, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
c.2 s.36.

[24] Taberî-Tarih c.1, s.287, İbn. Asakir-Tarih c.2, s.390,
İbn. Esîr-Kâmil c!, s.263, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s36.

[25] Taberî-Tarih c.1, s.287, Sâlebî-Arais s.333, İbn.
Asakir-Tarih c.2, s.390, ibn. Esîr-Kâmil c.1, s.263, Ebülfida-Elbidaye
vennihaye c.2, s.36.

[26] Taberî-Tarih c.1,s.287, Ibn.Asâkîr-Tarih c.2,s.39O,
Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.36.

[27] İbn.Asakir-Tarih c.2, s.390, Ebülfida-Elbidaye
vennihaye c.2, s.36.

[28] Taberî-Tarih c.1, s.287, Sâlebî-Arais s.333.

[29] Taberî-Tarih c.1, s.287, Sâlebî-Arais s.333.

[30] Taberî-Tarih c.1, s.287, Sâlebî-Arais s.333, İbn. Esîr
Kâmil c.1, s.263.

[31] İbn.Esîr Kâmil c.1, s.263.

[32] Taberî-Tarih c.1, s.287, Sâlebi-Arais s.333-334.

[33] Taberî-Tarih c.1, s.287, Şâlebî-Arais s.334, İbn. Esîr
Kâmil c.1, s.263.

[34] Taberî-Tarih c.1, s.287, İbn. Esîr Kâmil c.1, s.263.

[35] Taberî-Tarih c.1, s.287, Sâlebî-Arais s.334, İbn. Esîr
Kâmil c.1, s.264.

[36] Taberî-Tarih c.1, s.287, Sâlebî-Arais s.334, İbn. Esîr
Kâmil c.1, s.264.

[37] Taberî-Tarih c.1, s.287, Şâlebî-Arais s.334.

[38] Taberî-Tarih c.1, s.287, İbn. Esîr Kâmil c.1, s.264.

[39] Sâlebî-Arais s.334.

[40] Taberî-Tarih c.1, s.287, Sâlebî-Arais s.334, İbn. Esîr
Kâmil c.1, s.264.

[41] Taberî-Tarih c.1, s.287, İbn. Esîr Kâmil c.1, s.264.

[42] Taberî-Tarih c.1, s.287.

[43] Taberî-Tarih c.1, s.287, İbn. Esîr Kâmil c.1, s.264.

[44] Taberî-Tarih c.1, s.287.

[45] Sâlebî-Arais s.334.

[46] Taberî-Tarih c.1, s.287.

[47] Sâlebî-Arais s.334.

[48] Taberî-Tarih c.1, s.287, ibn Asakir-Tarih c.2, s.388,
ibn. Esîr Kâmil c.1, s.264, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.34-35.

[49] Taberî-Tarih c.1, s.287.

[50] Taberî-Tarih c.1, s.287, İbn Asakir-Tarih c.2, s.388,
ibn. Esîr Kâmil c.1, s.264, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.34-35.

[51] Taberî-Tarih c.1, s.287.

[52] İbn Asakir-Tarih c.2, s.388, ibn. Esir Kâmil c.1,
s.264, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.35.

[53] Taberî-Tarih c.1, s.287, ibn Asakir-Tarih c.2, s.388,
İbn. Esîr Kâmil c.1, s.264, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.35

[54] İbn. Esîr Kâmil c.1, s.264.

[55] Taberî-Tarih c.1, s.287, Sâlebî-Aris s.334.

[56] Taberî-Tarih c.1, s.287,

[57] Taberî-Tarih c.1, s.288, Sâlebi-Arais s.334, ibn. Esîr
Kâmil c.1, s.264.

[58] Aynı Kaynaklar.

[59] Taberî-Tarih c.1, s.288, İbn. Esîr Kâmil r 1, s.264.

[60] Taberî-Tarih c.1, s.288, İbn. Esîr Kâmil c.1, s.264,

[61] Taberî-Tarih c.1, s.288.

[62] Taberî-Tarih c.1, s.288, ibn. Esîr Kâmil c.1, s.264.

[63] Taberî-Tarih c.1, s.288.

[64] Taberî-Tarih c.1, s.288, ibn. Esîr Kâmil c.1, s.264.

[65] Taberî-Tarih c.1, s.288.

[66] Taberî-Tarih c.1, s.288, İbn. Esîr Kâmil c.1, s.264.

[67] Taberî-Tarih c.1,s.288

[68] Taberî-Tarih c.1, s.288, İbn. Esîr Kâmil c.1, s.264.

[69] Taberî-Tarih c.1, s.288.

[70] Taberî-Tarih c.1, s.288, Sâlebî-Arais s.334.

[71] Taberî-Tarih c.1, s.288, Şâlebî-Arais s.334, İbn. Esîr
Kâmil c.1, s.264,

[72] Taberî-Tarih c.1, s.288, İbn. Esîr Kâmil c.1, s.264.

[73] Taberî-Tarih c.1, s.288, Sâlebî-Arais s.334, ibn. Esîr
Kâmil c.1, s.264.

[74] Taberî-Tarih c.1, s.288, İbn. Esîr Kâmil c.1, s.264.

[75] Taberî-Tarih c.1, s.288.

[76] Taberî-Tarih c.1, s.288, Sâlebî-Arais s.334, ibn. Esîr
Kâmil c.1, s.264.

[77] Taberî-Tarih c.1, s.288, Sâlebî-Arais s.334.

[78] Taberî-Tarih c.1, s.288, Sâlebî-Arais s.334, İbn. Esîr
Kâmil c.1, s.264.

[79] Taberî-Tarih c.1, s.288, Sâlebî-Arais s.334.

[80] Taberî-Tarih c.1, s.288.

[81] Taberî-Tarih c.1, s.288, Sâlebî-Arais s.334, İbn. Esîr
Kâmil c.1, s.264.

[82] Aynı Kaynaklar.

[83] İbn. Esîr-Kâmil c.1, s.264.

[84] Taberî-Tarih c.1, s.288, Sâlebî-Arais s.334, Esîr
Kâmil c.1, S.265.

[85] Taberî-Tarih c.1, s.288, Sâlebî-Arais s.334.

[86] Taberî-Tarih c.1, s.288.

[87] Taberî-Tarih c.1, s.288, Sâlebî-Arais s.334, ibn. Esîr
Kâmil c.1, s.265.

[88] Taberî-Tarih c.1, s.288.

[89] Taberî-Tarih c.1, s.288, Sâlebî-Arais s.334.

[90] Taberî-Tarih c.1, s.288.

[91] Sâlebî-Arais s.334.

[92] Taberî-Tarih c.1, s.288, Sâlebî-Arais s.334.

[93] Taberî-Tarih c.1, s.288, Sâlebî-Arais s.334, ibn. Esîr
Kâmil c 1   s.265.

[94] ibn. Esîr Kâmil c.1, s.265.

[95] Taberî-Tarih c.1, s.288.

[96] Taberî-Tarih c.1, s.288, Sâlebî-Arais s.334.

[97] Taberî-Tarih c.1, s.288.

[98] Taberî-Tarih c.1, s.288, Sâlebî-Arais s.334.

[99] Taberî-Tarih c.1, s.288, Sâlebî-Arais s.334, ibn. Esîr
Kâmil c.1,s.265.

[100] Taberî-Tarih c.1, s.288, İbn. Esîr Kâmil c.1, s.265.

[101] Taberî-Tarih c.1, s.288.

[102] Taberî-Tarih c.1, s.288, Sâlebî-Arais s.334, İÖn. Esîr
Kâmil c.1, s.265.

[103] Taberî-Tarih c.1, s.288.

[104] Taberî-Tarih c.1, s.288, Sâlebî-Arais s.334, ibn. Esîr
Kâmil c.1, s.265

[105] Taberî-Tarih c.1, s.288, Sâlebî-Arais s.334, ibn. Esîr
Kâmil c.1, s.265.

[106] Taberî-Tarih c.1,s.288, ibn.Esîr Kâmil c.1, s.265

[107] Taberî-Tarih c.1, s.288, Sâlebî-Arais s.334, ibn. Esîr
Kâmil c.1, s.265.

[108] Sâlebî-Arais s.334.

[109] Taberî-Tarih c.1, s.288, Sâlebî-Arais s.334, İbn. Esîr
Kâmil c.1, s.265.

[110] Taberî-Tarih c.1 ,s.281.

[111] İbn.Kuteybe-Maarit s.22 Muhyıddin
b.Arabî-Muhâdaratülebrar c.1, s 136.

[112] Taberî-Taritı c.1,s.281, İbn Asakir-Tarih c.2, s.392,
Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.38

[113] İbn Asakir-Tarih c.2, s.393, Ebülfida-Elbidaye
vennihaye c.2, s.38

[114] ibn.Asakir-Tarih c.2, s.393, Muhyiddin
b.Arabî-Muhâdara c.1, s.136, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.38.

[115] İbn.Asakir-Tarih c.2, s.393, Ebülfida-Elbidaye
vennihaye c.2, s.38.

[116] İbn.Kuteybe-Maarif s.22, IbnAsakir-Tarih c.2, s.393,
Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaratülebrar c.1, S.136, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2,
s.38

[117] İbn.Kuteybe-Maarif s.22, Taberî-Tarih c.1, s.281, İbn
Asakir-Tarih c.2, s.393, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c. 2 ş.38.

[118] İbn.Kuteybe-Maarif s.22, Muhyiddin
b.Arabî-Muhâdaratülebrar c.1, s.136.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/247-257.

[119] Taberî-Tarih c.1, s.288, İbn.Asakir-Tarih c.2, s.392,
Ebülfida c.2 s.38.

[120] Taberî-Tarih c.1, s.288.

[121] Taberî c.1, s.288, Sâlebî s.334, ibn Asakir s.392.

[122] İbn.Asakir-Tarih c.2, s.392.

[123] Taberî c.1, s.288, Sâlebî s.334.

[124] ibn.Asakir-Tarih c.2, s.392-393, Ebülfida-Elbidaye
vennihaye c.2, s. 38.

[125] Dineverî-Elahber s.23.

[126] ibn.Haldun-Tarih c.2 ks.1 s.106.

[127] Yâkubî-Tarih c.1, s.65, Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.1,
s.61.

[128] Taberî-Tarih c.1, s.281, İbn Asakir-Tarih c.2, s.392,
Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.38.

[129] Taberî-Tarih c.1, s.289, Sâlebi-Arais s.335, ibn Esîr
Kâmil c.1, s.265-266, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.38.

[130] Taberî-Tarih c.1, s.289, Sâlebî-Arais s.335,
Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.38.

[131] Taberî-Tarih c.1, s.289, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
c.2, s.38.

[132] Taberî-Tarih c.1, s.289, Sâlebî-Arais s.335,
Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.38.

[133] Taberî-Tarih c.1, s.289, Sâlebî-Arais s.335

[134] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.38.

[135] Taberî c.1, s.289, Sâlebî s.335, Ebülfida-Elbidaye
vennihaye c.2, s.38.

[136] Taberî c.1, s.289, Sâlebî s.335, ibn. Esir Kâmil c.1,
s.265-266.

[137] Sâlebî-Arais s.344.

[138] Taberî-Tarih c.1, s.289, Sâlebî-Arais s.335.

[139] isrâ: 4-8.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları: 2/257-260.

[140] Taberî-Tarih c.1, s.281.

[141] Ibn.Asakir-Tarih c.2, s.393, Ebülfida-Elbidaye
vennihaye c.2, s.38.

[142] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.38.

[143] ibn.Asakir-Tarih c.2, s.393, Ebülfida-Elbidaye
vennihaye c.2, s.38-39

[144] Taberî-Tarih c.1, s.281, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
c.2, s.39.

[145] Taberî-Tarih c.1, s.281, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
c.2, s.39.

[146] İbn. Kuteybe-Maarif s.22, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
c.2, s.39.

[147] İbn. Kuteybe-Maarif s.22.

[148] Muhyiddin b. Arabî-Muhâdaratülebrar c.1, s. 136,
İbn.Haldun-Tarih c.2, ks.l, s.107.

[149] Taberî-Tarih c.1, s.281.

[150] ibn.Kuteybe-Maarif s.22.

[151] Taberî-Tarih c.1, s.281, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
c.2, s.39-40.

[152] Taberî-Tarih c.1, s.281

[153] İbn.Kuteybe-Maarif s.22, Muhyiddin
b.Arabî-Muhâdatülebrar c.1, s.136.

[154] İbn.Kuteybe-Maarif s.22.

[155] Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaratülebrar c.1, s. 136.

[156] ibn.Kutaybe-Maarif s.22.

[157] Taberî-Tarih c.1, s.289, Sâlebî-Arais s.343, ibn. Esir
Kâmil c.1, s.269.

[158] Taberî-Tarih c.1, s.289, Sâlebî-Arais s.343.

[159] ibn.Kuteybe-Maarit s.22.

[160] İbn. Kuteybe-Maarif s.22, Taberî-Tarih c.1, s.289,
Sâlebî-Arais s.343, İbn. Esîr Kâmil c.1, s.269, Muhyiddin
b.Arabî-Muhâdaratülebrar c.1, s.136.

[161] Taberî-Tarih c.1, s.281, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
c.2, s.42.

[162] İbn.Kuteybe-Maarif s.22, Taberî-Tarih c.1, s.289,
Sâlebî-Arais s.343, İbn. Esîr Kâmil c.1, s.269, Muhyid­din b.Arabî-Muhâdara
c.1, S. 136, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.42.

[163] Sâlebî-Arais s.343.

[164] Taberî-Tarih c.1, s.281, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
c.2, s.42.

[165] Sâlebî-Arais s.343.

[166] İbn.Kuteybe-Maarif s.22, Taberî-Tarih c.1, s.289,
Sâlebî-Arais s.343, İbn. Esîr Kâmil c.1, s.269, Muhyiddin
b.Arabî-Muhâdaratülebrar c.1, s. 136.

[167] Taberî-Tarih c.1, s.289, Sâlebî-Arais s.343-344, İbn.
Esîr Kâmil c.1, s.269.

[168] Taberî-Tarih c.1, s.289, Şâlebî-Arais s.344.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/260-263.

[169] Taberî-Tarih c.1, s.281, İbn. Esîr Kâmil c.1, s.269,
Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.42

[170] Taberî-Tarih c.1, s.281, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
c.2, s.42.

[171] Taberî-Tarih c.1, s.281, ibn. Esir Kâmil c.1, s.269,
Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.42.

[172] Taberî-Tarih c.1, s.281.

[173] Taberî-Tarih c.1, s.283. İbn.Haldun-Tarih c.2, kş.1,
s.109.

[174] Dineverî-Elahbar s.27, Taberî-Tarih c.1, s.284, İbn.
Esîr Kâmil c.1, s.267.

[175] Taberî-Tarih c.1, s.284, İbn. Esîr Kâmil c.1, s.268,
İbn.Haldun-Tarih c.2, ks.1, s.108.

[176] Taberî-Tarih c.1, s.284, İbn. Esîr Kâmil c.1, s.268.

[177] Taberî-Tarih c.1, s.284, İbn. Esîr Kâmil c.1,
s.268-269, İbn.Haldun-Tarih c.2, ks.1, s.108, 109.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/263-264.

[178] Taberî-Tarih c.1, s.281, İbn. Esîr Kâmil c.1, s.269,
Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.2, s.42

[179] Taberî-Tarih c.1, s.281, Ebülfida-Elbidaye vennihaye
c.2, s.42

[180] ibn. Esîr Kâmil c.1, s.269.

[181] Taberî-Tarih c.1, s.289, İbn. Esir Kâmil s. 269-270.

[182] Taberî-Tarih c. 1, s.289.

[183] Taberî-Tarih c.1, s.289, Sâlebî-Arais s.344, İbn. Esîr
Kâmil c.1, s.266.

[184] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları: 2/264-265.

[185] Bakara: 259.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:
2/265.

İlgili Makaleler