Devlet Benim Dindarlığıma Karışamaz

44032

Bu konferansı vesilesiyle Abdurrahman Arslan’ı dinleme imkânı bulan şanslılardan biri de bendim. Kendimi gerçekten şanslı hissediyorum çünkü Abdurrahman Arslan İstanbul’da ikamet ediyor ve şehir dışına sağlık sorunlarından dolayı çıkamıyor.

Bu girişten sonra gelelim konferansın içeriğine dair söyleneceklere. Aslında söylenecek çok şey var. Ben konferans bittikten sonra bunları mutlaka yazmam gerek diye aklıma not ettiklerimi kendi ifadelerimle aktarmaya çalışacağım.

Dışarda bir şey yemeyin

Abdurrahman Arslan konferansa modernizm vepostmodernizm kavramlarını tanımlayarak başladı. Modernizmin kendini belli ettiren bir takım özelliklere sahip olduğunu, mesela kendine ait bir dünyasının olduğunu ve bu dünyada iyi-kötü, güzel-çirkin gibi karşıtlıklar barındırdığını, buna karşın postmodernizmin bu karşıtlıkları eriterek flu bir dünya yarattığını ve bu flu dünyada insanın kendini kaybetmemesi için sağlam bir zırha bürünmesi gerektiğini söyledi. Aksi halde bu bulanıklığın içinde kaybolup gitmenin kaçınılmaz olacağını ve bu bağlamda postmodernizmin modernizmden daha tehlikeli olduğunu belirtti.

Konferans devam ederken bir ara biz dinleyicilerden bir şey istirham etti. “Haddime değil” diyerek mütevazılığını gösterdikten sonra: “Lütfen Müslümanlar dışarıda, sokakta, caddede yürürken bir şey yemesinler” dedi. Ve imam Gazali’nin şu sözüyle de temellendirdi istirhamını: “Dışarda bir şey yiyenin şahitliği muteber değildir.”

Kendisine “siz hep postmoderniz postmodernizm diyorsunuz, hani nerde bu postmodernizm? Biz niye görmüyoruz” diye soran birine hemen masasının üstünü örnek gösterdiğini söyledi Abdurrahman Arslan. Muhatap hâlâ bir şey görememekte ısrar edince de “masa örtüsünün kıvrılmasını örnek verdim” dedi. Ve bizlere de “giydiğiniz blue jeanler mesela, kenarları yırtık artık değil mi” diye sordu.

Müslüman kadınlar da feminist duygularla hareket edince

Eğitim konusuna da değindi Arslan. Eğitimin eskiden talim ve terbiye diye tanımlandığını ama gelinen noktada malumat aktarma olarak anlaşıldığını ve Müslümanların bu manada eğitim kavramını tekrar asli manasına döndürerek talim ve terbiye olarak algılamaları gerektiğini belirtti.

Eğitim konusuna değinmişken başbakanın ‘dindar gençlik’ söylemine de değinen Abdurrahman Arslan, “benim dindarlığıma devletin karar vermeye hakkı yoktur” dedi. “Kendi dindarlık anlayışıma, kendimin ve ailemin dindarlığına ancak ben karar verebilirim” diyen Arslan, bu hakkını hiç kimseye, hele hele devlete vermeye hiç niyetinin olmadığını belirtti.

Müslüman erkeğin kapitalistleştiğini, Müslüman kadının da feminist duygularla hareket etmesinden cesaret alan devletin nerdeyse kundaktaki bebekleri bile kendi himayesine alarak istediği gibi yetiştirmeye çalıştığını içi yanarak ifade etti. Aliya İzzet Begoviç’in “ben dindarlığımı annemin dindarlığına borçluyum” sözünün önemli olduğunu, bu bağlamda dindar nesillerin yetişmesi için öncelikle annelerin kendilerini iyi yetiştirmeleri gerektiğini ve ailenin, bir karargaha, bir talim ve terbiye merkezine dönüşmesi noktasında hayati önemi haiz olduğunu söyledi.

Bütün bunlardan sonra şunu diyebilirim ki İstanbullular gerçekten çok şanslı. Bizlerin de, Abdurrahman Arslan gibi isimleri sık sık dinleme imkanı bulamasak bile, kendisinin kitaplarını okuma fırsatımızın olduğunu ve bu fırsatı değerlendirmemiz gerektiğini ifade etmek istiyorum.

 

Selami Ay 

Dunyabizim