Yıl: 2012

  • Peygamberimizin Dilinden Ramazan

     

    Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellembize Şaban ayının son günü bir hutbe irâd etti ve şöyle buyurdu:

    “Ey müslümanlar!

    Büyük ve mübarek bir ayın gölgesi üzerinize düştü. Bu, içinde ‘bin aydan daha hayırlı olan’ Kadir Gecesi’nin bulunduğu bir aydır.

    Bu ay; Allah Teâlâ’nın, gündüzlerinde orucu farz, gecelerinde teravih namazını nafile olarak meşru kıldığı (mübarek) bir aydır.

    Bu ayda kim bir hayr işlerse başka zamanlarda bir farzı yerine getiren kimse gibi sevap kazanır. Bir farzı eda eden de başka aylarda yetmiş farzı yerine getiren gibi sevap kazanır.

    Bu ay sabır ayıdır. Sabrın karşılığı da cennettir.

    Bu ay ihsan, yardım ve eşitlik ayıdır.

    Bu ay müminin rızkının arttığı bir aydır.

    Kim bir oruçluyu iftar ettirirse bu, onun günahlarının bağışlanmasına ve cehennemden kurtulmasına sebep olur. İftar ettirdiği müslümanın aldığı sevaptan bir şey eksilmeksizin onun kazandığı kadar da ayrıca sevap kazanır.”

    – Bizim hepimiz bir oruçluyu iftar ettirecek imkana sahip değildir… dediler.

    Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem;

    “Allah Teâlâ bu sevabı bir oruçluyu bir hurma veya bir yudum su ya da bir içim süt ile iftar ettirene de verir” buyurduktan sonra hutbesine şöyle devam etti:

    “Bu ay, evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden kurtuluş olan bir aydır. Kim (bu ayda) emri altındakilerin yükünü hafifletirse Allah onu bağışlar ve cehennemden azad eder.

    Bu ayda dört şeyi çok yapınız. Bunların ikisi ile Rabbinizi hoşnud edersiniz; ikisinden de zaten uzak kalamazsınız. Rabbinizi hoşnud edecek iki işiniz; lâ ilâhe illellah diyerek Allah’ın birliğine şehadet etmeniz ve bağışlanma dilemenizdir. Uzak kalamayacağınız öteki iki şeye gelince, onlar da Allah’dan cenneti isteyip cehennemden kurtulmayı dilemenizdir.

    Kim bir oruçluyu doyuracak olursa Allah onu benim havuzumdan sulayacak, o da cennete girinceye kadar bir daha susuzluk çekmeyecektir.”[1]

     

    Her Müslüman, kavuştuğu Ramazan ayından mutlaka kendisi için bir şeyler bekleyecektir. Bu beklentiler de elbette onun dünya hayatı ile ilgili olduğu kadar hatta belki de daha çok ahiret hayatına yönelik olacaktır. Çünkü mümin için gerçek istikbal, ahirettir.

    Birkaç Nokta

    Peygamber Efendimiz’in hutbesi -eğer yansıtabildiysek- pek açık ve nettir. Ancak biz yine de dikkatimizi çeken bir kaç nokta üzerinde bilhassa durmakta yarar görmekteyiz.

    Gerçek İstikbal

    Peygamber Efendimiz, Ramazan-ı Şerif’i müminlerin ferdî hayatları ve ahirete yönelik olarak kendilerine kazandıracağı neticeler açısından tanıtmıştır. Çünkü her Müslüman, kavuştuğu Ramazan ayından mutlaka kendisi için bir şeyler bekleyecektir. Bu beklentiler de elbette onun dünya hayatı ile ilgili olduğu kadar hatta belki de daha çok ahiret hayatına yönelik olacaktır. Çünkü mümin için gerçek istikbal, ahirettir.

    Öte yandan bilinen bir gerçektir ki kişileri fert fert iyileşmeye teşvik etmek, toplumu belli bir iyileşmeye sevketmektir. Çünkü cemiyetler, fertlerden teşekkül etmektedir. Çünkü sevinçler ve güzellikler paylaşıldıkça büyür. Ramazan sevinci de paylaşıldığı ölçüde toplumu sarar.

    Baha Değil Bahane

    Sevgili Peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâm Efendimiz, Ramazan’dan yararlanmak için ille de belli ölçüde maddi imkanlara sahip olmak gerekmediğini açıklamıştır. O, bu beyanı ile sanki “Allah Teâlâ rahmeti için baha değil bahane ister” demek istemiştir. Bir yudum su bile “bahane” niteliğini hâizdir. Zira iyilik kadar iyilik niyeti de önemlidir. O halde hiç kimse maddi imkânlarına bakıp bu ayda ümitsizliğe düşmemelidir. Peygamber Efendimiz’in“Allah’ı hoşnud edecek iki iş” olarak takdim ettiği, tevhid ikrarı ve mağfiret dileği, dikkat edilirse her müminin diliyle yapabileceği bir kolaylıktadır.

    Tevhid inancı ve şuuru Ramazan’da bilhassa kelime-i tevhid’i sık sık tekrarlamak suretiyle yüreklerde güçlendirilmeli, kökleştirilmelidir. Zaten “Kalbler Allah’ı anmakla tatmin olur.“[2]

    Gerek “Bin aydan daha hayırlı Kadir Gecesi” gerekse Ramazan’da yapılacak iyilik ve ibadetlerin başka zamanlarda yapılanlardan farklı karşılık göreceğine dair açıklama, “Ramazanın fevkalade bir imkân” olduğunu göstermektedir. Herkesin bildiği bir gerçektir ki fevkalde imkânlar, fevkalade sorumlulukları beraberinde getirir.

    Nimet de Sorumluluk da

    Gerek “Bin aydan daha hayırlı Kadir Gecesi” gerekse Ramazan’da yapılacak iyilik ve ibadetlerin başka zamanlarda yapılanlardan farklı karşılık göreceğine dair açıklama, “Ramazanın fevkalade bir imkân” olduğunu göstermektedir. Herkesin bildiği bir gerçektir ki fevkalde imkânlar, fevkalade sorumlulukları beraberinde getirir. Sevgili Peygamberimiz bir taraftan Ramazan ayında yapılacak işlerin kıymetini anlatırken bir taraftan da bu konulara ilgisiz kalacakların her zamankinden çok daha büyük kayıplara, zararlara uğrayacaklarını anlatmış olmaktadır.

    Olumlu Bakmak

    Söz bu noktaya gelmişken, Ramazan’a duyulan saygıdan dolayı yapılacak her hareketin mutlaka bir kıymeti olacağını vurgulamakta fayda görmekteyiz. “Ramazan dolayısıyla” diye başlayan levhalarla durdurulduğu bildirilen bazı faaliyetlerin, alınan tedbirlerin her birinin ayrı bir değeri vardır. Umulur ki bu tür davranışlar, Ramazandan bir şeyler bekleyen sahiplerinin önceki yanlışlarına kefaret olur. Toplumu din konusunda, dinî hayatın gereği hakkında bilinçlendirmeye yarayan her şeyi takdirle karşılamak, bu kabil teşebbüslerin yaygınlaşması açısından uygun olacaktır. Yılda bir ay süre ile de olsa toplumun dinî havayı daha yoğun şekilde teneffüs etmesine yardımcı olacak her girişimi, -kimden ve nereden gelirse gelsin- olumlu karşılamak, onlara, asıl olumluluklar sistemine çıkarılmış birer davetiye gözüyle bakmak herhalde daha iyidir.

    Asıl acınacak olanlar, eski yaşayışlarında ve duygularında en küçük bir gelişme ve kıpırdama olmayanlardır. Bundan da kötüsü, Ramazan dolayısıyla güzelleşen günlük hayatı ve bunun topluma yayılışını hazmedememek, bundan rahatsızlık duymaktır.

    Peygamberî Gerçeklik

    Peygamberimiz’in Ramazan’ı “sabır ayı” olarak tavsif etmesi onun gerçekçiliğinin açık delilidir. Din ve ibadet disiplinine daha sıkı bir şekilde girmenin; bunun hisler-hevesler, çevre ve fiziki bünyede meydana getireceği değişikliklerin baskısına, saygısızlıklara, hasılı bütünüyle günlük hayata karşı sabrın en çok gerektiği ay Ramazan’dır. Bunu herkes kendi tecrübeleriyle bilir.

    Uzak kalamayacağınız iki iş, cenneti istemek, cehennemden kurtulmayı temenni etmek” tespiti de Peygamberimiz’in gerçekçiliğinin bir başka ifadesidir. Çünkü hiç kimse mutluluk ülkesi cenneti reddetmez yine aklı başında kimse de cehennemde azab çekmeyi istemez.

    Cihad Ayı Ramazan

    Efendimiz’in hutbesinden anlaşıldığına göre Ramazan, en tabii isteklerimizden en önemli görevlerimize kadar her şeyin değerinin çok büyük ölçüde arttığı bir mevsim olmaktadır. Bu, arzuların gerçekleşmesi için gösterilecek gayretlerin zamanı olmak bakımından Ramazan’ın “cihad ayı” olduğu anlamına gelir. Zaten bayram da cihadla kazanılan zafer sevincinin adıdır.

     

    Dipnotlar:

    [1] İbn Huzeyme, Sahih, III, 191-192,(Thk. M.M.A’zamî), Beyrut, 1975

    [2] er-R’ad (13), 28

     
    Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan
    Sonpeygamber
  • İlmihal Yazarları Biraz Empati Yapmalılar

     
    İmam Hatibe ilk başladığımız 1968 yılında oruç için sahura kalktığımızda yiyecek olarak tek bir portakalın olduğunu şimdiki gibi hatırlıyorum. O zamanlar yaygın bir yokluk vardı galiba. Köyden gelen bazlama ve çörek türü yiyecekler hemen bitiverirdi. Ama yufka ekmek dayanıklı olurdu. Onun sulanması ve bir süre üzerinin bastırılarak kapatılması ve beklenmesi gerekiyor. Ekmeği hatırlamıyorum ama tek bir portakal ile sahur yaptığımı çok iyi hatırlıyorum. Demek ki mevsim kış ve günler de haliyle kısa imiş.
     
    Fakültede okuduğum ilk yıllarda birkaç sene tatilde İstanbul’a çalışmaya geldim. Harçlığımı kazanabilmek için tabii. Bu kez mevsim yaz ve havalar çok sıcaktı. Cennet mahallesinde yeni yapılmakta olan bir binada sıvacılar yanında amelelik yapıyordum. O gün yeni bir inşaatın sıva işini almak üzere başka bir binaya gitmişler ve cephe sıvama işi yapacaklardı. Beş tane usta vardı. Bir iki tanesi benim okul arkadaşımdı ve okulu bırakmış usta olmuşlardı. Hiç biri oruç tutmuyordu. Sadece ben oruçluydum.  El arabasıyla getirdiğim harcı tekneye dökme şansım yoktu; çünkü cephe sıvıyorlardı ve harç teknesi dışarıda iskele üzerindeydi. Ben harcı kürekle arabadan alıp kaldırıp, pencereden dışarı uzatıp tekneye ancak öyle koyabiliyordum. Dökülmemesi için dikkatli olmak gerekiyordu ve oldukça yorucu idi.  Ustalar kendilerini göstermek için normalin üzerinde bir tempo ile çalışıyorlar ve o oradan bu buradan var güçleriyle “Haaarç!” diye bağırıyor ve ben onların buyruklarını yerine getirmek için canhıraş çabalıyordum. İnce, zayıf, güçsüz bir yapım vardı, iş takatimi aşıyordu.
     
    O gün öğle molası verildiğinde bidondaki suyu tepeme diktim, benim de orucu bozacağımı sandılar. Ama ben inat ettim tutacaktım. Su ile ağzımı çalkaladım, tepemden aşağı boca ettim, serinlemeye çalıştım. İnsanın bir tahammül gücü var, ben o sınıra dayanmıştım… Vücudumun sınırı zorlama sonucu sarsıldığını ve titrediğini hissediyordum. Ama pes etmedim ve tuttum.
     
    Şimdi geriye doğru düşünüyorum da, benim gibi tahammül gücü  sınırına dayanmış, harçlık kazanmak zorunda olduğu için gurbet elde doğru dürüst yataksız-yorgansız bin bir sıkıntı içinde çalışmak zorunda kalan bir öğrencinin, sırf oruç tutacağım diye bunca sıkıntıya katlanması Allah’ın oruçtan muradı olabilir miydi?
     
    Hem o geçimlerini kazanmak zorunda oldukları için normal ahvalde oruçlarını tutan bu insanların çalışmaya sebep oruçlarını tutamamaları dindarlıklarının azlığına mı yorulmalıydı. İçinde bulundukları durum (çalışma zorunluluğu) kendileri için geçerli bir mazeret olamaz mıydı?
     
    Kur’an’da yüce Allah “Eğer hasta ya da yolcu olursa, tutamadığı günler adedince başka günlerde tutar” buyururken kullarına olan bu merhametini sadece hasta ve yolcu olanlara mı hasretti ki bizim ulema bunun bir “illet-i kâsıra” olduğundan dem vurarak hastalık ve yolculuktan başka mazeret kabul etmezler.
     
    Üç bin santigrat derece gibi yüksek ısılı fırınlar karşısında çalışmak zorunda olan işçilerin içinde bulunduğu zorluk, yerine göre konfor sayılabilecek bir ortamda yolculuk yapan kimsenin sıkıntısı kadar sayılmaz mı? Yolcu olmayan ama akşama kadar şehir içinde direksiyon başında günlerini geçirmek zorunda olan şoförlerin durumu daha az bir sıkıntı mı…
     
    Yaz mevsiminde çalışmak ve ekmeğini kazanmak zorunda olan insanların içinde bulundukları durum dikkate alınmamalı mı?
     
    Bizim şeriatımız, ibadetlerin ifası sırasında karşılaşılan meşakkat normalin üzerine çıktı mı hemen ruhsat hükümleri devreye sokuyor. Prensip budur. Ama bu prensibin uygulanması konusunda ulemamız yeterince merhametli ve şefkatli oluyorlar mı, bilemiyorum.
     
    Benim vaktiyle yaşadığım o zorluğun benzeri bir zorluğu göğüsleyerek oruç tutmak durumunda kalan birine ben “Evet, buna rağmen tutmalısın!” diyemem. O işçiye “İşinden ayrılma pahasına oruç tutmalısın!” diyemem. Yani bunu ondan Allah’ın istediğini söyleyemem. O tutar veya tutmaz… Ama ben Allah adına bunu isteyemem. Çünkü benim bildiğim Allah ibadeti kullarına onların yararına olsun diye koydu; bedenen ya da ruhen tükensinler, bitsinler, iş-güçlerinden olsunlar ve buna sebep büyük sıkıntıların altına girsinler ve altından kalkamayıp helak olup gitsinler… diye değil.
    İlgililer, ilmihal yazarları biraz empati yapmalılar.
     
     Allahın eşsiz rahmeti cümlemiz üzerine olsun!
    Sevgi ve saygıyla!
     
    GARİBCE
  • İftar Misafirine Diş Kirası

    Prof. Dr. Yazıcı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, rahmet, bereket ve paylaşım ayı ramazanda, gerek peygambere sevginin gerekse bin yıldır yoğrulan kültürün göstergesi olarak iftar sofralarında mutlaka misafir ağırlanmasının önemine değindi.
    Geçmişin sevilen gelenekleri arasında yer alan “diş kirası”nın sürdürülmesinin gerektiğini belirten Yazıcı, Hz. Muhammed’in sünneti olan hediyeleşmenin, insanlar arasındaki muhabbeti de artırdığını vurguladı.
    “Büyük veya küçük fark etmez, iftarda ağırladığınız misafirinize o özel iftarın hatırası hediye vermek çok güzel bir şey” diyen Yazıcı, hediye seçiminde, misafirin özelliklerinin de dikkate alınmasını tavsiye etti.

  • Taraf: 1400 Yıldır Aynı Şeyler Orucu Bozuyor

  • Ramazan’ın başlamasıyla sorular da başladı. Ramazan programları, gazetelerin ramazan sayfaları mesaisini “orucu bozan haller” ile ilgili soruları yanıtlayarak geçiriyor. Taraf yazarı Ramazan Rasim, bugünkü köşesinde bu konuya değindi. “1400 yıldır aynı şeyler orucu bozuyor. Aynı şeyler sakatlıyor. Aynı şeyler de bozmuyor.” diyen Rasim, durumu “Çin işkencesi” diye açıkladı.

    BİZİM MİLLET SIKILMADI
    İşim gereği sabahtan akşama iftardan sahura Ramazan programlarını izliyorum. Gazetelerin Ramazan özel sayfalarını karıştırıyorum. Hıristiyan âlemi meleklerin cinsiyetini tartışmaktan sıkıldı. (Tabii bu onlara bizim tarihçilere göre bir İstanbul’a mal oldu.) Bizim millet orucu bozan şeyler mevzuundan sıkılmadı.

    1400 YILDIR AYNI ŞEYLER ORUCU BOZUYOR
    Kardeşim CERN’de “tanrı parçacığı” deneyi değil ki bu? 1400 yıldır aynı şeyler orucu bozuyor. Aynı şeyler sakatlıyor. Aynı şeyler de bozmuyor. Tırnaklara oje sürmek gibi 1400 sene önce olmayan, nispeten yeni bir konu da yıllar önce hâlledildi. Helena Rubinstein öleli kaç sene oldu yahu?

    ÇİN İŞKENCESİ GİBİ TANE TANE SORULUR
    Artık şundan eminim: Ramazan bir gelse, hoca efendi “Sorunuz var mı?” dese de orucu bozan şeyler sorusunu bir sorsam diye bütün sene bekleyen bir kadın/erkek tipi var.
    Dikkat ediniz. Soruyu da tek bir seferde soran, aslanlar gibi çıkıp “Hocam orucu bozan şeyleri sırasıyla sayar mısınız?” diyen yoktur. Çin işkencesi gibi tane tane sorulur.

    O NOHUDU YUTACAKSIN DA BAŞIN GÖĞE Mİ ERECEK
    “Hocam yanlışlıkla su içsek orucumuz bozulur mu” ile başlayan sorular “Hocam tam içerken fark ettik ama fark ettiğimiz anda bir kısmı içeri kaçtı. Şimdi ne yapacağız?”şeklinde zorlaşarak devam eder.
    “Hocam, dolgusu düşmüş dişimin boşluğuna sahurda nohut parçası girmiş. Şimdi bu nohudun hükmü nedir? İçimde mi yoksa dışımda mı? Ağzımın içi midemin içi hükmündeyse yutabilirim, yani o manada soruyorum” diyene o kadar nohudu yutacaksın da başın göğe mi erecek demek istiyor insan.
    Dodo Beach’te güneşlenirken telefonla programlara bağlanıp “Az sonra çivileme atlayacağım, orucum bozulur mu” soruları sormak ise bir tür yaz eğlencesidir artık.

    BU YIL FAVORİ: SAKIZ ÇİĞNEYİP ORUÇ TUTMAK İSTEYENLER
    Bu yılın favorisi ise hem sakız çiğneyip hem oruç tutmak isteyenler. Su içmekten bile vazgeçip, sakız çiğnemekten vazgeçemeyen bir kul nefsi tarafından cak cak çiğnendiğini, hatta arada balon yapılıp patladığının herhâlde farkında değildir.
    Televizyon ezanıyla orucunu erken açanlar, oturup bir kazan yemek yiyip oruçlu olduğunu hatırlamayacak kadar meselenin manasından kopuklar şapşallıklarını bir fetvayla meşrulaştırmanın telaşıyla yerel televizyonlardaki mahalle imamlarından bile fetva dilenirler.

    GİRENLER BOZAR, ÇIKANLAR BOZMAZ
    Aslında bu sorulardan bunalan muhtemelen Oflu hocanın biri “girenler bozar, çıkanlar bozmaz” diye genel bir kural koymuş; olayı kökünden bitirmiş. Ama bizim muzır, niyeti kötü halkımıza bu iki fiili barındıran cümle kurmayacaksın. İyice kurcalamak ister. Sonra gelsin +18 sorular. Kanal bile kapattırırlar.
    Neyse bu mevzuu fazla uzatmayalım. İşte bu orucu bozabilir.
    Bu arada unutmayın. Herkesi kandırabilirsiniz ama Allah’ı asla.
    Allah’ı “sakız çiğneyeceğim ama orucumu bozmasından çok korkuyorum”, “öyle hassasım ki ya dişimim arasına kaçan o nohut orucuma halel getirirse” gibi sahte kaygılarla kandıramazsınız.
    Merak etmeyim, Allah boğazınıza kaçan bir nohudun, üç damla suyun hesabını yapmaz. Yeter ki niyetler halis olsun. İşte Allah onu en iyi bilendir.

    Ramazan Rasim

    Taraf

  • İmam Hatiplere Kayıt Engeli Kaldırılsın

     

    İmam Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği (ÖNDER) yönetimi, Genel Yayın Yönetmenimiz Nuh Albayrak’a nezaket ziyaretinde bulundu. ÖNDER Genel Başkanı Dr. Hüseyin Korkut, dernek Başkan Yardımcıları Ali Akkaya, Ekrem Torun ve Fahrettin Postacı’dan oluşan heyet, İmam Hatip okullarındaki son durumu anlattı. Başkan Hüseyin Korkut, katsayı engelinin kaldırılmasına sevindiklerini ancak şimdi de İmam Hatip Ortaokullarına kayıt işlemleriyle ilgili sıkıntı yaşadıklarını söyledi. Korkut yaşanan sıkıntıyı şöyle anlattı: “e-okul kayıt sisteminde İmam Hatip Ortaokulu tercih hakkı sağlanmamış, veliye dilekçe verme şartı konarak uygulama vatandaş aleyhine zorlaştırılmıştır. Ayrıca kanunla isteyen herkese İmam Hatip Ortaokuluna kaydolma hakkı sağlanırken 5. sınıfa gitmek isteyen öğrenciler için fazla talep oluşması durumunda noterden belirlenecek kontenjan sınırı getirilmiştir. Buna ek olarak İmam Hatip Ortaokullarının ara sınıflarına öğrenci alınması imkânı da sağlanmamıştır. Söz konusu bu hukuksuz uygulamalara son verilerek isteyen bütün öğrencilerin İmam Hatip Ortaokuluna gidebilme imkânı sağlanmalı, öğrenciye e-okul kayıt sisteminde İmam Hatip Ortaokulunu tercih etme hakkı verilmelidir.” Korkut, birçok velinin e-kayıt sisteminde İHL ortaokullarının bulunmaması sebebiyle çocuklarını kaydettiremediğini belirterek bu durumun biran önce düzeltilmesini, diğer okullara getirilen kayıt kolaylığının İHL’lere de getirilmesini istedi. Nuh Albayrak da, misafir heyetine ziyaretlerinden dolayı teşekkür ederken, İmam Hatip camiasına haberleriyle desteklerini sürdüreceklerini belirtti. 

    BAŞARILAR DİLEDİ 
    Genel Yayın Yönetmenimiz Nuh Albayrak’ı ziyaret eden ÖNDER Genel Başkanı Hüseyin Korkut, üniversite sınavlarına girişte getirilen katsayı engelinin kaldırılmasından sonra İmam Hatip Okulları’nın eski parlak günlerine dönmeye başladığını ifade etti. Korkut, “Okullarımızı yeniden birer eğitim markası yapacak çok önemli çalışmalar ve projeler üzerinde çalışıyoruz” dedi. Nuh Albayrak da, İHL’ler ile ilgili parlak projeleri hayata geçirmek isteyen ÖNDER heyetine başarılar diledi

     

  • İlahiyat Mezunlarına İyi Haber

     

    Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), zorunlu eğitimi 12 yıla çıkara ”4 4 4 kanunu” gereği haftalık ders çizelgesine konulan derslerin hangi öğretmenlerce verileceğini belirledi. MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı, öğretmen olarak atanacakların atamalarına esas olan alanlar ile mezun oldukları yükseköğretim programları ve aylık karşılığı okutacakları derslere ilişkin esasları ve çizelgeyi yeniden düzenledi. Zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılmasının ardından bakanlık, ilkokul ve ortaokullarda okutulacak haftalık ders çizelgesinde değişikliğe gitmişti. Haftalık ders çizelgesinin zorunlu derslerine bazı dersler eklenirken, seçmeli dersler de çeşitlendirildi. Böylece yeni derslerin hangi alanlardan mezun olan öğretmenlerce verilmesinin de belirlenmesi ihtiyacı doğdu.

    Yapılan düzenlemeye göre, ortaokulda seçmeli okutulacak Spor ve Fiziki Etkinlikler Dersini Beden Eğitimi alanında atanacak, Beden Eğitimi ve Spor Öğretmenliği bölümünden mezun öğretmenler verecek. Bilişim Teknolojileri ve Yazılım dersi için Bilişim Teknolojileri alanında, bilgisayar öğretmenliği, bilgisayar mühendisliği, bilgi teknolojileri gibi bölümlerden mezun olan öğretmenlerden alım yapılacak.

    Fen bilimleri ve Matematik alanında seçmeli okutulacak Çevre Bilimi ile Bilim Uygulamaları derslerini Biyoloji, Biyoloji Öğretmenliği bölümü, Fen Bilgisi Öğretmenliği bölümü ile Fizik, Kimya, Biyoloji bölümlerinden mezun öğretmenler anlatacak.

    Ortaokulda zorunlu olarak verilecek Fen Bilimleri dersini de Fizik, Kimya, Fen Bilgisi Öğretmenliği bölümlerini bitiren öğretmenler verecek.

    Seçmeli ders olan Matematik Uygulamaları dersine ise İlköğretim Matematik Öğretmenliği bölümlerinden veya matematik öğretmenliği ile matematik bölümlerinden mezunlar alınacak.

    Okuma Becerileri dersi Türkçe öğretmenlerinden

    İlköğretim 1-4. sınıf dersleri ise yine Sınıf Öğretmenliği ile Üstün Zekalılar Öğretmenliği bölümlerinden mezun öğretmenlerce verilecek.

    Seçmeli derslerden Okuma Becerileri, Yazarlık ve Yazma Becerileri derslerini ise Türkçe Öğretmenliği ile Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları bölümlerinden mezun öğretmenler okutacak.

    İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği ve Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği bölümleri ile İlahiyat Fakültesi’nden mezun olup Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi alanındaki öğretmenler yeni konulan seçmeli derslerden Kur’an-ı Kerim, Hazreti Muhammed’in Hayatı, Temel Dini Bilgiler derslerini anlatacak.

    İmam Hatip Lisesi Meslek Dersleri alanında ise İlahiyat Fakültesi’nden mezun öğretmenler Din, Ahlak ve Değerler alanındaki Kur’an-ı Kerim, Hazreti Muhammed’in Hayatı, Temel Dini Bilgiler dersini verecek.

    AA

  • Kıbrısta İlahiyat Koleji Açıldı

    Haspolat çemberi yanında bulunan arazide düzenlenen törende, kolejin temelini Başbakan İrsen Küçük ile Türkiye’nin Kıbrıs İşlerinden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay birlikte attı. Atalay’ın, inşaatın yapımını üstlenen Tüfekçi Grup sahibinden aldığı söze göre, kolej, ikinci eğitim dönemi başlamadan önce 31 Ocak’ta tamamlanacak ve bakanlığa teslim edilecek. İlahiyat Kolejinin temel atma törenine, Başbakan İrsen Küçük ile Beşir Atalay’ın yanı sıra Türkiye Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mustafa İsen, Türkiye Cumhuriyeti Lefkoşa Büyükelçisi Halil İbrahim Akça, Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanı Dürüst, bakanlar, Türkiye’den gelen temsilciler ve üst düzey yetkililer, devlet üst düzey yetkilileri ve vatandaşlar katıldı. Saygı duruşu ve İstiklal Marşının okunmasıyla başlayan temel atma töreni, konuşmalar, dua okunması ve temelin atılmasıyla tamamlandı.

    Eğitime bu yıl başlayacak olan İlahiyat Koleji, sınavla kabul ettiği öğrencilere, kolej binası tamamlanana kadar Lefkoşa’daki TED Kolejinde eğitim verecek.

    Türkiye Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay da, İlahiyat Kolejinin temelinin çok özel ve güzel bir günde atıldığını, bugün hem Cuma, hem 20 Temmuz, hem de Ramazan ayının ilk günü olduğunu anımsattı ve ülkeye hayırlı olmasını temenni etti.

    Atalay, bugünün, Kıbrıs Türk halkının her açıdan özgürlüğüne kavuştuğu gün olduğunu ifade ederek, bu özgürlüklerin içinde din özgürlüğünün de bulunduğuna dikkat çekti.

    KKTC’de bu güzel günde birçok güzel ve önemli adımın atıldığını, en önemli ve büyük proje olan su projesinin devam ettiğini, duble yolların açılışını yaptıklarını, temeller attıklarını anlatan Atalay, ülke olabilmek için tüm bunlara ihtiyaç duyulduğunu kaydetti. Atalay, ülkelerin kolay yaratılmadığını, altyapılar, insanlara yapılan yatırımlar ve kültür, örf adet, dinin yaşatılmasıyla büyük ülke olunabileceğini ifade ederek, bu coğrafyanın hep bu tip eserlerle dolu olduğuna dikkat çekti.

    “GEÇEN YIL KONUŞTUK”

    Adanın her yerinde türbeler, tarihi eserler, ilahiyat kolejine adının verildiği Hala Sultan Camisi, Hz. Ömer dergahı gibi nice eserlerin bulunduğunu, kendilerinin de bugün kolej temeli attıklarını ifade eden Atalay, geçen yıl Türkiye Başbakanı Recep Tayip Erdoğan ile KKTC’ye geldiklerinde bu konuları konuştuklarını, ardından YDÜ’de İlahiyat Fakültesi açıldığını, Eğitim Bakanlığının İlahiyat Bölümü açtığını, şimdi de İlahiyat Kolejinin temelinin atıldığını kaydetti. Kolejin yeni eğitim sezonuna yetişemeyeceğinin ortada olduğunu, ancak ikinci sömestre hazır olması için müteahhitle pazarlık yapacağını söyleyen Atalay, koleje öğrenci alındığını, ancak binanın eğitim dönemine yetişemeyeceğinden eğitimin ilk sömestrinin TED Kolejinde verileceğini anlattı.

    “DEĞERLERİMİZİ VE KİMLİĞİMİZİ KORUMALIYIZ”

    Atalay, değerlerine sahip çıkmayan ve kimliğini korumayan toplumların geleceklerinde sorun yaşadıklarını ifade ederek, kendilerinin değerlerine ve kimliklerine sahip çıkmaya devam edeceklerini vurguladı. Dini eğitimlerin devlet tarafından verileceğine, koleje girmenin zorunlu olmadığına, zaten koleje girişlerin sınavla olacağına işaret eden Atalay, “Dileyen gelecek” dedi. Beşir Atalay, bu eserin ortaya çıkmasında emeği geçen herkese teşekkür ederek, “Bugün açılan yol gibi çok mübarek bir temeli atıyoruz. Bahtiyar oldum… İnşallah açılışını da yapacağız, KKTC’nin geleceği için çok önemli bir adım, çok iyi nesiller yetişmesini temenni ederim” şeklinde konuştu.

    Konuşmaların ardından dua okundu ve kolejin temeli atıldı.

  • Çocuğa Tekne Orucu Alıştırması

     

     Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Eğitimi Ana Bilim Dalı Öğretim Görevlisi Dr. Remziye Ege, “Çocuk sizden gördüğünü öğrenir, sizin yaşadığınızı modeller. Özellikle 0-7 yaş taklit ve modelleme döneminin en önemli unsuru, çocuklar için alıştırma dönemidir. İbadet konusunda Peygamberin önerdiği de çocukları alıştırmaya yöneliktir” dedi.

    İslam fıkhına göre, ibadet için akıl baliğ olma şartı aransa da, karakterin küçük yaşlarda oluşmaya başladığını hatırlatan Ege, çocuklar için oruç alıştırmalarının yapılabileceğini kaydetti.
    Ege, “Bizim geleneksel kültürümüzdeki tekne orucuyla alıştırma dönemi olur. İster yarım gün oruç; ister saatlik, ister aralıklı olsun. Akşama kadar aralarda su içerler belki çocuklar; veya bir gün tamamını tutar, üç gün tutmazlar. Ama ne olursa olsun, onlara farz olmayan dönemde bu şekilde ufak alıştırmalarla bu duyguyu yerleştirmenin bir yolu olabilir. Çünkü bu alıştırmaların bir hikmeti var” görüşünü dile getirdi.
    Çocukları oruca teşvik etmek için “orucu satın alma” uygulamasının da sürdürülebileceğine değinen Ege, “Çocuk zaten akşama kadar çektiğini bilir. Önemli olan bazı duyguları yaşamasını sağlamak. Belki o zorluktan sonra çocuk orucunu satmak bile istemeyebilir. Velev ki karşılık verildi, bunun nesi kötü, çocuk o duyguyu yaşıyor” dedi.

    “Hemen”den “sabır”a oruçla geçiş –
     

     Ege, çağın hız çağı olduğuna dikkati çekerek, şunları kaydetti: “Çocuklar için oruç biraz yavaşlamayı, elde edilmesi gereken şeylere doğru hamle yaparak, sonucunu bekleyerek mücadele etmeyi öğreten bir temrin (alıştırma) de olabilir. Özellikle bilgisayar oyunlarında, anında her şey gerçekleşiyor. Çocukların zihinlerinde, bilinç ve bilinçaltı düzeylerinde ‘hemen’ duygusu hakim. Her şeyin hemen olmasını istiyorlar.”
     Kendini tutup sabreden çocuğun iftarda elde ettiği sevincin bambaşka olduğunu söyleyen Ege, “Çocuk bunu başka öğrenmelere de taşıyor. Bunu öğrenen çocuğun hayatındaki zorluklara sabredebilmesi daha kolay olabiliyor” dedi.
     Ege, bu şekildeki duygusal öğrenmelerin çocuklarda daha kalıcı olduğunu da vurguladı.

  • İmam Hatipe Dönüşüm, Kayıda Göre Belli Olacak

     

     

    Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nün İl Milli Eğitim Müdürlüklerine gönderdiği yazıda, 4+4+4 eğitim sistemi kapsamında İmam Hatip’e çevrilecek ortaokulların sayısının sağlıklı tespit edilebilmesi için bu yıl 23 Temmuz-17 Ağustos 2012 tarihleri arasında yapılacak öğrenci kayıtlarının sonunda ortaya çıkan öğrenci sayılarına göre okul açma ve dönüştürme planlamasının yeniden değerlendirileceği ifade edildi. 

    İmam Hatip ortaokullarının yolunu açan ve “4+4+4 düzenlemesi” olarak bilinen 12 yıl zorunlu ve kesintili eğitimle ilgili yasanın kabulünün ardından hangi okulların İmam-Hatip’e çevrileceği tartışması sürerken, Din Öğretim Genel Müdürlüğü İl Milli Eğitim Müdürlüklerine bir yazı yolladı. Yazıda, 12 yıllık zorunlu eğitim uygulaması kapsamında tüm resmi ilköğretim kurumlarının kanun gereği ilkokul, ortaokul ve imam hatip ortaokulu olarak düzenlendiği hatırlatılarak, “Söz konusu kanunla imam hatip okulları bağımsız açılabileceği gibi imkan ve şartların gerekli kıldığı durumlarda imam hatip liseleri bünyesinde de açılabileceği öngörülmüştür” denildi. 

    -İMAM HATİP SAYISI KAYDA GÖRE YENİDEN DEĞERLENDİRİLECEK-

    Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nün yazısında açılması planlanan imam hatip ortaokullarının nasıl planlanacağıyla ilgili olarak şu ifadelere yer verildi: “İmam Hatip ortaokulu sayısının tespiti ve eğitim-öğretimle ilgili tüm planlamaların sağlıklı yapılabilmesi için 2012-2013 öğretim yılı öğrenci kayıtları 23 Temmuz – 17 Ağustos 2012 tarihleri arasında yapılacaktır. Kayıtlar sonunda ortaya çıkan öğrenci sayılarına göre okul açma ve dönüştürme planlaması yeniden değerlendirilecektir.” 

    -“KİMSE MAĞDUR EDİLMEYECEK”-

    Yazıda, ilgili genelge gereği çocuklarının kaydını imam hatip ortaokuluna yaptırmak isteyen velilerin ikametgahlarına en yakın imam hatip ortaokuluna başvurması gerektiği, birden fazla imam hatip ortaokulu bulunan yerlerde il ve ilçe milli eğitim müdürlüklerince okul kayıt bölgelerinin oluşturulacağı, bu bölgelerin oluşturulmasında MEB’in stratejik planında yer alan hedefler kapsamında sınıf mevcutlarının ideal seviyede tutulması ve öğrencilerin ikametgahlarına en yakın okullara yerleştirilmesinin sağlanacağı, “hiçbir veli ve öğrencinin mağdur edilmeyeceği” vurgulandı.

  • Delikanlının Rabbinin Adıyla

     

     

    Onun bir de her işini gören, her zaman danıştığı sihirbazı vardı. Bu sihirbaz yaşlanınca Kral’a “Artık ben yaşlandım. Bana bir genç gönder de sihirlerimi ona öğreteyim” dedi. Kral da bir delikanlıyı ona gönderdi.

    Gencin sihirbaza gittiği yolda bir rahip yaşıyordu. Delikanlı bir gün rahibe uğrayıp onun sohbetine katıldı. Anlattıkları çok hoşuna gitti. Bundan sonra her gün rahibin yanına uğramaya başladı.

    Sihirbaz bir gün delikanlıyı geç kaldığı için feci şekilde dövdü. Genç de durumu rahibe şikâyet edip ne yapması gerektiğini sordu. Rahip ona şöyle bir tavsiyede bulundu, “Eğer sihirbazın dövmesinden korkarsan “ailem beni oyaladı” dersin; ailenden korkacak olursan, beni sihirbaz oyaladı dersin.”

    O bu hal üzere devam ederken günün birinde insanların yollarını kesen büyük bir canavara rastladı. Kendi kendine “Sihirbaz mı daha faziletli yoksa rahip mi; bugün anlayacağım” diye mırıldandı. Yerden bir taş aldı ve “Allah’ım! Eğer rahibin yaptıkları Sana sihirbazın yaptıklarından daha sevimli ise şu hayvanı öldür de insanlar geçsinler.” diye dua ederek taşı fırlattı ve hayvanı öldürdü. İnsanlar de emniyet içinde yollarına devam ettiler. Delikanlı heyecanla gelip durumu rahibe anlattı. Rahip ona “Evet, artık sen benden daha faziletlisin ve üstünsün. Görüyorum ki yüce bir mertebedesin. Ancak bir kısım imtihanlar geçireceksin. İmtihana maruz kalınca sakın benden bahsetme!” dedi. Genç bir süre sonra anadan doğma körleri ve alaca hastalığına yakalananları tedavi etmeye başladı. Onun bu maharetini kralın kör bir arkadaşı da işitti. Kucak dolusu hediyeyle yanına gitti ve “Eğer beni tedavi edersen, şunların hepsi senindir.” dedi.

    Delikanlı, “Ben kimseyi tedavi etmem, tedavi eden Allah’tır. Eğer iman edersen, sana şifa vermesi için dua edeceğim. O da şifa verecek.” dedi. Adam derhal iman etti, Allah da ona şifa verdi. Adam bundan sonra kralın yanına geldi. Eskiden olduğu gibi yine kralın yanına oturdu. Kral; “Gözünü sana kim iade etti?” diye sordu. “Rabb’im!” diye cevap verdi. Kral hiddetlenerek, “Senin benden başka Rabbin mi var?” dedi. Adam: “Benim de senin de Rabb’imiz Allah’tır.” dedi. Kral adamı hemen derdest edip işkence yaptırdı. O kadar eziyet etti ki, adam gözünü tedavi eden ve Allah’a iman etmesine vesile olan gencin yerini söylemek zorunda kaldı. Kral hemen genci yanına getirtti ve ona; “Ey oğul! Senin sihrin körlerin gözünü açacak, alaca hastalığını tedavi edecek bir dereceye ulaşmış, neler neler yapıyormuşsun!” dedi.

    Delikanlı, “Ben kimseyi tedavi etmiyorum, şifayı veren Allah’tır.” dedi. Kral onu da tutuklatıp işkence etmeye başladı. O kadar ki, o da rahibin yerini haber verdi. Bunun üzerine rahip getirildi. Ona, “Dininden dön!” denildi. Rahip direndi, kralın teklifini kabul etmedi. Hemen bir testere getirildi. Başının ortasına konuldu. Ortadan ikiye bölündü ve iki parçası yere düştü.

    Sonra genç getirildi. Ona da, “Dininden dön!” denildi. Bu teklifi o da reddetti. Kral bu defa onu adamlarından bazılarına teslim etti. “Onu filan dağa götürün. Tepesine kadar çıkarın. Zirveye ulaştığınız zaman tekrar dininden dönmesini isteyin; dönerse ne ala, aksi takdirde atın gitsin!” dedi. Gittiler ve onu dağa çıkardılar. Genç: “Allah’ım! Bunlara karşı dilediğin şekilde bana yardımını gönder.” dedi. Bunun üzerine dağ titremeye başladı ve kralın adamlarının hepsi uçurumdan aşağı düştü. Delikanlı yürüyerek kralın yanına geldi.

    Kral şaşkınlık içinde, “Arkadaşlarıma ne oldu?” diye sordu. Genç “Allah onlara karşı bana yardım etti.” cevabını verdi. Kral onu bu defa başka bir gruba teslim etti ve “Bunu bir gemiye götürün denizin ortasına kadar gidin. Dininden dönerse ne ala; aksi halde onu denize atın.” diye emretti. Adamlar söylendiği şekilde onu götürdüler. Genç orada da, “Allah’ım dilediğin şekilde bunlara karşı bana yardım et.” diye dua etti. Genç bu duayı eder etmez gemileri alabora oldu ve kralın adamları boğuldu. Genç karaya çıktı ve yürüyerek hükümdara geldi. Kral, “Arkadaşlarıma ne oldu?” diye sordu. Genç, “Allah onlara karşı bana yardım etti.” dedi ve ilave etti: “Benim emrettiğimi yapmadıkça sen beni öldüremeyeceksin.” dedi. Kral, “O nedir?” diye sordu. Genç, ” İnsanları geniş bir düzlükte topla. Beni de bir kütüğe as. Sadağımdan bir ok al ve yayın ortasına yerleştir. Atmadan önce “Gencin Rabb’inin adıyla” de. Sonra oku bana at. Ancak bunu yaparsan beni öldürebilirsin.” dedi.

    Hükümdar hemen halkı bir düzlükte topladı. Delikanlıyı bir kütüğe astı. Sadağından bir ok aldı ve oku yayın ortasına yerleştirdi. Sonra herkesin duyacağı şekilde, “Gencin Rabb’inin adıyla” dedi ve oku fırlattı. Ok gencin şakağına isabet etti. Genç elini şakağına okun isabet ettiği yere koydu ve vefat etti. Bunu gören halk hep bir ağızdan, “Gencin Rabb’ine iman ettik.” dediler. Adamları hemen koşarak krala geldiler olan biteni anlattılar. “Ne emredersiniz? Vallahi korktuğunuz başınıza geldi. Halk o gencin Rabb’ine iman etti.” dediler. Kral hemen yolların başlarına hendekler kazılmasını emretti. Derhal hendekler kazıldı. İçlerine ateşler yakıldı. Hükümdar, “Kim dininden dönmezse onu bunlara atın.” diye emretti. Bu emir derhal yerine getirildi, inananlar sırayla hendeklerde yakıldı.

    Sıra, beraberinde çocuğu olan bir kadına geldi. Kadın evladını da düşünerek bir ara tereddüt geçirdi. Dinimden dönsem mi diye düşündü. Bunun üzerine kucağındaki bebek dile geldi ve, ‘Anneciğim sabret. Zira sen hak üzeresin.’ dedi. Kadın da ateşe atıldı ve şehitlerden oldu. Yerimiz kalmadığı için bu kıssanın değerlendirmesini de önümüzdeki hafta yapmaya çalışacağız inşallah.

    Süleyman Sargın

    Zaman