Âmil sebeptir. İ’rab ise hem sonuçtur hem de sebebi işaret eden bir alâmettir. Manevi âmil, “Mâna-yı harf” olarak da tanımlanır. Mâna-yı harf ise; bir şeyin kendisini değil de, sahibini bildiren, mânadır. Kalble (manevi beş duyu ile) bilinir. Mâna-yı harfi seven, Cn.Hakk’a muhabbet eder ve gördükleri için “ne güzel yapılmış” der. Mâna-yı ismi seven, nefsine muhabbet eder ve gördükleri için “ne kadar güzeldir” der. Mâna-yı ismi seven, kalbine başka muhabbetlerin girmesine meydan vermiş demektir. İki çeşit mânevi âmil vardır:
Birincisi : Mübteda ve haberi REF eden manevi âmildir.İsim cümlesindeki manevi âmilde, delil ile isnat vardır. Şöyle de söylenebilir:
a)Bir şeyin, bir şeye isnadı için kurulan isim cümlesinde bir manevi âmil saklıdır. Gavs-ıl Âzam Seyyid Abdulkâdir Geylâni (k.s) “Besmelenin ism-i âzam duâsına yakınlığı, gözün beyazının siyahına yakınlığı gibidir.” diyerek, mânevi âmil’in anlamını zarif bir dille açıklamış.
b) İsim cümlesindeki manevi âmil; bir şeyi kendisine veya kendisini bir şeye isnat eden ESMÂ’ya ait saklı bir mânadır. Örnek : İmam-ı Mâturidî’ye göre Besmele-i Şerife, mübtedası hazf edilmiş (gizlemiş) isim cümlesinin haberidir. Haber’de de, hüküm (Emir = mânevi âmil) saklıdır.
c) İsim cümlesinde saklı olan manevi âmil; sadece kalb ile (manevi beş duyu ile) bilinen bir mânadır, söyleyenin haz alması vesile olur fakat lisan ile anlatılamaz. Örnek : Namaz kılanın “Elhamdulillâhi Rabbil Âlemîn” derken O’nu övmesi, huzurdaki kimsenin hitabıyla değil, gâip kimsenin hitabıyla olmaktadır. Daha sonraki âyetlerde ise hitap, huzurunda bulunan Zata yapılmakdadır. (Bahrü’l Medîd ; 1.cild, sayfa, 225)
d) Delilini (ilgili ayet-i kerime, hadisi şerif veya temel bilimlerdeki kanunları) bilmediği bir konuda isim cümlesi kuranın sözünde manevi âmil bulunmaz, dinleyene iç sıkıntısı verir, sözünün de bir etkisi olmaz.
İkincisi: Muzari fiili REF eden manevi âmildir. (KAİDE: Mânevi âmil ile Ref olunmuş muzari fiilin önünde, nasb edici veya cezm edici bir edat bulunmaz.) Muzari fiili REF eden Manevi âmil, bir olay yaşandıktan sonraki şahitliğin yapılmasına sebep olan mânadır (sıfattır). REF edilmiş muzari fiilde bir hüküm saklıdır. Saklı hüküm sadece olaya şahit olana bir sorumluluk yükler. Yani, yaşanan, hissedilen fakat nasıl olduğu anlatılamayan bir olayla ilgili olarak kurulan bir fiil cümlesi, söyleyenin;
a) şahit olduğu olayın imâsıdır (İmam-ı Eşarî’ye göre Besmele-i Şerife, fiil ve fâili hazf edilmiş fiil cümlesinin mef’ulün bih gayri sarihidir. Fiilde de hüküm (Emir = mânevi âmil) saklıdır.)
b) olaya şahit olanın o andaki hâlini bildirir
c) olaya şahit olanın, olaydan önce hangi sıfatla sıfatlandığını bildirir.
d) Söyleyen, idrak ettiği hükmü inkar ederse zarar görür, ama dinleyen (muhatabı) bu hükümden sorumlu olamaz, acabaları olabilir. Çünkü olaya şahitlik yapmamıştır ve şahit olmadığı bir konuyu fiil cümlesi halinde aktaranın (taklitçinin) sözünde manevi âmil yoktur.
e) Filimlerdeki, TV dizilerindeki, romanlardaki kahramanların ve yalancıların kurduğu fiil cümlesinde manevi âmil bulunmaz, duyanı oyalar ve hayeller kurdurur ama dinleyene iç sıkıntısı verir.