Diyanet İslam Ansiklopedisi

MUHAMMED MADDESİ

C) Örnek Oluşu.

Peygamberlerin gön­derilişinin başlıca amacı, gönderildikleri toplumları veya bütün insanları Allah’ın iradesi doğrultusunda zihnî ve amelî planda değiştirme ve dönüştürmedir. Peygamberleri eğitimci, düşünür vb. Ki­şilerden ayıran en önemli özelliklerinden biri onların vahiy yoluyla kendilerine bildi­rilen inanç, ibadet, ahlâk ilkelerini tebliğ etme yanında bunların anlaşılması ve uy­gulanması hususunda insanlara model olma sorumluluğu taşımalarıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de bütün peygamberlerin kendi­lerine uyulması, dolayısıyla model alınma­ları için gönderildiği belirtilir.[545] Yeni bir kitap getirmemiş, sadece Allah’tan aldığı emirle dönemindeki veya kendisinden önceki bir kitabın hükmünü yaşatmakla sorumlu kılınmış peygambe­rin bulunmasına karşılık bir peygambe­rin aracılığı olmaksızın insanlara doğru­dan indirilmiş hiçbir ilâhî kitabın olma­ması, dinlerde kutsal kitaplar kadar bu kitapların hayata geçirilmesinde rehber­lik ve örneklik edecek peygamberlerin bü­yük önem taşıdığını göstermektedir. Ni­tekim Kur’an’da belirtildiğine göre Mekke putperestlerinin arada peygamber olma­dan vahyin bir melek vasıtasıyla indirilme­si yolundaki istekleri reddedilmiştir.[546] İnsanlara belli inanç ve değerlerin benimsetilmesinde soyut an­latımdan çok somut örneklerin etkili ol­duğu bilinmektedir. Bu sebeple ilâhı kitaplardaki emir ve yasakların hayata na­sıl geçirileceğini göstermek için mutlaka bir uygulayıcıya ihtiyaç vardır. Bu uygula­yıcı peygamberdir; diğer uygulamaların İlâhî kitaplardaki hükümlere uygunluğu­nun ölçüsü de peygamber tatbikatıdır. Zira Allah peygamberleri doğru yolun rehberleri kılmış, onları örnek alıp izle­meyi emretmiştir.[547] Esasen önceki peygamberler de sonrakiler için bi­rer örnektir; nitekim Hz. İbrahim ve onun yolundan gidenler Hz. Muhammed’e mo­del olarak gösterilmiştir [548] Geçmiş peygamberlerin tebliğ mücadelelerine dair Kur’an’da verilen bilgi­lerin asıl amacı da bunların Resûl-i Ekrem için örnek oluşturmasıdır.

Pek çok âyet ve hadiste Resûlullah’ın bildirdiği ve hayatında uyguladığı hüküm­lere uyulması ve onun izinden gidilmesi emredilmiştir. Çünkü Hz. Peygamber din konusunda kendiliğinden bir şey ortaya koymamış, yalnız kendisine vahyedilenleri bildirmiş [549] yaşayışında da sadece kendisine vahyedilenlere uy­muştur.[550] Birçok âyette emir ve yasakların doğrudan Resûl-i Ek­rem’e yöneltilmesi de onun davranışla­rında ümmetine örnek olmakla yükümlü kılındığına ve muhataplarına model ola­rak gösterildiğine delâlet etmektedir. Bu sebeple ona itaat etmek Allah’a itaat et­mek demektir.[551]

Öte yandan çok sayıda âyette Hz. Pey­gamber inancındaki sebatı, Allah’a bağlılığı, ibadete düşkünlüğü, tövbe ve istiğ­far konusundaki titizliği. Allah yolunda kararlı davranışları ve fedakârlıkları, düş­manları karşısındaki sabır ve sebatı, sa-vaşlardaki kahramanlığı; insanlara, diğer canlılara ve özellikle müminlere karşı duy­duğu sevgi ve şefkati, affediciliği, teva­zuu, dürüstlük ve adaleti, nihayet üstün ahlâkını ve kişiliğini oluşturan pek çok meziyet ve erdemiyle anılmakta ve insan­lara bir örnek olarak gösterilmektedir. “Beni rabbim terbiye etti ve en güzel şekil­de terbiye etti [552] “Ben ahlâk güzelliklerini tamam­lamak için gönderildim” mealindeki ha­dislerde [553] bunun gerekçesi ve amacı ortaya kon­muştur. Bu husus, “Hiç şüphe yok ki sizin için, aranızdan Allah’ın lutfuna ve âhiret gününe inananlar ve Allah’ı çokça anan­lar için Resûlullah’ta güzel bir örneklik vardır” mealindeki âyette  özlü bir ifadeyle dile getirilmiştir. Bu âyet, müminlerin Hendek Savaşi’nda ya­şadıkları güçlükler karşısında Hz. Peygamber’İn kararlılığını örnek almaları gerekti­ğini bildirmek üzere inmiş olmakla bera­ber İslâm âlimleri, âyetin müslümanlara dini İlgilendiren her konuda Resûl-i Ek­rem’i model almaları hususunda mutlak bir emir olduğunu söyler.[554]

Bu âyet ve hadisler yanında, Resûlullah’ı tanıyanlar da onun hayatı boyunca davranışlarıyla örnek alınmaya değer ol­duğunu görmüşler, inkarcılar bile zaman zaman bunu ifade etmek zorunda kal­mışlardır. Müslümanlar ise onun gibi ol­mayı, onun gibi yaşamayı bir ilke edin­mişlerdir. Müşriklerin baskıları yüzünden Habeşistan’a hicret etmek zorunda ka­lan müslümanlann sözcüsü Ca’fer b. Ebû Tâlib’in. Ashame en-Necâşî’nİn huzurun­da müslüman olmalarının sebeplerini açıklarken Hz. Peygamberin ortaya koy­duğu ilkeler hakkında söyledikleri [555] yine Ebû Süfyân’m henüz müslüman oimadan Bizans İmparatoru Herakleios’un yanında Resûlullah’ın kişili­ği hakkındaki itirafları [556] onun örnek bir kişiliğe sahip bulunduğunu göstermektedir. Pek çok hadiste ashabın kendi tutum ve davra­nışlarının gerekçesini, “Resûlullah’tan böyle gördük, böyle duyduk, Resûlullah şöyle şöyle yapardı…” şeklinde ifade et­meleri de bunu teyit etmektedir.[557]

Ashap döneminden başlamak üzere müslümanlar, bir davranışın veya uygulamanın doğruluğunun ya da yanlışlığı­nın gerekçesini Hz. Peygamberin uy­gulamasından göstermeye büyük önem vermişlerdir [558] Kaynaklarda Resûlul­lah’ın izinden gitmenin hükmü hakkında başlıca üç görüş ileri sürülmüştür.

1. Müstehap oluşuna dair delil bulunmadık­ça onu örnek almak vaciptir.

2. Va­cip oluşuna dair delil bulunmadıkça ör­nek alınması müstehaptır.

3. Dinî konu­larda örnekliği vacip, dünya işlerinde müstehaptır.[559] Hâkim görüşe göre Resûl-i Ekrem’in bütün yap­tıkları ve söyledikleri tek bir hüküm çer­çevesine sokulamaz; başta Kur’an olmak üzere diğer deliller ve karineler de göz önüne alınarak onun her fiili ve sözü ayrı ayrı değerlendirilmek suretiyle bağlayı­cı olup olmadığı belirlenir [560] Tartışmalar konuya teorik bir çerçeve çiz­me amacına yönelik olup Resûlullah’ın ha­yatının örnek alınması müslümanlar ta­rafından dünya huzuru ve âhiret kurtu­luşu için kutsal bir görev kabul edilmiş­tir. İbn Hazm âhiret iyiliğini, dünya bilge­liğini, düzgün yaşayışı, ahlâk güzellikle­rini kazanmak ve erdemlerle donanmak isteyenlerin Hz. Muhammed’i örnek al­maları gerektiğini belirtmekte ve bunun gerekçesini şöyle açıklamaktadır: “Resû-îullah her türlü iyilikte örnek ve önder­dir. Allah onun ahlâkını övmüş [561] çeşitli faziletleri kâmii şekliyle on­da toplamış ve onu bütün kusurlardan uzak tutmuştur” [562] Gazzâlî/hyâ’ü ‘ulûmi’d-dinde Peygamber’in ahlâkının Kur’an ahlâkı olduğunu belirten hadisi [563] ve bu ahlâkın özelliklerine dair bazı âyetleri zikrettikten sonra, “Resûlullah Kur’an ile terbiye edil­miş, insanlar da Resûlullah ile terbiye edil­miştir” demektedir.

Müslümanlar, Asr-ı saâdeften itibaren Resûl-i Ekrem’in örnek teşkil edecek tu­tum ve davranışları hakkında bilgi eksik­liklerini gidermeye çalışmışlardır. Emevî Halifesi Muâviye’nin bu yöndeki talebine Mugire b. Şu’be’nin verdiği yazılı cevap bunun güzel bir örneğini teşkil etmekte­dir. Mektupta Mugire, Hz. Peygamber’in her namazın sonunda okuduğu duayı kay­detmiş ve onun bazı ahlâk ilkeleri hakkın­da bilgi aktarmıştır [564] Ayrıca hadis ve siyer literatürü yanında Ebû îsâ et-Tirmizî’nin Şemâ’ilü’n-nebî, Nesâî’nin Amelü’l-yevm ve’1-leyle, Ah-med b. Hüseyin el-Beyhaki’nin ed-Daca-vâtü’l-kebîre, Nevevî’nin  el-Ezkâr adlı eserlerinin yazılışındaki başlıca amaç da Hz. Peygamberin kişiliğini ortaya koyup ümmetin onu örnek almasını sağlamak­tır.

Resûl-i Ekrem’in davranışlarının örnek alınması sadece dinî etkenlere bağlı ol­mayıp bunun önemli bir sebebi de Pey­gamber hâtırasına duyulan derin saygı ve ona karşı beslenen vefa duygusudur. Sünnetin canlılığını korumasında bu say­gı ve vefanın önemli bir payı vardır. Bu­nunla ilgili olarak Medine’ye hayli geç bir tarihte hicret eden Ebû Bürde şunu an­latmaktadır: “Medine’ye girdiğimde beni Abdullah b. Selâm karşıladı ve, ‘Gel seni evime götüreyim, Hz. Peygamber’in içti­ği kâse ile sana su ikram edeyim, ardın­dan Resûlullah’ın namaz kıldığı mescid-de sen de kılarsın’ dedi. Bana sevik içirdi, hurma ikram etti, daha sonra Peygam­ber’in mescidinde namaz kıldım [565]  Ashaptan Ebû Berze’-nin. müslümanların ulaştığı manevî zen­ginlik ve yükselişin İslâm ve Hz. Muham-med sayesinde gerçekleştiğini belirten sözü de [566] bu ve­fanın güzel ifadelerinden biridir.

Hz. Peygamber’in şahsiyeti, bilim ve düşünce adamlarının çeşitli konulardaki görüşleri için de örnek teşkil etmiştir. İs­lâm âlimleri arasında daha çok hadisçi ve fıkıhçıların ahlâk anlayışı ve dünya görüş­leri üzerinde Resûl-i Ekrem’in ahlâk ve yaşayışının formel yanı etkili olmuştur. Nitekim bunların yazdığı ahlâk kitapları çoğunlukla “âdâb” tarzında eserlerdir. Bunlarda hayatın çeşitli alanlarıyla ilgili davranışların âdâb ve erkânı Peygam­ber’in davranış tarzı örnek alınarak işle­nir. Hadis mecmualarının “edeb”, “birr”, “rtişâm” gibi başlıklar taşıyan bölüm­leriyle Buhârî’nin el-Edehü’l-müîred Ebü’ş-Şeyh el-İsfahânî’nin Ahlaku ‘n-ne-bîve âdâbüh adlı eseri, Ahmed b. Hüse­yin el-Beyhaki’nin el-Âdâüı sayısı yüzle­re varan bu tür eserlerden bazılarıdır.

Bibliyografya :

Wensinck, el-Muccem, “rey, “sm’a” md.le-ri; el-Muuatta’, “Hüsnül-ljuluk”, 8; Müsned, 11, 93; Buhârî. “Bed=ü’l-vahy’ 6, “Cihâd”, 109, “Ahkâm”, 1, “rtişâm”, giriş, 1, 2, 16; Müslim. “Müsâfirîn”, 139, “îmâre”, 32; İbn Hişâm, es-Sîre, i, 336; Fârâbî, Kitâbü’l-MÜle (nşr. Muhsin Mehdî), Beyrut 1986, s. 64-65; İbn Sînâ, eş-Şi-fâ’ et-!lâhiyyât(2), s. 451-455; a.mlf., en-Ne-cât(nşr. M. Takı Dânişpejûh). Tahran 1364 hş./ 1985, s. 710, 712; İbn Hazm, el-Ahlâk ue’s-si-yer, Beyrut 1405/1985, s. 24, 56-57; Gazzâlî. İhyâ II, 358-387; Kurtubî. el-Câmi’, XIV, 154-156; M. Abdürraûf el-Münâvî, Feyzü’i-kadîr (nşr. Hamdîed-Demürtâş Muhammed), Mekke -Riyad 1418/1998, I, 429; Şevkânî. Fethu’l-kadır, Beyrut 1412/1991, IV, 311; W. Montgo-mery Watt, Hz. Muhammed (trc. Hayrullah Örs), İstanbul 1963, s. 246; a.mif., islâm /Yedir (trc. Elif Rıza), İstanbul 1993, s. 292-294; De Boer, Târlhu’l-feisefe fi’l-İslâm (trc. M. Abdül-hâdî Ebû Rîde], Beyrut 1981, s. 222; A. Neher, l’Essence du propheüsme, Paris 1983, s. 10-12; Mehmed Hayrı Kırbaşoğlu. İslam Düşünce­sinde Sünnet, Ankara 1993, s. 209-214; Raşit Küçük. “Hz. Peygamber ve Örnekliğinin Mahi­yeti”, İslâm’ın Anlaşılmasında Sünnet’in Yeri ue Değeri, Ankara 2003, s. 281-301.


D) Mucizeleri.

Sözlükte “benzeri başka­larınca gerçekleştirilemeyen harikulade olay” anlamına gelen mucize peygamber­lerin doğruluğunu kanıtlayan yegâne de­lildir. Ahd-i Atîk’te Hz. Musa’ya, Yeşû, İl-ya ve Elişa’ya. Ahd-i Cedîd’de Hz. îsâ’ya, Kur’an’da Hz. Nûh, İbrahim, Salih, Mûsâ, Ya’küb. Süleyman’a ve îsâ’ya mucizeler nisbet edilmiştir. Hz. Muhammed dünya­ya gelmeden önce Zend Avesta, Hint Ve­da ve Puranalar’ı. Eski Ahid ve Yeni Ahid gibi kutsal metinlerde âhir zamanda bir peygamberin geleceğine ilişkin müjdeler yer almıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de de [567] Tevrat ve İn­cil’de onun peygamber olarak gönderile­ceğinin yazılı olduğu bildirilmektedir. Kut­sal metinlerin etkilerinin görüldüğü Or­tadoğu bölgesinde yaşayanlar arasında yeni bir peygamber beklentisinin mev­cut olduğu [568] zaman ilerledikçe beklentilerin daha da arttığı [569] bilinmektedir.

Hz. Muhammed’le ilgili olarak nübüv­vet Öncesinde birtakım harikulade olay­ların meydana geldiği rivayet edilmekte^ dir. Bunların bazıları şunlardır: Âmine’-nin ona hamile iken gördüğü bir rüyada doğuracağı çocuğun önemli bir mevkiye sahip olacağının kendisine bildirilmesi [570] babasının alnında bulu­nan nurun ona hamile kalması üzerine annesine intikal etmesi [571] doğumu esnasında melekle­rin kendisine yardımcı olması [572] sütannesinin yanında iken çevresinde bazı fevkalâde İlklerin görülmesi, Ehl-i kitap âlimlerinin ve kâhinlerin onun son peygamber olaca­ğını keşfetmesi.[573] Ay­rıca Duhâ ve İnşirah sûrelerinin muhte­vasından  Allah Teâlâ’nın Hz. Muhammed’e gençliğinde bazı olağan üstü lütuf ve yardımlarda bulunduğu an­laşılmaktadır.

Resûl-i Ekrem’e peygamberliği döne­minde verilen mucizeler farklı şekillerde gruplandırılmıştır. Mucizeler mahiyetleri bakımından aklî (mânevi), hissî (maddî) ve haberi mucizeler, muhatapları yönünden helak ve hidayet mucizeleri, kaynakları açısından Kur”an’la ve sahih rivayetlerle sabit olanlar ve zayıf senedterle rivayet edilenler şeklinde ele alınabilir.[574]

Aklî Mucizeler. Resûlullah’ın en bü­yük mucizesi Kur’ân-ı Kerîm’dir. Önceki peygamberlere kendi dönemlerinde önemli görülen alanlarda mucizeler ve­rildiği gibi Hz. Muhammed’e de kendi devrinde en çok itibar gören dil, üslûp, hi­tabet ve edebî sanatlar alanında olağan üstü bir özelliğe sahip Kur’ân-ı Kerîm in­dirilmiştir. Kur’an’da kendisinin mucize oluşu, benzerinin gerçekleştirilemeyece­ğini bildiren meydan okuma (tehaddî) âyet-İeriyle ortaya konmuştur. Bu meydan oku­yuş Kur’an’ın tamamının [575] on sûresinin [576] veya bir sûresinin [577] benzeri­nin meydana getirilmesi hususunda in­karcılara çağrıda bulunma şeklinde ifade edilmiştir. Tehaddî Medine döneminde de sürmüştür.[578] İslâm tarihinde Kur’an’ın benzerini yazmaya kalkışan bazı şair ve edebiyatçıların te­şebbüsleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır. [579]Kur’an üs­lûbu, edebî tasvirleri, iç kompozisyonu, muhteva bütünlüğü, farklı seviyedeki in­sanlara hitabı, gönüllere etkisi, i’câzı ve gayba ilişkin haberleriyle erişilmesi müm­kün olmayan bir eserdir.

Hz. Peygamber’in nübüvvetinin ispatı­na yer veren âlimler onun risâletle görevlendirildiği zamana ve coğrafyaya da dik­kat çekmişlerdir. Milâdî VII. yüzyılın başla­rında hemen bütün insanlar o dönemde mevcut dinlerden birine mensup bulunu­yordu. Hz. Muhammed, atalarından inti­kal eden herhangi bir hâkimiyet mirasına sahip olmadığı gibi kırk yaşına kadar bu alanda bir iddia da ileri sürmüş değildi. Nübüvvetini izhar ettiği coğrafya o gün­kü dünya şartlarında dikkat çekmeyen önemsiz bir yerdi. Mensup bulunduğu kabilenin ileri gelenleri kendisini destek­leyecek yerde ona karşı direnmişlerdi. Bu engellere rağmen onun tebliğ ettiği di­nin kısa zamanda dünya dinleri içinde ye­rini alması ve günümüzde müslüman sa­yısının dünya nüfusunun dörtte birini teş­kil etmesi olağan üstü sayılması gereken bir durumdur. Bazı müellifler. Hz. Pey-gamber’in hayatının her safhasında her türlü şartta üstün ahlâkın canlı örneğini ortaya koymasını da bir tür aklî mucize olarak değerlendirmiştir.[580]

Hissî Mucizeler. İslâm âlimlerinin bü­yük çoğunluğu, Resûl-i Ekrem’e Kur’an dışında da mucizeler verildiği ve bunla­rın başında hissî mucizelerin geldiği ka­naatindedir Bazılarına Kur-‘an’da temas edilen, çoğu hadis literatü-ründeki rivayetlere dayandırılan bu tür mucizelerin sayısı Kütüb-i Sitte’öe fazla olmamakla birlikte a’lâmü’n-nübüvve, delâilü’n-nübüvve ve hasâisü’n-nebîtürü eserlerde büyük bir yekûn tutmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de kıyametin yaklaştığını ve ayın ikiye ayrıldığını ifade eden âyetle [581] bazı hadis rivayetlerine dayanan âlimler ekserisi Mekke dönemin­de müşriklerin Hz. Peygamberden hissî mucize istediğini, bunun üzerine ayın iki­ye ayrılıp tekrar birleştiğini kabul eder.[582] Bazı âlimler ise böyle bir mucizenin meydana gelmediği­ni, âyette sözü edilen olayın kıyametin kopmasından önce bir alâmet olarak vu­ku bulacağını söylemektedir İsrâ ve mi’rac hadisesinin âlimlerin çoğunluğu tarafından ruh-be­den ilişkisi çerçevesinde (cismanî) ger­çekleştiği kabul edilirken bazıları onu Hz. Peygamber’in yaşadığı ruhî tecrübe ola­rak görmektedir  Kur’an’da bildirilen hissî mucizelerden biri de Bedir Gazvesi’nde müminlerin meleklerle des­teklenmiş olmasıdır.[583] Savaşa katılan meleklerin müminlere manevî destek verirken müşriklerin yüzlerine ve ellerine vurmaları emredilmiştir.[584] Bu destek çerçevesinde savaşa iştirak eden müminlerle müşriklerin sayısı bir­birine farklı gösterilmiş [585] müminlerin kalbine sükûnet veril­miş, susuzluk çekmemeleri için yağmur yağdırılmıştır.[586] Ayrıca Kur­’an’da Hendek ve Huneyn savaşlarında Cenâb-ı Hakk’ın düşmanlarına karşı fırtı­na ve görünmeyen ordular gönderdiği, müminlere de sükûnet verdiği bildiril­mektedir.[587] Âyetlerde yer alan “destekleme” ve “hezimet verme” kavramlarını maddî ve­ya manevî olarak anlamak mümkündür. Hatta “müjde ve iyimserlik”, “gönül ra­hatlığı” ifadeleri [588] göz önüne alındığı takdirde ma­nevî destekleme biçimindeki yorumun güç kazanacağı söylenebilir. Bununla bir­likte hadis ve siyer kitaplarında Kur’an’in beyanlarını somutlaştıran bazı rivayetler yer almaktadır.[589]

Hz. Peygamber’in hayatı incelendiğin­de kendisine daha çok manevî destek ve­rildiği görülür. Nitekim Mekke’de müşrik­lerin baskısının arttığı, boykot ve öldür­me dahil her türlü şiddete başvurulduğu dönemde müsfümanlann bir kısmı Habe­şistan’a göç etmiş, İslâm’ı tebliğ etmek amacıyla gittiği Tâifte çeşitli eziyetlere uğrayan Resûlullah’a mi’rac gibi hidayet ve nusret mucizeleri verilmiştir. İnşikâ-ku’1-kamer dışındaki mucizelerin iddia ve talep üzerine değil, Resûl-i Ekrem’in ve müminlerin çaresiz duruma düştüğü za­manlarda desteklenmeleri için vuku bul­duğu görülür. Mucizede iddia ve meydan okuma nitelikleri arandığı halde Kur’an’da sözü edilen olaylarda bu nitelikler mevcut değildir.

Hadis ve siyer literatüründe Hz. Pey-gamber’e ait çeşitli hissî mucizelere yer verilmiş, bunun için listeler düzenlenmiş­tir. Bunlardan bazıları şunlardır: Ağacın hareket ederek Resûlullah’ın yanına gel­mesi, çakıl taşlarının kendisine selâm ver­mesi, devenin halinden şikâyette bulun­ması, kızartılmış koyun etinin, zehirli ol­duğunu Resûl-i Ekrem’e haber vermesi, nübüvvet öncesinde bir bulutun onu de­vamlı gölgelendirmesi, omuzları arasında nübüvvet mührünün bulunması, karan­lık ve yağmurlu bir gecede yolculuk yap­ma durumunda olan bir sahâbîye verdiği asanın yolunu aydınlatması, az miktarda su ve yiyecekle çok sayıda insanın doyu­rulması.[590] Bazı kimseler. Hz. Peygam-ber’e ne kadar çok mucize nisbet edilirse nübüvvetinin o derecede ispat edilmiş olacağı kanaatini taşımaktadır.[591] Ancak bu yak­laşım Kur’an’ın ifadeleriyle uyuşmadığı gibi hadis ilmi açısından da sağlıklı görün­memektedir. Kur’ân-ı Kerîm inkarcıların Resûl-i Ekrem’den kaynak fışkırtması, içinden sular akan hurma ve üzüm bağ­ları icat etmesi, altından bir eve [592] veya hazinelere [593] sahip ol­ması, semaya yükselip oradan okuyacak­ları bir kitap getirmesi, Allah’ı ve melek­leri kendilerine göstermesi [594] haber verdiği azabın bir an önce gelmesi [595] şeklinde mucizeler talep ettiklerini, fakat Resûlullah’ın onlara mucizelerin Al­lah katında bulunduğunu, kendisinin sa­dece bir uyarıcı olduğunu [596] yanında Allah’ın hazinelerinin bulun­madığını, gaybı bilmediğini ve melek ol­madığım [597] söylediğini ha­ber vermektedir. Kur’ân-i Kerîm’de ayrı­ca peygamberlerden cahil ve inkarcıların mucize istediği [598] onların mucizeleri gördüklerinde yüzlerini çevirip bunun eskiden beri de­vam edegelen bir büyü olduğunu söyle­dikleri [599] önceki kavimler­den, istedikleri mucizeler verildiği halde iman etmeyen birçok topluluğun helak edildiği [600] bu sebeple müş­riklere bekledikleri mucizelerin gösteril­meyeceği [601]bildirilmektedir. Resûlullah, önceki peygamberlere muha­taplarının iman etmesine yardımcı ola­cak mucizelerin verildiğini bildirmiş, ken­disine verilen mucizenin ise ilâhî vahiy­den ibaret bulunduğunu, bu sebeple kı­yamet gününde tâbilerinin çok olacağını umduğunu ifade etmiştir [602] Âhâd yolla sabit olan bu ha­berler. Resûl-i Ekrem’den hissî mucize­lerin zuhur ettiği konusunda bir kanaat meydana getirirse de (tevâtür-i ma’nevî) bunlar kesinlik derecesine ulaşmadıkları için tek tek iman konuları arasında düşü­nülmemiştir.

Haberi Mucizeler. Hz. Peygamber’in geçmişe, içinde bulunduğu zamana veya geleceğe ilişkin bazı hususları haber ver­mesi ve bunların bildirdiği şekilde ger­çekleşmesidir. Resûluliah okuma yazma bilmediği, tahsil görmediği ve kimseden özel bilgi almadığı halde geçmiş peygam­berlerin mücadeleleri ve Ashâb-ı Kehf kıs­sası gibi tarihî olayları haber vermiş, baş­ta Ehl-i kitap olmak üzere dönemin âlim­leri tarafından herhangi bir itirazla kar­şılaşmamıştır. Aynı şekilde Bizanslıların İranlılar’ı yeneceğini [603] müş­riklerin ileride bozguna uğrayacağını [604]Mekke’nin fethedilece­ğini ve müslümanların geleceğinin par­lak olacağını [605] bildirmiştir. Hz. Peygamber’in düşmanlarının kendisi için kurduğu tuzakları  bazı şehir ve ülkelerin fethe­dileceğini [606] önceden haber ver­miştir. Fitne ve savaşların ortaya çıkacağı [607] kıyametin kopmasına doğru bazı alâmetlerin zuhur edeceği [608] gibi sünnet kaynaklı haberler de söz konusudur[609]

Resûl-i Ekrem’in mucizeleri kelâm li­teratüründe önemli bir yer tutmaktadır. Bu konuda Kur’an’ın yaklaşımını esas alan kelâmcılar hissî mucizelerden çok aklî mucizeler üzerinde durmuştur. Ebû Man-sûr el-Mâtürîdî. Hz. Peygamber’den sâdır olan olağan üstü hadiseleri onun erdemli şahsiyeti, hissî ve aklî mucizeleri ve ona duyulan ihtiyaçtan doğan sosyolojik rea­litelerden hareketle ortaya koymaya ça­lışmıştır.[610] Eş-‘arî, Resûlullah’ın mucizelerini Kur’ân-ı Kerim ve hissî mucizeler şeklinde ele al­mış, Kur’an’ın i’câzına dair bilgilere yer verirken bazı hissî mucizelere de temas etmiştir. KâdîAb-dülcebbâr, hissî mucizeleri reddeden Naz-zâm gibi âlimlere karşı çıkarak mucizeleri zaruri (hissî) ve istidlâlî şeklinde ikiye ayır­dıktan sonra birincisine çok sayıda insa­nın az miktarda yemekle doyması, elin­deki taşların Allah’ı teşbih etmesi, çağ­rısı üzerine ağacın hareket etmesi, üzerinde hutbe okuduğu kütüğün inlemesi gibi hadisleri Örnek göstermiş, ikincisi için de Kur’an’ın muhtevasını zikretmiş­tir [611] Ebü’l-Mu-în en-Nesefî de mucizeleri hissî ve aklî di­ye ele almakta, birincisini Peygamber’in zatının dışında olanlar, zatıyla ilgili bulu­nanlar ve güze] ahlâkı olmak üzere üçe, ikincisini de onun hali, nesebi, duaları, ha­berleri, yaşadığı yer ve zaman, getirdiği kitap ve şeriata dair olmak üzere sekize ayırmaktadır.[612] Kelâm âlimleri genelde bu çerçeveyi korumakla birlikte son dönemlerde ka­leme alınan bazı eserlerde Resûlullah’ın şahsında ve çevresinde gerçekleşen bü­tün olaylar mucize olarak takdim edilmiş­tir. Halbuki Resûl-i Ekrem’in sîreti ince­lendiğinde kendisinin fiil ve davranışla­rında sebep-sonuç ilişkisine titizlikle ria­yet ettiği görülür. Meselâ Bedir Gazvesi’n-de düşman hakkında bilgi toplamak üze­re keşif kolları çıkarmış, ordusunu savaş bölgesinin coğrafî şartlarına göre yerleş­tirmiş, ihtiyaç anında kullanılmak üzere yedek kuvvetler ayırmıştır. Bu hazırlıklar­dan sonra dua ederek Allah’tan dinine ve müminlere zafer vermesini İstemiştir. Hz. Peygamber, Allah’ın emir ve yasakla­rını insanlara tebliğ ederken öncelikle aklî ve mantıkî delillere başvurmuş, basîret sahibi, ön yargısız insanlar bu öğretile­rinden hareketle onun doğru sözlü oldu­ğunu kabul etmiştir. Bazı kişiler de aklî ve mantıkî delillerle yetinmeyerek mucize talebinde bulunmuş, bu sebeple ona hi­dayet mucizeleri verilmiştir. Art niyetli bir üçüncü grup İse ondan hissî mucize istemiş, ancak Kur’an’da özellikle bu ka­tegoriye giren talepler reddedilmiştir.

Bibliyografya :

Müsned,W, 128, 185; V, 89,95, 105, 139; a. e. [Arnaütl, XXVIII, 395; XXIX, 196; XXXV, 182; XXXVI, 596; Buhârî, “Menâkıb”, 25, 27, “Tefsîr”, 54/1, “Cthâd”, 58, 89, “Tıb”, 47-55, “Megâzî”, 4,”Fe7.â>ilü’l-KuıJân”, l/’î’tişâm”, 1, “Fiten”, 2-8, 24-25; Müslim, “îmân”, 239, “Fiten”. 9-13, 39-84, “Şıfâtü’l-münâfUsîn”, 43-48, “Cihâd”, 58; Tirmizî. “Menâkıb”, 3; İbn ishak. es-Sîre, s. 22, 53-57, 257-264; İbn Hişâm, es-Slretü.’n-nebe-ulyye,Kahire, ts.lDârü’1-fikr], 1,180-183;!!, 672-673;İbnSa’d, e^-Jabakâiü’l-kübrâ,Beyrut 196G, I,  152;Taberî. Târih [Ebü’1-Fazl), II, 166-167; a.mlf., Câmi’u’l-beyân (nşr. Sıdki Cemîl el-At-târl, Beyrut 1415/1995, XXVII, 111-116; Eş’ari, el-Lünac, s. 196-197; Mâtürîdî. Kitâbü’t-Teuhîd (nşr. Bekir Topaloğlu-Muhammed Aruçi). Anka­ra 1423/2003, s. 294-296, 314-332; Kâdî Ab-dülcebbâr, Teşbîlü delâ*UVn-nübûUve[rşT. Ab-dülkerîm Osman), Beyrut 1386/1966, 1,46-59; II,  403-405, 509-510; a.mlf., Şerhıt’l-U$ûli’l-hamse (nşr. Abdülkerîm Osman], Kahire 1988, s. 585-597; a.mlf.. el-Muhtaşar fi uşûti’d-dîn mşr. Muhammed İmâre, Resâ’ilü’l-‘adi oe’t-teü-hid içinde), Kahire 1971, s. 239; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâ’Uü ‘n-nübûvve, Halep 1397/ 1977,1, 46-48, 96, 535-537; Mâverdî, A’iâmü’n-nübüvue (nşr. Muhammed el-Mu’tasım-Billâh el-Bagdâdî), Beyrut 1407/1987, s, 222-242; Bey-haki, Deiâ’ilü’n-nübüvve ınşr. Abdurrahman Muhammed Osmanl, Kahire 1389/1969, 1, 103-

107; NeseH. Teb$ıratü’l-edİite[Saame), 1,487-502; KSdîİyâz, eş-Şifâ’, I, 341-533; Fahreddin er-Râzî. Kitâbü’l-Erbacîn[Tşr Ahmed Hicâzîes-Sekkâl, Kahire 1406/1986, II, 76-101; Zehebî. Târîhu ‘l-İslâm: es-Sîretü ‘n~nebeüiyye, s. 57-59; İbn Kesir, es-Sîre, I, 247; Süyûtî. ei-Haşâ’i$ü’l-kübrâ, Beyrut 1405/1985,1,78-100, 141-146; Ali ei-Kâri.Meuzû’âi, istanbul 1289, s. 109; Nû-reddin el-Halebî, /nsânüVuyûn, Kahire 1308,1, 46; Meclisî.Bıhârü’f-enuâr, Beyrut 1403/1983, XVII, 342-362; Seffârînî. Leuâ’ilyu’l-enuâr, RH yad 1994, II, 278-279; Muhammed el-Hût. Es-ne7-metâ/ıö fi elıâdlşi muhtelifeti’l-merâtib (nşr. Halîl el-Meys], Beyrut 1403/1983, s. 375; Yûsuf b. İsmail en-Nebhânî. Hüccetullâh “ale’f-‘â/emîn, Diyarbakır, ts. (el-Mektebetü’l-lslâmiy-ye), s, 254-260;Şiblî Nu’mânî, islâm Tarihi: Asr-ı Saadet {trc. Ömer Rıza [Doğrul[), İstanbul 1346/ 1928,1, 188-189, 199-202; Süleyman Nedvî, İs­lâm Tarihi; Asr-ı Saadet [trc. Ömer Rıza [Doğ­rul]),İstanbul 1347/1928,111, 1306, 1317-1318, 1364, 1394; IV, 1557-1558, 1605, 1655-1677, 1772-1777; Reşîd Rızâ. Tefslrü’i-menâr, IV, 113; Ahmed Cevdet Paşa. Kısas-ı Enbiyâ ve Teuârih-i Hulefâ, İstanbul 1386/1966.1, 75-80;5eyyid Ku-tub. FıZıiâli’i-Kur’ân,Beyrut, ts. |Dâru ihyâi’t-türâsil-Arabî], IV, 2237; Hamîdullah. İslâm Pey­gamberi,], 24, 51, 135-138; Hasan Ziyâeddin Itr, Nübüvvetti Muhammed ft’l-Kur’ân, Halep 1393/1973, s. 236; Abdülazîz es-Seâlibî. Muc-cizü Muhammed ResülUlâh, Beyrut 1986, s. 114-116; Muhammed Abduh. Rîsâtetü’t-Teu-hîd, Beyrut 1986, s. 88-129; Muhammed Ah­med Gl-Gamrâvî, ei-islâm /”fa.sn”l-[f7m, Kahire 1987, s, 122-132; Gülgün Uyar, Hz. Muham-med’İn Risalet Öncesi Hayatına Dair Bazı Ri-uayet Farklarının TesbİÜ (yüksek lisans tezi, 1993), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 65-66; İlyas Çelebi, İslam İnancında Gayp Problemi, İstanbul 1996, s. 103-109, 123-142; a.mlf.. İs­lâm İnanç Sisteminde Akılcılık üe Kadı Ab-dülcebbar, İstanbul 2002, s. 318-322; Yusuf Şevki Yavuz v.dğr., İslâm’da İnanç Esasları, İs­tanbul 1998, s. 195-206.      

 

Önceki sayfa 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11Sonraki sayfa