İstanbula Mührü Değen Valide Sultanlar
Üç medeniyetin doğuşu ve batışı izlenir surlarından. İsmi değişse de, şehrin tarih durakları arasında bir kadın izine rastlanır hep. Rivayete göre şehir de bir kadın için kurulmuştur zaten. Efsane ve masallarla bezeli İstanbul’a bugün de baksak kadın emeğine rastlanır her köşe başında. Bize bu göz seyrini valide sultanlar armağan eder. Osmanlı Devleti’ni yöneten padişahların eşleri ve anneleri yaptıkları hayırlarla süsler bu güzide şehri. Vakıf banisi onlarca sultan yetiştirir hanedanlık. Valide sultanlar Osmanlı’nın hayır kervanının önündedir her zaman.
Valide sultanlık unvanı, İstanbul’un fethinden sonra ortaya çıkar. Topkapı Sarayı’na yerleşen ilk padişah validesi, Sultan II. Bayezid’in annesi Gülbahar Hatun olur. Ancak bu makamı ilk olarak Yavuz Sultan Selim’in eşi ve Kanunî Sultan Süleyman’ın annesi Hafsa Valide Sultan alır. Valide sultanlar kendilerine tahsis edilen maaş ve geliri, yoksullar için tahsis eder. Hastane, külliye, imarethane, çeşme, kütüphane, şifahane, köprü ve sayısız cami yükselir böylece hanedan sınırları içerisinde. Bu yapılar inşa edildiği dönemlerde şehirlerin sosyal yapısını da değiştirir. Hatta bazı semtler hâlâ o yapıların ismiyle anılır: Haseki, Mahmutpaşa, Cerrahpaşa gibi…
Hanedanlıkta ilk hayırla anılan kişi I. Murad’ın annesi Nilüfer Hatun olsa da şüphesiz tek olmayacaktır. Zira banisi olduğu eserlerle tarihe geçenlerden biri de Çelebi Mehmed’in kızı Selçuk Hatun’dur. Osmanlı’nın kuruluş döneminin hayırseverlerinin başında gelen Selçuk Hatun, 1450’de Bursa’nın Kayhan semtinde küçük bir mescit yaptırır. Ardından sırasıyla Mihraplı Köprü, ardından sırasıyla Aksaray’da bir cami, Bursa’da tabhane, Balıkesir’de zaviye ve Manisa’da Sultaniye Külliyesi’ni yaptırır. Cennet mekân Selçuk Hatun’un ardından bu geleneği sürdürecek sultanlar da yetişmekte gecikmez. Bilhassa on altıcı yüzyılın ortalarında temeli atılan vakıf medeniyeti yıllar boyunca validelerimizin omuzlarında yükselmeye devam eder. Yükseliş ve duraklama döneminin ilk yılları valide sultanların çağı olur adeta. Hafsa, Hürrem, Safiye, Nurbanu sultanlar tebaanın sevgisini kazanır. Daha sonraki dönemlerde ise Kösem, Hatice Turhan, Bezm-i Âlem Sultanlar rikkat ve cömertlikleriyle anılır.
Dünyanın ilk kadın hastanesi: Haseki
Valide sultanların eserleri denildiğinde öncelikle camiler gelir akla. Zira İstanbul’un çeşitli semtlerinde valide camileri, bugün de aradan yüzyıllar geçmesine rağmen secdegâh olarak hizmet vermeye devam ediyor. Fakat onların banisi olduğu eserler sadece mescitlerden ibaret değil. Yaptırdıkları eserlerin tamamını bu haberde zikretmemiz ne yazık ki mümkün değil. Ancak onları hayırla anmak gayemiz olması hasebiyle birkaç örnek vermeden geçemeyeceğiz. Dilerseniz Haseki Hastanesi ile başlayalım. Hürrem Sultan tarafından Mimar Sinan’a on altıncı yüzyılda inşa ettirilen hastane, dünyanın ilk kadın sağlık kurumu olarak tarihe geçer. Buradaki Darü’ş-Şifa’da 1873’ten sonra akıl hastaları tedavi edilir. Atik Valide Külliyesi’ni kuran Nurbânu Valide Sultan (II. Selim’in eşi, III. Murad’ın annesi) ise Osmanlı’ya kütüphanecilik geleneğini getirir. Onu takiben Sokullu Mehmet Paşa’nın eşi, İsmehan Sultan da binlerce kitap içeren kütüphaneyi Eyüp’te inşa ettirir. Sultan IV. Mehmet’in eşi Gülnuş Valide Sultan, Balkan coğrafyasında adını taşıyan birçok eseri vakfeder. Gülnuş Valide Sultan’ın İstanbul, Sakız Adası ve Mekke’de de yaptırdığı hayır eserleri bulunuyor. Bezmiâlem Valide Sultan’ın (II. Mahmud’un zevcesi, Abdülmecid’in annesi) banisi olduğu hayır eserlerinin başında İstanbul’un Yenibahçe semtinde yer alan ve bugün de hizmete devam eden ‘Gureba-i Müslimin Hastanesi’ geliyor. Hastanenin yapımında 1826’daki kolera ve 1843’teki çiçek hastalığı salgını etkili olmuş. 1845’te açılan kurum ‘Gureba Hastanesi’ ve ‘Bezmiâlem’ adlarıyla hizmet vermiş. Hastane bugün de Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi olarak faaliyetine devam ediyor. Sultan Abdülaziz’in annesi Pertev Nihal Valide Sultan, kendi adıyla ayakta kalan mektebi kurar. Son dönem saray hanımlarından bir diğeri II. Mahmut’un kızı Adile Sultan ise 27 vakfı hayata geçirir. Ayrıca sahipsiz kadınlar için sığınma evi açarak Osmanlı tarihinde bir ilke imza atar.
İstanbul’da halkın yararına yaptırılan çeşmelerin sayısı da binleri bulur. Ancak bir tanesi vardır ki görülmeye değer. III. Selim, 1806’da Beykoz Küçüksu’da bir kasır inşa ettirir. Onun hemen yanı başında nakış gibi işlenmiş bir çeşme göze çarpar. Küçüksu Çeşmesi, Sultan III. Selim’in göz bebeği annesi Mihrişah Sultan’a sunulmak üzere yaptırılır. Yaklaşık sekiz metre yüksekliğindeki çeşme, günümüze ulaşan valide sultan hayratlarının en alımlısı olarak İstanbullulara göz kırpıyor. Zeynep Sultan Çeşmesi, Sultan III. Murad’ın kızı Ayşe Sultan’ın, eşi Kanijeli İbrahim Paşa için yaptırdığı Şehzade Camii yakınındaki çeşme, Sultan III. Mustafa’nın kızı Beyhan Sultan’ın banisi olduğu Kuruçeşme, Saliha Sultan’ın yaptırdığı Azapkapı’daki büyük çeşme de valide sultanların hayratları arasında.
Bugün ne yazık ki saray entrikalarıyla ismi zikredilen ya da hanedanlığı yönetmekle suçlanan valide sultanların hikâyelerine baktığımızda saray hayatından fazlası çıkıyor karşımıza. Esasen kimi zaman hükümdarların yetersizliği kimi zaman da yaşlarının küçük oluşu, sarayda hanım sultanların etkinliğini artırmış. Hatta tarihçilerin bir bölümü Hürrem Sultan’dan başlayarak bir dönemi ‘kadınlar saltanatı’ olarak anıyor. Ancak onların ülkeyi yönettikleri veya çöküşe sürükledikleri iddiası asılsız kalıyor. Zira Osmanlı yönetim yapısı ve mekanizmaları padişaha destek olacak şekilde birçok birime ayrılıyor. Sözünü ettiğimiz gerekçelerle iktidara katkı sağlayan valide sultanlar, Osmanlı’nın kültür ve toplumsal hayatını şekillendiriyor. İstanbul’u ve Anadolu’yu birbirinden değerli eserleriyle donatıyorlar. Valide sultanların, harem teşkilatının işleyişinden, medreselerin artırılmasına kadar pek çok alanda emekleri var. İhtiyaç duyulduğunda mal varlıklarını Devlet-i Aliye’nin seferleri için de feda etmişler. Örneğin Mihrimah Sultan o kadar zengin ve devlet işleriyle ilgiliymiş ki, babası Kanunî Sultan Süleyman’ı Malta Seferi’ne çıkmaya ikna etmek için kendi cebinden ödeyeceği dört yüz gemi yapımı için söz vermiş. Bazıları kutsal topraklara duyduğu muhabbeti su kanalları yaptırarak gösterirmiş, bazıları da serhat şehirlerine köprüler inşa etmeyi tercih etmiş. Bu hayır yarışının imparatorluğun güçlü dönemlerinde sınırlı kaldığını düşünenler de çıkabilir. Oysa valide sultanlar ve saray hanımları, Osmanlı’nın yıkılışına kadar tebaa ve reayanın menfaati için çabalar. Toprak kayıplarının yaşandığı çöküş döneminde mücevherlerini Hilal-i Ahmer’e bağışlar, değerli eserleri korumak adına kütüphaneler açmak için ellerinde ne var ne yok hibe ederler. İlim ve birikimlerine rağmen İstanbul’dan ayrılmak geçmez akıllarından. Lakin Osmanlı’nın yıkılışı esnasında hanedan üyesi olarak yurtlarından sürgün edilen sultanların pasaportları dahi geri dönmemek üzere hazırlanır. Bir bilinmezliğe doğru yol alınan bu seyahatlerden geriye cefa kalır. Yakın tarihimizi hüzne boyayan nice hadiseye şahitlik eden sultanları bir Fatiha ile anmamız için ne çok eser var halbuki.
Süheyla Sancar
Yenibahar