Diyanet İslam Ansiklopedisi

MUHAMMED MADDESİ

F) Hitabet ve Fesahati.

İnsanları irşad etmek üzere ilâhî vahyin tercümanı ola­rak gönderilen bir peygamberin içinden çıktığı toplumun dilini iyi bilmesi, güzel ve etkili konuşma yeteneğine sahip bu­lunması (fesahat ve belagat) peygamber­liğin özelliklerinden sayılır. Nübüvvetle görevlendirilen ve Firavun’a tebliğde bu­lunması emredilen Hz. Musa’nın. “Sözle­rimi iyi anlamaları için dilimdeki tutuklu­ğu çöz” şeklindeki duası da [270] buna işaret eder. Peygamberlerin, hitap ettikleri toplumun önemsediği ilim ve sanatlarla desteklenmesi de etkili sa­yılmalarının bir gereği kabul edilmiştir. Nitekim büyünün revaçta olduğu bir top­luma gönderilen Hz. Musa’ya “asâ” ve “yed-i beyzâ” mucizeleri, tıbba önem ve­rilen bir dönemde görevlendirilen îsâ’ya tıpla ilgili mucizeler verilmiştir. Hz. Muhammed’in tebliğine ilk muhatap olan Arap toplumu şiir ve hitabette, belagat ve fesahatte altın çağını yaşıyordu. Yılın belli mevsimlerinde kurulan panayırlar­da şiir ve hitabet yarışmaları düzenleni­yor, birinci gelen metinler ödüllendirile­rek en kutsal mekân kabul edilen Kabe’­nin duvarına asılıyordu. Şairler ve hatip­ler toplumda kabile reislerinin arkasından yüksek bir mevkiye sahipti. Bu sebeple Hz. Muhammed’in böyle bir topluma peygamber olarak gönderilmesi, Arap dilini mükemmel kullanmasını ve etkili hita­bet yeteneğine sahip bulunmasını gerek­tiriyordu. Bazı âyet ve hadisler, Resûl-i Ekrem’in üstün hitabet yeteneğinin ona Allah tarafından verildiğine işaret etmek­tedir. Necm sûresinde (53/3-6) Peygam-ber’in kendi arzusuna göre konuşmadı­ğı, bütün tebliğlerinin ilâhî vahye dayan­dığı, bu konuda kendisini Cebrail’in eğit­tiği belirtilir. İslâm âlimlerinin örfünde Kur’an’a namazda okunduğu için “vahy-i metlüv”, hadislere de “vahy-i gayr-i met-lüv” denilmiştir. Resûlullah’ın sözlerinin edebî niteliği hakkında, “lafız azlığı ile anlatım güzelliğini, mehabetle halâveti, harf sayısı azlığı ile anlam zenginliğini bir­leştirmiş, nâdir kullanılan kelimelerle so­kak tabirlerinden ve yapmacıklıktan arın­mış tabii bir kelâm” değerlendirmesi ya­pılmıştır.[271] Hz. Peygamber hitabetinin mükemmel olmasına karşılık şiirle ilgilenmemiştir. Tebliğ görevi sıra­sında okuduğu âyetlerin edebî üstünlü­ğünden etkilenen müşriklerin onun bir şair olabileceğini söylemeleri üzerine Kur’ân-ı Kerîm bu iddiayı reddetmiş [272] kendisine şiirin öğretil-mediği ve esasen bunun gerekli olmadı­ğı ifade edilmiştir.[273]

Resûl-i Ekrem’in Arapça’nın farklı leh­çelerini de anladığı, zaman zaman bu leh­çelerle sorulan sorulara cevap verdiği bi­linmektedir. Genellikle onun örnek ahla­kıyla ilişkilendirilen “Beni rabbim terbiye etti ve terbiyemi güzel yaptı” mealindeki hadis [274] Hz. Peygamber’in Arapça’nın çeşitli lehçelerine dair bilgisine sahabenin hay­ret etmeleri üzerine buna cevap bağla­mında söylendiğinden, ayrıca “dili düz­gün ve güzel konuşma âdabının öğretilmesi” anlamına da gelen “te’dîb” kelime­sinin kullanılmasından dolayı Resûlullah’ın Arapça’yı mükemmel bir şekilde konuş­masının ilâhî bir eğitimden kaynaklandı­ğını vurgulamış olması bağlama daha uy­gun görünmektedir.

Nübüvvetle görevlendirilince kendisine özdeyişler ve nihaî gerçekleri ifade etme yeteneği [275] verildiğini belirtmesi [276] üstün hitabetin onun nübüvvetinin bir gereği olduğunu göstermektedir. Bil­hassa “cevâmiu’l-kelim” türü hadisler-deki güzelliğin ve tesirin temel sebebi az sözle zengin mâna ifade etmektir. Uzun hadislerde de cümleler i’câz vasfını taşı­makta olup gereksiz kelime ve ifadeler­den arındırılmıştır. İslâmî hayatı kısaca özetleyen, “İnandım de, sonra dürüst­lükten ayrılma [277] “Utanmıyorsan dile­diğini yapabilirsin [278]“Anlatımın öylesi vardır ki büyü tesiri­ne sahiptir [279] mealindeki hadisler bu ko­nudaki örneklerden bazılarıdır. Cevâmiu’l-kelim türü hadislerin birçoğu kısa, özlü ve çarpıcı sözler olduğundan müslüman-lar arasında yayılarak mesel halini almış­tır. Bunlar literatürde “emsâlü’l-hadîs” adı verilen hadislerin ikinci grubunu oluş­turur. Abdullah b. Amr b. Âs’ın Resûlul-lah’tan öğrenip ezberlediğini söylediği 1000 kadar meselin [280] ço­ğunu bu tür hadisler teşkil eder. Allah Te-âlâ’nın Peygamber’i vasıtasıyla gönderdi­ği ilim ve hidayeti toprağa düşen bol yağ­murla, bundan yararlanan ve yararlan­mayan insanları da verimli ve killi, kaygan toprakla temsil eden hadis de [281] hadis mesellerinin birinci grubuna ait en güzel Örneklerdendir.[282]

Hz. Peygamber, kendisi Arap dilini gü­zel konuştuğu gibi ashabını da düzgün konuşmaya teşvik eder, ifade hatalarını düzeltir, insanın güzelliğinin di! ve ifade­sinde olduğunu söylerdi. Doğru bulmadı­ğı kelimeleri ve özel isimleri değiştirdiği gibi bazı kelimelerin anlamını da değiş­tirmiştir.[283] Birçok tabiri Arapça’ya ilk kazandıran odur.[284] Resûl-i Ekrem hitap ettiği kişilerin akıl ve kültür düzeyine uygun ifade­ler kullanır, ashabının da böyle yapmasını isterdi. Genellikle az ve Öz konuşur, bunu dinleyicilerin istekli olduğu zamanlarda ve namaz gibi ibadetlerden önce veya sonrayapardı.[285] Gerek­siz veya abartılı konuşmaları, kâhin seci­leri gibi yapmacık sözleri eleştirirdi.[286] Ayrıca mânayı boğan, anlatılmak isteneni muğlak hale getiren, kafiye ve seci adına az bilinen kelimeleri kullanan, içi boş ke­limelerle insanları etkilemeye çalışan kâ­hinleri tenkit etmiştir.[287] Böylece Resûlullah, nesri sanat simgesi kabul edi-legelen secinin tekellüfünden kurtarmak, seciyi tabii sınırlarına çekmek suretiyle Arap edebiyatında önemli bir değişiklik yapmıştır. Söz sanatının temel özellikle­rinden biri de hatibin edebî zevke, has­sas bir kulağa sahip oluşunun belirtisi sa­yılan üslûptaki âhenktir. Ahenk kelime, cümle veya kelâmda olabilir. Hz. Peygam­ber’in hadislerinde bu türden birçok ör­nek bulunmaktadır.

Samimi bir eda ile konuşan Resûl-i Ek­rem harfleri ve kelimeleri tane tane ve sükûnetle telaffuz eder,[288] bazan anlaşılmadığını farkettiği veya öne­mini vurgulamak istediği yerleri üç defa tekrarlar [289] duruma ve ihtiyaca elverişli kelimeleri özenle seçerdi. Eleştirilerinde belli kişileri hedef almadan genel ifade­ler kullanırdı. Konuşmalarını sevgi, şefkat ve merhamet dolu bir gönül [290] sevecen ve mütebessim bir çehre ile yapardı. Ses tonunu dinleyicilerin du­rumuna göre ayarlar ve konuşmasını ha­reketleriyle etkileyici hale getirirdi.[291]

Hitabelerde soru-cevap tarzının ilk de­fa Hz. Peygamber tarafından uygulandığı kaydedilmektedir. Önemli ya da anlaşıl­ması zor meselelerde konuşmalarına so­ru sorarak başlardı; bu aynı zamanda di­yaloga zemin hazırlayan bir yöntemdi. Rivayete göre Resûl-i Ekrem bir gün, “Müflis kimdir, bilir misiniz?” diye sor­muş, ashap, “Bize göre müflis parası ve malı tükenen kimsedir” şeklinde cevap vermiş, bunun üzerine Resûlullah şöyle demiştir: “Ümmetimin müflisi kıyamet gününde namazı, orucu ve zekâtı İle ge­len, fakat buna sövmüş, şuna iftira et­miş, onun malını yemiş, Öbürünün kanım dökmüş, diğerini dövmüş olan kimse­dir. Sonunda sevaplarından şuna buna dağıtılır. Eğer sevapları borcunu ödeme­den tükenirse alacaklılarının günahların­dan alınıp ona yüklenir ve neticede ateşe atılır.[292] Onun sözlerinde çeşitli diya­log şekilleri görülmektedir. İlk anda ga-ripsenebilecek bir fikir ortaya atarak sö­ze başlamasının örneklerinden biri şu­dur: “Zalim de olsa mazlum da olsa kar­deşine yardım et!” Birinin, “Yâ Resûlel-lah, mazlum olduğunda ona yardım ede­yim, ancak zalim ise nasıl yardım edebi­lirim?” demesi üzerine şu cevabı vermiş­tir: “Zulmetmesini engellersin, bu da ona bir yardım sayılır”.[293]

Resûlullah’ın Necran’dan gelen bir he­yetle Hz. îsâ hakkında yaptığı tartışma gibi bazı konuşmaları münazara şeklin­de olmuştur.[294] Hitabe­lerini zaman zaman âyet, Arap şairlerinin beyitleri, temsil ve edebî sanatlarla süs­lemiştir [295] Hakka davet, iyiye teşvik, kötülüğü en­gelleme, hidayet, ilim, tövbe, sevgi, şef­kat ve toplumsal sorumluluk bilinci gibi soyut kavramlar Hz. Peygamber’in hadis­lerinde temsilî teşbih formunda işlen­miştir.

Şiiri besleyen kaynak ve güzelliğini sağ­layan unsur hayaldir. Şiir vasfından uzak bulunan hadislerin üslûbunda ise ger­çekçilik, kapsayıcılık ve incelik hâkimdir. Bununla birlikte hadisler teşbih, temsil ve tasvirle ilişkili bulunan hususlarda ha­yale de yer verir; bu tür hadislerde insan, hayvan ve ayrıca soyut değerlerle ilgili so­mut tasvirler bulunur. Tasvirin en önemli aracı teşbih ve temsildir. Aşağıdaki hadis buna örnek teşkil eder: “Cimri ile cömer­din hali şu iki adamın durumuna benzer: İkisinin de üzerinde göğüslerinden köprü­cük kemiklerine kadar uzanan çelik zırh vardır. Cömert olan kişi her sadaka veri­şinde zırhı genişleyerek vücudunu kaplar, parmaklarını örter, hatta yerde sürünen zırh ayak izlerini siler. Cimri de sadaka vermeye niyetlendikçe zırhının halkaları bedenini sıkar, adam bunları genişletme­ye çalışsa da halkalar genişlemez.[296] Hadislerdeki temsilî teşbih­lerin birçoğunda soyut değerler hikâye, anekdot ve kıssalarla temsil edilerek an­latım daha canlı hale getirilir. Allah’ın, kulunun tövbesi karşısında duyduğu se­vinç şu şekilde tasvir edilmektedir: “Al­lah, kendisine dönüş yapan kulunun tövbesine içinizden birinizin en üst düzeyde­ki sevincinden daha çok sevinir. Bir kişi çölde giderken üzerinde yiyecek ve içece­ği bulunan bineği elinden kurtulup kaçar. Fakat ümidini keserek bir ağacın gölge­sinde yattığı sırada birden onu baş ucun­da dikilmiş bulur. Hemen yularından ya­pışır ve aşırı sevincinden dolayı yanıla-rak, ‘Allahım! Sen benim kulumsun, ben de senin rabbinim’ der.[297]

Hz. Peygamber’in kısa teşbihleri de öz­gün olup daha önce hiçbir Arap şairi ve hatibi tarafından dile getirilmemiştir: “Mümin müminin aynasıdır”; “İnsanlar tarağın dişleri gibi eşittir”; “Hayra vesile olan onu yapan gibidir.” Resûlullah’ın ba­zı benzetmeleri Kur’an’dan mülhem olup oradaki teşbihlerin tefsiri konumunda­dır: “Sevgi, şefkat ve merhametle kay­naşma ve dayanışmada müminlerin du­rumu taşları birbirine kenetlenip kaynaşmış olan bir bina gibidir” ternsiü Saf süre­sindeki âyetten (61/4) mülhemdir.[298] Hadislerde, Kur’an’da olduğu gibi cinsel meselelerin edep ve nezahet dahilinde anlatımında kullanılan kinaye üslubuyla irad edilmiş tasvir ör­nekleri de mevcuttur: “Bir Kadının peçe­sini açan erkeğe onun mehrini ödemesi vacip olur” mealindeki hadiste [299] cinsel ilişki peçe açma kinayesiyle anlatılmıştır. Bir saha-bi hakkında söylediği, “Sopayı omuzun-dan bırakmaz” sözünde [300] sıkça yolculuk yapmanın veya daha kuvvetli rivayete göre çok dayak atmanın [301] kina­ye üslûbu ile anlatımıdır.

Resûl-i Ekrem dinleyicilerini bıktırm-maya âzami özen gösterir, ashabından da aynı şekilde davranmalarını İsterdi. Bu sebeple konuşma ve hutbelerinin çoğu kısa ve özlü cümlelerden teşekkül eder­di. Onun bir kısım konuşmaları bazı âyet­lerle kısa sûreleri okumaktan ibaretti; özellikle bayram ve cuma hutbelerinde bazan sadece Kâf ve Kamer sûrelerini okurdu.[302]

Hitabelerde yüksekçe bir yere çıkma, konuşma esnasında elde asâ, yay ve kılıç bulundurma gibi âdetler Câhiliye döne­minden kalmıştır. Hz. Peygamber, Mek­ke’de Safa tepesindeki ilk konuşmasını bir kayanın üstünde yapmış, Medine dö­neminin ilk yıllarında hitabelerini Mes-cid-i Nebevfde bir hurma kütüğü, daha sonra üç basamaklı bir minber üzerinde irad etmiştir.[303] Medi­ne dışındaki konuşmalarını ise uygun bir yüksekliğe, deve üzerine [304] Kabe’nin basamaklarına çıkarak [305] savaş esnasın­daki cuma hutbelerinde elinde yay [306] barış zamanlarında da asâ [307] tutarak icra ederdi.

Hz. Peygamber’in hitabeleri, Câhiliye dönemindeki benzer konuşmalardan muhteva bakımından olduğu gibi şekil bakımından da farklıdır. Câhiliye hitabe­lerinde başlangıç ve sonuç kısımları bu­lunmazken onun hutbeleri Allah’a hamd ve sena ile başlar, selâm, istiğfar veya ko­nuya uygun bir dua ile sona ererdi.[308] Câhiliye hatiplerinin savaş konuşmalarında intikam ve savaşa teşvik teması hâkimken Resûlullah’ın hi­tabelerinde tevhidi yayma ve sevaba nail olma teması vurgulanmıştır. Câhiüye dev­ri taziye konuşmalarında dünyanın gad­darlığı, verdiğini geri aldığı, göçenin geri dönmeyeceği gibi konular İşlenirken Hz. Peygamber’in bu tür konuşmalarında öiümün fâni hayattan baki hayata geçişi sağlayan bir ümit kapısı olduğu belirtil­miştir.[309]

Resûl-i Ekrem’in insanları dine davet esnasında muhataplarını etkileyip ikna etmek için başvurduğu en önemli yön­tem hitabetti. Nübüvvetin ilk yıllarında, “En yakın akrabanı uyar!” mealindeki âyet [310] gelince Safa tepesinde yaptığı İslâm’a çağrı konuşması İslâm hi­tabetinin bilinen ilk örneğidir  Onun Mekke dönemindeki konuşma­larında yalnız İslâm’a davet teması yer alırken Medine devrinde ibadetleri yeri­ne getirme çağrısından başka fetih, sa­vaş, barış, iç ve dış siyaset, ahlâk vb. ko­nularda çok sayıda hutbe irad etmiştir.[311] İnsan hayatının her alanıy­la ilgili hitabeleri bulunan Hz. Peygam­ber’in içtimaî hutbelerinde insanların eşitliği, kardeşliği, bâtıl inanç ve hurafe­lerden kurtulma, topiumun ıslahı, aile sorunları, eşlerin hak ve sorumluluklar!, eğitim öğretim meseleleri, yoksulluk, sa­daka, zekât ve sosyal dayanışma, dargın­ları barıştırma gibi konular ele alınmış­tır. Vaaz ve nasihatlerinde mükâfat ve ce­zaları hatırlatma, iyiliği emretme, kötü­lükten sakındırma, yalnız dünyaya bağ­lanıp âhireti unutmama, takva, dua ve tövbe, doğruluğa teşvik, ölüm, haşir ve hesap gibi meseleler işlenmiştir. Veda haccı esnasında büyük bir kalabalığa hi­taben yaptığı konuşma Allah’a iman. İn­san haklarına saygı, Özellikle kadın haklannın gözetilmesi, dinî bağların güçlendi­rilerek din kardeşliğinin korunması, Kur-‘an’a ve Sünnet’e sarılmanın önemi gibi temel konulan içermektedir.[312]

Hz. Peygamberin yalnız Medine’de irad ettiği cuma hutbeleri 500 civarındadır. Bunlara sabah namazlarından sonra yap­tığı sohbet konuşmaları da eklenirse hut­be ve hitabe sayısı 1000’i geçer [313] Hadis, siyer, megâzî,tarih, edebi­yat ve muhâdarât kitaplarında dağınık halde bulunan hutbe ve hitabelerini der­leyen başlıca eserler şunlardır: Ali b. Mu-hammed el-Medâinî, Hutabü’n-nebî [314] Abdülazîz b. Yahya el-Celûdî, Hutabü’n-nebî [315] Muhammed b. Ca’fer el-İsfahânî, Hutabü’n-nebî; Ca’fer b. Mu­hammed el-Müstağfirî, Hutabü’n-nebî [316] M. Ali Ekrem el-Arvî, el-Hutabü’l~Muştafaviyye [317] Halîl el-Hatîb. İthâfü’1-enâm bi-hutabi Resûli’l-İslâm [318] ve Hutabü’l-Muştafâ [319] Nasr b. Hızır el-Erbîlî, Hutbetü’I-vedâ[320] Ömer el-Kutaytî, Hutabü’r-Resul [321] Ahmed Zekî Safvet, Cemheretü hutabi’l-‘Arab [322] Abdülhamîd Şâkir, Huta-bü’r-Resûl [323] Ahmet Lütfi Kazancı. Peygamber Efendimizin Hitabeti [324] M. Şefik Arvâ-sî’nin,Hutab-ıNebeviyye [325] adlı eseri, Musul hâkimi Ubeydullah b. Ved’ân’ın derlediği Hz. Peygamber’e ait kırk hutbenin tercümesini kapsar.[326]

Bibliyografya :

Müsned, I, 207; II, 244, 303, 312, 334,372; III,  99, 117, 176, 201,413, 425; IV, 203, 223, 404; a.e. [Arnaût), XXIV, 256-258; Buhârî. “Kader”, 13, “Tevhîd”, 34, “Vudû” 75, “Da’a-vât”, 4, 6, 7, 9, “İkrah”, 7, “Şehâdât”, 10, “Edeb”, 6, 78, “İstPzân”, 35, “cItk”, 2, “Keffâ-râ:”, 6, “Şeriket”, ö, “Rikak”, 6, “Zekât”, 28, “Talâk”, 24, “Libâs”, 9,”Şirb”, 9, “Mezâlim”, 23,”İctişâm”, 1, Cihâd”,89,122, “Ta’bîr”, 22, “ilim”, 11,20, 30, “Enbiyâ'”, 40, 54, “Edeb”, 78, “Menâkıb”, 23, “Selâm”, 153, “Tib”, 51, “Şavm”, 2; Müslim, “îmân”, 62, 136, “Mesâ-cid”, 5-8, “Teybe”, 7, 31, “Fezâ’il”, 15, 17-19, “Cihâd”, 76, “Zekât”, 35, 76, 77, “Cum’a”, 47, “Talâk”, 36, 43, “Bİrr”, 59, 65-67; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 6, 16, 94,”cİlim”, 6, 7,”Cunfa”, 23;Tir-mizî, “Etime”, 45, “Edeb”, 76-82; İbn Mâce, “Edeb”, 11, “Zühd”, 30; ibn Hişâm, es-Sîre, Beyrut, ts. (Dârü’I-cîl), I, 152, 237; II, 147,212; IV, 40-41, 153, 187, 219; İbn SaU e{-Tabakât, Beyrut 1978, I, 200, 216, 250-251, 377, 451; II, 185;Câhİz, el-Beyân oe’t-tebytn{rşr. Abdüs-selâm M. Hârûn], Kahire 1395/1975, II, 15-17; Taberî. Târih (Ebü’1-Fazl), III, 162-163; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî. el-Eğânî, IX, 84; İbnü’n-Ne- dîm. el-Fihrist (Teceddüd), s. 114; İbn Cinnî, el-Haşâ’iş (nşr. M.Ali en-Neccâr), Beyrut, ts. |DS-rü’1-kİtabil-Arabî), II, 8; Hattâbî, Ğarlbü’1-b.a-dîş(nşr. Abdülkerîm ibrahim el-Azbâvî), Dımaşk 1402/1982,1, 64.70;Hâkim, e;-Müs(edreA:|Atâ). !, 389; IV, 323; Şerif er-Radî. el-Mecâzatü’n-ne-beoiyye (nşr Tâhâ M. ez-Zeynî), Beyrut 1406/ 1986, tür.yer.; Ebü’I-Ferec İbnü’l-Cevzî, et-Tah-kik fî ehâdî§i’!’hilâf{rşT. M es’ad Abdülhamîd M. es-Sa’denî – Muhammed Fârisi, Beyrut 1415/1994, II, 284; Nevevî, Şerhu Müslim, X, 97; İbn Kesîr. Tefsîrü’t-Kur’ân, Beyrut 1385/ 1966, V, 626-630; VI, 394, 467; Heysemî, Mec-ma’u’z-zeuâ’id, Beyrut 1982, II, 187, 190; VII, 266; X, 298; Süyûtî. el-Câmi’u’ş-şağtr, Kahire 1402/3982,1, 14-15,35,51, 107, 109, 45;Keş-fü’z-zunûn, I, 715; Aclûnî. Keşfü’t-hafâ I, 72, 272, 399; Hedİyyetü’l-‘ârifîn.l, 571; İliyyâ el-Hâvî, Fennü’l-hatâbe, Beyrut 1961, s. 77-98; Ahmed Zekî Safvet, Cemheretü hulabi’l-^Arab fi tuşûri’l-cArabiyyeti’z-zâhire, Kahire 1962,1, 147, 163-170; Kehhâle, el-Edebü’l-‘Arabt fı’l-Cahi-Uyye ue’l-İslâm, Dımaşk 1392/1972, s. 178-180, 185-189; M. Abdülmün’im el-Hafâcî. ei-Hayâtü’S-edebî fi ‘aşrı şadrVl-lslâm, Beyrut 1973,  s. 117-151; İzzeddin Ali es-Seyyid, e/-Hadîşü’n-nebeuî mine’l-uicheti’i-belâğıyye, Kahire 1392/1973, tür.yer.; Mustafa Sâdık er-Râfiî, Târthu âdâbi’t-‘Arab, Beyrut 1394/ 1974,  II, 281-307;  Ahmet Lütfi Kazana. Pey­gamber Efendimizin Hitabeti, İstanbul 1980; Muhammed b. Lutfî es-Sabbâğ. el-tjadîsü’n-nebeüî, Beyrut 1407/1986, s. 43-113; Nâyif Ma’rûf, ei-Edebü’Mslâmî, Beyrut 1990, s. 31-44, 51-56; Ömer el-Kutaytî, Hutabü’r-Resûl, Tunus 1990, s. 47-52, 63-64; Abdülkâdir Hü­seyin. Mln Belâğâti’n-nü.büuoe, Kahire 1412/ 1993, tür.yer.; Abdülhamîd Şâkir. Hutabü’r-Re-SÛ/, Trablus 1415/1995, s. 21-23; Şevki Dayf, ei’Aşrü’l-İsiâmî, Kahire, ts. (Dârü’l-maârif), s. 106-107; Ahmed Hasan ez-Zeyyât Târîhu’t-edebî’l-Arabt, Kahire, ts. (Dâru nehdati Mısr), s. 19-27; M. Ebû Zehre. el-Hatabe, Kahire, ts. (Dârü’I-fikri’l-Arabîl, s. 225-228; M. Yaşar Kan-demir. “Cevâmiu’l-kelim”, Dİ A, VII, 440; Hüse­yin Elmalı, “Hitabet”, a.e., XVIII, 158-159.

Önceki sayfa 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11Sonraki sayfa