Jannah Theme License is not validated, Go to the theme options page to validate the license, You need a single license for each domain name.

Ay: Ocak 2014

  • 1) Tahsis: Hadis Usulü Online Oku


    1) Tahsis:

     

    Bir lafzın şümûlüne giren mânalardan bir
    kısmını, o lafzın şümülünden dışarı çıkarmaktır. Bu iş muhassıs (tahsîs edici)
    denen bir delille yapılır. Bunlar sayıca çoktur. Teferruata girmeden birkaç
    örnek vereceğiz:


    a)

    Hadîsin hadîsle tahsisi:

    “Kim namaz vakti uyur veya unutursa
    kaçırdığı namazı hatırlayınca kılsın”

    hadîsi, ikindi namazından sonra gün batıncaya kadar, sabah namazından sonra da
    gün doğuncaya kadar namaz kılmayı yasaklayan hadîsi tahsis etmiş, o mekruh
    vakitlerde unutularak veya uyuyarak kaçırılan farzların eda edilebileceğine
    işaret etmiştir. Keza abdest aldıktan sonra veya bir mescide girildiği zaman
    kılınması tavsiye edilen iki rekatlık nâfile ile ilgili rivâyetlerin de önceki
    yasağı, bu iki çeşit nâfileler dışındaki nafilelere tahsîs ettiği
    belirtilmiştir.


    b) Hadîs’in Kur’an’la tahsisi:

    Hadiste “Ben, insanlar Lailahe illallah
    deyinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum”
    buyrulur. Ayet-i Kerîme ise:
    “Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, Allah’ın
    ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dinini din edinmeyenlerle
    boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın”
    (Tevbe: 9/29)
    buyurmaktadır. Yani, hadîs, lâilâhe illallah deyinceye kadar savaşmayı, âyet
    ise, ehl-i Kitab’la cizye verinceye kadar savaşmayı emretmekte, ortaya bir
    teâruz çıkmaktadır. Hadisin bu ayetle tahsîs edildiği kabul edilerek şöyle
    te’lif edilir: Âyet ehl-i kitab’a farklı muameleyi işaret ederek Lailahe
    illallah deyinceye kadar mücadeleyi ehl-i kitap dışındaki müşriklere tahsîs
    etmiştir.


    c) Hadîsin Kur’an’ı tahsisi:

    Nisa sûresinin 23. ayetinde kişiye haram olan
    evlenmeler teker teker sayıldıktan sonra 24. âyetinde bunlar dışında kalanların
    helâl kılındığı ifade edilir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) erkeğe, nikahı
    altında bulunan kadının teyze veya halasını nikahlamayı yasaklayarak, âyetin
    umumi ruhsatını tahsîs etmiş, daraltmıştır.


    d) Hadîsin kıyasla tahsisi:

    Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın vefatından sonra, bedevîlerden bir kısmı
    “namaz kılarız, fakat zekat vermeyiz” diye itiraz etmeleri üzerine, Hz. Ebu Bekr
    onlarla savaşmaya azmedince Hz. Ömer: “Resûlullah: “Ben insanlarla Lâilahe
    illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum, bunu dediler mi malları da
    canları da emniyettedir”
    buyurdu, onlar zekât vermedi diye savaşamayız” diye
    menfi kanaat beyan eder. Ancak Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh) zekatı namaza
    kıyas ederek harbetme kararında ısrar eder. Hz. Ömer dahil, Ashab bu karara
    katılırlar. Ulema bu örnekten hareketle “…Lailahe illallah deyinceye kadar
    savaşmakla emrolundum” hadisinin ifade ettiği âmir hükmün bu kıyasla tahsîs
    olunduğu neticesini çıkarmıştır.”[1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/158-159.

  • NESHİN BİLİNME YOLLARI Hadis Usulü Online Oku

    NESHİN
    BİLİNME YOLLARI

     

    Herhangi bir hadîsin neshedilip edilmediği
    birkaç sûretle bilinir:


    1-
    Hz.
    Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in açıklaması ile. Bunun en bâriz örneği,
    kabir ziyaretiyle ilgili hükümdür. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bidâyette
    yasak etti ise de sonradan bu yasağı kaldırmıştır:


    “Size kabirleri ziyâret etmeyi yasaklamıştım.
    Artık onları ziyâret edebilirsiniz”.


    2-

    Ashab (radıyallahu anhüm)’ın açıklamasıyla: Bir hadîste neshin varlığına, hadîsi
    sevk sırasında Ashab’ın ihbârı delâlet eder:

    “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in en
    son yaptığı iki işten biri ateşte pişen bir şey yenince abdest almayı terketmek
    oldu”.

    Keza Ubey İbnu Ka’b der ki: “İslâm’ın
    başlangıcında, bir ruhsat olarak, gusül, meninin gelmesiyle gerekli oluyordu.
    Sonra (haşefe’nin haşefe’ye duhulüyle meni gelmese de) gusül emredildi”.

    Usulcüler, Sahâbe’nin ihbariyle neshin
    kesinleşmesi için, ikinci hükmün -misallerde de görüldüğü üzere- muahhar
    olduğunun tasrîhini şart koşarlar. Mesela, onlara göre, Sahâbî’nin: “Bu nâsihtir”
    demesi yeterli değildir, zira şahsî içtihâdiyle de bu sözü söylemesi mümkündür.
    Ancak, muhaddisler, buna gerek duymazlar, çünkü şahsî reyle nesh hükmü
    verilemez, o hâdisenin muahhar olduğu bilinerek nâsih olduğu söylenmiştir. Ashab
    ise, nesh târihini şerî bir hüküm için rastgele “nâsihtir” demeyecek kadar
    Allah’tan korkan verâ sâhibi kişilerdir. Irâkî, bu mülahaza ile ehl-i hadîsin
    Ashab hakkında bir kayıt koymasını daha uygun görür.


    3-

    Bazan nâsih, iki müteârız hadîsin vürud târihlerinin bilinmesiyle anlaşılır:
    Muahhar olan nâsih mukaddem olan (önceki) mensûh’tur. Şeddâd İbnu Evs’in merfu
    olarak rivâyet ettiği şu hadîs gibi “Hacamat yapan (doktorun) da, hacamat
    olan kişinin de orucu bozulur”.
    İmam Şâfiî, bu hadisin, İbnu Abbâs’ın
    rivayet ettiği şu hadisle neshedildiğine hükmeder:

    “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ihramlı ve
    oruçlu iken hacamat oldu”.

    Bu nâsihtir çünkü, İbnu Abbâs (radıyallahu anh)
    Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a hicretin onuncu yılında Veda haccı
    sırasında o ihramda iken refakat etmiştir. Ayrıca, Şeddâd’ın rivâyetinin bazı
    vecihlerinde şu açıklama var: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu sözü,
    Mekke’nin fethi sırasında, sekizinci hicrî senede söylemişti”. Öyle ise, İbnu
    Abbâs’ın rivâyeti nâsih, öbürü mensûh’tur.


    4-

    Nesh bazan ulemanın icmasıyla sabit olur. Bu maddenin misali, dördüncü seferde
    içki içenin öldürülmesi ile ilgili hadîsdir. Ebu Dâvud ve Tirmizî’de gelen hadîs
    şöyle:


    “Kim hamr içerse dayak cezası verin. Dördüncü
    sefer tekrar ederse öldürün”.

    Ulemadan hiçbiri bununla amel etmemiştir.
    Böylece ortaya çıkan icma ile hadîs mensûh addedilmiştir. Ancak, bu hususa
    itiraz edilmiş, icmanın kendisi neshedilemiyecegi gibi, icma ile bir başka
    hükmün de neshedilemiyeceği söylenmiş, “neshle ilgili icmanın varlığı, neshedici
    bir başka âmilin varlığına delîl olur” denmiştir. Nitekim mensuh addedilen ilk
    hükmün, bizzat Hz. Peygamber’in tatbikatıyla neshedildiğini te’yid eden Hz.
    Câbir’den bir rivâyet gösterilmiştir.

    Tirmizî’den kaydedildiği üzere Hz. Câbir (radıyallahu
    anh)’in rivayeti şu şekildedir. Resûlullah şöyle emretmiştir: “Bir kimse hamr
    (sarhoş eden şey) içerse, onu kamçılayın, dördüncü sefer içecek olursa, o zaman
    öldürün”.
    Bilâhare Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e dördüncü sefer
    hamr içmiş bir adam getirildi. Ona dayak tatbik etti, öldürmedi”. Tirmizî
    Kabisa’nın da buna benzer bir rivâyette bulunduğunu, bu çeşit amel hususunda
    ulemânın hiç ihtilaf etmediğini belirtir. Bu tatbikatı te’yid eden çok delil
    bulunduğunu belirten Tirmizî, Resûlullah’ın bir hadîsini kaydeder: “


    “Allah’ın bir, benim de Allah’ın Resûlü olduğuma
    şehâdet eden müslüman kişinin kanı şu üç sebep dışında kesinlikle helâl olmaz:
    “Cana can kısas, zina eden evli, İslamdân irtidad eden”.

    Şu halde, mezkûr hadîsin icma ile neshi değil,
    bizzat Resûlullah’ın sünneti ile neshi söz konusu olmuştur, denmek
    istenmektedir.[1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/151-153.

  • İHTİLAFI GİDERME YOLLARI Hadis Usulü Online Oku

    İHTİLAFI
    GİDERME YOLLARI

     

    İhtilafu’l-hadîs’i, “Zâhirde olan bir zıtlık”
    diye tavsîf edince, bunun giderilebileceği peşinen kabul edilmiş olmaktadır.
    Esâsen, hadîste gerçek mânâda, yani giderilmesi mümkün olmayan ihtilafın varlığı
    kabul edilemez. Çünkü, hadîs vahye dayanmaktadır, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
    vesselâm) sıradan bir insan değildir, Cebrâil (aleyhisselam)’in murakabe ve
    irşâdı altındadır. Öyle ise O’nun (aleyhissalâtu vesselâm) sözlerinde bazı
    zıtlıklar görüyorsak, bu zâhirdedir, hadîsi intikal ettiren râvilerdendir,
    anlaşılmayan, bize gizli kalan, mâlûmatımızın yetişmediği bazı hususlar var
    demektir. Öyle ise, yapılacak iş bu kapalılıklara açmak, eksik olan bilgimizi
    tamamlamaktan ibârettir. Nitekim bu konuya hakkıyla hâkim, dirayet sahiplerinden
    İbnu Huzeyme çok kesin bir ifade ile şöyle demiştir: “Ben birbirine zıt iki
    hadîs bilmiyorum, kimin yanında varsa bana getirsin ben aralarını te’lif
    edivereyim”.

    Hadîsler arasında görülen teâruzu gidermede
    sırayla şu yollara başvurulur:


    1-

    Cem ve te’lif,


    2-

    Nesh,


    3-

    Tercih,


    4-

    Tevakkuf,

    [1]


    Not:

    Muhaddislere göre bu sıra hiyerarşiktir ve uymak icabeder. Yani müteârız
    hadisleri cem ve te’lif imkânı aranmadan nesh ihtimali üzerinde durulmaz. Cem ve
    te’lif etme imkânı bulunmadığı, bundan ümid kesildiği hallerde nesh yoluyla da
    ihtilaf giderilemezse, “Tercîh”e başvurularak birini diğerine üstün kılma
    imkânları aranır. Bundan da sonuç alınamazsa “tevakkuf” edilir. Yani, her
    ikisiyle de amel edilmez. Birini üstün kılacak bir karîne’nin bulunmasına kadar
    her ikisi de amel dışı bırakılır.[2]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/156.



    [2]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/156.

  • İHTİLAFU’L HADÎS Hadis Usulü Online Oku

    İHTİLAFU’L HADÎS

     

    Hadîsler bazan birbirine zıd hükümler ifade
    ederler. Bu hâli, teâruz, ihtilaf, zıdlık gibi kelimelerle ifâde ederiz. Bu
    çeşit hadîsler, ayrı bir inceleme konusu teşkil ederler. Bunları inceleyen hadîs
    dalına muhtelifu’l hadîs ilmi denir. Ancak şunu hemen belirtelim ki, karşımıza
    çıkan her ihtilaf bu ilmin şümûlüne girmez. Sözgelimi zayıf veya metruk bir
    hadîs, sahîh bir hadîse muhâlefet etse, sahîh’e zayıf muhalefeti pek ciddiye
    alınmaz.

    Öyle ise istılâhi mânada ihtilaf, makbûl
    hadîslerde söz konusudur. Bu sebeple İbnu Hacer şöyle bir tarif sunmuştur:
    “Makbûl bir hadîsin, kendisi gibi makbûl bir hadîse, araları zorlanmaksızın cem
    ve te’lîf edilebilecek şekilde muaraza etmesine muhtelifu’l-hadîs denir”.

    Târife dikkat edersek teâruzdan bahsedebilmek
    için birkaç unsur olmalıdır:


    1-

    İki adet makbûl rivayet.


    2-

    Hadîslerin aynı meseleye temas etmesi, fakat zıt hükümler ifade etmesi.


    3-
    Bu
    zıtlığın zâhirde olması, her ikisinin de barıştırılabilir olması.

    [1]


    Not:

    Bazan hadîs, aynı konuda gelen ikinci bir hadîse değil, Kur’an ve Sünnetle gelen
    umumî prensiplere, ahkâma da muhâlefet edebilir. Bunun tetkîki de yine
    muhtelifu’l-hadîs konusuna girer.[2]

     



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/155.



    [2]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/155.

  • 1- Sünnetin Sünnetle Neshi: Hadis Usulü Online Oku


    1- Sünnetin Sünnetle Neshi:

     

    Bu üç şekilde cereyan etmiştir:


    1)

    Mütevatir hadîsin, mütevâtir hadîsle neshi,


    2)

    Haber-i vâhid’in, haber-i vâhidle neshî,


    3)

    Haber-i vâhid’in, mütevâtir hadîsle neshi.

    Ayrıca, mütevâtir hadîs’in haber-i vâhidle neshi
    meselesi üzerinde durulmuş, aklen kabul edilse de fiilen örnek
    gösterilememiştir. Esasen bu meselelerde umumiyetle benimsenen prensip şudur:
    Nas, kendi kuvvetinde veya kendisinden daha kuvvetli bir nasla neshedilebilir.

    Hadîs’in hadisle neshine bâzı örneği Neshin
    Bilinme Yolları’nı açıklarken vereceğiz.

    [1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/150-151.

  • 2- Sünnetin Kur’ân’la Neshi: Hadis Usulü Online Oku


    2- Sünnetin Kur’ân’la Neshi:

     

    Bunun örneği, Zeyd İbnu Erkam’ın şu
    açıklamasıdır: “Resûlullah’ın zamanında biz namaz kılarken konuşur, birbirimize
    ihtiyaçlarımızı söylerdik. Ne zaman ki: “Namazlara ve orta namaza devam edin.
    Allah’ın divanına tam huşu ve taatle durun”
    (Bakara: 2/238) âyeti indi,
    namazda sükût etmekle emrolunduk.”

    Sünnet’in akılla neshedileceğine dair mûtezilî
    bir iddia var ise de ehl-i sünnet uleması bunu reddeder ve meşru nesh çeşitleri
    arasında zikretmez. İslâm dinî ilahî menşelidir, vahye dayanır. Aklın vahyi
    neshetmesi diye bir şey söylenemez. Akl, ancak te’vîl yani muhtemel mânalardan
    birini tercîh eder.[1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/151.

  • NESHİN ÇEŞİTLERİ Hadis Usulü Online Oku

    NESHİN
    ÇEŞİTLERİ

     

    Ulemânın ittifak ettiğini belirttiğimiz nesh
    çeşidi içerisinde mevzumuza girenler şunlardır:


    1-

    Sünnetin sünnetle neshi.


    2-

    Sünnetin Kitapla neshi.

    [1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/150.

  • HADÎSTE NESH Hadis Usulü Online Oku

    HADÎSTE NESH

     

    NESH NEDİR?

     

    Nesh, dinde Şâri tarafından konmuş eski bir
    hükmün, yine Şâri tarafından konulan yeni bir hükümle kaldırılmasıdır. Hüküm,
    Kur’an-ı Kerim tarafından da konmuş olabilir, sünnetle de konmuş olabilir. İslam
    uleması önceki hüküm hangi kaynaktan gelmiş olursa olsun, sonraki bir hükümle
    kaldırılabileceği hususunda müttefiktir. Zira mesele, hem âyet ve hem de
    hadîslerle beyan edilmiş, örnekler verilmiştir. Şu âyet, neshi kesin bir dille
    te’yid eder: “Herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya
    unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya onun benzerini getiririz”

    (Bakara: 2/106).

    Ehl-i sünnet âlimleri; bu âyete ve Kur’ân’da
    gelen açık örneklere dayanarak nesh’i ittifakla kabul ederken başta Mutezile,
    bazı itikadî mezhepler, yukardaki âyeti eski şeriatlerin neshiyle te’vîl ederek
    İslâm’da nesih olamıyacağını iddia etmişlerdir.

    Şâtıbî, küllî kaideler ve müebbet hükümlerde
    nesih olmamakla birlikte, cüz’î hükümlerde nesih’in olacağını söyler. Ona göre,
    nesih iki maksadla olur:


    1-

    Ahkâmdaki kolaylığı, suhûleti (tahfif) kaldırıp yerine zor ve ağır hükümler
    (tağlîz) koymak. Nitekim Nisa sûresi 160. ayette yahudilere bir kısım helalin
    haram kılındığı belirtilir.


    2-

    Ağır hükümden (tağlîz) vazgeçilir, yerine hafif hükümler (tahfif) konur. Enfal
    sûresinin 66. âyetinde bunun örneği görülür.

    Sünnî ulemânın ihtilaf ettiği husus daha ziyâde
    Kur’ân ve Sünnet arasındaki nâsîh-mensûh münasebetidir. Sünnet Kur’ân’ı veya
    Kur’ân Sünnet’i neshedebilir mi, neshedemez mi? Hangi âyetler nâsihtir,
    hangileri mensuhtur? Bu sorularda ihtilaf etmişlerdir. Bazan görüş farkları
    ciddidir.

    Bu kısa açıklamadan sonra asıl mevzumuza gelerek
    şunu söyleyeceğiz: Kur’ân’da olduğu gibi, sünnette de nesh olmuştur. Nesh
    vak’ası, doğrudan ahkâmla alâkalı olduğu için mühim kabûl edilmiş, bidâyetten
    beri meseleye yer verilmiştir. Nâsih ve mensuh hadîsleri bilmenin ehemmiyetini
    belirtmek üzere şu rivâyet nakledilir: Hz. Ali (radıyallahu anh), halka kıssalar
    anlatan (Kâss) birisine rastlar. Ona: “Nâsih ve mensûh’u biliyor musun?” diye
    sorar. Öbürü “Hayır” diye cevap verince: “Öyleyse mahvolmuşsun ve başkalarını da
    mahvediyorsun!” der. Aynı rivâyet İbnu Abbâs (radıyallahu anh)’tan da
    yapılmıştır. Hz. Huzeyfe’den yapılan rivâyete göre, kendisine bir mesele
    sorulduğu zaman: “Fetva’yı, nâsih ve mensûhu bilen kimse verir” der ve soruya
    cevap vermekten kaçınır. Kendisine: “Pekiyi bunu kim bilir?” diye tekrar
    sorulunca: “Ömer (radıyallahu anh)” diye cevap verir.

    Nâsih ve mensûh’u bilmek mühim olduğu nisbette
    zordur. Değme âlim bu mevzuda söz sâhibi olamamıştır. Ahmed İbnu Hanbel gibi bir
    hadîs otoritesi: “Şâfiî’nin ders halkasına oturuncaya kadar biz mücmeli
    müfesserden, nâsih hadîsi de mensûhtan ayıramıyorduk” diyerek hem Şâfiî’nin bu
    meseledeki yerini hem de kendi aczlerini ifade eder.[1]



     




    [1]

    İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/149-150.

  • Hadis Kitaplarının Dereceleri Hadis Usulü Online Oku


    Hadis Kitaplarının Dereceleri:

     

    İhtiva ettikleri hadislerin güvenilir
    olup-olmamalarına göre hadis kitapları şu derecelere ayrılır:


    Birinci Tabaka:

    Mütevâtir, meşhûr, sahîh ve hasen hadisler. Buhârî ve Müslim’in “Sahih”leri ile
    İmam Mâlik’in “Muvatta” adlı eserleri. Bu kitaplardaki hadislerle amel edilir.


    İkinci Tabaka:

    Birinci tabakadaki kitaplar seviyesine çıkamayan, fakat, müelliflerinin
    titizlikle bazı şartları uygulayarak hadisleri aldıkları kitaplar. Bunlar da
    hadis kaynağı olarak benimsenmiş, asırlar boyu faydalanılmıştır. Tirmizî’nin
    Câmi’i, Ebû Dâvûd’un Sünen’i Ahmed b. Hanbel’in Müsned’i, Nesâî’nin Sünen’i (Müctebâ)
    bu tabakadandır.


    Üçüncü Tabaka:

    Bu tabakadaki kitaplarda sahih hadisler yanında zayıf hadisler de olduğu gibi,
    râvîleri içinde halleri meçhul olanlar da vardır. Abdürrezzâk’ın “Musannef”i,
    Beyhakî, Taberânî ve Tahâvî’nin kitapları… gibi. Bu kitaplardaki hadislerden
    ancak, hadis uzmanları yararlanabilir.


    Dördüncü Tabaka:

    Bu dereceye giren kitaplar, büyük muhaddisler döneminden ve “tasnif” devrinin
    bittiği tarihlerden sonra ortaya çıkan, hadis ilmiyle ilgisi olmayan ve bu yolu
    bir menfaat kapısı haline getiren ehliyetsiz kişilerin yazdığı, içi uydurma ve
    hurafelerle dolu olan kitaplardır. İbn Mürdeveyh, İbn Şâhîn, Ebû’ş-Şeyh…
    gibilerin kitapları bu tabakadan olup, bunlardan, amel edilmek üzere asla hadis
    alınamaz.

    [1]



     




    [1]

    İsmail lütfü Çakan, Akif Köten, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/290.

  • Hadisler Günümüze Nasıl İntikal Etmiştir Hadis Usulü Online Oku


    Hadisler Günümüze Nasıl İntikal Etmiştir?

     

    Kur’ân âyetleri nâzil oldukça onları vahiy
    kâtiplerine bizzat yazdıran Hz. Peygamber, önceleri kendi hadislerinin
    yazılmasını yasaklamış, fakat hadisleri birbirlerine rivâyet etmelerine izin
    vermişti. Bu yasağın sebebi, ashâbın Kur’ân’la hadisleri birbirine karıştırma
    tehlikesiyle Arap yazısının henüz gelişmemiş olması, okuma-yazma bilenlerin
    azlığı, yazı malzemesinin kıtlığı gibi sebepler olabilir. Daha sonraları bu
    mahzurlar ortadan kalkınca veya azalınca Hz. Peygamber’in, hadislerin
    yazılmasına izin verdiğini görmekteyiz. Nitekim, hadis yazan 30-40 kadar
    sahâbîden biri olana Abdullah b. Amr 1000 civarında hadis yazmış ve bunları bir
    sahife (kolleksiyon) hâline getirmiş, adına da “es-Sahîfetü’s-Sâdıka” (Doğru
    Sahife) demiştir. Sağlığında Hz. Peygamber’den pekçok hadis öğrenen sahâbe,
    O’nun (s.a.s) vefâtından sonra bunları başkalarına nakletmiş, böylece hadisler
    hem sözlü, hem de yazılı bir halde sonraki nesillere intikal etmiştir. Hz.
    Peygamber’in vefatından sonra başlayan hadis toplama yolculukları (rıhle) ve
    hicrî birinci asır ortalarından itibaren görülen “tedvin” (dağınık haldeki hadis
    malzemesini bir araya toplama) faaliyetleri H. 99-101 yıllarında halife Ömer İbn
    Abdülaziz (H. 101) zamanında vâliliklere gönderilen emirnamelerle resmî tedvin
    hâlinde devam etmiş; toplanan bu hadisler konularına göre tasnif edilerek hicrî
    ikinci asır ortnlarından itibaren hadis kitapları meydana getirilmeye
    başlanmıştır. Günümüze kadar gelen en eski hadis kitapları bu devrelere âittir.
    Bu kitaplardan sonra hicrî üçüncü asırda ” Kütüb-i Sitte” (altı kaynak eser)
    denilen hadis külliyâtının meydana getirilmesiyle hadis tasnifi altın çağına
    ulaşmıştır. Kütüb-i Sitte; Buhârı ve Müslim’in “el-Câmiu’s-Sahîh” leri ile, Ebû
    Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce’nin “Sünen” lerinden oluşmaktadır.

    [1]



     




    [1]

    İsmail lütfü Çakan, Akif Köten, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/289-290.