Diyanet İslam Ansiklopedisi

MUHAMMED MADDESİ

IV. İslam Kültüründe Hz. Muhammed


A) Tasavvuf.

1 (VII) ve II. (Vlll.) yüzyıl­larda âbid ve zâhidlerin Resûl-i Ekrem’i algılayış tarzı, diğer müslümanlara nis-betle kendilerini daha fazla ibadete ver­me ve daha çok âhirete yönelme şeklin­de ortaya çıkıyordu; bu da teorik olmak­tan ziyade pratik bir farklılıktı. Bu tür an­layışlar Hz. Peygamber döneminde Ebû Zer el-Gıfârî, Abdullah b. Ömer. Abdullah b. Amr b. Âs, Ebü’d-Derdâ ve Osman b. Maz’ûn gibi İbadet ve zühd hayatı ile ta­nınan sahâbîler arasında da mevcuttu. Hz. Osman’ın son döneminde başlayan ve Emevîler devrinde devam eden karışıklık­lar ve iç savaşlar bazı müslümanları kendi­lerini İbadete vermeye, dünyadan el etek çekmeye sevketmiş, bu da söz konusu farkların belirgin hale gelmesine sebep olmuştur.

İlk zâhid ve sûffler gerek dünyaya karşı mesafeli durup âhirete yönelme, gerek­se daha çok ve daha nitelikli ibadet etme bakımından Resûlullah’ı örnek alıyor ve bu tutumlarını ahlâkî davranışlarında da sürdürüyorlardı. Allah’ı görüyormuş gibi ibadet eden takva sahibi bir mümin ol-mak [613] onların gayeleriydi. Zühd ve fakrı ter­cih edip Allah’a çok şükreden bir kul ol­mak için gecenin bir bölümünü ibadetle geçiren Hz. Peygamber’i [614] örnek alıyor, onun izinden giderek kurtuluşa ereceklerine inanıyorlardı. Bundan do­layı farzların yanı sıra nafile ibadetleri de yerine getirmeye çalışıyor, ayrıca hak hukuk gözetmede hassasiyet gösteriyor­lardı.

Kur’an’da Allah’ı sevmek ve O’nun ta­rafından sevilmek için Peygamber’e ita­at şart koşulduğundan [615] ilk sûfîler Resûl-i Ekrem’in daha çok Al­lah’ın sevgili kulu (habîbullah) olma [616] niteliği üzerinde dur­muştur. Allah’ı, resulünü ve Allah yolun­da mücâhedeyi her şeye tercih etme ko­nusunda Kur’an’da yer alan uyanlar [617] ve iyi bir müminin Peygam­ber’i kendisinden daha çok sevmesi ge­rektiğini belirten hadisler [618] onlar üzerinde etkili olmuştur. II. (VIII.) yüzyılın ikinci yansın­dan itibaren Basra’da Râbia el-Adeviyye’-nin öncülük ettiği bir grup sûfî daha çok ilâhî sevgi üzerinde durmaya ve sevgi unsurunu öne çıkarmaya başladı. Cenâb-ı Hakk’ın Hz. Muhammed’e yönelik ezelî sevgisi olmasaydı hiçbir şeyin var olmayacağına inanan sûfîler için kutsî hadis ola­rak kabul ettikleri, “Sen olmasaydın felek­leri yaratmazdım” ifadesi [619] büyük bir önem taşır.

Sûfîler arasında sıkça görüldüğü nak­ledilen kerametler Resûl-i Ekrem’in yo­lundan gitmenin bir semeresi olarak ka­bul edilmiş, her ne kadar onun vefatıyla vahiy sona ermişse de rüya, ilham ve fi-râset yoluyla bazı bilgilere sahip olmak mümkün görülmüştür. Sûfîlerin kendile­rini Peygamberin vârisi saymalarının se­bebi, onun yaşadığı manevî ve ruhanî ha­yatı devam ettirdiklerine dair inançların­dan kaynaklanmaktadır.

III. (IX.) yüzyılda Ebû Saîd el-Harrâz ve Sehl b. Abdullah et-Tüsterî tarafından Resûl-i Ekrem Kur’an gibi bir nur olarak [620] algılanmaya başlanmış, onların ardından Hallâc-ı Mansûr Kitâ-bü’i-Tavâsîn’ûe bu anlamda nur üzerin­de genişçe durarak nûr-ı Muhammedi te­orisini geliştirmiştir. Buna göre Allah ilk önce Hz. Muhammed’in nurunu, bu nur­dan da diğer varlıkları yaratmıştır. Bu gö­rüşle ilgili olarak, “Allah’ın ilk yarattığı ka­lemdir” [621] “Âdem ruhla beden arasında iken ben peygam­ber idim  “Allah’ın ilk ya­rattığı şey akıldır” [622] gibi hadisler rivayet edilmiştir. Burada akıl ve kalemden maksat Hz. Peygamber’in nu­ru olup onun manevî hüviyeti anlamına gelen bu nura hakîkat-i Muhammediyye de denilmiştir. Hz. Âdem’den başlayıp bü­tün peygamberlerde tecelli eden bu nu­run en son Resûlullah’ta gerçek sahibiyle buluştuğu kabul edilmiştir.[623]

Gizli bir hazine olan Cenâb-ı Hak bilin­meyi murat etmiş ve ilk defa taayyün-i hubbî şeklinde, yani Hz. Peygamber’in nuru ve sevgisi olarak tecelli etmiş, ar­dından diğer varlıkların hepsini bu nur­dan yaratmıştır. Onun âlemlere rahmet oluşunun [624] anlamı bu­dur.[625] Buna göre ev­renin var oluş sebebi Allah’ın Hz. Muham­med’e duyduğu sevgidir. Süleyman Çele­bi, “Gel habîbim sana âşık olmuşam / Cümle halkı sana bende kılmışam”; “Ben sana âşık olunca ey şerîf / Senin olmaz mı dü âlem ey latîf” gibi beyitlerde bu mu­habbeti aşk olarak niteler.

Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Hakk’ın Resûl-i Ekrem’in nurunu ve bu nurdan halkı yaratmasını ayna misaliyle anlatır. Ona gö­re âlem Hakk’a nazaran bir aynadır; Hak İsim. fiil ve sıfatlarıyla bu aynada tecelli eder. Fakat insan yaratılmadan önce bu ayna cilâlı olmadığından ilâhî tecellileri net olarak yansıtmıyordu. Âdem (insan) bu aynanın cilâsı olmuş, her şeyde tecelli eden Hak en mükemmel şekilde insanda tecelli ettiğinden ona halife adı verilmiş­tir. Âleme göre insan yüzüğün kaşı, göze göre ise göz bebeği gibidir.[626] Şeyh Galib, “Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen / Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen” beytinde bunu anlatır. Hak, diğer insanlara nazaran Hz. Muhammed’-de en mükemmel şekilde tecelli ettiğin­den mutlak anlamda insân-ı kâmil odur. Onun vârisleri olmaları sebebiyle velîlere de insân-ı kâmil denir. Aziz Mahmud Hü-dâyî, “Âyînedir bu âlem her şey Hak ile kâim Mir’ât-ı Muhammed’den Allah gö­rünür dâim” derken Hz. Peygamber’in bu Özelliğini dile getirmiştir.

Hakîm et-Tirmizî, Kur’an’da geçen “hâ-temü’n-nebiyyîn” son peygamber ifade­sinden [627] hareketle “hâte-mü’1-evliyâ” teorisinin temelini atmış, da­ha sonra bu görüşü İbnü’l-Arabî geliştir­miştir.[628] Bu telakki daha çok İbnü’l-Arabî’nin izleyicileri veya onun etkisinde kalan mutasavvıflar tarafından benim­senmiştir. Hz. Muhammed’in son pey­gamber olması sûfîlere son velî telakki­sini, onun mi’racı da ruhanî mi’rac fikrini ilham etmiştir. Ruhanî mi’rac yaptığını ilk defa söyleyen ve bunu uzunca anlatan Bâyezîd-i Bistâmî’dir. İbnü’l-Arabî, eî-Fütûhâtü’l-Mekkiyye ve Kitâbü’l-İsrâ’da manevî mi’raclarını anlatır.

Sûfîler, kendilerine doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki yoldan feyiz ve İlham gel­diğini söylerler. Allah’tan vasıtasız aldık­ları bilginin yanı sıra tarikat silsilesine dahil bulunan meşâyih aracılığı ile de Hz. Peygamber’e ulaştıklarını, ondan bilgi al­dıklarını ve her iki bilginin de kendilerine has olduğunu ifade ederler. Telkin yoluyla Allah’tan Cebrail’e, ondan Hz. Muham-med’e, ondan Hz. Ali’ye [629] intikal eden özel bilgi ve manevî mirasın tarikatın sil­silesinde yer alan velîler aracılığıyla şeyh­lere ulaştığını kabul ederler. Bundan do­layı sûfîler nezdinde Hz. Peygamber özel anlamda marifet ve ilham kaynağıdır.

Tasavvufta Resûl-i Ekrem’in şefaati, ona sığınma ve ondan yardım talebinde bulunma önemlidir. Mutasavvıflar “dahî-lekyâ Resûlellah” sana sığındım ey Allah’ın elçisi, “şefaat yâ Resûlellah” deyip onun ruhundan yardım ve şefaat umarlar. Aynı şekilde mutasavvıflar, fıkıh âlimleri mek­ruh saydıkları halde dua esnasında “bi-hakki resûlike” peygamberin yüzü suyu hür­metine demekte bir sakınca görmezler ve bu tarzda dua etmeye önem verirler. “Fena” kelimesi tasavvufta Allah’la ilgili olarak kullanıldığı gibi fena fillâh “Al­lah’ta fâni olmak” Hz. Peygamber için de fena fi’r-resûl kullanılması âdettir. Onlara göre Peygamber’de fâni olmak Hak’ta fâni olmanın mukaddimesidir. Sû-fî şairler mahbûb-i hudâ olması itibariyle Resûl-i Ekrem’i güle benzetir, hilye-i şerifleri gül şeklinde yaparlar; buna “gül-İ Muhammedi” denir.

“Rüyada beni gören gerçekten görmüş olur, çünkü şeytan benim suretime gire­mez” mealindeki hadise [630] dayanan bazı mutasavvıflar Hz. Peygamber’i rüyada gördüklerini söylemiş ve onun gördükleri tavrından çeşitli mânalar çıkarıp hayat­larını buna göre düzenlemişlerdir.[631] Bu konuda birçok menkıbe anlatılır. Felç olan İmam Bûsîrî’nin rüyasında Resûl-i Ekrem’i gör­düğü, hastalığının iyileşmesi için ondan öğüt aldığı, Peygamber sevgisini teren­nüm eden Kaşîdetü’l-bürde’sin’ı bunun üzerine yazdığı rivayet edilir. Ahmed er-Rifâî’nin de Resûlullah’ın kabrini ziyaret ettiğinde böyle bir hal yaşadığı kaydedil­mektedir.

Dinî bilginin kaynağına ulaşma konu­sunda zahir ulemâsından farklı bir yol ta­kip eden mutasavvıfların hadis âlimlerin-ce sahih kabul edilen bazı rivayetleri sa­hih saymadıkları, zaman zaman da hadis kitaplarında yer almayan bazı ifadeleri, “Hz. Peygamber’in sözü olduğu keşfen sabittir” gerekçesiyle sahih kabul ettikle­ri, hatta bu nitelikteki metinlere büyük önem verdikleri görülmektedir. Ahmed b. Mübarek es-Sicilmâsî’nin el-İbrîz’ın-de İbnü’l-Arabi’nin el-Fütûhâtü’1-Mek-/fiyye’sinde hadislerin keşf açısından de­ğerlendirilmesine ve yorumlanmasına sık­ça rastlanır. Bununla beraber hadis âlim­lerinin usulünü esas alıp hadis öğrenen ve rivayet eden mutasavvıflar da vardır.

Sûfîler, insân-ı kâmil olarak gördükleri ve Allah’a giden yolda rehber edindikleri Hz. Peygamber’in sîretine, sünnetine, her türlü tutum ve davranışına büyük önem vermiş, her vesile ile ona olan bağlılık­larının mutlak ve tam olduğunu ifade et­mişlerdir. Şâtıbî, el-İHişârri da (I, 88-99) sûfîlerin her hususta Resûl-i Ekrem’i ör­nek aldıklarını, sünnetine bağlı kaldıkla­rını ve hadislere önem verdiklerini vurgu­lamak için onların bu konuda söyledikleri sözleri nakletmiştir. Sûfîler sahih hadis-lerdeki salavat örneklerini esas alıp sala-vatlar düzenlemişlerdir. Çoğu nesir, bir kısmı manzum olan bu salavatlann gün­lük vird şeklinde okunması tarikat âdabı olarak uygulanagelmiştir.

Bibliyografya :

VVensinck, el-Mu’cem, “hbb” md.; Müsned, IV, 66; Buhârî. “Teheccüd”, 6, “Münafikin”, 79, “îmân”, 37, “Ta’bîr”, 10; Müslim, “îmân”, 1, “Rü’yâ”. 11, 87, “Münâfikin”, 79;Tirmizî, “Me-nâkib”, 1, “Tefsir”, 68/1; Serrâc, el-Lüma’, s. 130-146; Muhammed b. Ali es-Sehlegî, en-Nûrmin kelimâü Ebi’L-Jayfûr {rşr. Abdurrah-man Bedevî, Şatahâtü’ş-şû.fıyye içinde). Kahi­re 1949, s. 111, 123, 164; Gazzâlî. !hyâ Kahi­re 1939, II, 351-388; Aynülkudât el-Hemedânî. TemMdât (nşr. Afîf Useyrân), Tahran 1962, s. 254; İbnü’l-Cevzî, Şıfatü’ş-şafue, I, 46-234; İb-nü’l-Arabî. Fuşûş (AfîFÎ), s. 48, 63-64, 184; a.mlf., et-Fütühâtü’i-Mekkiyye, Kahire 1293,

I,  151, 244; [[, 9; [V, 442; Necmeddîn-i Dâye, Mi’rşâdü7-C(‘£ıâd{nşr. M. Emîn Riyâhî), Tahran 1352 hş., s. 2, 21, 30; ‘tekıyyüddin ibn Teymiy-ye, Mecmü’atü’r-resâ’ili’l-kübrâ, Beyrut 1392/ 1972, II, 353-362; İbrahim b. Mûsâ eş-Şâtıbî, el-İ’tişâminşr. M. Reşîd Rızâ), Kahire 1332,1, 88-99, 260; Teftazânî. Şerhu’l-Makâşıd, İstan­bul 1307, II, 187; Münâvî. el-Keuâkib, I, 14-27; Ahmed b. Mübarek es-Siciimâsî, el-İbrîz, Kahire 1961, s. 64; Aclûnî, Keşfü’i-hafâ I, 148, 263; II,  164; İsmail Fenni. Vahdet-i Vücûd ueMuh-yiddîn-i Arabi İstanbul 1928, s. 16, 21; R. A. Nicholson. Fi’t-Taşavüufı’l-İslâmt ve târîhih (trc. Ebü’l-Alâ Afîfî), Kahire 1969, s. 108-120; Ebü’l-Alâ Afîfî. Muhyiddin İbnü’l-Arabt’nin Tasauuuf Felsefesi (trc. Mehmet Dağ), Ankara 1975, s. 83; A. Schimmel, İslam’ın Mistik Boyutları (trc. Er-gun Kocabıyık). İstanbul 2001, 5. 212-225.


B) Arap Edebiyatı.

Asr-ı saadetten iti­baren günümüze kadar Hz. Peygamber hakkında kaside, mersiye, mevlid, hilye, şemail vb. türlerde pek çok yazı kaleme alınmıştır. Bunlarda, “Hıristiyanların Mer­yem oğlu îsâ’yı aşırı derecede övdüğü gibi beni de övmeye kalkışmayın” mealindeki hadise [632] genelde riayet edilmiş, aşırılık­lar ulemâ tarafından eleştirilmiştir. Şiir­lerin giriş bölümünde mecazi aşk ve ka­dın tasviri edebe uygun bulunmamış, bu­nun yerine hayalî sevgilinin özlem ve hicra­nı dile getirilmiş ve Resûluüah’ın anılarını barındıran yerlere duyulan hasret ifade edilmiştir. Çok sayıda şair Bûnet Sü’âd ve Muhammed b. Saîd el-Bûsîrî’ye ait Ka-şîdetü’l-bürde ve eî-Kaşîdetü’1-hem-zj’yye’si gibi kasidelere taştîr ve tahmîs yoluyla bir nevi ilaveli nazireler ortaya koy­muştur. Hz. Peygamber için söylenen şi­irlerin ilki muhtemelen amcası Ebû Tâ-lib’in “Lâmiyye”sidir. Ebû Tâlib yeğenini darda kalanların sığındığı, güvenilen, ma­sum, halim, reşîd, âdil nitelikleriyle öv­müştür.[633] Onun peygamberliğini müjdeleyen kâhin şiirle­riyle cinlerden ve hatiften geldiği kabul edilen şiirler de zamanımıza ulaşmıştır. Resûl-i Ekrem’in amcası Hamza müslü-man olduğunda söylediği dizelerde onu seçkin ve saygın vasıflarıyla övmüş, ken­disini savunacağını vaad etmiştir.[634] Hz. Peygamber ve gazveleriyle ilgili şiirleri bulunan veya ken­disine nisbet edilen Ebû Bekir’in hicret sırasında sığındıkları Sevr mağarasını ve Sürâka olayını anlattığı “Râiyye”, Hz. Ömer’in İslâmiyet’i benimsemesinden sonra söylediği “Râiyye”, Ebû Süfyân’ın İslâm’a girişi esnasında Resûi-i Ekrem’i övdüğü “Dâliyye” zikredilecek diğer şiir­lerden bazılarıdır.[635] Câhiliye dönemi kâhinlerinden sa-hâbîSevâd b. Kârib el-Ezdî, “Bâiyye”sin-de Hz. Peygamber’i verdiği gaybî haber­lerin doğruluğuna güvenilen kimse, nebi­lerin en yücesi ve Allah’a götüren vesile diye övmüştür.[636] Resûlullah’ın amcası Abbas’a nis­bet edilen “Kâfiyye”de gayb haberlerin­den ve peygamberin mahlûkatın ilki oldu­ğundan söz edümektedir.[637] Bu fikir sonraki asırlarda geniş ölçüde iş­lenmiş, özellikle Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve Bûsîrî ile doruk noktasına ulaşmıştır. Küleyb b. Esed el-Hadramî, methiyesinde eskilerin ve önceki peygamberlerin Hz. Muhammed’d en haber verdiğini söyle­miş, o da şairin başını okşamıştır.[638]

Kâ’b b. Mâlik, Mekke’nin fethinden ön­ce İslâm’a ve Hz. Peygamber’e yöneltilen hicivlere cevap vermiş ve Resûlullah’ın takdirini kazanmıştır.[639] Ayrıca “Fâiyye”sinde Resûl-i Ek­rem’i ahlâkî erdemleriyle övmüş olup “Hemziyye” ve “Mîmiyye”si Bedir, “Ayniy-ye”si Uhud Gazvesi’yle ilgilidir.[640] Abdullah b. Revâha da müşrik şairlere karşı İslâm’ı ve Hz. Peygamber’i müdafaa etmiştir. Onun “Râiyye”si abartı, haşiv ve tekrarlardan uzak olan övgü türünün ve hüsn-i tehal-lus sanatının güzel örneklerindendir.[641] Bu anlayış diğer İslâm şairleri­nin de temel niteliği sayılır.

Hassan b. Sabit, İslâm’ı ve Hz. Peygam­ber’i savunmak için çok sayıda şiir kaleme almıştır. Onun, Kâ’b b. Züheyr’İn hicviye­lerinden sonra bu türde şiirler söyleme­ye başladığı sanılmaktadır. Hassan coş­kulu bir üslûpla Peygamber’in fizikî ve ruhî portresini anlatmıştır. Temîm heyeti şairi Zibrikân b. Bedr’in “Ayniyye”sine mukabele olan “Ayniyye” bu konuda en güzel kasidelerden biridir.[642] Mek­ke’nin fethinden önce Resûl-i Ekrem’i hicvetmiş olan Ebû Süfyân’a cevap olarak yazdığı “Hemziyye” ile [643] Peygamber ve ashabı­nın övgüsüne dair üç “Dâliyye”si de [644] önemli şürlerindendir. Abbas b. Mirdâs. Hz. Peygamber için nazmetti-ği kasidelerinde medihle fahri bir arada kullanmıştır. Mukaddimesiz-nesîbsİz öv­güye başlayan şiirlerinden “Kâfiyye”, “Râ­iyye” ve “Mîmiyye”siyle bir kıtası zamanı­mıza ulaşmıştır.[645] 9 (630) yılın­da Resûl-i Ekrem’in huzuruna birçok elçi heyeti gelmiştir; bunlar Resûlullah’ı yüce sıfatlarla övmüştür. Ünlü muallaka şairi Meymûn b. Kays el-A’şâ’ya ait olan veya ona nisbet edilen yirmi dört beyitlik “Dâ­liyye” de Hz. Peygamber ve daveti hakkın­da kaleme alınmış ilk seçkin şiirlerdendir.

Resûl-i Ekrem’e hayattayken takdim edilmiş en mükemmel övgü şiiri Kâ’b b. Züheyr’in kasidesidir. Kâ’b, kardeşi Bü-ceyr’in müslüman olması üzerine onu ve Hz. Peygamber’i hicveden bir şiir yazmış [646] bu sebeple Resulullah onun cezalandırılmasını istemiştir. Ancak daha son­ra Peygamber’den özür dileyerek müslü­man olmuş ve kasidesini okumuştur. Ka­sideyi çok beğenen Resulullah, Yemen’-den gelen hırkasını (bürde) çıkarıp Kâ’b’ın omuzlarına koyarak onu ödüllendirmiş, bundan dolayı şiir Kaşîdetü’l-bürde adıy­la meşhur olmuştur.

Hz. Peygamber’e dair methiyelerin ilk mensur örneği Ümmü Ma’bed’e ait me­tindir.[647] Hicret sırasında Resûl-i Ekrem’i ça­dırında misafir eden bu kadın Peygam­ber’/ o esnada çadırda bulunmayan ko­casına anlatmış [648] ve o anda hatiften onu öven bir şiir işitilmiş. Has­san b. Sabit bu şiire nazire yazmıştır.[649] Hz. Ali’nin bazı hut­belerinde Resûlullah’la ilgili sözleri de ilk mensur övgü örneklerindendir. Bir hut­besinde onun peygamberliğinin kadîm ol­duğunu, nesilden nesile geçerek kendi­sine intikal ettiğini söylemiş [650] bu fikir nûr-ı Muhamme-dî nazariyesi olarak bazı mutasavvıfların şiirlerinde geniş ölçüde işlenmiştir.

Emevîler devrinde bazı şairler Resûl-i Ekrem’le nesep ilgisi olmadığı halde ona mensup olmakla iftihar etmiştir. Hz. Ömer’in neslinden gelen Osman b. Utbe ile Osman b. Vâkıd bunlardandır.[651] Bu dönemde Hâşimî(Ale­vî) şairlerinin Resulullah ve Ehl-i beyt’i İle iftihar etmesi ileri boyutlara ulaşmıştır. Yine bu devirde fetihler sebebiyle uzak bölgelere dağılmış bulunan şairler tara­fından Hicaz. Medine. Peygamber ve Rav-za-i Mutahhara özlemi dile getirilmiş, sonraki devirlerde bunlara duyulan özlem bir şiir teması haline gelmiştir.

Hz. Ali’ye nisbet edilen bazı hutbelerde Resûl-i Ekrem’in methinden Âl-i beyt’in methine intikal edilmesi sebebiyle [652] Şiî şairlerinde Peygamber’in Övülmesi ya­nında Ehl-i beyt’in övülmesi de gelenek halini almıştır. Ali’nin hakkı olarak görü­len hilâfetin ona verilmemesi, kendisiyle oğlu Hüseyin’in şehid edilmesi Ehl-i beyt’e dair methiye ve mersiyelerin gelişmesini hızlandırmış, neticede Resûlullah’ın met­hi ailenin atası olması dolayısıyla sözü edi­len bir konu haline gelmiştir. Böylece Ehl-i beyt taraftan şairler akımı ortaya çıkmış ve günümüze kadar devam etmiştir. Bili­nen en eski Ehl-i beyt övgüsü görüşen şairHz. Peygamber’! ve Ehl-i beyt’i Öven kasidesini yazmıştır.[653] Kümeyt el-Esedî, “Hâşimiyyât” adını ver­diği kasideleriyle Ehl-i beyt sevgisini de­rinleştirmiştir. Hâşimiyyât içinde iki “Bâ-iyye” ve bir “Lâmiyye” ile “Mîmiyye” en Önemli kasidelerdir.[654] Resûl-i Ekrem’e övgü vesilesiyle Ehl-i beyt’i de öven, kendileri­ne yapılan zulümleri dile getiren şairler oldukça fazladır. Bunların arasında Ebü’l-Atâhiye, Di”bilel-Huzâî [655] Şerif er-Radî ve Mih-yâr ed-Deylemî’yi zikretmek mümkündür. Fatımî ve Eyyûbî devirlerinde halifeler ve Ehl-i beyt için yazılan övgülerde genellikle Hz. Peygamber bilvesile söz konusu edil­miş, kutsal yerlere Özlem şiirleri gelişmiş­tir. Melikü’n-nühât Ebû Nizâr Hasan b. Sâfî’nin birkaç kasidesi. Bahâeddin İb-nü’s-Sââtî’ninBtmef Sü’âd’a naziresi, İb-nü’d-Dehhân’ın Resûlullah’ın kabrini ziya­ret özlemini dile getirdiği kasidesi, Ebü’l-Haccâc el-Belevî’nin Hz. Peygamber’i bü­tün sevgilerin ve varlıkların hulâsası ola­rak vasfettiği “Sîniyye”si [656] Zemahşerî ve Ebû Verdî’nin Bâ­net Süâd nazireleri [657] bu döneme ait eserler­dendir. Ayrıca Zemahşerî’nin elli üç be-yitlik bir “Râiyye”si vardır.[658]

Endülüs ve Mağrib şairlerinin eserlerin­de Şia ve Ehl-i beyt izlerine pek rastlan­maz, ancak tasavvuf! izler görülür. Başta Medine ve Ravza-i Mutahhara olmak üze­re kutsal makamlara duyulan hasret, Hz. Peygamber’in sıfat ve menkıbelerinin an­latılması ortak konuların başında yer alır. İbn Habîb es-Sülemî [659] ve Muhammed b. Abdullah İbn Lübb’ün [660]  şiirleri, İbnü’l-Arîf’in “el-Kasîdetü’l-Hâiyye”si [661] bun­lardan bazılarıdır. Mağribli Mâliki fakihi ve şair Ebû Muhammed Abdullah b. Ebû Ze-keriyyâ eş-Şukrâtısî et-Tevzerî, el-İcîâm bi-mıfcizâti’n-nebiyyi aleyhi’s-selöm adını verdiği eserini Hz. Peygamber’in kabrinin karşısında yazdığı bir “Lâmiyye” ile bitirmiştir. Şukrâtısî bu manzumesiyle sonraki asırlarda sîreti nazım halinde an­latanlara öncülük etmiştir.

Her kasidesi yirmi beyitten oluşan, be­yitleri alfabe sırasına göre ayrı harflerle başlayan yirmi dokuz kaside ve kafiyeleri farklı olan “işrîniyyât” türü Peygamber övgülerine de uygulanmıştır. Ebû Zeyd Abdurrahman b. Yahleften b. Ahmed el-Fâzâzî bu türün öncülerindendir.[662] Berberi asıllı Mâlekalı şair İbnü’l-Murahhal. el-Mucaşşerâtü’l-lüzû-miyye’sinde lüzûm-ı mâ lâ yelzem sana­tını icra etmiştir. Muhammed Şerrâf el-Endelüsî’nin Bânet Sü^âd nazîresi. Lisâ-nüddin İbnü’l-Hatîb’in altı kasidesi ile bir kıtası, Ahmed b. Muhammed el-Makka-rî’nin na’l-i şerifi konu alan manzumesi, iki kaside ve tahmisi, Ebû Hayyân el-En-delüsî’nin Bânet Sü’âd nazîresi, Endü­lüs ve Mağrib’de Resûl-i Ekrem’in met­hine dair yazılmış başlıca eserlerdendir.

VII. (XIII.) yüzyılda Peygamber kaside­leri, Ebû Zekeriyyâ Cemâleddin Yahya b. Yûsuf es-Sarsari ve Muhammed b. Saîd el-Bûsîrî’nin eserleriyle doruk noktasına ulaşırken bu hususta tasavvufî akım da açık biçimde ortaya konulmuştur. Şiirle­rinde nûr-ı Muhammedi’nin bütün mah-lûkattan önce yaratıldığı, onun nurunun peygamberden peygambere intikal ede­rek kendisine ulaştığı düşüncesi geniş olarak yer almıştır. Bağdat’ın Moğollar ta­rafından işgali sırasında katledilen Yah­ya b. Yûsuf es-Sarsarî Arap edebiyatında peygamber methi konusunda tanınmış üç büyük şairin ilkidir.[663] İbn Ke-sîr onun şiirlerinin tamamının peygam­berlerin methine dair olduğunu, Resûl-i Ekrem için nazmettiği kasidelerin yirmi cilde ulaştığını kaydeder.[664] Sarsarî. Yûsuf b. İsmail en-Nebhânî’nin antolojisinde 3068 bey-tiyle en fazla kasidesi olan şair konumun­dadır.

Muhammed b. Saîd el-Bûsîrî’nin Pey­gamber methine dair en tanınmış eseri Kaşîdetü’l-bürde’dır. Onun, eserini ha­yatının sonlarına doğru felç geçirdiği sı­rada yazdığı ve kasidenin bereketiyle şifa bulduğu kaydedilir. Bu sebeple kaside, Kâ’b b. Züheyr’in Kaşîdetü’l-bürde’sın-den ayrılması için Osmanlı kültüründe Kaşîdetü’l-bür’e şifa kasidesi adıyla da tanınır. Bunun kadar meşhur olmamakla birlikte Bûsîri’nin en büyük eseri el~Ka-şîdetü ‘1-hemziyye’sidir. 455 beyitlik ka­side bir siyer mahiyetindedir. Bunların dı­şında Kâ’b b. Züheyr’in kasidesine nazîre olarak yazdığı “Zuhrü’1-meâd fî vezni Bâ­net Süâd” ile üç “Bâ-iyye”si “Hâiyye”siyle iki “Dâliyye”si ve “el-Lâmiyye ffl-medâihi’n-nebeviyye, el-Lâmiyyetü’1-ûlâ,[665] “el-Kasîdetü’l-Mudariy-ye fi’s-salâti alâ hayri’l-beriyye [666] ve “el-Kasîdetü’1-hâiyye madıyla evrâd olarak okunmak için nazmedilmiş kasideleri mevcuttur.

Abdürrahîm b. Ahmed el-Buraî el-Ye-menî’nin el-Kaşîdetü’l-mîmiyye’s ile Bûsîrî’nin Kaşîdeîü’l-bürde’si arasında benzerlikler vardır. Yalın bir üslûpla yazı­lan kasidede nûr-ı Muhammedi fikri işlen­miştir. Zamanımıza ulaşabilen şiirlerinin çoğu Peygamber methine dair olan Bu-raî’nin bir mevlidi de bulunmaktadır. Şa­ir bazı dizelerinde Resûl-i Ekrem’i beşer üstü sıfatlarla övmesi yüzünden eleştiril­miştir. Nebhânî antolojisinde onun 1029 beyte ulaşan çok sayıda kasidesine yer vermiştir. Bu devirde sûfî şair Emînüddin Ali b. Osman el-Erbîlî de el-Kaşîdetü’l-/dhire’siyle sûfî akımın Önemli temsilcilerindendir.

Peygamber övgüsü konusunda VII. (XIII.) yüzyılın önemli temsilcilerinden bi­ri de Ebû Abdullah Mecdüddin Muham­med b. Ebû Bekir el-Vitrî el-Bağdâdî olup 661 (1263) yılında tamamladığı el-Ka-şâ’idü’l-vitriyyât’ ile (vitriyye) yeni bir edebî türün öncülerinden sayılmıştır. Onun her kasidesi tekli sayı (vitr) olarak yirmi bir beyitten oluşmuş ve yirmi do­kuz kasideden teşekkül etmiştir. Eser Beyrut(1910), Kahire(1324, 1344), Fas (1310, 1321) ve Bombay’da basılmış, üzerine birçok tahmis ve şerh yazılmıştır.[667] İbn Ebü’l-Hadîd dees-Seb’u’l-‘alevİyyât’i ile [668] bu sahanın Önemli temsilcilerindendir. 611’de (1214) Medâin’de nazmedilen ve yedi uzun kasideden oluşan bu eserde Hz. Peygamber ve Ehl-i beyt’i ile Abbasî Halifesi Nasır- Lidînillâh övülmüş, ayrıca Hz. Ali’ye insan üstü nitelikler atfedilmiş-tir. Eser üzerine birçok şerh yazılmıştır.[669]

VIII. (XIV.) yüzyılın en büyük temsilcile­rinden Şehâbeddin Mahmûd el-Halebî, Ehne’I-menâ’ih fî esne’l-medâ^ih [670] ve Menâzilü’l-ahbâb ve me-nâzihü’î-elbâb{nşr. AbdürrahîmMuham-med Abdürrahîm, Kahire 1989) adıyla iki divan hazırlamış olup Nebhânî’nin anto­lojisinde en fazla kasidesi bulunanlar ara­sında Sarsarî’den sonra gelir. İbn Seyyi-dünnâs’ın Bânet Sücod nazîresiyle “Tâiy-ye” ve el-Kaşîdetü’l-‘ayniyye’sı vardır.[671] AyrıcaMinehu’1-mi-daft’ında sahabenin Hz. Pey-gamber’e dair şiirlerini derlemiştir. Büş-ra’1-lebîb bi~zikra’i-habîb adını verdiği eseri [672] Resûlullah için yazılan ka­sidelerle şerhlerine dairdir. Peygamber’-le ilgili birçok kaside yazmış olan İbn Nü-bâte el-Mısrî’nin altı kasidesi önemlidir.[673] Yoğun edebî sanatlara yer verilen kasidelerin nesîblerinde nübüvvet kavramıyla bağ­daşmayan bazı ifadeler görülür. Burhâ-neddin el-KIrâtî de ei-Kaşîdetü’İ-hem-zi’yye’si [674] Bânet Sü’âd’a nazîre olan “Lâmiyye”si [675] ve Kct-şîde fîmedhi’n-rıebisye [676] bu alanda önemli bir şairdir.

VIII. (XIV.) yüzyılda Peygamber methi­yeleri konusunda tekellüflü eserlerin ve­rildiği bir devreye girilmiştir. Bûsîrî’nin Kaşîdetü’l-bürde’slnden ilham alınmak­la birlikte onun tekellüflü sakim bir taklidi olarak ortaya konan ve “bedîiyye” adı ve­rilen bu medih türü çeşitli şartlarla kayıt­lıdır. Kaşîdetü ‘1-bürde ise her beyitte en az bir bedîî sanat İcrası şartını taşımadığı için bedîiyye türünden sayılmaz. Bu şart­ların tamamını, el-Kâfiyeiü’i-bedfiyye adını verdiği ve 151 bedîî sanat icra ettiği 14S beyitlik bedîiyyesiyle Safiyyüddin el-Hillî gerçekleştirdiğinden türün gerçek anlamda öncüsü kabul edilmiştir. XIV. (XX.) yüzyılın başlarına kadar 100’ün üze­rinde bedîiyye yazılmış, daha sonra şiir sanatında meydana gelen anlayış deği­şikliği sebebiyle terkedilmiştir İbn Hicce’nin kendi bedîiyyesine şerh olarak hazırladığı Hizânetü’l-edeb” türle ilgili zengin örnekler içeren bir ede­biyat hazinesidir. Bedîiyye müelliflerinden Şa’bân el-Âsârî, en büyüğü400 beyit olan ve 240 edebî sanat içeren üç manzume kaleme almıştır. İslâm edebiyatından et­kilenen hıristiyan nâzımlar da XII. (XVIII.) yüzyıldan itibaren Hz. îsâ İçin bedîiyyeler yazmışlardır.

IX. (XV.) yüzyılda Resûl-İ Ekrem’le ilgili şiir yazanların başında Şemseddin Mu-hammed b. Hasan en-Nevâcî, Abdülke-rîm b. Dırgâm et-Tarâifîve İbn Hacer el-Askalânî gelir. Nebhânî, antolojisinde İbn Hacer’in yedi kasidesine yer vermiştir. İb-nü’l-Cezerî, Zâtü’ş-şifâ fî sîreti’n-nebiy-yi’J-Muştafâ adlı eserinde halifeleriyle birlikte Hz. Peygamber’in sîretini nazma çekmiştir. X. (XVI.) yüzyılda “Hemziyye”si [677] ve Fethu’I-mübîn fî medhi şefFi’î-müz-nibîn’ı ile [678] Abdülazîz b. Ali el-Mekkî ez-Zem-zemî; “Dâliyye, Tâiyye, Ayniyye, Kâfiyye, Lâmiyye [679] ve “Mî-miyye” kasideleriyle Alâeddin b. Melik el-Hamevî; “Bâiyye, Dâliyye, Râiyye, Fâiyye, Lâmiyye, Mîmiyye” gibi kasideleriyle Ebü’l-Mekârim [680] el-Bekrî peygamber methine dair eser ve­renlerin başlicalarıdır [681] XI. (XVII.) yüzyılda, Râ’iku’î’âdâb fî medhi seyyidi’l-cArab adlı müstakil divanı [682] “Mîmiyye”si ve “Nûniyye”sİ ile [683] Şehâbeddin İbn Ma’tûk el-Mûsevî; “Tâiyye, Hâiyye, Hâiyye, Râiy­ye”, iki “Zâiyye” ve “Nûniyye” kasideleriyle Muhammed es-Sâlihî el-Hilâlî ed-Dımaş-kî; tanınmış “Dâliyye”siyle Abdullah el-Hicâzî el-Halebî; “Maksûre”si ve “Kâfiy-ye”siyle Şehâbeddin el-Hafâcîve Kaşîde fî medhi’n-nebî [684] “Hâiyye” ve “Ayniy­ye” kasideleriyle İbnü”n-Nehhâs el-Mede-nî sayılabilir.[685]

XII (XVIII) ve XIII. (XIX,) yüzyıllarda eser verenler arasında Bânet Sücâd nazîresi, Buraî’nin kasidesine ve İbnü’l-Arif in şii­rine tahmîsleri, İbnü’I-Fânz’ın kasidesine taştîri, bazı müveşşahları ve birçok şiiriy­le Abdülganî en-Nablusî ve özellikle Yû­sufb. İsmail en-Nebhânî anılmalıdır. Neb­hânî’nin bu alanda telif ve derleme ola­rak meydana getirdiği başlıca eserleri şunlardır: en-Nazmü’i-bedf fîmevli-di’ş-şef? [686] et-Taybetü’l-ğarra1 fî medhi seyyidi’l-enbiyâ’ [687] Scfâdetü’l-mecâd fîmuvâze-neti Bânet Sü’âd Kaşîde-tü’1-kavli’l-hak fî medhi seyyidi’1-haik [688] Kaşâ’idü’s-sâbikati’1-ci-yâd fî medhi seyyidi’1-Hbâd eî-Mecmûtatii’n-nebhûniyye fi’l-medâ^ihi’n-nebeviyye 1-el-‘Uküdü’l-lü’Iü’iyye fi’l-medâ3ihi’l-Muhammediyye [689] Dîvânü’1-Medâ’ihi’n-nebeviyye.[690] Nebhânî, eî-Mecmû’atü’n-Neb-hârıiyye fi’İ-medâ’ihi’n-nebeviyye ad­lı dört ciltlik eserinde başlangıçtan XIV. (XX.) yüzyıla kadar kaleme alınan peygam­ber övgülerinden yaptığı seçmeleri top­lamıştır. Bu antolojide otuz dokuz sahâ-bîye ait 461 beyitle 213 şaire ait 25.066 beyit bulunmaktadır. İbn Seyyidünnâs, Minahu’l-midah adlı antolojisinde on ikisi kadın olmak üzere 198 sahâbînin öv­gü ve mersiyesine yer vermiştir.

Mevlid türü manzumelerin de Peygam­ber methiyeleri arasında önemli bir yeri vardır. Bu manzumeler Resûlullah’ın gü­zel ahlâk, sıfat ve erdemleriyle övülmesi açısından bir medih çeşidi olduğu gibi onun hayatını, vefatını, mucizelerini an-latmalan sebebiyle birer muhtasar siyer mahiyetindedir. Vefat edenin arkasından ağlamayı yasaklayan hadislerin tesiriyle olmalıdır ki Resûl-i Ekrem İçin nazmedil-miş mersiyeler genellikle kısa ve bekle­nenin aksine azdır. Ancak onun vefatın­dan sonra kaleme alınan methiyelerin bir­çoğunda mersiye özellikleri de bulunur. Bilhassa Hz. Peygamber’le birlikte Ehl-i beyt’in de övüldüğü Kümeyt el-Esedî, Di*-bil el-Huzâî. Şerif er-Radî, Mihyâr ed-Dey-lemî gibi şairlerin Şîa’yı hatırlatan övgü­lerinde bu husus açık biçimde görülür. Resûl-i Ekrem’e dair en çok mersiye yazan şair Hassan b. Sâbit’tir. Onun dört “Dâliy-ye”siyle bir “Râiyye”si ve “râ” kafiyeli iki beyti bu konuya dairdir.[691] Hassan b. Sabit, Hz. Peygamber’in vefatından duyduğu derin üzüntüyü et­kili bir üslûpla dile getirdiği gibi onun anılarını barındıran yerleri de zikretmiş, ahlâkî erdemlerini ve fizikî özelliklerini tasvir etmiştir. Hz. Ömer hüznünü dile getirdiği sekiz beyitlik “Ayniyye”yi yazmış­tır. Hz. Fâtıma da derin acısını toplam dokuz beyitlik üç kıtasında dile getirmiştir.[692] Lebîd b. Rebîa “Lâmiyye”sinde Hz. Pey-gamber’i yüce sıfat ve erdemlerle över­ken hüznünü de ifade etmiştir.[693] Bunlardan başka Resûiullah’ın halaları Safiyye, Ervâ ve Âtike ile amcası­nın kızı Hind bint Haris b. Abdülmuttalib ve Hind bint Üsâse, Âtike bint Zeyd, azat­lısı Ümmü Eymen’e ait bazı beyit ve kı­talar verilmekte, Hz. Ebû Bekir. Osman, Ali, Kâ’b b. Mâlik, Abdullah b. Üneys, Ebû Züeyb el-Hüzelî, Mücfiye b. Nu’mân el-Atekî’ye de bazı kıta ve beyitler nisbet edilmektedir.[694]

Modern ve çağdaş Arap edebiyatı dö­nemlerinde Hz. Peygamber’le ilgili lirik, sembolik, serbest ve mensur şiir, senfoni şiiri, marş, tiyatro ve temsil şiiri, destan vb. türlerde birçok eser kaleme alınmış­tır. Muhafazakâr akıma mensup şairler Resûiullah’ın fizikî ve manevî nitelikleriy­le ahlâkî erdemleri üzerinde durmuş, ay­rıca şarkiyatçıların kendisine ve İslâm’a yönelik iftiralarına cevap vermiştir. Bu akıma mensup şairlerin başlıcaları Mah-mud Sami Paşa el-Bârûdî, Ahmed Şevki, Yûsuf en-Nebhânî, Ahmed Muharrem, Abdüllatîf es-Sayrafî, Muhammed Ab­dülmuttalib, Ma’rûf er-Rusâfî, Azız Aba­za, Kâmil Emîn, Abdullah Tayyib, SâvîŞa’-lân’dır.

Yenilikçi şairler ise eserlerinde daha çok Resûl-i Ekrem’i vesile edinerek çağ­daş sorunları dile getirmişlerdir. Bunlar Mahmûd Hasan İsmail, Âmir Buhayrî, Mahmûd Guneyyim, Muhammed Abdül-ganî Hasan ve Apollo grubu şairleri, Ab-durrahman Şükrî ve Abbas Mahmûd el-Akkâd’m öncülük ettiği Divan grubu [695] şairleri, sembolistler, serbest şiir, mensur şiir ve tef ile şiiri mensuplarıdır. Cezayir’in Fransızlar, Mısır’ın İngilizler tarafından iş­gal edilmesi, Osmanlı Devleti’nin dağıl­ması ve hilâfetin kaldırılması, 1967 hezi-metiyle yahudilerin Filistin topraklarına girmesi, Arap ve İslâm ülkelerinde em­peryalizmin tahribatı neticesinde Arap ve İslâm dünyasının parçalanmış, ezilmiş ha­li yenilikçi şairleri eski şanlı tarihî devirleri tekrar yaşatmaya vesile olacak bir kur­tarıcı model ve millî kahraman tasvirine yöneltmiştir. Özellikle Arap milliyetçisi şa­irlerle hıristiyan Arap şairleri. Hz. Muham-med’i temel vasfı olan nübüvvetinden önce millî kurtarıcı, millî kahraman ve sos­yal reformcu yönleriyle ele almışlardır. Gerçekleştirdiği sosyal adalet ve reform sebebiyle Ahmed Şevki [696] Yemenli Abdülazîz el-Mukâlih [697] ve Zeyneb Azb [698] gibi şairler Resûl-i Ekrem’i “sos­yalistlerin önderi ve babası” olarak nite­lemişlerdir.

Modern dönemde Resûiullah’ın methi konusunda tasavvuf! şiirler bir dereceye kadar zayıflamış, nûr-ı Muhammedîve kutub nazariyeleri daha mâkul ve tutarlı ifadelere kavuşmuştur. Yine de tasavvufî akımın geleneksel görüşleri Abdullah Tay-yib’in “Su’dâ” kasidesinde [699] Mısırlı şair Mahmûd Hasan İs­mail’in “Maa’nnûri’l-a’zam” adlı serbest şiirinde [700] ve yine Mısırlı şair Ahmed el-Muhaymir’in 1947’de ödül alan “Muhammed Mu’cize-tü’1-vücûd” kasidesinde ele alınmıştır. An­cak tasavvufî akımın en büyük temsilcisi olan Bûsîrî’nin Kaşîdetü’l-bürde’sın’ın tesiri bu devrede de devam etmiş, ona modern bir anlayışla nazîre ve taştır ya­zanlar olmuştur. Mahmûd Sami Paşa el-Bârûdî’nin Keşfü^ğumme fi mectfn sey-yidi’l-ümme’sl Ahmed Şevki’nin Neh~ cü’1-Bürde’sl Ahmed el-Hamlâvî’nin Minhâcü’l-Bürde’sl Zeyneb Azb’in Bür-detü’r-Resûl’ü ve Abdülazîz Muhammed Bey’in Taştîrü’l-Bürde’sı bunlardan ba­zılarıdır.

Şîa şairlerinin de modern çağda daha mâkul bir çizgi izledikleri söylenebilir. Bu özellik Batı kültürünün etkisinde kalan Lübnan Şîası’nda daha belirgindir. İbra­him el-Berrî’nin Li’n-nebiyyi ve âlihî adlı divanı ile “Hükûmetü’n-nebî” adlı kaside­sinde bu değişimi görmek mümkündür. Kendini Ehl-i beyt şairi olarak tanıtan Mahmûd Cebr’in “el-ükâü’l-ewer kaside­sinde [701] olduğu gibi kadîm Şîa görüşünü sürdü­renler de vardır.

Modern dönemde birçok şair Resûl-i Ekrem’i sevilen, yüksek ahlâkî erdemlere sahip bir peygamber ve en üstün sıfatları kendinde toplayan kâmil İnsan olarak tas­vir etmiştir. Emîr Şekîb Arslan, Ma’rûf er-Rusâfî, Cezayir’in işgali sebebiyle Emîr Abdülkâdir el-Cezâirî, Mısır’ın işgali sebe­biyle Hİfnî Nâsıf. Ahmed Şevki, Hafız İb­rahim, Ahmed Muharrem, Ahmed el-Kâ-şif, Abdülmuhsin el-Kâzımî, Resûlullah’ı millî kahraman ve millî kurtarıcı gibi ni­teliklerle anmakta bir sakınca görmemiş­lerdir. Özellikle Mahmûd Dervîş, Ali Hâ-şim Reşîd gibi Filistinli şairlerin çoğu Hz. Peygamber’in yalnız bu yönünü ele al­mıştır.

Arap kökenli hıristiyan edip ve şairler Hz. Peygamber İçin, birbiriyle boğuşan ve çağın gerisinde kalan Araplar’ı barıştırıp birleştiren, yüksek bir millet ve devlet ha­line getiren sosyal reformcu portresi çiz­miş, bu konuda Batılı edip ve şairlerle aynı görüşü paylaşmıştır. Mısırlı Nazmı Lûkâ’nın “Vâ Muhammedâh”, “Muham­med: er-Risâle ve’r-resûl”. “Ene ve’i-İs-lâm”; Lebîb er-Riyâşî’nin “Nefsiyyetü’r-Resûli’l-Arabî”; Halîl İskender el-Kıbrîsî’-nin “Da’vetü nasâra’1-Arab Ii’1-İslâm”; Ha­lîl Cum’a et-Tuvâl’in “Tahte râyeti’l- İslâm”; Nasrî Selheb’in “Fî Hutâ Muhammed”; Arap Sosyalist Ba’s Partisi genel sekreteri Mîşîl (Mîşâl) Aflak’ın “en-Nebiyyü’1-Arabî” ve eş-Şâirü’1-karavî Reşîd Selîm el-Hûrî’-nin “el-Mevlidü’n-nebevî” kasideleri buna örnek olarak zikredilebilir.[702] Bazıları da Hz. Pey-gamber’e karşı övgülerini Kur’an’a ve Arap diline olan hayranlıkları şeklinde dile getirmiştir. Cûrc Selestî’nin “Necve’r-re-sûli’l-a’zam  Cûrc Say-dah’ın “el-Mevlidü’n-nebevî [703] RiyâzMa’lûf un “Yânebiyye’l-Arab Ah­med eş-Şârifİn “Hubbü Muhammed” [704] Muhammed Abdül-muttaiib’in “Zıllü’l-Bürde” adlı kasideleri bunlardan bazılarıdır. Âişe İsmet Teymûr, Bârûdî, Mustafa Sâdık er-Râfiî, Sâbire Mahmûd el-İzzî ve Ömer Bahâeddin el-Emîrî gibi şairler ise Resûl-i Ekrem’e şikâyet ve isteklerini arzetmiş, ondan şefaat dilemişlerdir.

Resûlullah’ın hayatı bu dönemde, ya Mısırlı Azîz Abaza’nın İşrâ/câtü’s-sjreti’z-2eiciyye’sinde yaptığı gibi tasvir ve be­yan yoluyla ya da İslâm âleminin sorun­ları ile bağıntılı olarak dile getirilmiştir. Bunların bir kısmı belli olayları konu edi­nirken bir kısmı Yûsuf en-Nebhânî’nin eİ-‘l/Jtüdü’Mü’Jü’iyye’sinde görüldüğü gibi sîreti özetlemiştir. Bu tür teliflerin bazılarında anlatım Hz. Peygamber’in dilinden sunulmuştur. Zekî Mübârek’in “Tevdîu Mekke” kasidesi [705] M. Abdülganî Ha-san’ın “İle’t-Tâif” adlı tiyatro eseri Abduh Bedevi’nin “en-Nebî ve’l-vatan” kasidesi [706] ve Salâh Abdüssabûr’un “Hurûc” kasidesi [707] bunların ör­neklerindendir. Mekke ve Medine ile diğer mekânlara duyulan özlem de şiirlerde ge­niş ölçüde yer almıştır. Sudanlı İbrahim Dâvûd Abdülkâdir Fetânî’nin “Taybetü’t-Hz. Peygamberin sîreti ve gazveleriy-le ilgili olarak özellikle Homeros’un İlya-da (İliadea) ve Odessea adlı destanların­dan ilham alınıp bazı destanlar da ortaya konulmuştur. Bu faaliyet, Süleyman el-Bustânî’nin İlyada’yı 1887’de Arapça’ya tercüme etmesiyle başlamıştır. “Melha-me” ve “mutavvele” adı verilen bu man­zumelerin ilki, Ahmed ŞevkTnin 1894 Ey­lülünde Cenevre’de düzenlenen Milletle­rarası Müsteşrikler Kongresi’nde okudu­ğu “Kibârü’l-havâdiş fivâdi’n-Nîl” adlı mu-tavvelesidir. Onun Düvelü’l-cArab ve Hızamâ’ü’l-îslâm adlı manzum piyesin­de Resûlullah’ın ve İslâm’ın tarihi desta-nımsı bir üslûpla anlatılmıştır. Ahmed Muharremin el-İlyâdetü’l-İslâmİyye I Dîvânümecdi’l-İslâm’ı, Âmir el-Buhay-rî’nin Emîrü’l-enbiya’ı, Kâmil Emîn’in el-Melhametü’l-Muhammediyye’s, Mahmûd Halîl Hatîb’in Büşra’l-‘âşıkln bi-bulûği seyyidi’l-mürselînı de bu tür eserlerdendir. Bu dönemde tiyatro ve temsil olarak manzumeler de yazılmıştır. Muhammed Mahmûd Zeytûn’un Mîîâ-dü’n-nebTsi 1948’de Mısır Maarif Bakanlığı tiyatro eseri altın madalya ödülünü kazanmıştır. Mahmûd Hasan İsmail’in “Sürâka b. Mâlik”i de bu nevidendir. Ayrıca Abduh Bedevi Mu­hammed kaşîd sinfoni adıyla bir eser yazmıştır.

Resûl-i Ekrem’le ilgili eski şairlerin te­liflerini toplayan ve İnceleyen birçok eser kaleme alınmıştır. Yukarıda sözü edilen ve bibliyografyada geçenlerin dışında ka­lan çalışmaların bir kısmı şunlardır: Yû­suf en-Nebhânî, Efdalü’ş-şalavât “ala seyyidi’s-sâdât Selâhad-din es-Sibâî. Gurretü’1-medâ’ihi’n-ne-beviyye (Kahire 1991); Muhammed Sa­lim Mahmûd, el-Medâ%u’n-nebeviyye [708] Muhammed b. Sa’d b. Hüseyin, el-Medâ’ihü’n-nebeviyye beyne’I-ma’tedilîn ve’l-ğulât [709] Salâh îd, el-Medâ%u’n-ne-beviyye min fetreti’t-tekvîn ilâ merha-leti’n-nuzc; Enver es-Senûsî, el-Medtfi-hu’n-nebeviyye fi’I-Endelüs.[710]

1883-1980 yıllan arasında Resûl-i Ek­rem hakkında çeşitli münasebetlerle yazı­lan kitap, makale ve şiirlerin sayısı800’ün üzerindedir. Bu sahada en çok telifi kay­dedilenlerin başında Sâvî Şa’lân, Âmir el-Buhayrî, Abdülganî Selâme, Abdullah Şemseddin, Muhammed Hârûn el-Hulv, Resûl-i Ekrem’le ilgili modern dönem şiirlerini bir araya getirip inceleyen başlı­ca eserler şunlardır: Hilmî Muhammed el-Kâûd, Muhammed fi’ş-şFri’1-hadîs Sa’deddinel-Cîzâvî.Aşdâü’d-dîn fî’ş-şicri’l-Mışriyyi’I-hadîş [711] el-Âmilü’d-dînîü’ş-şFri’1’Mişriyyi’I-hadîş [712] Fârûk Hurşîd. Muhammed fi’1-edebi’l-hadîs (mıfâşır) [713] Ahmed Kemâl Zekî, Muhammed fi’I-edebi’l-hadîs; Ali Uşri Zâyid, İstid-^â^ü’ş-şahşiyyeti’t-türâşiyye fi’ş-şFri’l-mucâ [714] Mahir Hasan Feh-mî, er-Resûl fi’l-edebi’l-‘Arabiyyi’l-ha-dîş.[715]

Bibliyografya :

Müsned, 1, 23, 24, 47; Buhârî, “Enbiyâ3”, 48; Meymûrı b. Kays el-A’şâ, Dîvân [nşr. Fevzî Atavî], Beyrut 1968, s. 105; Abdullah b. Revâha, Dî­vân (nşr. Velîd el-Kassâb), Beyrut 1982, s. 138, 144; Kâ”b b. Züheyr. Dîuân (nşr. Hannâ Nasr el-Hıttî), Beyrut 1414/1994, s. 25; Abbas b. Mir-dâs. Dîuân (nşr, Yahya el-Cübûrî), Bağdad 1388/ 1968, s. 56-57; Ali b. Ebû Tâlib, Nehcü’l-belâ-3a (der. Şerîf er-Radî), Beyrut 1932, I, 31-32, 201-202, 221, 232; Kâ’b b. Mâlik. Dîuân(nşr. SâmîMekkîel-Ânî), Bağdad 1386/1966, s- 173, 198, 281; Hassan b. Sabit, Dîuân, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 54-59, 63, 64, 376; Humeyd b. Sevr, Dîuân (nşr. Abdülazîzel-Meymenî). Kahire 1384/1965, s. 77-78; Şi’ru’n-Nâbİğa el-Ca’dî (nşr. Abdülazîz Rebâh), Dımaşk 1964, s. 101, 210; Şi’ru İbnİ’z-Ziba’râ (nşr. Yahya el-Cübûrî), Beyrut 1981, s. 36; Ferezdak. Dîuân (nşr. Ke­rem el-Bustânî), Beyrut 1400/1980, II, 178-179; Kümeyt el-Esedî. el-Haşimiyyât, Kahire, ts. (Matbaatü’l-mevsûât), s. 1-35, ayrıca bk. tür.yer.; İbn Sa’d, et-fabakât,Beyrut, ts.(Dâru Sâdır), 11/ 2, s. 94-98; Di’bii, Dîuân (nşr. Abdüssâhib İmrân ed-Düceylî), Beyrut 1972, s. 131-140; Ebü’l-Fe-rec el-İsfahânî. el-Eğânî, IX, 125-126; XIV, 305; XVII, 41 -43. 86-88; XVIII, 38-39; XXI, 376-377; Merzübânî. el-Müveşşafy (nşr. Abdüssettâr Fer-râc], Dımaşk, ts. (Mektebetü’n-Nûrî), s. 90, 93; Hâkim. el-Müstedrek, Beyrut 1986, IV, 3; Şerif er-Radî, Dîuân (nşr, M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1368/1949, s. 215-216; Ebü’I-Haccâc el-Belevî. Kitâbü Elifba’, Kahire 1287, II, 457; Bûsîrî, Dîuân (nşr. M. Seyyid KÎIânî), Kahire 1393/1973, s. 49-117,220-234, 238-249, 272-276; Sadreddin el-Basrî, et-Hamâsetû’t-Başriy-ye(nşr. Abdülmüeyyed Hân}, Haydarâbâd 1964, s. 119; İbn Seyyidünnâs, Minehu’l-midab(nşr. İffet Visal Hamza}, Dımaşk 1407/1987, s. 72-75, 145-148,183,271-273,280-281,305,358; Zehebî, A’lâmü’n-nübelâ’, II, 134; Safedî, et-Ğayşü’l-müseccem, Beyrut 1395/1975, 1, 33, 275; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, el-Bidâye ue’n-nihâ-ye(nşr. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî), Cîze 1419/1998, XVII, 377-378; Abdürrahîm el-Bu-raî. Dîvân (nşr. Hafız Hasan es-Suûdî), Kahire 1369/1950, s. 43-44,51 -52, 67-70, 193; Abdü­lazîz er-Rifâî, Kâcb b. Mâlik, Riyad 1402/1982, s. 54-55; İbn Hicce, Dîuân, Dımaşk 1929, s. 211 -216; İbn Hacer, el-İşâbe, 1, 255; III, 148, 306, 430; V, 312; VI, 31; Makkarî. Nefhu’t-tîb,], 46; İV, 331, 468;VI, 227; İbn Matûk el-Mısrî. Dîuân, Beyrut 1885, s. 6-16; AbdüJkâdİr el-Cezâirî. Df-uân|nşr. Memdûh Hakkı), Beyrut 1964, s. 13-14, 24, 131; Âişe İsmet Teymur. Dîuân: Hilye-Lü’Hırâz, Kahire 1303, s. 269-270; Ebû Zeyd el-Fâzâzî, Dîvânü’l-uesâ’ili’l-mütekabbele, Bey­rut 1319, s. 2, 8 vd.; Yûsuf b. İsmail en-Nebhânî, ei-Mecmû’atü’n-Nebhâniyye fi’l-medâ’ihi’n-nebeuiyye, Beyrut 1320,1-IV, tür.yer.; Mahmûd Sami el-Bârûdî, Keş-fü’l-ğumme fî medhi sey-yidi’i-ümme (nşr. Muhammed Sâdık), Kahire 1978, s. 45; Ahmed el-Kâşif. Dîvân, Kahire 1332/1914, I, 1-2; Hifnî Nâsıf. Dîuân, Kahire Î957, s. 42-43, 56; Hâftz İbrahim, Dîvân, Kahi­re 1980, II, 38-42. 58-62, 144vd.;EmîrŞekîb ArsIan,Dfuân(nşr. M.Reşîd Rızâ), Kahire 1354/ 1935, s. 146;Brockelmann. G4LSupp/., 1,443-444, 497; II, 77; Zekî Mübarek, Dîuânü elh.âni’1-hulûd, Kahire 1366/1947, s. 169-178; a.mlf., el-Medâ’ilju’n-nebevİyye fi’l-edebi’l-cArabiyye, Sayda-Beyrut, ts. (el-Mektebetü’l-asrfyye), tür.yer.; Abdulmuhsin el-Kâzımî. Dîuân, Kahire 1367/1948, 1, 37, 269; R-eşîd Selim el-Hûrî, ûf-uânü’l-Karauî, San Paoio 1953, s. 225-226, 258; Âmir M. Buhayrî, Emîrü’l-enbiyâ’, Kahire 1373/ 1954, tür.yer.; Mahmûd Cebr, Dîvâni! şâ’İri Âli’l-beyt, Kahire 1959, s. 25 vd.; Abduh Bede-vî. Bakatü’n-nür, Kahire 1960, s. 14-15, 25-28; C. Saydah, Hikâyetü’l-muğteribîn, Beyrut 1960, s. 332-335;a.mlf., Dîuân, Beyrut 1973, s. 105-109, 332-335; Ahmed eş-Şârif. Dîuân, Beyrut 1963, s. 275-276; Mahmûd Hasan İsmail. eş-Şicr tı’l-ma’reke, Kahire 1967, s. 52; a.mlf., îiehrü’l-tıakîka, Kahire 1972, s. 190-195; a.mlf.. “Yâ Muhammed”, er-Risâ!s,X]X, Kahire 1951, s. 10; Abdullah Tayyib, Bânet Râme, Hartum 1970, s. 293-296; Mahmûd Derviş, et-A’mâtü’l-kâmîte, Beyrut 1971, s. 256 vd.; Azîz Abaza, İşrâkâtü’s-sîreü’z-zekiyye. Kahire 1971, s. 65-75; Salâh Abdüssabûr, Dîuân, Beyrut 1972, 1, 235-237; Ma’rûf er-Rusâfî. Dîuan, Beyrut-Bağdad 1972, s. 490-491; Rİyâz Ma’lûf, Ğamâ’imü’l-harlf, Beyrut 1974, s. 109-111; Şevk” Dayf, e/-cÂşrü7-Câhilî, Kahire 1976, s. 341-342; Mîşâl el-Mağ-ribî, Emuac ue şuhûr, San Paolo 1977, s. 264, 333-340; Abdülazîz ei-Mukâlih, Dîuân, Beyrut 1977, s. 141-144; Hikmet Salih. Nahve âfâkı şi’rlslamî, Beyrut 1399/1979, s. 21-38; Kâmil Emîn, eS-Melhametü’l-Muhammediyye, Kahire 1399/1979, tür.yer.; Abdurrahman el-Berküki, Şerfru Dîvâni Hassan b. Şâbit, Beyrut 1983, s. 57-66, 134-139, 145-150, 220; Zeyneb Azb. Bürdetü’r-Resûl, Kahire 1984, s. 58-59; Mu­hammed b. Sa’d b. Hüseyin, el-Medâ’îhu’n-ne-beuiyye, Riyad 1406/1986, tür.yer.; Muham­med b. Sa’d eş-Şüvey’ir, ‘Abdullah b. Reuâha: Hayatilhû ue dirâse fi şi’rih, Riyad 1406/ 1986, s. 153-163; Hilmî Muhammed el-Kâûd, Muhammed şaltallâhu ‘aleyhi ue sellem fi’ş-şi’rrt-hadîş, Mansûre 1408/1987, tür.yer.; Ah­med Şevki, Dîuân (eş-Şeukıyyât), Beyrut 1415/ 1995,  1, 34-35; III, 41 vd.; IV, 55; Mahmûd Sa­lim Muhammed, el-Medâ’ihu’n-nebeuiyye hat­tâ nİhâyeti’l-câşrİ’l-MemlCıkî, Beyrut 1417/ 1996,  tür.yer.; Muhammed Abdülmuttalib, Dî­van, Kahire, ts. (Matbaatü’l-i’timâd), s. 257-259, 261-263, 309-314; M. Abdülmün’im Ha-fâcî, Ktşşatü’l-edebi’l-mehcerî, Kahire, ts. (Dâ-rü’t-tıbâati’l-Muhammediyyei, s. 264-267; M. Abdülganî Hasan. “el-Hicre”, er-Rİsâle, XII i 1944), s. 78;a.mlf..”İle’t-Tâ=if”, a.e., XVIII (1950), s. 9 vd.; C. Selesti, •’Necve’r-Resûli’l-A(zam”,a.e.,X[X(l951),s. 18; M. A. Muid Han, “Life of the Prophet at Macca as Reflected İn Contemporary Poetry”, /C, XLII1 (1968), s. 75-91; Ahmed Kûtî, “Merâşi’ş-şubara3 li-ResÛIil-lâh”, MMLADm., LXIlI/2 (1988), s. 235-236.


C) Fars Edebiyatı.

İslâm sonrası Derî Farsçasfnm ortaya çıkması ve olgunlaş­ması İran halkının İslâm’a girmesiyle pa­ralellik arzeder. İranlılar, baştan itibaren dinî düşüncelerini Arapça’nın yanında millî dilleri olan Farsça ile ifade etmeye çalışmışlar, bu alanda kaleme aldıkları he­men her eserde Hz. Muhammed’in haya­tına atıfta bulunmuşlardır. Böylece onun hayat hikâyesi, yaşadığı olaylar birçok tel­mihin ve mazmunun kaynağını oluştur­muştur. Farsça yazan müellif ve şairler, Arapça siyer ve tarih kitaplarını Farsça’­ya tercüme etmenin yanında Resûl-i Ek­rem’in hayatını müstakil olarak veya ha­life ve imamların hayat hikayeleriyle bir­likte kaleme almışlardır. Muhammed b. Cerîr et-Taberî’nin Tânhu’1-ümem ve’l-mülûk’ü, İbnü’l-Esîr’ineJ-Kâmi/’i gibi genel tarih kitaplarından başka İbn Hi-şâm’ın es-Sîretü’n-nebeviyye’sı, Vâkı-dî’nin ei-Meğâzi’si, İbn Sa’d’ın et~Taba-kütü’l-kübrâ’s, Tirmizî’nin Şemâ’İlü’n-nebfsı, Kâdî İyâz’ın eş-Şi/d’ı, Tabersî’nin Mekârimü’l-ahlâk’ı, İbn Seyyidünnâs’ın yûnü’i-eşer’i tamamen veya kısmen Farsça’ya çevrilmiştir. Hatta aslı Sanskrit-çe olan Kelîîe ve Dimne ile Pehlevîce olan Vîs ü Râmîn gibi eserler Farsça’ya aktarıldığında hamdeleden sonra Hz. Pey-gamber’i öven cümleler ilâve edilmiştir. Doğrudan Resûl-i Ekrem’den söz eden veya geniş ölçüde onu anlatan mensur ve manzum birçok eser kaleme alınmıştir.[716]

Farsça şiirlerde Hz. Muhammed’in öv­güyle anılması bir gelenektir. Ancak ilk dönem şairlerinin eserlerinde na’t pek görülmez. Bu husus, şairlerin hediye bek­lentisiyle daha çok zamanın hükümdar­larını ve idarecilerini methetmelerinden kaynaklanmış olmalıdır. Evhadüddîn-i En-verî, Ferruhî-i Sistânî, Unsûrî, Menûçihrî ve Ascedî gibi şairlerin divanlarında na’t vb. şiirler yer almazken Senâî, Ferîdüddin Attâr, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Sa’dî-İ Şîrâzî, Molla Câmî gibi mutasavvıf şairler­le Moğollar döneminde ve sonraki asır­larda yaşayan şairler Resûl-i Ekrem’in vasıflarını ve mucizelerini anlatan şiirler yazmışlardır. Şairler Kur’an’a, siyer ve ta­rih kitaplarına dayanarak Hz. Peygam-ber’in güzel ahlâkını anlatmışlar, ona kar­şı olan sevgilerini coşkulu kasidelerle ifade etmişlerdir. Ayrıca Farsça manzum eser­lerin çoğunda Resûlullah’ın na’tlan yer alır. Na’tlarda çok defa “der nat-ı Pey­gamber”, “der na’t-ı seyyidü’l-mürselîn”, “der na’t-ı Hazret-i Seyyid-i kâinat”, “der na’t-ı Hazret-i Peygamber-i ekrem”, “en­der na’t-ı Peygamber-i mâ Muhammed-i Mustafâ”, “Der sıfât-ı mi’râceş”, “Der na’t-ı Resûl-i Ekrem”, “Der menkıbet-i Hazret-i Risâletpenâh”, “Ender sıfât-ı Peygamber”, “Sıfât-ı ba’s ve irsâl-i vey”, “Fî fazîletihî alâ Cebrâîl ve sâiri’l-enbiy┑. “Der medh-i Hazret-i Resûl-i Ekrem”, “Fî na’t-ı Resûlillâh” gibi başlıklar bulunur.

Destan edebiyatının en önemli şairle­rinden Firdevsî, Şd/ınâme’sine tevhidle başladıktan sonra iki cihanda kötülükten arınıp Allah katında iyi bir adla anılmanın Peygamber’in sözlerine giden yolu bul­makla mümkün olabileceğini dile getiren na’tını yazar. Esedî-i Tûsî, Gerşâsbnâme adlı eserinin başında dünyanın Hz. Mu­hammed’in yüzüsuyu hürmetine yaratıl­dığını, isminin Allah’ın ismiyle beraber anıldığını belirtir ve onun bazı mucizele­rini aktarır. Nâsır-ı Hüsrev’in divanında da Resûlullah’ı öven şiirleri yer alır.

Tasavvuf şiirinin önemli temsilcilerin­den Senâfnin divanında, liadîkatü’l-ha-kîka’smda ve diğer mesnevilerinde Re­sûl-i Ekrem çeşitli vasıflarıyla övülür. Ce-mâleddîn-i İsfahânî’nin Hz. Peygamber’i methettiği terkibibendi Fars edebiyatı­nın şaheserlerdendir. En önemli kaside şairlerinden sayılan Hâkânî-i Şirvânîde gerek divanında gerekse hac dönüşü mesnevi tarzında kaleme aldığı Tuhfe-tü’l-cIrâkeyn adlı eserinde Resûl-i Ek­rem’i methetmiştir. Divanının başında dünyadan şikâyet edip Resûlullah’ı övdü­ğü na’tta onun övgüsünden bahsetme­yen hikâyenin hikâye değil kâhinlerin ef­saneleri olabileceğini belirtir. Ferîdüddin Attâr’ın divanında, İlâhînâme’s’mde, Mantıku ‘f-tay/ında ve Muşîbetnâme’-sinde Hz. Muhammed’i öven şiirler yer alır. Nizâmî-i Gencevî’nin hfamse’sini oluşturan mesnevilerin her birinde en az bir na’t bulunur. Kemâleddîn-i İsfahanı de babası Cemâleddîn-i İsfahânî gibi ön­de gelen kaside şairlerinden olup Resû­lullah’ı övdüğü terkibibendi Fars edebi­yatındaki en güzel na’tlara örnek olarak gösterilir. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Mesnevisinin birçok yerinde Peygam­ber sevgisinden söz edilir. Daha çok Gülistan ve Bostan gibi eserleriyle tanınan Sa’dî-i Şîrâzî’nin âşıkane gazellerinde, hik­metli kasidelerinde ve fîosfân’ında Re­sûl-i Ekrem’i öven manzumeleri vardır. Abdurrahman-ı Câmî’nin gerek divanın­da gerekse Heft Evreng mesnevisinde na’tlar, ayrıca mucizelerini ve peygam­berlik alâmetlerini anlatan birçok şiiri yer alır. Bunlardan başka Hz. Muhammed’i metheden şairler arasında Emîr Hüsrev-i Dihlevî, Şeyh Fahreddîn-i Irâki, Evhadüd­dîn-i Merâgi, Hâcû-yi Kirmânî, İbn Ye-mîn-i Tuğrâî, Selmân-ı Sâvecî, İbn Hüsâm, Hilâlî-i Çağatâyî, Ehlî-i Şîrâzî, Vahşî-i Bâf-ki, Sâib-i Tebrîzî, Âşık-ı İsfahânî, Visâl-i Şîrâzî, Dâverî-i Şîrâzî, Sürûş-i İsfahânî, Yağmâ-i Cendekî, Meliküşşuarâ Sabûrî, son dönem şairlerinden Edîbü’l-Memâlik Ferâhânî. Muhammed İkbal, Meliküşşu­arâ Bahar, Emîrî Fîrûzkûhî, Kâsım-ı Resâ, Abbâs-ı Şehrî, Muhammed Rızâ Hazâilî, Abdülhüseyn-i Ferzîn, Bânû NûrîGîlânî sayılabilir.

Fars edebiyatında Hz. Peygamber’in mucizeleri ve başından geçen olaylar bir­çok telmihin ve mazmunun kaynağını oluşturmuştur. Hadislerin birçoğu Fars­ça’ya çevrilmiş veya şerhedilmiş ya da ba­zı şiirlerde anlamı pekiştirici unsur olarak kullanılmıştır. Ayrıca Kur’an’da Resûl-i Ekrem’den bahseden âyetlere ve onunla ilgili kutsi hadislere sıkça atıfta bulunul­muştur: Peygamber’in nur saçmasına ve feyiz bahşetmesine işaret eden ve ona mahsus olan çerağ. ümmî olması, Sevr mağarasında Ebû Bekir ile gizlenmesi, örümceğin mağaranın kapısını örmesi ve güvercinin oraya yumurta bırakması bu hikâyeden gar, yâr-ı gar, târ-ı ankebût, ke-bûter gibi telmihler Fars şiirinde çokça kullanılmıştır, keçi yavrusu ve timsah / kertenkelenin peygamberliğine şehâdet etmesi [717] müs-lümanların önce yenilip ardından zafer elde ettikleri Huneyn Gazvesi, ayın yarıl­ması [718] taşın konuşması ve kumun / çakıl taşının teşbih etmesi [719] mi’rac, Hannâ-ne sütununun ağlaması [720] cin gecesi Ferîdüddin Attâr, beyit 3021, Hz. Ali’nin namazını kılması için güneşi geri döndürmesi [721] yahudile-rin taşla Peygamber’in dişini kırmaları [722] siyah saçla­rını taraması ve iki tarafa ayırması [723] sırtında bulunan nübüvvet mührü [724] gibi.

Bibliyografya :

Enverî, Dîuân (nşr. M.Taki Müderris-i Razavî). Tahran 1364, s. 474; Hâkânî-i Şirvânî, Dîvân (nşr. Ziyâeddîn-i Seccâdî), Tahran, ts., s. 9, 239, 247, 311; Ferîdüddin Attâr, Manüku’t-tayr (nşr. M. Rızâ Şefîî Kedkenî], Tahran 1383, beyit 302, 304, 306, 332, 370, 1509; Mevlânâ, Mes­nevi (nşr. R. A. Nichoİson), |baskı yeri ve tarihi yok[ 1, beyit 2113-2119, 2154-2160; III, beyit 1017; Sa’dî-i Şîrâzî, Külliyyât-ı Sa’dî (nşr. M. Ali Fürûgi], Tahran 1367, s. 702; Seyyid Ziyâed­dîn-i Dehşîrî, Nact-i rjazret-i Resûl-i Ekrem der Şicr4 Fars’ı, |baskı yeri yok|, 1348; Münzevî, Fih­rist, VI, tür.yer.; Storey. Persİan Literatüre, 1/1, s. 172-207; Zebîhullâh-ı Safa. Hamâse-serâyî der Iran, Tahran 1363, tür.yer.; Mansûr Rest-gâr-ı Fesâî, Envâ’-ı Şi’r-i Fârsî, Şlraz 1373, s. 428-476; Sîrûs-i Şemîsâ, Ferheng-i Telmîfıât, Tahran 1378, s. 106-107, 232, 344, 364, 433, 465, 507, 514, 516-517, 520-536, 547; Ahmed Atımedî-yi Bîrcendî, Medâyih-i Muhammedi der Şi’r-i Fârsî, Meşhed 1379; Berzger Vehhâbî, “Muhammed”, Dânişnâme-i Edeb-İ Fars’ı der Âsyâ-yı Merkezî (nşr. Hasan Enûşe], Tahran 1375/1995, s. 776-780; M. Ca’fer-l Mahcûb, Sebk-i Horâsânî der Şİcr-İ Fârsî, Tahran, ts., s. 425-430, 602-603, 617, 651-653; Mehveş Sa-fâyî, “Sîre ve Sîrenivîsî”, DM7; IX, 480-483.


D) Türk Edebiyatı.

Hz. Peygamber’-le ilgili çeşitli bilgiler, Türkler’in müslü-man olmasından itibaren ortaya koyduk­ları edebiyat eserlerinde büyük bir zen­ginlikle yer almıştır. Bunda Kur’an’ın, ha­dislerin ve peygamber kıssalarının başın­dan beri Türk edebiyatının muhtevasını belirleyen kaynakları arasında bulunma­sının yanında Türkler’in Müslümanlığı sa­mimiyetle benimsemelerinin de payı var­dır. Ayrıca millî unsurlarla örtüşen İslâm kültürünün Türk kültürü ve yaşayışı üzerindeki kuvvetli etkisiyle bu iki kültürün zamanla birbirinden ayırt edilemeyecek şekilde kaynaşması da rol oynamıştır. Bu kaynaşmanın kökleri Satuk Buğra Han destanına [725] kadar inmektedir. Destan, Hz. Peygam-ber’in mi’racda Satuk Buğra Han’ın ru­huyla karşılaşıp dünyaya dönmesinin ar­dından, üç asır sonra gelecek ve Müslü­manlığı Orta Asya’da yayacak olan bu yi­ğide dua edişinin tasviriyle başlar ve sa-hâbîlerin bu zatı görmek istemeleri üze­rine Satuk Buğra Han’ın kırk atlısıyla hu­zurda görünmesinin an atılmasıyla geli­şir. Böylece Resûlullah’ın mi’racı sözlü edebiyatın en eski ürünlerinden birine girmiş olmaktadır. Bu ve benzeri efsane­ler daha sonra “seçkin ümmet: Türkler” kavramının teşekkülünü etkilemiştir.

Türk edebiyatının kitap halindeki en eski eserlerinden olan Kutadgu Büig’öe bir na’t-ı peygamberi yer almış, Atebe-tü’}-hakâyık’ta ise kırk hadis türünü te-mellendirecek surette hadis tercümeleri edebiyata girmiştir. Bu ilk dönemdeki di­ğer bir eser, Ahmed Yesevî’nin Hz. Peygamber’e dair unsurların zenginliğiyle dikkat çeken Dîvân-ı Hikmetedir. Ah­med Yesevî. hikmetleriyle geniş halk kit­lelerini etkileyerek Türk toplumunda pey­gamber sevgisinin temellerini atmıştır. Yesevî’nin Anadolu’daki takipçisi Yûnus Emre, Resûl-i Ekrem’le ilgili değerleri, oluşum halinde bulunan Anadolu Türk şii­rine aktarmakla kalmamış, daha da geliş­tirip zenginleştirerek Türk tasavvuf edebi­yatına ciddi biçimde tesir etmiştir. Onun, “Canım kurban olsun senin yoluna / Adı güzel kendi güzel Muhammed” matla’lı şiiri, Türk dilinin en lirik İfadeleriyle pey­gamber sevgisini ortaya koyan manzu­melerinden biridir. Yine Anadolu Türk edebiyatının ilk temsilcilerinden Şeyyad Hamza’nın, “Senin aşkın kamu derde de­vadır yâ Resûlellah / Senin katında hacet­ler revadır yâ Resûlellah” beytiyle başla­yan na’tı mevlid törenlerinde de okunan diğer bir örnektir.

Osmanlı coğrafyasında Türk- İslâm ede­biyatı adı altında Hz. Peygamber ağırlıklı bir edebiyat ortaya konulmuştur. Kur-‘an’da Resûl-i Ekrem’e dair âyetlerin ik­tibas ve telmih yoluyla intikal ettiği ede­bî eserlerde Resûlullah’m isim ve sıfatla­rı, fizikî, ruhî ve ahlâkî vasıflan, aile haya­tı, mucizeleri vb. konularda verilen bilgi­ler Türk edebiyatının bu hususta ne kadar zengin olduğunu göstermektedir. Na’t-larda yer alan Resûl-i Ekrem’le ilgili âyet­lerin sayısı bir tesbite göre yetmiş beş ise de [726] diğer edebî me­tinler göz önüne alındığında bu sayının birkaç misli artacağı muhakkaktır. Ha­disler de edebî metinlere girerek değişik mazmun ve remizlerde kullanılmıştır. Bunların na’tlarda en çok kullanılanları­nın yirmi beş civarında olduğu belirtil­mektedir; ancak [727] Öbür türlere ait metinlerde yer alan hadislerin sayısı çok daha fazladır. Hz. Peygamber etrafında gelişmiş edebiyat türleri yanın­da kısas-ı enbiyâlarda kendisi hakkında yazılmış geniş bölümler bulunmaktadır. Resûl-i Ekrem’le ilgili kaside ve gazeller de zengin bir alan teşkil eder. Ayrıca Hz. Peygamber’in ayak bastığı yerler hakkın­da Ahmed Fakih’in Kitâbü Evsâfı mesâ-cidi’ş-şerîfe’sinden itibaren geniş bir li­teratür oluşmuştur.

Resûlullah’a dair edebî eserlerle çeşitli şiirler kaleme alınmıştır. Bunların arasın­da tevhid, münâcât, ramazâniyye, bayra-miyye (ıydiyye), mersiye, maktel, muhar-remiyye, menâkıbnâme. velâyetnâme, menâsik-i hac, deve, güvercin, geyik hi­kâyeleri, pendnâme, nasihatnâme, fütüv-vetnâme, tâcnâme, devriyye ve nutuklar sayılabilir. Ahmed Bîcan’ın Envârü’l-âşı-kîn’in ikinci kısmında olduğu gibi dinî-tasavvufî eserlerin bazı bölümlerinde Hz. Peygamber’e dair konulara yer verilmiş­tir. Ayrıca din dışı kitaplarda aşk, âşık-mâşuk ilişkisi gibi hususlar işlenirken sev­gilinin güzelliğine ait vasıfların pek çoğu ideal Ölçüleri itibariyle Resûlullah’ın şah­sında toplandığından onunla beraber ele alınarak teşbih, tevriye, tenasüp gibi ede­bî sanatlar içinde değişik mazmunlarla anlatılmıştır. Eski Türk edebiyatında Hz. Peygamberle ilgili çeşitli olaylar, mekân­lar, Ehl-i beyt’i ve ashabı birer remiz ve mazmun halinde beyitlere girmiştir. Re­sûl-i Ekrem’in özel İsimleri yanında gül, bülbül, âyîne, servi, nihai, şems, kamer, mâh, çerağ, nur, kimya, muallim, imam, fahr-i kâinat, ekmel-i âdem, şefî-i üm­met, suitân-ı kevneyn gibi kelime ve ter­kipler de remiz veya mazmun şeklinde kullanılmıştır. Çeşitli şairlerin divanları üzerinde yapılmış incelemelerde yer alan zengin malzeme bu konuda bir fikir ver­mektedir.[728]

Gül Hz. Peygamber’i ifade etmekte en çok rağbet edilen çiçek olmuştur. Resûl-i Ekrem’in yüzü, yüzünün ve teninin rengi, kokusu, peygamberler arasındaki yeri ve değerinin gonca, gül-i ra’nâ, gül-cemâl, gül-gûn, gül-i hoş-bûy. gül-i güi-zâr-ı nü-büvvet gibi tabirlerle ifade edilmiştir. Fu-zûlî’nin “Gül” redifli kasidesi bu anlayışın en güzel örneğidir. Dinî-tasavvufî eser­lerde ele alınan aşk, aşk-ı Muhammedî, akl-ı evvel, nûr-ı evvel, nûr-ı Muhammedî, hakîkat-i Muhammediyye, sırr-ı Muham­medî, cevher-i Muhammedî, taayyün-i evvel, velâyet-i mutlaka, levh-i mahfuz, rûh-ı a’zam vb. kavramlar pek çok örnek­te yer almıştır.[729]

Türk edebiyatında Hz. Peygamber’le doğrudan ilgili belli başlı türler şunlardır:

1. Na’t. Özellikle kaside tarzında yazılan ve divanlarda tevhid ve münâcâttan son­ra gelen şiirler olup hemen her şair çok defa birden fazla na’t kaleme almıştır. Si­nan Paşa’nın Tazarru”nâme’sindeki gibi bazı mensur örneklerin dışında dinî ve ta-savvufî olmak üzere iki grupta toplana­bilecek bu manzumeler Türk edebiyatın­da bir kişi hakkında yazılmış en zengin türü teşkil eder. [730]

2. Siyer. Re-sûl-i Ekrem’in hayatını kronolojik olarak anlatan manzum veya mensur eserlerdir. Türkçe’deki en eski örnekleri daha çok tercümeye dayanan bu teliflerin ilki, Darîr’in 790’da (1388) Ebü’l-Hasan el-Bekrî el-Kasasî’nin kitabından hareketle yazdığı Sîretü’n-nebıdir. Türkçe siyer ve mev-lid literatürü üzerinde derin izler bırakan bu eserden sonra birçok telif-tercüme kitap kaleme alınmıştır. Nİyâzî, Lâmiî Çe­lebi, Bakî, Karaçelebizâde Abdülaziz, Ab-dülbâki Arif Efendi, Veysî, Nâbî, Nev’îzâ-de Atâî, Altıparmak Mehmed Efendi ve Eyüp Sabri Paşa bu hususta en tanınmış kişilerdir. Peygamber sevgisini ön planda tutmaları, manzum olmaları ve değişik meclislerde okunmaları dolayısıyla mev-lidlere yakın özellikler gösteren manzum siyerler “siyer mevlid” adıyla tanınmıştır; Hafı’nin Zâdü’i-meâd’ı ile Yazıcıoğlu Mehmed’in Muhammediyy e’s’m’ı bu gruba dahil etmek mümkündür.

3. Mev­lid. Süleyman Çelebi’nin812’de( 1409) ka­leme aldığı Vesîletü’n-necâVtan itiba­ren yazılan mevlidler Türk edebiyatının Hz. Peygamber’le ilgili en zengin türle­rinden birini oluşturur. Resûl-i Ekrem’in doğumu, mi’racı ve bazı ahlâkî özellikle­rinin anlatıldığı bu manzumelerin bir kıs­mı bestelenmiş olup dinî toplantılarda okunmaktadır. [731]

4. Mu’cizâ-tü’n-nebî. Hz. Muhammed’in doğumun­dan itibaren müşahede edilen olağan üs­tü hallerle mucizelerinin anlatıldığı man­zum veya mensur eserlerdir. Edirneli Ab-durrahman Ubeydî’nin £vsâf ve Mu’ci-zatı NebTsl bu türün en tanınmış örne­ğidir.[732] Bostanzâde ve Taşlı-calı Yahya’nın Güî-i Sad-berk adlı eser­lerinde 100 mucize ele alınmaktadır. Bun­ların manzumları lirik, mucizeleri kelâm noktasından ele alan mensurları ise di­daktik ağırlıktadır.

5. Esmâü’n-nebî. Hz. Peygamber’in Kur’an’da, diğer mukaddes kitaplarda ve hadislerde geçen isimleri­nin yanında ashabının onun için kullandı­ğı, dinî ve edebî eserlerde onu vasfetmek için zikredilmiş isim ve sıfatlarından der­lenmiş, doksan dokuzdan 2000’e kadar varan isimlerini açıklayan manzumelerle konuyu hadis veya kelâm açısından ince­leyen mensur eserlerdir. Abdullah Salâhî Uşşâki’nin, “Gül-i Sad-berg-i Evrâd Berâ-yı Tuhfe-i Ubbâd” adıyla bir bölümünü es-mâ-i nebîye ayırdığı eseri türün tanınmış örneğidir.[733] Hasib Efendi’nin Delâiü’hayrat’tan faydalanarak yazdığı Dür-retü’1-esmâ [734] 1000 beyit kadardır. Ayrıca mu­ammaların bir kısmı da Hz. Peygamber’in isimleri üzerine düzenlenmiştir. Abdül-mü’min Efendi’nin Muammeyât iî es-mâi’n-nebîaleyhi’s-selâm adlı eseri [735] buna örnek gösterilebilir. Hafız İbrahim buna Şerhu esmâi’n-nebî adıyla bir şerh yazmıştır. [736]

6. Evsâfü’n-nebî. Resûl-i Ekrem’in çeşitli özelliklerini anlatan bu kitaplara, Afîfüd-din Saîd b. Muhammed b. Mes’ûd el-Kâ-zerûnî’nin eî-Müntekâ iî evşâfi’n-ne-biyyil-Muştafâ’sı gibi [737] Arapça eserler kaynaklık etmiştir. Ebû Ahmed Ubeydul-lah b. Abdullah b. Tâhir el-Huzâî’ye nisbet edilen Risale iî evsâfi’n-nebî ve mu’ci-zâtihî adlı manzum eserde görüldüğü gi­bi [738] bunların bazıları mu’cizât-ı nebîlerle birlikte ele alınmıştır.

7. Şemail. Hz. Pey­gamber’in maddî ve manevî özelliklerini anlatan Arapça rivayetlerin toplandığı Tir-mizî’nin eş-Şemâ ilü’n-nebeviyye ve’l-haşû 5işü ‘J-M uşta/a viyye’sinin tercüme­siyle şerhine dayanan ve daha çok men­sur olarak kaleme alınan bu türün Türk edebiyatında bilinen en eski örneği Hoca Sâdeddin Efendi’ye nisbet edilen Risâle-tü’ş-şemdiiiyye’dir. Tirmizî’nin eseri, Ha­san Hüsâmeddin Nakşibendî tarafından Hazret-i Muhammed’in Şemâiî-i Şerî-îesi adıyla Türkçe’ye çevrilmiştir. [739]

8. Hilye. Başlangıçta şemaillerin içinde bir bölüm iken sonraları Resûl-i Ek­rem’in sadece fizikî özelliklerini aktaran rivayetlerin daha çok manzum olarak ya­pılmış tercümesidir. Bu eserler, ilk defa XVI. yüzyılda Hâkânî Mehmed Bey tara­fından ortaya konulduktan sonra müsta­kil bir tür olarak gelişmiştir.

9. Mi’râcîyye. Mi’racın çoğunlukla kaside ve mesnevi şeklindeki metinlerde ele alındığı bu zen­gin tür, XV. yüzyıldan itibaren mi’rac kan­dillerinde okunmak üzere yazılıp beste­lenmiş örneklerle daha da zenginleşmiş­tir.[740] 10. Regâibiyye. Re-gaib kandili dolayısıyla kaleme alınan ka­side ve mesnevilerdir. Receb ayının ilk cu­ma gecesinin Hz. Muhammed’in ana rah­mine düştüğü gece olduğuna inanıldığı için bu şiirler Hz. Peygamber, annesi

Amine ve babası Abdullah’la ilgiliyse de daha çok Resûlul!ah”ın faziletleri, yetim ve öksüz oluşu gibi konular ele alınmış­tır. Türk edebiyatında az rastlanan bu tü­rün ilk örneği Salâhî Efendi’nin kaleme aldığı, La’lîzâde tarafından bestelenmiş, Matlau’1-fecr adıyla da anılan 213 beyitlik Risâîe-i Regâibiyye’sıdir.[741]

11. Gazavatnâme. Ünlü kumandanlarla efsanevî kahraman­ların savaşlarını anlatan eserlerin genel adı olmakla birlikte Hz. Peygamber’in gazvelerinin anlatıldığı manzum veya mensur eserler de bu ismi taşımaktadır. Türk edebiyatında bilinen ilk örnek Dur­sun Fakih’e nisbet edilen 640 beyitlik Ga-zavaînâme adlı mesnevidir.[742] Ahmed Refik’in (Altınay) Gazavât-ı Ce-lîle-i Peygambens de [743] tanınmış bir örnektir. Bunların bir kısmı, Dursun Fakih’in telif ettiği Gazavatnâ-me’nin diğerlerinden biraz farklı bir nüs­hasında Dolduğu gibi Gazavât-ı Kıssa-i Mukaffa’ şeklinde ga­zanın adıyla anılır.

12. Hicretnâme. Hz Pey­gamber’in hicretine dair mesnevilerle di­ğer şiirlerden oluşur. Bu alanda bilinen en eski mesnevi Nahîfî’nin 788 beyitlik hic-retnâmesidir. Konu siyer, mevlid ve mi’râ-ciyye gibi eserlerin içinde de ele alınmıştır. Tasavvufi kitaplarda Resûlullah ile Hz. Ebû Bekir’in yol arkadaşlığı ele alınıp maddî hicrete manevî hicret eklenerek yeni bir tasavvufi kavram ortaya konulmuştur. Bu konuda Nesîmî, Bursalı İsmail Hakkı, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Leskofçalı Ga-lib gibi şairlerin eserlerinde pek çok ör­nek vardır. [744]

13. Şefaatnâme. Resûl-i Ekrem’in şefaatini ta­lep etmek için yazılan manzumelerdir. XIV. yüzyıl şairlerinden Ömeroğlu’na ait 125 beyitlik Şefoatnâme [745] bilinen tek müstakil örnektir. Ayrıca Hz. Peygam-ber’e dair manzum eserlerin çeşitli yer­lerinde konuya temas edildiği görülür. Bazıları ilâhi ve tevşîh olarak bestelenen bu manzumelere Zekâî Dede’nin suzinak makamındaki, “Yâ Resûlellah şefaat eyle Allah aşkına” ve. “Yâ Habîbellah meded eyle mürüvvet kânısın” mısralarıyla başla­yan ilâhileri örnek gösterilebilir.

14. Fazi-letnâme. Resûl-i Ekrem’in faziletlerini ve diğer peygamberlerden üstün oluşunu anlatan eserlerdir. Hadis literatüründe “hasâis” bahsinin “fezâilü’n-nebî” koluna giren Türkçe eserler de bu adı taşımakta­dır. Bu türe Kemalpaşazâde i!e Âbirî’nin Efdaîiyyetü nebiyyinâ ala sâiri’1-enbiyâ başlıklı risaleleri [746] örnek verilebilir

15. Kırk Hadis. Bu türün İlk örnekleri Arapça’dan tercüme yoluyla mensur olarak Fars edebiyatında ortaya çıkmış, daha sonra bunlar nazma çekil­miştir. İlk Türkçe örnek olan Nehcü’1-fe-râdîsten itibaren bu tarzda eser verilme­si rağbet bulunca Ali Şîr Nevâfden Fuzûlî, Nâbî ve Âlî Efendi’ye kadar birçok Türk şairi tarafından değişik konularda kırkar hadis derlenerek Türkçe’ye çevrilmiştir. Çoğunlukla kıta şeklinde düzenlenen bu çeviriler zamanla bir mecmua çeşidi ha­line gelmiştir  Bazı mü­ellifler 100 veya 101 hadis derlemeleri de yapmıştır. Bu konuda “gül-i sad-berk” de­nilen eserler yanında Latîfînin Sübha-tü’l-uşşâk’ gibi farklı adlar taşıyan örnek­ler de yazılmıştır.[747] Ayrıca 1000yahut 1001 hadis ça­lışmaları da vardır. Bu türdeki eserlerin manzum olanına Vecîhî Paşazade Ke­mal’in Bin Hadis’ı [748] men­sur olanına ise Mehmed Arif Bey’in Bin Bir Hadis’l [749] örnek gösteri­lebilir.

Bibliyografya :

Dîuân-ı lugâü’t-Türk Tercümesi,, 3-4; Yusuf Has Hâcib. Kutadgu Bilig !: Metin (nşr. Reşİd Rahmeti Arat], Ankara 1979, s. 20-22; Edib Ah­med Yüknekî, Atebetü’i-hakâyık (nşr. Reşid Rahmeti Arat], İstanbul 1951, s. 42-43; Yazıcıoğ-lu Mehmed, Muhammediye (nşr. Âmil Çeiebioğ-luj, İstanbul 1996, II, 4-6; Ali Nİhad Tarlan. Şey-hîDiuantnı Tetkik, İstanbul 1964, tür.yer.; Meh­med Çavuşoğİu, NecâÜ Bey Dîuânı’nm Tahlili, İstanbul 1971, s. 37-38; Nihad Sami Banarlı, Re­sim/; Türk Edebiyatı Târihi, İstanbul 1971, I, 236, 251-252; Harun Tolasa. Ahmed Paşa’nın Şiir Dünyası, Ankara 1973, s. 30-32; Âmil Çele-bioğlu. “Türk Edebiyatında Manzum Dînî Eser­ler”, Şükrü Elçin Armağanı, Ankara 1983, s. 158-161; a.mlf.. Türk Edebiyatında Mesneui, İstanbul 1999, s. 43-44, 80, 379; a.mlf., “Sü­leyman Nahîfî’nin Hicretü’n-Nebî Adlı Mesne­visi”, MÜTAD, sy. 2 (1987), s. 53-87; M. Nejat Sefercioğlu, îlev’İ Dîvânı’nın Tahlili, Ankara 1990, s. 28-29; Ömer Demirbağ. Diuân Şiirinde Hz. Muhammed (yüksek lisans tezi, 1991), Yü­züncü Yıl üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi; a.mif., “Hz. Peygamber’in Divan Şürİndeki Ye­ri”, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fa­kültesi Sosyal Bilimler Dergisi, III/3, Van 1992, s. 69-77; Bekir Oğuzbaşaran, Tanzimattan Gü­nümüze Türk Şiirinde Hz. Muhammed (yük­sek lisans tezi, 1992], Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi; Necla Pekolcay, Meulid, Ankara 1993, s. 25-43; Emine Yenİterzi, Dîuan Şiirinde Ha’% Ankara 1993, s. 15-54, 140-203, ayrıca bk. tür.yer.; Mustafa Uzun, Mehmed Fev-zi Efendi ve Dini Mesnevileri, İstanbul 1996, s. 34-36,109-120; Vedat Ali Tok, Türk Şiirinde Hz. Muhammed (S.A.V.), Kayseri 1997; Ali Yardım, “Şemail Nev’İnîn Doğuşu ve Tlrmizİ’nin Kitâ-bü’ş-ŞemâHT. DÖİFD, I (1983). s. 349; Meh­met Akkuş, Abdullah Salâhaddin-i üşşakt (Sa-lâhijnin Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1998, s. 149-154,167-170; a.mlf.. “Edebiyatımızda Re-gâibiyye ve Salâhî’nin Matla’u’l-Fecr’i”, AÜİFD, XXXII (1992], s. 129-153; Selçuk Erciydin. “Ha-kîkat-ı Muhammedİyye ve İlgili Beyitler”, Di­yanet Dergisi, XXV/4, Ankara 1989, s. 131-143; “Muhammed”, TDEA,V, 416-419; Hasan Aksoy. “Dursun Fakih”, DİA, X, 7-8; İ. Çetin Derdiyok. “Gül-i Sad-berk”, a.e., XIV, 226; Meh­met Demirci, “Hakîkat-i Muhammedİyye”, a.e., XV, 179-


E) Urdu Edebiyatı.

Hint alt kıtasında Gazneliler devrindeki fetih hareketleri­nin ardından oluşmaya başlayan Urdu dili daha teşekkül aşamasında İslâmî unsur­ları yoğun biçimde bünyesine almıştır. Özellikle mutasavvıfların İslâmiyet’i yay­mak amacıyla halkın üzerinde etkisi bu­lunan şiiri tebliğ faaliyetlerinde kullanma­ları Urdu edebiyatının ilk örneklerinden başlayarak dinî konuların yanında söz, davranış ve şahsiyetiyle Hz. Muhammed’i bu edebiyatın ayrılmaz bir parçası haline getirmiştir. Resûl-i Ekrem’in üstün vasıf­larının övüldüğü na’tın Urdu edebiyatın­da da ağırlıklı bir yeri vardır. Allah’ın Kur-‘an’da adını yücelttiği, müminler için şe­faat yetkisine sahip, dünya ve âhirette rehberliğine ihtiyaç duyulan bu büyük in­sana olan inanç, ürünlerini yeni vermeye başlayan Urdu edebiyatında na’tın diğer konulardan önce şiirde yer almasına ze­min hazırlamıştır.

Bazı araştırmacılar tarafından Urdu­ca’nın ilk örneklerinden kabul edilen Gî-sûdırâz’ın (ö. 825/1422) kaleme aldığı şiir parçalan, Urdu şiirinde Hz. Peygamber’e sevgi ve bağlılığın bu dilin erken dönem­lerinde başladığını göstermesi bakımın­dan önemlidir. Yine Urduca’nın erken de­vir eserlerinden Fahreddin Nizâmî’nin Ka­dem Rao Padam Rao adlı mesnevisinde hamdeleden sonra Hz. Muhammed’in öv­güsüne yer verilmiştir.[750] IX (XV) ve X. (XVI.) yüzyıl­larda Burhâneddin Kutb-iÂlem, Şeyh Sadreddin, Şah Mîrâncî Şemsülmeâlî, Şeyh Bahâeddin Bacın, Kebîr, Şah Bur­hâneddin Canım, Hûb Muhammed Çiştî gibi mutasavvıf şairlerin de Resûl-i Ek­rem’e muhabbetlerini dile getirdikleri na’tları bulunmaktadır.

Kutubşâhî Devleti’nin kurucusu Zillul-lah mahlaslı Sultan Kulı Kutubşah ile ha­leflerinden olup Urdu edebiyatının ilk di­van sahibi şairi kabul edilen Muhammed Kulı Kutubşah Resûlullah’ın methine yer vermişlerdir. Muhammed Kutubşah gazellerinin makta’ beyitlerinin çoğunu na’t şeklinde kaleme almıştır. Ayrıca külliya­tında bu muhtevada gazeller, manzume­ler, rubâîler yanında müstakil bir na’tıyye mesnevisi de yer almaktadır. Abdullah Kutubşah’ın gazellerinde de övgü beyit­leri bulunmaktadır. Bu dönemde Nûrnâ-me, Mevlûdnâme, Mfrâcnâme, Vefât-nâme gibi mesnevilerle manzum sîret yazıcılığı da gelişmiş ve Molla Vechî, Gav-vâsî, Tabîî, Emîn Gucerâtî, San’atî gibi şairler na’t yazmışlardır. Molla Vechî’nin 1018’de kaleme aldığı Meşnevî-i Kutb-i Müşteri’nin dil ve muhteva bakı­mından Nizâmî’nin mesnevisini geride bıraktığı söylenir.[751] Âdilşâ-hîler’den Muhammed Âdilşah zamanın­da şair Mevlânâ Nusretî 130 beyitlik bir Micracnâme kaleme almıştır. Bu dönem­de yeni yeni ortaya çıkan mürettep divan­larda yer alan Hz. Peygamber’e övgüler dışında onun hayatından kesitlerin akta­rıldığı müstakil eserler de meydana geti­rilmiştir. XII. (XVIII.) yüzyılda yaşamış, Urduca’nın büyük şairlerinden Velî Dekke-nînin gazel, kaside, rubâî, müseddes ve müstezat tarzındaki na’tları, ayrıca çağ­daşı mutasavvıf şair Kâdî Mahmûd Bahrî ve Firakı” Bîcâpûri’nin de na’t ve menkıbe­ye dair şiirleri vardır.

Evrengzîb’in vefatının ardından Bâbür-lü saltanatının çöküş dönemine girme­siyle başlayan karışıklıklar edebiyatta bir karamsarlık havasının hâkim olmasına yol açmış, bu durum şiirlere Allah’a ve Hz. Muhammed’e münâcâta yöneliş şeklinde yansımıştır. Devrin mutasavvıf şairlerin­den Cânî ile Şeyh Fâzıl Batâlevî’nin na’t-ları bu açıdan dikkate değerdir. Sevdâ-yı Dihlevî’nin na’t kasideleri dil ve sanat açı­sından türünün seçkin örnekleri kabul edilir. Hâce Mîr Derd ve Mîr Muhammed Taki de şiirlerinde Hz. Peygamber’in met­hine yer vermiştir. Ancak mutasavvıf şair­lerin saray çevresine ve zenginlerin mec­lislerine girmesiyle şiirdeki dinî motifler azalmaya başlamış, aşk ve romantik ko­nular şiire hâkim olmuştur. Leknev’de Şiî mezhebinin yaygınlığı, ayrıca eğlence ve sefahat düşkünlüğü şairleri dinî konular­la Hz. Muhammed’i methetmekten alı­koymuştur. Bu arada şairler na’tlara yer vermişlerse de ardından Hz. Ali’yi öne çı­karan beyitler yazmışlar veya Şîa imam­ları İçin methiyeler kaleme almışlardır. Bunun yanında Nevâziş Ali Şeyda ile Mu­hammed Bakır Agâh manzum siyer yazı­cılığının Önemli temsilcileri olmuştur. Böy­lece XIII. (XIX.) yüzyılın ortalarına kadar Resûl-i Ekrem’in na’tına önem veren fazla şair çıkmamıştır. Bu dönemden itiba­ren Mîr Muhammed Taki bir müseddes. İsmail Şehîd Silk-i Nûr, Keramet Ali Şe-hîdî Kaşîde-i Garrâ, Mü’min Kaşîde-i Zemzeme-sencî-yi Tab1, Meşnevî-yi nâ-Tamâm, Mesnevi be Mazmûn-ı Ci-hâd ve Tazmin ber NaH-i Kuddûsî gibi dikkate değer şiirler yazmışlardır. Gâlib Mirza Esedullah’ın da na’t türü gazelleri vardır. Lutf Ali Han Lutf gibi bazı şairler ise hayatlarını tamamen na’t yazmaya vakfetmiş, 1840’ta Şehîdî Birelvî, Me­dine’de Ravza-i Mutahhara’nın önünde onun şiirini okurken ölmüştür.

İngiliz sömürgeciliğine karşı 1857’de gerçekleştirilen ayaklanma sonrasında Urdu şiirinde na’t yeni bir boyut kazan­mıştır. Hint müslümanları arasında fikrî değişim hızlanmış, yeni bir ihsas tarzı ve toplumsal bilinç na’ta ayrı bir ses getir­miştir. Bu dönem şairleri arasında Hâlî, Zafer Ali Han ve Muhammed İkbal gibi isimler önde yer almaktadır. Bunlar Re-sûlullah’a bağlılığı teşvik etmek, peygam­ber aşkını canlandırarak olumlu bir güce dönüştürmek, onun üstün özellikleri ve öğretilerinden hareketle hayatın yüce de­ğerlerine dikkat çekmek, İslâmî esasları yayarak bâtıla karşı mücadele etmek. Hz. Peygamber’in söz ve hareketleri ışığında nefis muhasebesini özendirmek, kâina­tın ve yaratıcısının tanınmasında Resûl-i Ekrem’in rehberliğine olan İhtiyacı dile getirmek yönünde çaba göstermişlerdir.

1857 ayaklanmasında İngilizler tarafın­dan idam edilen ve bütün şiirlerini na’t ve menkıbeye hasreden Muhammed Kifa­yet Ali Kâfî’nin manzumeleriyle Gulâm İmam Şehîd İlâhâbâdî’nin Mevlûd-i Şe-rîf-i Bahâriyye’sı peygamber aşkını en iyi yansıtan eserlerdendir. Hafız Lutf Bi­relvî de na’tı gazel türüyle sınırlandırmış ve gazel içerisinde na’ta yeni bir tarz ka­tarak bu türü en üst noktaya ulaştırmış­tır. Müftî Gulâm Server Lâhûrî ile Mehâ-mid-i Muhammedi Tauşîfât-ı Muslafauî adlı bir na’t divanı bulunan Gulâm Mus­tafa Işki na’thanlar arasında çok rağbet görmüştür. Böylece na’t Emîr Mînâyî ve Muhsin Kâkûrevî dönemine kadar geli­şim sürecini tamamlamıştır. Emîr Mînâyî. Hz. Peygamber’e olan sevgisini Mefrâ-mid-i Hûtemü’n-nebiyyîn, Meşnevî-yi Nûr u Tecellî-i Ebr-i Kerem, Şubh-i Ezel, Şâm-i Ebed, Leyletü’I-kadr ve Şâh-i Enbiyâ3 gibi eserlerinde ortaya koymuştur. Hâlî, İslâm’ın yayılışını ve ar­dından gerilemesiyle müslümanların içi­ne düştüğü sıkıntıları anlattığı Müsed-des-i Medd ü Cezr-i İslâm Müseddes-i Hâlî adlı eserinde nebîler arasında “rah-mef’İn kendisine lakap olarak verildiği Hz. Muhammed’in rehberliğiyle Hint müs-lümanlanna yol göstermeye çalışmıştır.

Sîretü’n-nebîadlı hacimli bir eseri bu­lunan Şiblî Nu’mânî, Hz. Peygamber’in hayatının bazı kesitlerini sade bir üslûp­la nazmetmiş, Asr-ı saadet günlerinden manzaraları şiirine aktarmıştır. Mevlânâ Zafer Ali Han na’tlarında müslümanların çektiği sıkıntıları kendi şiir gücüyle bir­leştirip Resûl-i Ekrem’in hayatının amelî yönlerine ağırlık vererek onu sevenlerin gönüllerinde cesaret ve fedakârlık duygu­larını uyandırmaya çalışmıştır. Muham­med İkbal’in Hz. Muhammed’e bakış açısı diğer şairlerden biraz daha farklıdır. İk­bal, Resûlullah’a duyduğu sevgi yanında yaşadığı dönemde İslâm dünyasının içine düştüğü siyasî ve fikrî buhranlarla çare­sizliği onun manevî huzurunda ifade et­miş, bu sıkıntıları dile getirirken sebeple­rini ve çözüm yollarını sorgulayarak Re­sûl-i Ekrem’in rehberliğini istemiş, ba-zan da fikirlerini müminlerin sevinçleri­ne ortak olduğunu düşündüğü Resûlul­lah’a aktarmıştır. Şâd Azîmâbâdî, Mîlâd-nâme ve Zuhûr-i Rahmet adlı eserlerin­de Hz. Peygamber’in doğumunu, pey­gamberliğinin şanını, İslâmî Öğretileri ve peygamberin ahlâkını anlatır. Resûlul-lah’ın hayatına ve şahsiyetine ayrı bir yer veren Ahmed Rızâ Han Birelvî na’t saha­sında ayrı bir ekol oluşturmuş, akıcı bir üslûpla inancının gücünü şiirlerine yan­sıtmış ve sonrakilere örnek olmuştur. Ha­san Rızâ Han Birelvî, Bîdem Vârisî, Mirza Muhammed Azîz, Dilû Râm Kevserî, Ma-haraca Kişan Parşâd. Nefis Halîlî. Mevlâ­nâ Muhammed Ali Cevher, İkbal Süheyl gibi birçok isim şiirlerinde Hz. Peygamber sevgisine yer vermiştir.

Pakistan’ın kurulmasıyla birlikte yeni devletin dinle olan bağlarını güçlendir­mek amacıyla dinî değerlere verilen ağır­lık, bu değerleri çöküşe uğrattığı düşünü­len pozitivizme ve ilhâda karşı mücadele için Hz. Muhammed’e yönelme ve haya­tından kesitlerle insanlara yol gösterme. zor hayat şartlarında onun temsil ettiği yüce değerlere sığınma, sahip olduğu üs­tün vasıfları överek bu vesile ile şefaati­ne nail olma isteği na’t yazımına hız kazandırmış, na’tların muhtevası ve sanat­sal güzelliği daha da zenginleşmiştir. Ha­fız Câlenderî, Abdülazîz Hâlid, Ca’fer Tâhir, Esed Mültânî, Bibzâd Leknevî, Gulâm Resul Ezher, Hafız Tâib, İhsan Dâniş, Mah­şer Resul Nagarî, ÂsîZiyâyî, Kerem Hay-darî gibi şairler çeşitli nazım türlerinde na’t kaleme almışlardır. Urdu edebiyatında modern şiirin Öncüleri de serbest şiir türünde na’tlar yazmıştır. Raca Reşîd Mahmûd, Pakistan’da 1948-1992 yılları arasında 400 kadar na’tnâmenin kaleme alındığını bildirmiş ve bunların bir listesi­ni sunmuştur.[752]

Urdu edebiyatında na’t ve manzum sîretler yanında mensur sîretler de yazıl­mıştır. Urduca nesrin gelişmeye başlama­sıyla birlikte ortaya çıkan bu süreçte eser­ler tarihî ve dinî bilgileri de kapsamakta­dır. Hz. Muhammed’e duyulan sevginin yansıdığı diğer bir tür de hac seyahatna­meleridir. Bu tür kitaplarda özellikle Ha­remeyn’le ilgili gözlemler aktarılırken Re-sûl-i Ekrem’in hayatına dair bilgiler de ve­rilmektedir. Şevket Ali Şah’ın Pohonçey Terey Huzur, Hacı Bahadır Şah’ın Refîk-i Hac, Münşî Bereket Ali’nin Rehnümâ-i Hac, Şeyh Nûreddin’in Riyâzü’1-Hare-meyn, Muhammed Abdülvehhâb’ın Se-fernâme-i Sa’âdet, Abdülganî Ensârî’nin Mekkî Medenî kâ Sefer, Raca Muham­med Şerifin Âyîne-i Hicaz, Mümtaz Müftî’nİn Lebbeyk ve Nigâr Seccâd Za-hîr’in Deşt-i İmkân adlı eserleri bunlara örnek gösterilebilir.

Bibliyografya :

Keşşâf-ı Tenkidiiştıiâhât(baz. Ebü’I-i’câz Ha-fîzSıddîki), İslâmâbâd 1985, s. 200-201; Mah­mûd Birelvî. Muhtasar Tânh-i Edeb-i Clrdû, La­hor 1985, s. 265-271; Enver Sedîd, Urdu Edeb ki Muhtasar Târih, İslâmâbâd 1991, s. 268, 282, 286, 310-311,342,398-399,419-421, 544, 607-608; Hakîm M. Saîd, “Nact-i Re­sul ki Ehemmiyyet”, Seyyare Dâcist (Resul Number], Lahor 1992, II, 465-468; Şemîm Ah-med, “Nacc-gû=î aör Us kâ Fen”, a.e., II, 469-475; Efser Siddîki Amrohavî, “Urdû’ey Kadîm aor Nact-gû1”, a.e., II, 477-486; Refîuddin Hâ-şimî, ‘Allâme İkbâl aör M’tr-i Hicaz, Lahor 1994, s. 11-47; Şevket Ali Şah. Pohonçey Tere Huzur Sefernâme-i Hicaz, Lahor 2002, tür.yer.; Eltâf Hüseyin Hâlî, Mûseddes-i Hâli: Medd ü Cezr-i is­lâm (haz. Gulâm Hüseyin Zülfikar). Lahor 2003, s. 21-22; Nigâr Seccâd Zahîr, Deşt-i İmkân-Se-fernâme-i /Yecd ü Hicaz, Karaçi 2003, tür.yer.; Raca Reşîd Mahmûd. “Pakistan meyn Fenn-i NactTârîbuİttİkâ3″,Fifcrü/Yazar (Sîret Number), XXX/l-2. İslâmâbâd 1992, s. 117-135; İdare. Sîret”, UDMİ, XI, 505-509; Abdülcebbâr Han. “Hazret-I Muhammed (Kütüb-i Sîret-i Urdu)”, a.e., XIX, 305-306; Hafîz Tâib. “Na=t (Urdu)”, a.e., XXII, 403-409.           


F) Türk Hat Sanatı.

Hz. Peygamber, insan yaratılışında mevcut güzellik duy­gusunu İslâm terbiyesiyle şekillendirerek yazının sanat seviyesine yükselmesinde etkili olmuştur. Bu sebeple bütün hat üs­tatları yazıya aktardıkları dinî heyecanla-

rını Hz. Muhammed’in adı, şahsiyeti ve hadisleri etrafında göstermiş, birbirinden güzel kitap, levha ve kitabeler meydana getirmişlerdir.

İslâm medeniyetinin estetik değerle­rinden biri Resûl-i Ekrem’in, “Allah gü­zeldir, güzeli sever” ifadesidir.[753] Böylece Hz. Peygamber, müslümanlann her türlü çirkinlikten arın­mış bir ruh ve fikir güzelliğine sahip olmalarını, iç temizliğinin hayatın bütün safhalarına estetik davranışlar ve sanat hareketleri şeklinde yansımasını hedef­lemiştir. Sanat faaliyetlerini ve insan ru­hunda tabii bir eğilim olan sanat gücünü dinî hayatın daha içten, feyizli yaşanması bakımından teşvik etmiş, insanların uzun bir tecrübe sonucu ulaştığı bilgi ve sanat birikimine vahyin ışığında istikamet ver­miştir. Sanatla imanı birleştirerek ona ilâhî bir vasıf kazandıran Resûl-i Ekrem sanat adı altında toplumun düzenini bo­zucu, tevhidi ve ahlâkî değerleri yıkıcı ha­reketlere karşı çıkmıştır.

Hz. Peygamber’in sosyal gelişme ve yükselme için gerekliliğini önemle vur­guladığı konulardan biri yazı olmuştur. Yirmi iki harften ibaret Câhiliye devri Arap yazısı yirmi sekiz sesten oluşan di­lin kusursuz yazılması için yetersizdi.[754] Kısa sesli harfler, benzer harfleri birbirinden ayıran noktalama işa­retlerinin bulunmayışı okuma ve yazma­da güçlüklere ve hatalara sebep oluyor­du. Öyle anlaşılıyor ki Câhiliye devrinde ve hicretten sonra bir asırlık dönem içinde yazı hafızaya yardımcı durumdaydı.[755] Şekil, harf ve imlâ eksiklikleri­ne rağmen Resûl-i Ekrem yöre halkının bildiği bu yazıyı vahyin yazılması ve öğre­tilmesi için kullanmış, bir taraftan da harflerin belli kurallara uyularak okunaklı ve güzel yazılması, estetiği, noktalama ve harekeleme gibi konularda birtakım tav­siyelerde bulunmuştur. Nitekim, “Allah beni bir öğretmen olarak görevlendirmiş­tir [756] “Çocu­ğun anne ve babası üzerindeki üç hakkı güzel yazmayı, yüzme ve ok atmayı öğ­retmesi ve ona helâl rızık yedirmesidir [757] buyurması konuya ver­diği önemi göstermektedir.

Bütün işlerinde ince bir zevke ve este­tik anlayışa sahip olan Hz. Peygamber kâ­tibine, “Hokkaya lika koy, kalemi eğri kes, besmelenin bâ’sını dik yaz, sîn harfinin dişlerini, mîm’in gözünü açık, ism-i celâli güzel yazmaya gayret et, “rahmân’da ka­lemin mürekkebini yenile, nûn’un çana­ğını uzat, ‘rahîm’i de güzel yaz” diyerek [758] besmelenin göze hoş gelecek biçimde yazılmasını tavsiye eder­ken estetik değerleri ortaya koymuş, böy­lece yazının sanat seviyesine yükselme­sini hedef olarak göstermiştir. “Bilgiyi ya­zıyla bağlayın [759] “Güzel yazı gerçeğe açıklık kazandırır [760] sözleriyle de bilginin kaybolmaması için güzel yazıyla kaydedilmesini istemiş, bunun insanın akıl ve his dünyasını zenginleştirip mut­luluk vereceğini belirtmiştir. Onun bu sözleri yanında okuduğu ahenkli Kur’an âyetleri, mûsikiye ve şiire karşı hassas olan devrin insanlarının ruhundaki sanat duygusunu uyandırmıştır. Mescid-İ Ne-bevî’nin Suffe denilen bölümünde asha­bına bizzat ders vermiş, ayrıca burada Kur’an’ı ve okuma yazmayı öğreten kişi­ler görevlendirilmiştir. Suffe’deki öğrenci sayısının 400’e yükselmesi üzerine Medi­ne’nin diğer mahallelerindeki dokuz mes-cidde de yeni okullar açılarak okuma ve yazma yaygınlaştırılmıştır.

Daha sonra İslâm coğrafyasında görü­len gelişmelere paralel olarak hat ve İs­lâm’a ait sanatlar Kur’an ve hadisler et­rafında biçimlenmiş, asırlar içinde farklı üslûplar ve çok zengin formlar kazanmış­tır. Bu mücerret çizgiler müzikal bir ifade gücüne ulaşmış, dinî bir tesir icra etme­sinin yanında XIX. yüzyılda Paul Klee ve Vasily Kandinsky gibi Batılı modern res­samları da etkilemiştir.

İslâm’ın ilme ve kitaba verdiği Önem so­nucunda hat sanatının ilk güzel örnekleri kitap sanatları sahasında görülmüştür. Başta Kur’ân-ı Kerîm, Kütüb-i S itte, ha­dis mecmuaları olmak üzere ilmî ve ede­bî eserler hat sanatının üstatları tarafın­dan en güzel şekilde yazılmış, tezhip ve cilt sanatlarının farklı üsluplarıyla şahe­serler ortaya konulmuştur. Nitekim dün­ya müze ve kütüphanelerinde usta hat­tatların yazdığı hadislerin fevkalâde gü­zel örnekleri zengin bir hazine oluşturur. Bunlar arasında eğitim, öğretim ve tes-bit maksadıyla sadece okunaklı olmasına dikkat edilmiş hadis kitapları olduğu gibi peygamber sözüne lâyık, güzel hatlara bürünmüş sanat değeri taşıyan pek çok kitap, mecmua ve murakka’ da mevcut­tur. Sultan Reşad’ın, Topkapı Sarayı Mü­zesi Hırka-i Saadet Dairesi’nde okunmak üzere Muzıka-i Sultanî hat hocası Hasan Rızâ Efendi’ye yazdırarak vakfettiği se­kiz ciltlik Şahîh-i Buhârî hat, tezhip ve cildiyle bir şaheserdir. Bütün ciltlerin ya­zımı nesih hatla 1913’te tamamlanmış, tezhip edilerek ciltlenmiştir.[761] Saray meşk hocası Ab­dullah Vefâî tarafından güzel bir nesihle yazılmış, Osman b. îsâ es-Sıddîkî’nin Ğöyetü’t-tavzîh li’1-Câmi’i’ş-şahîh adlı eseri serlevhası tezhipli, altın cetvelli, kla­sik tarzda ciltlenmiş bir eserdir.[762] Reîsülhattâtîn Muh-sinzâde Abdullah Efendİ’nin 11. Abdülhamid’in emriyle nesih hatla yazdığı Şifâ-i Şerif de hat sanatının güzel örnekleri arasında yer alır.

Osmanlı hat sanatının kurucusu sayı­lan Şeyh Hamdullah’ın 901 ‘de (1495) ne­sihle yazdığı, tezhipli ve ciltli, Ferrâ el-Begavî’nin Meşâbîftu’s-sünne’si seçme hadisleri İçeren güzel bir eserdir [763] Yine onun yazdığı, Bu­hârî ve Müslim’den seçme hadisleri ihti­va eden Radıyyüddin es-Sâgânî’nin Me-şârİku’I-envâri’n~nebeviyye’s hat sa­natı tarihi bakımından Önemli bir örnek­tir.[764]

Hz. Peygamber’in kırk hadisini ezber­leyenlerin kıyamet gününde ödüllendirile­ceğini belirten sözleri [765] er­ken devirlerden itibaren kırk hadis mec­mualarının tertip edilmesine vesile ol­muştur. Bu kırk hadislerin müze ve kü­tüphanelerde mevcut manzum ve men­sur tercümeleri meşhur hat ustalarının elinden çıkmış sanat değeri taşıyan ör­neklerdir. Bunlar arasında. Eski Saray meşk hocası Hasan Üsküdârî tarafından 1112’de (1700) nesihle yazılmış, tezhipli, ciltli, Ali b. Ahmed el-Ensârî el-Karâfî’ye ait Kitâbü Nefehâti’l-‘abîn’s-sâri adlı eseriyle [766] Ahmed b. Abdülazîz er-Remâdî’nin el-Me-vâhibü’l-‘azîziyye adlı, 1280’de (1863) nesih hatla yazılmış, serlevhası tezhipli, zilbahar ciltli hadis mecmuası [767] dikkat çekmektedir.

Resû!-i Ekrem’in müminlere en güzel örnek olan [768] yaşama tar­zını, davranışlarını konu alan şemail ki­tapları da hattatlar tarafından büyük bir emekle yazılmış, İslâm kitap sanatlarının güzel örnekleri arasında yer almıştır. Kanûnî Sultan Süleyman için istinsah edilen serlevhası tezhipli, klasik ciltli Muslihud-dîn-i Lârî’ye ait Şerh-i Şemd’ii-İ Tirmizî çok değerli eserlerdendir.[769] Türk hat sanatında şema­ilin en yaygın ve feyizli bölümü hilye-i şe-rifelerdir. Hafız Osman’dan beri hattatlar arasında hilye yazmak bir gelenek halini almış, büyük hat ustaları sanat hünerle­rini Kur’ân-ı Kerîm kitabetinden sonra hil­ye yazmakta göstermiştir. Hilye-i Hâkâ-nf den seçme beyitler Yesârî Mehmed Esad, Yesârîzâde Mustafa İzzet, Mehmed Nazif Bey, Ömer Vasfi ve Aziz efendiler ta­rafından ta’lik kalemiyle yazılmıştır. Buhârî’nin naklettiği, Hz. Muhammed’in mucizevî on özelliğinin kaydedildiği “Aşe-re-i mu’cizât-ı nebî”nin Mehmed Şevki Efendi gibi hattatların kaleminden mu­rakka’ ve levha olarak hazırlanmış güzel örnekleri vardır.

Osmanlı hattatları arasında Hafız Os­man’ın 400’den fazla sülüs-nesih hilye yazdığı bilinmektedir.[770] Talebesi Yedikuleli Seyyid Abdul­lah [771] Eğrikapılı Meh­med Râsim.[772] Abdülkadir Şükrü [773] İsmail Zühdü (Yeni) [774] çeşitli hatlarla ve farklı düzenle­melerle yazdığı hilyeleriyle meşhur Mus­tafa Rakım [775] Mahmud Celâleddin Efen­di (Raif Yelkenci koleksiyonu], büyük boy hilye yazımını başlatarak 200’e yakın hil­ye yazan Kazasker Mustafa İzzet [776] Abdullah Zühdü [777] Mehmed Şefik [778] her gün sabah namazından sonra bir hil­ye yazmakla hat sanatına en saf güzelliği­ni kazandırmış olan Mehmed Şevki Efen­di [779] hilye met­ninde sülüs ve nesih hattının yanında gu-bârî hattını da kullanan Mehmed Fehmi Efendi [780] Fi­libeli Arif Efendi [781] 2 metreyi aşan büyük boy hilye­leriyle tanınan Hacı Hasan Rızâ [782] Yahya Hilmi Efendi [783] Mustafa Rakım tertibinde çeşitli hatlarla yedi büyük boy hilye yazan RifâîAziz Efendi [784] Kâmil Akdik [785] Macit Ayral  Hamit Ay-taç [786] muhakkak, sülüs ve nesih hatla hilye yazan Türk hattatların dan dır. Yesârî Mehmed Esad [787] ve oğlu Ye-sârîzâde Mustafa Jzzet’Ie [788] Hulusi Efendi de [hilyeleriyle tanınan hat üstatlanndandır.

Müslümanların en çok okuduğu metin­ler belirli sûre ve âyetleri, Allah’ın isimle­rini, salavatve duaları içeren evrâd, delâ­ilü’l-hayrât ve dua risaleleridir. Kur’an’ın Hz. Peygamber’e salâtü selâm getirmek­le ilgili tavsiyelerinden [789] hareketle dinî hayatı daha feyizli yaşa­mak, Hz. Muhammed’in şefaatini talep etmek maksadıyla okunan bu dua kitap­ları hat üstatları tarafından büyük bir özenle yazılmış, tezhip ve cilt sanatlarının güzellikleriyle birleşerek İslâm sanatlarını zenginleştirmiştir. Kütüphane ve müze­lerde sanat değeri taşıyan pek çok evrâd. evrâd-ı üsbûiyye ve Delöilü’l-hayrât ri­saleleri bulunmaktadır. Bunlar arasında Hafız Osman,[790] Kazasker Mustafa İzzet [791] İsmail Zühdü (Yeni) [792] efendilerin yazdığı De-ltfilü ‘1-hayrât’lar çok tanınmıştır. Hasan Rızâ Efendi’nin (Hacı) 1302’de (1885) yazdığı nesih Deî&ilü’I-hayrât 1368’de (1949] Şam’da basılmıştır.

XV. yüzyıldan beri hat üstatlarının çe­şitli hatlarla yazdığı kıtaların bir araya getirilmesiyle oluşan murakka’larda ge­nellikle hadîs-i şerifler konu alınmıştır. Dünya müze ve kütüphanelerinde koru­nan ve İslâm medeniyetinin ulaştığı sanat seviyesini gösteren binlerce murakka” Re-sûl-i Ekrem’in erdemli ve huzurlu bir hayatın prensiplerini öğreten sözlerini içine almaktadır. Bunlar yazı, tezhip ve cilt sa­natlarının uyandırdığı zevk ve hayranlık duygulan içinde peygamber sevgisinin gönüllerde daha canlı ve devamlı kalma­sını sağlamıştır.

Kütüphane ve müzelerin en ilgi çekici yazı albümleri arasında kıta formunun ölçü ve kurallarını ortaya koyan, Şeyh Hamdullah’ın sülüs ve nesih hatlarla Hz. Muhammed’in hadislerini yazdığı al­bümler [793] muhak­kak, reyhânî, tevki ve rikâ’ murakka’-lar [794] Osmanlı hattatlarına örnek olmuştur. Derviş Ali’nin Türk ve İs­lâm Eserleri Müzesi’nde [795] Hafız Osman’ın İstanbul Üniversi­tesi Kütüphanesinde [796] Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin Yale Üniversitesi ile [797] Michigan AnnArbour Üniversite-si’nde [798] hadisleri konu alan murakka’ları bu konuda örnek eserlerdir.

Bûsîrî’nin Hz. Peygamber’i övmek için yazdığı meşhur Kaşîdeîü’l-bürde’sı de hat üstatları tarafından yazılmıştır [799] Bu kasidenin aslı kadar Türkçe manzum tercüme ve şerh­leri yanında seçme beyitleri de mürekke-bât meşk m urakka’l arıyla celî hatla levha­larda yer almıştır. Kâ’b b. Züheyr’in aynı adla veya Bânet Sü’âd diye bilinen Resûl-i Ekrem’e sunduğu kasidesi de hat­tatların yazdığı metinlerdendir. Bunun Hafız Osman hattıyla güzel bir örneği Londra’da Halilİ koleksiyonundadır. Meh­med Şevki Efendi hattıyla bir diğer örneği de Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’n-de bulunmaktadır.[800] Hz. Muhammed’in ad­ları ve sözleri kûfî ve celî hatlarla mimari eserlerin iç ve dış mekânlarında kitabe, levha ve kuşak yazılan olarak kullanılmış ve mimarinin estetiğini tamamlayan bi­rer unsur olmuştur.

Orta Asya’da başlayan, İran ve Anado­lu coğrafyasında geniş bir alana yayılan Türk ve İslâm mimarisinin iç ve dış me­kân mozaik çini süslemelerinde, ahşap ve taş işlerinde Allah, Muhammed ve dört halifenin isimleri satrançlı, örgülü ve tez-yinî kûfî hatlarla yazılarak çok zengin kompozisyonlar oluşturulmuştur. Bunlar arasında XII. yüzyıla ait Buhara Namaz­gah Mescidi taçkapı üstü kitabesinde, Er­zurum Çifte Minareli Medrese’nin minare kaidelerindeki sekiz kollu yıldız motifinde, Eski Malatya Ulucamii mihrap önü kubbe takında beşli yıldız şeklinde, Türkistan Ahmed Yesevî Türbesi dış mekân süsle­melerinde, Semerkant Şah Zinde Kadızâ-de Rûmî Türbesi kubbe kasnağı dış yüze­yinde, Semerkant Şîr Dar Medresesi ey­van süslemelerinde firuze renkli çini mozaik ve kûfî hatlarla şekillendirilmiş olan Allah, Muhammed ve dört halife isimleri ilgi çeken Örneklerdir.

Osmanlı mimarisinde cami yazıları ola­rak Allah, Muhammed ve çehâryâr-ı gü-zîn levhaları genellikle iç mekânlarda ka­lem işi, çini üzerine ve taşa hakkedilmiş, celî sülüs, celî ta’lik, seyrek olarak da celî muhakkak hattıyla yazılmış, bilhassa celî hatların gelişmesiyle camiler daha da zenginleşmiştir. Çok defa âyet ve hadis­ler mekânın özelliğine göre seçilmiştir. Hz. Muhammed’in adı ayrı olarak veya Allah adıyla yan yana yahut iç İçe kompoze edil­miştir. Cami İçinde kare plandan kubbeye geçiş üçgenlerinde yer alan, beş köşeli yıldız şeklinde açılmış bir gül gibi resme­dilen Muhammed ismi Osmanlı hat üstat­larının asırlar içinde bütün sanat yete­neklerini ve zevklerini ortaya koyarak biçimlendirdikleri bir sanat şaheseridir. Muhammed kelimesinin hat sanatında estetik ölçülerine Mustafa Rakım üslû­bunda ulaşılmış, Kazasker Mustafa İzzet, Mehmed Şefik, Sami Efendi, İsmail Hakkı Altunbezer, Mustafa Halim Özyazıcı gibi üstatların elinde en güzel örneklerini ver­miştir. Yazıldığı mekânla göz arasındaki mesafe dikkate alınarak cami yazılarının kalem kalınlıkları ayarlanmıştır. Ayasofya Camii’nin iç mekânında kubbeye geçişte 7,5 m. çapında ve 35 cm. kalem kalınlı­ğında Kazasker Mustafa İzzet Efendi hat­tıyla yazılmış Allah, Muhammed, çehâr yâr-ı güzîn levhaları hat sanatında yazıl­mış en iri yazılardır.

Mustafa Râkim’dan sonra celî sülüs, Yesârîzâde’den sonra celî ta’lik yazının belli estetik kurallar kazanarak gelişme­siyle beraber cami, türbe, mescid gibi mimari eserler dışında ev ve iş yerlerine asılmak maksadıyla celî hatla yazılmış ha­disler, Hz. Peygamber’e övgü ifade eden âyetler hat sanatında çok geniş bir yer tu­tar. Başta kelime-i tevhid, kelime-i şehâ-det olmak üzere “Ve mâ erselnâke illâ rah-meten li’l-âlemîn” [801] “Mâ kâne Muhammedün ebâ ehadin min ricâ-liküm velâkin resûlellâhi ve hâteme’n-ne-biyyîn [802] “Yâ eyyühe’n-ne-biyyü innâ erselnâke sahiden ve mübeş-şiran ve nezîran [803]“Ve ke-fâ billahi şehîden Muhammedün resûlul-lâh” [804] “Ve mübeşşiran bi-resûlin ye’tî min ba’di’smuhû Ahmed [805] “Ve İnneke lealâ hulukın azîm [806] âyetleri üstatların en çok rağbet ettiği celî sülüs ve celî ta’­lik hatla yazılmış örneklerdendir. Cami, türbe, kütüphane, müze ve Özel koleksi­yonlarda kompozisyon ve hat sanatı ba­kımından değerli levhalarda en çok gö­rülen hadisler ise şunlardır: “İnnellâhe ce-mîlün yühibbü’I-cemâl”; “Kuli’l-hayre ve illâ fe’sküt”; “el-Kanâatü kenzün lâ yüf-nâ”; Re’sü’I-hikmeti mehâfetullâh”; “er-Rızku alellâh”; “Men sabere zafire”; “el-Cennetü tahte akdâmi’l-ümmehât”; “Rüt-betü’1-ilmi a’le’r-ruteb”; “el-Kâsibü habî-bullah”: “Seyyidü’İ-kavmi hâdimühüm”; “Hayrü’n-nâs men yenfeu’n-nâs”; “Küllü-küm rain ve küllüküm mes’ûlün an raiy-yetihî”; “Niyyetü’l-mü’mİni hayrün min amelihî”; “Utlubü’f-ilme mine’l-mehdi ile’l-lahdi”; “el-Hayâü mine’l-îmân”; “Men tevâzaa rafeahullâh”; “İnne’l-İslâme nâzi-fün fetenezzafû fe-innehû lâ yedhulü’l-cennete illâ nazîfün”; “en-Nezâfetü mi­ne’l-îmân”; “Yessirû ve lâ tüassirû beşşirû velâ tüneffirû”; “Kefâ bi’1-mevti vâîzan yâ Ömer”; “İnne’l-cennete tahte zılâli’s-sü-yûf”; “Levlâke levlâk lemâ halaktü’!-ef­lâk”; “İnneme’l-a’mâlü bi’n-niyyât”; “el-Bahîlü lâ yedhulü’l-cennete”; “es-Salâtü irnâdü’d-dîn”; “Şefâatî li-ehli’1-kebâire min ümmetî”; “Meni’stevâ yevmâhu fe-hüve mağbûnün”; “Eddebenî rabbî fe-ah-sene te’dîbî”.

İslâm büyükleri ve şairlerinin Hz. Mu­hammed, Ehl-i beyt ve ashabına duyduk­ları sevgi, şefaat dileme ve övgü gibi duy­gularla dile getirdikleri kelâm-ı kibar, na’t ve ahlâkî manzumeleri de celî hatlarla ya­zılmıştır. Abdullah Zühdü’nün, Mescid-i Nebevî’nin kubbe kasnağı ve kıble duvar­larına yazdığı Hz. Muhammed’le ilgili celî sülüs âyet ve kasideler, celî sülüs zeren-dûd, “Aman lafzı senin ism-i şerifinle mü­savidir / Onuncun âşıkın zarı amandır yâ Resûlellah” levhası; Mahmud Celâleddin Efendi tarafından celî sülüs hatla Mevlâ-nâ’nın. “Yâ rabbî ibâdât-ı resûlü’s-seka-leyn” diye başlayan münâcâti; Sami Efen­di hattıyla celî sülüs, “Lî hamsetün utfî bi-hâ harre’l-vebâ el-hâtıma el-Mustafâ ve’l-Murtazâ ve’bnâhümâ ve’l-Fâtima” zeren-dûd levhası; Yesârîzâde Mustafa İzzet’in, “Keşefe’t-dücâ bi-cemâlihî” mısraı İle başlayan ta’lik kıtası; Sami Efendi’nin celî ta’lik “Dahîlekyâ Resûlellah” levhası; Hulusi Yazgan’ın celî ta’lik “Sultân-ı rusül şeh-i arafnâk hâdî-i sübül delîl-i sellâk / Der hakk-i tü Hak Teâlâ levlâke lemâ ha-lektü’i-eflâk” levhası; Abdülfettah Efen-di’nin celî sülüs hazırladığı “Âh yâ Muham-med” levhası; Çırçırlı Ali Efendi’nin celî sü­lüs, “Yapıştım dâmen-i pâk-i rızâya herçi bâd âbâd / Sarıldım hâk-i pây-i Mustafâ’­ya herçi bâd âbâd” levhası; yine Çırçırlı Ali Efendi’nin celî sülüs, “Fahr-ı âlem enbi­yânın zât-ı müstesnâsıdır” levhası; Mus­tafa Rakım Efendi’nin celî sülüs, “Basma-sa mübarek kademin rûy-i zemîne / Pâk etmezdi kimseyi hâk ile teyemmüm” lev­hası; Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin celî sülüs, “01 resûl-i müctebâ hem rah-meten li’1-âlemîn”; Ali Haydar Efendi’nin celîta’lik, “Müeyyeddir seninle dîn ü dev­let yâ Resûlellah” levhası; Hamit Aytaç’ın celî sülüs ve celî ta’Iikle yazdığı, Nâbî’nin, “Sakın terk-i edebden kûy-i mahbûb-ı hu-dâdır bû” mısraı ile başlayan şiiri; Yahya Kemal’in, “Ezân-ı Muhammedî” şiiri ve “Na’l-i şerif levhaları hat sanatımızda Hz. Peygamber’le ilgili belli başlı levhalardır.

Bibliyografya :

Dârimî. “Mukaddime”, 43; Müslim. “îmân”, 147; İbn Mâce, “Mukaddime”, 229; Kâdî İyâz, eş-Şifâ*. !, 506; Süleyman Çelebi, Vesîletü’n-necat: Mevlid {haz. hhmed Ateş), Ankara 1954, s. 150-152; Fuzûlî, Kırk Hadis Tercümesi (nşr. Kemal Edip Kürkçiioğlu), İstanbul 1951, s. 1-8; Münâvî. Feyzü’l-kadîr, ili, 393; Aclûnî. Keşfü’l-hafâ’, II, 246; Müstakİmzâde, Tuh-fe, s. 7-15; Elmalılı, HakDini.V, 3923; Ke­mal Çığ, Hattat Hafız Osman Efendi, İstan­bul 1948, s. il; Nihad M. Çetin, Eski Arap Şiiri, İstanbul 1973, s. 25; Metin Şahinoğlu, Anadolu Selçuklu Mimarisinde Yazının Deko­ratif Eleman Olarak Kullanılışı, İstanbul 1977, s. 40, 41; ASurvey ofPerslanArt (ed. A. U. Po-pe-P.Ackerman),Tehranl977,IV, 1742, 1747; Nihad Sami Banarlı, Şiir ve Edebiyat Sohbetleri, İstanbul 1982, II, 53-60; M. Uğur Derman, “Mi­mar Sinan’ın Eserlerinde Hat Sanatı”, VI. Va­kıf Haftası, İstanbul 1989, s. 290; a.mlf., “Hil-ye (Hat)”, DİA,XVIII, 47-51; Hamîdullah./s/âm Peygamberi (Tuğ), 11, 759-777; J. M. Rogers. Empİre ofthe Sultaııs: Ottoman Art from the CollectİonofhasserD. Khalili, London 1996, s. 97-99, 234-235; Ali Yardım, Peygamberimiz’İn Şemaili, İstanbul 1997, s. 29, 45-62; M. Abdül-hay el-Kettânî, Hz. Peygamber’in Yönetimi: et-Terâttbu’l-idâriyye (trc, Ahmet Özel), İstanbul 2003, 1, 276-288; II, 310-318; Süleyman Berk, Hattat Mustafa Rakım Efendi, İstanbul 2003, s. 54; Maçka Mezat Bahar Müzayedesi: 13 Nisan 2003, İstanbul 2003, tür.yer; Maçka Mezat: W Kasım 2003, İstanbul 2003, tür.yer.; Süleyman Uludağ, “Delâilü’l-hayrât”, DİA, IX, 113, 114; M. Yaşar Kandemir. “Hadis”, a.e., XV, 52, 54; Kenan Demirayak, “Kasîdetü’l-bürde”, a.e., XXIV, 566-568; Mahmut Kaya, “Kasîdetü’l-bürde”, a.e., XXIV, 568-569.      


G) Türk Mûsikisi.

Hz. Muhammed’in hayatındaki pek çok örnek onun ses güzelliğine ilgi duyduğunu, özellikle Kur’an ve ezan okurken seslerini daha güzel kul­lanmaları hususunda ashabını teşvik et­tiğini göstermektedir. Hicretten sonra ashaptan Abdullah b. Zeyd b. Sa’lebe rü­yasında kendisine öğretilen ezan metni­ni okuyunca Resûlullah’m bu metnin sesi güzel olan Bilâl-i Habeşî’ye öğretilmesini istediği bilinmektedir. Ayrıca Bilâl’ın ha­yatı boyunca Hz. Peygamber’in müezzini olarak hizmet etmesi ve Resûlullah’m za­man zaman ona, “Haydi Bilâl, namaz için ezan oku da bizi ferahlat” demesi [807] Resûl-i Ekrem’in bu konudaki hassasiyetini ortaya koymakta­dır. Allah Teâlâ’nın, güzel sesli bir pey­gamberin sesini Kur’an ile güzelleştire-rek yüksek sesle okumasından hoşnut ol­duğu kadar hiçbir şeyden hoşnut olmadı­ğını belirten Resûlullah [808] bir defasında Ebû Mûsâ el-Eş’arrnin okuduğu Kur’an’ı din­leyince ona şöyle söylemiştir: “Sana Dâvûd aleyhisselâma verilen mizmârlardan biri verilmiştir. Ebû Musa’nın bu hadisin bir başka rivayetinde yer alan, “Yâ Resûlellah! Kıraatimi dinle­diğinizi bilseydim tilâvetimi daha güzel nağmelerle süslemek için gayret gösterir­dim” sözüne de [809] itiraz etmemişti. Hadisteki “mizmâr” ke­limesine sözlükler “nefesli bir mûsiki ale­tinin ismi” yanında “nağme, terennüm, güzel ses” anlamını da vermektedir.

Hz. Peygamber’in vefatından sonra müslümanlar ona olan hasretlerini, sev­gilerini manzum ve mensur eserlerde ifa­de etmeye çalışmışlardır. Bunlardan man­zum olanlar, çeşitli İslâm ülkeleri yanında bilhassa Osmanlı kültür ve medeniyetin­de özel şekil, tarz ve tavırları sebebiyle ay­rı ayrı adlar almıştır. Bu şiirler, tasavvuf! hayatın ve tarikatların tesiriyle zenginle­şen dinî pratiklerin şekillendirdiği mûsiki

eserlerinin ana malzemesini oluşturmuş­tur. Esas teması Allah ve Hz. Muhammed sevgisi üzerine yoğunlaşan, cami ve tek­ke (tasavvuf) mûsikisi olarak iki türde ince­lenen Türk dinî mûsikisinde konuyla ilgili eserler önemli bir yekûn tutmaktadır. Bunlar Türk dinî mûsikisinin en güzel ör­nekleri olarak günümüze kadar okun­muştur.

1. Salâ(salât, salavat). Hz. Muhammed’e Allah’tan rahmet dilemek, onu ve aile fert­lerini hürmetle anmak, ona sığınmak, şe­faatini talep etmek maksadıyla yazılmış dua cümleleriyle sevgi ve övgü ifade eden sözlerin besteli veya serbest şekilde okunduğu dinî mûsiki formudur. Güfte­leri Arapça olan salaların icrası “sala ver­mek, salavat getirmek” şeklinde de anılır. Salalar bazan birlikte (cumhur), bazan da tek kişi olarak cami ve minarelerde mü­ezzin, tekkelerde zâkir tarafından oku­nur. Ayrıca çeşitli dinî-tasavvufî toplan­tılarda zaman zaman sala verildiği bilin­mektedir. Salaların sabah salası, cenaze salası, cuma ve bayram salası, salât-ı üm-miyye, salât-ı kemâliyyeve salât-ı münci-ye gibi çeşitleri vardır.

2. Na’t. Resûl-i Ek­rem’i methetmek, ondan şefaat dilemek, onun güzel vasıflarını anmak ve anlatmak amacıyla kaleme alınmış eserlerin okun­duğu formun adıdır. Güfteleri, daha çok mutasavvıf şairlerin Türkçe ve Arapça’nın yanı sıra Farsça yazılmış manzumelerin­den seçilmiştir. Cami ve tekke na’tları ola­rak ikiye ayrılan bu eserler camilerde na­mazdan önce, tekkelerde zikrin başında veya zikir aralarında okunur.

3. Mevlid. Hz. Muhammed’in doğumu, hayatının çe­şitli safhaları, mucizeleri ve vefatını konu alan manzumelerdir. Türk dinî mûsiki­sinde en tanınmış mevlid Süleyman Çe-lebi’nin Vesîletü’n-necât adını taşıyan eseridir. Mevlidin başta mevlid kandiliyle diğer kandiller olmak üzere din büyükleri­ni anma, ölüm, doğum, hac ibadetini ye­rine getirme, evlenme vb. olaylar vesile­siyle camilerde veya başka bir mekânda düzenlenen dinî toplantılarda okunması yaygın âdet haline gelmiştir. XIX. yüzyı­lın sonuna kadar belirli bestelerle okunan Süleyman Çelebi mevlidinin bestesi daha sonra unutulmuştur. Günümüzde bahir­ler muayyen bir makam sırası takip edile­rek irticalen okunmaktadır.

4. Mi’râciyye. Resûl-i Ekrem’in mi’racını anlatan man­zumeler arasında Kutbünnâyî Osman De-de’nin mesnevi şeklinde kaleme alarak bestelediği eserinin ayrı bir yeri vardır. Türk mûsikisinin günümüzdeki en muh­teşem örneği kabul edilen bu mi’râciyye genellikle mi’rac kandilinde veya ertesi günü cami ve tekkelerde okunur.

5. Tev-şîh. Mevlid ve mi’râciyye bahirleri arasın­da okunmak üzere bestelenmiş, Hz. Mu-hammed’i öven veya onun herhangi bir özelliğini konu alan manzum eserlerdir. İlâhilere göre daha sanatlı olan ve genel­likle büyük usullerle ölçülen tevşîhlerin çoğu Türkçe ise de bazı Arapça ve Farsça Örneklere de rastlanmaktadır.

6. İlâhi. Dinî-tasavvuf! muhtevalı, Allah ve Pey­gamber sevgisini dile getiren manzume­lerin Türk mûsikisi makam ve usulleriyle bestelenmiş şeklidir. Tfekke ve cami ilâhi­leri diye ikiye ayrılan bu eserler tekkede zikirler esnasında, camide çeşitli ibadet­ler arasında veya değişik dinî toplantılar­da icra edilmektedir. Eskiden hicrî ayların her biri için bestelenmiş ilâhiler vardı. Mevlid ayları denilen rebîülevvel ve rebî-ülâhirde okunan tevşîh ve na’tlar yanın­da güftelerinde Hz. Peygamber’in çeşitli özellikleri anlatılan ilâhilerin okunması da yaygın bir âdetti. Ayrıca tekkelerde zikir esnasında okunan, Türk mûsikisi makam­larıyla bestelenmiş, sözleri Arapça olan şuğullerin, ramazanlarda minarelerde okunan temcîdlerin birçoğu da Hz. Pey-gamber’i konu edinmiştir. Zâkiri Hasan Efendi’nin, “Şefîu’I-halkı fi’1-mahşer / Muhammed sâhibü’l-minber” beytiyle baş­layan pençgâh bestesi çok tanınmış ör­neklerdendir.

7. Kaside. Allah ve Hz. Mu-hammed hakkındaki övgülerden, din bü­yüklerinden, onlara gösterilmesi gereken saygıdan ve tasavvufî meselelerden bah­seden şiirlerin bir kişi tarafından bir ma­kam veya makamlar çerçevesinde irtica­len okunan şeklidir. Cami ve tekkelerde icra edilen kasidelerin en sevilenleri Hz. Peygamberle alâkalı güftelere sahip ör­neklerdir. Bunlardan başka daha çok Hz. Muhammed’İn anne ve babasının özellik­lerini konu alan regâibiyyelerle Süleyman Çelebi’nin Meviid’inden sonra halk ara­sında büyük rağbet gören ve özellikle ca-

milerde “Muhammediyehan” denilen ha­fızlar tarafından okunan Yazıcıoğlu Meh-med Efendi’nin Muhammediyye’sinden de söz etmek gerekir.

Bibliyografya :

Buhârî, “Fezâ’nü’l-Kufân”, 19, 31,”Tevhîd”, 32; Müslim, “Müsâfirîn”, 232-234; Ebû Dâvûd. “Edeb”, 78; Beyhaki, es-Sünenü’ş-şuğrâ (nşr. M. Ziyâürrahmanel-A’zamî), Medine 1410/1989, I, 560; a.mlf.. Şu’abû’l-tmân (nşr. M. Saîd b. BesyûnîZağlûl), Beyrut 1410/1990, II, 389; Sa­dettin Nüzhet Ergun. Türk Musikisi Antolojisi, İstanbul 1942-43, I, 12-13, 25, 119, 122, 125; 11,401, 404, 654-656; Subhİ Ezgi, Türk Musiki­si Klâsiklerinden Temcit-Na’t-Salat-Durak, İs­tanbul 1945, s. 11-26; a.mlf., Nazarî-AmeÜ Türk Musikisi, İstanbul, ts., III, 54-59, 63-66, 76-79, 85, 102-143; Nuri Özcan, OnSekizincİ Asırda Osmanlılarda Dînî Mûsiki (doktora te­zi, 1982], Mü Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 15-18, 21-31, 38-46; a.mlf.. “Bayram Salası”, DİA, V, 268-269; a.mlf. – Mustafa Uzun, “Cenaze Sa­lası”, a.e., VII, 358-359; Mustafa Uzun. “Os­manlı’ nın Gür Nefesi: Türk Dinî-Tasavvufî Edebiyatında İlâhi”, Osmanlı, Ankara 1999, IX, 591; Halil Can, “Dinî Türk Musikisi Antolo­jisi (Lügati)”. MM, sy. 217 (1966), s. 14; sy. 218 (1966), s. 57; sy. 220 (1966), s. 119-121; sy. 222(1966), s. 198; sy. 226 (1967], s. 19; a.mlf., “Dinî Musiki”, a.e., sy. 291 (1974). s. 15; sy. 292 (1974), s. 23-24; sy. 293 (1974), s. 17-20; sy. 296 [1974], s. 22-23; sy. 297 (1974), s. 24-27; sy. 300 (1974), s. 25-28; sy. 308 (1975), s. 23-24; Pakalın, III, 22; İsmail Hakkı Özkan, “Ka­side (Mûsiki)”, DM, XXIV, 566.

V. Literatür

A) İslâm Dünyası.

Arapça. Kur’ân-l Kerîm’in ilk muhatabı ve tebliğcisi olması yanında hayatı ve faaliyetleri dolayısıyla Kur”an’da Hz. Peygamber’Ie ilgili birçok âyet ve sûre bulunmaktadır. Tefsirlerde Kur’an âyetleri açıklanırken Resûl-i Ek­rem’in hayatına, örnek şahsiyetine, söz­lerine ve fiillerine dair bilgilere yer verilir. Çeşitli vesilelerle hayatından bazı kesitle­rin yer aldığı hadis kaynaklan da Hz. Pey­gamber etrafında oluşmuş geniş litera­türün önemli bir kısmını teşkil eder Re-sûlullah’ın anne ve babası hakkında müs­takil eserler kaleme alınmıştır. Süyûtî’nin bu konudaki altı risalesi [810] Zeynî Çelebi el-Fenârfnin Ri­sale fîebeveyi’n-nebısi, Kemalpaşazâ-de’nin Risale iî hakkı ebeveyi’n-nebT-si ve Muhammed b. Ömer el-Bâlî’nin Sü-bülü’s-selâm fî hükmi âbâ’i seyyidi’î-enâm’ı bunlar arasında sayılabilir. Onun isimlerine dair İbn Fâris Esmâ’ü Resûlil-lâh ve me’ânîhâ, İbn Dihye el-Kelbîei-Müstevfâ fî esmâ’i’l-Muştafâ, Takıyyüd-din Abdurrahman b. Abdülmuhsin el-Vâ-sıtî Esmâ’ü’n-nebî, Muhammed b. Ka­sım et-Tilimsânî Tezkiretü’l-muhibbîn fî esmd’i seyyidi’l-mürselîn, Süyûtî el-Behcetü’s-seniyye fi’î-esmâ’i’n-nebe-viyye ve er-Riyâzü’î-enîka fî şerhi es-mâ’i hayri’l-halîka, Yûsuf b. İsmail en-Nebhânî Ahsenü’î-vesâ’il fî nazmi es-mâ’i’n-nebiyyi’l-kâmil ve Ahmed Şere-bâsî, Mcfa esmâ’i’l-Muştafâ adlı eser­leri kaleme almışlardır. Hz. Peygamber hakkındaki literatürün önemli bir kısmını mevlidler oluşturmaktadır. Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, İbn Dihye el-Kelbî, Muham­med b. Mes’ûd el-Kâzerûnî, Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, İbnü’l-Cezerî, Şemseddin es-Sehâvî, Süyûtî, İbnü’d-Deyba’, İbn Ha-cer el-Heytemî, Ali el-Kârî, Ca’fer b. Ha­san el-Berzencî, M. Reşîd Rızâ gibi bir­çok müellif bu konuda eser yazmıştır.[811]

Siyer ve megâzî kitapları bu literatür içinde ayrı bir öneme sahiptir. İbn İshak’ın Sîretü İbn İshâk’ı ile İbn Hişâm’ın es-Sîretü’n-nebeviyye’sı ve Vâkıdî’nin Ki-tâbü’l-HeğÛzîsı, İbn Hibbân, İbn Fâris, İbn Hazm, İbn Abdülber en-Nemerî, Ab­durrahman b. Abdullah es-Süheylî, Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, Kelâî, Nevevî, Abdülmü’min b. Halef ed-Dimyâtî, İbn Seyyi-dünnâs, Ali b. Muhammed el-Hâzin, Mo-ğultayb. Kılıç, İzzeddin İbn Cemâa, Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, İbn Habîb el-Halebîve Nû-reddin el-Halebî’nin siyere dair eserleri günümüze ulaşan en meşhur kitaplardır. Bilhassa Makrîzî’nin İmtâ’u’l-esmâ^, Ah­med b. Muhammed el-Kastallânî’nİn el-Mevâhibü’l-ledünniyye’si. Şemseddin eş-Şâmî’nin Sübüiü’1-hüdâ ve’r-reşâd’ ve Kasta!lânî’nin eseri üzerine Zürkânî’-nin yaptığı şerh geniş muhtevalı çalışma­lardır. İbn Kayyim el-Cevziyye’nin Resûl-i Ekrem’in uygulamalarından çıkarılan hü­kümlere yer veren Zâdü ‘1-me’âd fî hed-yi hayri’l’ibâd’ da burada zikredilmeli­dir. Manzum siyer müelliflerinden Zey-nüddin el-lrâkî ed-Dürerü’s-seniyye ü (nazmi)’s-siyeri’z-zekiyye’de Hz. Pey­gamber’in hayatını ve şemailini 1000 be­yitte, İbnü’l-Cezerî, Zâtü’ş-şifâ iîsîre-ti’n-nebiyyi’1-Muştafâ’sında Hulefâ-yi Râşidîn ile birlikte beyitte anlatmak­tadır.

Siyer ve megâzî konusunda çok sayıda araştırma eseri arasında Ahmed b. Zeynî Dahlân’ın es-Sîretü’n-nebeviyye ve’î-âşârü’I’Muhammediyye [812] Hudarî’nin Nûrü’l-yakin fî sîreti seyyi-di’I-mürselîn [813] Muhammed Hüseyin Heykel’in Hayâtü Mu-ftammed MahmûdŞîtHat-tâb’m er-Resulü’1-kö’id [814] Muhammed İzzet Derveze’nin Sîretü’r-Resûî: Şuver muktebese mine’1-Kur-âni’l-Kerim [815] Mustafa es-Sibâî’nin es-Sîrelü’n-nebeviyye [816] Ebü’l-Hasan Nedvî’nin es-Sîretü’n-nebeviyye [817] Safiyyürrah-mân el-Mübârekfûrî’nin er-Rahîku’î-mahtûm: Bahş fi’s-sîreti’n-nebeviyye calâ şâhibihâ efdalü’ş-şaîâti ve’s-se-îâm [818] Muhammed Sâ­dık İbrahim Urcûn’un Muhammed Re-sûluMh [819] Tevfîkel-Ha-kîm’in Muhammed [820] Hâşim Ma’rûf el-Hasenfnin Sîretü’I-Muştafâ: Nazracedîde [821] Ekrem Ziya el-Ömerî’nin es-Sîretü’n-nebeviy-yetü’ş-şahîha [822] Mehdî Rızkullah Ahmed’in es-Sîretü’n-nebeviyye fî dav’i’l-meşâdiri’l-aşliyye [823] Muhammed Hâdîel-Emînî’nin Mevsûcatü’n-nebiyyi’l-aczam [824] adlı eserleri sayılabi­lir. Muhammed Ferec el-‘Abkariyyetü’l-‘askeriyye fî ğazavâti’r-Resûî’ünde [825] Muhammed Ahmed BâşümeyMevsûcatü’l-ğazavâü’l-küb-rd’sında [826] Muhammed Cemâleddin Mahfuz Gazavâtü’r-Re-sûi’ünde [827] ve Muhammed Muhsin el-Fakih el-Mevsû’atü’1-kübrâ fî ğozavâti’n-nebiyyİ’3-ac’zom’ınd V, baskı yeri yok, gazve ve seriyyelere dair rivayet­leri bir araya getirmişlerdir.

Bazı ensâb ve tabakat kitaplarında da Resûl-i Ekrem’e dair bilgilere yer verilir. İbn Sa’d’ın et-Tabakât’mm ilk iki cildi, Be-lâzürî’nin Ensâbü’l-eşrâf inin ilk cildi Hz. Peygamber’e ayrılmıştır. Öte yandan sa­habe tabakatma dair eserlerde de kendi­sinden bahsedilmektedir. İbn Abdülber en-Nemerî’nineis£i’:âb’ı. İzzeddin İb-nü’1-Esîr’in Üsdü’î-ğâbe’su İbn Hacerel-Askalânî’nin eî-İşâbe’si bunların başında gelir. Umumi tarihlerden Ya’kübî, Muhammed b. Cerîr et-Taberî, AH b. Hüse­yin el-Mes’ûdî, Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, İbnü’1-Esîr, Ebü’I-Fidâ. İbn Kesîr, Zehebî ve Dîyarbekrî’nin eserlerinde de Resûl-i Ekrem’i anlatan bölümler vardır.

Delâ’ilü’n-nübüvve türü eserler için­de Ebû Nuaym el-İsfahânî ve Ahmed b. Hüseyin el-Beyhaki’nİn Delâ’üü’n-nübüv-ve’leri en meşhur olanlardır. Ali b. Rab-ben et-Taberî’nin ed-Dîn ve’d-devle fî işbâti nübüvveti’n-nebî Muhammed, !mâm-ı Rabbânî’nin İsbâtü’n-nübüvve ve Yûsuf b. İsmail en-Nebhânî’nin el-Bur-hânü’I-müsedded fî işbâti nübüvveti seyyidinâ Muhammed [828] adlı eserleri de bu gruba girer. Mu-hammed Beyyûmî Mehrân şemail, delâil ve hasâise dair bilgileri es-Sîretü’n-ne-beviyyetü’ş-şerîfe: Fi’î-kazâyû ve’ş-şe-mâ’il ve deltfili’n-nübüvve ve’1-haşâ^iş isimli kitabında toplamıştır (). Hz. Peygamber’in mucizeleri hak­kında birçok eser kaleme alınmıştır. Bâ-kıllânî’nin e7-Beydn’ı, CaTer b. Muham­med el-Firyâbî, Ebû Nuaym el-İsfahânî ve Ahmed b. Hüseyin el-Beyhaki’nin Delâ’i-lü’n-nübüwe’er, İbn Dihyeel-Kelbî’nin el-İbtihâc fî ehâdîşi’l-mi’râc’ı, Muhyid-din İbnü’I- Hadis kaynaklarında Hz. Peygamber’in dualarıyla ilgili bölümler bulunduğu gibi müstakil eserler de kaleme alınmıştır. Ne-sâî, İbnü’s-Sünnîve Süyûtî’nin cAmeîü’l-yevm ve’J-JeyJe’leri, Ahmed b. Hüseyin el-Beyhaki’nin ed-Dacavâtü’l-kebîr” ve Nevevî’nin el-Ezkâr’ bunların başında gelmektedir. Resûlulfah’a salâtü selâm getirmeye dair eserler arasında İsmail b. İshak el-Cehdamî’nin Kitâbü Fazli’ş-şa-lâti cale’n-nebîs, Muhammed b. Saîd el-Bûsîrî’nin el-Kaşîdetü’3-mudariyye fi’ş-şalâti ‘alâ hayri’l-beriyye’sı, İbn Kayyim el-Cevziyye’nin Cilâ’ü’l-efhâm fî fazli’ş-şalâti ve’s-şelâm calâ hayri’l-enâm’u Fîrûzâbâdî’nineş-ŞiJdrü ve’J-büşer fi’ş-şalâticalâhayri’l-beşer’i, Mu­hammed b. Süleyman el-Cezülî’nin De-lâ3iîü’l-hayrât’ı, Şemseddin es-Sehâvî’-nin el-Kavlü’l-bedf fi’ş-şalâti ‘aJe’l-ha-bîbi’ş-şeffi, İbn Hacer el-Heytemî’nin ed-Dürrü’1-mendûd fi’ş-şalât ve’s-se-îâm taîâ sahibi1-makâmi’î-mahmûd’u ve Yûsuf b. İsmail en-Nebhânî’nin Sa’â-detü’d-dâreyn fi’ş-şalâti caîâ seyyidi’l-kevneyn’ı zikredilebilir.

Resûl-i Ekrem’in methini konu edinen birçok manzum eser bulunmaktadır. Kâ’b b. Züheyr’in Kaşîdetü’l-bürde’sl, Bûsî-rfnin aynı adla anılan kasidesiyle ei-Kaşî-detü’l-hemziyye’s, Alemüddin es-Sehâ-vî’nin ei-Kaşd’idü’n-nebeviyye’si. İbn Câbir’in el-Hulletü’s-siyerâ fî medhi hayn’l-verâ Kalkaşendfnin Kaside fî medhi”n-nebfsi, Süyûtî’nin Nazmü’l-bedf fî medhi hayri şeff’ı, Abdülganî b. İsmail en-Nablusî’nin eî-Bedfiyyetü’l-müzehyye bi’l-‘uküdi’l-Cevheriyye ve şerhi Nefehâtü’l-ezhâr calâ nesemâti’l-eshâr fî medhi’n-nebiyyi’l’muhtâr’ı bunlar arasında sayılabilir. İbn Seyyidün-nâs. Büşra’l-lebîb bi-zikra’1-habîb adlı eserinde Hz. Peygamber için yazılan bazı kasidelerle bunların şerhlerini bir araya getirmiştir. Aynı amaçla Yûsuf b. İsmail en-Nebhânî de el-Mecmû’âtü’n-Nebhâ-niyye fi’!-medâ*ihi’n-nebeviyye’y te­lif etmiştir. Hz. Peygamber’in son dönem Arap şiirindeki yeri Hilmî Muhammed el-Kâûd’un Muhammed (s.a.) fi’ş-şfri’l-hadîş adlı eserinde ele alınmıştır.[829]

Hz. Peygamber’i örnek insan olarak takdim eden eserler arasında İbnü’l-Molla diye bilinen Ömer b. Muhammed b. Hıdır el-ErbîrTnin Vesîletü’l-müte’abbi-dîn ilâ mütâbtfati seyyidi’l-mürselîn’i, Süyûtfnin Miftâhu’l-cenne fi’î-ictişâm bi’s-sünne’si, Muhammed Hayât b. İb­rahim es-Sindî’nin Tuhfetü’1-enâm fi’i-‘ameli bi-hadîşi’n-nebî ‘aleyhi’s-se-lâm’ı, Füllânî’nin îközu himemi üli’l-eb-şâr li’1-iktidâ’i bi-seyyidi’1-muhâcirîn ve’J-enşdr’ı, Muhammed Takî el-Müder-ris’inMuhammed Resûlullâh: Kudve ve iisve’si zikredilebilir.

Resûl-i Ekrem’in kabrini ziyaret konu­sunda yazılan bazı eserler şunlardır: Ta-kıyyüddin es-Sübkî, Şifâ’ü’l-eskâm îîzi­yareti hayri’1-enâm, Takıyyüddin el-Fâ-Sî, er-Rızâ ve’l-kabûî fî fezâ’iii’1-Medî-ne ve ziyareti’r-Resûl, Abdullah b. Ah-med b. Ali el-Fâkihî el-Mekkî, Hüsnü’t-te-vessü! fî âdâbi ziyareti efdali’r-rusüî, İbn Hacer el-Heytemî, el-Cevherü’1-mu-nazzam fî ziyâreti’l-kabri’l-mucazza-mi’1-mükerrem ve Tuhfetü’z-züvvâr ilâ kabri’n-nebiyyi’l-muhtâr, Ali el-Kârî, ed-Dürretü’l-mudî’e fİ’z-ziyâreti’î-Muşta-faviyye.

Hz. Peygamber’in içinden çıktığı top­lum hakkında bilgi veren Mekke, Medine ve Arabistan tarihine dair eserler de bu hususta önem taşımaktadır. Bunlar ara­sında Ebü’l-Velîd el-Ezraki, Muhammed b. İshak el-Fâkihî, Takıyyüddin el-Fâsî, Necmeddin İbn Fehd ve Kutbüddin en-Nehrevâlî’nin Mekke tarihleriyle Corcî Zeydân’ın Türkçe. Eski Türk edebiyatında Hz. Peygamber’Ie ilgili birçok eser telif edilmiştir. Divan edebiyatında hemen her şair Resûl-i Ekrem’i öven bir na’t kaleme al­mıştır. Ayrıca mi’racnâme, esmâ-i nebî, muamma, mevlid, hicretnâme, siyer ve şemail türü eserler de yazılmıştır.

Son dönemde Hz. Peygamber’in hayatı ve çeşitli yönleriyle ilgili birçok çalışma yapılmıştır. Bunlar arasında Hüseyin Al-gül, Âlemlere Rahmet Hz. Muhammed  Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslâm [830] Mehmet Apaydın, Resulullah (s.a.a)’in Günlüğü: Medine Dö­nemi Yeni Kronolojisi [831] Celal Yeniçeri, Hz. Muhammed ve Yaşa­dığı Hayat: Peygamber, Devlet Başka­nı, Aile Reisi (İstanbul 2000); İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı [832] Kasım Şulul, İlk Kaynaklara Göre Hz. Peygamber Dev­ri Kronolojisi [833] Kâzım Dönmez, O’nun Günleri: Hz. Muhammed’in (s.a.a) Hayat Kronolojisi.[834]

Resûl-i Ekrem’in hayatına dair kaynak ve araştırmalardan Türkçe’ye tercüme edilenler arasında şunlar zikredilebilir: Mevlânâ Muhammed Ali, Peygamberi­miz (a.s.) [835] Leone Caetani, İslâm Tarihi [836] Süleyman Nedvî-Mevlânâ Şiblî, İslâm Tarihi: Asr-ı Saadet [837] Muhammed Hüseyin Heykel, Hz. Mu­hammed Mustafa [838] Kâdî İyâz, Açıklamalı Şifâ-i Şerif Tercümesi [839] Mu­hammed Hamîdullah, İslâm Peygam­beri [840] Kastallânî, eî-Mevâhibü’l-Ledünniyye: Gönül Nimetleri [841] Seyyid Süleyman Nedvî, Hz. Muhammed (a.s.) Hakkında Konfe­ranslar [842] Ahmed Zeynî Dahlân, Hz. Muhammed’in Hayatı ve Büyük Savaşla­rı [843] Muhammed Hamîdullah, Rasû-lullah Muhammed [844] Mustafa Sibâî, Hz. Muham­med (s.a.v) ve Hayatı: İbretler- Öğüt­ler [845] Abbas Mahmud Akkad, Hz. Muhammed’in Eşsiz Deha ve Şahsiye­ti [846] Saîd Havva, Allah Resulü Hz. Muhammed [847] M. Yûsuf Kandehlevî, Hadislerle Hz. Peygamber ve Ashabının Yaşadığı Müslümanlık [848] Ebül-A’lâ Mevdûdî, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber’in Hayatı [849] Muhammed Saîd Ramazan el-Bûtî, Fıkhu’s-Sîre: Pey­gamberimizin Uygulamasıyla İslâm [850] Martin Lings, Hz. Muhammed’in Hayatı: İlk Kaynaklara Göre [851] İbn Hişâm, Sîret-i İbn Hişam Tercümesi: İslâm Tarihi [852] Wil-liam Montgomery Watt, Hz. Muham­med Mekke’de [853] a.mlf.,Hz. Mu­hammed’in Mekkesi, Kuran’da Tarih [854] Muhammed el-Gazzâlî, Fıkhu’s-Sî-re [855] Afzalur Rahman, Sîret Ansiklopedisi: Hz. Muhammed (s.a.u.) [856] İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü’1-Meâd [857] Ali Şeriati, Muham­med Kimdir [858] Ekrem Ziya el-Ömerî, Medine Toplumu [859] Muhammed İzzet Derve-ze. Kuran’a Göre Hz. Muhammed’in Hayatı [860] Saîd Havva, Hadislerle İs­lâm Tarihi [861] Ebü’l-Hasan Nedvî, Rahmet Peygamberi Hazreti Muhammed [862] Muhammed Ebû Zehre, Son Peygamber Hz. Muhammed [863] İmâdüd-din Halîl, Muhammed Aleyhisseîâm: Si­yer Araştırmaları [864] Muhammed b. Salih ed-Dimaşki (Şâmî), Peygamber Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Külliyâtı [865] İbn Hazm, Ce-vâmiu’s-sîre: Siyerin Özü .[866]

Hz. Muhammed’in peygamberlikten önceki hayatı ve Mekke döneminde ger­çekleşen bazı olaylarla ilgili çalışmalardan bir kısmı şunlardır: Ali Rıza Sağman, İs­lâm Tarihinde Rahip Bahîrâ Meselesi [867] M. Rahmi, Âlemlere Rahmet: Hz. Muhammed’in Çocuklu­ğu [868] Ali Murat Daryal, İs­lâm’ın Doğuşu ve İlk Yayılışının Psiko-Sosyal Açıdan Tahlili [869] Levent Öztürk, Etiyopya’da İslâmiyet I: Asr-ı Saadet’te Habeşistan’la Münasebetler [870] Mehmet Altın-dere, Hz. Muhammed’in Akabe Beyatları [871] Kasım Şulul, Hz. Pey­gamber Devrinde Habeşistan’la Mü­nasebetler [872] Gülgûn Uyar, Hz. Muhammed’in Risalet Öncesi Ha­yatına Dair Bazı Rivayet Farklarının Tespiti [873] Metin Özdemir, Miraç [874] Erol Bodur, Dörü’1-Erkam.[875]

Hicrete dair eserlerden bazıları şöyle­ce sıralanabilir: İbrahim Canan, Tebliğ, Terbiye ve Siyasi Taktik Açılarından Hicreti HasanAsyalıoğlu, Hicret [876] Hüseyin Algül, Pey­gamberimizin Hicreti [877] İsmail Lütfı Çakan, Olay ve Ölçü Olarak Hicret [878] Mahmut Topuz, İlâhî Dinlerde Hicret [879] Abdülkadir Demir, Kavram ve Hadise Ola­rak Kur’an’da Hicret [880] Ad­nan Demircan, Nebevî Direniş Hicret.[881]

Hz. Peygamber’in gazve ve seriyyelerini konu alan çalışmalar arasında şunlar zik­redilebilir: Muhammed Hamîdullah, Hz. Peygamber’in Savaşları [882] Mahmut Sami Ramaza-noğlu, Bedir, Uhud, Tebük Gazveleri ve Enfal Sûresi Tefsin [883] Mahmûd Şît Hattâb, Peygamber Or­dusunun Tarihi [884] ve Komutan Pey­gamber [885] Abdülhamîd Cûde es-Sahhâr, Te-bük Savaşı: Gazvetü Tebük [886] Seyyid Kutub, Bedir ve Uhud Savaşı [887] Muhammed Ali Kutub, Pey­gamberimizin (s.a.v.) Seriyyeleri [888] Bilgi Can-polat, Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Peygam­ber’in Savaşları [889] Mustafa Âğırman, Hz. Peygamber’in Savaş Stra­tejisi [890] Yusuf Pa­patya, İslâm’ın İlk Döneminde Savaş ile İlgili Uygulamalar [891] Ser­dar Özdemir, Hz. Peygamber’in Seriyyeieri Eişad Mahmudov. Sebep ve Sonuçlan Açısından Hz. Pey­gamber’in Gazve ve Seriyyeleri.[892]

Resûl-i Ekrem’in devlet idaresi ve dip­lomatik faaliyetleri konusundaki telif ve tercümeler arasında şunlar kaydedilebi­lir: William Montgomery Watt, Hz. Mu-hammed Peygamber ve Devlet Kurucu [893] Abi-din Sönmez, RasûluHah’m Diplomatik Münasebetleri ve Sulh Muahedeleri [894] Muhammed Hamîdullah, Hz. Peygamber’in Altı Orijinal Diplo­matik Mektubu [895] Muhammed Abdül-hay el-Kettânî, et-Terâtîbü’1-idâriyye: Hz. Peygamber’in Yönetiminde Sosyal Hayat ve Kurumlar [896] Cengiz Kallek,Haz-reti Peygamber Döneminde Devlet ve Piyasa [897] Asr-ı Saadette Yönetim- Piyasa İlişkisi [898] Mehmet Birsin, İslâm Hukuku Açısın­dan Medine Site Devletinde Yönetim Biçimi [899] Muhammed Ha­mîdullah, eî-Vesâiku’s-siyâsiyye Hz, Peygamber Döneminin Siyasî-İda­rî Belgeleri.[900]

Hz. Peygamber’in müslüman olmayan kesimlerle ilişkileri konusundaki çalışma­lardan bir kısmı şunlardır: Mustafa Fay­da, İslâmiyet’in Güney Arabistan’a Ya-yıüşi [901] İhsan Süreyya Sırma, Hz. Peygamber Devrinde Yahudi Me­selesi [902] Nadir Özkuyum-cu, Hz. Peygamber Devrinde Yahudi­lere Karşı Güdülen Siyaset [903]Mehmet Ali Kapar, Hz. Muhammed’in Müşriklerle Münasebetleri [904] H.Ah­met Sezikli, Hz. Peygamber Devrinde Nifak Hareketleri  Sıddık Ünalan, Hz. Muhammed Döneminde İslâm-Hıristiyan Diyalogu  İsmail Hakkı Atçeken, Hz. Pey­gamber’in Yahudilerle Münasebetle­ri [905] Adnan Demircan, Hz. Peygamber Devrinde Münafıklar [906] Osman Güner, Resûlullah’m Ehl-i Kitabla Münasebetleri [907] Mustafa Baş, İslâm ‘m Doğuş Dö­neminde Hicaz Bölgesinde Yahudilik

ve Hıristiyanlık [908] Nihat Ha-tipoğlu, Peygamberimiz Döneminde Müşrik ve Münafık Liderler [909] Abdullah Yıldız. Hz. Peygamber ve Gizli Düşmanları Münafıklar [910] Ahmet Bostancı, Kamu Huku­ku Açısından Hz. Peygamber’in Gayri Müslimlerle İlişkileri Murat Ağarı, Hz. Muhammed’in Hıris-tiyanîarla Mücadele Stratejisi [911]Resûl-i Ekrem’in tebliğ ve terbiye me­todu konusundaki çalışmalardan bazıları şöylece sıralanabilir: Ahmet Önkal, Rasu-lullah’m İslâm’a DavetMetodu İbrahim Canan, Hz. Peygam­ber’in Sünnetinde Terbiye [912] ve Resulullah’a Göre Ailede ve Okulda Çocuk Terbiyesi [913] Abdullah Özbek, Bir Eğitimci Olarak Hz. Muhammed [914] Selçuk Coşkun, Hz. Peygamber’in Sünnetinde Yetişkinlerin Eğitimi [915] İbrahim Kâfi Dönmez, Hz. Peygamber’in Tebliğine Hakim Olan Başlıca Hukuk Prensiple­ri [916] Şakir Gözütok, Hz. Pey­gamber’in Mekke ve Medine Döne­mindeki Hadislerinde Uyguladığı Eği­tim Metodiarı-Buhari ve Müslim Ör­neği [917] Selçuk Coşkun, Bir Eğitim­ci Olarak Hz. Peygamber’in İnsan An­layışı [918] Recep Kılıç Mus­tafa Çağrıcı – Abdülhamit Birışık, Hz. Peygamber’in Hayatından Davranış Modelleri.[919]

Hz. Peygamber’in aile hayatına dair eserler arasında şunlar sayılabilir: Sâdık Vicdanî, Hz. Muhammed Niçin Çok Ev­lendi? [920] Daniş Remzi Korok, Hazreti Mu­hammed Niçin Çok Evlendi [921] Fuat Süreyya Oral.Hz. Muham­med Niçin Çok Evlendi Sebep ve Hik­metleri [922] Mevlânâ Muham­med Ali, Hz. Muhammed’in Evlendiği Kadınlar ve Temiz Ahlâkı [923] M. MahmûdSavvâf, Resûlullah’m Pak Zevceleri [924] Aişe Abdurrahman, Peygamberi­mizin Mübarek Zevceleri [925] ve Re-sulullah (s.a.u.) Efendimizin Kızları ve Torunları; Hz. Peygamberi­miz Niçin Çok Evlendi.[926]

M. Ali Sâbûnî, Peygamberimiz Niçin Çok Evlendi [927] Abdullah Nasıh Ulvan, İslâm’da Dört Evlilik ve Rasulullah’m Çok Evlenmesindeki Hik­metler [928] İsmail Mutlu. Peygamber Hanım­ları [929] Abdullah Öztürk, Peygamberimizin Sünnetinde Evlilik [930] Ziya Kazıcı, Hz. Muham­med (s.a.v.)’in Eşleri ve Aile Hayatı [931] Eş Olarak Hz. Muham­med: Kutlu Doğum Tutanakları 2 [932] Huriye Martı, Rasulullah’m (s.a.ü.) Hanımları Konu Alan Hadîs-i Şeriflerinin Değerlendirilmesi [933] İbrahim Canan, Aile Reisi ve Baba OlarakHz. Peygamöer [934] Adem Saraç, Peygamberimizin Hanım­ları: Müminlerin Anneleri [935] Sadrettin Gümüş,Kur’an’a Göre Hz. Muhammed’in Aile Hayatı [936] Hz. Peygam­ber ve Aile Hayatı .[937]

Resûlullah”m ahlâk ve şemailine dair çalışmaların başlıcaları şunlardır: Daniş Remzi Korok, Hazreti Muhammed’in Şemaili ve Yaşayış Tarzları [938] A. Şükrü Kılıç, Ahîâk Önderi [939] Sabri Cemil Yalkut, Hazreti Muhammed ve Şemâil-i Şerifleri [940] Abdurrahman Azzâm, Bü­yükler Büyüğü Resûl-i Ekrem’in ör­nek Ahlâkı ve Kahramanlığı [941] Şaban Ay-kın, Nûr-ı Muhammediyye ve Şemâ­il-i Şerif [942] H. Abdülhalim Akkul, Şemâil-i Şerife [943] Tirmizî, Şemâil~i Şerife, Resulullah (s.a.u.)’in Yaşayışı, Tavır ve Hareketle . Mevlânâ Hasan Hüsâmeddin Nak­şibendî, [944] Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, Şemâi-lü’r-Resul: Hz. Peygamberin Şemaili ve Hususiyetleri [945] Habil Şentürk, Psikoloji Açı­sından Hz. Peygamber’in İbadet Ha-yatı [946] İbrahim Bayraktar, Hz. Peygamber’in Şemaili [947] Mehmet Zahit Kotku, Peygamber Efen­dimiz (s.a.u.) Hazretlerinin Şemail, Ah­lâk ve İtiyatları [948] Ebü’ş-Şeyh el-İsfahânî, Hz. Peygamber’in Edep ve Ahlâkı [949] Ali Yardım. Peygamberimiz ‘in Şe­maili [950] İshak Halis, Pey­gamberlik İçin Gerekli Sıfatlar Açısmdan Hz. Peygamber’in Fetaneti [951] Sehilan Biler, Psikoloji Açısından Hz. Peygamber’in Şahsiyeti [952] H. Musa Bağcı, Hz. Peygamber’in Beşerî Yönü [953] Mu­hittin Akgül, Kur’an’da Hz. Muhammed’in Özellikleri.[954]

Tibb-ı nebevi alanında yapılan çalışma­lardan bazıları şöylece sıralanabilir: Mah­mut Denizkuşları, Kur’ân-ı Kerîm ve Ha­dislerde Tıp [955] Ali Rıza Ka­rabulut, Tıbb-ı Nebevi Ansiklopedisi [956] İbrahim Canan, Hz. Peygamber’in Sünnetinde Tıp [957] Ebû Nuaym el-İsfahânî, Tıbb-ı Ne-bevî [958] Ömer Dönmez, Resulullah’m Hasta Tedavileri ve Şi­fa Hazineleri. Hz. Peygamber’in mucizelerine dair çalışmalardan bir kısmı şunlardır: Velîd el-A’zamî, Hz. Muhammed’in Mucize­leri [959] Ali Rıza Karabulut, Hâtemü’l-Enbiya Hz. Muhammed Aleyhisselam’m Mucizeleri [960] Namık Yazıcı, Peygam­berimizin Mucizeleri [961] Halil İbrahim Acıpayamlı, Peygamberi­mizin Hayatı ve Mucizeleri [962] İbrahim Bayraktar, Hz. Peygam­ber’in Mucizeleri: Delâilü’n-Nübüvve [963] Süleyman Mollaibrahi-moglu, Miraç Gerçeği [964] Süyûtî, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri [965] Metin Özdemir, Miraç [966] İsmail Mutlu, Peygamberi­mizin Mucizeleri [967] Yavuz Ünal v.dğr.. Dinlerde Yükseliş Motifleri ve İslâmda Miraç [968] Erdinç Ahatlı, Muhaddislere Göre Peygam­berlik Delilleri: Delâilü’n-Nübüvve [969] Halil İbrahim Bulut, Nübüv­veti İspat Açısından Hissi Mucizeler.[970]

Şarkiyatçıların Resûl-i Ekrem hakkın­daki iddialarına cevap vermek amacıyla telif edilen eserler arasında şunlar zikre­dilebilir: Manastırlı İsmail Hakkı, Hak ve Hakikat [971] Ahmet Hamdı Akseki, Hâtemü’l-Enbiyâ Hakkında En

Çirkin Bir İsnadın Reddiyesi [972] İsmail Fenni. Kitâb-ı İzâle-i Şükûk Mustafa Âsim Koksal, Müsteşrik Caetani’nin Yazdığı İslâm Tarihi’ndeki İsnad ve İftiralara Reddiye  Kasım Küfrevî, Hz. Peygamber’e Dil Uzatanlar Ali Osman Ateş, Oryantalistle­rin Hz. Peygamber ile İlgili İddialarına Cevaplar [973] Abdülaziz Ha­tip, Kur’an ve Peygamber Aleyhindeki İddialara Cevapiar.[974]

Hz. Peygamber’in kutsal kitaplardaki yerine dair şu eserler yazılmıştır: Ömer Fevzi Mardin, Hz. Muhammed Efendi­mizin Nebî Olarak Geleceği Hakkın­da Evvelki Mukaddes Kitapların Teb-şiratı A. H. Deedat Eski ve Yeni Ahid’de Hz. Muhammed [975] Mehmet Kemal Pilavoğlu. Musa (a.s.) Muham­med (a.s.) Müjdeliyor [976] Abdülahad Dâvûd, Tevrat ve İncil’e Gö­re Hz. Muhammed (a.s.) [977] A. H. Vidyarthi – U. Ali, Doğu Kutsal Metinlerinde Hz. Mu­hammed.[978]

1980’li yıllardan sonra ilahiyat fakülte­lerinde Resûl-i Ekrem’le ilgili akademik çalışmaların bu konudaki literatüre dik­kate değer bir zenginlik kattığı görülmek­tedir. Çeşitli üniversitelere bağlı yirmi ci­varındaki ilahiyat fakültesinin dergileri yanında 1989 yılından itibaren Türkiye Di­yanet Vakfı’nin öncülüğünde gerçekleş­tirilen Kutlu Doğum Haftası’ndaki bilim­sel toplantılarda sunulan tebliğleri ihtiva eden kitaplarla İslâm Medeniyeti Der­gisi, İslâmî Araştırmalar, Diyanet Der­gisi, Diyanet İlmî Dergi, Nesil, İslâmi-yât ve Marife gibi dergilerde Hz. Peygam­ber hakkında çok sayıda makale yer al­maktadır.[979]

Farsça. Hz. Peygamber hakkında Arap­ça yazılmış birçok temel kaynak daha ilk asırlardan itibaren Farsça’ya çevrilmiştir. Klasik eserlerden Taberî’nin Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk’ü. İzzeddin İbnü’l-Esîr’İn el-Kâmil” gibi umumi tarihlerle İbn Hişâm’ın es-Sîretü’n-nebeviyye’si, Vâkıdî’nin eİ-Megözfsi, İbn Sa’d’ın et-Tabakâtü’î-kübrâ’sı, Tirmizî’nin Şemd’i-îü’n-nebfsi, Kâdî İyâz’m eş-ŞiM’ı, Taber-sî’nin Mekârimü’l-ahlâk’ı, İbn Seyyidün-nâs’ın’l/yûnü’i-eser’i.Saîdüddin Mu­hammed b. Mes’ûd el-Kâzerûnî’nin el-Münteka mîn sîreti’l-mevlidi’n-nebiy-yi’l-Muştafâ’sı gibi eserler Farsça’ya ter­cüme edilmiştir [980] Farsça telif edilen Gerdîzî’nin Zey-nü’l-ahbâr’ı, Minhâc-i Sirâc el-Cûzcânî’-nin Tabakat-ı Nâşırîsl Beyzâvî’nin Ni-zâmü’t-tevârîh’l Reşîdüddin Fazlullah-ı Hemedânî’nin CâmFu’t-tevârîh’i, Benâ-kitî’nin Ravzatü üli’l-elbâb’. Hamdul­lah el-Müstevfî’nin Târîh-iGüzîde’sl Hâ-fız-ı Ebrû’nun Mecma’u’t-tevârîh’i, Şük-rullah’ın Behcetü’t-tevârîh’ı, Mîrhând’ın Ravzatü’ş-şafâ’sı, Gıyâseddin Hândmîr’in Habîbü’s-siyer ve Hulâşatü’l-ahbâr’ı, Mîr Yahya Kazvînî’nin Lübbü’t-tevârîh” gibi umumi tarihlerde de Hz. Peygam-ber’den bahsedilmektedir.

Doğrudan Resûl-i Ekrem hakkında olan birçok eserin belli başlıları şunlardır: Ömer b. Sadrüşşerîa el-Ewel el-Mahbû-bî, Me’âşirü’l-ikbâl; müellifi belli olma­yan Hümâyûnnâme,- Fîrûzâbâdî, Sifrü’s-sa’âde; Abdülazîz Muhyî el-Hisârî, Siye-rü’n-nebî/EmîrAsîtüddinHüseynî-iŞîrâ-zî, el-Müctebâ fî sîreti’l-Muştafâ; Pîr Cemâl Erdistânî, Beyân-ı Hakâyık-ı Ah-vâî-i Seyyidü’l-mürselîn; Nûreddin Mu-hammed-i Kâzerûnî, Mevlûd-i Hairet-i Risâlet-penâh-ı Muhammedi; Abdur-rahman-ı Câmî, Şevâhidü’n-nübüvve; Muîn e-Miskm, Me’âricü’n-nübüvve; Cemâl Hüseynî-i Şîrâzî, Ravzatü’l-ahbâb fî siyeri’n-nebî ve’l-âl ve’î-aşhâb, Ah-medb. Tâceddin Hasan-ı Esterâbâdî, Âşâr-ı Ahmedî; Nizâm-ı Muammayı, Şahadetname,- Hayretî, Şâhnâme-i Hayreti-, Abdülevvel Zeydpûrî, Siyer-i Nebevî; Sarfî-i Keşmîrî, Meğözi’n-nebî; Hâce Muhammed b. Dihdâr Fâ-nî-i Şîrâzî, MeWûdndme,-Abdülhakb. Seyfeddin ed-Dihlevî, Medâricü’n-nübüv-ve; Mîr Muhammed Salih Keşfî, İıcâz-ı Muştafavî; Mesîh Kayrânevî Pânîpetî, Peyğâmbernâme; Mirza Muhammed Refı’ Bâzil[981] Hamle-i Haydarı; Muhammed Bâ-kır-ı Meclisi, Hayötü’l-kulûb; Abdüla-had-ı Sirhindî, Hazâyin-i Nübüvvet, Mol­la Alî-İ Fürûşânî, Câm-ı Gîtî-nümâ; Sa-bâ-yı Kâşânî, Hudâvendnâme; Mahmûd Mirza Kaçar, Müntehab-ı Mahmûd; Ab-dürrahîm Safîpûrî, Nûrü’1-îmân; Bismil-i Şîrâzî, Bahrü’l-leiâlî; Râcî, Manzûme-i Hakâyık; Molla Muhammed Şerîf-i Buhârî, Ravzatü’t-tevârîh; Sürûş-i İsfahâ-nî, Ordîbihiştnâme,- İhsânullah Leknevî, Ahsenü’l-kaşaş; Sâgar-ı İsfahanı, Mu-zaffernâme,- Muhammed Hüseyn-i Gür-gânî-i Rabbânî, Makşadü’t-tâlib. XX. yüzyılda Hz. Muhammed’le ilgili ka­leme alınan bazı eserler şunlardır: Seyyid Hüseyin Sadr-ı Şîrâzî, Peyâmber-i İslâm Zeynelâbidîn Rehnümâ, Pegamber [982] Abbas Kadyâ-nî, Hazret-i Muhammed Muhammed İbrahim Ayetî, Târîh-i Peyâmber-i İslâm [983] Mu­hammed Rizâeddin Perver, Âhirîn-i Pyâm ber Âhirîn-i Peyâmber [984] Esedullah Afşar, Şest u Sâl bâ Peyâmber-i Cevâdî Âmülî, Sîre-i Peyâmber Hüseyin Hüseynî, Peyâmber-i Vahdet; Ahmed Abîdî, Peyâmber der Hâne [985] Ali Ma’sûmî, Seferhâ-yı Muhammed Fahreddİn Hicâzî, Pejûheşî der Bâre Pe­yâmber e Kur’ân [986] Ebü’l-Hasan Hüseyn-i Edyânî, Pejûheşî der Tâ­rîh-i Peyâmber-i İslâm.[987]

Batı Dilleri.

Müslüman müellifler ta­rafından Hz. Peygamber hakkında yazılan eserlerden bazıları şöylece sıralana­bilir: Syed Ameer Ali, A Critical Exami-nation of the Life and Teaching of Mu-hammad Abu al-Fazl Mirza. The Life of Muhammad [988] Abd al-Rahim Maulavvi Dard, Leven en Leeringen van Muhammad [989]Essad Bey, Mohammed: Eine Biographie [990] Sirdar İkbal Ali Shah, Mohamed the Prophet [991] Muhammad Hamidullah, Corpus des documents sur la dipîomatie musulmane â l’epoque du prophete et des khalifes orthodoxes [992] a.mlf., The Battlefields of the Prophet Muhammad  Le Prophete de l’Islam: sa Vie et son Oeuvre [993] veThe Prophet’s Establishing a State and His Succession Abd al-Karim Maulavvi, The Prophet of İslam and His Teachings [994] Ali Alsafi, Mu­hammed als Sozialreformer [995] F. R. Hajj Hakim, The Life of Muhammad [996] Khurshid Ahmad (ed,), The Prophet of İslam [997] Khalifa Abdul Hakim, The Prophet and His Message [998] Parveen Shaukat Ali, The Prophet as the World’s Great Lawgiver [999] Syed Shahid Husain, Misconcep-tion about Prophet Mohammad [1000] Mustafa K. Khattak, islam, The Holy Prophet and Non-Muslim World Fida Hussain Malik, VVives of the Prophet [1001] Ziauddin Sardar, Muhammad: Aspects of His Biography Afzalur Rahman, Muhammad: Bîessing for Mankind [1002] Muhammad as a Miîitary Leader [1003] ve Encyclopaedia of Seerah  Abd al-Hamid Siddiqi, The Life of Muhammad Ha­fız Ghuiam Sarvvar. Muhammad the Holy Prophet [1004] S. M. Madni Ab­basi, Family of the Holy Prophet [1005] Murtazâ Mutahhari, Le prop­hete ummi [1006] Muhammad Zafrulla Khan, Muhammad: Seal of the Propfteis [1007] Seyyed Hossein Nasr, Muhammad: Man of Allah [1008] Majid Ali Khan, Muhammad the Final Messenger [1009] Ab-dul-Ahad Davvud, Muhammad in the Bible [1010] Tahia al-lsmail, The Life of Muhammad [1011] Qutubuddin Aziz, The Prophet and the Islamic State [1012] Zakaria Bashier, Sunshine at Madinah: Studies in the Life of İhe Prophet Muhammad [1013] Rafiq Zakaria, Muham­mad and the Qur’a Mohammad Mahmoud Ghali, The Prophet Mohammad and the First Müslim State [1014] Zafar Ali Qureshi, Prophet Muhammad and His Western Critics [1015] Gulzar Ahmad, Mu­hammad and His Constitutionaî Char-ter  Abdul Waheed Khan, The Personaîity ofAUah’s Last Messen­ger Muhammad Mustafa (s.a.) [1016] Kama! Abdel-Malek, Muham-mad in the Modern Egyptian Popular Baliad [1017] M. A. Salahi, Mu­hammad: Man and Prophet, a Com-pîete Study of the Life of the Prophet of islam [1018] Jabal Mu­hammad Buaben, Image of the Prophet Muhammad in the West: a Study of Muir, Margoliouth and Watt [1019] Yusuf İslam, The Life of the Last Prophet. [1020]

Bibliyografya :

İbnü’n-Nedîm. el-Fihrıst (Teceddüdj, tür.yer.; Osmanlı Müellifleri, I-HI, tür.yer.; Storey, Persİan Literatüre, l/l, s. 61 vd., 172-207; Brockel-mann, CAL, bk. İndeks; Enver Koray, Türkiye Tarih Yayınları Bibliyografyası, İstanbul 1952-87, [-1V, bk. İndeks; Muhammad Maher Hama-deh, Muhammad the Prophet: A Selected Bib-liography (doktora tezi, 1965), The üniversity of Michigan; a.e.; Merâcic rnuhtâre can hayati Resûliilâh, Riyad 1402/1982; Sezgin. GAS, bk. İndeks; Osman Öztürk – Bekir Topaloğlu. Cum­huriyet Deorinde Yayınlanan İslâmî Eserler Bibliyografyası, Ankara 1975; Selâhaddin e!-Müneccid. Mu’cem mâ üllife ‘an Resûlillâh, Beyrut 1402/1982; Agâh Sırrı Levend, Türk Ede­biyatı Tarihi, Ankara 1984, I, tür.yer.; a.mlf., “Dinî Edebiyatımızın Başlıca Ürünleri”, TDAY Belleten (1972), s. 35-80; Munawar Ahmad Anees – Alia N. Athar, Gülde to Sıra and Hadith Literatüre İn Western Languages, London – Mew York 1986; Faruk Hamâde. Meşâdirü’s-sîreU’n-nebeuiyye ue takulmühâ, Dârülbeyzâ 1410/ 1989; Abdullah Köse, Delâilü’n-Nübüuue Eser­leri (yüksek lisans tezi, 1989], MÜ Sosyal Bilim­ler Enstitüsü; Alim Yıldız – Tahsin Koçyiğit, ila­hiyat Fakültesi Dergileri Makale ve Yazarlar Fihristi (1952-2002), Ankara 2002, tür.yer.; Adnan Demircan, Cumhuriyet Dönemi (1923-2001) İslâm Tarihi ue Medeniyeti Çalışmaları (Bir Bibliyografya Denemesi), İSAM Ktp., nr. 99788, s. 16-31, 34, 36, 37, 39, 42, 45, ayrıca bk. tür.yer,    

Urduca.

Hint alt kıtasında siyer ala­nındaki eserler çoğunlukla Farsça, Arap­ça ve Urduca kaleme alınmıştır. Bengâlî. Sindî, Belûcî, Pencâbî, Peştu ve İngiliz dil­lerinde de çalışmalar olmakla birlikte bunlar fazla değildir.[1021] Sonraki dönemlere etkisi bakımından Ab-dülhaked-Dihlevrnin (ö. 1052/1642) Fars­ça Medâricü’n-nübüvve’si [1022] özellikle zikredilmelidir. Bu kitabın Urduca tercümeleri de yapılmış Hoca Abdülmecîdf, I-II, Leknev 1889; Urdu Tercüme Me-dâricü’n-nübüuue trc. Şemsülhasan Şems Birelvîj, Karaçi 1968; urdu Tercü­me Medâricü’n-nübüuueve aslın­dan daha çok yayılmıştır. Urdu dilinde yazılan ilk siyer kitabının Gîsûdırâz’ın (ö. 825/1422) eserleri arasında sayılan Risâ-îe Sîretü’n-nebî olduğu ileri sürülmek­tedir.[1023] X. (XVI.) yüzyılın ortalarından itibaren Ur­duca siyer kitaplarında bir artış görülürse de tercümeler dışında ciddi bir çalışma göze çarpmamaktadır. Ya’küb b. Hasan Sarfî-i Keşmîrî Meğâzi’n-nebî adıyla manzum bir risale, Muhammed b. Fazlul-lah Burhânpûrî et-Tuhfetü’î-mürsele ile’n-nebî isimli bir kitap kaleme almış­tır. Burhânpûrî’nin eseri üzerine şerh ve haşiye çalışmaları yapılmıştır. Dekken Ur-ducasıiIe (Dekkenî) XVIII. yüzyılın sonuna kadar yazılan eserlerin sayısı oldukça az­dır. Heşt Bihişt adlı manzum bir siyer ki­tabı bulunan Muhammed Bakır Âgâh’ın mensur Riyâzü’s-siyer’i mevcut en eski tam siyer kitabıdır. Eserin bilinen üç nüs­hası Haydarâbâd Dekken’deki Andra Pra-deş Central Library’de bulunmaktadır.[1024] Keramet Ali Ca-unpûrî, Tîrmizî’nin Şemâ’ilü’n-nebî’sim Envâr-ı Muhammedi adıyla Urduca’ya çevirmiştir.[1025] Seyyid Abdülgafûr tarafından telif edilen Tecelliyâtü’l-envâr’da sağ­lam rivayetler kullanılmış, sonunda Hule-fâ-yi Râşidîn’in hayatına da yer verilmiş­tir. Seyyid Emîrüddin Hüseyin Mümtâ-zü ‘t-tefâsîr adıyla bir siyer kitabı yazmış­tır. Dekken Urducası ile kaleme alınan son mensur siyer kitabı, Kadı Bedrüddevle Muhammed Sıbgatullah’ın Fevâ’id-i Bedriyye’sidir.[1026]

Özellikle Dekken bölgesinde eski Dek­ken Urducası ile başlayan manzum siyer çalışmaları daha çok mevlidnâme (mîlâd-nâme), mi’racnâme, vefatnâme, şemâilnâme türünde hazırlanmıştır. Abdülmâ-lik Behröçî’nin, Abdüllatîf’in, Emîn Guce-râtî’nin, Rahmetullah İlâhâbâdî’nin ve Muhammed Kifayet Ali Kâffnin mevlid-nâmeleri; Seyyid Bulâki’nin, Seyyid Mîrân Hâşimî’nin, Muhammed b. Müctebâ Meh-devî’nin ve Mîr Kudretullah Kâsım’ın mi’-racnâmeleri; Abdüllatîf’in, Emîn Gucerâ-tî’nin ve Mîr Velî Feyyaz Velî’nin vefatnâ-meleri bunlar arasında sayılabilir.[1027] Mevlidnâme geleneği nesir ola­rak da erken dönemden günümüze ka­dar varlığını sürdürmüştür. Mevlidnâme-lerden ve diğer türlerdeki eserlerden ba­zıları şunlardır: Abdülcelîl, İhyâ’ü’1-ku-lûbfîmevlûdi’l-mahbûb [1028] Seyyid Eşref Şemsî, Risâletü’l-micrâc [1029]  Şah S-lâmetullah Leknevî, Mevlûd-i

Mensur siyerler de XVIII. yüzyıldan son­ra Kuzey Hindistan Urducası ile yaygınlık kazanmıştır. Bunlar arasında Velî Velorf-nin Ravzatü’J-enver, Muhammed Sıd-dîk Lahorî’nin Silkü’d-dürer, Muhammed Ecmel’in Sîret-i Kur’âniyye, Seyyid Ser-ver Ali’nin Sevânih-i cÖmrî Hazret-i Mu­hammed adlı eserleri sayılabilir. Daha sonra Batilılar’ın çalışmalarına karşı siyer kitaplarında ciddi bir artış olmuştur. İna­yet Ahmed Kâkûri’nin 1275’te (1858) ha­piste iken yazdığı Tevârîh-i Habîb-i İlâh önemli bir eserdir.[1030] Kâkûri’ninSeyyidü’î-ahyâr adlı bir siyer kitabı daha vardır. Modernist Seyyid Ahmed Han’ın Cilâ’ü’i-kuiûb bi-zikri’l-mahbûb’u kü­çük hacmine rağmen Resûl-i Ekrem’in hayatının bütün safhalarını ele almakta­dır. Müellif, eserini mevlidnâmelerdeki uydurma rivayetlere bir tepki olarak yaz­dığını söylediği halde otuz altı yıl sonra kaleme aldığı bir yazısında eserde anlat­tığı olayların büyük bir kısmının zayıf ve uydurma rivayetlere dayandığını belirt­miştir.[1031] Seyyid Ahmed Han’ın, Sir VVilliam Muir’in The Life of Mahomet adlı eserini [1032] tenkit için Londra’da yazıp müsveddesinden İngilizce’ye çe­virttiği [1033] Jjutabâtü’l-Ahmediyye ‘ale’l-cArab ve’s-sîretü’î-Muhammediyye yazım tarzı bakımından ye­ni bir tür olup on, on bir ve on ikinci bö­lümleri Hz. Peygamber’in hayatıyla ilgili­dir. Ancak müellif, Muir’i eleştirmekle bir­likte onun mucizelere olan itirazına mu­cizeleri reddederek cevap vermiştir. etmiştir.

Bazı Hindular ve Sihler de siyer kitabı yazmış, bunların bir kısmı Resûl-i Ekrem’e karşı telif edilmiştir.[1034] Siyer yazıcılığını Resû-lullah’ın aleyhine canlandıran en önemli grup ise Batılı yazarlardır. Bunların çalış­malarından bir kısmı Urduca kaleme alın­mış, bir kısmı da Urduca’ya tercüme edil­miştir. Serampûr’daki British Baptist Missionary Society’nin 1807’de bastırdığı bir risalede Hz. Peygamber’e yönelik ağır ifadeler kullanılmış, risale bölgede müslü-manlarla hıristiyanlar arasında ciddi tar­tışmalara yol açmıştır

Bibliyografya :

W. Smith – C. Leupolt, Dîn-i Hak ki Tahkik, Allahâbâd 1866, s. 90; E. M. Wherry, The Mus-Um Controuersy, Madras 1905, s. 16-36, 88-93, 105-107; AbdühaK Kâmûsü’l-kûtüb: ürdû, Karaçi 1961, I, 659, 691-774, 800; Seyyid Ali Şah. ürdû meynSeuânih Nigârî, Karaçi 1961, s. 244; Kâdî Şihâbüddin, ürdû meyn Mîlâdnâ-mey (doktora tezi, l964),NagpurUniversity, Hin­distan; Hâmid Hasan Kâdirî, Dâstân-ı Târîh-i Ür­dû, Karaçi 1966, s. 632-633; E. D. Potts. Brit­ish Baptist Missionaries in India, Cambridge 1967, s. 183-184; Şeyh Mübarek Mahmûd Pâ-nîpetî. Sîret-İ Resul: ürdû Kİtâbön ki Camı’ Fihrist, Lahor 1973; Mümtaz Manglorî, Şerar key Târihî riavıl aör ün ka Tahkik aör Tenkidi Câ’ize, Lahor 1978; Seyyid Süleyman Nedvî. Yâd-ı Reftegân, Karaçi 1983, s. 203;a.mlf., Hu-tabât-i Madras, Lahor, ts. (Makbul Akadernij, s. 5-6; M. Eyyûb Kâdirî, ürdû Neşrkey irtikâ meyn ‘ütemâ* ka tjlşşa, Lahor 1988, s. 256-259; En­ver Mahmûd Hâlid. ürdû Neşrmeyn Sîret-i Re­sul, Lahor 1989, tür.yer.; Seyyid Ahmed Han, “Cilâ’ü’HaUûb per Riviyv”, Makâlât-ı SörSey­yid fnşr. M. Ismâü Pânîpetî), Lahor 1991, VII, 31-35; Şeyh Muhammed İkram, Rûd-i Kevser, La­hor 1992, s. 501; a.mlf., Meuc-i Kevser, Lahor 1992, s. 166-178; Efser Sıddîki Amrohavî, “Ur-dıPey Kadîm aör Na’t Gû’î”, Seyyare Dâcist (Resul Nambır), Lahor 1992, II, 480-481; Sîret-i Hayrü’l-enâm (haz. Urdu Dâire-i Maârif-i İslâmi-ye, Camia Pencâb), Lahor 1424/2003, s. 771-782; Abdülhamit Birışık. Oryantalist Misyoner­ler ve Kur’ân: Batı Etkisinde Hint Kur’ân Araş­tırmaları, İstanbul 2004, s. 1Û2O 15; Şeyh İnâ-yetullah, “Resûl-i Ekrem key Sîret Nigâr”, Fıkr u fiazar, VİN, İslâmâbâd 1970, s. 887-903; XIII (1976), s. 720-734; Seyyid Abdullah, “Fenn-i Sîret Nigârî per Ek Nazar”, a.e., XIII (1976), s. 825-833; Saîdullah Kâdî, “Peştu Zübân meyn Sî­ret ki Kitâbeyn”, a.e., XIV (1977), s. 385-395, 606-624; Raca Reşîd Mahmûd, “Pakistan meyn Fenn-i Na=t: Târîh u îrtikâ5”, a.e. (Sîret Nambır}, XXX/l-2 (1992), s. 137-143; M. Miyân Sıddîkî, “Urdu Zübân meyn Çend Ehem Kütüb-i Sîret”, a.e., XXX/I-2 (1992), s. 266-312; Muhammed Riyâz, “Müsteşrikin ki Kütüb-i Sîret”, a.e., XXX/ 1-2(1992), s. 317-353; Mümtaz Liyâkat, “Berr-i şağir meyn Sîret Nigârî: Makamı Zübânön meyn Gayri Müslim Musannifin ki Tesânîf”, a.e.,XXX/l-2(1992), s. 355-405; Lutfurrahman FârûM, “Daktır Muhammed yamîdullah ki Çend Meşhur Kütüb-İ Sîret ka Tacâruf aor Un key Mündericât”, Ma’ârif-i İslâmî (İşâat-i Hâs be Yâd-ı Daktır Muhammed Hamîdullah), I1/2-III/1, İslâmâbâd 2003-2004, s. 117-149; Abdülcebbâr Han, “Hazret-i Muhammed (Kütüb-i Sîret-i Ur­du)”, ÜDMİ, XIX, 305-306; idare v.dğr.. “Haz-ret-iMuhammed (Kütüb-i Sîret)”, a.e,,XIX, 306-309; Hafîz Tâib. “Nat (Urdu)”, a.e., XXII, 403-409.                     

B) Batı Dünyası.

Batı’da Hz. Muham-med hakkındaki çalışmalar başından beri çeşitli önyargılardan hareketle yapılmış­tır, Bu ön yargıların kaynağı, yayılmaya başlayan İslâmiyet karşısında gittikçe güç kaybına uğrayan yahudi ve hiristiyan din adamlarıyla yöneticilerin İslâm dini ve Hz. Peygamber hakkında sarfettikieri ağır hakaretler, hatta küfür içeren sözleridir. Bu sözler yüzlerce yıl tekrarlanmış ve ha-karetâmiz bir başlık altında uzun bir lite­ratür listesi oluşturulmuştur.[1035] Montgomery Watt, dünyada gelmiş geçmiş büyük şahsiyetler arasın­da hiç kimsenin Hz. Muhammed kadar kötülenmediğini belirtir.[1036] Bu açıdan Resûl-i Ekrem hakkında yazılan şeyler, tarihi yanlış an­latma ve gerçekleri saptırma örneği ola­rak çok ilginç bir içeriğe sahiptir. O kadar ki adı üzerinde dahi bazı kelime oyunları yapılmış, Muhammed yerine Maphomet, Mahound, Baphometve Bafum gibi olum­suz anlamlar yüklenen isimler kullanılarak kendisine kötü lakaplar takılmıştır.[1037]

Hıristiyanlar arasında Hz. Muhammed hakkında kilise babalarının sonuncusu kabul edilen Yuhanna ed-Dımaşki’nin (o. 750) kaleme aldığı De haeresibus başlık­lı kitap ilk eser olarak kabul edilir. Onun Hz. Muhammed’in sahte peygamber ol­duğunu, Ariusçu bir rahip (Bahîra) vasıta­sıyla Eski ve Yeni Ahid’i tanıdığını ve sap­kın (râfızî-lıeretik) bir görüş ortaya koydu­ğunu, semadan kendisine bir kitap geldi­ği iddiasının delili bulunmadığını ileri sü­ren görüşleri daha sonraki müellifler tarafından sürekli biçimde tekrarlanmıştır. Bizanslı Nicetas”m Refutatio Mohamme-dis’i (Refutation du Coran veya Confutatio Alcorani) ve Theophanes the Confessor’un Chronographia’sı ile şarkiyatçılar tara­fından Abdülmesîh b. İshak ei-Kindî’nin kaleme aldığı iddia edilen, ancak müslü-man yazarların ona ait orijinal metin ol­madığı kanaatine vardıkları bir risale bun­ların başlicalarıdir.[1038] İs-panya’daki yahudiler ve hıristiyanlar da Hz. Muhammed ve İslâmiyet üzerine üre­tilen olumsuz görüşlerin Batı’da yayılma­sına önemli katkıda bulunmuştur. Bun­lar müslümanların idaresi altında yaşa­dıklarından Hz. Muhammed hakkında doğru bilgilere ulaşma imkânına sahip olmalarına rağmen İslâm’a karşı hisset­tikleri düşmanlıktan dolayı uydurma hi­kâyelere, yalan ve iftiralara dayanan bir literatür ortaya koymuşlardır. Eulogius of Cördoba”nın IX. yüzyılda kaleme aldığı Liber apologeticus martyrum ve Paul Alvarus’un Indicilus Juminosus’u bun­lar arasında sayılabilir. Charlemagne’ın 778’de Endülüs’teki müslümanlara karşı giriştiği bir savaşta yeğeni Roland’m ya­kın bir adamının ihaneti sonucu Öldü­rülüşünü anlatan ve bütün Avrupa’da Chanson de Roland adıyla tanınan bin­lerce mısralik ünlü şiirde de müslüman-lar aleyhinde gerçek dışı birçok şey bu­lunmaktadır.

İslâmiyet ve Hz. Muhammed hakkın­daki yanlış bilgilerin Batı’da daha fazla ya­yılmasında etkili olan unsurlardan biri de Haçlı seferleridir. Bu dönemden Cluny başrahibi Peterthe Venerable’ın, İslâmi­yet’e karşı yazılan reddiyeleri sağlam bir temele oturtmak amacıyla yaptığı derle­me günümüzde “Toledo- Cluny Collection” adıyla meşhurdur. Alanında ilk sayılabile­cek bu mecmuada bir araya getirilen eser­ler arasında Liber generationis Mahu-met, Doctrina Mahumet ve Summa to-îius haeresis Saracenorum başlıklı olan­larla Kur’ân-ı Kerîm’in Latince bir çevirisi [1039] ve Abdülmesîh b. İs­hak el-Kindî’nin Hıristiyanlığı savunmak amacıyla yazdığı iddia edilen risalenin La­tince tercümesi de yer almaktadır. Vin-cent de Beauvais, çeşitli manastır kronik­lerinde kayıtlı bulunan ve nesilden nesile aktarılan XIII. yüzyıldan itibaren yazılan ilk lirik edebî eserler Hz. Muhammed hakkında pek çok iftira ihtiva etmektedir. Bunların en ünlüsü Dante’nin İlâhî Komedya’s-dır. Resûlullah’ın, XIII. yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan hayal ürünü biyogra­fileri de iftiralarla doludur. Alexandre du Pont, Brunetto Latini, Jacobus de Vora-igne ve Marsile de Padoue gibi yazarların kaleme aldığı bu biyografilerde Resûl-i Ekrem’in müslüman iken Hıristiyanlığa geçen bir zenginin kölesi, papa seçileme­diği için intikam almak maksadıyla Kato­lik kilisesinden ayrılarak bâtıl din İslâm’ı kuran bir kardinal veya Doğu kilisesinin papalığa bağlanmasını engellemek için yeni bir din icat eden zengin bir İranlı ol­duğu gibi iddialar yer almaktadır.

Rönesans dönemi literatüründe İslâ­miyet Türkler’in dini olarak ön plana çı­kar ve Hz. Muhammed bu bağlamda gün­deme gelir. Martin Luther. Türkler ve inançları hakkında çok sayıda vaaz metni hazırlamış ve eser telif etmiştir. lS29’da kaleme aldığı Eine Heerespredigt wider den Türken başlıklı çalışmasında Türk-ler’i Tanrı’nın papayı cezalandırmak üze­re gönderdiği “belâ” ve “şeytana tapıcılar” diye tanıtır ve onlardan kurtulmak için dua eder. XVII. yüzyılın ortalarında muh­temelen AIexander Ross tarafından yazı­lan [1040] A Brief Sketch of the Life and Death of Mahomet, The Prophet of the Turcs, and Author of the Alcoran, Accompanying the Transîa-tion of the Koran adlı kitapta Resûlul-lah Türkler’in peygamberi ve Kur’an mü­ellifi olarak ele alınır. Ayrıca bu dönemde Hıristiyanlık’taki reform hareketlerinin başlamasıyla birlikte Hz, Muhammed ve İslâmiyet, Katolikler ve Protestanların kendi aralarındaki tartışmalarda da mal­zeme olarak kullanılmıştır. Katolikler, Pro-testanlar’ı tenkit etmek için Hz. Peygam-ber’in bir erken dönem “protestanf oldu­ğunu, Protestanların da o günün   XVII-XV1H. yüzyıllar Avrupa’sında İslâ­miyet ve Hz. Muhammed’i konu edinen kitapların sayısında hızlı bir artış görül­mekle birlikte hemen hepsi o güne kadar yazılanların tekrarından ibarettir. Bun­lardan Coventry Başpiskoposu Lancelot Addison’un önce adını vermeden  daha sonra adını vererek ya­yımladığı ve birçok baskısı yapılan The First State of Mahumedism: or, An Ac­count of the Author and Doctrines of that Imposture’sl Humphrey Prideaux’-nun The True Nature of Imposture fully Display’d in the Life of Mahomet: With a Discourse annex’d for the Vindica-tion of Chrisüanity from This Charge. Offered to the Consideration of the Deists of the Present Age Jean Gagnier’in, La vie de Maho­met: traduite et compilee de l’Alcoran, des traditions authentiques de la So­na, et des meilleurs auteurs arabes François Henri Tur-pin’in Histoire de la vie de Mahomet  başlıklı eserleri da­ha sonra bu konuda yazılanlara etkileri açısından önemlidir. Ayrıca meşhur İngi­liz tarihçisi Edward Gibbon History of the Decline and Fail of the Roman Em-pire isimli altı ciltlik eserinin bir bölümünü İslâmiyet ve Hz. Muhammed’e ayırmış ve bu bölüm daha sonra Life of Mahomet başlığıyla ayrı bir kitap olarak neşredilmiştir.[1041]

Batı’da Hz. Peygamber’Ie ilgili kısmen tarafsız mahiyetteki ilk eserler ise XVI. yüzyılda Fransız düşünürü Guillaume Pos-tel ile Fransız hukukçusu Jean Bodin tara­fından kaleme alınmıştır. XVII. yüzyılın başlarından itibaren Batı’ya yönelik Türk tehdidinin azalmasıyla birlikte Hz. Mu-hammed’in nisbeten olumlu imajına yö­nelik çalışmalar ortaya çıkmaya başlamış­tır. Teolog J. H. Hottinger, Fransız düşü­nürü Pierre Bayie, Hollandalı şarkiyatçı Adrien Beland ve İngiliz dil bilgini George Sale kısmen bu yolu benimsemiştir. An­cak bunlardan özellikle Kur’an’ı İngilizce’­ye ilk defa tercüme eden ve çalışmasının giriş bölümünde Kur’an üzerine geniş açıklamalar yapan Sale âyetleri çarpıtmaktan ve Resûlullah’i sahtekârlıkla suç­lamaktan geri durmamıştır.

Hz. Muhammed hakkında tamamen olumlu fikirler ortaya koyan ilk eser, İngi­liz tıp doktoru Henry Stubbe’ın İslâm’ın doğuşu ve gelişiminin Hz. Peygamber’in hayatına atıfla bir dökümünü sunduğu ve hıristiyanların iftiralarına karşı onu ve dinini savunduğu çalışmasıdır: An Ac­count of the Rise and Progress of Ma-hometanism with the Life of Mahomet and a Vindication of Him and His Reli-gion from the Calumnies of the Chris-tians fed. Hafiz Mahmud Khan Shairani, London Ünlü filozof Thomas Hob-bes’ın arkadaşı olan Stubbe, hayattayken bastıramadığı kitabını Batı’daki hıristi­yanların birbirine düştüğü Otuzyıl savaş­larından kısa bir süre sonra (1673) kale­me almıştır. Stubbe eserin ilk iki bölü­münde Yahudilik ve Hıristiyanlığın ilk dö­nemleri, üçüncü bölümde Arabistan’ın tarihî-coğrafî yapısı ve müslümanlar (Sa-razenler) hakkında bilgi verir. Eserin geri kalan kısmı Hz. Muhammed’in doğumun­dan itibaren ortaya çıkan gelişmeler, Me­dine’ye hicret, savaşlar, Veda haccı, vefa­tı, Resülullah’ın karakteri ve hıristiyan­ların uydurmaları, Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in mucizelerinden meydana gelmektedir. Stubbe, Resûl-i Ekrem’in üstün bir idarecilik yeteneği ortaya koy­duğunu ve hakkındaki bilgilerin hıristi­yanların o güne kadar ileri sürdükleri gö­rüşlerle uyuşmadığını açıklar. Stubbe’a göre Hz. Muhammed’in öğretisi, bütün insanların Tanrı’nın tekliği ve ortağının bulunmadığı prensibine dayanmaktadır. İslâm’a ve Hz. Peygamber’e olumlu yak­laşan ikinci biyografi çalışması Count de Boulainvilliers’e aittir. Eserinde Resûlul-lah’ı tabii ve mâkul bir din kuran hür bir düşünür olarak gösteren Boulainvilliers’e göre Resûl-i Ekrem bir dâhi, büyük bir ka­nun koyucu, bir fâtih ve doktrini adalet ve hoşgörü prensiplerine dayanan bir yöne­ticidir

Hz. Muhammed’in hayatı Batı edebi­yatında şiirlerden başka genellikle onu kötüleyen çok sayıda tiyatro eseriyle ro­mana da konu olmuştur. Bunların en ün­lüsü Voltaire’in Le fanatisme ou Maho­met le prophete başlıklı piyesidir Ancak Voltaire’in bu piyeste asıl saldırıyı dönemin papasına karşı yaptığı görülmekte, fakat papanın bunu anla­mayarak Voltaire’i kutladığı bilinmekte­dir. Piyes üç defa sahnelendikten sonra ruhban sınıfının baskısıyla sahneden kal­dırılmıştır. Voltaire diğer eserlerinde Hz. Peygamber’i kanun koyucu, fâtih bir hü­kümdar ve din adamı (rahip) olarak tak­dim eder, onun büyüklüğü üzerinde du­rur ve özellikle hoşgörüsünü öne çıkarır.

XIX. yüzyılda Batı’da tarih yazarlığının müstakil bir ilim dalı sayılması ile şarki­yat çalışmalarının artması aynı döneme rastlamaktadır. İbn Hişâm, Vâkıdî, İbn Sa’d ve Taberî gibi siyer ve megâzî müel­liflerinin eserleri keşfedilerek İslâmiyet’in doğuşu ve Hz. Muhammed üzerine yapı­lan çalışmalarda bu kaynaklar esas alın­maya başlanmıştır. Ancak gelinen nokta geçmiş dönemlerdekinden çok farklı ol­mamış ve Resûluliah. eski imajının yanın­da sadece sosyal ve ekonomik bir reform­cu kimliğiyle tanmabilmiştir. Bu dönemde yapılan çalışmalardan bazıları şunlardır: Abraham Geiger, Was hat Mohammed aus dem Judenthume aufgenommen ?

Bibliyografya :

H. Stubbe, An Account of the Rise and Progress of Mahometanism{ed. Hafiz Mahmud Khan Shairani). Lahore 1954; P. Martino. “Ma­homet en France au XVII0 et au XVIir siecles”, Actes du XIV congres des orientaüstes en Al-ger, Paris 1907, III, 206-241; P. Alphandery. “Mahomet-antichrist dans Ie moyen âge latin”, Meianges Hartıvig Derenbourg(nşr. E. Leroux). Paris 1909, s. 261-277; L. Leixner. Mohammed in der deutschen Dİchtung (doktora tezi, 1932), Karl-Frazens-üniversitât Graz; B. P. Smİth, is­lam İn English Literatüre, Beirut ]939; J. W. Fück, “islam as an Historical Problem in Euro­pean Hİstorİography Since 1800”, Historians ofMiddte East (ed. B. Lewis – P. M. Holt), Lon­don 1962, s. 303 vd.; R. W. Soutnem, Western Vieıvs of islam in the Mİddle Ages, Cambridge 1962, tür.yer.; Muhammad Maher Hamadah, Muhammad the PropheL A Selected Bibliog-raphy (doktora tezi. 1965], The Unıversity of Michigan; A. Wessels, A Modern Arabic Biog­raphy of Muhammad, Leiden 1972; W. M. Watt, Muhammad at Mecca, Oxford 1972; a.mlf., Mu­hammad at Medlna, Oxford 1972; M. Rodin-son, “A Critical Sun/ey of Modern Studies of Muhammad”, Studies on islam (ed. Meriin L. Swartz], New York 1981, s. 23-85; La üiedu prophete Mahomet, Paris 1983; S. H. Griffith. “The Prophet Muhammad, His Scripture and His Message, According to the Christian Apo-logies in Arabic and Syriac from the First Ab-basid Century”, a.e., s. 99-146; G. Troupeau. “La biographie de Mahomet dans l’ceuvre de Barthelemy d’fidesse”, a.e., s. 147-157; A. Ar-gyriou, “Elements biographioues concernant le prophete Muhammad dans la Ütterature grec-que des trois premiers siecles de l’hegire”, a.e., s. 159-182; Munawar Ahmad Anees – Alia N. Athar, Guİde to Sıra and Hadith Literatüre in Western Languages., London -New York 1986; Maher Jarrar, Die Prophetenbiographie im is-lamischen Spanien: Ein Beitrag zur überlief-erungs- und Redaktionsgeschichte, Frankfurt 1989; Bibliographie der Deutschsprachigen Arabistik und Islamkunde(ed. Fuat Sezgin), Frankfurt am Main 1990-91, II, 248-270; VII, 242-257; Zafar Ali Qureshi, Prophet Muham­mad and His Western Critics: A Critique of W. Montgomery btt and Others, Lahore 1992,1-11, bk. İndex; D. Norman, islam and the West: The Making of an Image, Oxford 1993, bk. İndex ve bibi.; Jabal Muhammad Buaben, Image of the Prophet Muhammad in the West: A Study ofMuir, Margoliouth and Watt, Leicester 1996; M. R. Cohen, Haç ve Hilal Altında: Ortaçağlar­da Yahudiler (trc. Ahmet Fethi), İstanbul 1996, s. 207-208; M. Reeves. Muhammad İn Europe, Reading 2000, s. 86-87, 119-134, 147-148, 150-152, 163-165,239-240; The Biography of Muhammad: The Issue of the Sources (ed. H. Mouki), Leiden 2000; R. G. Hoyland. “The Ear­liest Christian Writings on Muhammad: An Appraisal”, a.e., s. 276-297; J. J. Saunders, “Mohammed in Europe-A Note on Western Interpretations of the Life of the Prophet”, History: The Journal of the Historical Assocl-ation, XXXIX, London 1954, s. 14-25; A. Guil-laume, “The Biography of the Prophet in Recent Research”, 1Q, (1954), s. 5-11; R. Paret, “Re­cent European Research on the Life and Work of Prophet Muhammad”, JPHS, VI (1958), s. 81 -96; B. Lewis. “Gibbon on Muhammad”, Daed-a/us,CV/3, Massachusetts 1976, s. 89-101;Fr. Buhl, “Muhammed”, M, VIII, 452-470; “Apolo-getics”, EJd., ili, 192-194; Haim Hillel Ben-Sasson, “Disputations and Polemics”, a.e., Vi, 91; A. Noth, “Muhammad”, EP (İng.), VII, 377-381; Trude Ehlert, “Muhammad”, a.e., VII, 381-387; Yusuf Şevki Yavuz, “Kindî, Abdülme-sîh b. Ishak”, ûM,XXVI, 38-39.

Önceki sayfa 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11