Diyanet İslam Ansiklopedisi

MUHAMMED MADDESİ

Hz. Peygamber ve Mekkeli müslüman-lar eski vatanlarını Özlüyor ve Kabe’yi ziya­ret etmeyi arzu ediyordu. Resûl-i Ekrem rüyasında Kabe’yi tavaf ettiğini görünce Mekke’ye gidip umre yapmaya karar ver­di, ashabına da hazırlanmalarını söyledi. 1400-1500 kişiyle birlikte Zilkade 6  tarihinde Medine’den hareket etti ve Mekke’ye 17 km. uzaklıktaki Hudeybi-ye’de konakladı. Kureyşliler, kendilerine engel olmak için Hâlid b. Velîd kumanda­sında 200 kişilik bir süvari birliğini bölge­ye şevketti. Hz. Peygamber de amaçlarını anlatmak üzere Hz. Osman’ı gönderdi. Kureyşliler müslümanların Mekke’ye gir­mesine izin vermeyeceklerini, ancak Os­man’ın Kabe’yi tavaf edebileceğini söyle­diler. Hz. Osman bu teklifi reddedince kendisini hapsettiler. Bu gelişme müslü-manlara Osman’ın öldürüldüğü şeklinde ulaştığından Resûl-i Ekrem, müşriklerle savaşmadan oradan ayrılmayacaklarına dair ashabından biat aldı (Bey’atürndvân). Bunu Öğrenen Kureyşliler telâşa kapıldı­lar ve Hz. Osman’ı serbest bıraktılar. Ar­dından Süheyl b. Amr başkanlığında bir heyet yolladılar. Yapılan müzakerelerden sonra bir antlaşma imzalandı. Antlaşma­ya göre müslümanlar o yıl Mekke’ye gir­meden geri dönecekler, umre için ertesi yıl gelip şehirde üç gün kalabileceklerdi. Bir Mekkeli Medine’ye kaçarsa iade edi­lecek, Medine’den biri Mekke’ye kaçarsa iade edilmeyecekti. Barış on yıl sürecek, taraflardan biri bu ittifaka dahil olmayan bir Kabile ile savaşa girerse diğeri karış­mayacaktı. Diğer Arap kabileleri istedik-leriyle ittifak yapabilecek, bu şartlara ta­rafların dışında kendileriyle müttefik olan kabilelerde uyacaktı.[118] Antlaşma ilk bakışta müslümanların aleyhine gibi gö­rünse de o güne kadar müslümanlan mu­hatap saymayan Kureyşliler bununla müs­lümanlan kendileriyle denk kabul etmiş oldular. Ardından İslâmiyet Arap yarıma­dasında hızla yayılmaya devam etti; Mek­ke’nin fethine kadar geçen iki yıl içinde müslüman olanların sayısı o güne kadar geçen on sekiz yıl içindeki müslümanların sayısını aştı. Bu münasebetle nazil olan Kur’ân-i Kerîm’in 48. sûresi Feth adını al­mış ve antlaşma “feth-i mübîn” ve “nasr-ı azîz” [119] olarak nitelendiril­miştir. Resûl-i Ekrem bir yıl sonra Mek­ke’ye gidip ashabıyla birlikte umresini ka­za etti.

Resûl-i Ekrem, Hudeybiye’den döndük­ten sonra bazı devlet başkanlarına davet mektupları gönderdi [120]“Muhammed Resûlullah” müh­rünü taşıyan mektuplardan biri Abdullah b. Huzâfe tarafından Sâsânî Hükümdarı Kisrâ II. Hüsrev Pervîz’e götürüldü. Kendi adının Muhammed isminden sonra ya­zılmış olmasına öfkelenen Kisrâ mektu­bu yırttı ve San’a’daki valisi Bâzân’dan Hz. Muhammed hakkında kendisine bilgi vermesini istedi. Mektubunun yırtıldığını haber alan Resûlullah bu edep dışı davra­nışından dolayı kisrânın cezalandırılma­sını Cenâb-ı Hak’tan niyaz etmiştir. Kısa bir süre sonra Yemen valisi Bâzân İki adamını Medine’ye yolla­dı. Hz. Peygamber, Hüsrev Pervîz’in ken­di oğlu tarafından öldürüldüğünü vahiy yoluyla Öğrenip elçilere söyledi ve Bâzân’a müslüman olduğu takdirde valilik göre­vinde bırakılacağını bildirdi. Ardından Bâ­zân ile birlikte Yemen halkı da İslâmiyet’i kabul etti. Böylece Yemen’in ilk müslü­man valisi Bâzân ile İslâmiyet bölgede ya­yılmaya başladı.[121] İkinci mektup Amr b. Ümeyye ile Habeş Necâ-şîsi Ashame’ye gönderildi. Ashame, İslâ­miyet’i benimsedikten başka Habeşis­tan’da kalmış olan son muhacirleri gelen elçiyle beraber Medine’ye yolladı. Üçüncü mektup Hâtıb b. Ebû Beltea tarafından Mısır Meliki Mukavkıs’a götürüldü. Mu-kavkıs müslüman olmamakla birlikte Hz. Peygamber’e bazı hediyeler yolladı. Dör­düncü mektup Şücâ b. Vehb İle Gassânî Kralı Haris b. Ebü Şemir’e gönderildi. Ha­ris, kendisine böyle bir mektubun yollan­masına sinirlenip onu yere attı ve Medi­ne’ye hücum tehdidinde bulundu. Beşinci mektup Selît b. Amr tarafından Benî Ha-nîfe kabilesinin reisi Hevze b. Ali’ye götü­rüldü, hıristiyan olan Hevze müslüman ol­mayı kabul etmedi. Altıncı mektup Dihye b. Halîfe ile Bizans İmparatoru Herakle-ios’a gönderildi. İmparator Busrâ valisi aracılığıyla huzuruna çıkan Dihye’ye iyi davranmakla yetindi.[122]

Hz. Peygamber’in davet mektupları Arap yarımadasında yaşayan birçok ka­bile reisine ve bazı şahıslara da gönderil­miştir. Mektuplarda kişilere unvanlanyla hitap edilmiş, tehditkâr ifadelere yer ve­rilmemiş, bir olan Allah’a ve Muham-med’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna ina­nılması istenmiştir. Özellikle kabile reisle­rine götürülen mektuplarda müslüman olmaları halinde mal ve can güvenlikleri­nin sağlanacağı, bazı kabilelere toprak ve maden yerlerinin verileceği belirtilmiş­tir. İslâm’ı kabul edenlerin Allah’a ve re­sulüne boyun eğmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri gerektiği zikredilmiş­tir. Hicretin 9 (630) yılında nazil olan cizye âyetinden [123] sonra yazılan mektuplarda ise müslüman olmayı kabul etmeyen yahudi, hıristiyan ve Mecûsîler’-den cizye alınacağı bildirilmiştir.

Hayber’e yerleşen Nadîroğulları Hayber’deki yahudilerle birlikte Medine’ye karşı düşmanlık faaliyeti içine girmiş. Mekkeli müşriklerin yanı sıra bazı Arap kabileleriyle de anlaşmışlardı. Nihayet Re­sûlullah 1500 kişilik bir kuvvetle Hayber üzerine yürümek için Medine’den ayrıldı.[124] Hayber’dekiyedi müstahkem kalenin dördü savaşla, üçü barış yoluyla ele geçirildi. Resûl-i Ekrem yahudileri Hayber’den çı­karmayı düşünüyordu. Ancak onların ken­di yerlerinde yancı olarak kalmaları yolun­daki tekliflerini kabul etti. Hayber’den sonra Vâdilkurâ ve Fedek halkıyla da ben­zer anlaşmalar yapıldı.

Hz. Peygamber, 8. yılın başında (629) Haris b. Umeyr el-Ezdî’yi İslâm’a davet mektubuyla Bizans’a bağlı Busrâ valisine gönderdi. Medine’ye hicretinden itibaren Resûlullah’a düşmanlık gösteren Ebû Âmir er-Râhib’in telkinleri altında bulu­nan hıristiyan Gassânî Emîri Şürahbîl b. Amr kendi topraklarından geçen elçiyi öl­dürttü. Haris b. Umeyr. Resûl-i Ekrem’in öldürülen tek elçisidir. Diğer taraftan Hz. Peygamber, aynı yıl içinde on beş kişilik bir heyeti İslâm’a davet amacıyla Zâtü-latlah’a yolladı. Ancak heyet üyeleri şehid edildi, içlerinden yalnız Kâ’b b. Umeyr el-Gıfârî yaralı olarak Medine’ye dönebildi. Resûlullah, mukabelede bulunmak üzere Zeyd b. Harise kumandasında 3000 kişi­lik bir orduyu bölgeye şevketti. İslâm or­dusu Belkâ’nın köylerinden olan Mûte’de. o sırada bölgede bulunan Bizans ordusu ile hıristiyan Arap kabilelerinin de katıldı­ğı Şürahbîl b. Amr kumandasındaki bü­yük bir orduyla 100.000 veya 200.000 kişi karşılaştı.[125] Yapılan savaşta Zeyd b. Harise ile ardın­dan Hz. Peygamber’in tayin ettiği iki ku­mandan Ca’fer b. Ebû Tâlib ve Abdullah b. Revâha şehid oldu. Bunun üzerine Hâlid b. Velîd kumandanlığa getirildi ve onun taktikleriyle müslümanlar en az zayiatla geri çekilerek Medine’ye döndü. Medine’­de Resûlullah kumandanlarının arka ar­kaya şehid düştüğünü ağlayarak ashabı­na anlatmış, ardından sancağı Hâlid’in aldığını ve kendisine fethin müyesser ol­duğunu söylemiştir.[126]

Mekke çevresinde yaşayan Benî Bekir ile Huzâalılar arasında Câhiiiye dönemin­den beri devam eden kan davası Hudey-biye Antlaşmasfyia ortadan kaldırılmış. Benî Bekir Kureyş ile, Huzâalılar da Hz. Peygamber’le ittifak kurmuşlardı. Ancak Benî Bekir, Kureyşliler’den destek alarak Huzâalılar’a bir gece baskın düzenlemiş ve kabile reisiyle bazı mensuplarını öl­dürmüştü. Huzâalılar, Medine’ye bir he­yet gönderip yardım isteyince Resûl-i Ek­rem. Kureyşliler’e bir mektup yollayarak Benî Bekir ile ittifaktan vazgeçmelerini veya öldürülen Huzâalılar’ın diyetini öde­melerini istedi. Aksi takdirde antlaşmanın İhlâl edilmesi sebebiyle kendilerine sa­vaş açabileceğini bildirdi. Kureyşliler bu isteği reddedip Hudeybiye Antlaşması’nı yenilemek üzere Ebû Süfyân’ı Medine’ye gönderdiler. Ebû Süfyân Medine’deki te­şebbüslerinden olumlu bir sonuç alama­dan Mekke’ye döndü.

Resûlullah sefer hazırlıklarını tamam­ladıktan sonra askerî harekâtın hedefini gizli tuttuğundan mîkât yeri Zülhuleyfe’-de ihrama girerek yola çıktı ve Mekke yakınındaki Merrüzzahrân’da konakladı. 10.000 kişilik İslâm ordusunun Mekke’ye yaklaştığını öğrenen Kureyşliler. Ebû Süf­yân başkanlığındaki bir heyeti Hz. Pey-gamber’e gönderdiler; ancak heyet men­supları İslâm’ı kabul etmiş olarak Mek­ke’ye döndüler. Ebû Süfyân. Kureyşliler’e kendisinin müslüman olduğunu ve tes­lim olmaktan başka çarelerinin kalmadı­ğını söyledi. Öte yandan Resûl-i Ekrem kumandanlarına mecbur kalmadıkça sa­vaşmamalarını, kaçanları takip etmeme­lerini, yaralıları ve esirleri Öldürmemeleri­ni bildirdikten sonra hareket emri verdi. Merkezî birliğin başında bulunan Resû­lullah, Mekke’nin yukarı kısmından Mes-cid-i Harâm’a girdi, Hacûn’da konakladı ve diğer birliklerle Safa tepesinde buluş­tu.[127] Hz. Pey­gamber, toplanan Mekkeliler’e Kabe ka­pısının önünde yaptığı konuşmada umu­mi af ilân etti. Askerî harekâtın sonunda sadece direniş gösteren yirmi civarında müşrik öldürülmüş, iki veya üç müslü­man şehid olmuştu. Kabe’nin içi ve civarı putlardan temizlendikten sonra Bilâl-i Habeşî’nin ezan okumasıyla Kureyşliler, Resûl-i Ekrem’in huzuruna gelerek müs­lüman oldular ve kendisine biat ettiler. Mekke’nin fethiyle birlikte Kureyş müş­riklerinin Hz. Peygamber ve müslümanlara karşı olan düşmanlığı sona ermiş, ya­rımadanın Hicaz bölgesinde İslâm’ın ya­yılışı önündeki engeller kalkmıştı.

Hz. Peygamber, Mekke çevresindeki ka­bilelere ait bazı putların ortadan kaldırıl­masını sağladı. Ardından şehre yakın ka­bileleri İslâmiyet’e davet etmek için serîy-yeler düzenlemeye başladı. Şevval 8 [128] tarihinde Hâlid b. Velîd’i 350 ki­şilik birlikle Cezîme b. Âmir kabilesine gönderdi. Hâlid onların silâhlarını bırakıp müslüman olmalarını istedi. Tartışmalar­dan sonra silâhlarını bırakmaya rıza gös­terdiler ve müslüman olduklarını ifade etmek üzere “dinîmizi değiştirdik” (sa-be’na) dediler. Ancak Hâlid. bu sözleriyle açık bir tavır ortaya koymadıklarını düşü­nerek kendilerini esir alıp askerleri arasında taksim etti, ertesi sabah da öldürül­melerini emretti. Sonuçta otuz kadar esir öldürüldü. Resûlullah durumdan haber­dar olunca çok üzüldü. Hz. Ali’yi Cezîme kabilesine gönderip öldürülenlerin diyet­lerini Ödetti ve uğradıkları maddî zararı tazmin ettirdi.

Resûl-i Ekrem, Hudeybiye Antlaşması’-nınyol emniyetiyle ilgili hükümlerini ihlal eden Hevâzin kabilesinin çeşitli kollan Üzerine 6 (627-28). 7 (628-29) ve 8 (629) yıllarında seriyyeler gönderdi.[129] Hevâzin kabilesiyle Ku­reyş arasında Câhiiiye döneminden beri süregelen düşmanlık Resûlullah’a ve İs­lâmiyet’e de yönelmişti. Hevâzinliler, Hz. Peygamber’in büyük bir orduyla yola çık­tığını öğrenince bu hareketin kendilerine karşı olabileceğini düşünerek savaş hazır­lıklarına başladılar. Resûl-i Ekrem, ele ge­çirilen bir casustan Hevâzinliler’in topye-kün bir savaşa girişmek üzere olduklarını öğrendi. Diğer taraftan kabilenin önemli bir kolunu oluşturan Sakifliler de Uzzâ pu­tunun yıktırılması üzerine kendi putları Lâfın da tahrip edileceğinden korkup Ev-tâs’ta toplanan Hevâzinliler’e katıldılar. Hz. Peygamber, 6 Şevval 8 [130] tarihinde 12.000 kişilik bir orduyla yola çıktı.11 Şewal8 [131] Perşembe günü Evtâs’a yönelen müslümanların Hâ­lid b. Velîd kumandasındaki öncü birliğini Huneyn vadisinde pusu kuran Hevâzinii-ler’in oka tutmasıyla savaş başladı. Düş­manın yerini tesbit etmenin imkânsızlığının yanı sıra ürken hayvanların yol açtığı karışıklık ve panik öncü birliğin dağılma­sına, merkezdeki birliklerin de düzensiz bir şekilde geri çekilmesine sebep oldu. Resûl-i Ekrem’in etrafında çok az sayıda asker kaldı. Kur’ân-ı Kerîm’de bozgunun sebebi, müslümanların sayı bakımından kendilerini üstün görmesine, dolayısıyla Allah’a tevekkülün tam gerçekleşmeme­sine bağlanmış, fakat acı tecrübeden son­ra Allah’ın mânevi desteğiyle zaferin ka­zanıldığı ifade edilmiştir.[132] Dağılan ordu Resûlullah’ın uyarısı ile kısa zamanda toparlandı ve şiddetli bir sa­vaşın ardından müslümanlar galip geldi.

Huneyn Gazvesi’nden sonra kaçanlar İslâm karşıtı kabilelerle birleşerek yeni bir tehlike oluşturmuştu. Bunların başında Tâifliler geliyordu. Tâif halkı, nübüvvetin 10. yılından itibaren İslâm’a karşı olan tavrını ortaya koymuştu. Hz. Peygamber’i ve müslümanları hicveden şairler, İslâm aleyhine tertip kurmaya çalışanlar Taife kaçıp sığınıyordu. Resûlullah. Huneyn Gazvesi’nin ardından Tâif üzerine yürümeye karar verdi. Bu arada kaçan düş­man kuvvetlerinin takibi için Evtâs’a gön­derilen birlik Hevâzinliler’le yaptığı savaşı kazandı, burada ele geçirilen ganimetler ve esirler Ci’râne’ye götürüldü. Resûl-i Ekrem, Tâif kalelerine sığınan Sakîfliler’i ve Hevâzinliler’i bir ay kadar muhasara etti. Haram ayların yaklaşmasıyla muha­sarayı kaldırarak Ci’râne’ye döndü ve ga­nimetleri paylaştırdı. Bu sırada Hevâzin-liler’den gelen bir heyet müslüman olduk­larını söyleyip esirlerin ve mallarının iade edilmesini istedi. Hz. Peygamber esirle-riyle mallan arasında tercih yapmalarını söyleyince esirlerini geri aldılar. Resûlul-lah Cİ’râne’de ihrama girip Mekke’ye gitti ve umreden sonra Medine’ye döndü.

Hicretin 9. yılı Receb ayında [133] Bizans İmparatoru Herakleios’un müslü-manlara karşı savaş hazırlığına başladığına dair haberler gelince Hz. Peygamber 30.000 kişilik bir ordu hazırladı ve Medi­ne’ye 700 km. uzaklıktaki Tebük’e kadar ilerleyip orada karargâh kurdu. On beş-yirmi gün kalındığı halde Bizans ordusu­na rastlanmadı. Bu sırada Resûl-i Ekrem İslâmiyet’e davet amacıyla Cerbâ, Eyle Limanı, Ezruh, Maknâ ve Maan’a birlikler gönderdi. Onların temsilcileri gelip İslâ­miyet’i kabul etmeyeceklerini, ancak ciz­ye ödeyeceklerini bildirdiler ve İslâm dev­letinin tebaası olmayı kabul ettiler. Bu arada Hâlid b. Velîd kumandasındaki as­kerî birlik Irak yolu üzerinde önemli bir merkez olan Dûmetülcendel halkının da cizye ödemek suretiyle İslâm devletinin hâkimiyetini kabul etmesini sağladı.

Hicretin 9. (630-31) yılı “elçiler yılı” (se-netü’l-vüfûd) diye meşhur olmuştur. Mek­ke’nin fethedilmesi, ardından Hevâzinli-ler’in İslâmiyet’i benimsemesi, bir yıl son­ra Sakifliler’in Medine’ye gelerek biat et­mesi ve Kuzey Arabistan’ın Tebük Seferi ile İslâm hâkimiyetinin altına girmesi üze­rine Arap kabileleri Medine’ye heyetler yollayıp müslüman olduklarını bildiriyor, dini bizzat tebliğcisinden öğrenmek isti­yor, bazan da kabile mensuplarına öğret­men gönderilmesini talep ediyordu. He­yetler arasında Sakif ve Hanîfe kabilele­rinin temsilcileri gibi kabul edilmeyecek şartlar ileri sürenler de bulunuyordu. Bu arada Necranlı bazı kabilelerle Tağlib’e bağlı hıristiyanlarda görüldüğü gibi cizye vermek suretiyle İslâm hâkimiyeti altına girenler de vardı. Resûlullah heyet üyele­rine İyi davranıyor, kendilerine Kur’an Öğ­retiyor, dinin esaslarını ve ahlâk kuralla­rını anlatıyordu. Medine’den ayrılırken on­lara hediyeler ve dikkat etmeleri gereken

hususlara dair bilgiler veriliyordu. Elçi-heyetlerin gelişi, Arabistan’ın çeşitli yer­lerinde yaşayan kabilelerin müslüman ol­duğunu ve Medine’nin yarımadanın baş­şehri haline geldiğini göstermektedir. İbn Sa’d, 9 (630) ve 10. (631) yıllarda Arabis­tan’dan gelen yetmiş bir heyeti zikret­miş, bunlar hakkında ayrıntılı bilgi ver­miştir.[134]

Çok sayıda Arap kabilesinin müslüman olmasına rağmen başta Gatafân ile Ha­nîfe ve Esed olmak üzere bazı bedevi ka­bileleri arasında İslâmiyet’in yerleşmiş olduğunu söylemek mümkün değildir. Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Peygamber’e ve müslümanlara düşman olan bedeviler eleştirilmiş, onların takındığı olumsuz ta­vırlara daha çok “a’râb” kelimesi etrafında temas edilmiştir.[135] Be­deviler Hendek Gazvesi’nden itibaren İs­lâmiyet’e karşı tavır almaya başlamıştı.[136] Resûlullah umreye gi­derken Medine çevresindeki bedevilere haber göndererek kendisine katılmalarını istemiş, fakat onlar iştirak etmemekle birlikte umreden sonra özür dilemişlerdi.[137] Benzer bir durum Tebük Gazvesi sırasında da olmuştur.[138]

Öte yandan Benî Esed, Uhud Gazvesi’n­den sonra müslümanlann güç kaybetti­ğini düşünerek Medine’ye âni bir saldın yapmayı tasarladığı gibi Hendek Gazvesi esnasında düşman grupların ittifakı için­de yer aldı. Kabile mensupları 9 (630) yı­lında Medine’ye gelerek müslüman gö­rünmek zorunda kaldılar ve malî yardım talebinde bulundular. Onların bu görüş­meler sırasında ortaya koydukları kaba tutum ve davranışları, iman etmedikleri halde öyle görünüp Resûl-i Ekrem’i min­net altında bırakmak istemeleri üzerine Hucurât süresindeki âyetler nazil oldu (49/14-18).

Mekke fethedildikten sonra şehrin ve Kabe’nin idaresi müslümanların eline geçmekle birlikte putperest inançlarını devam ettirenler vardı. Bunların bir kıs­mı müslümanların müttefikiydi. Resûlul­lah hicretin 1. yılından itibaren İyi müna­sebetler kurduğu Damre, Gıfâr, Cüheyne ve Eşca’dan başka Huzâa ve Müdlic gibi müşrik kabilelerle Kabe’yi ziyarete gelen­lere engel olunmayacağına ve haram aylarda kimseye dokunulmayacağına dair antlaşmalar yapmıştı. Tebük Seferi’nden döndükten sonra Mekke’de hâlâ müşrik­ler yaşadığından bu yıl içinde farz olan hacca bizzat gitmeyip Hz. Ebû Bekir’i emîr-i hac tayin ederek 300 kadar sahâ-bî İle Mekke’ye gönderdi. Ardından müş­riklerin konumu ve onlarla yapılan antlaş­malar hakkında Tevbe sûresinin ilk yirmi sekiz âyeti nazil oldu. Resûl-i Ekrem bu âyetlerin hükümlerini tebliğ için Hz. Ali’­yi görevlendirdi. Hz. Ali, bayramın birinci günü Mina’da toplanan insanlara Tevbe sûresinin ilk âyetlerini okudu, ardından şu hususları açıkladı: “Kâfirler ebedî kur­tuluşa eremeyecek ve cennete giremeye­cektir. Bu yıldan sonra müşrikler hacce-demeyecek ve Mescid-i Harâm’a yakla­şamayacaktır; kimse Kabe’yi çıplak tavaf edemeyecektir. Hz. Peygamber’le antlaş­maları bulunanlar antlaşmanın süresi ni­hayete erinceye kadar haklarını kullanabi­lecekler, daha sonra müslüman olmadık­ları takdirde can güvenlikleri kalkacaktır”. Bu tebligat etkisini göstermiş, orada bu­lunan müşriklerin bir kısmı itiraz etmiş­se de ardından hemen hepsi müslüman olmuştur. Aynı sûrenin 29. âyetiyle başta Ehl-i kitap olmak üzere diğer din men­suplarına cizye ödemeleri şartıyla can ve mal güvenliği sağlanmıştır.

Resûl-i Ekrem’in ramazan aylarında her gece Cebrail ile buluştuğu ve o zamana kadar nazil olan âyetleri okuduğu bilin­mektedir. Hicretin 10. yılı Ramazan ayın­da ise [139] Cebrail’in kendisine Kur’ân-ı Kerîm’i iki defa tilâvet ettirdiği ve Resûlullah’ın bunu ecelinin yaklaştığı­na işaret olarak gördüğü nakledilmiştir.[140] Diğer taraftan her yıl ramazan ayın­da on gün itikâfa girerken 10. yılın Rama­zan ayında yirmi gün itikafta kalmıştır.[141]

Bu yıl içinde Resûlullah hacca gitmek için hazırlığa başladı ve bütün müslü­manların katılmasını istedi. 26 Zilkade 10 [142] tarihinde yanında ha­nımları ve kızı Fâtima olduğu halde müs-lümanlarla beraber Medine’den hareket etti, Zülhuleyfe’de ihrama girdi. Yolda kendisine katılanlarla birlikte 4 Zilhicce’-de Mekke’ye ulaştı, umre yaptıktan sonra Ebtah mevkiinde kendisi için kurulan ça­dırda kaldı. 8 Zilhicce günü Mekke’den ayrılıp Mina’ya gitti. Ertesi gün güneş doğduktan sonra Müzdelife yoluyla Ara­fat’a yöneldi. Öğle üzeri Arafat vadisinde sayıları 120.000’i aşan ashabına Veda hut­besi diye anılan konuşmasını yaptı. Hz. Peygamber, aynı anne ve babadan türe­yen bütün insanların eşit olduğunu söyle­yerek başladığı hutbesinde genellikle in­san haklan üzerinde durdu. Veda hutbe­sinin ardından dinin kemale erip tamam­landığını ve Hakk’ın rızâsına uygun düşen dinin İslâm olduğunu bildiren’ âyet nazil oldu.[143] Resûlullah haccını ta­mamlayıp Medine’ye döndü.[144]

Veda haccından sonra Resûl-i Ekrem’in sağlığı bozuldu. Aynı günlerde Yemen’de Esved el-Ansî peygamberlik iddiasıyla or­taya çıktı. Kabilesinden topladığı 600 ka­dar süvari kuvvetiyle San’a üzerine yürü­yen Esved, kendisine karşı çıkan buranın ilk müslüman valisinin oğlu Şehr b. Bâ-zân’ı öldürdü ve karısı Âzâd’la zorla evle­nip bölgeye hâkim oldu. Hz. Peygamber, bölgenin valileriyle ileri gelenlerine onun ortadan kaldırılması için mektup gönder­di. Sonunda Esved, Âzâd’m yardımıyla öl­dürüldü.[145] Öte yandan Medine’ye bir heyet yollayan Müseylimetülkezzâb heyetin Yemâme’ye dönüşünde irtidad ederek peygamberlik iddiasında bulundu. Resûlullah bir mek­tupla onu yeniden İslâm’a davet ettiyse de Müseylime kendisine ortaklık teklif et­ti. Resûl-i Ekrem tarafından verilen ce­vapta yeryüzünün Allah’a ait olduğu ve kullarından dilediğini ona vâris kılacağı bildirildi. Gelişmeler bu safhada iken Hz. Peygamber’in vefatıyla Müseylime Hz. Ebû Bekir döneminde ortadan kaldırıldı. Hz. Peygamber, hicretin 11. yılı Safer ayının sonlarında [146] Bizans’a karşı Üsâme b. Zeyd kumandasında bir ordu göndermeye karar verdi. Hazırlanan ordu Medine’nin dışında Cüruf mevkiinde ka­rargâh kurdu. Bu sırada Resûlullah’ın hastalığı ağırlaşınca Üsâme beklemeyi tercih etti. Resûl-i Ekrem hastalığı sıra­sında Ebû Bekir’in namaz kıldırmasını emretti ve son günlerini Âişe’nin yanın­da geçirdi. Kendisini iyi hissettiği bir gün mescide gitti; halka namaz kıldırmakta olan Ebû Bekir geri çekilip mihrabı kendişine bırakmak istediyse de devam et­mesi için işarette bulundu ve yanında na­maz kıldı. Vefat ettiği günün sabah na­mazından sonra Ebû Bekir kendisini ziya­ret etti ve hastalığının hafiflediğini gö­rünce izin isteyip evine döndü. Ancak Hz. Peygamber’in hastalığı ağırlaştı. Kaynak­ların belirttiğine göre Resûl-i Ekrem’in son nefeslerinde vurguladığı bazı husus­lar şöyledir: “Peygamberlerinin kabirlerini secde yeri edinen kişileri Allah kahretsin! [147]“Allah hakkında hüsnüzan sahibi olun. hiçbiriniz Cenâb-ı Hakk’a hüsnüzan bes­lemeden ölmemelidir.[148] Resûlullah vefat etmeden önce, “Lâ ilahe illallah, ruh teslimi ne zor şeymiş!” dedi ve Hz. Âişe’nin kolları arasında “maa’r-refîkf 1-a’lâ” en yüce dosta sözüyle ruhu­nu teslim etti.[149]

Hz. Peygamber’in vefatı bütün müslümanlan derinden üzdü; hatta münafık­ların sevindiğini hisseden Hz. Ömer gibi bazı sahâbîler şaşkınlık içinde onun öl­mediğini söylüyordu. Durumdan haber­dar olan Ebû Bekir evinden gelip cenaze­nin yanına girdi, ardından mescide gide­rek şunları söyledi: “Ey insanlar! Muham-med’e tapan varsa bilsin ki Muhammed ölmüştür, Allah’a tapanlar ise O’nun ölüm­süz olduğunu unutmasınlar. Nitekim Al­lah şöyle buyurmuştur: Muhammed sa­dece bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. O ölür veya öldürülürse gerisin geriye mi döneceksi­niz? Şunu bilin ki geriye dönecek kimse Allah’a hiçbir şekilde zarar vermiş olma­yacaktır. Allah, takdirine rıza gösterenle­rin mükâfatını verir.[150] Resûlullah’ın cenazesi Abbas’ın oğulları Fazl ile Kuşem ve Üsâme b. Zeyd”in yardımıyla Hz. Ali ta­rafından salı günü yıkandı ve bulunduğu odada muhafaza edildi. Önce erkekler, ardından kadınlar, daha sonra çocuklar gruplar halinde içeri girip münferiden ce­naze namazını kıldılar. Naaşı, Ebû Bekir’in Resûlullah’tan naklettiği bir hadise daya­nılarak vefat ettiği yerde kazılan mezara Hz. Ali. Fazl, Kuşem ve Üsâme tarafından indirildi. Son peygamberin nesli kızı Fâtı-ma ile damadı Ali’den olan torunları Ha­san ve Hüseyin’le devam etmiştir.

Sade bir hayat yaşayan, elde ettiği maddî imkânları Allah yolunda harcayan Resûl-i Ekrem’den geriye son derece mü­tevazı bir miras kalmıştır. Zira kendisi, “Biz peygamberler zümresi miras bırak­mayız; bizim geride bıraktığımız her tür­lü servet sadakadır [151] demiştir. Vefatında mül­kiyetinde sadece beyaz bir katır, silâhlan ve bir miktar arazisi vardı. Arazilerin ge­lirinin ailesi için harcanmasını ve kalanı­nın devlet hazinesine devredilmesini em­retmişti. Ölümünden kısa bir süre önce elinde kalan 7 dirhemin, bununla Allah’ın huzuruna çıkmaktan haya edeceğini söy­leyerek fakirlere dağıtılmasını istedi. Ken­disine ait bir zırhı da borcu karşılığında bir yahudinin elinde rehin olarak bulunu­yordu.[152]

Hz. Peygamber’in manevî mirası gerek ümmeti gerekse bütün insanlık için son derece büyük ve değerliydi. O, Veda hut­besinde de belirttiği gibi Kur’an ve Sün-net’i en değerli miras olarak bırakmış, bu iki temel kaynak etrafında şekillenen İs­lâm dini ve medeniyeti asırlar boyunca geniş bir coğrafyada etkisini hissettirerek insanlık tarihindeki yerini almıştır.

Önceki sayfa 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11Sonraki sayfa