C) Örnek Oluşu.
Peygamberlerin gönderilişinin başlıca amacı, gönderildikleri toplumları veya bütün insanları Allah’ın iradesi doğrultusunda zihnî ve amelî planda değiştirme ve dönüştürmedir. Peygamberleri eğitimci, düşünür vb. Kişilerden ayıran en önemli özelliklerinden biri onların vahiy yoluyla kendilerine bildirilen inanç, ibadet, ahlâk ilkelerini tebliğ etme yanında bunların anlaşılması ve uygulanması hususunda insanlara model olma sorumluluğu taşımalarıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de bütün peygamberlerin kendilerine uyulması, dolayısıyla model alınmaları için gönderildiği belirtilir.[545] Yeni bir kitap getirmemiş, sadece Allah’tan aldığı emirle dönemindeki veya kendisinden önceki bir kitabın hükmünü yaşatmakla sorumlu kılınmış peygamberin bulunmasına karşılık bir peygamberin aracılığı olmaksızın insanlara doğrudan indirilmiş hiçbir ilâhî kitabın olmaması, dinlerde kutsal kitaplar kadar bu kitapların hayata geçirilmesinde rehberlik ve örneklik edecek peygamberlerin büyük önem taşıdığını göstermektedir. Nitekim Kur’an’da belirtildiğine göre Mekke putperestlerinin arada peygamber olmadan vahyin bir melek vasıtasıyla indirilmesi yolundaki istekleri reddedilmiştir.[546] İnsanlara belli inanç ve değerlerin benimsetilmesinde soyut anlatımdan çok somut örneklerin etkili olduğu bilinmektedir. Bu sebeple ilâhı kitaplardaki emir ve yasakların hayata nasıl geçirileceğini göstermek için mutlaka bir uygulayıcıya ihtiyaç vardır. Bu uygulayıcı peygamberdir; diğer uygulamaların İlâhî kitaplardaki hükümlere uygunluğunun ölçüsü de peygamber tatbikatıdır. Zira Allah peygamberleri doğru yolun rehberleri kılmış, onları örnek alıp izlemeyi emretmiştir.[547] Esasen önceki peygamberler de sonrakiler için birer örnektir; nitekim Hz. İbrahim ve onun yolundan gidenler Hz. Muhammed’e model olarak gösterilmiştir [548] Geçmiş peygamberlerin tebliğ mücadelelerine dair Kur’an’da verilen bilgilerin asıl amacı da bunların Resûl-i Ekrem için örnek oluşturmasıdır.
Pek çok âyet ve hadiste Resûlullah’ın bildirdiği ve hayatında uyguladığı hükümlere uyulması ve onun izinden gidilmesi emredilmiştir. Çünkü Hz. Peygamber din konusunda kendiliğinden bir şey ortaya koymamış, yalnız kendisine vahyedilenleri bildirmiş [549] yaşayışında da sadece kendisine vahyedilenlere uymuştur.[550] Birçok âyette emir ve yasakların doğrudan Resûl-i Ekrem’e yöneltilmesi de onun davranışlarında ümmetine örnek olmakla yükümlü kılındığına ve muhataplarına model olarak gösterildiğine delâlet etmektedir. Bu sebeple ona itaat etmek Allah’a itaat etmek demektir.[551]
Öte yandan çok sayıda âyette Hz. Peygamber inancındaki sebatı, Allah’a bağlılığı, ibadete düşkünlüğü, tövbe ve istiğfar konusundaki titizliği. Allah yolunda kararlı davranışları ve fedakârlıkları, düşmanları karşısındaki sabır ve sebatı, sa-vaşlardaki kahramanlığı; insanlara, diğer canlılara ve özellikle müminlere karşı duyduğu sevgi ve şefkati, affediciliği, tevazuu, dürüstlük ve adaleti, nihayet üstün ahlâkını ve kişiliğini oluşturan pek çok meziyet ve erdemiyle anılmakta ve insanlara bir örnek olarak gösterilmektedir. “Beni rabbim terbiye etti ve en güzel şekilde terbiye etti [552] “Ben ahlâk güzelliklerini tamamlamak için gönderildim” mealindeki hadislerde [553] bunun gerekçesi ve amacı ortaya konmuştur. Bu husus, “Hiç şüphe yok ki sizin için, aranızdan Allah’ın lutfuna ve âhiret gününe inananlar ve Allah’ı çokça ananlar için Resûlullah’ta güzel bir örneklik vardır” mealindeki âyette özlü bir ifadeyle dile getirilmiştir. Bu âyet, müminlerin Hendek Savaşi’nda yaşadıkları güçlükler karşısında Hz. Peygamber’İn kararlılığını örnek almaları gerektiğini bildirmek üzere inmiş olmakla beraber İslâm âlimleri, âyetin müslümanlara dini İlgilendiren her konuda Resûl-i Ekrem’i model almaları hususunda mutlak bir emir olduğunu söyler.[554]
Bu âyet ve hadisler yanında, Resûlullah’ı tanıyanlar da onun hayatı boyunca davranışlarıyla örnek alınmaya değer olduğunu görmüşler, inkarcılar bile zaman zaman bunu ifade etmek zorunda kalmışlardır. Müslümanlar ise onun gibi olmayı, onun gibi yaşamayı bir ilke edinmişlerdir. Müşriklerin baskıları yüzünden Habeşistan’a hicret etmek zorunda kalan müslümanlann sözcüsü Ca’fer b. Ebû Tâlib’in. Ashame en-Necâşî’nİn huzurunda müslüman olmalarının sebeplerini açıklarken Hz. Peygamberin ortaya koyduğu ilkeler hakkında söyledikleri [555] yine Ebû Süfyân’m henüz müslüman oimadan Bizans İmparatoru Herakleios’un yanında Resûlullah’ın kişiliği hakkındaki itirafları [556] onun örnek bir kişiliğe sahip bulunduğunu göstermektedir. Pek çok hadiste ashabın kendi tutum ve davranışlarının gerekçesini, “Resûlullah’tan böyle gördük, böyle duyduk, Resûlullah şöyle şöyle yapardı…” şeklinde ifade etmeleri de bunu teyit etmektedir.[557]
Ashap döneminden başlamak üzere müslümanlar, bir davranışın veya uygulamanın doğruluğunun ya da yanlışlığının gerekçesini Hz. Peygamberin uygulamasından göstermeye büyük önem vermişlerdir [558] Kaynaklarda Resûlullah’ın izinden gitmenin hükmü hakkında başlıca üç görüş ileri sürülmüştür.
1. Müstehap oluşuna dair delil bulunmadıkça onu örnek almak vaciptir.
2. Vacip oluşuna dair delil bulunmadıkça örnek alınması müstehaptır.
3. Dinî konularda örnekliği vacip, dünya işlerinde müstehaptır.[559] Hâkim görüşe göre Resûl-i Ekrem’in bütün yaptıkları ve söyledikleri tek bir hüküm çerçevesine sokulamaz; başta Kur’an olmak üzere diğer deliller ve karineler de göz önüne alınarak onun her fiili ve sözü ayrı ayrı değerlendirilmek suretiyle bağlayıcı olup olmadığı belirlenir [560] Tartışmalar konuya teorik bir çerçeve çizme amacına yönelik olup Resûlullah’ın hayatının örnek alınması müslümanlar tarafından dünya huzuru ve âhiret kurtuluşu için kutsal bir görev kabul edilmiştir. İbn Hazm âhiret iyiliğini, dünya bilgeliğini, düzgün yaşayışı, ahlâk güzelliklerini kazanmak ve erdemlerle donanmak isteyenlerin Hz. Muhammed’i örnek almaları gerektiğini belirtmekte ve bunun gerekçesini şöyle açıklamaktadır: “Resû-îullah her türlü iyilikte örnek ve önderdir. Allah onun ahlâkını övmüş [561] çeşitli faziletleri kâmii şekliyle onda toplamış ve onu bütün kusurlardan uzak tutmuştur” [562] Gazzâlî/hyâ’ü ‘ulûmi’d-dinde Peygamber’in ahlâkının Kur’an ahlâkı olduğunu belirten hadisi [563] ve bu ahlâkın özelliklerine dair bazı âyetleri zikrettikten sonra, “Resûlullah Kur’an ile terbiye edilmiş, insanlar da Resûlullah ile terbiye edilmiştir” demektedir.
Müslümanlar, Asr-ı saâdeften itibaren Resûl-i Ekrem’in örnek teşkil edecek tutum ve davranışları hakkında bilgi eksikliklerini gidermeye çalışmışlardır. Emevî Halifesi Muâviye’nin bu yöndeki talebine Mugire b. Şu’be’nin verdiği yazılı cevap bunun güzel bir örneğini teşkil etmektedir. Mektupta Mugire, Hz. Peygamber’in her namazın sonunda okuduğu duayı kaydetmiş ve onun bazı ahlâk ilkeleri hakkında bilgi aktarmıştır [564] Ayrıca hadis ve siyer literatürü yanında Ebû îsâ et-Tirmizî’nin Şemâ’ilü’n-nebî, Nesâî’nin Amelü’l-yevm ve’1-leyle, Ah-med b. Hüseyin el-Beyhaki’nin ed-Daca-vâtü’l-kebîre, Nevevî’nin el-Ezkâr adlı eserlerinin yazılışındaki başlıca amaç da Hz. Peygamberin kişiliğini ortaya koyup ümmetin onu örnek almasını sağlamaktır.
Resûl-i Ekrem’in davranışlarının örnek alınması sadece dinî etkenlere bağlı olmayıp bunun önemli bir sebebi de Peygamber hâtırasına duyulan derin saygı ve ona karşı beslenen vefa duygusudur. Sünnetin canlılığını korumasında bu saygı ve vefanın önemli bir payı vardır. Bununla ilgili olarak Medine’ye hayli geç bir tarihte hicret eden Ebû Bürde şunu anlatmaktadır: “Medine’ye girdiğimde beni Abdullah b. Selâm karşıladı ve, ‘Gel seni evime götüreyim, Hz. Peygamber’in içtiği kâse ile sana su ikram edeyim, ardından Resûlullah’ın namaz kıldığı mescid-de sen de kılarsın’ dedi. Bana sevik içirdi, hurma ikram etti, daha sonra Peygamber’in mescidinde namaz kıldım [565] Ashaptan Ebû Berze’-nin. müslümanların ulaştığı manevî zenginlik ve yükselişin İslâm ve Hz. Muham-med sayesinde gerçekleştiğini belirten sözü de [566] bu vefanın güzel ifadelerinden biridir.
Hz. Peygamber’in şahsiyeti, bilim ve düşünce adamlarının çeşitli konulardaki görüşleri için de örnek teşkil etmiştir. İslâm âlimleri arasında daha çok hadisçi ve fıkıhçıların ahlâk anlayışı ve dünya görüşleri üzerinde Resûl-i Ekrem’in ahlâk ve yaşayışının formel yanı etkili olmuştur. Nitekim bunların yazdığı ahlâk kitapları çoğunlukla “âdâb” tarzında eserlerdir. Bunlarda hayatın çeşitli alanlarıyla ilgili davranışların âdâb ve erkânı Peygamber’in davranış tarzı örnek alınarak işlenir. Hadis mecmualarının “edeb”, “birr”, “rtişâm” gibi başlıklar taşıyan bölümleriyle Buhârî’nin el-Edehü’l-müîred Ebü’ş-Şeyh el-İsfahânî’nin Ahlaku ‘n-ne-bîve âdâbüh adlı eseri, Ahmed b. Hüseyin el-Beyhaki’nin el-Âdâüı sayısı yüzlere varan bu tür eserlerden bazılarıdır.
Bibliyografya :
Wensinck, el-Muccem, “rey, “sm’a” md.le-ri; el-Muuatta’, “Hüsnül-ljuluk”, 8; Müsned, 11, 93; Buhârî. “Bed=ü’l-vahy’ 6, “Cihâd”, 109, “Ahkâm”, 1, “rtişâm”, giriş, 1, 2, 16; Müslim. “Müsâfirîn”, 139, “îmâre”, 32; İbn Hişâm, es-Sîre, i, 336; Fârâbî, Kitâbü’l-MÜle (nşr. Muhsin Mehdî), Beyrut 1986, s. 64-65; İbn Sînâ, eş-Şi-fâ’ et-!lâhiyyât(2), s. 451-455; a.mlf., en-Ne-cât(nşr. M. Takı Dânişpejûh). Tahran 1364 hş./ 1985, s. 710, 712; İbn Hazm, el-Ahlâk ue’s-si-yer, Beyrut 1405/1985, s. 24, 56-57; Gazzâlî. İhyâ II, 358-387; Kurtubî. el-Câmi’, XIV, 154-156; M. Abdürraûf el-Münâvî, Feyzü’i-kadîr (nşr. Hamdîed-Demürtâş Muhammed), Mekke -Riyad 1418/1998, I, 429; Şevkânî. Fethu’l-kadır, Beyrut 1412/1991, IV, 311; W. Montgo-mery Watt, Hz. Muhammed (trc. Hayrullah Örs), İstanbul 1963, s. 246; a.mif., islâm /Yedir (trc. Elif Rıza), İstanbul 1993, s. 292-294; De Boer, Târlhu’l-feisefe fi’l-İslâm (trc. M. Abdül-hâdî Ebû Rîde], Beyrut 1981, s. 222; A. Neher, l’Essence du propheüsme, Paris 1983, s. 10-12; Mehmed Hayrı Kırbaşoğlu. İslam Düşüncesinde Sünnet, Ankara 1993, s. 209-214; Raşit Küçük. “Hz. Peygamber ve Örnekliğinin Mahiyeti”, İslâm’ın Anlaşılmasında Sünnet’in Yeri ue Değeri, Ankara 2003, s. 281-301.
D) Mucizeleri.
Sözlükte “benzeri başkalarınca gerçekleştirilemeyen harikulade olay” anlamına gelen mucize peygamberlerin doğruluğunu kanıtlayan yegâne delildir. Ahd-i Atîk’te Hz. Musa’ya, Yeşû, İl-ya ve Elişa’ya. Ahd-i Cedîd’de Hz. îsâ’ya, Kur’an’da Hz. Nûh, İbrahim, Salih, Mûsâ, Ya’küb. Süleyman’a ve îsâ’ya mucizeler nisbet edilmiştir. Hz. Muhammed dünyaya gelmeden önce Zend Avesta, Hint Veda ve Puranalar’ı. Eski Ahid ve Yeni Ahid gibi kutsal metinlerde âhir zamanda bir peygamberin geleceğine ilişkin müjdeler yer almıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de de [567] Tevrat ve İncil’de onun peygamber olarak gönderileceğinin yazılı olduğu bildirilmektedir. Kutsal metinlerin etkilerinin görüldüğü Ortadoğu bölgesinde yaşayanlar arasında yeni bir peygamber beklentisinin mevcut olduğu [568] zaman ilerledikçe beklentilerin daha da arttığı [569] bilinmektedir.
Hz. Muhammed’le ilgili olarak nübüvvet Öncesinde birtakım harikulade olayların meydana geldiği rivayet edilmekte^ dir. Bunların bazıları şunlardır: Âmine’-nin ona hamile iken gördüğü bir rüyada doğuracağı çocuğun önemli bir mevkiye sahip olacağının kendisine bildirilmesi [570] babasının alnında bulunan nurun ona hamile kalması üzerine annesine intikal etmesi [571] doğumu esnasında meleklerin kendisine yardımcı olması [572] sütannesinin yanında iken çevresinde bazı fevkalâde İlklerin görülmesi, Ehl-i kitap âlimlerinin ve kâhinlerin onun son peygamber olacağını keşfetmesi.[573] Ayrıca Duhâ ve İnşirah sûrelerinin muhtevasından Allah Teâlâ’nın Hz. Muhammed’e gençliğinde bazı olağan üstü lütuf ve yardımlarda bulunduğu anlaşılmaktadır.
Resûl-i Ekrem’e peygamberliği döneminde verilen mucizeler farklı şekillerde gruplandırılmıştır. Mucizeler mahiyetleri bakımından aklî (mânevi), hissî (maddî) ve haberi mucizeler, muhatapları yönünden helak ve hidayet mucizeleri, kaynakları açısından Kur”an’la ve sahih rivayetlerle sabit olanlar ve zayıf senedterle rivayet edilenler şeklinde ele alınabilir.[574]
Aklî Mucizeler. Resûlullah’ın en büyük mucizesi Kur’ân-ı Kerîm’dir. Önceki peygamberlere kendi dönemlerinde önemli görülen alanlarda mucizeler verildiği gibi Hz. Muhammed’e de kendi devrinde en çok itibar gören dil, üslûp, hitabet ve edebî sanatlar alanında olağan üstü bir özelliğe sahip Kur’ân-ı Kerîm indirilmiştir. Kur’an’da kendisinin mucize oluşu, benzerinin gerçekleştirilemeyeceğini bildiren meydan okuma (tehaddî) âyet-İeriyle ortaya konmuştur. Bu meydan okuyuş Kur’an’ın tamamının [575] on sûresinin [576] veya bir sûresinin [577] benzerinin meydana getirilmesi hususunda inkarcılara çağrıda bulunma şeklinde ifade edilmiştir. Tehaddî Medine döneminde de sürmüştür.[578] İslâm tarihinde Kur’an’ın benzerini yazmaya kalkışan bazı şair ve edebiyatçıların teşebbüsleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır. [579]Kur’an üslûbu, edebî tasvirleri, iç kompozisyonu, muhteva bütünlüğü, farklı seviyedeki insanlara hitabı, gönüllere etkisi, i’câzı ve gayba ilişkin haberleriyle erişilmesi mümkün olmayan bir eserdir.
Hz. Peygamber’in nübüvvetinin ispatına yer veren âlimler onun risâletle görevlendirildiği zamana ve coğrafyaya da dikkat çekmişlerdir. Milâdî VII. yüzyılın başlarında hemen bütün insanlar o dönemde mevcut dinlerden birine mensup bulunuyordu. Hz. Muhammed, atalarından intikal eden herhangi bir hâkimiyet mirasına sahip olmadığı gibi kırk yaşına kadar bu alanda bir iddia da ileri sürmüş değildi. Nübüvvetini izhar ettiği coğrafya o günkü dünya şartlarında dikkat çekmeyen önemsiz bir yerdi. Mensup bulunduğu kabilenin ileri gelenleri kendisini destekleyecek yerde ona karşı direnmişlerdi. Bu engellere rağmen onun tebliğ ettiği dinin kısa zamanda dünya dinleri içinde yerini alması ve günümüzde müslüman sayısının dünya nüfusunun dörtte birini teşkil etmesi olağan üstü sayılması gereken bir durumdur. Bazı müellifler. Hz. Pey-gamber’in hayatının her safhasında her türlü şartta üstün ahlâkın canlı örneğini ortaya koymasını da bir tür aklî mucize olarak değerlendirmiştir.[580]
Hissî Mucizeler. İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu, Resûl-i Ekrem’e Kur’an dışında da mucizeler verildiği ve bunların başında hissî mucizelerin geldiği kanaatindedir Bazılarına Kur-‘an’da temas edilen, çoğu hadis literatü-ründeki rivayetlere dayandırılan bu tür mucizelerin sayısı Kütüb-i Sitte’öe fazla olmamakla birlikte a’lâmü’n-nübüvve, delâilü’n-nübüvve ve hasâisü’n-nebîtürü eserlerde büyük bir yekûn tutmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de kıyametin yaklaştığını ve ayın ikiye ayrıldığını ifade eden âyetle [581] bazı hadis rivayetlerine dayanan âlimler ekserisi Mekke döneminde müşriklerin Hz. Peygamberden hissî mucize istediğini, bunun üzerine ayın ikiye ayrılıp tekrar birleştiğini kabul eder.[582] Bazı âlimler ise böyle bir mucizenin meydana gelmediğini, âyette sözü edilen olayın kıyametin kopmasından önce bir alâmet olarak vuku bulacağını söylemektedir İsrâ ve mi’rac hadisesinin âlimlerin çoğunluğu tarafından ruh-beden ilişkisi çerçevesinde (cismanî) gerçekleştiği kabul edilirken bazıları onu Hz. Peygamber’in yaşadığı ruhî tecrübe olarak görmektedir Kur’an’da bildirilen hissî mucizelerden biri de Bedir Gazvesi’nde müminlerin meleklerle desteklenmiş olmasıdır.[583] Savaşa katılan meleklerin müminlere manevî destek verirken müşriklerin yüzlerine ve ellerine vurmaları emredilmiştir.[584] Bu destek çerçevesinde savaşa iştirak eden müminlerle müşriklerin sayısı birbirine farklı gösterilmiş [585] müminlerin kalbine sükûnet verilmiş, susuzluk çekmemeleri için yağmur yağdırılmıştır.[586] Ayrıca Kur’an’da Hendek ve Huneyn savaşlarında Cenâb-ı Hakk’ın düşmanlarına karşı fırtına ve görünmeyen ordular gönderdiği, müminlere de sükûnet verdiği bildirilmektedir.[587] Âyetlerde yer alan “destekleme” ve “hezimet verme” kavramlarını maddî veya manevî olarak anlamak mümkündür. Hatta “müjde ve iyimserlik”, “gönül rahatlığı” ifadeleri [588] göz önüne alındığı takdirde manevî destekleme biçimindeki yorumun güç kazanacağı söylenebilir. Bununla birlikte hadis ve siyer kitaplarında Kur’an’in beyanlarını somutlaştıran bazı rivayetler yer almaktadır.[589]
Hz. Peygamber’in hayatı incelendiğinde kendisine daha çok manevî destek verildiği görülür. Nitekim Mekke’de müşriklerin baskısının arttığı, boykot ve öldürme dahil her türlü şiddete başvurulduğu dönemde müsfümanlann bir kısmı Habeşistan’a göç etmiş, İslâm’ı tebliğ etmek amacıyla gittiği Tâifte çeşitli eziyetlere uğrayan Resûlullah’a mi’rac gibi hidayet ve nusret mucizeleri verilmiştir. İnşikâ-ku’1-kamer dışındaki mucizelerin iddia ve talep üzerine değil, Resûl-i Ekrem’in ve müminlerin çaresiz duruma düştüğü zamanlarda desteklenmeleri için vuku bulduğu görülür. Mucizede iddia ve meydan okuma nitelikleri arandığı halde Kur’an’da sözü edilen olaylarda bu nitelikler mevcut değildir.
Hadis ve siyer literatüründe Hz. Pey-gamber’e ait çeşitli hissî mucizelere yer verilmiş, bunun için listeler düzenlenmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır: Ağacın hareket ederek Resûlullah’ın yanına gelmesi, çakıl taşlarının kendisine selâm vermesi, devenin halinden şikâyette bulunması, kızartılmış koyun etinin, zehirli olduğunu Resûl-i Ekrem’e haber vermesi, nübüvvet öncesinde bir bulutun onu devamlı gölgelendirmesi, omuzları arasında nübüvvet mührünün bulunması, karanlık ve yağmurlu bir gecede yolculuk yapma durumunda olan bir sahâbîye verdiği asanın yolunu aydınlatması, az miktarda su ve yiyecekle çok sayıda insanın doyurulması.[590] Bazı kimseler. Hz. Peygam-ber’e ne kadar çok mucize nisbet edilirse nübüvvetinin o derecede ispat edilmiş olacağı kanaatini taşımaktadır.[591] Ancak bu yaklaşım Kur’an’ın ifadeleriyle uyuşmadığı gibi hadis ilmi açısından da sağlıklı görünmemektedir. Kur’ân-ı Kerîm inkarcıların Resûl-i Ekrem’den kaynak fışkırtması, içinden sular akan hurma ve üzüm bağları icat etmesi, altından bir eve [592] veya hazinelere [593] sahip olması, semaya yükselip oradan okuyacakları bir kitap getirmesi, Allah’ı ve melekleri kendilerine göstermesi [594] haber verdiği azabın bir an önce gelmesi [595] şeklinde mucizeler talep ettiklerini, fakat Resûlullah’ın onlara mucizelerin Allah katında bulunduğunu, kendisinin sadece bir uyarıcı olduğunu [596] yanında Allah’ın hazinelerinin bulunmadığını, gaybı bilmediğini ve melek olmadığım [597] söylediğini haber vermektedir. Kur’ân-i Kerîm’de ayrıca peygamberlerden cahil ve inkarcıların mucize istediği [598] onların mucizeleri gördüklerinde yüzlerini çevirip bunun eskiden beri devam edegelen bir büyü olduğunu söyledikleri [599] önceki kavimlerden, istedikleri mucizeler verildiği halde iman etmeyen birçok topluluğun helak edildiği [600] bu sebeple müşriklere bekledikleri mucizelerin gösterilmeyeceği [601]bildirilmektedir. Resûlullah, önceki peygamberlere muhataplarının iman etmesine yardımcı olacak mucizelerin verildiğini bildirmiş, kendisine verilen mucizenin ise ilâhî vahiyden ibaret bulunduğunu, bu sebeple kıyamet gününde tâbilerinin çok olacağını umduğunu ifade etmiştir [602] Âhâd yolla sabit olan bu haberler. Resûl-i Ekrem’den hissî mucizelerin zuhur ettiği konusunda bir kanaat meydana getirirse de (tevâtür-i ma’nevî) bunlar kesinlik derecesine ulaşmadıkları için tek tek iman konuları arasında düşünülmemiştir.
Haberi Mucizeler. Hz. Peygamber’in geçmişe, içinde bulunduğu zamana veya geleceğe ilişkin bazı hususları haber vermesi ve bunların bildirdiği şekilde gerçekleşmesidir. Resûluliah okuma yazma bilmediği, tahsil görmediği ve kimseden özel bilgi almadığı halde geçmiş peygamberlerin mücadeleleri ve Ashâb-ı Kehf kıssası gibi tarihî olayları haber vermiş, başta Ehl-i kitap olmak üzere dönemin âlimleri tarafından herhangi bir itirazla karşılaşmamıştır. Aynı şekilde Bizanslıların İranlılar’ı yeneceğini [603] müşriklerin ileride bozguna uğrayacağını [604]Mekke’nin fethedileceğini ve müslümanların geleceğinin parlak olacağını [605] bildirmiştir. Hz. Peygamber’in düşmanlarının kendisi için kurduğu tuzakları bazı şehir ve ülkelerin fethedileceğini [606] önceden haber vermiştir. Fitne ve savaşların ortaya çıkacağı [607] kıyametin kopmasına doğru bazı alâmetlerin zuhur edeceği [608] gibi sünnet kaynaklı haberler de söz konusudur[609]
Resûl-i Ekrem’in mucizeleri kelâm literatüründe önemli bir yer tutmaktadır. Bu konuda Kur’an’ın yaklaşımını esas alan kelâmcılar hissî mucizelerden çok aklî mucizeler üzerinde durmuştur. Ebû Man-sûr el-Mâtürîdî. Hz. Peygamber’den sâdır olan olağan üstü hadiseleri onun erdemli şahsiyeti, hissî ve aklî mucizeleri ve ona duyulan ihtiyaçtan doğan sosyolojik realitelerden hareketle ortaya koymaya çalışmıştır.[610] Eş-‘arî, Resûlullah’ın mucizelerini Kur’ân-ı Kerim ve hissî mucizeler şeklinde ele almış, Kur’an’ın i’câzına dair bilgilere yer verirken bazı hissî mucizelere de temas etmiştir. KâdîAb-dülcebbâr, hissî mucizeleri reddeden Naz-zâm gibi âlimlere karşı çıkarak mucizeleri zaruri (hissî) ve istidlâlî şeklinde ikiye ayırdıktan sonra birincisine çok sayıda insanın az miktarda yemekle doyması, elindeki taşların Allah’ı teşbih etmesi, çağrısı üzerine ağacın hareket etmesi, üzerinde hutbe okuduğu kütüğün inlemesi gibi hadisleri Örnek göstermiş, ikincisi için de Kur’an’ın muhtevasını zikretmiştir [611] Ebü’l-Mu-în en-Nesefî de mucizeleri hissî ve aklî diye ele almakta, birincisini Peygamber’in zatının dışında olanlar, zatıyla ilgili bulunanlar ve güze] ahlâkı olmak üzere üçe, ikincisini de onun hali, nesebi, duaları, haberleri, yaşadığı yer ve zaman, getirdiği kitap ve şeriata dair olmak üzere sekize ayırmaktadır.[612] Kelâm âlimleri genelde bu çerçeveyi korumakla birlikte son dönemlerde kaleme alınan bazı eserlerde Resûlullah’ın şahsında ve çevresinde gerçekleşen bütün olaylar mucize olarak takdim edilmiştir. Halbuki Resûl-i Ekrem’in sîreti incelendiğinde kendisinin fiil ve davranışlarında sebep-sonuç ilişkisine titizlikle riayet ettiği görülür. Meselâ Bedir Gazvesi’n-de düşman hakkında bilgi toplamak üzere keşif kolları çıkarmış, ordusunu savaş bölgesinin coğrafî şartlarına göre yerleştirmiş, ihtiyaç anında kullanılmak üzere yedek kuvvetler ayırmıştır. Bu hazırlıklardan sonra dua ederek Allah’tan dinine ve müminlere zafer vermesini İstemiştir. Hz. Peygamber, Allah’ın emir ve yasaklarını insanlara tebliğ ederken öncelikle aklî ve mantıkî delillere başvurmuş, basîret sahibi, ön yargısız insanlar bu öğretilerinden hareketle onun doğru sözlü olduğunu kabul etmiştir. Bazı kişiler de aklî ve mantıkî delillerle yetinmeyerek mucize talebinde bulunmuş, bu sebeple ona hidayet mucizeleri verilmiştir. Art niyetli bir üçüncü grup İse ondan hissî mucize istemiş, ancak Kur’an’da özellikle bu kategoriye giren talepler reddedilmiştir.
Bibliyografya :
Müsned,W, 128, 185; V, 89,95, 105, 139; a. e. [Arnaütl, XXVIII, 395; XXIX, 196; XXXV, 182; XXXVI, 596; Buhârî, “Menâkıb”, 25, 27, “Tefsîr”, 54/1, “Cthâd”, 58, 89, “Tıb”, 47-55, “Megâzî”, 4,”Fe7.â>ilü’l-KuıJân”, l/’î’tişâm”, 1, “Fiten”, 2-8, 24-25; Müslim, “îmân”, 239, “Fiten”. 9-13, 39-84, “Şıfâtü’l-münâfUsîn”, 43-48, “Cihâd”, 58; Tirmizî. “Menâkıb”, 3; İbn ishak. es-Sîre, s. 22, 53-57, 257-264; İbn Hişâm, es-Slretü.’n-nebe-ulyye,Kahire, ts.lDârü’1-fikr], 1,180-183;!!, 672-673;İbnSa’d, e^-Jabakâiü’l-kübrâ,Beyrut 196G, I, 152;Taberî. Târih [Ebü’1-Fazl), II, 166-167; a.mlf., Câmi’u’l-beyân (nşr. Sıdki Cemîl el-At-târl, Beyrut 1415/1995, XXVII, 111-116; Eş’ari, el-Lünac, s. 196-197; Mâtürîdî. Kitâbü’t-Teuhîd (nşr. Bekir Topaloğlu-Muhammed Aruçi). Ankara 1423/2003, s. 294-296, 314-332; Kâdî Ab-dülcebbâr, Teşbîlü delâ*UVn-nübûUve[rşT. Ab-dülkerîm Osman), Beyrut 1386/1966, 1,46-59; II, 403-405, 509-510; a.mlf., Şerhıt’l-U$ûli’l-hamse (nşr. Abdülkerîm Osman], Kahire 1988, s. 585-597; a.mlf.. el-Muhtaşar fi uşûti’d-dîn mşr. Muhammed İmâre, Resâ’ilü’l-‘adi oe’t-teü-hid içinde), Kahire 1971, s. 239; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâ’Uü ‘n-nübûvve, Halep 1397/ 1977,1, 46-48, 96, 535-537; Mâverdî, A’iâmü’n-nübüvue (nşr. Muhammed el-Mu’tasım-Billâh el-Bagdâdî), Beyrut 1407/1987, s, 222-242; Bey-haki, Deiâ’ilü’n-nübüvve ınşr. Abdurrahman Muhammed Osmanl, Kahire 1389/1969, 1, 103-
107; NeseH. Teb$ıratü’l-edİite[Saame), 1,487-502; KSdîİyâz, eş-Şifâ’, I, 341-533; Fahreddin er-Râzî. Kitâbü’l-Erbacîn[Tşr Ahmed Hicâzîes-Sekkâl, Kahire 1406/1986, II, 76-101; Zehebî. Târîhu ‘l-İslâm: es-Sîretü ‘n~nebeüiyye, s. 57-59; İbn Kesir, es-Sîre, I, 247; Süyûtî. ei-Haşâ’i$ü’l-kübrâ, Beyrut 1405/1985,1,78-100, 141-146; Ali ei-Kâri.Meuzû’âi, istanbul 1289, s. 109; Nû-reddin el-Halebî, /nsânüVuyûn, Kahire 1308,1, 46; Meclisî.Bıhârü’f-enuâr, Beyrut 1403/1983, XVII, 342-362; Seffârînî. Leuâ’ilyu’l-enuâr, RH yad 1994, II, 278-279; Muhammed el-Hût. Es-ne7-metâ/ıö fi elıâdlşi muhtelifeti’l-merâtib (nşr. Halîl el-Meys], Beyrut 1403/1983, s. 375; Yûsuf b. İsmail en-Nebhânî. Hüccetullâh “ale’f-‘â/emîn, Diyarbakır, ts. (el-Mektebetü’l-lslâmiy-ye), s, 254-260;Şiblî Nu’mânî, islâm Tarihi: Asr-ı Saadet {trc. Ömer Rıza [Doğrul[), İstanbul 1346/ 1928,1, 188-189, 199-202; Süleyman Nedvî, İslâm Tarihi; Asr-ı Saadet [trc. Ömer Rıza [Doğrul]),İstanbul 1347/1928,111, 1306, 1317-1318, 1364, 1394; IV, 1557-1558, 1605, 1655-1677, 1772-1777; Reşîd Rızâ. Tefslrü’i-menâr, IV, 113; Ahmed Cevdet Paşa. Kısas-ı Enbiyâ ve Teuârih-i Hulefâ, İstanbul 1386/1966.1, 75-80;5eyyid Ku-tub. FıZıiâli’i-Kur’ân,Beyrut, ts. |Dâru ihyâi’t-türâsil-Arabî], IV, 2237; Hamîdullah. İslâm Peygamberi,], 24, 51, 135-138; Hasan Ziyâeddin Itr, Nübüvvetti Muhammed ft’l-Kur’ân, Halep 1393/1973, s. 236; Abdülazîz es-Seâlibî. Muc-cizü Muhammed ResülUlâh, Beyrut 1986, s. 114-116; Muhammed Abduh. Rîsâtetü’t-Teu-hîd, Beyrut 1986, s. 88-129; Muhammed Ahmed Gl-Gamrâvî, ei-islâm /”fa.sn”l-[f7m, Kahire 1987, s, 122-132; Gülgün Uyar, Hz. Muham-med’İn Risalet Öncesi Hayatına Dair Bazı Ri-uayet Farklarının TesbİÜ (yüksek lisans tezi, 1993), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 65-66; İlyas Çelebi, İslam İnancında Gayp Problemi, İstanbul 1996, s. 103-109, 123-142; a.mlf.. İslâm İnanç Sisteminde Akılcılık üe Kadı Ab-dülcebbar, İstanbul 2002, s. 318-322; Yusuf Şevki Yavuz v.dğr., İslâm’da İnanç Esasları, İstanbul 1998, s. 195-206.