İlahiyat Haber

Hayatımın En Güzel Hatası: İlahiyat Okumak

 

Kendinizden bahseder misiniz, sizi tanıyabilir miyiz?

3 Ağustos 1968, Tokat’ın Daylıhacı Köyü’nde doğdum. Çocukluğum köyde geçti, ve babam iş nedeniyle Sivas’a tayin oldu, bu nedenle ilkokuldan itibaren bütün okul hayatım Sivas’da geçti. 1986’da Sivas İmam Hatip’den mezun olduktan sonra Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni kazandım ve 1990 yılında Fakülteyi bitirdim. Yüksek lisans, doktora derken 1993 yılında Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde araştırma görevlisi olarak göreve başladım. Aynı fakültede öğretim üyesi olarak görevime devam ediyorum. 1 buçuk yıldır dekan yardımcılığı yapıyorum.

İlahiyat serüveniniz nasıl başladı?

İmam hatip lisesindeyken başarılı bir öğrenci olarak görülüyordum. Tabi sonuç olarak, aileden, çevreden insanların o günkü şartlarda rağbet gören okulları incelemesi gibi bir durum söz konusuydu. Benim İlahiyat Fakültesi’ne girmem, hayatımın en büyük hatasının sonucuydu.

Ailemin özellikle tıp fakültesi isteğinin bir sonucu olarak tercih formunu doldururken ilk iki sırada Tıp Fakültesi yazmıştım ve 3. sırada İlahiyat Fakültesi vardı. Meğer puan türleri farklı oluyormuş, sıralama değişiyormuş ve ben bunları kaçırdığım için 3. tercihim olan İlahiyat Fakültesi geldi. Kaçırdığım tıp fakülteleri epeyce fazlaydı ancak sıralama sebebiyle böyle bir şey oldu. Daha sonraki yıllarda bunu “hayatımın en güzel hatası” olarak isimlendirdim.

Üniversite yıllarında yaşadığınız, unutamadığınız bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?

Üniversite yılları hatıraların çok olduğu yılardır, İstanbul’a ilk gelişim fakülteye başlamak içindi. Babamla beraber geldik İstanbul’a. O zamanlar Topkapı’da bir otobüs terminali vardı, şimdiki 1453 Panaroma’nın olduğu yerler. Orada indik ve Fatih’e geldik. Fakülteye yakın bir yayınevinde tanıdık arkadaşlarla buluşup nerede kalacağımızı konuştuk. Bağlarbaşı’nda Fakülte’ye yakın bir yurt varmış orada kalacaktık. Babam beni üst sınıflarda okuyan arkadaşlara teslim etti ve oradan ayrıldı. Babamın arkasından dolmuş kayboluncaya kadar baktığımı asla unutamam. Koskoca İstanbul’da birkaç arkadaşla yapayalnız kaldığımı hissetmiştim. Benim için zor bir ayrılıktı. Bağlarbaşı’nda Mimar Sinan’ın yaptığı Atik Valide Cami külliyesi diye bilinen yerin medresesi yurt haline getirilmişti. Altı yedi ay kadar orada kaldık ve daha yeni yurda dönüştürülüyordu. Oranında kuruluş sıkıntılarını, eksiklerini yaşadık. Yani İstanbul’a böyle biraz zor biraz farklı bir giriş yapmış olduk.

Hadis Sahası’nı tercih edişiniz nasıl oldu?

Açıkçası bu da baştan beri belirlenmiş bir tercih değildi. Okuduğumuz derslerin de etkisiyle, hemen hemen her öğrencinin başına gelen şeydir bu, ilerde çalışmayı düşündüğü alan gördüğü derslere göre zaman zaman değişir ve bir de derse giren hocaların etkisiyle de yönelmeler olur. Bende bir kaç anabilim dalını düşündükten sonra hadisi seçtim ve itiraf etmeliyim ki Marmara İlahiyat Fakültesi’ndeki hadis hocalarının çok önemli payları olmuştur. Ayrıca hadis ve sünnet konularının Hz. Peygamberi tanımanın en kestirme yolu olduğunu düşündüğüm içinde hadise karar kıldım.

Kitap çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

Benim yayınlanan ilk kitabım bir tercümedir ve fakülteyi bitirdiğim ilk yıl yayınlanmıştır. Yani yüksek lisansa başladığım ilk zamanlarda bir tercüme çalışması, küçük bir risaleydi zaten kendisi. Sonra yüksek lisans, doktora tezlerimiz oldu. Doktora tezim de kitap olarak yayınlandı, ‘Toplumsal dönüşümde sünnet’. Daha sonra 2009 yılında yayınlanan kitabım, Hz. Peygamber’in Aile ve Akraba Atlası’dır.

Türkiye’deki hadis çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Her akademik alanda olduğu gibi hadis alanında da ülkemizdeki çalışmalar epeyce bir yol kat etmiştir ve bu durum gayet umut vericidir. Hadis açısından bakıldığında belki de ülkemizde oldukça yaygın olan bir tartışma alanıdır hadis ve sünnet. Bu konuda epey kitap mevcuttur. Kemiyet, keyfiyet açısından bakıldığında tartışılabilecek durumlar olabilir. Ama yine her bir çalışmanın bir emek mahsulü olduğunu bilmek ve ona göre değerlendirmek gerekir. Önemli olan bunların iyi niyetle ve bu ilme hadisi sünneti bilmek amacıyla yapılmış olmasıdır. Akademik alanda olsun dışarıdan olsun hadis alanındaki çalışmalar tüm hızıyla devam etmektedir. O kadar hızlı ki okuyandan çok yazanın olduğu bir ülke olarak nitelendirebiliriz. Yazılan kitaplar okunamayacak kadar fazla yayınlanıyor. İnşallah bunların okunmasını ve gerekli şekilde değerlendirilmesini bekliyoruz.

Hadis dışında bir alan seçseydiniz bu hangi alan olurdu?

Hadisten önce bir alan olarak İslam felsefesi İslam düşüncesi alanında çalışmalarım oldu. Sonrasında İslam tarihine merak sardım özellikle siyer kısmına ki halen ilgi alanımdır. Hadisçi olmasaydım ne olurdum?  İslam tarihçisi olurdum.

İlahiyat Fakülteleri’nde hazırlık sınıfları açılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hazırlık sınıfları Arapça için var olmuş sınıflardır. Arapça İslami bilimlerde ve temel İslam bilimlerinde olmazsa olmaz bir alet ilmidir. Hazırlık sınıfını bunu sağlamaya yönelik bir proje olarak düşünürsek, bundan öncesinde insanlar herhangi bir alet olmadan işe başlıyorlardı. Bu sınıflardan sonra ise ellerinde kullanabilecekleri iyi bir aletle işe başlamış olurlar. Arapçaya sağladığı katkı açısından hazırlık sınıfı tartışılmasız bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyaç başka türlü giderilebilirse ve o alet yine bir yerlerden temin edilebilirse sorun çözülmüş olur. Ama ülkemiz şartlarında bunu yapmanın en iyi yolu hazırlık sınıfı olarak görünüyor. Dolayısıyla hazırlık sınıflarından önceki arkadaşlarımızın Arapça açısından maalesef epeyce eksikliklerin olduğunu görüyoruz. İnşallah hazırlık sınıfları iyi bir şekilde değerlendirilir ve güzel bir Arapçayla İslami bilimlere hizmet edilmiş olur.

Fakültemizde her yaz düzenlenen Arapça yaz kursuna öğrencilerin katılım ve kursun başarı seviyesi nasıl?

Tabi ki bu sorunun muhatabı özelikle Arapça hocalarımız olmalıdır.

Ama dışarıdan gözlemlediğim kadarıyla fakültemizdeki Arapça eğitimi sıra dışı denilebilecek bir iyilikle devam ediyor. Dönem sonundaki Arapça yaz kursu tamamen bizim fakültemize özgü bir ayrıcalıktır. Bunu da bir kazanım olarak görüp, öğrencilerimiz bunu değerlendirmelidirler. Kursa katılımın ise beklenilene yakın olduğunu görüyoruz. Sonuçtaki başarıda açıkçası yine ortada, kursa katılan öğrenciler katılmayan öğrencilere göre ayrı bir fark göstermiş oluyor. Çünkü insan ne kadar çalışırsa elde edeceği de o kadardır.

Sakarya İlahiyat Öğrencileri’nin Suriye’de gördüğü Arapça eğitimini faydalı görüyor musunuz?

Yurt dışında özellikle bir Arap ülkesinde bulunmak dil eğitimi açısından son derece önemlidir. Yaklaşık iki ay kadar orada kaldılar. Bu en azından oradaki havayı görmeleri; Arapçanın kullanılabilen, insanların birbiriyle rahatlıkla iletişim kurdukları geçerli bir dil olarak görmeleri bile bir tecrübe olarak yeterlidir. Çünkü ülkemizdeki Arapça eğitimi kitabi, sanal ve nerede kullanılacağı çok da idrak edilemeyen bir durumdadır. Arkadaşların bunu bir Arap ülkesinde hayatın içinden bir dil olarak görmeleri önemlidir. Sonra fakültede öğrendikleri bilgileri sokakta, çarşıda, durakta, yurtta, takside kullanmak zorunda olmaları onların motivasyonlarını etkilemiştir. Ve bu dilin konuşulabilecek, öğrenilebilecek, kullanılabilecek bir dil olduğunu anlamalarına epeyce katkıda bulunmuş olmalıdır.

Suriye ziyaretinde siz de bulundunuz ve bundan bahseden bir konferans da verdiniz, oradaki tecrübelerinizi bizimle paylaşır mısınız?

Suriye benim için bütünüyle hatıralarla doluydu. Öğrencilerimiz adına olduğu gibi benim adıma da güzel bir tecrübe oldu. Şunu bir tespit olarak söylemek gerekirse, biraz önce Türkiye’deki hadis çalışmaları ile ilgili konuşurken geldiğimiz seviyeden olumlu yönde söz etmiştik. Fakat çalışmalarımız Türkçe olduğu için; özellikle Arap dünyasında bunların bilinmediğini, tanınmadığını, duyulmadığını zaten biliyorduk da oraya gidildiğinde bunu görmüş olduk. Türkiye’den 8 ilahiyat fakültesinden 40 civarında hocayla Suriye’ye gitmiştik. Biz orada bir program dahilinde Arapça pratik konuşma ve geliştirmeye yönelik bulunacaktık. Ancak Arap kardeşlerimiz bizi tabiri caizse “bunlar yeni müslüman olmuşlar ve hazır gelmişlerken şunlara biraz din öğretelim” gibi algılamış olmalılar ki önümüze konan programa şok olduk, gerçekten çok şaşırdık.

Bir hafta ders işlendikten sonra bekledik, belki düzeltilir diye. Gördük ki düzeltecek gibi değiller. Bizde bu duruma müdahale ettik ve dedik ki: Biz bu anlattıklarınızı bilmiyor değiliz, Sadece bildiğimizi size anlatamadığımız için buradayız. Yani bize güzelce Arapça konuşmayı öğretin, bakın bu konularda size neler söyleyeceğiz. Çünkü hakikaten oradaki hocalarımız kendi alanlarında uzman olan insanlar ama konuşma işin içinde olmayınca bu ayrı bir mesele haline geliyor. Sonunda bizi anladılar, öğrenci muamelesinden geçip hocam muamelesi yapmaya başladılar. Dersleri daha bize uygun hale getirdiler. Bu Türkiye’nin Arap ülkelerindeki imajı konusunda yaşadığım bir tecrübeydi. Dolayısıyla Arapçayı hepimiz güzelce öğrenip, yazmamız lazım ve bilimsel alanlarda da yaptığımız çalışmaları Arap kardeşlerimize takdim etmemiz gerekiyor. Bunun dışında Suriye’yi elimden gediğince gezerek, dolaşarak gözlemlemeye çalıştım. Toplu halde yaptığımız Humus, Hama, Haleb, Neva ve Dera gezileri dışında özellikle bulunduğum Şam bölgesinde, Dımeşk-i Kadîme denilen bölgeyi sokak sokak gezmeye özen gösterdim. Yani kimleri göreceğim, hangi sahabeyle karşılaşacağım, hangi İslam aliminin kabrini göreceğim şeklinde. Bu anlamda Şam ziyaretimi iyi değerlendirdiğimi düşünüyorum. 50 gün kaldığımız Şam’da bir günlük yazdım ve Allah nasib ederse onları yazıp, fotoğraflayıp yayınlamayı düşünüyorum.

Fakülte öğrencilerimizin sosyal faaliyetleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Önceki yıllarda fakültedeki öğrenci sayısı çok azdı. Dolayısıyla sosyal faaliyet de ona göre azdı. Fakültedeki öğrenci sayısının iyileştiği ama bu oranda faaliyet sayısı arttı mı? Bunu söylemek zordur. Ama öncelikle öğrenciler kendilerini yetiştirmeye yönelik faaliyetler yapmalıdır. Ve bunun bir de sosyal ve kültürel tarafı da vardır, kendilerini bilgi alanında geliştirdikten sonra bu bilgileri kullanabilecekleri yerlerde de kendilerini geliştirmeleri iyi olur. Tarihimizi, birikimimizi, kültürümüzü tanımaya yönelik faaliyetler yapıp, büyüklerimizi, konunun uzmanları olan insanlarımızı fakültede öğrenci arkadaşlarla buluşturabilecek organizasyonlar yapabilirler. Kendi aralarındaki iletişimi cep telefonu ve internet dışında geliştirebilecek faaliyetler yapmalarını çok arzu ediyorum. Sosyal medya denilen sitelerin kullanımının gerektiği kadar iletişimi sağlamadığı aksine kişisel ve bireysel düşünceyi geliştirdiği kanaatindeyim. Yan yana iki arkadaş bile iletişimlerini internet üzerinden yapıyorlar, birbirlerinin yüzlerine bakıp da bir tebessüm etmeye gerek duymuyorlar.

Eilahiyat vesilesi ile İlahiyat öğrencilerine tavsiyeleriniz nelerdir.

Öğrenci derslerine not endeksli değil de kendilerini yetiştirme açısından bakarsa en büyük faydayı sağlamış olacaktır. Zaten kendini hakiki anlamda yetiştirmiş ve geliştirmiş olursa bunu sınavlara rahatlıkla yansıtmış olur. Ancak geçici menfaatler gibi düşünerek, nottur, sınıftır, transkripttir, çan eğrisidir gibi gerekçelerle derslere girerse bu o notu almasından öte bir kazanım elde etmemesine yol açacaktır. Bir dönem bitip de diğer döneme geçildiğine pek bir şey kalmayacağını açıkça söylemek gerekir. Halbuki bu bilgiler bana ömür boyu lazım olacak, hatta ömürden ötesi içinde lazım olacak diye düşünürse, bütün derslerin hakkını daha iyi verecek ve kendini bu toplumun önde gelen İslami bilgiler yetkilisi gibi görüp, bu sosyal fonksiyonu da hesaba katarak çalışırsa yani sadece öğrenmek için değil, öğretmek içinde derslerine bakarsa kendini çok daha iyi yetiştireceği kanaatindeyim.

Bu sohbetimizi bir hadisle kapatalım… Şu an aklınıza gelen ilk hadis olsun

من حسن الاسلام مرء تركه مالا يعنيه                              

Kişinin malayani diye Türkçede de kullandığımız, yani hiçbir yere, hiçbir şeye, hiçbir şekilde faydası olmayan herhangi bir işi terk etmesi onun güzel Müslüman olduğunun delillerindendir. Genel anlamda da dünyaya ahirete insanlığa bir şekilde faydası olmayan işler şeklinde de düşünülebilir.

Benimle bu konuşmayı yaptığınız ve bu imkanı sağladığınız için size teşekkür ediyorum. Allah sa’yınızı meşkûr eylesin.

Biz de teşekkür ediyoruz sayın hocam…

 

Söyleşi: Esra Ekinci

Sakarya İlahiyat Eilahiyat Temsilcisi

 

eilahiyat.com

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu