Diyanet İslam Ansiklopedisi

MUHAMMED MADDESİ

B) Nübüvvetten Sonra.

Mekke Dönemi. Kabe’nin tamirinden sonra Hz. Muhammed’in Allah’a nasıl iba­det edileceğini araştırmaya daha fazla yö­neldiği farkedilmekteydi. Mekkeliler’in ve diğer Arap kabilelerinin putlarına hiç ilgi göstermeyen Hz. Muhammed aklı ve his­leriyle putlara tapmanın faydasızlığını an­lamıştı. Muhtemelen o da tek tanrı inan­cına dayalı Hz. İbrahim’in dini üzere olma­ya çalışan az sayıdaki Hanîfier gibi düşü­nüyordu. Ancak ne yapacağını bilememe­nin ıstırabıyla inzivaya çekildi ve risâleti-nin birkaç yıl öncesinden itibaren rama­zan aylarında dedesi Abdülmuttalib ile diğer bazı Kureyşliler’in yaptığı gibi Hira dağındaki mağarada münzevi bir hayat yaşamaya başladı. Yiyeceği tükenince şehre iniyor, fakirlere yardımda bulunu­yor, Kabe’yi tavaf ediyor ve yiyecek alarak mağaraya dönüyordu. Zaman zaman Ha­tice’yi de yanına alıyordu. Hz. Âişe, Resû-iullah’a gelen vahyin sâdık rüyalarla baş­ladığını, Hira mağarasına da ondan sonra gittiğini nakleder.[60]

Hz. Muhammed’in Hira’da bulunduğu 610 yılı Ramazan ayının son on günü için­de bir gece, bazı rivayetlere göre pazar­tesi günü sabaha karşı Cebrail aslî sure­tiyle geldi, okumasını istedi, onun Allah’ın elçisi, kendisinin de Cebrail olduğunu söy­ledi. Ardından, “Yaratan rabbinin adıy­la oku!” mânasındaki cümle ile başlayan Alak sûresinin İlk beş âyetini ona tebliğ etti. Bu olay üzerine heyecanlanıp korku­ya kapılan Hz. Muhammed oradan ayrıla­rak evine gitti, yatağa girerek Hatice’den üstünü Örtmesini istedi ve uyandıktan sonra başından geçenleri anlattı. Bunun üzerine Hatice, Allah’ın kendisini utandır­mayacağını, çünkü onun akrabasını gö­zettiğini, doğru konuştuğunu, âcizlerin elinden tuttuğunu, yoksullara yardım et­tiğini, misafirleri ağırladığını söyleyerek tesellide bulundu ve kendisine inandığını belirtti. Ardından Hz. Peygamber1! kendi amcasının oğlu Varaka b. Nevfel’e götür­dü. Varaka onu dinledikten sonra kendi­sine gelen meleğin bütün peygamberle­re vahiy getiren melek olduğunu söyledi. Siyer âlimleri, Cebrail’in ilk vahyi getirişi sırasında Resûlullah’a abdesti ve namazı öğrettiği hususunda ittifak etmişlerdir.[61]

Hz. Peygamber, ilk vahyin tedirginli­ğinden sonra Cebrail’in yeniden görün­mesini arzulamaya başladı. Bu amaçla sık sık Hira mağarasına gidiyor, fakat gün­ler geçtiği halde melek gelmiyordu. Bu dönemde rabbinin kendisini terkettiği zannına kapılarak endişeli günler geçirdi. Kaynaklarda “fetretü’1-vahy” denilen bu devrenin müddeti hakkında birkaç aydan üç yıla kadar varan süreler zikredilmiştir. Resûlullah bir gün Hira mağarasından dö­nerken Cebrail’i tekrar gördü, yine korku ve heyecanla evine gidip yatağına girdi. Cebrail evinde karşısına çıkarak Müddes-sir sûresinin ilk âyetlerini okudu (74/1-5). Bu âyetlerde artık ilâhî tebliğleri insanla­ra ulaştırma zamanının geldiği belirtil­mekte, bu görevi ifa ederken yüce rabbi-ne güvenmesi istenmekte, ayrıca maddî ve manevî kirlerden uzak durması talima­tı verilmekteydi. Hz. Peygamber o andan itibaren çevresindeki insanları İslâm’a da­vet etmeye başladı. Bu davet üç yıl kadar gizlice sürdü. Önce eşi Hatice, ardından yakın dostu Ebû Bekir, Ali b. Ebû Tâlib ve Zeyd b. Harise, kızları Zeyneb, Rukıyyeve Ümmü Külsûm muslüman oldu. Üç yıllık gizli davet sırasında Hz. Ebû Bekir’in ya­kın dostları olan Osman b. Affân, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Talha b. Ubeydullah, Sa’d b. Ebû Vakkâs, Osman

b. Maz’ûn, Saîd b. Zeyd, Ayyaş b. Ebû Rebîa ve hanımı Esma bint Selâme, Ebû Ubeyde b. Cerrah, Erkam b. Ebü’l-Erkam, Ebû Seleme, Ca’fer b. Ebû Tâlib ve Ubey­de b. Haris de Hz. Peygamber’e gelip İs­lâmiyet’i kabul ettiler. Bu dönemde Re-sûl-i Ekrem evinde, ıssız dağ eteklerinde, öğle tenhalığı sırasında Harem’de na­maz kılıyor, bazan da ibadetlerini müslü-manlarla birlikte yapabiliyordu. Bu arada nazil olan Kur’an âyetlerini onlara oku­yor, tevhid İnancı, âhiret günü ve güzel ahlâk üzerine sohbetlerine devam edi­yordu. Müşriklerin olduğu yerlerde bir arada bulunmamaya özen gösteriyordu. Gizlilik devresinde Hz. Peygamber ile müslümanlar, genç yaşta İslâmiyet’i be­nimseyen Erkam b. Ebü’l-Erkam’ın Safa tepesinin eteklerindeki evinde toplanı­yorlardı. Hac ve umre amacıyla Mekke’ye gelenlerle rahatça görüşülebilecek bir yer olması yanında müslümanlann Resûl-i Ekrem’le bir arada bulunmalarını sağ­layan bu evdeki faaliyetler Ömer b. Hat-tâb’in muslüman olmasına kadar devam etti. Dârülerkam kaynaklarda sahâbîle-rin İslâmiyet’i benimseyişini tarihlendir-mekiçin kullanılmış, İslâm’ın yayılması hususunda oynadığı rolle İslâm tarihin­deki yerini almıştır.

Mekke’de nübüvvetin 4. yılından itiba­ren İslâm daveti açıktan yapılmaya baş­lanınca Hz. Peygamber’in ilk muhatabı Kureyşliler oldu. Putlarını Kabe’nin içine ve çevresine yerleştiren Kureyşliler, Hz. İbrahim ve İsmail’den beri devam eden hac ve umre ibadetlerini de idare ediyor ve bundan dolayı diğer kabileler arasında mümtaz bir yere sahip bulunuyordu. Ku­reyşliler, Kabe’yi ziyarete gelenlerden âza­mi derecede faydalanmak amacıyla çeşitli kabilelerin putlarını da Kabe’ye ve çevresine dikmişlerdi. Bu sırada Resûlullah’-tan, vahyedilen gerçekleri müşriklerden çekinmeden açıkça tebliğ etmesi isten­miş [62] ve en yakınlarından başlamak üzere uyanda bulunması em­redilmişti.[63] Resûl-i Ek­rem, Mekke’nin fethine kadar yaklaşık yirmi yıl sürecek olan bu çetin mücade­leye yakın akrabalarını bir ziyafete davet etmekle başladı. Kureyş’in Hâşim ve Mut-taliboğullan’ndan yaklaşık kırk beş kişi bu davete katıldı. Ancak yemekten sonra amcası Ebû Leheb onun konuşmasına fır­sat vermeden söze başlayıp, “Kabilesine senin getirdiğin gibi kötü şey getiren bi­rini görmedim” deyince davetliler dağıl­dı. Resûlullah birkaç gün sonra bir top­lantı daha tertip etti. Burada yaptığı ko­nuşmada Allah’ın bir olduğunu, O’nun eşi ve benzerinin bulunmadığını, O’na inanıp güvendiğini belirterek davetlilere asla ya­lan söylemeyeceğini açıkladıktan sonra konuşmasına şöyle devam etti: “Ben özel­likle size ve bütün insanlara gönderilmiş olan Allah elçisiyim. Allah’a yemin ede­rim ki uykuya daldığınız gibi öleceksiniz, uykudan uyandığınız gibi diriltileceksiniz. Yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz; iyilikleriniz karşılığında iyilik, kötülükleri­niz karşılığında ceza göreceksiniz. Cennet de cehennem de ebedîdir. İik uyardığım da sizlersiniz.[64] Ebû Tâlib, Hz. Peygamber’in sözlerini güzel bulduğunu ve kendisini destekleyeceği­ni, ancak atalarının dininden ayrılmaya­cağını bildirdi. Diğer amcası Ebû Leheb ise akrabalarının ona engel olmasını, da­vetini kabul ettikleri takdirde zillete dü­şeceklerini, kendisini himaye ederlerse öldürüleceklerini bildirdi. Bunun üzerine Ebû Tâlib sağ olduğu sürece yeğenini hi­maye edeceğini ilân etti. Ebû Leheb ka­rısıyla birlikte Resûl-i Ekrem’e daima mu­halefet etmiş, bilhassa Mekke’ye dışarı­dan gelenlerle konuşmasını engellemeye çalışmış, onun bir sihirbaz olduğunu ve kabilesini birbirine düşürdüğünü söyle­miştir. Bu sebeple Kur’an’da adının geç­tiği bir sûre nazil olmuş ve karısıyla birlik­te cehennemlik olduğu ifade edilmiştir.[65]

Resûl-i Ekrem bir gün Safa tepesine çı­karak bütün Mekkeiiler’e İslâmiyet’i teb­liğ etmeye karar verdi ve orada toplanan­lara şunları söyledi:” Ey Kureyşliler! Size şu dağın arkasında bir düşman birliği var desem inanır mısınız?”; “Evet, senin ya­lan söylediğini hiç görmedik” cevabını alınca konuşmasına şöyle devam etti: “Öyleyse ben büyük bir azaba uğrayaca­ğınızı size haber veriyorum. Allah bana en yakın akrabamı uyarmamı emretti. Allah’tan başka ilâh yoktur demediğiniz sü­rece size ne bu dünyada ne de âhirette bir faydam dokunur.[66]

Kureyş ileri gelenleri Resûlullah’ın İs­lâm’a davetine önceleri pek karşı çıkma­mışlardı. Ancak puta tapıcılığı eleştiren âyetleri [67] okumaya, puta tapanların cehenneme gireceğini söylemeye başlayınca tebliğini büyük bir tehlike olarak görüp davetini engellemek için ellerinden geleni yaptı­lar. Ayrıca tevhid ilkesinin hâkim olması, dolayısıyla putperestliğin ortadan kalk­ması halinde Arap kabileleri nezdindeki itibarlarının ve ticari menfaatlerinin kay­bolacağından endişe ediyorlardı.[68] Diğertaraftan Kureyşliler ata­larından intikal eden geleneklere çok de­ğer veriyor, bu sebeple atalarının yolun­dan ayrılmayacaklarını söylüyorlardı. Ku-reyşliler’in ahlâkî durumları da Peygam-ber’in davetini kabul edebilecek bir sevi­yede değildi. Zira Mekke toplumunda iç­ki, kumar, zina ve yalancılık yanında mad­dî güç ve kabile asabiyetine dayanan üs­tünlük anlayışının beslediği haksız ka­zanç, insanları sömürme ve baskı altın­da tutma zihniyeti hâkim durumdaydı. Kur’ân-ı Kerîm bu davranışları eleştiriyor, insanlar arasında üstünlüğün ancak yara­tana saygı, yaratılmışlara şefkatle elde edileceğini bildiriyor [69] buna uymayanların âhirette cezaya çarp­tırılacağını haber veriyordu.

Hz. Peygamber’in gittikçe taraftar top­ladığını, inanç ve davranışlarını eleştirdiğini gören Kureyşliler onu küçümsemeye ve ona hakaret etmeye başladılar, gide­rek şiddete başvurdular. Mekkî sûreler incelendiğinde bu tepkilerin yansımala­rını görmekmümkündür. Kureyşliler’in Resûlullah’a karşı düşmanca faaliyetle­rinde aktif bir şekilde yer alan ve putpe­restlerin fikir babalığını yapan Velîd b. Mugîre’ye dair 100 kadar âyet nazil ol­muştur.[70] Resûl-i Ekrem’in Kabe’de namaz kılmasını ve Mekke’ye dı­şarıdan gelenlerle görüşmesini engelle­yen, Yâsir ailesine yaptığı zulüm ve işken­celerle tarihe geçen Ebû Cehil hakkında da âyetler inmiştir.[71] Kur’an’m etkileyiciliği karşısında Kureyş­liler, Hz. Muhammed’in onu bir hıristiyan-dan öğrendiğini [72] kendisinin kâhin, mecnun [73] veya şair olduğunu [74] getirdiği Kur’an’ın bir büyü [75] veya eskilerin masalı [76] sayıldığını ileri sürdüler. Fakat ilâhî be­yanlar sürekli olarak bu iddiaları çürüt­müştür.

Kureyşliler, Hz. Muhammed’in İslâm’a davet faaliyetlerine engel olması için am­cası Ebû Tâlib ile üç defa görüştüler. Ebû Tâlib birinci müracaatı gönül alıcı bazı sözlerle savuşturdu. İkincisinde Kureyşli­ler tehdit edici ifadeler kullanınca Resû-lullah’ı çağırdı ve kabilesine karşı daha fazla direnemeyeceğini söyledi. Amcası­nın kendisini artık himaye etmeyeceğini düşünen Hz. Peygamber şöyle dedi: “Bu işten vazgeçmem için güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler hiçbir şey değiş­mez, Allah bu dini üstün kılıncaya kadar çalışacağım veya bu uğurda öleceğim.[77] Bunun üzerine Ebû Tâlib de şunları söyledi: “Git istediğini söyle. Allah’a andolsun ki seni asla onlara teslim etmeyeceğim”. Kureyşliler üçüncü defa gelince Ebû Tâlib’e şöyle bir teklifte bulundular: “Yeğenini bize teslim et, onun yerine Velîd b. Mugire’nin oğlu Umâre’yi sana evlât olarak verelim”. Ebû Tâlib bu teklifi de reddetti.[78] Bu arada bazı Ku­reyşliler’in bizzat Hz. Peygamber’le görü­şüp onu davasından vazgeçirmeye çalış­tıkları, kendisine para ve mevki teklifinde bulundukları da kaydedilmektedir.[79]

Mekke dönemindeki tebliğ faaliyetleri sırasında iki kişinin müslüman olmasının ayrı bir önemi vardır. Nübüvvetin 6. yılın­da (616) Ebû Cehil ve adamlarının Resû­lullah’a hakaret ettiğini gören bir câriye durumu Kabe’yi tavaf etmeye gelen Hamza’ya anlattı. Öfkeye kapılan Hamza elindeki yay ile Ebû Cehil’in başına vurdu, arkasından, “İşte ben de Muhammed’in dinini benimsiyorum, cesareti o!an varsa gelsin dövüşelim” diyerek Müslümanlığı­nı ilân etti. O esnada Dârülerkam’da bu­lunan Hz. Peygamber amcasının müslü-man oluşuna çok sevindi. Tebliğ faaliyet­lerini yürütürken büyük sıkıntılar çeken Resûl-i Ekrem. İslâm’ın zaferi için nüfuz sahibi bazı kimselere hidayet nasip etme­si için rabbine niyazda bulunmuştu. Bun­lardan biri de Ömer’di. Ömer bir gün Hz. Muhammed’i öldürmek için harekete geçmiş, yolda kız kardeşi Fâtıma’nın İs­lâmiyet’i benimsediğini öğrenince onun evine gitmiş, Tâhâ sûresinin ilk âyetleri­ni okuyan eniştesini ve kız kardeşini döv­müştü. Ardından pişmanlık duyarak oku­dukları sayfalan istemiş. Tâhâ ve Abese sûrelerinin ilk âyetlerinin etkisinde kala­rak Resûl-i Ekrem’in huzuruna çıkıp müs-lüman olmuştu.[80] Bunun üzerine Hz. Pey­gamber yanında bulunanlarla birlikte Ka­be’ye gitti. Bu arada Ebû Zer el-Gıfârî, Tu-feyl b. Amr ed-Devsî, Dimâd b. Sa’lebe gi­bi kişiler de İslâm’ı kabul etti.[81]

İslâmiyet Mekke’de yayıldıkça müşrik­lerin müslümanlara karşı tavrı da sertle-şiyordu. Onların hakaretlerine fiilî müda­haleleri de eklenmişti. Ashabının mâruz kaldığı zulüm ve işkenceleri engellemeye gücü yetmeyen Resûlullah, bazı müslü­manlara hıristiyan olan Necâşî Ashame’-nin ülkesi Habeşistan’a hicret etmeye İzin verdi. Aralarında Hz. Osman ve eşi Resû-lullah’ın kızı Rukıyye’nin de bulunduğu on bir erkekle dört kadından oluşan kafile 61S yılında Habeşistan’a gitti. İslâm’da ilk hicret olarak önem taşıyan bu gelişme Hz. Peygamber’in Afrika ile temasa geç­mesini de sağlamıştı. Bir yıl sonra Mek­ke’ye dönen Hz. Osman’ın anlattıkların­dan müslümanların orada iyi karşılandığı sonucuna varılmış olmalıdır ki 108 kişiden oluşan ikinci bir kafile de Ca’fer b. Ebû Tâ­lib başkanlığında Habeşistan’a göç etti.[82] Kureyşliler hicret edenlerin iadesi için Habeşistan’a bir he­yet gönderdilerse de sonuç alamadılar. Habeş muhacirlerinden otuz üç kişi, Ebû Tâlib mahallesindeki [83] boykotun sona ermesinin ardından Mek­ke’ye döndü (620). Ashame, Bedir Gazve-si’nden sonra yeni bir heyet yollayan Ku-reyşliler’in iade talebini de reddetti. Kalan Habeş muhacirlerinin bir kısmı hicretten sonra, diğerleri 7 (628) yılında Medine’ye döndü.

Kureyşliler, Hamza ile Ömer’in islâmi­yet’i ben i msem esiyle güç kazanan Resûl-i Ekrem’i etkisiz hale getirmeye karar ver­diler; Hâşimoğulları ve Muttaliboğulları bu iş gerçekleşinceye kadar mevcut akra­balığa ve hukuka riayet etmeyeceklerini söyleyip bu iki zümreyi düşman ilân etti­ler; kendileriyle konuşmamaya ve alışve­riş yapmamaya karar verdiler; boykotun şartlarını bir kâğıda yazıp Kabe’nin du­varına astılar. Bunun üzerine Ebû Tâlib, yeğenini ve mensuplarını kendi mahal­lesinde topladı. Müşriklerin safında yer alan Ebû Leheb ve oğulları hariç bütün Hâşimoğulları ve Muttaliboğulları orada yaşamak zorunda kaldılar (616-619). Hz. Hatice ile Ebû Tâlib’in servetleri bu sıkın­tılı günlerde tükendi. Ticarî faaliyette bu­lunmak ve hac mevsimi dışında alışveriş yapmak mümkün değildi. Nihayet arala­rında Ebû Tâlib’in kız kardeşinin oğlu Züheyr b. Ümeyye ve Hişâm b. Amr’ın da bu­lunduğu bazı kimseler Kureyş ileri gelen­lerinden Mut’im b. Adî ve ZerrTa b. Esved ile anlaşıp boykota son verdiler.

Nübüvvetin 10. yılında Ebû Tâlib ile Hz. Hatice’nin üç gün arayla vefat etmesi [84] Resûl-i Ekrem’i çok üzmüş ve bu yıia “hüzün yılı [85] denilmiştir. Ebû Tâlib’in ölümü üzerine Hâşimoğulları’nın reisi olan Ebû Leheb. kız kardeşlerinin ısrarıyla Re-sûlullah’ın himayesini üzerine almaya rıza gösterdi. Ancak bir müddet sonra Ukbe b. Ebû Muayt ve Ebû Cehil’in tahrikleriyle bu kararından vazgeçti.

Kureyşliler’İn Hz. Peygamber’e karşı ta­vırları giderek sertleşiyordu. Bunun üze­rine Resûl-i Ekrem davetine devam et­mek için Mekke dışına yöneldi. Yanına Zeyd b. Hârise’yi alarak Sakif kabilesinin yaşadığı Taife gitti. Kabilenin İleri gelen­lerinden Amr b. Umeyr’in üç oğlunu, Ab-düyâlîl’i, Mes’ûd ve Habîb’i ve kabilenin diğer bazı önemli kişilerini İslâm’a davet etti. Kureyşliler’le akrabalık ve ticaret bağlan bulunan Sakîfliler’den hiçbiri onun çağrısını dinlemediği gibi kendisini ve Zeyd b. Hârise’yi şehrin ayak takımına taşlattılar. Atılan taşlarla ayakları kana­yan Resûlullah’ı korumaya çalışırken Zeyd de başından yaralandı. Bu zor anlarında Resûl-i Ekrem’in rabbine sığınmasını, teslimiyetini ve rızâsını talep edişini dile getiren niyazı meşhurdur [86] Tâif’ten ayrılan Hz. Peygamber’in Mekke’ye girebilmesi için himayesine sı­ğınacağı bir Kureyşli bulması gerekiyor­du. Ancak başvurduğu pek çok kimse talebini kabul etmedi. Nihayet Kureyş’in kollarından Nevfeloğulları’nın reisi Mut-‘im b. Adî’nin himayesiyle Mekke’ys gire­bildi.[87] Hz. Âişe sonraları, hayatında Uhud Gazvesi’nden daha zor bir gün yaşayıp yaşamadığını Resûlullah’a sorunca o şöyle demişti: “Tâif dönüşünde bir ara başımı yukarı kaldırdım, beni göl­gelendiren bir bulutun içinde Cebrail’i gördüm. Cebrail istediğim takdirde Mek-keliler’i helak edecek meleğin emrime ve­rileceğini söyledi, melek de yanıma geldi. Bunun üzerine ben hayır dedim. Ben, Al­lah’ın bu müşriklerin soyundan yalnız O’na kulluk eden ve kendisine hiçbir şeyi ortak koşmayan kimseler meydana getirmesini arzu ederim.[88]

Öte yandan Cenâb-ı Hak son peygam­berine, yakınlarının vefatı ve Tâİfliler’in eziyetlerinin ardından manevî âlemlere seyahat etme mazhariyetini lütfetmiş, böylece İslâm’ın on yıîdan beri mahsur kaldığı Mekke şehrinden çıkıp uzak me­kânlara yayılacağının işareti verilmişti. Çünkü o bu manevî yolculuğunda diğer semavî dinlerin peygamberlerine imam­lık yapmıştı.[89]

Hz. Peygamber, hac ve umre için dışarı­dan Mekke’ye ve ticaret için panayırlara gelenlere İslâm davetini ulaştırmak ama­cıyla risâletinin ilk yıllarından itibaren gay­ret gösteriyordu. Bunlar arasında en ve­rimli olanı Yesrib halkıyla kurduğu te­maslardı. Nübüvvetin 11. yılı (620) hac mevsiminde Yesrib’den gelen Hazrec ka­bilesine mensup altı kişilik bir gruba İs­lâmiyet’i tebliğ etti, onlar da Müslüman­lığı benimsediler. İçlerinden Es’ad b. Zü-râre. Yesrib’e dönerek bu yeni dini anla­tıp bir yıl sonra tekrar Akabe’de Resûl-i Ekrem’le buluşma sözü verdi. Ensar züm­resinin çekirdeğini oluşturan bu altı kişi­nin faaliyetleri neticesinde birçok Yesribli müslüman oldu. Ertesi yıl onu Hazredi, ikisi Evsli olmak üzere on iki kişi Resûlul-lah’la gizlice Akabe’de buluştu. Birinci Akabe Biati adıyla anılan buluşmada Yes-ribliler Allah’a ortak koşmayacaklarına, hırsızlık ve zina yapmayacaklarına, çocuk­larını öldürmeyeceklerine, birbirlerine if­tirada bulunmayacaklarına, Resûlullah’ın emirlerine uyacaklarına dair söz verip kendisine biat ettiler. Hz. Peygamber Yesrib halkına Kur’an’ı ve İslâm’ı öğret­mesi ve namaz kıldırması için Mus’ab b. Umeyr’i onlarla birlikte gönderdi. Mus’ab’ın bir yıl içindeki faaliyetleri Yesrib ileri gelenlerinin müslüman olmasını sağladı. Nübüvvetin 13. yılı (622) hac mevsiminde ikisi kadın yetmiş beş Yesribli müslüman

Mekke’ye geldi ve hacdan sonra yine Aka­be’de Resûlullah’la gizlice buluştu. Yes-ribliler’in kendisini şehirlerine davet et­mesi üzerine, Resûl-i Ekrem İkinci Akabe Biatı’nın şartlarını sıraladı. Hicret ettiği takdirde kendisini ve Mekkeli müslüman-ları kendi canlarını, çocuklarını, kadınları­nı ve mallarını korudukları gibi koruyacak­larına, her şartta kendisine itaat edecek­lerine, malî yardımda bulunacaklarına, İyiliği emredip kötülüğü önlemeye çalışacaklarına, kimseden çekinmeden hak üzere bulunacaklarına dair söz verme­lerini istedi.[90] Yesribliler şartlan kabul ettiler.

Resûlullah’ın İkinci Akabe Biatı’ndan sonra hicrete izin vermesi üzerine ilk de­fa Âmir b. Rebîa ile hanımı Leylâ bint Ebû Hasme Yesrib’e göç etti, ardından diğer sahâbîler kafileler halinde Mekke’den ay­rılmaya başladı. Kureyşli müşrikler hicreti engellemeye çalışıyor, hatta bazı müslü-manları hapsediyordu. Kısa bir süre için­de ashabın büyük kısmı Yesrib’e hicret etti; geride yalnız Hz. Peygamber ile Ebû Bekir ve ailesi, Hz. Ali ve annesi, ayrıca hicret etmeye gücü yetmeyenlerle gidiş­leri engellenmiş olanlar kaldı.

Müşrikler, müslümanlann Yesrib’e göç etmesi üzerine Hz. Muhammed’in de ora­ya giderek kendilerine karşı tehlike oluş­turacağından endişe duymaya başladılar ve Dârünnedve’de toplanıp Ebû Cehil’in teklifiyle Resûlullah’ı öldürmeye karar verdiler. Suikast niyetinden vahiy yoluyla haberdar olan Hz. Peygamber, Ebû Bekir’le birlikte hicret hazırlığına başladı. Bir gece Mekke’den ayrılıp Sevr dağındaki mağaraya saklandılar. Üç gün sonra kıla­vuzlarının getirdiği develere binerek Yes­rib’e doğru yola çıktılar.[91] Kureyşliler, Hz. Muham-med’i yakalayana 100 deve ödül vaad et­tilerse de hiçbir sonuç elde edemediler. Sürâka b. Mâlik gibi bazılarının teşebbü­sü de neticesiz kaldı.[92] Hz. Peygam­berle Ebû Bekir, sekiz günlük bir yolcu­luktan sonra Yesrib’e bir saatlik mesa­fedeki Küba’ya ulaştılar. Resûl-i Ekrem, Mekke’den gelecek Hz. Ali’yi ve diğer muhacirleri beklemek üzere birkaç gün kal­dığı kasabada bir mescid yaptırdı. 12 Rebîülevvel 1 [93] Cuma günü Yes-rib’e hareket ettiler. Hz. Peygamber. Râ-nûnâ vadisinde ilk cuma hutbesini okudu ve cuma namazını kıldırdı. Yesrib’e ula­şınca şehir halkı kendisini büyük bir coş­ku ile karşıladı. Resûlullah. devesinin çök­tüğü yerin en yakınında bulunan Ebû Ey-yûb el-Ensârî’nin evine misafir oldu. Onun hicreti sebebiyle Yesrib şehri Medine Medînetü’r-resûi) adını aldı.

Medine Dönemi. Hicret, Hz. Peygam-ber’in risâlet görevini daha iyi şartlarda yerine getirmesini ve İslâmiyet’in yayıl­masını sağlayan çok önemli bir olaydır. Resûlullah’ın en büyük hedefi Kur’an âyetlerini tebliğ etmek, dini yaşayarak öğretmek, dinin gelecek nesillere değiş­tirilmeden intikalini sağlayacak mümin­lerin sayısını arttırmaktı. Resûlullah bu amaçla bazı düzenlemeler yapmaya ka­rar verdi. Mekke döneminde müslüman-ların bir araya gelip ibadet etme ve Re-sûlullah’ı dinleme imkânları çok kısıtlıy­dı. Medine’de özellikle Birinci Akabe Bia-tı’nın ardından müslümanlann sayısı ar­tınca Es’ad b. Zürâre, daha sonra Mes-cid-i Nebevî’nin inşa edileceği arazideki hurma kurutma yerinin etrafını çevire­rek kıblesi Kudüs’e doğru oian bir mes­cid yaptırmıştı. 0 sıralarda Mekke’deki müslümanlar henüz cuma namazı kı­lamazken Medineliler burada cemaatle namaz kılıyordu.[94] Resûl-i Ekrem, Medine’ye ilk defa girerken de­vesinin çöktüğü yeri mescid yaptırmak üzere sahiplerinden satın aldı. Yedi ay ka­dar süren mescidin inşası esnasında Hz. Peygamber, Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin evinde misafir kaldı ve burada Medineli müslüman erkeklerden, bir başka evde de kadınlardan biat aldı. Risâlet vazifesi­nin bütün gereklerini mescidle ona bitişik olan evinde yerine getiriyor ve yeni nazil olan Kur’an âyetlerini burada tebliğ edi­yordu. Kimsesiz müslümanlarla ilim tah­sil etmek isteyen sahâbîlerin barınması için Mescid-i Nebevî’nin arka kısmında Suffe inşa edilmişti. Resûlullah, Medine dışına gönderilecek heyetleri oluşturur­ken ehl-i Suffe’den faydalanıyordu.

Hz. Peygamber, hicretten hemen son­ra muhacirlerin her birini Evs veya Haz-rec kabilesinden bir müslümanla kardeş ilân etti. Böylece bütün varlıklarını Mek­ke’de bırakıp gelen muhacirlerin maddî ve manevî ihtiyaçlarının karşılanması için büyük bir destek sağlanmış oldu. Medi­neli müslümanlar muhacirleri öz kardeş­leri gibi kabul edip ellerindeki İmkânları onlarla paylaştılar.[95] Resûl-i Ekrem, böyle bir kardeşlik bağı kurmak suretiyle yalnızca zor durumda olan mu­hacirlerin ihtiyaçlarını karşılamakla kal­mamış, kabile esasına bağlı kardeşlik an­layışının yerine din kardeşliği anlayışının geçmesini de sağlamıştır. Resûlullah, Me­dine döneminin ilk yıllarında gerek Mek­ke’den gerek Medine çevresinden biat etmek üzere huzuruna gelen herkesin Medine’ye hicret etmesini biat şartı ola­rak ileri sürüyordu.[96] Ayrıca Medine’ye hic­ret edenlerin daha sonra oradan ayrılma­sını da hoş karşılamıyor, hicretin kararlı ve semereli olması için Allah’a dua edi­yordu.[97]

Resûl-i Ekrem’in Medine’ye hicret et­tiği dönemde bütün Hicaz bölgesinde ol­duğu gibi burada da teşkilâtlanmış bir devlet yoktu, her kabile kendi reisinin ida­resinde yaşıyordu. Medine’de Evs ve Haz-rec kabilelerinin yanı sıra Benî Kaynukâ’, Benî Nadîr ve Benî Kurayza adlı üç yahudi kabilesi bulunuyordu. Evs ve Hazrec kabilelerinin sürekli bir çatışma İçinde oldu­ğu bilinmektedir. Hz. Peygamber, muâ-hât ile müslümanlar arasında birlik sağladıktan sonra yahudi kabileleriyle henüz müslüman olmamış Araplar’ın ve müs­lümanlann barış ve güven içinde yaşa­ması için bir şehir devleti halinde teşki­lâtlanmanın şartlarını bir metinle belirle­di. Kaynaklarda “kitab” ve “sahîfe” gibi ad­larla anılan, günümüzde bazı ilim adam­larınca yazılı ilk anayasa diye nitelendiri­len bu antlaşmada şehrin iç huzurunun sağlanması, dıştan gelebilecek tehlikele­rin önlenmesi, fertler arasındaki hukukî anlaşmazlıkların çözülmesi ve bazı eko­nomik yükümlülüklerin tesbiti gibi hu­suslar yer alıyordu. Özellikle Medine’ye yönelik dış tehlikeler karşısında yahudi-lerden müslümanlarla iş birliği içinde ol­maları ve Kureyşliler’le İttifak kurmama­ları istenmiştir. Savaş masrafları, fidye ve diyet gibi malîhususlann her grubun kendi imkânlarıyla karşılanması, yargı gö­revini kendi içinde bağımsız olarak yürüt­mesi, farklı gruplara mensup kişilerin an­laşmazlıklarında ise son yargı merciinin Hz. Peygamber olması karar altına alın­mıştır. Yahudilerle müslümanlann din ve vicdan hürriyetine sahip bulundukları da açıkça belirtilmiştir.[98] Bu arada Resûl-i Ekrem Medine’­nin sınırlarını tesbit ettirmiş ve bundan sonraki siyasî ve askerî faaliyetler bu sı­nırlara göre yürütülmüştür. Ayrıca Me­dine’de müslümanlar için bir pazaryeri yaptırmış  [99] Baki” mevkiini de me­zarlık olarak kararlaştırmıştır.

Mekke döneminde Resûlullah kendisi­ne ve müslümanlara karşı düşmanlık ya­pan Kureyşliler’e mukabelede bulunma­mış, bu dönemde nazil olan âyetlerde de sabır tavsiye edilmiştir. Medine’de baş­layan yeni dönemin ilk yıllarında bazı sı­kıntılar mevcuttu. Şehirdeki yerli halkın çoğunluğu müslüman olmuşsa da içlerin­de münafıklar da vardı. Şehrin etrafında yaşayan yahudi kabileleri görünüşte ant­laşmaya katılmışlardı, fakat her fırsatta problem çıkarıp ihanete varan davranış­larda bulunuyorlardı.

Hicretten kısa bir süre sonra Kureyş İleri gelenlerinden Ebû Süfyân ile Übey b. Halef. Medineliler’e gönderdikleri mek­tupta Hz. Muhammed’e yardım etmenin utanılacak bir şey olduğunu, bundan vaz­geçmedikleri takdirde aralarında savaş çıkabileceğini bildirdi.[100] Bu arada Medine’ye karşı bazı ikti­sadî tedbirler almaya başladılar. Diğer taraftan hicret haberi Arap yarımada­sının hemen her yerine ulaşmıştı. Birçok kabile yeni peygamberi takip ediyor, hic­ret etme imkânı bulamayanlar da geliş­meleri bekliyordu. Bu arada zulme mâruz kalan müminlerin silâhla mukabelede bu­lunmasına izin veren âyet nazil olmuştu.[101] Resûl-i Ekrem hicret­ten yedi ay sonra başlamak üzere bir yıla yaklaşan süre içinde müslümanlann da bir güç olduğunu göstermek amacıyla sekiz kadar askerî harekât gerçekleş­tirdi. Çoğuna kendisinin kumanda et­tiği bu müfrezeler Kureyş kervanlarının güzergâhları civarında dolaştıysa da her­hangi bir baskın düzenlenmedi. Bu hare­kâtlarla birlikte Medine ile Mekke ara­sında savaş hükümlerinin yürürlükte ol­duğu bir dönem başladı ve bu durum Hudeybiye Antlaşması1 na kadar devam etti. Hicretten on yedi ay sonra Batn-ı Nahle’ye gönderilen seriyye Yemen’den dönen bir Kureyş kervanına baskın yap­tı. Bazı rivayetlere göre asıl hedefi istih­barat olan bu seriyye ile Hz. Peygamber Kureyşli müşriklere gözdağı vermek isti­yordu.

Kureyşliler, mallarının büyük bir kıs­mını bırakıp hicret eden müslümanlann Mekke’de kalan mallarını da servetle­rine katarak Arap yarımadasının güney ve kuzey İstikametlerine doğru ticaret kervanları düzenliyordu. Resûl-i Ekrem, Ebû Süfyân’ın idaresinde bir ticaret ker­vanına Suriye’den dönerken Bedir’de bas­kın düzenlemek için harekete geçti. An­cak Ebû Süfyân baskın teşebbüsünü öğ­renince yardım istemek üzere Mekke’ye adam gönderdi, kendisi de Bedir’den bir itibar kazandırmış ve Resûlullah’a İslâmiyet’i tebliğ için geniş alanlar aç­mıştır.

Hz. Peygamber. Medine’ye hicret ettiği sırada şehir halkının yarıya yakın nüfusu­nu yahudiler teşkil ediyordu. Resûlullah yahudilere karşı hoşgörülü davrandı, Me­dine sakinleriyle yaptığı antlaşmaya on­ları da dahil etti. Onun bu davranışı bazı yahudiler üzerinde olumlu etki yaptı ve Benî Kaynukâ” kabilesinden Abdullah b. Selâm ailesiyle birlikte müslüman oldu. Ancak yahudiler. yakın zamanda gelecek bir peygambere tâbi olacaklarını ve düş­manlarına üstünlük sağlayacaklarını söy­leyerek Evs ve Hazrec mensuplarını teh­dit ediyordu. Bekledikleri peygamber ya-hudilerden gelmediği için Resûl-i Ek­rem’in risâletini benimsemediler. Ayrıca müslümanlan dinlerinden döndürmek için çeşitli faaliyetlere girişiyor, Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’Ie alay ediyor­lardı. Evs ve Hazrec kabileleri arasına çe­şitli fitneler sokuyor ve münafıklara cesa­ret veriyorlardı. Benî Kaynukâ” kabilesinin ileri gelenlerinden bazıları İslâmiyet’e gir­diklerini söyleyip münafıklar arasına katıl­dılar [102] Müslüman­ların Bedir Gazvesi’nden zaferle çıkması bir gerginliğin meydana gelmesine yol aç­tı. Benî Kaynukâ’ çarşısına giden müslü­man bir kadının tacize uğraması ve yar­dım için gelen sahâbînin tacizi yapan ya-hudiyi öldürmesi, kendisinin de şehid edil­mesi üzerine antlaşma bozuldu. Resûl-i Ekrem Şevval 2 [103] tarihinde Benî Kaynukâ’ın üzerine yürüdü ve onları İs­lâm’a davet etti. Yahudiler bunu redde­dip kalelerine çekilince kaleyi kuşatma al­tına aldı; sonunda yahudiler teslim oldu. Hz. Peygamber kabile mensuplarının üç uzak kalıp sahil yolunu takip etti. Kureyş­liler, kervanın kurtulduğunu Öğrenmele­rine rağmen Ebû Cehil kumandasında 1000 kişilik bir kuvvetle Bedir’e yürüdü­ler. Kur’ân-ı Kerîm’de Bedir karşılaşma­sının iki tarafın planlarının ötesinde Allah’ın kudret ve iradesiyle gerçekleştiği­ne işaret edilerek müslüman ordusuyla müşrik ordusunun birbirinden habersiz olduğu, ticaret kervanının ikisinden de uzak bir yerde bulunduğu haber verilir.[104] 2. yılın 17 Ramazanında [105] Cuma sabahı 305 kişilik müslüman kuvvetiyle müşrik ordusu ara­sında cereyan eden savaşta Ebû Cehil da­hil yetmiş kişi öldürüldü, yetmiş kişi esir alındı, müslümanlar da on dört şehid ver­di. Kur’an’da elde edilen zaferin Allah’ın yardımıyla gerçekleştiği ve müslüman ordusunun meleklerle desteklendiği ifa­de edilmektedir.[106] Bedir Gazvesi, İslâm cemaatine Arap yarımadasında büyük gün içinde Medine’yi terketmelerini is­tedi.

Resûl-i Ekrem’in Medine’de karşılaştığı büyük problemlerden biri de nifak hare­ketiydi. Münafıkların başını çeken Abdul­lah b. Übey b. Selûi, Hazrecliler’in reisi olup Yesrib’in idaresi kendisine verilmek üzere mutabakata varılmışken Hz. Pey-gamber’in hicretiyle reisliği gerçekleşme­miş ve hayatının sonuna kadar ona karşı düşmanlık beslemiştir.

Bedir’de ağır bir yenilgiye uğrayan Ku-reyşliler reisleri Ebû Süfyân’a savaş hazır­lıklarına hemen başlaması için baskı yapı­yordu. İntikam hislerinin yanı sıra müs-lümanların Suriye- Mısır ticaret yolunu kesmeleri ve kervanlarına baskın düzen­lemeleri de onları endişeye sevkediyordu. Kureyşliler topladıkları 3000 kişilik bir or­du ile Bedir Gazvesi’nden bir yıl sonra Me­dine’ye doğru yürüdüler. Resûl-i Ekrem onlarla Medine dışında savaşmak istemi­yordu. Fakat ashaptan bazılarının ısrarı üzerine Uhud’a gitmeye karar verdi. Yol­da Abdullah b. Übey 300 kadar adamıyla geri dönünce 700 sahâbî ile Uhud dağının eteklerine geldiler ve 7 Şevval 3 [107] tarihinde düşmanla karşılaştılar. Müslümanlar başlangıçta Kureyşliler’i çe­kilmeye mecbur ettiyse de Resûlullah’ın stratejik önem taşıyan bir tepeye yerleş­tirdiği okçuların talimata uymayarak bu­rayı terketmeleri üzerine müşrikler arka­dan saldırıp savaşın seyrini değiştirdiler. Başta Hz. Peygamber’in amcası Hamza olmak üzere yetmiş müslüman şehid ol­du, Resûlullah’ın kendisi de yaralandı. Re­sûl-i Ekrem’in öldürüldüğüne dair bir ha­berin yayılması üzerine çatışmalar yavaş­ladı. Müslümanlar Uhud dağının etekle­rine çekilirken müşrikler Ebû Süfyân’ın etrafında toplandılar, böylece iki ordu bir­birinden ayrıldı ve savaş sona erdi. Ardın­dan Medine’ye dönen Hz. Peygamber, Ku-reyşliler’in Medine’ye baskın düzenleye­ceklerine dair bir haber aldı. Kureyş ordu­sunu takip etmek için Uhud’a katılanlar­dan 500 kişilik bir kuvvetle Medine’ye 8 mil mesafedeki Hamrâülesed’e kadar git­ti. Durumu öğrenen Kureyşliler Mekke’ye gittiler. Resûl-i Ekrem burada beş gün kalıp Medine’ye döndü.

Birkaç ay sonra Adal ve Kare kabilele­rinden bir heyet Medine’ye gelerek Re-sûlullah’tan kendilerine İslâmiyet’i öğre­tecek sahâbîler göndermesini istedi. Hz. Peygamber’in yolladığı on kişilik heyet yolda Recî’ suyu yanında konakladı. Bu sırada Lİhyânoğullarfndan 100 kişilik bir grup müslümanlara baskın düzenledi

[108]yedi sahâbî şehid edildi, kalan üç kişiden biri yolda Öldürül­dü, ikisi de köle olarak Kureyş’e satıldı. Mekkeli müşrikler bir müddet sonra bu iki sahâbîyi de şehid ettiler.

Safer 4 [109] tarihinde Âmir b. Sa’saa kabilesinin reisi Ebû Berâ Âmir b. Mâlik, Medine’de Hz. Peygamber’den İslâmiyet hakkında bilgi aldı ve kendisi müslüman olmamasına rağmen kabilesi­ne İslâm’ı anlatacak bazı kimselerin gön­derilmesini istedi. Resûlullah, gönderile­cek kimselerin can güvenliği konusunda ondan kesin söz aldıktan sonra Kur’an’ı iyi bilen, çoğu ensardan ve ehl-i Suffe’den bir grubu Münzir b. Amr el-Hazrecî baş­kanlığında yolladı.[110] Heyet, Medine-Mekke yolu üzerinde­ki Bi’rimaûne’ye gelince Âmir b. Mâlik’in öldüğünü haber aldı ve orada bir süre bekledi. Fakat civardaki kabilelerden olu­şan bir grup üç kişi hariç bütün heyet mensuplarını öldürdü. Bu hadiseyi vahiy yoluyla öğrenen Resûlullah, hiçbir felâket karşısında duymadığı derecede elem duy­muş ve bir süre sabah namazında facia­ya yo! açanlara beddua etmiştir.[111] Hz. Peygamber, Benî Âmir’in cezalandırılması için Şücâ’ b. Vehb kumandasında yirmi dört kişilik bir kuvveti Rebîülevvel 8’de [112] onların üzerine gönderdi. Âni bir gece baskınıyla birçok kadınla beraber kabile­nin hayvanları da ele geçirildi. Ancak ka­dınlar ve onları istemeye gelen kabile mensupları İslâmiyet’i kabul ettikleri için serbest bırakıldı.

Nadîroğulları. Uhud Gazvesi esnasın­da müşriklerin karargâhına gidip onları müslümanlara karşı tahrik etmişti. Ayrıca zaman zaman müslümanlarla çatışmak istemiş ve bazı suikast teşebbüslerinde bulunmuşlardı. Hz. Peygamber antlaş­maya riayet etmelerini istediyse de olum­lu bir sonuç alamadı. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Ali ile beraber onla­rın yerleşim merkezine gitti. Nadîroğul­ları kendilerini iyi karşılamakla birlikte oturdukları yerin üstünden taş yuvarla­mak suretiyle onları öldürmeye teşebbüs ettiler. Durumu farkeden Hz. Peygamber şehre döndü ve onlardan on gün içinde şehri terketmelerini istedi. Nadîroğulları göç hazırlıklarına başlamışken Abdullah b. Übey yardımcı olacağını söyleyerek git­melerini önledi. Resûlullah da onları mu­hasara edip antlaşmaya davet etti.[113] Bir süre direnen yahudiler on beş gün devam eden muhasaranın ardından Medine’den ay­rıldılar.

Müslümanlara karşı düşmanca tavır ta­kınan ve Kureyş’in yanında yer alan Mus-talikoğulları reisi Haris b. Ebû Dırâr, Me­dine’ye saldırmak amacıyla asker topla­maya başlamıştı. Bunu öğrenen Resûl-i Ekrem, Şaban-Ramazan 5 [114] tarihinde Benî Mustalik (Müreysî1) Gazvesi’ne karar verdi ve 700 kişiden olu­şan bir kuvvetle sefere çıktı. Bunun üze­rine Mustalikoğullarfnın yanında topla­nan kabileler dağılmaya başladı. Müreysî” suyunun yanına geldiklerinde kabile men­suplarını müslüman olmaya davet ettiler. Onların ok atmaya başlaması yüzünden çatışma çıktı ve müslümanların zaferiy­le sonuçlandı. Birçok esirle birlikte gani­metler ele geçti. Hz. Peygamber esir ve ganimetleri paylaştırdı. Bu esnada kabi­le reisinin kızı Cüveyriye müslüman oldu, Resûlullah da kendisini azat edip onunla evlendi. Bunu gören müslümanlar ellerin­deki esirleri serbest bırakınca Mustaliko-ğulları İslâmiyet’i benimsedi.

Hz. Peygamber bu sefer İçin Medine’­den ayrılırken Âİşe’yi de yanına almıştı. Sefer dönüşü konakladıkları bir yerde sa­baha karşı hareket emri verildiğinde Âişe ihtiyaç için ordugâhtan uzaklaştı, dönüş­te gerdanlığını düşürdüğünü farkederek aramaya koyuldu ve konak yerine gelince kafilenin hareket ettiğini görüp bekleme­ye başladı. Ordunun artçılarından Safvân b. Muattal Âişe’yi devesine bindirip kafile­ye yetiştirdi. Başlangıçta kimsenin dikka­tini çekmeyen bu olay, Abdullah b. Übey ve adamlarının dedikodusu yüzünden önem­li bir mesele halini aldı. Aleyhindeki konuş­maları sonradan öğrenen Âişe ile birlikte ailesi ve Resûl-i Ekrem çok sıkıntılı günler geçirdikten sonra nazil olan âyetler dedi­koduların çirkin bir iftiradan ibaret oldu­ğunu haber verdi.[115]

Kureyşliler’in Medine’ye karşı son saldı­rısı Hendek (Ahzâb) Gazvesi diye anılmış­tır. Bu sefere, Kureyş’ten başka çeşitli Arap kabileleriyle Medine’den çıkarılan Benî Nadîr ve o sırada Medine’de kalan Benî Kurayza yahudilerinden oluşan ka­labalık bir grup (ahzâb) katıldı. Hayber’e yerleşen Benî Nadîr yahudilerinin tahri­kiyle meydana gelen müttefik güçlerin sayısı 10-12.000 civarındaydı ve kuman­danları da Ebû Süfyân’dı. Resûlullah, Sel-mân-i Fârisî’nin tavsiyesine uyarak Medi­ne’nin kuzey kısmında hendeklerin kazıl­masına karar verdi, bu iş 3000 kişilik İs­lâm ordusu tarafından kısa süre içinde muhasara esnasında bazı çatışmalar ol­muşsa da müttefik güçler bir sonuç ala­madı. Şiddetli bir fırtınanın ardından ku­şatmayı kaldırıp Mekke’ye döndüler.[116]

Medine’de kalan son yahudi kabilesi Benî Kurayza, antlaşmaya göre şehrin savunmasına katılması gerektiği halde Hendek Gazvesi sırasında bu şartı ihlâl etti. Hendek Gazvesi’nin arkasından Benî Kurayza kendi topraklarına gitti. Resû-iuilah onları önce Müslümanlığa çağırdı, reddetmeleri üzerine teslim olmalarını istedi. Bu teklif de kabul edilmeyince ku­şatma başlatıldı. On beş veya yirmi beş gün devam eden kuşatmadan sonra eski müttefikleri Evs kabilesinden Sa’d b. Mu-âz’m vereceği hükme razı oldular. Sa’d sa­vaşacak gücü bulunanların öldürülmesi­ne, kadın ve çocukların esir edilmesine ve mallarının ganimet olarak alınmasına ka­rar verdi. Resûl-i Ekrem, ihanetin ceza­sının Ölüm olduğunu bildiren yahudilerin kutsal kitabı Tevrat’a uygun düşen [117] bu karan uyguladı,

Önceki sayfa 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11Sonraki sayfa