Yıl: 2012

  • New Yorkta Arapça Eğitimi

    New York Şehri’nin en fakir mahallelerinden biri olan Harlem’deki Hamilton Heights İlkokulu böylece şehirde küçük öğrencilerine ilk Arapça eğitimi veren okul olma özelliğini kazanmış oldu. Eğitime önümüzdeki sonbaharda başlanacak. Dersler öğle yemeği molasında verilen kültürel faaliyetler kapsamında verilecek.

    Arapça öğretmeni olan Muhammed Memduh, bu girişimin Arap teşvik ve finansmanı neticesinde başlatıldığını, bu sayede fakir Harlem mahallesinde yaşayan, gelirleri sınırlı, yüzde yetmiş yedisi devletten gelen yardımlarla yaşamını sürdüren ailelere gelecekte; lise ve üniversite dönemlerinde rekabet fırsatı verilmesinin hedeflendiğini açıkladı. 

    Arapça eğitimi alması için çocuğunu kaydettiren velilerden Blamon Castro ise şöyle dedi: ‘Öğrenciler arasında artık etnik çeşitlilik söz konusu. İçlerinde oğlum da olmak üzere öğrencilerimizin diğer etnik grupların dillerini öğrenmesi toplum açısından önemli!’

    Bilindiği üzere Amerika’da öğrencilerin sadece yüzde on dördü farklı iki dil konuşuyor. Avrupa’da ise bu oran yüzde seksene ulaşıyor. Bu nedenle yerel hükümet, okulun bu girişimini yine Arap kökenli olan Göçmenler Komiseri aracılığıyla memnuniyetle karşıladığını ortaya koydu. 

    Harlem mahallesindeki bu ilkokul önümüzdeki güz döneminde öğrencilere sadece Arapça değil aynı zamanda Çince eğitimi de verecek. ABD Dışişleri Bakanlığı bu iki dili Amerikan ürünlerinin dünya ticaret piyasalarında rekabetinin güvence altına alınması açısından öğrenilmesi zorunlu iki dil olduğunu açıklamıştı. Bu dilleri öğrenmelerinin çocukların ileride iş hayatlarında başarılı olmalarına vesile olması da umuluyor. Aynı şekilde okulun bu girişiminin diğer okulları teşvik açısından önemli rol oynayacağı tahmin ediliyor. 

    Betül Akyüz

     

    TIMETURK / 

  • Ben cihad etmek istiyorum, ama buna gücüm yetmiyor. Ne yapayım?

     

     

    “Biz insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ağır acılara katlanarak karnında taşıdı ve onun sütten kesilmesi iki yılda gerçekleşti: Şu halde ey insan! Bana ve anne-babana şükret; ama sonunda dönüş yalnızca banadır!” buyuruyor Rahman. (Lokman14)

     

    Yüce kelamındaki kavramlarıyla tasavvuru, önermeleriyle aklı, örnekleriyle şahsiyeti, bütünüyle hayatın tümünü inşa eden Rabbimiz, Rasulünün diliyle müjdeliyor Muhammedî davete koşan çocukların, ana-babalarının haklarını gözettikleri halde nasıl bir rahmete mazhar olacaklarını:

     

    “Ana-babasına iyi bakanlara müjdeler olsun; Allah onların ömrünü uzatır.” (Müsned)

     

    “Allah indinde en faziletli amel, vaktinde kılınan namaz, sonra ana-babaya iyiyliktir.” (Buhari)

     

    “Ömrünün uzun, rızkının bereketli olmasını isteyen, ana-babasına iyilik etsin ve sıla-i rahimde bulunsun.” (Müsned)

     

    Nefsiyle cihaddan dahi aciz kalmış yüreklerimiz, fahşa ve münkerin kirliliğine boğulmuş bir dünyada can çekişirken; işte bir müjdeyle daha elimizden tutup kaldırıyor Âlemlerin Efendisi.

     

    Adamın biri bir gün Peygamberimize (sav) gelerek : “Ben cihad etmek istiyorum, ama buna gücüm yetmiyor. Ne yapayım?” der. Peygamberimiz adama: “Anan veya baban sağ mı?” diye sorar. Adam “Anam-babam sağ” diye cevap verir. Bunun üzerine Peygamberimiz adama “O halde onlara iyi bakarak Allah’tan rızasını kazanabilmeyi dile. Bunu başardığın takdirde sen hacc, umre ve cihad sevabı kazanmış olursun.” diye cevap buyurdular. (Taberani)

     

    Allah Rasulü gönderiliş gayesi üzere; müjdeleyiciliği yanında uyarıcılık vazifesini de yerine getiriyor ve ana-baba hakkını göz ardı edenleri de silkeleyerek cehennemi hatırlatıyor.

     

    Şöyle buyuruyor: “Burnu yerde sürünsün! Burnu yerde sürünsün! Burnu yerde sürünsün! “Sahabeler “Kimin burnu yerde sürünsün ya Rasulallah?” diye sordular. Peygamberimiz “Ana veya babası veya her ikisi yaşlılıklarında yanında kaldıkları halde onlara iyi bakamayarak cennete girmeyi hak edemeyenlerin.” diye cevap buyurdular.

     

    “Cennet kokusu beş yüz mesafeden duyulur. Ana-babasını üzenler ve sıla-i rahimi terk edenler duyamaz.” (Taberani)

     

    Hayatımızın en değerli bu iki varlığına ihsan ile elde edeceğimiz rahmetin ebediliğini de şöyle müjdeliyor Allah Rasulü:

     

    Sahabelerden biri Peygamberimize (sav) gelerek “Ya Rasulallah! Anam babam öldü. Bundan sonra onlara yapabileceğim bir iyilik var mı? diye sorar. Peygamberimiz (sav) adama: “Tabi Onlar için dua etmek, günahlarının bağışlanmasını dilemek, hayatta iken verdikleri sözleri onlar adına yerine getirmek, onlardan yana olan akrabalık bağlarını gözetmeye devam etmek ve dostlarına iyilik etmek.” diye cevap buyurmuştur.

     

    Hiçbir anne babanın çocuğuna, çocuğun da anne babaya fayda vermeyeceği günden evvel bu rahmetin bilincini kuşanıp yolları bu derece kolaylaştırılmış cennete müstehak olabilmek duasıyla…

     

    RABİA SAK

    İzdüşünce

  • Yökten Dikapların İlahiyata İade Açıklaması Geldi

     


    10 Mayıs’ta yapılan YÖK Genel Kurulu toplantısında alınan karara göre, “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği Bölümü, eğitim fakültelerinden alınarak ilahiyat fakültelerine aktarıldı.
     
    10 Mayıs’ta yapılan YÖK Genel Kurulu toplantısında alınan karara göre, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği Bölümü, eğitim fakültelerinden alınarak ilahiyat fakültelerine aktarıldı.
     
    Bu kararla binlerce öğrenci eğitim fakültelerinden alınarak ilahiyat fakültelerine taşınacak. Eğitimin İlahiyat fakültelerine taşınmasıyla birlikte bölüm müfredatının da değiştirilmesi ön görülüyor.

    HOCALARI İLAHİYATTAN GELİYORDU

    Eğitim Fakülteleri Dekanlar Konseyi Başkanı Prof. Dr. Cemil Öztürk, YÖK’ün kararına destek verdi. Bu değişiklikten sonra ihtiyacın iyi bir planlamayla karşılanabileceğine değinen Öztürk, “Bu öğretmenleri yetiştirmek için dışarıdan onlarca öğretim üyesi almak zorunda kalıyorduk.

    Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği bölümünde, sadece bizim fakültede 600 öğrencimiz var ve eğitimleri için neredeyse küçük bir ilahiyat fakültesi kurmamız gerekiyordu. Eğer hocaları dışarıdan geliyorsa bölümün de bizde olmasının bir anlamı yok” dedi.

    SİSTEM PRATİK DEĞİLDİ

    Eski sistemin pratik olmadığını adeta taşımalı suyla değirmen döndürmeye çalıştıklarını belirten Öztürk, “Böyle olması iyi oldu. Öğretmen yetiştirme sistemimiz değişmediği sürece bu tür kendine özgü öğretmen yetiştiren programları eğitim fakültesine taşımak anlamlı değil.

    ABD ve AB’de din eğitimi öğretmenliği öğrencileri ilahiyat (teoloji) derslerini teoloji fakültesinde alıyor; öğretmenlik eğitimini ise eğitim fakültesinde. Türkiye’de fakültelerin rolleri içiçe girmiş durumda” şeklinde konuştu.

    YERİNDE BİR KARAR

    Değişikliği oldukça yerinde bir karar olarak değerlendiren İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şinasi Gündüz, bölümün 28 Şubat öncesinde ilahiyatlarda olduğunu hatırlattı.

    YÖK’ün bir bakıma eskiden uygulanan sistemi yeniden getirmiş olduğunu anlatan Gündüz, “İlahiyat fakültesi dekanları olarak son birkaç yıldır bu konuyu sürekli dillendirdik. Çünkü mevcut haliyle eğitim fakülteleri bünyesinde olan bu bölümlerin gerek müfredatlarında gerekse eğitim öğretimlerinde ciddi sorunlar yaşanıyordu.

    Bunun yanı sıra İmam Hatip Lisesi’ndeki meslek derslerini verecek öğretmenlerin yetişmesi ve ortaöğretimdeki seçimlik Kur’anı Kerim ile Peygamber Efendimiz’in hayatı derslerini okutacak öğrencilerin yine İlahiyattan yetişmesini sağlamak için bütün öğrencilerimize formasyon hakkı tanınmalı.

    Çünkü ilahiyat fakültelerine formasyon hakkının kaldırılmasıyla ortada kalan ‘bu dersleri kim verecek?’ sorusu cevap bulmadı.

    Sorunun cevap bulması için bütün ilahiyat fakültelerine pedagojik formasyon hakkı verilmeli” dedi.

    Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nasrullah Hacımüftüoğlu da, “Hayırlı ve isabetli bir karar oldu. Öncesi yanlış bir uygulamaydı” ifadesini kullandı.

     

    Bugün

     

    Editörün Notu: Fasiharabic.com olarak bundan  3 gün önce  “22.05.2012 tarihli” Dikaplar İlahiyata İade Ediliyor Haberimiz bir kez daha teyit  edilmiş oldu.


  • Dikkat: Diyanetten Sınavları Çakışanlara Duyuru

     

    D U Y U R U

    Başkanlığımız tarafından yapılan yeterlik sözlü sınavı ile başka kurum ve kuruluşlarca yapılan sınavları çakışan adaylar, mazeretlerini ilgili komisyona belgelendirmeleri halinde aynı gün içinde komisyonun uygun göreceği bir saatte yeterlik sözlü sınavına girebilecektir.

    Sınavla ilgili yer ve tarih değişiklik talepleri komisyonların günlük çalışma kapasitelerini ve planlanan sınav sürecini aştığından sınav yeri ve tarihi ile ilgili değişiklik talepleri dikkate alınamayacaktır.

    İlgililere duyurulur.

     D.İ.B.İNSAN KAYNAKLARI GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

  • Diyanetten Fahri Kuran Kursu Öğreticilerine Duyuru

    D U Y U R U

    653 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 633 sayılı Kanuna eklenen geçici 17 inci maddesi gereğince, fahri olarak veya ek ders ücreti karşılığında görev yapanların tercihlerine göre Kur’an kurusu öğreticiliği kadrolarına yerleştirilen adayların atama onayları 24.05.2012 tarihinde kurye ile valiliklere (İl Müftülüğü) gönderilmiştir.

    Bu itibarla; adayların 24.05.2012 tarihinden itibaren en geç 15 gün içerisinde görevlerine başlamaları gerekmektedir.

     

    İl Müftülükleri, adayları 2012 yılı Haziran ayı içerisinde temel eğitim kursuna alacaklardır.

     

    D.İ.B. İNSAN KAYNAKLARI GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

  • Yeterlilik Sınavına Girecek Adaylar Dikkat


    Tahmini 35 bin kişinin gireceği sınav maratonu Dini Yüksek İhitasas, Eğitim Merkezi Müdürlükleri ve bazı il müftülükleri ile Kur’an Kurslarında yapılacak.

    35 bin adayın sınav maratonu, 25 Mayısta başlayıp 16 Haziranda sona ermesi bekleniyor.

    ADAYLARIN;

    “1- Sınav yerinde belirtilen tarihte saat 08:30 itibariyle hazır bulununuz.

    2- Web sayfası giriş ekranında Sınav Esnasında İbraz Edilmesi İstenilen Belgeleri
    yanınızda bulundurmanız gerekmektedir.

    Anılan belgeleri ibraz edemeyenler sözlü sınava alınmayacaktır…”Dikkatini gözden kaçırmamaları gerekiyor.

    Geleceğin din görevlileri adaylarına şimdiden başarılar diler,  Allah yar ve yardımcınız olması temennisiyle…


    Dinihaberler

  • Osmanlının Büyük Vilayeti

     

    Bize sunulan bir yaşam tarzı var, öyle hızlı, öyle yok edici ki; gün geliyor kendimizi tüketiyoruz ve bütün hücrelerimizle bir hiç olduğumuzu fark ediyoruz. Oysa tam tersini söylüyordu modern hayat şaklabanları; teknolojinin vaad ettiği onlarca, yüzlerce, binlerce yenilik ile hayatımız kolaylaşacaktı.

    Bu sudan içen yedi yıl içinde yine gelir

    Kafamın içinde yüzlerce düşünce varken düştüm bu sefer yollara, hiç beklemediğim biz anda, umulmadık bir zamanda. Gece yarısını geçerken İstanbul’dan ayrılıp, defalarca yolumun düştüğü şehre, Kastamonu’ya doğru gidiyordum.

    İlk olarak yedinci sınıfta okul gezisine dâhil olarak gitmiştim. Günü birlik bir gezide gidilmesi gereken neresi varsa, hızlı bir şekilde gezmiş ve gün sonunda yorgun bir şekilde otobüste uyuyakalmıştım. O geziden geriye hiçbir şey kalmamıştı desem yeridir ama Nasrullah Meydanı’nda su içerken rehberimizin söylediği söz sanırım defalarca kendini tekrarlayarak doğruluğunu ispat etti. “Bu sudan içen bir yolcu, yedi sene içinde herhangi bir sebepten ötürü Kastamonu’ya tekrar gelir” demişti rehberimiz. Çok geçmeden bir defa daha uğradım Kastamonu’ya; bu sefer tek başıma idim ve kulağıma küpe olan söz ile Nasrullah Meydanı’ndaki sudan bir avuç daha içtim, yedi sene içinde bir daha geleyim diye, yine gittim ve her defasında mutlaka o sudan içtim.

    Nasrullah Meydanı öyle her meydana benzemez

    Yolculuklarım sırasında farklı bir ruh haline kapılıyorum. Yanıma hiçbirşey almadığımdan olacak, bütün bağlılık hislerimi de bir kenara bırakmış gibi bir kuş kadar hafif oluyorum. Geçmiş zaman seyyahlarını gözümün önüne getiriyorum ve uzakları izleyerek hayaller kuruyorum. Kastamonu yolu hayal kurmak için birebir, yemyeşil dağlar arasından ilerliyorsunuz. Ilgaz Dağı’nın da eteğinde bulunan bu güzel şehir, tarihimizin önemli yapı taşlarından. Candaroğulları Beyliği’nin merkezi, çok önemli ilim ve din adamlarının yurdu. Neredeyse her taşının altında bir güzellik gizli.

    Şehir merkezi bir dere yatağına kurulmuş. Nasrullah Meydanı’na mutlaka uğruyorsunuz. Tarihi, yarısı budanmış taş bir köprüden geçerek Nasrullah Kadı Camii’nin yanıbaşında, kesme helvacı ve envai çeşit binanın arasında sıkışmış kalmış bir halde bulunan meydanda soluklanmak ve demli bir çay içmek çok hoş. Bu meydan ki şapka kanununun çıkarıldığı meydan.

    Kastamonu’nun Âşıklı Sultan’ını “Yanık Evliya” olarak bilenler de var

    Kastamonu evliyalar şehri, her köşe başında ya bir evliyanın ya da sahabenin kabri var. Öyle ki bazıları unutulmuş, park eden arabalar arasında kaybolmuş. Şeyh Şabanı Veli Tekkesi ve Türbesi herkesin dilinde olan önemli bir yer. Yol mutlaka sizi oraya götürüyor.

    Bir de Âşıklı Sultan Türbesi var, güzel bir hikâyesi ile birlikte. Burada durup bu hikâyeyi anlatmak isterim ama inanın doğru olmaz, lezzetini ve güzelliğini anlayamazsınız. Gidip Âşıklı Sultan türbesini görmelisiniz ve hikâyesini orada öğrenmelisiniz. Âşıklı Sultan’ı “Yanık Evliya” olarak bilenler de var.

     

    Şehir merkezinde köşebaşlarına yakın küçük bir ev var. Gecegündüz misafirleri olan bu ev, sürgünde geçen bir hayatın, Bediüzzaman Hazretlerinin evi.

    Bir tarafta kale, diğer tarafta kule

    Sabahtan akşama kadar gördükleriniz karşısında şaşırıp kalıyorsunuz, Kastamonu Kalesi’ne çıkarken Prenses Moni’nin hikâyesini anlatıyorlar, sonra uzun uzadıya tarihi seyrediyorsunuz.

    Gün sonunda saat kulesine çıkıp semaverde demli çay içerken gün boyunca almış olduğunuz feyzi ruhunuza yedirebilirsiniz. Kastamonu’da yolculuk yapmak, geçmişin sokaklarında gezinmek gibi.

    Yolculuklarım sırasında yanıma küçük bir çanta alırım ve çantanın içine bir kitap koyarım. Bu yolculuğum sırasında Tanpınar’ın Huzur’u vardı yanımda. Huzur bulmak için belki de…

     

    Adem Dönmez


    Dünyabizim

  • Müslümanın Tatili Ölümdür !

     

    Mehmet Lütfi Arslan Hocamız meseleye yazılarında sık sık vurguladığı “gayret” kavramı üzerinden yaklaştı ve meseleyi “son nefes” olgusu çerçevesinde izah etti. Prof. Dr. Mahmut Erol KılıçHocamız, çok seyahat eden bir münevverimiz olarak meseleye “seyahat” ve onun kazandırdığı, dostluk, kaynaşma, tanışma ve ibret alma gibi güzellikler bağlamında yaklaştı. Şükrü HüseyinoğluHocamız, Resulullah ve eshabının neden tatil yapmadıkları sorusu üzerinden meseleye yaklaştı.

    Fıkıh alanında dünyanın sayılı âlimlerden olan Prof. Dr. Orhan Çeker Hocamız; “Biz niye tatil ihtiyacı hissediyoruz?” şeklindeki hayatî soru üzerinden sorumuza cevap verdi. Osmanlı tarihi üzerinde söz sahibi olan Can Alpgüvenç Hocamız meseleyi tarihî şahsiyetlerden örnekler vererek “çalışma ve gayret” bağlamında izah etti.

    Kırkın üzerinde esere imza atmış Ümit Şimşek Hocamız Risale-i Nur’dan alarak ilhamını mutedil bir yorum ile sorumuzu cevapladı. Arapça üzerinde derin vukufiyeti olan ve birçok tercümeleri olanRamazan Işık Hocamız sorumuza çok duymadığımız bir hadis-i şerifi aktararak cevap verdi.

    Hekimoğlu İsmail Hocamız bizim için ancak ölümün bir paydos olabileceğini söyledi. Ahmed Kalkan Hocamız, modern tatil algısının şeytanî bir tuzak olduğunu her zamanki gibi Kur’anî bir metotla izah etti. Bedri Gencer Hocamız ise konuyu birçok boyutu ile etraflıca ele aldı ve bu konuda ilk defa dillendirilen bazı görüşler ortaya koydu. Ayrıca konuyla ilgili hadis-i şerifleri de kaynak belirtmek sureti ile nakletti.

    Çok kıymetli hocalarımıza sorumuza lütfedip cevap verme nezaketlerinden dolayı teşekkür ediyor ve onların kıymetli görüşleri ile sizi baş başa bırakıyoruz.

    Mehmet Lütfi Arslan: “Bizim tatilimizde çalışma bitmez, çalışmanın nev’i değişir”

    Müslümanın tatili olur, ataleti olmaz… Yapageldiğimiz iş veya meşgaleye ara verip başka birisine yönelmek anlamında tatilimiz vardır. Yapmak zorunda olduğumuz işler arasında yer değiştirmeler yapabiliriz ki bu verimimizi artırır. Böylece dinleniriz de… Diğer türlü salt dinlenmek için tatil yapmak, dinlenmek, son nefese kadar teyakkuzda yaşayan insanlar için lüks kaçar.

    Biz bu dünyaya dinlenmeye değil “din”lenmeye geldik. Ölmeden önce ermek ve olmak zorundayız. Bir taraftan da hakkımızdaki muradı korumamız gerekiyor. Bunlar başlı başına bir hayat tarzı koyan gayelerdir; tatil, bu gayelere giden yollar arasında geliş gidiş yapmaktır.  Dolayısıyla bizim tatilimizde çalışma bitmez, çalışmanın nev’i değişir. Paydos zili son nefeste çalacaksa ve onun da ne zaman olacağı meçhulse nasıl çalışmayı erteleyebiliriz ki? Dünyada “din”lenecek, mezarda dinleneceğiz.

    Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç: “Kaba bir dindarlık cakası satma adına tatile karşı çıkmanın bir manası yok”

    Bu sorunun cevabı “tatil” kelimesine yüklenen anlama göre değişir. İnsan bedenli bir varlıktır. İstirahate ihtiyacı vardır. “Seyahat ediniz” tavsiyesi bununla beraber düşünülürse “kültür turizmi”, “dinî ziyaretler turizmi”, “sağlık turizmi” gibi seyahat türleri dindar kişiler için de niye uygun olmasın ki… Aile fertleri arasında kaynaşma, dostluklar, ibret alma, diğer şehirleri ve insanları tanıma, diğer kültürleri tanıma, tabiatı dinleme ve teferrüç etme gibi birçok faydaları vardır. Hasılı, getirisi çok fazladır. Kaba bir dindarlık cakası satma adına buna karşı çıkmanın bir manası yoktur.

    Diğer yandan konunun ekonomik bir tekabülü de olduğu için bazı ülkelerde olduğu gibi hükümetler vatandaşlarına seyahat yardımında bulunmalıdırlar. Herkes bundan istifade edebilmelidir. Mesela Japon devleti her sene seyahate gitmeyen vatandaşını adeta dövmektedir. Malezya yeni evlenen her çifte bir umre seyahati hediye etmektedir. Iran bu konuda vatandaşlarına subvansiyon uygulamaktadır v.s. Netice: Yatay seyahatin sembolizmi dikey (enfusi) seyahatin sembolizmini tedai eder.

    Şükrü Hüseyinoğlu: “Müslüman için atıl kalmak düşünülebilecek bir durum değildir”

    Tatil, sanayileşme ile birlikte Batı toplumunun ürettiği bir olgu olarak karşımıza çıkar. Sanayileşme, daha çok üretim ve bunun için de daha çok tüketim sarmalında köleleştirdiği insanları yılda bir müddet dinlendirmek istemiş ve bunun için de tüm zamanlarını satın aldığı işçilere birkaç haftalık bir zaman lütfetmiştir. İşte bunun adı tatildir.

    Tatil, bize sadece bu temel vasfıyla değil, kelime anlamı olarak bile yabancı bir olgudur. Doğrudan doğruya “atıl kalmak” demektir ki, Müslüman için atıl kalmak düşünülebilecek bir durum değildir. Rabbimiz, İnşirah suresinde bizlere “Bir işten boş kaldığın zaman başka bir işe koyul” buyruğunu vermektedir. Umreden henüz yeni dönmüş, dolayısıyla Müslüman için dur-durak olmadığını/ olamayacağını yakinen görmüş biri olarak, “tatil” planları yapan Müslümanlara şaşkınlığımın daha da arttığını söyleyebilirim. Hz. Peygamber ve arkadaşları o zor şartlar altında, yorucu ve yıpratıcı mücadeleleri içinde “tatil” yapmaya kalkışsalardı İslam bizlere kadar gelebilir miydi?

    Prof. Dr. Orhan Çeker: “Son zamanlarda bizimkiler, bayramları da tatile çevirmeye başladılar”

    Müslümanın tatili olmaz, olmamalıdır. Biz şimdiki yaşam biçimine bakarak tatil yapma ihtiyacı hissetmekteyiz. Hayat anlayışımızda tatil diye bir beklenti ve kültür olması sebebiyle zihnen ve ruhen böyle bir ihtiyaç hissetmekteyiz. Zihnimizde tatil düşüncesi olmasa tatil ihtiyacı da hissetmeyiz.

    Müslüman, tatili, Allah için yaptığı hizmet planı içinde zaten var sayar. Mesela Müslüman bir hizmet için başka bir ile gitse bunu aynı zamanda bir dinlenme tatili sayar ve öyle gider. Ya da bir tatile gidecek olsa, “bunun yanı sıra gittiğim yerde nasıl bir hizmet ederim” diye hesap yapar.

    Bir de şunu ekleyeyim: Son zamanlarda bizimkiler, bayramları da tatile çevirmeye başladılar. Bayram öncesi tatil yerlerinden yer ayrılmakta ve bayram günleri süresince insanımız o yerlerde tatil yapmakta, evini kapalı tutmaktadır. Bunun İslam dini ile ilgisi yoktur. Bayram, ziyaret demektir. Evinde duracaksın, ziyaretçi kabul edeceksin, ziyarete gideceksin, derde ve sevince ortak olacaksın. Bu geleneğimizin yozlaşmaya yüz tuttuğunu görüyorum. Bunu şiddetle kınıyor ve ayıplıyorum.

    Can Alpgüvenç: “Müslümana tatil yapmak değil, sadece ve sadece çılgın gibi çalışmak düşer”

    İçinde yaşadığımız helâket ve felâket asrında Müslümana tatil yapmak değil, sadece ve sadece çılgın gibi çalışmak düşer. Yeryüzünde halkı Müslüman olan devletlerin hemen hemen hepsi ekonomik, sosyal ve kültürel yönden geri kalmış, Batılı Hıristiyan devletlerin direkt veya dolaylı kontrolleri altına girmiştir. Müslümanlara değil tatil yapmak, uyumak bile haramdır.

    Ecdadımız tatil yapmak bir yana, ara vermeksizin ölünceye kadar dine ve halka hizmetten geri durmamıştır. Meselâ;Mimar Koca Sinan, “Ustalık eserim” dediği Selimiye’yi 80 yaşında tamamlamış, Sultan Süleyman hiç mecbur olmadığı halde 71 yaşında Zigetvar önlerinde şehit olmuş, Tiryaki Hasan Paşa 85 yaşlarında Kanije önlerinde koca bir Avusturya ordusunu bozguna uğratmıştır. Tarihimiz bunlara benzer sayısız örnekle doludur.

    Son 15-20 yıldır -zenginleştikçe- maalesef gelenek haline gelen tatil modasına uymak zorunda kalan Müslümanlar, eğer kendilerini bu hastalıktan korumakta aciz kalıyorlarsa, bulundukları ya da gittikleri beldelerde dinî gayret ve faaliyetlerine devam etmeli, toplumdan kopuk, deniz ya da orman köşelerinde yaz boyu süren hayat tarzlarına kesinlikle itibar etmemelidir. Bu hal, yarın ahirette mutlaka mesuliyetlerini mucip olacaktır. Cenab-ı Allah’ın böylesine vurdumduymaz keyiflerin hesabını bizden soracağını düşünüyorum.

    Suriye alevler içinde… Filistin yıllardır kangren… Libya öyle, Somali, Sudan öyle… Dünya Müslümanları felâket üstüne felâketle boğuşurken tatil beldelerinde yiyip içip yan gelip yatmayı bir Müslüman nasıl içine sindirebilir? Müslüman fiilen bir şey yapamasa bile; evratla, ezkârla meşgul olup din kardeşleri için her an duada olmalıdır. Ben, kendisini Müslüman kabul eden insanların, kardeşlerinin acılarına sadece kuru kuruya “Ah” “Vah” ederek yazlıklarında keyif çatmalarını en azından ayıplıyorum.

    Ümit Şimşek: “Asıl eğlenme ve dinlenme mekânı dünyadan sonradır”

    Batının bize sunduğu hayat tarzı, çok tüketmek, az çalışmak, çok eğlenmek. Hatta mümkünse hiç çalışmamak… Hayatta çalışma konusu bir dengeye oturtulmalıdır. MeselaBediüzzaman “beşte bir” gibi bir oran koyar. İnsan ruhunun da keyifli hevesâta ihtiyacı vardır ama bu beşte dört olmamalıdır, beşte bir olmalıdır der.

    Hz. Ömer’in de bu konuda bir sözü var: “Haftada bir gün tatil vermezseniz, tüm haftayı tatil yaptırırsınız” der. Yani bir nefes alma fırsatı verilmelidir. Ama gaye değil, amaç değil, araç olacaktır. Hayatından beklenen gayeyi gerçekleştirmek için lazım olan enerjiyi sağlayacak, tazelenmeyi sağlayacak bir araç olacaktır. Asıl eğlenme ve dinlenme mekânı dünyadan sonradır. Yani burası çalışma, orası meyve toplama mekânıdır.  Necm Suresi’nde; “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır” buyuruluyor. Dolayısıyla işin temelinde çalışmak vardır.

    Ramazan Işık: “Yazın birkaç hafta tatil için bir yerlere gitmenin ne mahsuru var?”

    Müslümanın tatili tabi ki olur. Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz; “Men la tatile lehu la tahsile leh…” yani; “Tatili olmayanın tahsili de yoktur” buyurmaktadır. Burada, kafasını, zihnini, bedenini dinlendirmeyenin, tatil yapmayanın tahsil durumu olmayacağı ifade ediliyor. Tatil, burada yan gelip yatmak demek değildir. Çalışmalarımıza biraz daha hız verebilmemiz için, dinlenmek, deşarj olmak anlamındadır. Tatil yapacağız ki daha verimli bir çalışma temposuna girebilelim.

    “Tatil” kelimesi zaten Arapça bir kelimedir. Mesela Araplar “taattalatil medarisu”  derler. Yani “okular kapandı, yani son verildi” demektir bu… Bir işi geçici olarak bırakmak, ara vermek söz konusudur bu kelimenin anlamında… Okullar kapanınca derslere ara verilmiş olduğu için bu kelime kullanılır. İnsanlar yıl boyu çalışıyor, zihnen ve bedenen yoruluyor, yıpranıyorlar. Yazın birkaç hafta ağaçlar olan, ırmaklar olan bir yerlere gidiyorlar. Bunda ne mahsur olacak? Hatta dinimiz bunu tavsiye de ediyor. Cenab-ı Allah Kur’an-ı Kerim’de “essayihun” buyurarak “seyahat edenler”i övüyor. Önemli olan bu seyahatin Allah’ın sınırları içinde olmasıdır. Yani “tatil yapıyorum” diye farzları terk ederse, ibadetlerinden, namazından, Kur’an’ından ve diğer dinî vecibelerinden uzak kalırsa o tatil, tatil olmaz.

    Hekimoğlu İsmail: “Müslümanın tatili ölümdür”

    Risale-i Nur’da “Mevt, vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır.” Demek ki Müslümanın tatili ölümdür. Dünya ise cennetin bekleme salonudur.

    Efendim okullar kapandı, tatile gideceğiz diyorsanız, tatilde kâinat kitabını açın okuyun. Ağaçları, kuşları, çiçekleri, meyveleri yaratanı tefekkür edin. Çocuğunuza camileri gezdirin, mezarlıkları, türbeleri gezdirin. Tatilde boş vakit geçirmeyin. İslam’a nasıl hizmet ederim diye düşünün. Cehenneme gitmek isteyenlere bakıp, onların cehenneme gitmek için ne kadar gayretli olduklarını görüp, siz de cennete gitmekte daha gayretli olun. Biz cehenneme gitmek isteyenlerin gayreti ve fedakârlığı kadar cennete gitmek için gayret ve fedakârlık etmezsek yazık olur bize…

    Ahmet Kalkan: “Cami kubbelerinin altındaki tatlı serinliklerde tatil yapılmalıdır”

    Müslümanın tatili de, eğlencesi de olur fakat bu ancak Müslümanca olabilir. Nefsimizin de bizim üzerimizde hakkı vardır. O hakkı fıtrî özellikler çerçevesinde yerine getirmek gerekir. Mesele tatil yapıp yapmamak meselesi değil, tatili nasıl yapacağımız meselesidir.

    Biz ve çocuklarımız tatili nasıl değerlendirmeliyiz? Mesela tatilde, müfredatı önceden tespit edilmiş, planlı, programlı dersler yapılabilir, kitap okuma saatleri düzenlenebilir. Bu derslerde inanç ve ahlâk eğitimleri öncelikli olmalıdır. Tatilde eğer aile bu eğitimi veremiyorsa, çocuklarına İslâm’ı, tevhidi, cahiliye kurumlarındaki şirk ve küfrü güncel boyutlarıyla anlatacak hayırlı insanlara müracaat etmelidirler. Yaz sıcağında sahillerde tatil değil; koruyucu ve kuşatıcı şemsiyeler şeklindeki cami kubbelerinin altındaki tatlı serinliklerde tatil yapılmalıdır.

    Müslümanlar açısından “boş kalmak, işlevsiz olmak” anlamında “tatil”, sığınak değil; ancak şeytânî bir tuzaktır. “Boş zaman” kavramı, “tatil” kavramı gibi, modern çağın zihnimize ve oradan da tüm organlarımıza bulaştırdığı bir virüstür. İslâm’da “boş vakit” kavramına yer yoktur. Çünkü dinimiz, her anımızdan hesaba çekileceğimiz bilinciyle zamanımızı hep dolu dolu geçirmemizi ister.

    Prof. Dr. Bedri Gencer: “Dinlenme, kalbin itminanı, bu da ancak Allah’ın zikri ile mümkün”

    Burada soruyu Müslim/gayr-i Müslim değil degeleneksel insan/modern insan ikiliği açısından ele alarak “(geleneksel) insanın tatili olur mu?” diye sormak gerek.

    Türkçe tatil karşılığında kullanılan “holiday” kelimesi, aslında “kutsal gün, bayram” anlamına gelmektedir. Malum, bayram, dinlenme veya tatil değil, sabır gerektiren bir çalışmanın ardından verilen mükâfat sevincini Yaradan ve Yaratılanlarla paylaşma anlamına gelir. Bu anlamda İbrahimî dinlerde haftalık ve yıllık bayramlar vardır. Max Weber ve Walter Benjamin gibi Alman Protestan ve Yahudi yazarların tespit ettiği üzere Püriten kapitalistler, sermaye birikimi aşamasında dur-durak bilmeyen bir çalışma anlayışıyla Katolik bayramların çoğunu abes diye bertaraf etti. Onlara göre arkasından bayram gelecek sıradan bir gün yoktu, her çalışma günü kutsaldı.

    Ancak insan, bir makine olmadığı için bu gayr-i insanî çalışma temposunun sürdürülmesi imkânsızdı. Zamanla kapitalizm haddizatında bir din haline gelince Türkçe’de “bayram” anlamına gelen İngilizce “holiday” kelimesi, seküler bir bayram olarak tatil anlamı kazandı. Bu, kapitalizmin kısırdöngüsünü yansıtan bir kavramdı. Kapitalist, ekonomik insan, nasıl üretmek için tüketmek zorundaysa, çalışmak için de enerji toplamak üzere tatil yapmak zorundaydı. Aynı zamanda önemli bir hizmet sektörü kılınabilmesi için tatilin modern bir ihtiyaç olarak kutsanması gerekiyordu; İngilizce “kutsal gün, bayram” anlamına gelen “holiday” kelimesine “tatil” anlamı verilmesi bunun içindi.

    Günümüz toplumunda tatil, seküler bir bayram haline getirildi

    Doğrudan “Müslüman açısından tatilin anlamı” sorusuna geldiğimizde dört şıklı bir cevap verebiliriz. Birincisi, Arapça “âtıl” kelimesinden gelen tatil, “çalışmayı kesme, atıl kılma” anlamına gelmektedir. Hâlbuki haftalık veya yıllık çalışma süresinin ardından gelen bayram, bu anlamda tatil değil, sabır gerektiren bir çalışmanın ardından verilen mükâfat sevincini Yaradan ve Yaratılanlarla paylaşma anlamına gelir. Bu şekilde insana maddî ve manevî enerji veren asıl dinlenme vesilesi bayramlardır. Ancak trajedimiz şudur ki Türkiye gibi seküler bir toplumda asıl dinî bayram günü olanCuma, sıradan bir çalışma gününe çevrilirken bizim için çalışma günü olan Pazar tatil kılınmıştır. Bu şekilde haftalık bayramlarımız iptal edilirken Allah’tan Ramazan ve Kurban olarak yıllık iki bayramımız tanınmıştır.

    Ancak maalesef onlardan özellikle Kurban Bayramı da giderek anlamını kaybetmiştir. Günümüz toplumunda tatil, seküler bir bayram haline getirilip, modern bir ihtiyaç olarak kutsanırken son yıllarda Türkiye’de dinî bayramlar da içi boş tatil vesilelerine çevrilmiştir. Akrabalarıyla bayramlaşmak, sıla-i rahim yerine tatil beldelerinden yorgun-argın dönen insanların arasında yer alan Müslümanların oranı da maalesef giderek artmıştır.

    Hakiki dinlenme, Nakşibendîlikte “Hûş der dem” denen zikir terbiyesi ile mümkündür

    İkincisi, Müslüman dâhil geleneksel insanın dinlenme ihtiyacını ifade eden kavramlar olan “istirahat” ile “teneffüs”, aslında mistik=tasavvufî kavramlardır. İstirahat’ın türediği “ruh” ile teneffüs’ün türediği “nefes” kelimeleri, dünyanın belli başlı bütün dillerinde anlamdaştır ki bu en somut Arapça iştikakta görülür. ”Onu şekillendirdiğim ve ruhumdan üflediğimde” (Hicr,29) ayet-i celilesinde beyan edildiği üzere, Cenab-ı Hakkın üflediği ruhu, insan solumaktadır. Burada üfleme=nefh ile soluma=nefes kelimeleri arasındaki irtibat, ilk iki harflerinin (n+f) ortaklığında açıkça görülür. Bu itibarla “dinlenme” anlamında “istirahat” ile “soluklanma” anlamında “teneffüs” anlamdaştır.

    İnsan zaten sürekli gayr-i ihtiyarî teneffüste bulunduğuna göre burada kast edilen dinlenmek, “istirahat için bilinçli ve nitelikli teneffüs”tür. Bugün okullarda verilen ders aralarına teneffüs denmesinde böyle derin bir anlam yattığını keşfetmek, insanları şaşırtacaktır.

    İnsan, “he” sesi ile nefes alıp verir ki burada “he” sesi, Cenab-ı Hakkı ifade eden hüviyetin “he”sine işarettir. Ancak bu, zikre yönelik iradî değil, gayr-i iradî bir teneffüs olduğu için dinlenme sayılmaz. Dinlenme, kalbin itminanı, bu da ancak Allah’ın zikri ile olduğu için hakiki dinlenme, Nakşibendîlikte “Hûş der dem” denen zikir terbiyesi ile mümkündür. “Hûş der dem”, Allah’tan gâfil olarak tek bir nefes bile almamak demektir. Bunun Budizm’deki karşılığı olan Yoga, bazı Türk sosyetiklerinin bile itibar ettiği seküler bir teneffüs tekniği haline gelmiştir.

    Kalplerinizi dinlendirin, onları (nükteli) hikmetli sözler yoluyla dinlendirmeye bakın

    Üçüncüsü, Müslüman için dünyevî anlamda çalışma, bir amaç değil, araçtır. İnsan, kapitalizmin gördüğü gibi bir çalışma makinesi, modern dünyanın resmen hür olan fiilî paryası olmadığına göre kapitalist hizmet endüstrisinin karşılayacağı bir tatil ihtiyacı da olamaz. Her şeyin bir değişim, alışveriş konusu olduğu kapitalizmin kısırdöngüsü, tatil örneğinde somut olarak görülür. İnsanların tatil bedelini karşılamak için çalışmaya mecbur oldukları kısır bir kölelik sisteminin geleneksel dünyada karşılığı yoktur; “üretim için tüketim, tüketim için üretim” kısırdöngüsünde olduğu gibi, “çalışma için tatil, tatil için çalışma”.

    Geleneksel dünyada bedenden ziyade kalp, ruh kökünden gelen “tervih/istirahat = dinlendirme/dinlenme”ye ihtiyaç duyar ki bu parayla değil, namazda somutlaşan dua ve zikirle, sohbetle olur. Nitekim nebevî, tasavvufî dilde kalp, ruh demektir. Kâinat’ın Efendisi ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmın “Ravvihû’l-kulûbe sâ’aten ve sâ’aten” yani “Zaman zaman kalplerinizi dinlendiriniz” (Sehâvî, el-Makâsıdu’l-Hasene, 511) buyurduğu gibi. Benzer bir hadisinde de ilim beldesinin kapısı Hazret-i Ali radıyallahu ‘anh şöyle buyuruyor: Kalplerinizi dinlendirin, onları (nükteli) hikmetli sözler yoluyla dinlendirmeye bakın, Çünkü bedenlerin bıktığı gibi kalpler de bıkar” (Hatîb el-Bağdâdî, el-Câmi’ li-Ahlâkı’r-Râvî ve Âdâbi’s-Sâmi’, Muhammed Accâc el-Hatîb (yay.), Beyrut: Müessesetu’r-Risâle, 1994, II/129).

    Fahr-ı Kâinat ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm, dünya gailelerinden biraz bunaldığında Bilâl-i Habeşî Hazretleri‘ne dönerek “Erihnâ yâ Bilâl=Bizi dinlendir ey Bilâl” derdi. Bunun üzerine Bilâl kalkar bir ezan okur, arkasından namaz kılarlardı. Nitekim “terâvîh namazı“, lâfzen “dinlendirmeler namazı” demektir. Bu itibarla farzlara ilave olarak kılınan nafile namazlar, “mürevvihu’l-kulûb”, kalpleri dinlendiren namazlardır.

    Dördüncüsü, Müslüman için tatil veya dinlenme, asla mutlak atıl, boş kalmak değil, alan değiştirmektir; yazmaktan yorulan bir hocanın ders anlatmaya geçmesi, ondan yorulunca Kur’ân tilavetine, ondan da yorulunca vakti gelen namaza kalkması gibi. “Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve Rabbine yönel” (İnşirâh/7-8) ayetinde buyurulduğu gibi.

     

    Aydın Başar 

    Dünyabizim

  • Türkiyede Kaç Cami Var ?

     

    Türkiye’de en çok sayıda cami İstanbul’da bulunuyor. 3 bin 87 camisi bulunan bu ili 3 bin 25 camiyle Konya, 2 bin 788 camiyle Ankara2 bin 612 camiyle Samsun, 2 bin 546 camiyle Kastamonu, 2 bin 60 camiyle Antalya,bin 978 camiyle Ordu,bin 903 camiyle Trabzon, bin 767 camiyle İzmir, bin 735 camiyle Diyarbakır, bin 642 camiyle Manisa, bin 638 camiyle Balıkesir, bin 626 camiyle Bursa, bin 581 camiyle Şanlıurfa ve bin 499 camiyle Erzurum izliyor.

    KUDAKA, KUZEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ

    Diyanet İşleri Başkanlığı 2010 yılı verilerine göreTürkiye’de 81 bin 984 cami bulunuyor. Bu camilerin 2 bin 293’ü Erzurum, Erzincan ve Bayburt’un yer aldığı KUDAKA bölgesinde, 4 bin 102’si Erzurum, Erzincan, Bayburt, Ağrı, Kars, Iğdır ve Ardahan’dan oluşan Kuzeydoğu Anadolu Bölgesinde, 9 bin 285’i Doğu Anadolu Bölgesinde, 13 bin 186’sı da Erzurum’la birlikte 16 ili barındıran 5’inci Teşvik Bölgesinde yer alıyor.

    ERZURUM’UN PAYI

    Erzurum’un cami sayısı KUDAKA Bölgesinde yüzde 65.3, Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi’nde yüzde 36.54, Doğu Anadolu Bölgesinde yüzde 16.1, 5’inci Teşvik Bölgesinde yüzde 11.3, Türkiye toplamında ise yüzde 1.8’lik pay gösteriyor. Cami sayısı bakımından KUDAKA’nın Türkiye payı yüzde 2.7’lik dilim oluştururken, Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi yüzde 5, Doğu Anadolu Bölgesi yüzde11.3, 5’inci Teşvik Bölgesi ise yüzde 16’lık pay ediniyor.

    DOĞU ANADOLU İLLERİ CAMİ SAYISI DAĞILIMI

    Doğu Anadolu Bölgesinde en çok sayıda Cami Erzurum’da bulunuyor. Bin 499 camisi bulunan Erzurum’u bin 280 cami ile Van, 936 camiyle Elazığ izliyor. Bölgenin diğer illeri olan Malatya7da 915, Ağrı’da 835, Bitlis’te 681, Erzincan’da 555,Muş’ta 545, Bingöl’de 540,Kars’ta 488, Hakkari’de 418, Ardahan’da 265, Iğdır’da 221, Tunceli’de ise 117 cami bulunuyor. 

     


    5’İNCİ TEŞVİK BÖLGESİ CAMİ SAYISI DAĞILIMI

    Erzurum’un içinde yer aldığı 5’inci Teşvik Bölgesinde iller cami sayısı dağılımı ise şöyle; 
    Osmaniye 524, 
    Aksaray 565, 
    Niğde 402, 
    Yozgat 946, 
    Çankırı 652, 
    Sinop 1.049, 
    Tokat 1.140, 
    Ordu 1.978, 
    Giresun 1.398, 
    Gümüşhane 509, 
    Erzurum 1.499, 
    Bayburt 239, 
    Tunceli 117, 
    Adıyaman 701, 
    Kilis 208 ve 
    Kahramanmaraş 1.259. 

  • Hangi Televizyonlar Regaip Kandili Programı Yapıyor

     

     

    REGAİP KANDİLİ MÜNASEBETİYLE , RESMİ VE ÖZEL TV KANALLARI İŞBİRLİĞİ İLE HAZIRLANAN
    “KUR’AN-I KERİM VE MEVLİT PROGRAMLARI”

    TRT 1

    20.00
    DİYARBAKIR
    Cebel-i Nur Camii

    Kanal 7

    22.45
    Eyüp/İSTANBUL
    Eyüp Sultan Camii

    Sun TV

    20.15
    Selçuklu/KONYA
    Hacıveyiszade Camii


    Kon TV

    20.15
    Meram/KONYA
    Kapu Camii


    Samanyolu TV

    20.30
    Fatih/İSTANBUL
    Sultanahmet Camii

    Beyaz TV

    Akşam Namazından Sonra
    Çankaya/ANKARA
    Kocatepe Camii

    Semerkant TV

    Yatsı Namazından Sonra
    Fatih/İSTANBUL
    Süleymaniye Camii

    Rumeli TV

    Akşam Namazından Sonra
    EDİRNE
    Selimiye Camii

    TRT AVAZ TV

    20.00
    İlkadım/SAMSUN
    Site Camii

    TGRT HABER

    Akşam Namazından Sonra
    Yenişehir/MERSİN
    Hz.Mikdat Camii

    DÜNYA TV

    Akşam Namazından Sonra
    Toroslar/MERSİN
    İrşat Nur Camii