Yıl: 2012

  • O, Yalnız yürür, Yalnız ölür ve Yalnız haşrolur

    Bu kabile mensupları, Araplar tarafından savaşların yasak kabul edildiği Haram Aylar’da dahi kervanlara baskınlar düzenleme ve adam öldürme adetlerinden vazgeçmemişlerdir. Bu kabilenin bir mensubu olarak Cündeb b. Cünâde de yol kesip yağma faaliyetlerine iştirak etmiş, hatta bu konuda kavmi içinde şöhret bulmuştur. Ancak bu özelliğine rağmen onun Cahiliye dönemi Arap hayatında en yaygın inanç şekli olan puta tapıcılıktan uzak durduğu da kaynaklarda zikredilir.

    İslam dinini kabul etmesinden önceki gözüpekliğini Mekke’de de sergileyen Ebû Zer (ra), gizli davetin gerçekleştiği ve Müslüman olanların ancak Mekke’nin uzak vadilerinde toplanıp ibadet edebildikleri bir dönemde Kâbe’ye giderek İslam’a girdiğini herkese açıklama cesaretini gösterdi. Üstelik bununla da iktifa etmeyerek orada bulunan müşrikleri, puta tapmaktan vazgeçip tevhid inancını benimsemeye çağırdı.
     
    Yurduna döndü ve halkını dine davete başladı.

    Ebû Zer (ra), Hz. Peygamber’in miladi 610 yılında davete başladığı haberini alınca derhal Mekke’ye geldi ve O’nun huzurunda İslam’a girerek ilk Müslümanların arasına dahil oldu. Bu sebeple ki o, ilk bedevi Müslüman kabul edilir. İslam dinini kabul etmesinden önceki gözüpekliğini Mekke’de de sergileyen Ebû Zer (ra), gizli davetin gerçekleştiği ve Müslüman olanların ancak Mekke’nin uzak vadilerinde toplanıp ibadet edebildikleri bir dönemde Kâbe’ye giderek İslam’a girdiğini herkese açıklama cesaretini gösterdi. Üstelik bununla da iktifa etmeyerek orada bulunan müşrikleri, puta tapmaktan vazgeçip tevhid inancını benimsemeye çağırdı. Onun davranışını kendileri için bir saygısızlık ve meydan okuma olarak kabul eden Mekke uluları, hep birlikte üzerine saldırarak onu feci bir şekilde dövdüler. Ebû Zer (ra)’i, linç girişiminden Hz. Peygamber’in amcası Abbas’ın (ra) müdahalesi kurtardı. Abbas, onu müşriklerin elinden alabilmek için Ebû Zer (ra)’in kabilesi Gıfârlıların kervanlara saldırmakla meşhur olduklarını, şayet ona zarar verirlerse Kureyş’in kervanlarını, Gıfârlıların saldırılarından korumalarının mümkün olmayacağını söyledi. Ticaretlerinin engellenmesi endişesi karşısında Mekkeliler derhal Ebû Zer (ra)’i serbest bıraktılar. Buna rağmen o, ertesi gün yine aynı yerde Müslümanlığını açıklamak suretiyle müşrikleri kızdırmış ve yine saldırıya uğramıştır. Olaydan haberdar olan Rasûlullah, onu yanına çağırarak Mekke’de kalmasının hem kendisi hem de diğer Müslümanlar için tehlike oluşturacağı endişesiyle yurduna gitmesini, orada kendi kabilesini İslam’a davet etmesini ve çağrılmadıkça Mekke’ye gelmemesini istedi. Ebû Zer (ra) Hz. Peygamber’in tavsiyeleri doğrultusunda yurduna döndü ve halkını dine davete başladı. O kadar ki Hz. Peygamber’i görmeden Gıfârlı pek çok bedevi Arap, onun vasıtasıyla İslam dinine girdi.

    O, yalnız yürür, yalnız ölür ve yalnız haşrolur

    Ebû Zer (ra), Müslüman olmasından itibaren hicretin 5. yılına kadar geçen uzun süre zarfında Benî Gıfâr yurdunda yaşadı. Nihayet Hendek gazvesinin ardından Medine’ye intikal ederek muhacirler arasına katıldı. Medine’ye hicretten sonra da Hz. Peygamber’in mescide bitişik olarak inşa ettirdiği Suffe denilen eğitim ve barınma merkezinin müdavimleri arasına katılıp Ashâb-ı Suffe’den biri oldu. Bu dönemde sürekli olarak Rasûlullah’ın yakınında bulundu, O’ndan doğrudan ilim almaya başladı. Diğer taraftan da bütün sivil ve askerî faaliyetlere Hz. Peygamber ile birlikte iştirak etti. Müslümanlar için en zorlu askerî harekâtlardan biri olan Tebük seferi esnasında zayıf devesi ile yolculuk yapmak zorunda kalan Ebû Zer (ra), ordunun konaklama yerine ancak sonradan ulaşabildi. O, gidiş yolunda bulduğu suyu kendisi içmemiş, Müslümanlara getirmişti. Bu davranışından son derece memnun ve müteessir olan Allah Rasûlü ona hayır duada bulunmuş ve ashabına “o, yalnız yürür, yalnız ölür ve yalnız haşrolur” demek suretiyle onun daha sonraki hayatı hakkında bilgi vermiştir.

    Müslim’de geçen bir rivayete göre Ebû Zer (ra), Hz. Peygamber’den kendisine idarecilik verilmesini talep etmiş ancak kendisine bu görevin sadece yönetim konusunda yeterli kişiler tarafından yerine getirilmesi gerektiği, aksi halde büyük sorumluluk sebebi olduğu söylenince talebinden vazgeçmiştir. Bundan dolayıdır ki o, ölümüne kadar hiçbir zaman görev talebinde bulunmamış, yapılan teklifleri de kabul etmemiştir.

    Gerek Suriye gerek Mısır gerekse İran fetihlerinde elde edilen muazzam ganimetler sonucunda toplumda görülen refah ve devlet adamlarının harcamalarındaki artış, Ebû Zer ile zamanın idarecileri arasında tartışmalara sebep oldu. O, insanların dünya malına temayül göstermelerini, bilhassa Emevî idarecileri ile bazı zengin Müslümanların ihtiyaç fazlası mallarını Allah yolunda sarf etmeyip biriktirmelerini (kenz) şiddetli bir şekilde eleştirmeye başladı.
     
    Dünyevileşme Karşıtı

    Ebû Zer’in (ra), Hz. Ebû Bekir (ra) ve Hz. Ömer (ra)’in halifelikleri döneminde sakin bir hayat yaşadığı anlaşılmaktadır. O, bu süreçte Müslüman askerlerle birlikte Suriye fetihlerine iştirak etti ve halife Hz. Ömer (ra)’in kendisine bağladığı maaş ile hayatını mütevazı şartlarda devam ettirdi. Suriye ve Ürdün fetihlerinin ardından Mısır fethine iştirak etti, burada bir müddet kaldıktan sonra tekrar Medine’ye döndü. Ebû Zer’in (ra) İslâm tarihi kaynaklarında adının sıkça zikredildiği dönem Hz. Osman (ra)’ın halifeliği zamanıdır. Bu sürecin başlangıcında tertip edilen seferlere bir asker olarak iştirak eden Ebû Zer (ra), Şam eyalet valisi Muaviye’nin Anadolu seferleri ve Kıbrıs fethine de katıldı. Gerek Suriye gerek Mısır gerekse İran fetihlerinde elde edilen muazzam ganimetler sonucunda toplumda görülen refah ve devlet adamlarının harcamalarındaki artış, Ebû Zer ile zamanın idarecileri arasında tartışmalara sebep oldu. O, insanların dünya malına temayül göstermelerini, bilhassa Emevî idarecileri ile bazı zengin Müslümanların ihtiyaç fazlası mallarını Allah yolunda sarf etmeyip biriktirmelerini (kenz) şiddetli bir şekilde eleştirmeye başladı. Altın ve gümüşü Allah yolunda sarf etmeyip biriktirenleri elem verici bir azap ile korkutan ayetlere dayanarak (Tevbe, 34-35), ihtiyaç fazlası malın elde tutulmayarak derhal Allah yolunda harcanması gerektiğini savunan Ebû Zer (ra), bu konuda halife Hz. Osman (ra)’ı göreve çağırarak elinde ihtiyacından fazla mal bulunan Müslümanların sahip olduklarının devlet zoruyla müsadere edilmesini ve ihtiyaç sahiplerine dağıtılmasını istedi. Buna karşılık Hz. Osman (ra) da kendisinin devlet başkanı olarak ancak zekât konusunda insanları zorlayabileceğini, onları tasaddukta bulunmaya teşvik edebileceğini ancak farz olan, zekâtı verilmiş malın tasarrufunun sadece sahibine ait olduğunu, halifenin bu konuda bir yetki ve sorumluluğunun bulunmadığını söyledi. Buna rağmen Ebû Zer (ra) insanları dünya malından uzak durmaya, zühd ve takvaya yöneltmeye dair görüşlerini açıklamaya devam etti. Üstelik fikirlerini daha da sertleştirerek Müslümanların malını kendi malları gibi harcadıkları iddiasıyla devlet idarecilerini itham edici boyuta taşıdı. Bu sebeple, düşüncelerinden rahatsız olanların sözlü ve fillî müdahaleleriyle karşı karşıya kaldı. Hz. Osman (ra) da bunun üzerine, eleştirdiği insanlar tarafından kendisine daha büyük bir zarar gelebilir endişesiyle belli bir süre ikamet etmek üzere onu Medine’den Şam valisi Muaviye’nin yanına gönderdi. Ebû Zer (ra) burada da aynı görüşleri toplum içinde seslendirmeye devam etti.

    Onun dünya malına düşkünlük konusundaki eleştirilerinden bölge valisi Muaviye de nasibini aldı. Kaynaklarda Muaviye’nin onun görüşlerinin samimiyetini test etmek üzere kendisine bir kese altın gönderdiği, ertesi günü de aynı şahsı yollayarak altının yanlışlıkla gönderildiğini ve geri alınması gerektiğini bildirdi. Ancak Ebû Zer (ra), gelen altını geri vermeyeceğini, zira alır almaz altınları ihtiyaç sahibi insanlara dağıttığını söyledi. Bu hadise üzerine muhatabının görüşlerindeki samimiyetine inanan ancak bu düşüncelerin seslendirilmesinin idare ettiği şehirlerde problem çıkaracağından endişelenen Muaviye, halifeden onu yeniden başkente almasını istedi.

     

    Medine’ye dönüşünün ardından, dünyevileşme karşıtı fikirlerini daha şiddetli bir şekilde seslendirmeye başlayan Ebû Zer (ra) bu konuda kendisini destekleyen insanlar da bulmaya başladı. Diğer taraftan bu fikirler fetihler sonucunda refah toplumu içinde yaşamaya başlayan varlıklı insanları hissedilir bir şekilde rahatsız etmeye başladı. Toplumda bir iç çatışmanın belirtileri görülüyordu. Üstelik halife ailesinin bazı gençleri, kendilerine sataştığı gerekçesiyle Ebû Zer’i (ra) dövdüler. Bunun üzerine Hz. Osman (ra) hem muhtemel bir dahilî problemi engelleme hem de Ebû Zer (ra)’e gelebilecek başka saldırıları bertaraf etme amacıyla onu Medine’ye yakın bir yerde bulunan, yerleşik bir alan olmayıp sadece gelip giden kervanların konakladıkları Rebeze denilen bir yere göndermeye razı etti.

    Kaynakların bazılarında onun halife tarafından sürgün edildiği söylenmekle birlikte buraya gitme konusunda kendisinin de rızasının alındığı anlaşılmaktadır. Zira Ebû Zer (ra)’in zorla gönderildiği bu yerden kendi isteğiyle başka bir yere gitme imkânı her zaman vardı. Ebû Zer (ra)’in Medine’den gönderilmesi ashab arasında rahatsızlık meydana getirdi. Halifeyi bu konuda eleştiren Hz. Ali (ra), onu Rebeze’ye hareketi esnasında uğurlamış ve oğullarını yanına refakatçi olarak göndermiştir. Vefatına kadar insanlardan uzak bir vaziyette bu konaklama yerinde hayatını devam ettiren Ebû Zer (ra), hicretin 32. yılının Zilhicce ayında (Temmuz 653) burada vefat etti.

    Ebû Zer el-Gıfârî’ye (ra) Hz. Osman (ra) yönetiminin muamelesi ve onun Medine’den ayrılarak Rebeze’de yaşamak durumunda bırakılması, Hz. Osman (ra) idaresine karşı dile getirilen en önemli eleştirilerden biri kabul edilir. Bir taraftan Ebû Zer (ra) Rebeze’de sürgün hayatı yaşarken, diğer taraftan Hz. Peygamber’in Taif’e sürgüne gönderdiği, halifenin amcası Hakem b. Ebu’l-Âs’ın Medine’ye gelmesine izin verilmesi, sürekli olarak karşılaştırılmış ve bu uygulama, halifeye karşı isyan gerekçelerinden biri olarak kabul edilmiştir.

    Gökkubbenin altında Ebû Zer’den daha doğru sözlü kimse yoktur

    Bu sebepledir ki hayatta olduğu gibi vefatından sonra da Ebû Zer (ra) siyasi ve içtimai hadiselerde dolaylı bir şekilde rol oynamıştır. Cesareti, samimiyeti, açık sözlülüğü ve doğruluğu ile ashab arasında şöhret bulan Ebû Zer (ra) hakkında Allah Rasûlü’nün, “gökkubbenin altında Ebû Zer’den daha doğru sözlü kimse yoktur” buyurduğu rivayet edilir. Zahidliği ile ünlenen ve dünya malına karşı en küçük bir meyli bulunmayan Ebû Zer (ra)’in bu haline Hz. Peygamber; “Ebû Zer, yeryüzünde İsa b. Meryem’in zühdüyle yürür” sözüyle şahitlik eder.

    Ashab-ı Suffe arasında olması sebebiyle Allah Rasûlü’nün en yakınında bulunma imkânından sonuna kadar istifade eden Ebû Zer (ra), ilmi bizzat kaynağından almış, ondan duyduğu hadisleri ezberlemiş ve bunları diğer Müslümanlara aktarma gayreti içinde olmuştur.

     Prof. Dr. Adem Apak



    Sonpeygamber
  • DGS ye Başvuracaklar Dikkat

     Meslek Yüksekokulları ile açıköğretim önlisans programları mezunlarının lisans öğrenimine Dikey Geçiş Sınavı’na (DGS) başvurular, 28 Mayıs’ta başlayacak. Sınav, 15 Temmuz’da yapılacak. 
      ÖSYM’den yapılan yazılı açıklamaya göre, 2012 DGS’ye meslek yüksekokulları ve açık öğretim ön lisans programlarından mezun olanlar ile son sınıfta olup da staj dışındaki mezuniyet şartlarını yerine getirmiş olanlar başvurabilecek. 
      KKTC meslek yüksekokullarının son sınıf öğrencileri ve mezunları, meslek yüksekokulu adını taşımayan fakat bir mesleğe hazırlayan ön lisans programlarından mezun olanlar ve aynı koşullarda yurt dışından mezun olup denkliği kabul edilenler de 2012 DGS’ye başvurabilecek. 
      İlahiyat Lisans Tamamlama Programları’na yerleştirme de DGS puanlarına göre merkezi olarak yapılacağından, bu programlara başvuracak adayların da DGS’ye girmeleri zorunlu olacak. 
      DGS’ye başvurular, 28 Mayıs-6 Haziran tarihleri arasında yapılacak. Sınavda adaylara lisans öğrenimindeki başarıda etkili olan sayısal ve sözel içerikli akıl yürütme becerilerinin ölçülmesine yönelik bir yetenek testi uygulanacak. Test sayısal ve sözel bölümlerden oluşacak 
      Yerleştirme işlemi sınav sonuçları açıklandıktan sonra merkezi olarak, adayların DGS puanları, tercihleri ve yükseköğretim programlarının kontenjan ve koşulları göz önünde tutularak bilgisayarla yapılacak. Tercih işlemlerinin ne zaman ve nasıl yapılacağına ilişkin bilgi, 2012-DGS sonuçları açıklandıktan sonra, ÖSYM’nin http://www.osym.gov.tr internet adresinde yer alacak. 
      Adaylar yükseköğretim lisans programları tercihlerini yaparken, tercih süresince ÖSYM’nin internet adresinden yayımlanan tercih kılavuzundan yararlanacak. 
      Tercih işlemlerinin ne zaman ve nasıl yapılacağına ilişkin bilgi, ÖSYM’nin “http://www.osym.gov.tr” internet sayfasında yer alacak. Sınava başvurmak isteyen adaylar, 2012 DGS Kılavuzu ile Aday Başvuru Formuna başvuru süresi içinde aynı internet adresinden ulaşabilecek. Kılavuz dağıtımı ve satışı yapılmayacak.

  • Kaderi Tartışmak Bizim Kaderimiz Mi ?

     

    İslam düşüncesi denilen şey, aklın vahiy yörüngesinde taakkul ettirilmesi sonucu ortaya çıkan yorumlardır. Özellikle de biz Kur’ân ve hadis metinleri üzerine düşünsel nüfuz yoluyla üretilen bir takım çıkarımlara İslam düşüncesi (İslami düşünce) ve bu yorumları yapan kişilere de İslam mütefekkiri / düşünürü diyoruz. Burada dikkat edilmesi gereken şeyse bu düşünürlerin Hıristiyanlıktaki gibi “kutsal yorumcular” olarak algılanmamasıdır. Çünkü İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur’ân ve Sünnet herkese açıktır.

     

    20. Yüzyılın önemli İslam düşünürlerinden Fazlur Rahman’ın deyimi ile: Hiçbir âlimin sözü İslam adına söylenmiş son söz değildir.

     

    Biz bu çalışmamızda İslam düşüncesi bağlamında kader meselesi üzerinde duracağız. Kader meselesinin ayet ve hadislerde nasıl geçtiği ve nasıl işlendiği, kader tartışmalarının tarihsel süreç içerisindeki gelişimi üzerinde durmadan, kader münakaşalarına meydan hazırlayan etkenler üzerinden, dünden bugüne İslam düşünürlerinin kader konusundaki görüşlerine ağırlık vererek İslami düşüncede kaderin nasıl anlaşıldığı konusunda bilgi vermeye çalışacağız.

     

    EZELİ SIR KADER

     

    Kaza ve kader meselesi, bütün bilginlerin ve filozofların zihinlerini meşgul etmiş, yormuş, kısacası insanların yaratıldığı günden bugüne kadar devam edip gelmiştir.

     

    KADER MESELESİNİN ORTAYA ÇIKIŞI

     

    Tarihi verilerde kader meselesinin ortaya çıkış sebebi olarak Hz. Osman dönemindeki yaşanan bir takım olumsuz gelişmeler ve özelliklede Hz. Ali dönemi siyasi olayları, Müslümanlar arasında ortaya çıkan Sıffin savaşı ve hakem olayı gibi siyasi gelişmeler gösterilir.

     

    Tarihi veriler bize göstermektedir ki Hz. Ali dönemindeki yaşanan siyasi gelişmeler, savaşlarda ölen insanlar, bu ölen ve öldüren insanların Müslüman oluşları, kendi ecelleriyle mi öldüler yoksa zulme mi kurban gittiler gibi tartışmaları doğurmuştur.

     

    Tarihi kayıtlara göre kader konusunda ilk konuşan şahıs Ma’bed el Cüheni’dir. (öl.80/699)

     

    Şimdi bu şahsın kader hususundaki görüşlerine kısa bir göz atalım.

     

    Ma’bed, Emeviler döneminde yaşamış bir düşünür ve aksiyonerdir.

     

    Fikirlerinin oluşumu bakımından Ebuzer’den (r.a) etkilenmiştir.

     

    Temel çıkış noktası Emevilerin resmi kader doktrinine muhalefettir.

     

    O, kader yoktur iş o anda oluverir diyor ve Emevi sultanlarının yapmış oldukları haksızlıkları Allah’ın önceden takdir etmiş olamayacağını, herkesin yaptığının kendisine ait olduğunu ve bunların hepsinin Allah tarafından ahirette sorulacağını savunuyordu. 

    Ma’bed El Cüheni Zehebi’ye göre “sadık bir tabii”dir.

    Kader konusundaki görüşleri dönemin siyasi koşullarına göre şekillenmiştir.

     

    Haccac’ın ağır eziyetlerine maruz kalmış fakat buna rağmen fikirlerinden vazgeçmemiş işkence altında şehid edilmiştir.

     

    O dönemlerde Ma’bed el Cüheni gibi düşünenlerce oluşturulan okula/akıma Özgür İrade Ekolü diyebiliriz. Bu ekolün içerisinde Hasan El Basri, Ca’d bin Dirhem, Amr bin El Maksus gibi isimler de bulunmaktadır.

     

    Örneğin, Hasan El Basri’nin özgür irade savunması mahiyetindeki zamanın sultanına yazmış olduğu bir risalesi meşhurdur.

     

    EHLİ SÜNNET OKULUNDA KADER

     

    İmam Ebu Hanife kader konusunda Fıkhul Ekber’inde şöyle diyor:

     

    “Kulların hareket ve sükûn gibi bütün fiilleri hakikaten kendi kesbleri (kazançları)’dir. Onların yaratıcısı ise Yüce Allah’tır. Onların hepsi Allah’ın dilemesi, ilmi, hükmü ve kaderi ile olur.

     

    İmam Maturidi ise kader konusunda şöyle düşünmektedir:

     

    “İnsan aklederken, düşünürken, tefrik ederken, seçerken daima özgür iradeye sahiptir. Bu eylemlerini yaparken insan herhangi bir dış zorlama altında değildir.

     

    Fakat öte yandan Kur’ân her şeyi kuşatan ilahi bir iradeden ve kudretten de bahsetmektedir. Bu durumda insanın cüz’i irdesi Allah’ın da külli iradesi söz konusu olmaktadır.”[5]

     

    İmam Maturidi özgür irade okulu ile kimi yönlerde benzeşen fikirler ileri sürdüğündendir ki ilginçtir Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi Maturidilik hakkında “gizli mu’tezile” tabirini kullanmıştır.

     

    İmam Eş’ari’nin de kader konusundaki düşünceleri kimi yerlerde Cebriye’ye yakın olmakla birlikte aşağı yukarı aynıdır.

     

    SELEFİYYE OKULUNDA KADER

     

    Selefi düşünceye sahip olan İslam düşünürleri Usulu’d Din konusunda her türlü teşbih ve te’vili reddettikleri içindir ki bu konuda da mütalaalarda bulunmayı istemezler. Kadere, Kur’ân’da ve en önemlisi hadislerde bildirildiği şekliyle iman ederler. Hatta İmam Tahavi kader konusunda konuşmanın insanı küfre kadar götürebileceği endişesiyle haram bir fiil olduğunu söylemiştir.

     

    Mesela İbn Kayyım, İblis’in ve ordusunun yaratılmasında sayısız hikmet olduğunu, onun ayrıntılarının ancak Allah tarafından bilineceğini söyledikten sonra, o hikmetlerden bazılarını açıklar.[6]

     

    TEVHİD VE ADALET OKULUNDA (MU’TEZİLE) KADER

     

    Mu’tezile’ye göre, Cenab-ı Hak, hayrı irade eder ve yaratır ise de, şerleri ve kötülükleri irade etmez yaratmaz. 

    Bu ekolün kurucusu sayılan Vasıl bin Ata, “Allah hak ile hükmeder ve adaleti sever. Kimseye zulmetmez.” görüşünü savunuyordu. 

    Yine bu ekolün öncülerinden ve Hasan Basri’nin talebelerinden olan Amr bin Ubeyd de kaderi reddederek özgür iradeyi savunmuştur. Hatta ilginçtir ismi geçen bu zat, âlim ve abid bir kişilik olmasına rağmen sırf “kaderi” reddediyor diye hadis âlimlerince “sika” kabul edilmemiştir

     

    Yine bu akımın temsilcilerinden Ebul Huzeyl El Allaf şöyle diyor; Allah’ın zulmetmeye gücü yetmekle birlikte bunu yapması muhaldir; insanlar için faydalı olanı terk etmesi (eslah) caiz değildir.(…) Buna göre zulümden münezzeh olan Allah’ın kulların fiillerini yaratması söz konusu değildir. 

    Mu’tezile’nin önemli temsilcilerinden Kadı Abdulcabbar ise şöyle diyor; Allah kulların fiillerini yaratmaz. Kullar Allah’ın kendilerine sağladığı güçle hareket ederler. İyi ve kötü ameller işlerler(…) Allah yapılmasını istediği her şeyin dostudur, yasakladığı her şeyden de uzaktır. 

    Görüldüğü gibi Mu’tezili düşünürlerin ekseriyeti özgür iradeyi savunmakta; o dönemde olumsuz manada dillendirilen ve meşru olmayan iktidarın meşruluğu için araçsallaştırılan kader anlayışını reddetmektedirler. Sonraki tarihlerde Mu’tezili âlimlerin sırf bu mesele yüzünden “sapık” ilan edildiğini görüyoruz. Hâlbuki meseleler dönemin şartları bağlamında değerlendirilmelidir. Kanaatimce uygun olan metod budur.

     

    İSLAM FELSEFE OKULUNDA KADER

     

    İbn Sina’ya göre hayır, varlığın kemalidir. Şer, bu kemalin yokluğudur. Gerçek nizam sırf hayır olan zatı bari’dir. Âlemin nizamı ve hayrı onun zatından sudur etmiştir. Öyleyse onun zatından sudur eden her şey, nizamdır ve hayırdır(…) Bir yerde kısmi şer varsa eğer, orada umumun hayrı vardır. Mesela ateş zatında hayırdır fakat kısmi olarak şerdir. 

    İbn Rüşd’e göre ise Allah, hayır zatından hayırdan ötürü yaratıcısıdır. Şerrin de hayrı için, yani onunla hayra yaklaşma olduğu için yaratıcısıdır. Öyle ki Allah’ın şerri yaratması, kendisi için adalet eseridir. İbn Rüşd de buna örnek olarak ateş misalini gösterir.

    Görüldüğü gibi kader meselesinde İslam filozofları (şerrin de yaratıldığını fakat bu şerrin hayır amaçlı olduğunu söylemeleri istisna) mu’tezile ile çoğu noktada birleşmektedir.

     

    İSLAM TASAVVUF OKULUNDA KADER

     

    Mevlana bir beyitinde kader konusuna değinir. Emrullah Yüksel kitabında bu beyitleri alıntıladıktan sonra anladıklarını şöyle özetler/açıklar:

     

    “Bundaki fikri bir cümleyle açıklayacak olursak, nasıl akıl sahibi insan dünyada, iyi ile kötünün bir kefeye konulmasını uygun bulmuyorsa, şu halde hikmet sahibi Allah’ın da, iyi ile kötünün birbirinden ayrılması için hayır ve şerrin varlığını insanlara imtihan vasıtası kılması onun hikmetinin gereğidir.” 

    İbn Kayyım’ı da selefiyye okulunda örnek gösterdiğimiz gibi burada da örnek gösterebiliriz. Çünkü kendisi tasavvuf yoluyla sızan kimi bid’atlere karşı olmakla beraber Kur’ân ve sünnet perspektifinde bir İslam maneviyat okulu kurmak istemiş ve bunu eserlerinde sistematize etmeye çalışmıştır. 

    Şimdi meseleyi uzatmadan son dönem İslam düşünürlerinin bu konuda neler dediklerine geçelim.

     

    SON DÖNEM İSLAM DÜŞÜNCE OKULUNDA KADER

     

    SAİD NURSİ’DE KADER

     

    Said Nursi, meşhur “Sözler” isimli eserinin 26. Söz bölümünde bu konuya değinir ve şunları söyler;

     

    “Kader ve cüz-ü ihtiyarî, İslâmiyetin ve imanın nihayet hududunu gösteren, hâlî ve vicdanî bir imanın cüzlerindendir. Yoksa ilmî ve nazarî değillerdir. Yani, mü’min, herşeyi, hattâ fiilini, nefsini Cenâb-ı Hakka vere vere, tâ nihayette teklif ve mes’uliyetten kurtulmamak için, cüz-ü ihtiyarî önüne çıkıyor; ona “Mes’ul ve mükellefsin” der. Sonra, ondan sudur eden iyilikler ve kemâlâtla mağrur olmamak için, kader karşısına geliyor; der: “Haddini bil, yapan sen değilsin. 

    Yani insana ilahi bir lütuf olarak “irade” etme yeteneği verilmiştir. Fakat insan kendi kendine yeter değildir tüm fiillerin gerçek faili Allah’tır.

     

    Said Nursi bunu kendisine has üslubuyla şöyle ifade eder;

     

    Evet, kader, cüz-ü ihtiyarî, iman ve İslâmiyetin nihayet merâtibinde; kader, nefsi gururdan; ve cüz-ü ihtiyarî, adem-i mes’uliyetten kurtarmak içindir ki, mesâil-i imaniyeye girmişler.

     

    İşte, şu sırdandır ki, kisb-i şer, şerdir; halk-ı şer, şer değildir. Nasıl ki, pek çok mesâlihi tazammun eden bir yağmurdan zarar gören tembel bir adam diyemez, “Yağmur rahmet değil.” Evet, halk ve icadda bir şerr-i cüz’î ile beraber hayr-ı kesir vardır. Bir şerr-i cüz’î için hayr-ı kesiri terk etmek, şerr-i kesir olur. Onun için, o şerr-i cüz’î, hayır hükmüne geçer. İcad-ı İlâhîde şer ve çirkinlik yoktur; belki abdin kisbine ve istidadına aittir.

     

    Hem nasıl kader-i İlâhî, netice ve meyveler itibarıyla şerden ve çirkinlikten münezzehtir.

    Görüldüğü gibi Said Nursi bu konuda İbn Sina ve İbn Rüşd ile neredeyse aynı düşünmektedir.

     

    Bir soruya verdiği cevapta ise görüşünü açık ve net bir şekilde belli etmektedir.

     

    “Cebrî gibi, sebebe ayrı, müsebbebe ayrı birer kader tasavvur etsen veyahut Mûtezile gibi, kaderi inkâr etsen, Ehl-i Sünnet ve Cemaati bırakıp fırka-i dâlleye girersin. Öyle ise, biz ehl-i hak deriz ki, “Tüfek atmasaydı, ölmesi bizce meçhûl.” Cebrî der: “Atmasaydı yine ölecekti.” Mûtezile der: “Atmasaydı ölmeyecekti.”

     

    CEMALLEDİN AFGANİ’DE KADER

     

    Cemaleddin Afgani İslam düşünce okulunda çok tartışmalı bir isimdir. Ben ona “doğunun çırpınan kartalı” diyorum. Hakkında söylenen iftiralara gelince çoğu taassupkârane yaklaşımlar olup ilmilikten uzak kitabi olmayan söylemlerdir. 

    Afgani ve arkadaşlarının çıkardığı Urvetul Vuska dergisinde kaza ve kader başlıklı yazıda ilginç bir şekilde Müslümanların hem yeryüzünde ilerlemelerini hem de gerilemelerinin sebebi olarak bu inanç gösterilir.

     

    Kader inancı zamanla gerçek İslami anlamından çeşitli tasavvufi, felsefi cereyanların etkisiyle uzaklaştırılmış ve Müslümanlar dünyayı bir hayal, kendilerini de rüzgârın önündeki yaprak gibi gören uyuşuk bir kader inancına kaymışlar işte o zaman gerilemeye başlamışlardır.

     

    Kader inancı yoruma göre insanları hem “korkusuz” hem de uyuşuk hale getirebilir. Âlimlere düşen Müslümanları uyarmak ve doğru kader inancının, cüz’i (özgür) iradeyi, çalışmayı gayret göstermeyi engellemeyeceği, tam tersi kadere inanan birisinin hiçbir şeyden korkmaması gerektiğini halka anlatmak olmalıdır.[22]

     

    MUHAMMED ABDUH’TA KADER

     

    Kaza, eşyanın kendi halinde ve durumuna uygun olarak meydana gelmesi, Allah’ın önceden bilmesidir. Kader de sebeplerin oluşması halinde eşyanın Allah tarafından vücuda getirilmesidir. Allah’ın her şeyde ezeli bilmesi, insanın özgür irade sahibi olmasına engel değildir(…)

     

    Kur’ân cebr düşüncesini lanetlemiştir. Ancak Kur’ân’da Allah’ın mutlak kudretini vurgulayan ve sanki özgür iradeye karşıymış gibi görünen ayetler vardır. Bu ayetler, insanın iradesiyle ilgili olmayan ayetlerdir. Bunlar asıl itibarıyla “tabiat kanunları” diye bilinen ilahi sünneti vurgulamak için nazil olmuştur. Bu ayetler tabiat kanunları şeklinde ifade edilen Allah’ın değişmez sünnetini ifade ederler. 

    MEHMET AKİF ERSOY’DA KADER

     

    Akif’in din algılayışında kimi İslam ilahiyatı ve kelamına dair kavramlar önemli bir yer tutmaktadır. 

    O bir şiirinde çarpık kader anlayışını şöyle eleştirir;

     

    Kader senin yolda şer’e bühtandır

    Tevekkülün hele hüsran içinde hüsrandır.

     

    Kader feraiz-i iman dahil… Amenna

    Fakat yok onda senin sapmış olduğun mana

     

    Kader; şeraiti mevcud olup meydanda

    Zuhura gelmesidir mümkinatın a’yanda

     

    Akif ”Kader, mümkinatın zuhurudur a’yanda derken kaderi, “tabiata ve insan yaşamına konulmuş mümkün yasalar, sebep-sonuç ilişkileri toplamı” olarak anladığını açıklamış oluyor. Bu algılayış İslam düşünce tarihinde daha çok “akılcı” diye bilinen ekollerin açıklama tarzını çağrıştırmaktadır. 

    MUHAMMED İKBAL’DE KADER

     

    İkbal, insanın özgürlüğü sorununa kader meselesi etrafında değinir. Ona göre insanın önceden belirlenmiş bir kadere teslim olması fikri İslam’a tümden yabancıdır. Bu konuda İslam dünyasında yapılan kaderci yorumlar da İslam’a dışarıdan sokulmuştur. Nitekim batıda Hegel ve Comte’un yorumları, âlemde bir determinizm olduğu fikrini çağrıştırmaktadır. İkbal’e göre insan, Allah’ın yaratıcı faaliyetine katılan, özgür irade sahibi bir varlıktır. Allah, kendi yaratıcı faaliyetine insanı katarak, âlemi oluşturmak istemektedir. Bu anlamda açık bir geleceğe doğru Allah ve insan birlikte yürümektedir. Olaylar oldukça bilinmektedir. Bu anlamıyla kader Allah’ın insanla birlikte yaptığı tarihsel bir yürüyüştür.

    Kader konusundaki düşünsel serüvenimizi burada noktalıyoruz. Bu konuda yeni açılımlar ve yeni çözümler sunan Roger Garaudy, Merhum Ali Şeriati[28], Abid El Cabiri, Hasan Turabi ve ülkemizden Mustafa İslamoğlu gibi birçok düşünürümüz mevcut. (Özelliklede bu konuda Mustafa İslamoğlu’nun yeni çıkan “Hasan El Basri’nin Kader Risalesi Şerhi” kitabı okunmaya değer bir çalışma)  

     

    Son olarak diyelim ki;

     

    İnsanın kaderi seçmektir. Onun kaderini seçime bağlayan, ona iradeyi veren Allah’tır. 

    En doğrusunu Allah bilir.

     

    MUSTAFA BÜYÜKSOY


    İzdüşünce

  • Kuran müfessiri Elmalılı Hamdi Yazır Paneline Buyrun

    Kur’an müfessiri Elmalılı Hamdi Yazır, Bağcılar’da düzenlenen törenle yad edilecek

    ‘Hak Dini Kur’an Dili’ isimli Kur’an-ı Kerim tefsirinin yazırı son dönem Osmanlı ulemasından Elmalılı Hamdi Yazır, vefatının 70. yıldönümü dolayısıyla Bağcılar’da düzenlenen panelle yad ediliyor.
    Bağcılar Belediyesi tarafından düzenlenen panel 26 Mayıs Cumartesi günü Bağcılar Mehmed Akif Ersoy Kültür Sanat Merkezi’nde yapılacak.
    Oturum başkanlığını İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ömer Aydın’ın yapacağı panelde Necmettin Erbakan Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmet Ersöz, Marmara İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Kara ve Araştırmacı Yazar Ertuğrul Özalp birer konuşma yaparak Elmalılı Hamdi Yazır’ı anlatacak.

    Dünyabülteni

  • Baş İmam Hatiplik Sözlü Sınav/ Mülakat Sonuçları

    T.C.
    BAŞBAKANLIK
    Diyanet İşleri Başkanlığı
    2012 YILI BAŞİMAM-HATİPLİK SÖZLÜ SINAV SONUÇ SORGULAMA SİSTEMİ

    KAPSAM 17.05.2012-18.05.2012 tarihleri arasında Başimam-Hatiplik sözlü sınavına giren adayların sınav sonuçları duyurusu.
    AÇIKLAMA Başkanlık duyuru şartlarını taşıyıp sınav sonucunda başarılı olanlar, halen görevli olarak bulundukları camiye Başimam-Hatip olarak atanacaktır.

  • Diyanet Murakıplıktan Vaizliğe Geçiş Sınavı ile Vaizlik Giriş Sınavı Sonuçları

    T.C.
    BAŞBAKANLIK
    Diyanet İşleri Başkanlığı
    2012 YILI VAİZLİK GİRİŞ SINAVI SÖZLÜ SONUÇ SORGULAMA SİSTEMİ
    (Murakıplıktan Vaizliğe Geçiş Sınavı ile Vaizlik Giriş Sınavı)
    A Ç I K L A M A

    MAHİYETİ 25.04.2012-11.05.2012 tarihleri arasında yapılan yapılan Vaizlik Sözlü sınavı sonuç öğrenme duyurusu.

    SINAV SONUÇLARI
    Sözlü sınava katılanlara bu program aracılığıyla yapılan duyuru dışında her hangi bir ilave tebligat yapılmayacak olup, adaylara ayrıca bir belge gönderilmeyecektir.

    Adaylardan, sözlü sınav sonucunda başarılı olanların atanmasıyla ilgili hususlar daha sonra web sayfamızda ilan edilecektir.

  • Son Dakika:Diyanet 3 Bin Personel Alıyor

     

    Sınavı kazanan adayların TERCİH TARİHLERİ; 25.05.2012 – 08.06.2012-23:00  arasında olacaktır.


    Tercih Ve Sorgu Ekranı İçin Tıklayınız

  • Yeterlilik Mülakat Sonuçları Ve Atama Ekranı

    T.C.
    BAŞBAKANLIK
    Diyanet İşleri Başkanlığı
    KADROLU-2012-I AÇIKTAN ATAMA SÖZLÜ SINAV SONUÇ VE TERCİH SİSTEMİ
    Sınav Sonuç Öğrenme
    Taban Puanlar ve Kontenjanlar

    TERCİH YAPMAYI HAK KAZANAN ADAYLARIN DİKKATİNE !!
    Lütfen Uyarı ve Açıklamaları Okumadan Tercih Yapmayınız…
    TERCİH TARİHLERİ 25.05.2012 – 08.06.2012-23:00
    Sözlü sınavda başarılı olduğu halde, belirtilen tarihler içerisinde tercih yapmayan adaylar atama ve yerleştirme işlemlerinde dikkate alınmaz.
    Programdaki bazı menüleri göremeyen adayların;
    İnternet Explorer penceresinde ARAÇLAR menüsünün içinde yer alan UYUMLULUK GÖRÜNÜMÜ AYARLARI na girmeleri ve ardından da gelen menüdeki TÜM WEB SİTELERİNİ UYUMLULUK GÖRÜNÜMÜNDE GÖSTER alanının sol yanında bulunan kutuyu işaretlemeleri gerekmektedir.
    İŞLEM BASAMAKLARI

    1. Bu sayfada yer alan uyarıları dikkatlice okuyunuz.
    2. Menüdeki Sınav Sonuç Öğrenme Sayfasına girerek sözlü sınav sonucunuzu öğreniniz.
    3. Tercih yapma hakkınız var ise TABAN PUANLAR VE KONTENJANLAR sayfasına girerek ait olduğunuz ünvan ve kontenjan grubunuza ait listeden en çok gitmek istediğiniz ilden başlayarak en az 1 en fazla 15 il seçiniz. Bu illeri tercih sıralama önceliklerinize göre sıralayınız.
    4. TERCİH sayfasına girerek uyarılarda belirtilen bilgileri yazıp arama yapınız, bilgilerinizi ekrana geldikten sonra da yapmış olduğunuz tercih listesini sıralamayı dikkate alarak yazınız.
    Ardından da TERCİHLERİMİ KAYDET buttonu yardımıyla kayıt işlemini gerçekleştiriniz.
    5. Menüde yer alan TERCİH YAZDIRMA(PRINT) sayfasına girerek istenen alanları doldurup ARA’yınız.
    Bilgileriniz ekrana geldikten sonra ekranın Sağ Alt köşesinde bulunan PRINTER resimli button aracılığıyla tercihlerinizi yazdırınız.
    Tercih Yapma hakkınız bulunduğu halde Ara buttonuyla arama yaptıktan sonra tercih bilgileriniz ekrana gelmiyor ise TERCİH sayfasında hatalı işlemden veya uyarılara dikkatsizlikten oluşabilecek durumlardan dolayı tercih kayıt işleminiz başarısız olmuştur. Bu durumda ekrandaki uyarı ve açıklamaları dikkatlice takip ederek işlem basamaklarını yeniden uygulayınız. Aksi takdirde tercihte bulunmadığınızdan dolayı yerleştirmede dikkate alınmamış olursunuz.

    TERCİH YAPARKEN DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR

    1- Belirtilen tarihler dışında tercih kabul edilmeyecektir.
    2- Sadece müracaat ettiği unvan ve eğitim grubunda oluşan taban puan veya daha fazlasını alan adaylar tercih yapabilecektir.
    3- Tercih edebileceğiniz illeri “il kontenjanları” sayfasından görebilirsiniz.
    Kontenjan grubunuza ait kontenjanı olmayan illeri tercih etmemeye azami dikkat ediniz, aksi takdirde yerleşme şansınızı kaybetmiş olursunuz.
    4- Yerleştirmeler, adayların il tercihleri doğrultusunda yüksek puandan başlayarak yapılacaktır. Eşitlik durumunda ise KPSS puanı daha yüksek olan aday yerleştirilmeye hak kazanacağından, adaylar il tercihlerini yaparken puanlarını göz önünde bulundurmalıdırlar.
    5- Gitmeyeceğiniz yerleri yazmanız bir cami veya kursun görevlisiz kalmasına sebep olacağı gibi görev yapabilecek bir başkasının atanmasına da engel olacaktır. Tercihlerinizi bu duyarlılık ile yapmanız faydalı olacaktır.
    6- Puanınızdan daha yüksek puanı olanlar sizinle aynı yeri tercih ettikleri takdirde puanı yüksek olanın yerleştirilmesi yapılacağından tercih ettiğiniz illere yerleştirilemeyebilirsiniz.
    7- Tercihlerinizi yaptıktan sonra tercih sayfasından çıkıp menüdeki Tercih Yazdırma(Print) sayfasına girerek tercih işleminizin gerçekleşip-gerçekleşmediğini mutlaka kontrol ediniz.
    8. Tercite bulunup kayıt işlemini gerçekleştirdikten sonra yaptığınız tercihlerinizde her hangi bir değişiklik imkanı verilmemektedir. Bu yüzden, tercihte bulunacağınız illeri tesbit ederken ve tercih sıralamasını yaparken çok dikkatli olunuz.
    TERCİHLERİN KAYDI 1- Yerleştirmeler, Başkanlıkça yapılan sözlü sınav puan sıralamasına göre yüksek puandan başlayarak ve adayların il tercihleri doğrultusunda yapılacağından adaylar tercihlerini en çok gitmek istedikleri ilden başlayarak yapmalıdır.
    2- Tercihlere göre yerleştirmeler yapıldıktan sonra boş kalan kadrolara adayların müracaat ettikleri unvan ve öğrenim grupları dahilinde ve puan sıralamasına göre yüksek puandan başlayarak Başkanlıkça Re’sen yerleştirme işlemi yapılacaktır.
    3- Tercihlerle ilgili kayıt işleminden sonra aday tercih bilgilerinde her ne sebep olursa olsun bir değişikliğe gidilmeyecektir.
    TERCİHLERİ YAZDIRMA, YAPILIP-YAPILMADIĞININ KONTROLU Yaptığınız tercihleri kaydettikten sonra,
    Tercihlerinizin elektronik ortamda Diyanet İşleri Başkanlığına ulaştığından emin olmanız için,
    Menüde yer alan Tercih Yazdırma(Print) sayfasına giderek istenen bilgileri yazıp ARA tuşuna bastıktan sonra
    Ekrana gelen kimlik ve tercih bilgilerinizi kontrol edebilir, PRINTER(YAZICI) resimli button yardımı ile yazdırabilirsiniz.

    Tercihlerinizin kayıt işlemini yaptıktan sonra, yaptığınız tercih işleminin başarılı bir şekilde yapılıp-yapılmadığını kontrol için mutlaka menüde yer alan Tercih Yazdırma(Print) alanına girerek kontrol etmelisiniz.

  • Dikkat! Bu Yazı Hayat Tecrübesi İçerir

     

    Evin hanımı kahvaltı için mutfaktaki küçük masaya her oturuşlarında illâ ki karşı komşunun balkonunda asılı çamaşırlara bir bakar ve onun griye çalan çamaşırlarını kendisine dert edinirmiş ve “Şu kadın bir türlü çamaşırı yıkamasını öğrenemedi gitti, şunların haline bak. Sanki özel olarak grileştiriyormuş intibaı veriyor…!” diye söylenir ve kendi çamaşırlarının beyazlığı ile öğünürmüş.

    Bir kahvaltı sabahı “Aaa bu da ne!” demiş kadın. “Galiba bizim komşu sonunda çamaşırın nasıl yıkanacağını öğrenmiş. Şunlara bak, bembeyaz!” demiş, büyük bir şaşkınlıkla ve hayreti mucib bakışlarla. Adam çok etkilenmiş görünmemiş, onun bu sözlerine. Sadece duyabileceği şekilde ve sakince:

    “Bugün sabah biraz erken kalktım da hazır elim de değmiş iken bizim pencerenin camlarını şöyle bir güzelce sildim.” demiş.

    Kadın mahçup ve tabii anlamış çamaşırdaki griliğin kendi gözlerinde olduğunu. “Bir daha mı” demiş, “asla ayıbı başkalarının kirli çamaşırlarında değil, kendi bakışımda arayacağım”.

    Değerli dostlar, durduğumuz yerde her şeyi görmemiz mümkün değil. O zaman açı değiştirelim. O da olmadı kendimize yeni pencereler açalım. O da olmadı kendi konumumuzu yükseltmeye çalışalım, ayağımızın altına bir yükselti koyalım. Olmadı bir daha bir daha. Yükseklere daha yükseklere tırmanalım. Çamlıca’nın tepesine çıkalım, İstanbul’u ihata edebilmek için.

    Gözlüğümüzün camını silelim.

    Bütün bunlar baş gözü ile kusursuz görebilmek için. Gönül ayinemezi saflaştıralım, gerçekliğin özümüze şavkı düşsün, her şey ayan beyan olsun, safiyetimize hiçbir şey gölge düşürmesin.

    Ve bugün Cuma. Bir kandil sabahı.

    Cumamız mübarek, özümüz aydın olsun!
     
    Dua ile!
    GARİBCE
  • Kapımız Proje Üreten Herkese Açık

     

    Prof. Dr. İbrahim Dinçer, şu anda TÜBİTAK Marmara Araştırmaları Merkezi Başkanı olarak görev yapıyor. İçimizden biri, yerli düşünceye sahip bir bilim adamı. Akademik hayatının çoğunu Kanada’da geçirmiş biri. Kanada’ya gitmesinin sebebini kendisi, “TÜBİTAK’ta çalışıyordum ama o yılların TÜBİTAK’ı, bizim gibi yerli düşünceye sahip insanlara hayat hakkı tanımıyordu. Ben de  ‘Eski TÜBİTAK’taki o ortama dayanamayıp oradan ayrıldım ve akademik hayatıma Kanada’da devam ettim.” şeklinde açıklıyor.

    Kader ona, barınamayıp kaçmak zorunda kaldığı bir kurumun başına geçme fırsatını sunmuş. Şimdi kendisine, cins kafaları hiçbir ayrım yapmadan bilime kazandırmak gibi bir misyon biçmiş.

    Prof. Dr. İbrahim Dinçer, Birlik Vakfı Bursa Şubesi’nin konuğu olarak bilim, bilimsellik, bilim üretme ortamları ve üretilen bilginin ne olacağı konusundaki düşüncelerini dinleyicilerle paylaştı. Daha çok teknik bilgilerin aktarıldığı sohbette tuttuğumuz notları paylaşıyoruz.

    Kanada ve Türkiye: İki farklı ülke ve iki farklı yaklaşım tarzı

    Yaklaşık 16 sene önce üzerindeki psikolojik baskıya dayanamadığı için Kanada’ya gitmek zorunda kalmış olan Prof. Dr. İbrahim Dinçer, Kanada’nın hâlâ kendisiyle ilişkisini koparmadığını anlatarak şunları söyledi:

    “Uzun süre kaldığım Kanada’da bakanlıklarda danışman olarak çalıştım, oradaki -bizdeki YÖK benzeri- akademik yapıda üye olarak bulundum ve ülkemden davet gelince de buraya geldim, çalışmalarıma burada devam ediyorum. Buraya döndüm ama Kanada’da çalıştığım üniversite benimle ilişkisini hâlâ kesmedi, sadece benden isteklerini minimize etti. Üniversitede hâlâ ofisim var. Türkiye’ye dönmüş olmama rağmen uzmanı olduğum konularda hâlâ benden katkı istemektedirler. Çünkü onlar için her beyin değerlidir ve çalışmaya başladıkları bir beyni hemen de bırakmazlar.”

    Kanada’da eğitim denince akla okul gelmez, proje gelir

    Zengin bir ülke olan Kanada’nın milli gelirden kişi başına düşen payın ortalama 35-40 bin dolar civarlarında olduğunu belirten İbrahim Dinçer, Kanada’nın eğitim sistemine bakıldığında, bizim anlayışımıza göre ‘tembelce’ denebilecek bir eğitim sistemi var gibi göründüğünü söyleyerek Kanada’nın eğitim sistemiyle ilgili şunları aktardı:

    “Kanada’nın eğitim sistemi, bizdeki eğitim anlayışına göre, ‘tembelce eğitim veriliyor’ denebilecek bir sistem. Ama bu, Kanada’nın çok başarılı olmasına engel değildir. Çünkü orada eğitim denince akla sadece okul gelmez. Orada eğitim deyince akla proje gelir. Kanada’da her kademede her öğrenci ciddi olarak proje üretir. Proje üretimi ve ve bu süreç sonunda üretilen projeler de çeşitli kurum ve kuruluşlar tarafından desteklenir.

    Devlet, öğrenci başına para yardımı yapar ve her öğrenciye de laptop verir. Laptop verdiği öğrenciyi de, ‘Laptopla şunları şunları yapmak yasak!’ diye kısıtlamaz. Bilir ki o öğrencinin bilim hakkı kadar oyun hakkı da vardır.

    Aslında Kanada devletinin kurduğu sistem çok basittir. Bu sistem; 1. ‘Nasıl yaparsak vatandaşlarımıza iş imkânı sağlarız?’, 2. ‘Nasıl yaparsak hayat kalitesi artar?’, 3. ‘Nasıl yaparsak ülke kalkınır?’, 4. ‘Nasıl yaparsak huzurlu ve mutlu bir ülke oluruz?’ sorularına cevap veren bir sistemdir. Devlet tüm enerjisini bu konulara yoğunlaştırır.

    Zihniyet bu olduğu için de, Kanada devleti, her beyinden yararlanmayı kendisine ilke edinmiş, bu amaçla hastanelere, fabrikalara ve akla gelebilecek her kuruma Ar-Ge merkezleri açılmasını istemiştir. Üstelik açılan bu merkezler, çok da faaldir.”

    Bilim adamlarında aranan özellikler nelerdir?

    Prof. Dr. İbrahim Dinçer, kendisinin, bizdeki YÖK benzeri bir yapılanma olan Ontario Üniversiteler Birliği adlı kurumda üye olarak görev yaptığını söyleyerek bu kurumun şu kriterlerle çalıştığını anlattı:

    “Kanada’da, bizdeki YÖK benzeri bir kurum olan Ontario Üniversiteler Birliği vardır. Bu kurum üniversitelerin ve bilim adamlarının sadece kalitesine bakar, başka bir şeyleriyle ilgilenmez. Eğer eğitim kaliteli, proje sayısı çok ve hocaların son altı yılda mezun ettiği öğrencilerin performansları/konumları tatminkârsa sorun yok demektir.

    Kanada’da bir sömestrde hocalar üç ders verir. Sistem, hocala daha fazla ders yükü bindirmez, daha çok onlardan proje beklerler.”

    Akademik özgürlüğün sınırları nerede biter?

    Prof. Dr. İbrahim Dinçer, Türkiye’de yakın zamanında bilim adamı titri taşıyan insanların nelerle uğraştıklarına dikkat çekerek Kanada’da akademik özgürlüğün sınırlarıyla ilgili şunları söyledi:

    “Kanada’da akademik özgürlük sınırsız gibidir. Akademisyenler, üzerlerine düşen sorumlulukları aksatmadıkları sürece onlara hiç kimse karışmaz, onları özgür bırakırlar. Maalesef Türkiye’de böyle değil. Ülkemizde akademisyenler yöneticiler tarafından izlenir hatta fişlenir. Bu yanlıştır ve akademik özgürlüğe aykırıdır.”

    TÜBİTAK Marmara Araştırmaları Merkezi’nin kapısı proje üreten herkese açık

    Prof. Dr. İbrahim Dinçer, yöneticisi olduğu TÜBİTAK Marmara Araştırmaları Merkezi’nin bundan sonraki yaklaşımıyla ilgili olarak da şunları anlattı:

    “Artık insanların görünüşüyle, diliyle, giysisiyle uğraşmak yok. Herkesin kabul edebileceği kriterlerimiz olacak ve bu kriterler herkese adilce uygulanacak. Bu kriterler gereğince yeterli olanlarla çalışmalarımız devam edecek. Dar bir alanda, belli kişi, belli üniversite ve belli kurumlarla çalışmayacağız. Kapımız, proje üreten herkese açıktır.”

    Sohbet, sıcağı sıcağına içinde yaşadığımız için pek farkına varmasak da, ülkemizin her alanda gerçekten ciddi dönüşüm yaşadığını anlatan ufuk açıcı soru ve cevaplarla bir süre daha devam etti.

     

    Ahmet Serin

    Dunyabizim