Yıl: 2012

  • Ramazan Sayfalarındaki Dinin İslamla Alakası Yok

    Peki ya artık “tüketim” ve “tatil”e odaklanmış bayram planlarına ne demeli? Birbirimizle daha çok yakınlaşmamız gerektiği söylenen bayram günlerinde artık neden uzak tatil köylerine kaçıyoruz? Bu soruların yanıtlarını SosyologProf. Dr. Recep Şentürk‘le birlikte aradık.

    Her bayram olduğu gibi yine “Nerde o eski bayramlar…” hayıflanmasını sık sık işiteceğiz; tıpkı Ramazan’da “Nerde o eski Ramazanlar…”ı işitip durduğumuz gibi. Bu nostalji tutkusunun temelinde ne var?

    -Bayramların birey-toplum ilişkileri açısından ne tür işlevlerinden söz edebiliriz?

    -İslam’ın bayram anlayışına baktığımızda bayramların, sadece zengin ve sağlıklı olanların mutlu olup eğlendiği bir vakit olmadığını görüyoruz. Tam aksine toplumun bütün kesimlerinin, birlikte mutlu olmasını ve o günleri mutlu bir şekilde geçirmesini sağlıyor bayramlar.

    Bir de yardımlaşmanın, paylaşma duygularının en üst seviyeye çıktığı günlerdir bayramlar…

    Basit bir hesap yapacak olursak mesela şunu görürüz: Türkiye’deki 70 milyon nüfusun 50 milyonu, fıtır sadakasını minimum miktarda verse 300 küsur milyar civarında bir para, üst tabakadan alt tabakaya ulaşıyor demektir. Böylelikle muhtaç olanlar rahatlıyorlar. Buna zekâtları da ilave edersek bu rakamın daha da büyüdüğü görülecektir.

    İslam’da ibadetler toplumsaldır, ferdi değildir. Mesela namaz, cemaatle kılınır veya hac, topluca yapılır. İslam’ın paylaşma konusunda önerdiği yaklaşım, toplumda kimin muhtaç olduğunun bilinmesi yönündedir.

    Ayrıca İslamiyet bu yardımlaşma çabasını kurumsallaştırmıştır. Kişilerin arzularına, iyilik yapma isteklerine bırakmamıştır bu yardımları. Tam tersine bunu, bir vazife haline getirmiş, zengin Müslümanları buna mecbur bırakmıştır. Modern toplumlarda fakirlerin desteklenmesi, tamamen devlete bırakılmış bir iştir. Türkiye’de ise sosyal devlet çok güçlü değil. Devletin sosyal güvenlik mekanizmalarının tam işlemediği bir durumda toplumun, kendi yaralarını kendisinin sarması ve bunun da İslamiyet’in ortaya koyduğu bir kurumsal sistem içerisinde gerçekleşmiş olması son derece önemlidir. Devlet fakir de olsa, kriz içinde de olsa toplum muhtaçları gözetiyor. Ama bu yardımlaşma duygusu olmasa fakirler, devletin merhametine terk edilmiş olacaklar.

    İSLAM YARDIMLAŞMAYI ZORUNLU KILAR

    -Bu bağlamda Türkiye’de bugün sadaka ve yardımlaşma sisteminin ciddi bir şekilde eleştirildiği de görülüyor. Bu eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

    -Sadaka kültürünü eleştirenler, bu eleştirilerini sadakanın dini bir mekanizma olmasına dayandırıyorlarsa yanlış yapıyorlar. Çünkü dünyanın her yerinde fakirleri gözetmek ile din, birlikte düşünülmüştür. Eğer böyle bir yaklaşım varsa dine karşı ifade edemedikleri eleştirileri, sadaka üzerinden ifade ediyorlar demektir.

    Az önce fitreyle ilgili yaptığımız hesaplamada toplam meblağın ne kadar büyük bir seviyede olduğunu gördük. Peki, sizin elinizde böylesi büyük bir yardımlaşmayı sağlayacak başka bir motivasyon aracınız var mı? Elbette ki yok. O zaman toplumdaki bu yardımlaşma nasıl gerçekleşecek? Buna karşı söyledikleri tek şey “devlet yapsın.” Elbette ki devletin, görevini yapması gerekiyor ama benim de insan olarak üzerime düşen vazifeyi yerine getirmem lazım. Bir muhtaç gördüğüm zaman hissiz, ruhsuz bir robot gibi hareket edemem.

    Dini, adet ve geleneklerin muhafazasından ibaret görmemek lazım. Din, son derece dinamik bir olgudur. Dinin temel ilkeleri vardır ve bu temel ilkeler, farklı formlarda ve evrensel olarak uygulanabilir.

    İSLAM’DA İBADETLER TOPLUMSALDIR

    -Yardımlaşma sistemlerinin, “dinî açıdan kurumsallaşmış” olmaları da bunların seküler kesimler tarafından eleştirilmelerine bir sebep olarak gösterilebilir mi? Çünkü söz konusu yardımlaşma sistemlerinin, modernizmin toplumlar üzerindeki çözücü etkisine karşı bir bent olduğu da açıkca görülüyor.

    -İslam’da ibadetler toplumsaldır, ferdi değildir. Mesela namaz, cemaatle kılınır veya hac, topluca yapılır. İslam’ın paylaşma konusunda önerdiği yaklaşım, toplumda kimin muhtaç olduğunun bilinmesi yönündedir. İnsan da bunu ancak çevresinde ne olup bittiğini bilerek gerçekleştirebilir. Modernizmde ise kendi semtindeki fakiri, fukarayı tanımayan bir yapı söz konusu. Fitresini, zekâtını verecek kimseyi başkasından soran insanlar var artık. Bunlar, içinde yaşadıkları toplumdan kopmuş, atomize olmuş, kalabalığın içinde yalnız yaşayan insanlar… Hâlbuki İslam, bunu kabul etmiyor. İslam, “komşunun aç mı, tok mu olduğunu bilmen lazım” diyor: İslam, insanı toplumsal bir varlık haline getiriyor. Ayrıca insanı, o toplumun sorumlu bir üyesi yapıyor. Modern toplumda ise bir çözülme söz konusudur; herkes, kendi derdiyle meşgul oluyor.

    – Bayramların, sosyal yardımlaşma üzerindeki etkisi hakkında bunları söylüyoruz ama bugün bayramların artık birer “tüketim” mevsimine dönüşmeleri de söz konusu değil mi?

    -Bayramlarla alakalı olarak zamanımızda ortaya çıkan yanlış bir algı da bayramı, tatil olarak değerlendirmektir. Şunu kafamızda netleştirmemiz gerekiyor ki bayram, tatil demek değildir. Tam tersine bayram, bir sosyalleşme, bir mutluluğu paylaşma zamanıdır. Bayramların, toplumdan kaçıp kafa dinleme zamanı olarak görülmemesi gerekir.  Tam tersine bayramların, sosyal olarak kaynaşmanın sağlandığı zamanlar olarak değerlendirilmesi lazım. Akraba ziyaretlerinin yapılması, fakirlerin gözetilmesi, çocukların sevindirilmesi ve bayramın bayram olarak yaşanması gerekir.

    Şunu kafamızda netleştirmemiz gerekiyor ki bayram, tatil demek değildir. Tam tersine bayram, bir sosyalleşme, bir mutluluğu paylaşma zamanıdır. Bayramların, toplumdan kaçıp kafa dinleme zamanı olarak görülmemesi gerekir.

    -Sık sık duyduğumuz “Nerde o eski Ramazanlar, bayramlar…” yakınmasına değinmek istiyoruz. Bir yoruma göre aslında Ramazan ve bayramların geçmişte kaldıkları, bugün artık hakkıyla yaşanamayacakları şeklinde bir algıyı aşılamak amacıyla bu yakınmanın pompalandığı dile getiriliyor. Gerçekten bu nostaljiyle Ramazan ve bayramı ötekileştiriyor muyuz?

    DİN NOSTALJİK DEĞİL DİNAMİKTİR

    -Elbette ki ben de bu yoruma katılıyorum. Bir de “din muhafazakarlıktır, âdet ve gelenektir” gibi bir algı söz konusu. Halbuki din, adet ve göreneklerden ibaret değildir. Din muhafazakarlık değildir. Biz, dedelerimizin yaptığı gibi iftar ve sahur yapmakla sorumlu değiliz. Onlar, kendi ekonomik ve sosyal şartları içerisinde iftar ve sahur yapıyordu. Bizim bugünkü sosyal ve ekonomik şartlarımız, onlara göre çok farklı olduğu için biz de böyle iftar ve sahur yapıyoruz. Dini, adet ve geleneklerin muhafazasından ibaret görmemek lazım. Din, son derece dinamik bir olgudur. Dinin temel ilkeleri vardır ve bu temel ilkeler, farklı formlarda ve evrensel olarak uygulanabilir. Bugün insanlar, New York’ta da, Afrika’da da, Hindistan’da da oruç açıyor. Bunların şartları birbirinden çok farklı olduğu için oruçlarını açmalarında da farklılık olacaktır. Yemekleri, yeme şekilleri, adetleri, görenekleri değişiklik gösterebilir. Burada önemli olan, İslamiyet’in koyduğu temel ilkelerin yerine getirilmesidir.

    Dine karşıt olan insanlar, dindarlar üzerinden bir menfaat temin edebileceklerini gördükleri zaman bunu temin etmek için ellerinden geleni yaparlar. Kur’ân’a inanmayan birisinin Kur’ân bastırıp satması gibi…

    RAMAZAN SAYFALARINDAKİ DİNİN İSLAM’LA ALAKASI YOK

    -Ramazan’da diğer aylardaki yayın politikalarının aksine dinle alakalı yayınlara geniş ölçüde yer veren basının durumunu nasıl değerlendirmemiz gerekmekte?

    -Dine karşıt olan insanlar, dindarlar üzerinden bir menfaat temin edebileceklerini gördükleri zaman bunu temin etmek için ellerinden geleni yaparlar. Kur’ân’a inanmayan birisinin Kur’ân bastırıp satması gibi…

    Bu yayınlarda sunulan dinle İslamiyet’in çok fazla bir alakası yok. Ramazan; yemek tarifleriyle, hikâyelerle sunuluyor bu sayfalarda. Ramazan’ın, dinin, orucun ne olduğuna dair insanları eğitecek şeyler, çok fazla bulunmuyor. Çünkü bunları hazırlayanlar da bu işlerde donanım sahibi olmayan insanlar. Bir de bu işin bir geleneği oluşmuş artık ve bunu da kıramıyorlar. Yani okuyucusu, ondan böyle bir yayın beklentisine girdiği için yapıyorlar bunları.

    -Bir de bu yayıncılığın televizyon boyutu var. Bu noktada neler söyleyebilirsiniz?

    -Kötü örneklerin gittikçe azaldığını görüyoruz artık. O tele-vaizler, artık yavaş yavaş ekranlardan çekilmeye başladılar ve yerlerine daha iyi örnekler gelmeye başladı. Çünkü ortada bir rekabet var. İnsanlar, kanalın birinde saçma sapan şeyler söyleyen birisini gördükleri zaman diğer kanala çevirebiliyorlar. Böyle olunca da kanallar, kendilerini bu bağlamda düzeltmek noktasına gidiyorlar. Bu süreç, neticede iyiye doğru gidecek. Bizdeki televizyonculuk da amatörlükten kurtulmaya başladı artık. Daha iyi işler yapılmaya başlandı günümüzde. Bu, Ramazan ekranına da yansıyor haliyle.

    -Sizin eklemek istediğiniz bir nokta var mıydı?

    -Bir de bu süreç içerisinde çocukların da Ramazan’a dahil edilmesi gerekiyor. Çocuklar, Ramazan’ı mutlu bir dönem olarak hatırlamalılar. Bunun için de birtakım şeylerin düşünülmesi gerekiyor. Ramazan’ı sadece büyüklere özgü bir ay olarak düşünmemek ve sadece büyüklere hitap eden etkinlikler yapmamak gerekir. Çocukların da Ramazan’ın ruhunu algılayabilecekleri etkinliklerin, adetlerin oluşturulması lazım.

    Prof. Dr. Recep Şentürk

    Sonpeygamber.info

  • Diyanet 450 Uzman Vaiz Alacak

     

    Diyanet İşleri Başkanlığından; 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 12 inci Maddesi uyarınca ve Diyanet İşleri Başkanlığı Vaizlik, Kur’an Kursu Öğreticiliği, İmam-Hatiplik ve Müezzin-Kayyım Kadrolarına Atama ve Bu Kadroların Kariyer Basamaklarında Yükselme Yönetmeliği hükümlerince, Başkanlığımız taşra teşkilatında münhal bulunan uzman vaiz kadrolarına aşağıdaki şartları taşıyan vaizler arasından naklen alım yapmak üzere sözlü “Uzman Vaizlik Sınavı” yapılacaktır.

    A-    Atama Yapılacak Kadroların Bulunduğu Yer, Unvan, Sınıf, Derece ve Adedine Göre Dağılımı

     

    MÜNHAL KADROLARIN

    BULUNDUĞU YER

    UNVANI

    SINIFI

    DERECESİ

    ADEDİ

    Taşra Teşkilatı

    Uzman Vaiz

    D.H.S

    1-9

    450

    TOPLAM

    450

     

    B-    Sınava Müracaat Edecek Adaylarda Aranan Şartlar;

    1.      657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci Maddesinde belirtilen şartları taşımak,

    2.      Diyanet İşleri Başkanlığının ilgili yönetmeliklerinde ön görülen Din Hizmetleri Sınıfında çalışan personel için aranan “Ortak Nitelik” şartını taşımak,

    3.      Sınava müracaat bitiş tarihi itibari ile Başkanlık teşkilatında vaizlik ve üstü görevlerde 6 (altı) yıl görev yapmış olmak.

    4.      Halen Başkanlığımız teşkilatında vaiz kadrosunda çalışıyor olmak.
    C-     Başvuru, Sınav, Atama İşlemleri ve Diğer Hususlar;
    1-      Başvuru İşlemleri
    1.      Şartları taşıyanlardan sınava başvuracaklar 02/08/2012 (saat 08:00)-16/08/2012 (saat 17:30) tarihi mesai saati bitimine kadar Başkanlığımız internet sitesi İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü sayfasındaki program üzerinden e-başvurularını bireysel olarak yapacaklardır.

    2.      Başvuru ekranında istenen bilgileri eksik olarak dolduran veya kayıt işlemini tam olarak gerçekleştirmeyen adayların başvuruları ve bu konudaki itirazları dikkate alınmayacaktır.
    3.      Başvuru işlemlerinin hatasız, eksiksiz ve duyuruda belirtilen hususlara uygun olarak yapılmasından adayın kendisi sorumlu olacaktır.

    4.      Başvuruların sona ermesinin ardından adayların müracaat bilgilerinde ne sebeple olursa olsun değişiklik yapılmayacak ve bu konuda adaylardan gelen taleplere cevap verilmeyecektir.
    5.      Başvuruların kaydedilmesi işleminden sonra, adaylar sınav müracaatının yapıldığına dair “Aday Başvuru Belgesi”ni başvuru yaptığı program aracılığı ile alabileceklerdir. Adayların almış olduğu bu belge “Sınav Giriş Belgesi” yerine geçmez.

    6.      Başkanlığımız internet sitesi İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü sayfasındaki program aracılığı ile yapılmayan müracaatlar işleme konulmayacaktır.

    7.      Bu duyuruda belirlenen esaslara uygun olmayan veya posta yoluyla yapılan müracaatlar ile 16/08/2012 (saat 17:30) tarihi mesai saati bitiminden sonra yapılan başvurular kabul edilmeyecektir.
    2-      Sınav ve Atama İşlemleri
    1.      Sınava girmeye hak kazanan adayların sınav tarihi ve yerleri, sınava müracaat işlemlerinin tamamlanmasının ardından ileri bir tarihte Başkanlığımız internet sitesinde (www.diyanet.gov.tr) ve aynı sitedeki İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü sayfasında ilan edilecektir. Sınava girmeye hak kazananlar “Sınav Giriş Belgesi”ni aynı internet sitesinden alabileceklerdir. Adaylar, Başkanlıkça belirlenecek sınav merkezinde/merkezlerinde sözlü sınava alınacaklardır.

    2.      Adaylar sınava gelirken “Sınav Giriş Belgesi” ile birlikte T.C Kimlik No’lu kimlik belgelerinden birini (nüfus cüzdanı, pasaport veya ehliyet) yanlarında bulunduracaklardır.

    3.      Sınava girmeye hak kazandığı halde ilan edilen sınav tarihlerinde sınava katılmayan adaylar sınav hakkını kaybetmiş sayılacaktır. Bu durumdaki adaylara her ne sebeple olursa olsun ikinci bir sınav hakkı verilmeyecektir.

    4.      Sınav sonuçları Başkanlığımız internet sitesinde (www.diyanet.gov.tr) ve aynı sitedeki İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü sayfasında duyurulacaktır.

    5.      Sınavda başarılı olmak için en az 70 (yetmiş) puan almak şarttır.

    6.      İlan edilen münhal kadrolara başarılı olan adaylar arasından en yüksek puandan başlanmak suretiyle başarı sırasına göre atama yapılacaktır. Puanların eşit olması halinde hizmet süresi fazla olana öncelik verilecektir.
    7.      Sınav sonucu ataması yapılanlardan iki ay içinde göreve başlamayanların atama onayları iptal edilecektir.

    8.      Sınav sonucu ataması yapılanlardan iki ay içinde göreve başlamayanların yerine başarı sırasına göre yedek listede yer alan adaylar arasından atama yapılabilecektir.

    9.      İlan edilen kadrolarda yeni bir sınav ilanına kadar çeşitli sebeplerle boşalma olması halinde bu kadrolara yedek listedeki adaylardan atama yapılabilecektir.
    3- Diğer Hususlar;
    1.     Sınav öncesi, sonrası ve atama sürecindeki işlemlerde gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu tespit edilen adayların başvuru ve sınavları geçersiz sayılacağı gibi görev alsalar dahi görevleriyle ilişikleri kesilecektir.

    2.    Sınav başvurularında adayın beyanı esas alınacaktır. Başkanlık, sınav ve atama sürecinin her aşamasında e-başvuru ekranında aday tarafından belirtilen hususlarda adaydan belge talep edebilecektir.

    3.     Bu duyuruda yer alan hususlar, sadece bu sınav ve bu sınava bağlı atamalar ile ilgilidir. Bundan sonraki sınav ve atamalar için müktesep teşkil etmez.

    4.     Sınav ve sonuçları ile ilgili Başkanlığımızın internet sitesinde ve aynı sitedeki İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü sayfasında yapılan tüm duyurular tebligat sayılacaktır. Adaylara ayrıca tebligat yapılmayacaktır.

    5.      Bu duyuruda yer almayan hususlarla ilgili olarak Diyanet İşleri Başkanlığı Vaizlik, Kur’an Kursu Öğreticiliği, İmam-Hatiplik ve Müezzin-Kayyım Kadrolarına Atama ve Bu Kadroların Kariyer Basamaklarında Yükselme Yönetmeliği hükümleri geçerlidir.

    6.     Sınav sonuçlarına ilişkin itirazlar sonuçların ilan edilmesinden itibaren 7 (yedi) gün içinde yazılı olarak Başkanlığımız İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü Personel Sistemleri Eğitim ve Sınavlar Daire Başkanlığına yapılacaktır. İtirazlar, sınav ve değerlendirme komisyonunca en fazla 15 (on beş) gün içinde incelenerek karara bağlanarak adaya bildirilecektir. Sınav sonuçlarının ilan edilmesinden itibaren 7 (yedi) gün içinde yazılı olarak Personel Sistemleri Eğitim ve Sınavlar Daire Başkanlığına ulaştırılmayan itirazlar dikkate alınmayacaktır.
    D-Sınav Konuları;
    Uzman Vaizlik Sınavına katılacakların temel ve özel yeterliklerinin tespitinde, Başkanlığımız internet sitesinde yayımlanan Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatında din hizmetlerini yürütenlerin temel ve özel yeterlik kriterleri esas alınacaktır.

    1) Kur’an-ı Kerim (25 puan),

    2) Arapça (25 puan),

    3) Dini bilgiler (Tefsir, hadis, fıkıh, kelam) (25 puan),

    4) Hitabet, etik ilkeleri ve mevzuat bilgisi (25 puan).

    E- Sınava Girişte Adaylardan İstenecek Belgeler

    1.     T.C kimlik no’lu kimlik belgesi (nüfus cüzdanı, pasaport veya ehliyet),

    2.     Amirlerince onaylanmış 1 (bir) adet hizmet çizelgesi,

    3.     Amirlerince onaylanmış 1 (bir) adet aşağıda yer alan “hizmet süresi formu” (Form, aşağıda yer alan “hizmet süresi formu” bağlantısından indirilerek doldurulacaktır),

    4.      Sınav giriş belgesi.
    F- İletişim

    Yazışma adresi   :Üniversiteler M. Dumlupınar Blv. No:147/A 06800 Çankaya ANKARA

    e-mail                  : persis@diyanet.gov.tr

    Telefon               :  (0312) 295 70 00

    İlgililere duyurulur.

    D.İ.B.İNSAN KAYNAKLARI GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

  • Sıcakta oruç bozulabilir fetvası tartışma yarattı

     

    Mısır’daki El Ezher Üniversitesi İslami Araştırma Akademisi Üyesi ve Ezher Şeyhi Ahmed et-Tayyib’in danışmanı Hamid Ebu Talib yaptığı açıklamada, “Ramazan ayında bir bölgede sıcaklar artar ve oruç tutmak zor bir hal alırsa, o gün oruç bozulup başka bir günde kaza edilebilir. Çünkü oruç ibadetinin amacı insan hayatını tehlikeye sokmak değildir” dedi. Eski Ezher Fetva Kurulu Başkanı Şeyh Abdulhamid el-Atraş da, Ebu Talib’le aynı kanaati paylaştığını ifade etti. Bu fetva Türkiye’deki ilahiyatçılar arasında tartışma konusu oldu. Kimi fetvayı desteklerken, kimi de karşı çıktı. İşte konuyla ilgili görüşler: 

    ‘FETVA GEÇERLİ VE DOĞRU’

    Diyanet Vakfı Yayın Kurulu Başkanı Prof. Dr. Saim Yeprem, fetvanın “Geçerli ve doğru” olduğunu söyledi. Yeprem, “Oruç ayetinde açıkça yazıyor. Buna göre oruç tutmaya takat getiremeyenler ya kaza ederler, ya da bir yoksul doyumu fidye verirler. Yeni ve farklı bir fetva değil” diye konuştu. 

    ‘SICAK ORTAM VE AĞIR İŞTE TUTULMAYABİLİR’

    Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Eğitimi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı ise şunları söyledi: “Havanın sıcak olması orucun tutulmasına mani değil. Bir kişi günü klimalı ortamda geçiriyorsa ne olacak. Aşırı sıcak işin bahanesi. Kişinin ağır işte çalışıyor ve çalıştığı yerin de sıcak olması lazım. Örneğin Ereğli Demirçelik’te fırının karşısında çalışan kişi tutmayabilir. Daha sonra kaza eder ya da fidyesini verir.” 

    ‘MANTIKİ İZAHI YOK’
    Türkiye ‘de 70 dakika fazla oruç tutulduğunu açıklamasıyla gündeme gelen İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi ve Süleymaniye Vakfı Başkanı Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır ise, bu fetvanın kabul edilebilir yanı olmadığını belirterek, “Bakara Suresi 184. ayette, hasta ve yolcunun dışında hiç kimseye oruç tutmama ruhsatı verilmemiştir. Bu fetvalar, âyete verilen yanlış anlamdan kaynaklanmaktadır. Ayetteki “orucu tutabilenlere” bölümüne “tutamayanlara” şeklinde ters anlam verilmiş ve ilgili bölümün meali şöyle olmuştur: ‘Onu (orucu) tutamayanlara bir yoksulu doyuracak fidye de gerekir’. Hastaya ve yolcuya başka zamanda oruç tutma görevi yüklenirken orucu tutmakta zorlandığını söyleyenin bir fitre ile bu görevden kurtulmasının mantıki izahı yoktur. Fetva kabul edilemez” dedi. 

  • İmam Hatip Liseleri Tarihinde Bir İlk

     

    ANTALYA’DA geçen yıl eğitime açılan Demre Anadolu İmam Hatip ve İmam Hatip Çok Programlı Lisesi Müdürlüğü’ne 32 yaşındaki Hülya Konu atandı. İlçe Milli Eğitim Müdürü Bülent Aldal, Konu’nun Türkiye tarihinde bir imam hatip lisesine müdür olarak atanan ilk kadın yönetici olduğunu söyledi. Köşkler köyündeki Demre Anadolu İmam Hatip Lisesi’ne müdür olarak atanan Hülya Konu, görevine başladı. Pamukkale Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği mezunu olan Konu, Isparta, Ağrı ve Antalya’da öğretmenlik yaptıktan sonra Milli Eğitim Bakanlığı’nın müdürlük sınavını kazandı. Konu, tercihi doğrultusunda Demre Anadolu İmam Hatip Lisesi’ne atandı.

    ‘Hedefim Atatürkçü nesiller’

    Bir ilkin onurunu yaşadıklarını kaydeden Aldal, “Kendisinin eğitim yöneticiliği süresince Atatürk’ün çağdaş uygarlık seviyesinde kurmuş olduğu misyon ve vizyonlar ölçüsünde görevini en iyi şekilde yapacağına eminiz” dedi. Atamasının yapılmasından çok mutlu olduğunu kaydeden Hülya Konu ise “Benden sonra da kadın yöneticilerin görev almasını dilerim. Atatürk’ün açmış olduğu çağdaş uygarlık yolunda aklın ve bilimin ışığında iyi nesiller yetiştirmek en büyük hedefim” diye konuştu. Hülya Konu’nun atandığı imam hatip lisesinin 65 öğrencisi bulunuyor.

  • Başvurular patladı İHLye kayıtlar kurayla

     

    Eğitim sistemini 28 Şubat prangasından kurtaran 4+4+4 uygulamasıyla birlikte yeniden ortaokul kısmına öğrenci kabul etmeye başlayan İmam Hatip Liseleri’nde (İHL) talep patlaması yaşandı. Katsayı uygulaması ve başörtü yasağı gibi darbe zihniyetini yansıtan yasakların ortadan kaldırılmasının da etkisiyle vatandaşların İHL’lere kayıt başvurusunda rekor seviyeye ulaşıldı. Sadece Üsküdar İHL’de kontenjanı 300 olarak belirlenen 9. sınıfa 7 bin öğrenci kayıt için başvurdu. Kayıt taleplerinin kontenjan seviyelerinin açık ara üstünde gerçekleşmesi nedeniyle İHL’ler kura yöntemine başvurdu.

    İHL SAYISI YETERSİZ

    İHL sayısının yetersiz olması ve kayıt sisteminde yaşanan bazı sıkıntılar nedeniyle birçok veli çocuklarını bu okullara kaydettiremedi. İHL’lerin orta kısımları yoğun başvuruya cevap veremeyince noter huzurunda kura sistemiyle kayıtlar gerçekleştirildi. İstanbul İmam Hatip Mezunları ve Mensupları Derneği’nin (İSTİMDER) Genel Müdür Yardımcısı Murat Şahin, çocuklarının kaydını yaptıramayan yüzlerce velinin gözyaşları içinde kendilerine yardım talebiyle müracaat ettiğini belirterek ‘Bu yıl İstanbul’da İHL’leri orta kısımları yoğun başvuru karşısında kura ile kayıt yapmak zorunda kaldı. Sorunun çözümü için sıkıntı yaşayan ilçelerde normal okullar İHL’ye dönüştürülmelidir. Bunun yanında süratle yeni İHL’ler inşa edilmelidir’ dedi.

    SAYI 750 BİNE ULAŞACAK

    Kontenjanı dolan İHL’lerde okul müdürlerinin velileri kayıt için normal liselere yönlendirdiğini belirten Şahin, vatandaşların çocuklarını İHL’de okutma hakkından faydalanamadığını söyledi. Türkiye genelinde 540, İstanbul’da ise100 İHL’nin bulunduğunu belirten Şahin, ‘Geçtiğimiz yıl Türkiye genelindeki İHL’lerde 260 bin öğrenci eğitim görüyordu. İmkansızlıklara rağmen bu yıl sayının 3 katına çıkacağını düşünüyoruz. İstanbul’da ise İHL öğrencisi sayısı 50 bin civarında. Bu sayıyı artırmak için çalışıyoruz. İşadamlarını yeni imam hatip okulları yapmaları için teşvik ediyoruz’ diye konuştu. Bu girişimlere rağmen İHL’ler konusunda büyük bir sıkıntı yaşandığını kaydeden Şahin, ‘Demografik yapısı bilinen Fatih gibi bir ilçede biri kız olmak üzere iki İHL var. Pendik ilçemizde 5 bin öğrencinin en az yüzde 30’unun İHL’leri tercih etmesi bekleniyor. Biz çocuklarını İHL’lere kaydettiremeyen vatandaşları bilinçlendiriyoruz. Resmi kuruluşları yazacakları dilekçelerle bilgilendirmelerini sağlıyoruz’ dedi.

    KONTENJAN 300 KAYIT iÇiN BAŞVURU 7000

    Üsküdar Anadolu İmam Hatip Lisesi Müdürü Ahmet Köse, kısıtlı kontenjanlarla velilerin kayıt taleplerine cevap verememenin üzüntüsünü yaşadığını söyledi. Köse, bu yıl Üsküdar Anadolu Lisesi 9. sınıf kayıt kontenjanının 210 ile sınırlı olmasına rağmen başvuru sayısının 3 bini aşmasını beklediklerini söyledi. Köse, normal İHL’de kontenjanın 300 olmasına rağmen kayıt sonunda başvuru sayısının 7 bine ulaşabileceğini vurguladı. İHL’lerin 5. sınıflarına kayıt yaptıramayan velilerin çocuklarını uzak bölgelere göndermek istemediği için normal liselere kaydettirdiğini belirten Köse, ‘Talebin çok olduğu bölgelere acilen yeni İHL’ler yapılmalıdır’ dedi.

    BAŞVURU SAYISINI TAHMiN EDEMiYORUM

    Kartal Anadolu Lisesi Müdür Yardımcısı Türkay Görgün de okullarına 14 yıldır 240 öğrenci kaydettiklerini söyledi. Bu yıl okullarını tercih edecek öğrenci sayısının tahmin etmekte zorlandıklarını ifade eden Görgün, ‘Kayıtlar SBS puanına göre yapılıyor. AİHL olduğumuz için okulumuzda sınıf mevcudu 30’u geçmiyor’ dedi. Türkay Görgülü, İHL’lere daha çok öğrenci kaydı yapabilmek için ihtiyaç duyulan bölgelere yeni okullar inşa edilmesinin kaçınılmaz olduğunu vurguladı.

    EN AZ 5000 ÖĞRENCi TERCiH EDECEK

    Eyüp Anadolu İmam Hatip Lisesi Baş Müdür Yardımcısı Dr. Ali Keleş, okullarının İstanbul’da en çok tercih edilen 5 okuldan biri olduğunu söyledi. Bu yıl öğrenci kontenjanını 180 ile sınırladıklarını belirten Keleş, ‘Anadolu İHL’yi tercih eden her 5 öğrenciden birisi okulumuzu tercih ediyor. Bu yıl en az 5 bin kişinin okulumuza yeni başvuru yapmasını düşünüyoruz’ dedi. Geçtiğimiz yıl 210 öğrenci kaydettiklerini belirten Keleş, ülkenin yeni İHL’lere ihtiyaç duyduğunu kaydetti. Keleş ‘Biz okulumuzun fiziki mekanını göz önünde bulundurarak belirlediğimiz kontenjanı yetkililere bildiriyoruz. Gönlümüzden daha çok öğrenci kaydetmek geçiyor’ dedi.

    Yeni Şafak

  • Nasıl İtikâf Yapacağız?

     

     

    On bir ayın sultanı olan Ramazan’a bu sene de ulaşmayı ve elimizden geldiği kadar değerlendirmeyi Allah bize nasip etti. Ömrümüzdeki her bir Ramazan, onu değerlendirebildiğimiz ölçüde geçmiş hayatımızı yıkayıp temizleyen bir yağmur hükmünde adeta. İnanarak ve sevabını yalnızca Allah’tan bekleyerek tutulan bir aylık orucun, geçmiş bütün günahlarımıza kefaret olacağı bizzat Efendiler Efendisi’nin  (sallallahu aleyhi ve sellem) beyanıdır. Bu beyana inanan her bir mümin Ramazan ayını en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyor.

    Allah Resûlü’nün hayat-ı seniyyelerine baktığımız zaman üç ayların girişiyle Ramazan’a hazırlanmaya başladığını görürüz. Recep ve Şaban aylarında, oruç başta olmak üzere bolca nafile ibadette bulunduğunu hadislerden takip edebilmekteyiz. Ramazan’ın girmesiyle bu ibadetlerin günlük hayatındaki ağırlığı da artar. Hele son 10 güne gelince adeta her anını ibadetle geçirmeye çalışır. O’na (sallallahu aleyhi ve sellem) göre bu ay, ruhların kanatlandığı veya kanatlanması gerektiği bir aydır. Dolayısıyla insanlar bu kutlu zaman dliminde melek-misal hale gelmeli, adeta ibadetten başka bir şey düşünmemelidir. Çünkü ancak bu şekilde günahlardan kurtulup cennete ehil hale gelinebilir.

    İtikâfla Ulaşılan Zirve

    Efendimiz’in beyanlarında Ramazan’ın sonu, günahlardan kurtulup cehennemden azad olma vakti olduğu için bu zamanın apayrı değerlendirilmesi gerekir. Bu doğrultuda Resûlullah, hayat-ı seniyyelerinde itikâfa girmeyi düstur edinir. Medine’ye hicret ettikten sonra her Ramazan’ın son 10 günü mescide itikâfa çekilir. Hatta vefat ettiği son senenin Ramazan’ında bu süreyi yirmi güne çıkardığı rivayet edilir. O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) devamlı yaptığı bir âdeti olması hasebiyle İslam âlimleri, itikâfı müekked sünnet olarak kabul etmiştir. İtikâf, kelime olarak bir işe devam etme anlamına gelir. İslâmî terminolojide ise kişinin, ibadet niyetiyle bir mescide kapanması, zaruri ihtiyaçları hariç oradan çıkmaması ve vaktinin büyük çoğunluğunu ibadet, zikir, fikir gibi şeylerle geçirmesinin adıdır. Her amelde olduğu gibi itikâfa girecek kişinin de öncelikle niyet etmesi gerekir. Niyet etmeksizin günlerce mescidde kalan bir kişinin, itikâf sevabı alacağı düşünülemez. İtikâf esnasında da sağlam bir niyetin ve dolayısıyla o işe şartlanmanın gerekliliğini hatırımızdan çıkarmamalıyız.

    Efendimiz’in itikâfları her ne kadar onar gün sürmüş olsa da itikâfın bu süreden daha az yapılabileceği de belirtilmiştir. Bir-iki gün yapılabileceğini söyleyen âlimler olduğu gibi, itikâfa niyet edilerek mescide girip sadece “Subhanallah” diyecek kadar kalmanın bile yeterli olduğunu söyleyenler olmuştur. Fakat Allah Resûlü’nün günlerce itikâfta kaldığını nazarı itibara alırsak bu ibadetin efdalinin en az birkaç gün olacağı açığa çıkacaktır. Zaten buradaki amaç eğer son on gün içinde gizli olan Kadir Gecesi’ni yakalamaksa –ki öyle olduğu görülüyor- elden geldiği kadar on günün hepsini itikâfla değerlendirmek gerektiğini düşünebiliriz.

    Camide Kalamayanın Hali

    İtikâf hususunda belirtilen diğer bir husus da bu ibadetin bir camide yapılması gerekliliğidir. İçinde cuma kılınan –dolayısıyla kıyıda köşede kalmamış- bir camide bu ibadeti yerine getirmek hususu öteden beri üzerinde durulan bir şarttır. Ancak bunun bir istisnası olarak hanımlardan itikâfa niyet edenlerin bu ibadetlerini, evlerine kapanarak yapabileceklerine dair âlimlerimizin fetvaları vardır.

    Peki, günümüz şartları içerisinde bu sünneti nasıl uygulayacağız? Zira toplumsal ilişkiler öyle iç içe bir halde ki insan, birçok zaruri ihtiyacını görmek için neredeyse her gün dışarı çıkmak zorunda. Diğer taraftan dine hizmet etme düşüncesinde olan insanların, özellikle gecelerini bu yolda değerlendirmeleri, sohbet, zikir ve fikir ortamlarına katılmaları, şartlarına uygun bir şekilde itikâfta bulunmayı imkânsız kılıyor. Ne var ki günümüzde unutulmuş olan bir sünneti ihya adına, Müslümanlar olarak gayretimizin olması da gerekmez mi? Öncelikle, sünnet-i müekkede olması hasebiyle elimizden geldiği kadar şartlarına tam riayet ederek itikâf yapmaya çalışmalıyız. Eğer mümkünse Ramazan’ın son 10 günü işyerimizden izin isteyeceğiz. Evimizin yakınlarındaki bir camiye kapanıp bayrama kadar ibadetle geçirmeye çalışacağız. Ancak günümüz şartları içerisinde bunun yüzde yüz gerçekleşmesi mümkün görülmemektedir. Öyleyse erkekler olarak belki hanımlara verilen fetvadan faydalanma cihetine gidebiliriz. Evimizin bir odasını bu işe tahsis ederek, gerekli malzememizi oraya yığabiliriz ki odadan ancak zaruret haricinde çıkmaya yardımcı olsun. Eğer işimizden de izin alamıyorsak yine itikâfa niyet eder, belki maişetimizi temin maksadına binaen işimizi de bir zaruret sayar ve işten gelir gelmez yine odamıza kapanır, ibadetimize devam ederiz. Arapların güzel bir atasözü var: “Bütünüyle elde edemediğin bir şeyi bütünüyle terk edip bırakma. Elinden geldiğince, gücünün yettiğince yapmaya çalış.” Sanırız bu düsturu itikâf için de uygulamak mümkün. 

    Hüseyin Gültekin 

    Yenibahar

  • Orucu güzelleştiren şeyler

     

    Sahur yapmak: Sahur, ikinci fecirden az önceki vakit olan seher vaktinde yenilen yemek demek.Peygamberimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) sahura kalkmayı teşvik ve tavsiye eden birçok hadisi bulunuyor: “Sahura kalkın, çünkü sahur yemeğinde bereket vardır.” (Buhârî, Savm, 20)Peygamberimiz, sahuru mümkün olan son vakte denk getirmeyi teşvik ettiği gibi iftarın da vakit girer girmez yapılmasını teşvik ediyor.İftar vakti girdiğinde yemeğe oturmadan namaz kılınmak isteniyorsa yine de biraz su veya bir hurma ile orucu açıp, ondan sonra namaz kılmak yerinde olur.Oruç açılırken dua edilmesi sünnet.Varlıklı kimselerin, özellikle fakirlere iftar yemeği yedirmesi, güzel ve sevap olan bir davranış. Peygamberimiz, “Oruçluya iftar ettiren kimse, oruçlunun sevabında bir eksilme olmaksızın, oruçlunun alacağı kadar sevap alır.” (Tirmizî, Savm, 42) buyuruyor.İftar yemeklerini, zenginler arasında bir lüks ve gösteriş yarışı haline getirmekten kaçınmak lazım.Oruç tutan kişinin dilini kötü, çirkin, başkalarını rencide edecek boş ve gereksiz sözlerden koruması gerekiyor. Peygamberimiz bu noktaya işaretle “Hiçbiriniz oruçlu iken kötü laf söylemesin; bağırıp çağırmasın, hatta kendisine ağır sözler söyleyen (küfreden) birine dahi sadece ‘Ben oruçluyum’ demekle yetinsin.” (Buhârî, Savm, 2) buyuruyor.Ramazan’ın manevî atmosferini daha iyi hissedebilmek için Kur’an okumak, eksikliğini hissettiği bilgileri öğrenmeye çalışmak yerinde olur.

    Yenibahar

  • Büyük sahabi: Selman-ı Farisi

    Selman-ı Farisi Hazretleri, Ashab-ı Kiram’ın büyüklerinden ve meşhurlarındandır. Ehl-i beytten sayılır. İnsanları Hakk’a davet eden, doğru yolu göstererek saadete kavuşturan ve kendilerine ‘Silsile-i Aliyye’ denilen büyük âlim ve velilerin ikinci halkasıdır.    Hendek Savaşı’ndan itibaren bütün gazalara katıldı. Bedir ve Uhud muharebelerinden sonra, Medine üzerine üçüncü defa yürüyen müşriklere karşı nasıl bir savunma yapılması gerektiği istişare ediliyordu. Bütün müşriklerin birleşerek hücum ettiği bu savaşta Selman-ı Farisi, Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem), hendek kazmak suretiyle savunma yapmayı söyledi. Onun bu teklifi kabul edilip, hendek kazıldı. Bu sebeple bu savaşa ‘Hendek Savaşı’ denildi.    Selman-ı Farisi, içlerinde Amr bin Avf, Huzeyfe bin Yeman, Numan bin Mukarrin ile Ensar’dan altı kişinin bulunduğu bir grupla beraber bulunuyordu. Kendisi güçlü ve kuvvetli bir zat idi. Hendek kazma işinde gayet mahir ve becerikli idi. Yalnız başına on kişinin kazdığı yeri kazardı. Cabir bin Abdullah, “Selman’ın kendisine ayrılan beş arşın uzunluğunda, beş arşın derinliğinde yeri vaktinde kazıp bitirdiğini gördüm.” demiştir. Hendek Savaşı’ndaki gayret ve hizmetinden dolayı Efendimiz onun için “Selmanü’l-Hayr” (Hayırlı Selman) buyurdu.    Ashab-ı Kiram tarafından da çok sevilip hürmet görürdü. Selman-ı Farisi Hazretleri, dünyaya hiç rağbet etmezdi. Kendisine gelen bütün dünya malını Allah rızası için dağıtırdı. Ayakta duramayacak hale gelinceye kadar namaz kılar, sonra bedeni yorulunca oturur dili ile zikrederdi. Dili yorulduğu zaman da Allah Teâlâ’nın yarattığı şeylerdeki hikmetleri düşünürdü.    Selman-ı Farisi, zaten Ashab-ı Suffe denilen ve Resûlullah’ın bizatihi kendilerini ilim öğrenmekle vazifeli kıldıkları ve O’ndan (sallallahu aleyhi ve sellem) hazarda ve seferde bir an ayrılmayan kimselerdendi. Bazı geceler Efendimiz’in huzurunda bulunarak baş başa saatlerce sohbetinde kalırdı.

    Yenibahar

     

  • Ölçü Kaçarsa: Bizim Ali bir kere sizin Ali değil…

    İşte böyle övgü bile ölçüsünü aştı mı bir anda tam yergiye dönebiliyor. Hz. İsa’nın şakirtleri onu Allah’ın oğlu yapıp gökte sağına oturttular. Şimdi yetmiş iki millet bir oldu oradan onu indirmeye çalışıyor.
    (Bizde de nüzûl-i İsâ diye inanç konusu yapılmak istenen bir husus vardır.)
     
    Ben televizyonda farklı zamanlarda iki Alevi dedesi dinledim. Birinin anlattıklarına aynen imzamı atardım. Ama ikincisi dedi ki: “Bizim Ali bir kere sizin Ali değil. Çünkü sizin Ali tarihî bir kişilik olarak namaz kılardı, oruç tutardı… falan. Bizim Ali ise…” diye bir başladı ve anlattıkları bir insanın nitelikleri olamazdı.
     
    Siz, siz olun ölçüyü kaçırmayın!
    Peygamberiniz bile olsa onu “kul olarak bir insan gibi” sevin. Muhammedun abduhu ve rasûluh… Abd kul demektir. “Kabrini tapınılan bir put haline getirmeyin!” (Bu ifade bizzat kendisinin duasıdır).
     
    Şeyhlerinizi, efendilerinizi sevin, ama uçurmadan, kaçırmadan. Nice nadan kendisine dalkavukların yönelttiği övgüleri gerçek sanıp da uçmaya kalkışmış ve sonunda yere çakılmış… Yalnız kendisi olsa, eteğine yapışan cühela ile birlikte…
     
    Keramet arıyorsanız, en büyük keramet istikamet sahibi olmaktır.
    Evliya arıyorsanız göklerde değil, hayatın içinde arayın: “Elâ inne evliyâ allahi lâ havfun aleyhim velâ hüm yahzenûn. Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn[1]: Bu âyet Velayet (velilik)  için sadece iki şart belirliyor: Bir fiil olarak her an teceddüd eden bir iman ve aynı şekilde her an teceddüd eden bir ittikâ yani takva hali. Suda yürümesi, havada uçması evliyalığın değil, belki birincisi balık olmanın, ikincisi de sinek olmanın özelliği…
    Kerameti insanlıkta arayın.
     
    Bu yazının üslubunu sevmedim. Çünkü ben dışarıda kalmış gibi oldum. Üslubu gelin hep birlikte değiştirelim ve: Yapalım, edelim, bilelim.. diyelim.
    Ölçüyü asla kaçırmayalım.
    “Festekim kemâ ümirte! Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!”
    Bu öyle azîm bir davadır ki, senin, benim, hepimizin belini bükmeye, saçımızı sakalımızı ağartmağa yeter.
     
    Ve dostun, seni doğrulayan değil, sana doğruyu söyleyendir. (Sadîkuke men sadakake lâ men saddakake).
    Ve kûnû ma’a’s-sâdıkîn= Doğrularla beraber olun! Doğruluk bulun!
    Dua ile!
     
    GARİBCE
  • Osmaniye İlahiyat Fakültesi İçin Seferber Oldu

    İlahiyat fakültesi protokolü, Korkut Ata Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Aykut Gül, AK Parti Osmaniye Milletvekili Suat Önal, MHP Osmaniye Milletvekili Hasan Hüseyin Türkoğlu, Belediye Başkanı Kadir Kara, Osmaniye İl Müftüsü Ramazan Çortul, Hasanbeyli Belediye Başkanı Yusuf Tozluklu, Ensar Vakfı Yönetim Kurulu üyeleri, OGİAD ve TÜMSİAD yönetimi ve çok sayıda iş adamı huzurunda Korkut Ata Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Orhan Büyükalaca ile Ensar Vakfı Osmaniye Şube Başkanı Esat Çetin arasında imzalandı.

     Programa katılanlar ilahiyat fakültesi için gerekli desteği vereceklerini söyledi. Ensar Vakfı Osmaniye Şube Başkanı Esat Çetin, Ramazan ayı gibi güzel bir ayda ilahiyat fakültesi için büyük bir adım attıklarını, bu adımın devamını getirmek için çalışacaklarını vurguladı.

    OKÜ Rektörü Prof. Dr. Orhan Büyükalaca, aldıkları kararın herkese büyük bir sorumluluk getirdiğini, fakültenin bir an önce yükselmesi için tüm Osmaniyelilere büyük görev düştüğünü ifade ett