Görmez: Bir ırkı ve dili dışlamak, insanlığa ve Allaha karşı işlenen bir suçtur
Görmez, “Kur’an’dan bir bölüme, bir satıra onun varlığını bize simgelediği için nasıl ayet diyorsak insanların renklerinin farklılığı, dillerinin farklılığı, ırklarının farklılığı da böyledir. Herhangi bir şekilde herhangi bir rengi, herhangi bir ırkı veya dili dışlamak ötekileştirmek, küçük görmek, hor ve hakir görmek ise hem bütün insanlığa karşı hem de bütün insanlığın yaratıcısına karşı işlenen bir suç olarak nitelendirilmiştir.” dedi.
Mehmet Görmez, yaptığı yazılı açıklamada, barış süreci ve Kürtçe vaaz, Papa’nın istifası, Alevilik, 2013 yılı Kutlu Doğum Haftası ana teması olan ‘İnsan Onuru’na ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
“EVRENSEL OLAN BİR DİN SADECE TEK BİR DİL İLE TEBLİĞ EDİLEMEZ”
Dinin bir rahmet mesajı ve bütün insanlığa tebliğ edilmek üzere gönderildiğini vurgulayan Görmez, “Bütün peygamberler bu dini insanlara tebliğ etmek için gönderilmişlerdir. Yaratıcı isteseydi; dini ve vahyi çok çeşitli yollarla bize iletebilirdi. Ama içimizden bir beşer seçti ve o beşere vahyederek bunu bildirdi. O beşerin de bir rengi var, o beşerin de bir ırkı var, o beşerin de bir dili var. İlk muhatap kitlenin kullandığı dille İslam dinini anlaşılır kıldı. Sadece İslam dini için değil, diğer bütün ilahi dinler için de bu söz konusudur. Dinlerde bir ibadet dili olmuştur, bir de tebliğ. İbadet dili Cenabı Hakk’ın emrettiği ibadetleri yerine getirirken okuduğumuz bazı özel dualardan ibarettir. İşte Süryanice, Aramice, İbranice ve Arapça orijinal vahyin dilleri olduğu için ibadet halinde biz o dillere başvuruyoruz. Namaz kılarken biz Fatiha’yı okurken orijinal metninden okuyoruz ama namaz biter bitmez elimizi açtığımızda yirmi dört saat Cenabı Hak bize hangi dili verdiyse biz o dil ile Allah’a yalvarırız. Bunda bir sorun yok. Ama bu dinin rahmet mesajının insanlara iletilmesi lazım. Eğer bu din evrensel bir din ise sadece bir dil ile onu anlatma imkanına sahip değilsiniz. Bütün dillerde onu ifade etmeniz gerekiyor.” ifadelerini kullandı.
“ARA DÖNEMLERDE YAŞANAN PSİKOLOJİK BARİYERLER HARİÇ BU ÜLKEDE KÜRTÇE VAAZ KONUSUNDA SORUN YAŞANMAMIŞTIR”
Köylerde ve kırsal kesimde vaazların Kürtçe yapılmasında sorun yaşanmadığını ifade eden Görmez, şöyle devam etti: “Cuma namazlarında bir vaaz vardır bir de hutbe. Cuma namazından önce veya sonra insanlara öğüt vermek, insanları aydınlatmak için anlatılan bilgilere biz vaaz diyoruz. Bugüne kadar ara dönemler hariç bu ülkede özellikle köylerde, kırsal kesimlerde Kürtçe konuşan kardeşlerimize din adamlarımızın vaazlarını Türkçe dışında yapmalarında hiçbir sorun yaşanmamıştır. Ama ortada bir realite var. Ben de Güneydoğuluyum. Vaaz dediğimiz öğütler Türkçe de yapılabilmiştir, Siirt’te, Mardin’de Arapça olarak yapılabilmiştir. Bingöl’de Zazaca yapılmıştır. Tabi ki Türkiye’nin, ülkemizin resmi dili olan, hepimizin ortak iletişim aracı olan Türkçe olarak da yapılmıştır.”
“DİYANET’İN HERHANGİ BİR DİLE REZERV KOYMASI İSLAM’A GÖRE DE İNSAN HAKLARINA GÖRE DE MÜMKÜN DEĞİLDİR”
Göreve başlar başlamaz Türkiye’de yaşayan bütün insanların ortak dili geliştirmesi bir çaba içerisinde olduğunu ifade eden Başkan Görmez, şunları kaydetti: “Bizim dinimiz İslam aynı zamanda bizim ortak dilimiz. Kürdüyle, Türküyle, Lazıyla, Çerkeziyle din bizim ortak dilimizdir. Çünkü tevhit tevhittir, tekbir tekbirdir, namaz namazdır, oruç oruçtur, bayram bayramdır, hamd hamddir, sena senadır. Yani dinin kavramları zaten bizi birleştiren ortak kavramlardır. Diğer konuşulan dilleri ve lehçeleri ortadan kaldırmamak bütün insanlığın görevidir. Bugün Afrika’da 250 dil yok edildi, bu bir insanlık suçudur, Allah’ın ayetlerini ortadan kaldırmaktır. Dolayısıyla cami görevlisi arkadaşlarımız özellikle köylerde ve kasabalarda bazen camiye gelen vatandaşlarımız içerisinde okunan hutbeyi anlayamayan, vaazı anlayamayan varsa zaten rahatlıkla vaazını o vatandaşlarımızın anlayacağı dilden yapabilir. Bunun sanki bugün ortaya çıkmış bir konu gibi takdim edilmesi bizi üzer. Çünkü günlük söylemlerle ilkeler ve prensipler belirlenmez. Şuanda Japonya’da bir camimizde 4 dilde hutbe okutuyoruz. Almanya’daki bütün camilerimizde hutbe okunduktan sonra hutbenin Almanca özeti veriliyor. Fransa’da Fransızca özet veriliyor. Bizim 16 dilde yayınlarımız var ve bunu çoğaltıyoruz. Dün Gürcüce mealimiz basıldı. Dolayısıyla bütün bunları yapan bir kurumun herhangi bir dile bir rezerv koyması İslam’a göre de, insan haklarına göre de mümkün değildir. Din de Allah’ın, dil de Allah’ındır. Allah’ın dinini Allah’ın herhangi bir diline hasredemeyiz. Herhangi bir insana biz, sen beni anlaman için önce benim dilimi öğren sonra ben sana İslam’ı anlatırım deme hakkına sahip değiliz.”
“ETNİK VE MEZHEP AYRIMCILIĞI BİR İDEOLOJİYE DÖNÜŞMEDEN ÖNCE DİYANET, DAHA BİLİNÇLİ HAREKET EDEBİLİRDİ”
Konuyla ilgili Diyanet’e de özeleştirilerde bulunan Görmez, “Henüz ülkemiz bu sorunları hiç yaşamıyor iken, daha doğrusu etnik ayrımcılıklar ve mezhep ayrımcılıkları bir ideolojiye dönüşmeden önce Diyanet İşleri Başkanlığı bütün personeli ile birlikte daha bilinçli hareket edebilir ve bunun önünü alma konusunda daha aktif olabilirdi. Konu bir güvenlik konusu haline geldikten sonra, iman ve emniyet aynı kökten gelir ama iman görevlisinin, emniyet görevlisi gibi meseleye bakması başka sorunları beraberinde getirir. 30 sene önce bizim Hakkâri’ye, Şemdinli’ye, Bingöl’e, Ağrı’ya gönderdiğimiz arkadaşlarımız, müftülerimiz, imam-hatip lisesini bitiren gençlerimiz, imamlarımız oraya vardıklarında o mahalli dili öğrenmeye çalışarak o kardeşlerimizle daha güzel bir iletişim kurarak yardımcı olabilirlerdi.” görüşlerine yer verdi.
“BU ÜLKEYİ BİRLİKTE YOĞURMUŞUZ, BİRLİKTE KURMUŞUZ”
İslam dininin en ağır günah ve suç olarak gördüğü hususlardan birinin ırkçılık olduğunu vurgulayan Görmez, “Biz Müslümanlar ırkçılıktan çok çekmişizdir. Asrı Saadet’in sona ermesinin sebebi ırkçılıktır. Endülüs’teki İslam’ın ortadan kalkması, hatta Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması, hepsinin kökeninde ırkçılık vardır. Dolayısıyla bu konuları sadece anlatmak yetmez. Bu iş kardeşlik edebiyatıyla değil, kardeşlik ahlakı ve kardeşlik hukukuyla çözülür. Dolayısıyla herkesin empati yaparak bir araya gelerek, hiçbir çekince koymadan… Bu ülkeyi birlikte yoğurmuşuz, birlikte kurmuşuz, bu toprağı birlikte vatan kılmışız, Çanakkale’de birlikte can vermişiz, birlikte şehit olmuşuz. Dolayısıyla dillerin ve renklerin farklılığını, ırkların farklılığını asla bizi ayıracak bir unsur olarak görmeyip, bizi bilakis birleştiren, bizi zenginleştiren, insanlığın huzurunda bizi güçlendiren birer unsur olarak bakmanın yollarını aramalıyız.” dedi.
PAPA’NIN İSTİFASI
Yeni Papa’dan beklentisinin İslamofobi’nin gönüllerden silinmesi konusunda Müslümanlarla işbirliği yapması olduğunu kaydeden Görmez, şunları ifade etti: “Kardinal Rattzinger daha Papa olmadan önce daha çok akademisyen kimliği ile biliniyordu. Habar Maslahantgush ile ortak kaleme aldıkları makaleleri, çalışmaları vardı. Papa adayı olmadan önce Katolik âleminin tartıştığı iki konu vardı; birisi Afrika’nın Hristiyanlaşmasının tamamlanmadığı…Bunu savunanlar daha çok zenci bir Kardinali Papa yapmak için büyük bir çaba gösterdi. Buna hepimiz şahit olduk. İkincisi ise özellikle kiliselerdeki taciz suçları meselesi… Papa sadece dini bir kurumun başı değildir. Oradaki tartışmalar, Amerika’daki seçimleri, Almanya’daki yönetimleri etkileyebiliyor. Üniversitelerde pek çok tartışmanın sebebi olabiliyor. Dolayısıyla çok çeşitli senaryolar üzerinde duruluyor. Ben onlara girmeyeyim ama işaret etmiş oldum. Şahsen, bir Müslüman olarak ve sadece Türkiye’de değil, Avrasya coğrafyasındaki bütün gönül coğrafyamızdaki kardeşlerimize din hizmeti yürüten bir kurumun başında bulunan birisi olarak en büyük beklentim şu anda gerçekten o medeniyetler çatışması dediğiniz şeyi körükleyen, İslam karşıtlığını batıda artık bir korku olmaktan çıkarıp bir nefret suçuna dönüşmeye başlayan İslamofobi konusunda çok daha aklıselim ile hareket ederek, Hz. İsa’nın her yerde ifade ettikleri barış mesajını esas alarak o nefretin, o öfkenin, o korkunun gönüllerden silinmesi konusunda Müslümanlarla işbirliği yapmasıdır.”
“ANADOLU’DAKİ SÜNNİLİK ANADOLU’DAKİ ALEVİLİĞİN ASLA ZIDDI DEĞİLDİR”
Aleviliğin, ülkenin ve herkesin çok önemli bir konusu olduğunu vurgulayan Görmez, “Bu ülke de yaşayan ve kendisine Sünni diyen kardeşlerimizin de okuma yazma bilen araştıran bütün kardeşlerimizin de yanı başında ‘ben Aleviyim’ diyen kardeşlerimizin de hassasiyetlerinin neler olduğunu, ne düşündüğünü, neye inandığını, bilmesinin zaruri olduğunu düşünenlerdenim. Sünnilik, Aleviliğin zıttı değildir. Anadolu’daki Sünnilik Anadolu’daki Aleviliğin asla zıddı değildir. Anadolu’daki Aleviliğin zıttı Emeviliktir. O da tarihte bir hanedan olarak kaldı. Diyanet İşleri Başkanı olduktan üç ay sonra ilk ziyaret ettiğim yerlerden bir tanesi cemevi oldu. Orada bütün topluma sadece bir cümle söyledim; ‘ben buraya canlara lokma yemeye geldim’ dedim. Biliyorum ki hala bu ülkede yanı başındaki komşusunun yemeğini yemekten imtina eden, çok az da olsa şehir efsanesi gibi abartılarak büyütüldüğü için bunun doğru olmadığına işaret etmek için bunu söyledim. Hacı Bektaşi Veli sadece Alevilerin mi? Hayır, bu ülkede yaşayan her Müslümanın. Hz. Mevlana, Yunus Emre, Sarı Saltuk, Taptuk Emre, Abdal Musa, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan, Nesimi, bu ülkedeki nefesler, türküler, şarkılar, bunlar sadece belli bir zümreye mi ait? Hayır, hepimize ait. Hepimizin birbirimizi çok iyi tanıması, birbirimizi çok iyi anlaması, çok iyi diyalog kurması lazım.” açıklamasını yaptı.
CİHAN