TÜREMİŞ İSİMLER
Türemiş (müştak) isimler, başka kelimeden (masdardan) türetilen isimlerdir. Bunlar ism-i fâil, ism-i fâilin mübâlağası, ism-i mef’ûl, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdîl, ism-i mensûb, ism-i tasgir, ism-i zaman, ism-i mekân ve ism-i alettir.
Bunlardan ism-i fâili, ism-i fâilin mübâlağasını ve ism-i mef’ûlü cümle kuruluşlarındaki önemleri dolayısıyla önceden işlemiştik. Masdardan başlamak üzere geri kalan isim çeşitleri ve cümledeki kullanılışları şöyledir:
MASDAR
Mâzî ya da muzâri gibi herhangi bir zamanla ilgisi olmaksızın bir mana ve bir oluş ifade eden kelimedir. Sözlükte mâzî ve muzâriden sonra üçüncü sırada gelen isimdir. Fiillerin ve bütün müştak (türemiş) kelimelerin köküdür. Örnek:
ذِكْرٌ | anmak, anma, anış | جُوعٌ | acıkmak, acıkma |
اِجْتِماَعٌ | toplanmak, toplanma | طَلَبٌ | istemek, isteme |
إِكْراَمٌ | ikram, ikram etme | خَلْقٌ | yaratmak, yaratma, yaratış |
Fiillerin masdarları, mim’li masdar (İsm-i zaman, ism-i mekân) ve yapma masdar olmak üzere üç çeşit masdar vardır:
1- Fiillerin masdarları:
Fiiller; sülasî (üç harfli), rübâi (dört harfli) humâsî (beş harfli) ve südâsî (altı harfli) olur[1]. Sülâsî fiil hâriç diğerlerinin masdar kalıpları yerinde işleyeceğimiz gibi kurallı ve bellidir. Hiç zorlanmadan kuralına göre söylenebilir. Sülâsî fiilin masdarı ise ancak sözlüklerden (veya duyarak) öğrenilir ve bunlardan çok kullanılanlar zamanla ezberlenir. Bizim burada söz konusu ettiğimiz masdar üçlü fiillere aittir. Her fiil en az bir masdara sahiptir. Bilmediğimiz bir kelimeyle karşılaştığımız zaman o kelimenin baş harfiyle kelimeyi aramayız. Çünkü fiiller Arapça sözlüklerde Türkçe’deki gibi masdar haliyle yer almaz. Genel kural olmasa da çoğunlukla fiillerin önce müfred gâib mâzî hali, yanında çoğu zaman orta harfine işaret eden bir çizginin üstüne harekesi konularak muzâri hali verilir (-َُِ). Ardından da o kelimenin masdarı yanyana verilir. Tercümede de genellikle ya mâzî halindeki manası ya da masdar manası yer alır. Fiilin üçlü kök hali (mâzî muzâri ve masdarıyla birlikte) verildikten sonra altında o fiilden türemiş ya da bir harf, iki harf ilavesiyle o fiilin girdiği manalar yer alır:
ذَهَبَ -َ ذَهاَبٌ | gitti | حَضَرَ يَحْضُرُ حُضُوراً | geldi |
أَذْهَبَ يُذْهِبُ إِذْهاَبًا | giderdi | أَحْضَرَ يُحْضِرُ إِحْضاَراً | getirdi |
Masdar fiilin isimleşmiş bir hali olup iki türlü kullanılır: Ya bir isim olarak kalıplanmış manaya sahiptir veya fiilin isim manasını taşır: Mesela (خَلَقَ) kökünden yapılan masdar (خَلْقٌ) hem yaratmak manasına ve hem de yaratma işi manasına gelir.
Bir fikir vermesi açısından masdarların girdiği kalıplardan bazıları şöyle sıralanabilir:
Kalıb hali | Masdar | Muzâri | Mâzî | ||||||
فَعْلٌ | أَمْرٌ | emretmek | يَأْمُرُ | أَمَرَ | |||||
| زَرْعٌ | ekin ekmek | يَزْرَعُ | زَرَعَ | |||||
| قَوْلٌ | söylemek | يَقُولُ | قاَلَ | |||||
| سَيْرٌ | yürümek | يَسِيرُ | ساَرَ | |||||
فِعْلٌ | ذِكْرٌ | anmak, söylemek | يَذْكُرُ | ذَكَرَ | |||||
فُعْلٌ | كُفْرٌ | inkar etmek | يَكْفُرُ | كَفَرَ | |||||
فُعُولٌ | خُرُوجٌ | çıkmak | يَخْرُجُ | خَرَجَ | |||||
| سُجُودٌ | secde etmek | يَسْجُدُ | سَجَدَ | |||||
| دُخُولٌ | girmek | يَدْخُلُ | دَخَلَ | |||||
فَعاَلٌ – فَعاَلَةٌ | ذَهاَبٌ | gitmek | يَذْهَبُ | ذَهَبَ | |||||
| سَماَعٌ | işitmek | يَسْمَعُ | سَمِعَ | |||||
| ضَلاَلٌ – ضَلاَلَةٌ | sapmak, şaşırmak | يَضِلُّ | ضَلَّ | |||||
فِعاَلٌ – فِعاَلَةٌ | قِياَمٌ | kalkmak | يَقُومُ | قاَمَ | |||||
| كِتاَبَةٌ | yazmak | يَكْتُبُ | كَتَبَ | |||||
| زِياَرَةً | ziyaret etmek | يَزُورُ | زاَرَ | |||||
| هِداَيَةٌ | yol göstermek | يَهْدِي | هَدَى | |||||
2- Mim’li masdar (المْصْدَرُ المِيمِيُّ): (İsm-i zaman ve İsm-i mekân)
Başında zâid bir mim harfi bulunan masdardır. Sülâsi fiillerin ism-i zaman ve ism-i mekân kalıpları aynı olduğu için birlikte işlenmektedir. İsmi zaman, manası zaman belirten isimdir, ism-i mekânda manası mekân belirten isimdir. İki şekilde gelir:
مَفْعِلٌ | مَفْعَلٌ |
a) (مَفْعَلٌ)
Daha çok muzâri orta harfi fethalı veya zammeli fiillerin mimli masdarı, ism-i zaman ve ism-i mekânları bu şekilde gelmiş ve isimleşmiştir.
كَتَبَ -ُ den | مَكْتَبٌ | yazmak, yazma yeri ve yazma zamanı (yazıhane, büro) |
لَعِبَ -َ | مَلْعَبٌ | oynamak, oyun yeri ve oyun zamanı (oyun sahası) |
سَكَنَ -ُ | مَسْكَنٌ | ikâmet etmek, ikame yeri, ikamet etme zamanı (mesken) |
ذَهَبَ -َ | مَذْهَبٌ | gitmek, gitme yeri, gitme zamanı (mezheb) |
طَبَخَ -َ | مَطْبَخٌ | pişirmek, pişirme yeri ve pişirme zamanı (mutfak) |
دَخَلَ -ُ | مَدْخَلٌ | girmek, giriş yeri, giriş zamanı (giriş) |
خَرَجَ -ُ | مَخْرَجٌ | çıkmak, çıkış yeri ve çıkış zamanı (çıkış) |
*Bir şeyin çok olduğu veya bir işin çok yapıldığı yeri gösteren ismin sonuna tâ-i merbûta (ة) eklenir.
دَرَسَ | ders yaptı | مَدْرَسَةٌ | çok ders yapılan yer ve zaman (okul) | ||
كَتَبَ | yazdı | مَكْتَبَةٌ | çok yazılan yer ve zaman (kütüphane, sıra) | ||
قَبَرَ | gömdü | مَقْبَرَةٌ | çok gömülen yer ve zaman (kabir) | ||
طَبَعَ | bastı | مَطْبَعَةٌ | çok basılan yer ve zaman (matbaa) | ||
حَكَمَ | hükmetti | مَحْكَمَةٌ | çok hükmedilen yer ve zaman (mahkeme) | ||
مَلَكَ | sahip oldu, malik oldu | مَمْلَكَةٌ | çok sahip olunan yer ve zaman (krallık) [2] | ||
*Şeddeli (muzaaf) ve orta harfi illetli fiillerin de mimli masdar, ism-i zaman ve ism-i mekânları genelde bu şekilde tâ-i merbûta (ة) alarak gelir:
خاَفَ | korktu | مَخاَفَةٌ | korkmak, korkma yeri ve zamanı |
سَرَّ | sevindi | مَسَرَّةٌ | sevinmek, sevinme yeri ve zamanı |
b) (مَفْعِلٌ)
Muzâride orta harfi esreli olan fiiller ile baş harfi illetli olan fiiller bu grubtan gelir:
جَلَسَ -ِ | oturdu | مَجْلِسٌ | oturmak, oturma yeri, oturma zamanı (meclis) | |
نَزَلَ -ِ | indi | مَنْزِلٌ | inmek, inilecek yer, inilecek zaman (ev) | |
وَضَعَ يَضَعُ | koydu | مَوْضِعٌ | koymak, konulacak yer, zaman (yer) | |
وَقَفَ يَقِفُ | durdu, ayakta durdu | مَوْقِفٌ | durma, durma yeri ve zamanı (durak) | |
وَلَدَ يَلِدُ | doğurdu | مَوْلِدٌ | doğurmak, doğum yeri ve zamanı (doğum) | |
وَعَدَ – يَعِدُ | vaad etti, söz verdi | مَوْعِدٌ | söz verilen yer, zaman (randevu) | |
يَسَرَ -ِ | kumar oynadı | مَيْسِرٌ | kumar oynama, kumar oynama yeri, zamanı (kumarhane) | |
*Aşağıdaki fiiller ise kaide dışı muzâride orta harfi zammeli olduğu halde mimli masdarı, ism-i zaman ve mekânları (مَفْعِلٌ) kalıbında gelenlerdir:
سَجَدَ -ُ | secde etti | مَسْجِدٌ | secde etmek, secde yeri ve zamanı (mescid) |
شَرَقَ -ُ | doğdu | مَشْرِقٌ | doğmak, doğma yeri ve zamanı (doğu) |
غَرَبَ -ُ | batıyor | مَغْرِبٌ | batmak, batış yeri ve zamanı (batı) |
*Bazı sülâsî fiillerin masdarları ise sonuna tâ-i merbûta (ة)alır:
عَرَفَ -ِ | bildi, tanıdı | مَعْرِفَةٌ | bilmek |
غَفَرَ -ِ | bağışladı | مَغْفِرَةٌ | bağışlamak |
وَعَظَ يَعِظُ | vaaz verdi, nasihat etti | مَوْعِظَةٌ | öğüt vermek |
3- Yapma Masdar:
İsmin son harfini esre yapıp yanına (يَّةُ) getirilerek yapılan, hal ve sıfat gösteren masdara yapma masdar denir:
اَلْإِنْساَنُ | insan | اَلْإِنْساَنِيَّةُ | insanlık | |
اَلْمَسْؤُولُ | sorumlu | اَلْمَسْؤُولِيَّةُ | sorumluluk | |
اَلْجاَهِلُ | câhil | اَلْجاَهِلِيَّةُ | cahillik | |
اَلْحاَكِمِيَّةُ | hâkimiyet | اَلأُلوُهِيَّةُ | ulûhiyyet | |
اَلرُّبُوبِيَّةُ | Rubûbiyyet (Rablık) | اَلْقَوْمِيَّةُ | milliyetçilik | |
اَلْحَنَفِيَّةُ | hanefîlik | اَلْوَهاَّبِيَّةُ | vahhâbîlik | |
اَلْمَدْرَسِيَّةُ | okulla ilgili | اَلْاِشْتِراَكِيَّةُ | sosyalizm | |
اَلشُّعُوبِيَّةُ | ulusçuluk | اَلْعِلْماَنِيَّةُ | laiklik | |
اَلصِّناَعِيَّةُ | sanayicilik, sanayi ile ilgili | اَلْبَحْرِيَّةُ | denizcilik | |
Masdarların Cümle İçinde Kullanılışı:
Masdarlar mübtedâ, haber, fâil ya da mef’ûl vb. gibi cümlenin herhangi bir unsuru olabilir.
بَكَي الطِّفْلُ مِنَ الْجُوعِ. | Çocuk açlıktan ağladı. |
*Masdarın yerine (أَنْ) ve fiil getirilebildiği takdirde masdarlar fiil gibi (şibh-i fiil) amel edip fâil ve mef’ûlün bih alabilir:
يُرِيدُ الرَّجُلُ أَنْ يَزُورَهُ. | Adam onu ziyaret etmek istiyor. |
يُرِيدُ الرَّجُلُ زِياَرَتَهُ. | Adam onu ziyaret etmek istiyor. |
خاَلِدٌ كَثِيرُ النَّصْرِ صَدِيقَهُ. (خاَلِدٌ كَثِيرُ أَنْ يَنْصُرَ صَدِيقَهُ.) | Halit arkadaşına çok yardım eder. (Halit’in arkadaşına yardımı çoktur.) |
Burada صَدِيقَهُ harfi tarifli olan النَّصْرِ masdarının mef’ûlün bihidir.
*Masdar tenvinli olarak geldiğinde de fiil gibi amel eder.
إِطْعاَمٌ يَتِيماً خَيْرٌ (أَنْ يُطْعِمَ الْمَرْءُ يَتِيماً خَيْرٌ). | Yetimi yedirmek hayırlıdır. |
Burada إِطْعاَمٌ masdarı şibh-i fiildir ve يَتِيماً de mef’ûlüdür.
*Masdarlar umûmiyetle fâillerine muzâf olurlar. Fâille masdar biraraya gelince masdar muzaf ve fâil de muzafun ileyh durumuna gelir:
خَلْقُ اللَّهِ | Allah’ın yaratması/Allah’ın yaratışı | |||
دُخُولُ الرَّجُلِ | adamın girmesi/adamın girişi | |||
بَعْثُ الْخَلِيفَةِ | halifenin göndermesi, gönderişi | |||
صِدْقُ الْمَرْءِ عِزٌّ (أَنْ يَصْدُقَ الْمَرْءُ عِزٌّ) . | Kişinin doğruluğu şereftir. | |||
عِباَدَةُ الْإِنْساَنِ سَبَبٌ لِكَماَلِهِ.(أَنْ يَعْبُدَ الْإِنْساَنُ سَبَبٌ لِكَماَلِهِ.) | Kişinin ibadet etmesi kemali için sebebtir. | |||
Eğer bir masdara hem bir fâil hem de mef’ûl bağlıysa, fâil mecrûr durumunda muzafun ileyh olarak masdardan sonra gelir, mef’ûl (nesne) de mansûb durumunda onu takip eder:
خَلْقُ اللَّهِ الْأَرْضَ | Allah’ın arzı yaratması/yaratışı |
دُخُولُ الرَّجُلِ الْبَيْتَ | adamın eve girişi |
بَعْثُ الْخَلِيفَةِ رَسُولاً | halifenin bir elçi göndermesi |
*Masdarlar bazen semâî müennes olarak kabul edilirler:
قاَلَ رَسُولُ اللَّهِ : طَلَبُ الْعِلْمِ فَرِيضَةٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ وَ مُسْلِمَةٍ. |
Allah’ın Rasûlü: “İlim talebi her müslüman erkek ve kadına farzdır.” dedi. |
شَرِبَ الرَّجُلُ شَرْباَتٍ عَدِيدَةً. |
Adam defalarca (bir çok kere) içti. |
*Masdar çok yoğun bir şekilde mef’ûl olarak kullanılır. Özellikle mef’ûllerini harf-i cer vasıtasıyla alan fiiller masdarı çok sık alır:
مَنَعَ مِنْ | ..bir şeyi yasakladı |
مَنَعَهُ أَحْمَدُ مِنَ الدُّخُولِ. | Ahmet ona girmeyi yasakladı. |
دَعاَ إِلَى | ..bir şeye davet etti, çağırdı |
دَعاَهُمْ إِلَى الْخُرُوجِ. | Onları çıkmaya davet etti. |
أَمَرَ بِ | ..bir şeyi emretti |
أَمَرُوناَ بِالسَّماَعِ. | Bize dinlememizi emrettiler. |
Masdar-ı Binâ-i Merre (Tekrar ismi):
Kemmiyete (niceliğe ve sayıya) delâlet eden masdar çeşididir. Sülâsî fiilden (فَعْلَةٌ) vezninde gelir. Bir işin kaç kere yapıldığını gösterir:
ضَرَبَ | vurdu | ضَرْبَةً | bir kere vurmak | |
أَكَلَ | yedi | أَكْلَةً | bir kere yemek | |
ضَرَبَ الرَّجُلُ اللِّصَّ ضَرْبَةً | Adam hırsıza bir defa vurdu. | |||
ضَرَبَ الرَّجُلُ اللِّصَّ ضَرْبَتَيْنِ | Adam hırsıza iki defa vurdu. | |||
أَكَلَ الْوَلَدُ أَكْلَةً | Çocuk bir defa yedi. | |||
أَكَلَ الْوَلَدُ أَكْلَتَيْنِ | Çocuk iki defa yedi. | |||
Görüldüğü gibi müfred kalıp (فَعْلَةً) şeklinde gelirken tesniye kalıbı ona uyumlu olarak (فَعْلَتَيْنِ) şeklinde cemi kalıbı da (فَعَلاَتٍ) durumunda gelmektedir:
ضَرَبَ الرَّجُلُ اللِّصَّ ضَرَباَتٍ عَدِيدَةً | Adam hırsıza birçok defalar vurdu. |
أَكَلَ الْوَلَدُ أَكَلاَتٍ عَدِيدَةً | Çocuk birçok defa yedi. |
أَكَلَ الْوَلَدُ ثَلاَثَ أَكَلاَتٍ | Çocuk üç defa yedi. |
*Mezîd fiillerin masdaru binâ-i merre’si kendi fiillerinin masdarlarına tâ-i merbûta (ة) getirilerek yapılır:
اِبْتَسَمَ يَبْتَسِمُ اِبْتِساَمٌ | gülümsedi | اِبْتِسَامَةٌ | bir gülümseyiş |
اِنْطَلَقَ يَنْطَلِقُ إِنْطِلاَقٌ | fırladı, gitti | اِنْطِلاَقَةٌ | bir gidiş |
Masdarın sonunda zaten (ة) varsa, bir defa oluşu ifade etmek için sona (واَحِدَةٌ) kelimesi eklenir:
رَحِمَ يَرْحَمُ رَحْمَةٌ | acıdı, merhamet etti | رَحْمَةٌ واَحِدَةٌ | bir acıyış |
أَجاَبَ يُجِيبُ إِجاَبَةً | cevap verdi | إِجاَبَةٌ واَحِدَةٌ | bir cevaplandırış |
Masdar-ı Binâi Nevi (Tarz, durum ismi) :
Keyfiyete (nasıllığa) delâlet eden masdar çeşididir. Türkçe’deki durum zarfına benzer. Fiilin olma tarzını anlatan isimdir. Sülâsî fiilden (فِعْلَةٌ) vezninde gelir:
ضَحِكَ يَضْحَكُ | güldü | ضِحْكَةً | gülme tarzı | ||
خَلَقَ يَخْلُقُ | yarattı | خِلْقَةً | yaratma tarzı | ||
مَشَى يَمْشِي | yürüdü | مِشْيَةً | yürüme tarzı | ||
مَشَى الْوَلَدُ مِشْيَةَ الرَّجُلِ. | Çocuk adam yürüyüşüyle yürüdü (adam gibi yürüdü). | ||||
جَلَسَ التِّلْمِيذُ جِلْسَةَ الْمُعَلِّمِ. | Öğrenci öğretmen gibi oturdu. | ||||
فَتَحَ الرَّجُلُ الْباَبَ فِتْحَةَ اللِّصِّ. | Adam kapıyı hırsız açışıyla açtı (hırsız gibi yavaşça açtı). | ||||
Masdar-ı Müevvel:
Masdar edatlarından birinin önüne geldiği cümlenin manasını masdara çevirmesine masdar-ı müevvel denir. Bu masdar edatlarından (أَنْ) fiil cümlesini, (أَنَّ) de isim cümlesinin manasını masdara çevirir. Daha önceden aşina olduğumuz bu edatların masdar konusunu işlememiz hasebiyle cümle içindeki kullanılışlarına yeniden göz atmamız faydalı olacaktır.
a) (أَنْ) ile fiilden yapılan müevvel masdar:
(أَنْ) genellikle mâzî ve muzâri fiillerin önüne gelir, manalarını masdara çevirir, daha önce işlediğimiz gibi muzâriyi nasbeder.
Aşağıdaki cümlelere dikkat edilirse masdarlı cümleyle (أَنْ) ile fiilden yapılan masdar-ı müevvel aynı manayı vermektedir, her ikisi de cümle içinde fâil, nâib-i fâil, mübtedâ, haber, mef’ûlün bih veya harf-i cerle mecrûr olmaktadırlar.
Türkçe’ye ..mek, …mak ve bu masdar manasındaki “k” ler yerine ..en, an, ..in, ..ın gibi şahıslara göre uygun takılar alarak temel cümleye bağlanırlar.
= يَسُرُّنِي صِدْقُكَ. | يَسُرُّنِي أَنْ تَصْدُقَ |
Doğru olman beni sevindirir[3]. (أَنْ ile fiilden yapılan müevvel masdar tek unsur olarak fâil durumunda) | |
= يُعْلَمُ نَقْصُ الْماَءِ. | يُعْلَمُ أَنْ يَنْقُصَ الْماَءُ |
Suyun eksilmesi (eksileceği) bilinir. (أَنْ ile fiilden yapılan müevvel masdar nâib-i f | |
= فِعْلُكَ الْواَجِبَ خَيْرٌ لَكَ. | أَنْ تَفْعَلَ الْواَجِبَ خَيْرٌ لَكَ |
Ödev yapman senin için hayırdır. (أَنْ ile fiilden yapılan müevvel masdar mübtedâ durumunda) | |
= اَلْإِيماَنُ إِيماَنُكَ بِاللَّهِ. | اَلْإِيماَنُ أَنْ تُؤْمِنَ بِاللَّهِ |
İman Allah’a inanmandır. (أَنْ ile fiilden yapılan müevvel masdar haber durumunda) | |
= طَلَبَ التِّلْمِيذُ الْكِتاَبَةَ. | طَلَبَ التِّلْمِيذُ أَنْ يَكْتُبَ |
Öğrenci yazmak istedi. (أَنْ ile fiilden yapılan müevvel masdar mef’ûlün bih durumunda) | |
= رَغِبْتُ فِي سَفَرِهِ. | رَغِبْتُ فِي أَنْ يُساَفِرَ |
(Onun) yolcu olmasını istedim[5]. (أَنْ ile fiilden yapılan müevvel masdar harf-i cerle (mahallen) mecrûr durumda) |
b) (أَنَّ) ile isim cümlesinden yapılan müevvel masdar:
(أَنَّ) “inne ve kardeşleri” dersinden hatırlanacağı gibi (إِنَّ) nin ortada gelmiş halidir. Yalnız isim cümlesinin önüne gelir ve cümleye masdar manası kazandırıp fâil, mef’ûlün bih, nâib-i fâil ya da câr-mecrûr gibi tek unsur haline getirir. Türkçe’ye ..en, ..an, diği, ..dığı, düğü, ..duğu şeklinde tercüme edilir.
= يَسُرُّنِي نَشاَطُكَ. | يَسُرُّنِي أَنَّكَ نَشِيطٌ |
Faal olman (canlı olman) beni sevindirir. (أَنَّ ile isim ve haberinden müevvel masdar fâil durumunda) | |
= عَلِمْتُ نَجاَحَ التِّلْمِيذِ. | عَلِمْتُ أَنَّ التِّلْمِيذَ ناَجِحٌ |
Öğrencinin başarılı olduğunu bildim. ( أَنَّile isim ve haberinden müevvel masdar mef’ûlün bih durumunda) | |
= عُرِفَ بَراَءَةُ السَّجِينِ. | عُرِفَ أَنَّ السَّجِينَ بَرِيءٌ |
Mahpusun suçsuz olduğu öğrenildi. ( أَنَّile isim ve haberinden müevvel masdar nâib-i fâil durumunda) | |
= وَظَّفْتُهُ لِأَماَنَتِهِ. | وَظَّفْتُهُ لِأَنَّهُ أَمِينٌ |
Güvenilir olduğu için onu vazifelendirdim[6]. ( أَنَّile isim ve haberinden müevvel masdar harf-i cerle mecrûr durumda) |
Not: (أَنْ) yalnızca fiili muzârinin önüne gelmez, mâzî’nin önüne de gelir. Mâzî ya da muzâri fiille birlikte zarf olan (قَبْلَ) ve (بَعْدَ) nin arkasından kullanımı oldukça yaygındır. Bu zarflar doğrudan fiile bağlanmaz, araya (أَنْ) alarak bağlanır:
سَآكُلُ طَعاَمِي قَبْلَ أَنْ أَكْتُبَ واَجِبِي. | Ödevimi yazmadan önce yemeğimi yiyeceğim. |
سَآكُلُ طَعاَمِي بَعْدَ أَنْ أَكْتُبَ واَجِبِي. | Ödevimi yazdıktan sonra yemeğimi yiyeceğim. |
بَعْدَ أَنْ وَقَفَتِ التِّلْمِيذاَتُ بَدَأْنَ الْأَناَشِيدَ. Öğrenciler ayağa kalktıktan sonra marşlara başladılar. | |
بَعْدَ أَنْ حَضَرتِ التِّلْمِيذاَتُ بَدَأْنَ الْأَناَشِيدَ. Öğrenciler geldikten sonra marşlara başladılar. | |
بَعْدَ أَنْ حَضَرَ الطُّلاَّبُ بَدَأُوا الْأَناَشِيدَ. Öğrenciler geldikten sonra marşlara başladılar (müz.). | |
بَعْدَ أَنْ حَضَرَ الطُّلاَّبُ بَدَأُوا التَّجاَرِبَ Öğrenciler geldikten sonra deneylere başladılar (müz.). | |
بَعْدَ أَنْ وَصَلَ الْأُسْتاَذُ بَدَأَ الْخُطْبَةَ. Hoca geldikten sonra hutbeye başladı.
| |
ماَذاَ فَعَلْتَ بَعْدَ أَنْ سَمِعْتَ كَلاَمَ واَلِدِكَ ؟ Babanın konuşmasını duyduktan sonra ne yaptın? | |
صَلَّي الْمُؤْمِنُونَ بَعْدَ أَنْ أَذَّنَ الْمُؤَذِّنُ لِلصَّلاَةِ. Müezzin namaz için ezanı okuduktan sonra mü’minler namaz kıldı. | |
اِشْتَرَي واَلِدِي هَذاَ الْكِتاَبَ بَعْدَ أَنْ طاَفَ بِجَمِيِعِ الْمَكْتَباَتِ فِي الْمَدِينَةِ. Babam bu kitabı şehirdeki bütün kütüphaneleri dolaştıktan sonra[7] satın aldı. |
* (أَنْ)‘in masdar edatı olarak bir işlevi daha vardır ki bu da oldukça önemlidir. Genellikle (أَنْ) emir fiilinin önüne gelir ve manasını masdara çevirip masdar cümlesini temel cümleye “…diye” tercümesiyle bağlar. Bu (أَنْ)’e müfessera (الْمُفَسَّرَةُ) ya da harfu tefsir denir. Ardından gelen cümleye de tefsir cümlesi denir.
ناَدَيْتُ أَنْ اِجْلِسْ. | “Otur” diye bağırdım. |
أَشاَرَ الضاَّبِطُ أَنِ اهْجُمُوا[8]. | Subay “saldırın” diye işaret etti. |
فَأَوْحَيْناَ إِلَى مُوسَى أَنِ اضْرِبْ بِعَصاَكَ الْبَحْرَ. Musa’ya “Değneğini denize vur” diye vahyettik. (Şuarâ, 63) |
İsmü’l-Cins, İsmü’l-vahde: (Cins İsmi, Teklik İsmi)
Cins ismi, bir cinsteki bütün varlıklara delâlet eder.
شَجَرٌ | ağaç (ağaç cinsi) | سَمَكٌ | balık (balık cinsi) |
نَجْمٌ | yıldız (yıldız cinsi) | وَرَقٌ | yaprak (yaprak cinsi) |
نَمْلٌ | karınca | تُفاَّحٌ | elma |
Bunlardan bir tanesini kastettiğimizde o ismin sonuna tâ-i merbûta (ة) ekleyerek gösteririz.
شَجَرةٌ | bir ağaç | سَمَكَةٌ | bir balık | ||
نَجْمَةٌ | bir yıldız | وَرَقَةٌ | bir yaprak | ||
نَمْلَةٌ | bir karınca | تُفاَّحَةٌ | bir elma | ||
أَكَلْتُ سَمَكاً. | Balık yedim (koyun eti v.s. değil). | ||||
أَكَلْتُ سَمَكَةً. | Bir tane balık yedim. | ||||
رَأَيْتُ شَجَرَةً. | Bir tane ağaç gördüm. | ||||
İsmü’l-cins daha ziyade tabiî, yaradılmış şeylerdeki bir cins eşyayı gösteren isimdir. Her ismin sonuna (ة) ekleyerek ismü’l-vahdetini yapamayız. Zamanla kullanarak öğrenilir.
Genel Cümle Örnekleri:
1- كاَنَتْ أَوْرُوباَّ فِي جَهْلٍ تاَمٍّ فِي ذَلِكَ الْوَقْتِ – اَلْعَدْلُ أَنْ تَحْكُمَ بِالْحَقِّ – اَلْعَدْلُ حُكْمُكَ بِالْحَقِّ.
2- نَهَضَ الْحِصاَنُ مِنَ الْأَرْضِ بَعْدَ أَنْ سَقَطَ – جَلَسَ الْمُدَرِّسُ عَلَى مَقْعَدِهِ مُتْعَباً بَعَدَ أَنْ شَرَحَ الدَّرْسَ.
3- تَكَلَّمَ الطاَّلِبُ كَلاَماً جَمِيلاً – بَعْدَ أَنْ وَصَلَ الْأُسْتاَذُ بَدَأَ التَّجاَرِبَ.
4– كاَنَ الرَّجُلُ يَبْحَثُ عَنْهُ لِقَتْلِهِ -كاَنَ الرَّجُلُ يَبْحَثُ عَنْهُ لِسُؤاَلِهِ .
5- ماَذاَ تُفَضِّلُ[9] ؟ اَلسَّكَنُ فِي وَسَطِ الْمَدِينَةِ أَمْ خاَرِجَ الْمَدِينَةِ ؟
6- أَخْبَرَهُ[10] بِسَرِقَةِ الْخَرُوفِ – أُرِيدُ أَنْ أَذْهَبَ إِلَى بَلَدِي لِقَضاَءِ أُسْبُوعَيْنِ هُناَكَ.
7- اُفَضِّلُ قَضاَءَ عُطْلَةِ الصَّيْفِ فِي بَلَدِي لِأَنَّ الطَّقْسَ يَكُونُ جَمِيلاً فِيهاَ .
8- مَتَى أَرْسَلَ الصَّحَفِيُّونَ الْخِطاَباَتِ؟ – أَرْسَلَ الصَّحَفِيُّونَ الْخِطاَباَتِ بَعْدَ سَفَرِهِمْ بِأُسْبُوعَيْنِ.
9- هَلْ كاَنَ ماَ تَأْخُذُهُ كاَفِياً لِشِراَءِ كُتُبِكَ (هَلْ كاَنَ الَّذِي تَأْخُذُهُ كاَفِياً لِشِراَءِ كُتُبِكَ)؟
10- أَعَدَّ[11] التَّلاَمِيذُ حَقاَئِبَهُمْ قَبْلَ عَوْدَتِهِمْ إِلَى الرِّياَضِ – أَ تُفَضِّلُ قِراَءَةَ الْقَصَصِ أَمْ قِراَءَةَ الدُّروُسِ.
11- أَخْبَرَتْ فاَطِمَةُ واَلِدَهاَ بِقِراَءَةِ الْكِتاَبِ – أَخْبَرَتْ فاَطِمَةُ واَلِدَهاَ بِأَنَّهاَ قَرَأَتِ الْكِتاَبَ .
12- أَخْبَرَنِي أَصْدِقاَئِي بِأَنَّهُمْ زاَرُوا الْأُسْتاَذَ – أَخْبَرَنِي أَصْدِقاَئِي بِزِياَرَةِ أُسْتاَذِهِمْ .
13- أَخْبَرْتُ أَخِي بِأَنَّنِي كَتَبْتُ الدَّرْسَ – أَخْبَرَهُ بِأَنَّ الْخَرُوفَ قَدْ سُرِقَ .
14- أَخْبَرَتْكَ بِأَنَّ الْكِتاَبَ قَدْ أُخِذَ – أَخْبَرْتُهاَ بِأَنَّ الصَّلاَةَ قَدْ أُدِّيَتْ[12] .
15- أَخْبَرُوناَ بِأَنَّ الْخَرُوفَ قَدْ ذُبِحَ – أَخْبَرُوناَ بِأَنَّ الْحَلْوَى قَدْ أُكِلَتْ.
16- لَمْ يُصَدِّقُوا[13] ذَهاَبَ الْمُدَرِّسِينَ – لَمْ يُصَدِّقُوا أَنَّ الْمُدَرِّسِينَ قَدْ ذَهَبُوا .
17- لَمْ يُصَدِّقُوا أَنَّ الْأُخْتَيْنِ قَدْ تَزَوَّجَتاَ[14] – لَمْ يُصَدِّقُوا زَواَجَ الْأُخْتَيْنِ .
18- لَمْ يُصَدِّقُوا زِياَرَةَ الْوَزِيرِ لِلْمَدْرَسَةِ – لَمْ يُصَدِّقُوا أَنَّ الْوَزِيرَ قَدْ زاَرَ الْمَدْرَسَةَ .
19- لَمْ يُصَدِّقُوا خُرُوجَ الْمَرْضَى مِنَ الْمُسْتَشْفَى – لَمْ يُصَدِّقُوا أَنَّ الْمَرْضَى قَدْ خَرَجُوا مِنَ الْمُسْتَشْفَى.
20- ماَذاَ شاَهَدْتُمْ أَثْناَءَ وُقُوفِكُمْ فِي الْمِيناَءِ ؟ أَثْناَءَ وُقُوفِناَ فِي الْمِيناَءِ شاَهَدْناَ السُّفُنَ . أُنْظُرْ هَذِهِ صُورَةُ السُّفُنِ . لَقَدْ شاَهَدْتُهاَ أَثْناَءَ وُقُوفِي فِي الْمِيناَءِ .
21- ماَذاَ شاَهَدْتُمْ أَثْناَءَ جُلُوسِكُمْ فِي الْحَدِيقَةِ ؟ أَثْناَءَ جُلُوسِناَ فِي الْحَدِيقَةِ شاَهَدْناَ الْحاَدِثَ . أُنْظُرْ هَذِهِ صُورَةُ الْحاَدِثِ . لَقَدْ شاَهَدْتُهُ أَثْناَءَ جُلُوسِي فِي الْحَدِيقَةِ.
22- لاَ شَكَّ فِي أَنَّ الْأَدَبَ واَجِبٌ – أَعْتَقِدُ[15] أَنَّ اللَّهَ قاَدِرٌ.
Tercüme:
1- Avrupa o vakitte tam bir cehâlet içindeydi. Adâlet hakla hükmetmendir. Adalet hakla hüküm vermendir.
2- Düştükten sonra at yerden kalktı. Öğretmen dersi açıkladıktan sonra yorgun olarak yerine oturdu.
3- Öğrenci güzel bir konuşmayla konuştu. Hoca geldikten sonra deneylere başladı.
4- Adam onu öldürmek için arıyordu. Adam onu (birşey) sormak için arıyordu.
5- Ne tercih edersin? Şehrin ortasında mı yoksa şehrin dışında oturmayı (mı)?
6- Kuzunun çalınmasını (çalındığını) ona haber verdi. Orada iki hafta geçirmek için memleketime gitmek istiyorum.
7- Yaz tatilini memleketimde geçirmeyi tercih ediyorum çünkü hava orada güzel olur.
8- Gazeteciler mektupları ne zaman gönderdi? Gazeteciler mektupları yolculuklarından iki hafta sonra gönderdi.
9- Aldığın şey (ücret) kitaplarını satın almak için kâfî miydi? (Aynı cümle)
10- Öğrenciler Riyad’a dönmelerinden önce çantalarını hazırladılar. Hikâyeleri okumayı mı, yoksa dersleri okumayı mı tercih edersin?
11- Fâtıma babasına kitabı okuduğunu haber verdi. (Aynı mana).
12- Arkadaşlarım bana hocayı ziyaret ettiklerini bildirdi. Arkadaşlarım bana hocalarını ziyaret ettiklerini bildirdi.
13- Kardeşime dersi yazdığımı haber verdim. Ona kuzunun çalındığını haber verdi.
14- (O bayan) sana kitabın alındığını haber verdi. Ona namazın eda edilmiş olduğunu haber verdim.
15- Bize kuzunun boğazlanmış olduğunu haber verdiler. Bize tatlının yendiğini haber verdiler.
16- Öğretmenlerin gidişine inanmadılar. Öğretmenlerin gitmiş olduğuna inanmadılar.
17- İki kız kardeşin evlenmiş olduğuna inanmadılar. İki kız kardeşin evliliğine inanmadılar.
18- Bakanın okulu ziyaret ettiğine inanmadılar. (Aynı mana).
19- Hastaların hastaneden çıktığına inanmadılar. (Aynı mana).
20- Limanda duruşunuz esnasında ne gördünüz? Limanda duruşumuz esnasında gemileri gördük. Bak bu gemilerin resmidir. Onları limanda duruşum esnasında gördüm.
21- Bahçede oturmanız esnasında ne gördünüz? Bahçede oturmamız esnasında olay (bir hadise) gördük. Bak, bu olayın resmidir. Onu bahçede oturuşum esnasında gördüm.
22- Edebin vacip (gerekli) oluşunda şüphe yoktur. Allah’ın kâdir olduğuna inanıyorum.
¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯
HARFU TEFSİR VE KONULARLA İLGİLİ AYETLER
1- وَاذْكُرْ أَخَا عَادٍ إِذْ أَنذَرَ قَوْمَهُ بِالْأَحْقَافِ وَقَدْ خَلَتِ النُّذُرُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ أَلاَّ تَعْبُدُوا إِلاَّ اللَّهَ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ .
(46/AHKÂF, 21). Ad (kavmin)in kardeşini (Hûd’u) an. Zira o, kendinden önce ve sonra uyarıcıların da gelip geçtiği AHKÂF bölgesindeki kavmini: “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Ben sizin üzerinize büyük bir günün azabından (azaba uğramanızdan) korkuyorum” diye uyarmıştı.
çünkü, zira, hani bir zamanlar | إِذْ | uyardı, ikaz etti | أَنذَرَ يُنْذِرُ | |||||
ondan önce | مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ | gelip geçmek | خَلاَ يَخْلُو خُلُواًّ | |||||
Ahkaf (bölgesin)de | بِالْأَحْقَافِ | uyarıcı | اَلنَّذِيرُ ج اَلنُّذُرُ | |||||
( أَنْ+لاَ) …maması, …memesi şeklinde de tercüme edilir. | أَلاَّ | |||||||
kulluk etmeyin diye | أَلاَّ تَعْبُدُوا | ondan sonra | وَمِنْ خَلْفِهِ | |||||
korktu | خاَفَ يَخاَفُ | |||||||
2- أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَنْ لاَ تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ ¯ وَأَنِ اعْبُدُونِي هَذَا صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ .
(36/YÂSÎN, 60, 61). “Ey Âdem oğulları! Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır. Ve bana kulluk edin, doğru yol budur”” diye emretmedim mi?
emretti, ahdetti, anlaşma yaptı
| عَهِدَ يَعْهَدُ عَهْداً |
3- وَلَقَدْ آتَيْنَا لُقْمَانَ الْحِكْمَةَ أَنِ اشْكُرْ لِلَّهِ وَمَنْ يَشْكُرْ فَإِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهِ وَمَنْ كَفَرَ فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ حَمِيدٌ .
(31/LOKMAN, 12). Andolsun biz Lokman’a: “Allah’a şükret!” diye hikmet verdik. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de (bilsin ki,) Allah zengindir (hiçbir şeye muhtaç değildir), her türlü övgüye lâyıktır.
vermek | آتَي يُؤْتِي إِيتاَءً |
4- … يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّمَا بَغْيُكُمْ عَلَى أَنْفُسِكُمْ مَتَاعَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ثُمَّ إِلَيْنَا مَرْجِعُكُمْ فَنُنَبِّئُكُم بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ .
(10/YÛNUS, 23) …Ey insanlar! Sizin taşkınlığınız ancak kendi aleyhinizedir. (bununla) sadece fani dünya hayatının menfaati(ni elde edersiniz); sonra dönüşünüz yine bizedir. O zaman yapmakta olduklarınızı size haber vereceğiz.
اَلْبَغْيُ | her türlü haddi aşma, taşkınlık | نَبَّأَ يُنَبِّئُ بِ | haber verdi |
5- إِذْ جَعَلَ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ فَأَنْزَلَ اللَّهُ سَكِينَتَهُ عَلَى رَسُولِهِ وَعَلَى الْمُؤْمِنِينَ …
(48/FETİH, 26). O zaman inkar edenler kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da elçisine ve mü’minlere sükûnet ve güvenini indirdi…
6- …قَالَتْ نَمْلَةٌ يَا أَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْ لاَ يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمَانُ وَجُنُودُهُ وَهُمْ لاَ يَشْعُرُونَ .
(27/NEML, 18). …bir karınca: “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!” dedi.
حَطَمَ يَحْطِمُ حَطْماً | kırmak, ufaltmak, ezmek, çiğnemek |
شَعَرَ يَشْعُرُ شُعُوراً | hissetmek, bilmek, farkına varmak |
7- وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حَمَلَتْهُ أُمُّهُ وَهْنًا عَلَى وَهْنٍ وَفِصَالُهُ فِي عَامَيْنِ أَنِ اشْكُرْ لِي وَلِوَالِدَيْكَ إِلَيَّ الْمَصِيرُ .
(31/LOKMAN, 14). Biz insana, ana-babasını (onlara iyi davranmasını) tavsiye etmişizdir. (Çünkü) anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. (Sütten) ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır.
tavsiye etti | وَصَّي يُوَصِّي تَوْصِيَةً | yıl, sene | عَامٌ | bitkin, zayıf | وَهْنٌ ج وُهُنٌ | ||
(çocuğu sütten) kesmek | فِصَالٌ | ana-baba (mansûb ve mecrûr hali) | ِوَالِدَيْنِ | ||||
8- مَا قُلْتُ لَهُمْ إِلاَّ مَا أَمَرْتَنِي بِهِ أَنِ اعْبُدُوا اللّهَ رَبِّي وَرَبَّكُمْ وَكُنْتُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا ماَ دُمْتُ فِيهِمْ فَلَمَّا تَوَفَّيْتَنِي كُنْتَ أَنْتَ الرَّقِيبَ عَلَيْهِمْ وَأَنتَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ .
(5/MAİDE, 117). (İsâ Allah’a kıyâmette şöyle der:) Ben onlara, “Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin” diye ancak bana emrettiğini söyledim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyle görensin.
içlerinde bulunduğum müddetçe | ماَ دُمْتُ فِيهِمْ | ||||
(mâzî fiilin önünde) ..dığı zaman | لَمَّا | vefat ettirdi | تَوَفَّي يَتَوَفَّى | ||
kontrolcü, gözcü, gözleyen | اَلرَّقِيبُ | beni vefat ettirince | فَلَمَّا تَوَفَّيْتَنِي | ||
9- وَنَادَى أَصْحَابُ الْجَنَّةِ أَصْحَابَ النَّارِ أَنْ قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقًّا فَهَلْ وَجَدْتُمْ ماَ وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقًّا قَالُوا نَعَمْ فَأَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ أَنْ لَعْنَةُ اللّهِ عَلَى الظَّالِمِينَ .
(7/A’RÂF, 44). Cennet ehli cehennem ehline: “Biz Rabbimizin bize vadettiğini gerçek bulduk, siz de Rabbinizin size vadettiğini gerçek buldunuz mu? diye seslenir. “Evet!” derler. Ve aralarından bir çağrıcı, Allah’ın lâneti zâlimlerin üzerine olsun! diye bağırır.
ilan etti, çağırdı | أَذَّنَ يُؤَذِّنُ | seslendi, nida etti | نَادَى يُناَدِي |
hak, gerçek | حَقٌّ | ilan eden, çağıran | مُؤَذِّنٌ |
10- دَعْوَاهُمْ فِيهَا سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلاَمٌ وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ.
(10/YÛNUS, 10). Onların oradaki (cennetteki) duası: “Allah’ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz!” (sözleridir). Orada birbirleriyle karşılaştıkça söyledikleri ise “selâm” dır. Onların dualarının sonu da şudur: Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.
| selam vermek, selamlamak | حَيىَّ يُحَيِّي تَحِيَّةً |
11- …كَيْفَ ضَرَبَ اللّهُ مَثَلاً كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرةٍ طَيِّبَةٍ أَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَاءِ {14/24}
(14/İBRÂHÎM, 24). ..Allah nasıl bir misâl getirdi: Güzel bir sözü, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca (benzetti).
12- أَنْ كَانَ ذَا مَالٍ وَ بَنِينَ .
Ma’tûf Atıf h. | Muzâfun ileyh | Kâne’nin haberi ve muzâf | Nâkıs fiili mâzî | Masdar Harfi |
(68/KALEM, 14).Mal ve oğullar sahibi olmuş diye (onlara itaat etme).
(Burada Kâne’nin ismi mahzûf olup takdiri (هُوَ) zamiridir. Kâne’nin haberi olan (ذَا) nin nasb alâmeti elif’tir. Çünkü (ذَا) esmâi hamsedendir. (أَنْ) ve fiilinden oluşan masdar-ı müevvel, mahzûf olan (لِ) harf-i cerinin mecrûru olması sebebiyle mahallen mecrûrdur. (لِأَنْ كاَنَ ذاَ…)
|