Yıl: 2012

  • Muzari Fiil’in Meçhulu Arapça Dersleri

     

    FİİL-İ MUZÂRİNİN MEÇHÛLU

    Fiil-i muzârinin meçhûl yapılması için muzâri harf ötre, fiilin sondan bir önceki harfi üstün okunur.  Örnek:

    يَكْتُبُ

    yazar

    يُكْتَبُ

    yazılır

    يَشْرَبُ

    içer

    يُشْرَبُ

    içilir

    يَفْتَحُ

    açar

    يُفْتَحُ

    açılır

    يَضْرِبُ

    döver

    يُضْرَبُ

    dövülür

    يَعْلَمُ

    bilir

    يُعْلَمُ

    bilinir

    يأْكُلُ

    yer

    يُؤْكَلُ

    yenilir

    Muzâri meçhûl fiil cümlesinde de, mâzî meçhûlde olduğu gibi fâil yerine cümlenin mef’ûlü, nâibu fâil olur:

    يَكْتُبُ التِّلْمِيذُ الدَّرْسَ.

    Öğrenci dersi yazıyor

    يُكْتَبُ الدَّرْسُ

    Ders yazılıyor

                     Naibu fâil (son harekesi ötre)

     
         

           يَعْرِفُ      الناَسُ    الْمُخْلِصِينَ   بِأَعْماَلِهِمْ. – يُعْرَفُ  الْمُخْلِصُونَ   بِأَعْماَلِهِمْ.

    Muzâri ma’lûm f. Fâil Mef’ûl Mef’ûl b. ga. s.

                    Câr-mecrûr  Nâibu Fâil  Muzâri meçhûl f

    İnsanlar ihlaslıları (samimileri) işleriyle tanır. İhlaslılar işleriyle tanınır.

         اَلناَسُ  يَعْرِفُونَ    الْمُخْلِصِينَ   بِأَعْماَلِهِمْ. –  اَلْمُخْلِصُونَ    يُعْرَفوُنَ      بِأَعْماَلِهِمْ.

    Mübtedâ

    Câr-mecrûr  Nâibu Fâil  Muzâri meçhûl f.

    Câr-mecrûr          Muzâri meçhûl f.     Mübtedâ

     

    Haber (fiil cümlesi)

     Haber (fiil cümlesi)  
             

    İnsanlar ihlaslıları (samimileri) işleriyle tanır. İhlaslılar işleriyle tanınır.

    Cümle Örnekleri:

    1- يَنْصُرُ اللَّهُ الْمُسْلِمِينَ – يُنْصَرُ الْمُسْلِمُونَ.

    2- عَرَفْناَ كَيْفَ يَحْفُرُ([19]) الْمُهَنْدِسُونَ الْآباَرَ([20]) – عَرَفْناَ كَيْفَ تُحْفَرُ الْآباَرُ.

    3- فَهِمْناَ كَيْفَ يَجْمَعُ الصَّحَفِيُّونَ الْأَخْباَرَ – فَهِمْناَ كَيْفَ تُجْمَعُ الْأَخْباَرُ.

    4- فَحَصَ الطَّبِيبُ الْمُدَرِّسِينَ فِي الْمُسْتَشْفَى – اَلْمُدَرِّسُونَ يُفْحَصُونَ هُناَكَ.

    5- تَنْصَحُ الْمُعَلِّمَةُ التِّلْمِيذاَتِ –  التِّلْمِيذاَتُ يُنْصَحْنَ.

     

    6- تَشْكُرُ الْمُدِيرَةُ الطاَّلِبَتَيْنِ – اَلطاَّلِبَتاَنِ تُشْكَراَنِ.

    7- يَكْسِبُ الْفَرِيقُ الْمُباَراَةَ فِي آخِرِ لَحْظَةٍ  – تُكْسَبُ الْمُباَراَةُ فِي آخِرِ لَحْظَةٍ.

    8- يُؤْخَذُ الْكِتاَباَنِ – تُفْهَمُ الْقِصَّتاَنِ – يُتْرَكُ الْعَمَلُ لِلصَّلاَةِ.

    9- تَشْرَحُ الْأُسْتاَذَةُ الدَّرْسَيْنِ – يُشْرَحُ الدَّرْساَنِ.

    Tercüme:

    1- Allah müslümanlara yardım ediyor. Müslümanlara yardım ediliyor.

    2- Mühendislerin kuyuları nasıl kazdığını öğrendik (bildik). Kuyuların nasıl kazıldığını öğrendik.

    3- Gazetecilerin haberleri nasıl topladığını anladık. Haberlerin nasıl toplandığını anladık.

    4- Doktor hastanede öğretmenleri muayene etti. Öğretmenler orada muayene ediliyor.

    5- Öğretmen kız öğrencilere nasihat ediyor. Kız öğrencilere nasihat ediliyor.

    6- Müdür iki öğrenciye teşekkür ediyor. İki öğrenciye teşekkür ediliyor.

    7- Takım maçı son anda kazanıyor. Maç son anda kazanılıyor.

    8- İki kitap alınıyor. İki hikaye anlaşılıyor. İş namaz için terkediliyor.

    9- Hoca iki dersi açıklıyor. İki ders açıklanıyor.

    &&&&&&&&&&

    FİİL-İ MUZÂRİNİN MEÇHÛLÜ İLE İLGİLİ AYETLER

    1-  وَإِنَّهُ لَذِكْرٌ لَكَ وَلِقَوْمِكَ وَسَوْفَ تُسْأَلُونَ .

    (43/ZUHRUF, 44). Doğrusu O (Kur’ân), sana ve kavmine bir öğüttür. (Ondan) sorulacaksınız (sorumlu tutulacaksınız).

    ذِكْرٌ

    hatırlayış, öğüt. (Buradaki manası; inzal edilmiş kitap, Kur’ân)

    قَوْمٌ

    kavim, topluluk

    سَأَلَ يَسْأَلُ

    sordu

    2-  أَ تُتْرَكُونَ فِي مَا هَاهُنَا آمِنِينَ .

    (26/ŞUARÂ, 146). Siz burada güvende olarak bırakılacak mısınız?

    تَرَكَ يَتْرُكُ تَرْكاً

    terketmek, bırakmak.

    فِي مَا هَاهُنَا

    işte burada (هَا tenbih için gelmiştir.)

    آمِنٌ ج آمِنِينَ

    emin, korkusuz olanlar, güvende olanlar.  
             

    3-  فَيَوْمَئِذٍ لاَ يُسْأَلُ عَن ذَنْبِهِ إِنسٌ وَلاَ جَانٌّ .

    (55/RAHMÂN, 41). İşte o gün insanlara da cinlere de günahı sorulmaz.

    اَلذَّنْبُ ج ذُنُوبٌ

    günah, suç

    إِنسٌ

    insanlar

    جَانٌّ

    cinler, görülmeyen, gizli, canlı, şuurlu mahluklar

    4-  يُعْرَفُ الْمُجْرِمُونَ بِسِيمَاهُمْ فَيُؤْخَذُ بِالنَّوَاصِي وَالْأَقْدَامِ .

    (55/RAHMÂN, 41). Suçlular, simalarından tanınır, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar.

     

     

    يُعْرَفُ (عَرَفَ يَعْرِفُ)

    bilinir, tanınır

    سِيمَا

    çehre, sima

    اَلْمُجْرِمُ ج  اَلْمُجْرِمُونَ

    günah işleyen, suçlu

    قَدَمٌ ج اَلْأَقْدَامُ

    ayak

    يُؤْخَذُ (أَخَذَ يأْخُذُ)

    (ayetteki mana:) tutulmak, yakalanmak

    اَلنَّاصِيَةُ ج اَلنَّوَاصِي

    kâkül, perçem (Ayette geçen perçemlerle ayaklardan tutulmaktan maksat yakapaça edilip cehenneme atmaktır).

    5- إِنَّ اللَّهَ اشْتَرَى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ أَنْفُسَهُمْ وَأَمْوَالَهُم بِأَنَّ لَهُمُ الجَنَّةَ 

    (9/TEVBE, 111). Muhakkak ki Allah mü’minlerden mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennetle satın almıştır.

    اِشْتَرَى يَشْتَرِى اِشْتِرَاءاً

    satın almak

    اَلنَّفْسُ ج اَلْأَنْفُسُ

    can

    ماَلٌ ج أَمْوَالٌ

    mal

    6- … أَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ فِي كُلِّ عَامٍ مَرَّةً أَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لاَ يَتُوبُونَ وَلاَ هُمْ يَذَّكَّرُونَ .

    (9/TEVBE, 126). Onlar, her yıl bir veya iki kez (çeşitli belalarla) imtihan ediliyorlar. Sonra ne tevbe ediyorlar ne de ibret alıyorlar.

    فَتَنَ يَفْتِنُ فَتْناً فُتُوناً

    imtihan etmek, denemek, eziyet etmek, ateşe atmak

    يُفْتَنُونَ

    imtihan ediliyorlar

    عَامٌ

    yıl, sene

    مَرَّةٌ

    bir kere, defa, kez.

    مَرَّتاَنِ  مَرَّتَيْنِ

    iki kere

    تاَبَ يَتُوبُ

    tevbe etti.

    تَذَكَّرَ  يَتَذَكَّرُ  تَذَكُّراً

    hatırlamak, öğüt almak, ibret almak

    يَتَذَكَّرُونَ  ‘nin aslı يَذَّكَّرُونَ

    öğüt alıyorlar
                   

    7-  ثُمَّ        لَتُسْأَلُنَّ            يَوْمَئِذٍ        عَنِ           النَّعِيمِ .

     

    Mecrûr isim     harfu cer

    Zarfu zaman F.muzâri meçhûl Atıf harfi
          (لَ) Kasem (yemin)  harfi

    (102/TEKÂSÜR, 8). Sonra o gün (dünyada yararlandığınız) nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz.

    لَتُسْأَلُنَّ

    muhakkak sorulacaksınız (Fiilin başındaki lâm te’kîd lâmı, sonundaki şeddeli nun da te’kit nûnudur. Manayı kuvvetlendirmek için kullanılır. Cemi müennes nunları hariç te’kîd nûnundan önceki harfin yani fiilin son harfinin harekesi üstün ise müfred oluşu, ötre ise cemi oluşunu gösterir. Burada ötre olup cemidir. Ayetlere has açıklanarak konu dışı verilen bu bilgiler ilerideki konuların daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır.)

    اَلنَّعِيمُ

    nimet, çok nimet, rahat yaşayış, bolluk

    8- … سَتُكْتَبُ شَهَادَتُهُمْ وَيُسْأَلُونَ .

    43/ZUHRUF, 19. ..Onların (bu) şahitlikleri yazılacak ve sorguya çekileceklerdir.

     

  • Muzari Fiil Tekid-i Nefy-i İstikbal

     

    TE’KİD-İ NEFY-İ İSTİKBAL

                     (GELECEK ZAMANIN KESİNLİKLE OLUMSUZU)          

    Muzâri fiilin başına لَنْ takısı getirilirse hem fiilin sonunu  nasbeder (fetha yapar) hem de kesin olumsuz yaparak işin gelecekte kesinlikle meydana gelmeyeceğini belirtir.

    يَكْتُبُ

    yazar

    لاَ يَكْتُبُ

    yazmayacak, yazmıyor

    لَنْ يَكْتُبَ

    hiç, asla yazmayacak

    Yapılışı: Müfred müzekker, müfred müennes ve mütekellimlerde son harf üstün okunur.

    يَكْتُبُ

    yazar

    لَنْ يَكْتُبَ

    asla yazmayacak (müfred müzekker-gâib)

    لَنْ تَكْتُبَ

    asla yazmayacak (müfred müennes- gâibe)

    لَنْ تَكْتُبَ

    asla yazmayacaksın(müfred müz. muhatap)

    لَنْ أَكْتُبَ

    asla yazmayacağım (mütekellim vahde)

    لَنْ نَكْتُبَ

    asla yazmayacağız (mütekellim cemi)

    Diğer fiillerdeki ن lar gâibe cemi müennes ve muhâtaba cemi müennes nunları hariç düşer:

    لَنْ يَكْتُبُوا

    asla yazmayacaklar

    لَنْ يَكْتُبْنَ

    asla yazmayacaklar

     

     

     

     

     
     

       

    Çekim Tablosu

     

     
     

    Cemi

    Tesniye

    Müfred

     

     
     

    لَنْ يَكْتُبُوا

    لَنْ يَكْتُبَا

    لَنْ يَكْتُبَ

    Gâib  
     

    (Onlar) asla

    yazmayacaklar

    (O ikisi) asla

    yazmayacak

    (O) asla yazmayacak

       
     

    لَنْ يَكْتُبْنَ

    لَنْ تَكْتُبَا

    لَنْ تَكْتُبَ

    Gâibe  
                     

     

    لَنْ تَكتُبُوا

    لَنْ تَكْتُبَا

    لَنْ تَكْتُبَ

    Muhatap

    (Sizler) asla

    yazmayacaksınız

    (İkiniz) asla yazmayacaksınız

    (Sen) asla

    yazmayacaksın

     

    لَنْ تَكْتُبْنَ

    لَنْ تَكْتُبَا

    لَنْ تَكْتُبِى

    Muhâtaba
             

     

    لَنْ نَكْتُبَ

    لَنْ نَكْتُبَ

    لَنْ أَكْتُبَ

    Mütekellim

    (Bizler) asla yazmayacağız

    (İkimiz) asla yazmayacağız

    (Ben) asla yazmayacağım

     

    *Meçhûlleri fiil-i muzârinin meçhûlu gibidir.

    لَنْ يُكْتَبَ

    asla (hiç) yazılmayacak

    لَنْ يُكْتَبُوا

    asla (hiç) yazılmayacaklar

       Meçh. Muz. fiil / Harfu nefy ve nasb ya da harfu tekid-i nefy-i istikbal

    Cümle Örnekleri:

    1- لَنْ أَخْرُجَ الْيَوْمَ إِلَى الْحَديِقَةِ – لَنْ أَرْجِعَ الْيَوْمَ إِلَى الْبَيْتِ.

    2- لَنْ أَكْتُبَ الْيَوْمَ إِلَى صَديِقيِ – لَنْ أُساَفِرَ الْيَوْمَ إِلَى الْعاَصِمَةِ.

    3- هَلْ سَتَذْهَبُ إِلَى السُّوقِ ؟ لاَ ، لَنْ أَذْهَبَ إِلَى السًّوقِ الْيَوْمَ.

    4- إِلَى أَيْنَ سَتَذْهَبُ إِذَنْ([18]) ؟ سَأَذْهَبُ مُباَشَرَةً مِنْ هُناَ إِلَى الْمَسْجِدِ.

    5- أَ لَنْ تَذْهَبَ لِلصَّلاَةِ ؟ بَلَى ، سَأَذْهَبُ.

    6- أَ لَنْ تَذْهَبَ لِلْإِفْطاَرِ؟ بَلَى ، سَأَذْهَبُ.

    7- لَنْ يَتْرُكَ بَعْضُ الْمُسْلِمِينَ الصَّلاَةَ.

    8- اَلْبِنْتاَنِ لَنْ تَفْتَحاَ النَّواَفِذَ – اَلْوَلَداَنِ لَنْ يَلْعَباَ فِي الشاَّرِعِ.

    9- اَلتِّلْمِيذاَتُ لَنْ يَلْعَبْنَ فِي الصاَّلَةِ – اَلتَّلاَمِيذُ لَنْ يَلْعَبُوا فِي الصاَّلَةِ.

    10- لَنْ يَفْشَلَ الطاَّلِبُ فِي الْإِمْتِحاَنِ.

     

    Tercüme:

    1- Bugün bahçeye hiç çıkmayacağım. Bugün hiç eve dönmeyeceğim.

    2- Bugün arkadaşıma hiç yazmayacağım. Bugün asla (hiç) başkente yolculuk etmeyeceğim.

    3- Çarşıya gidecek misin? Hayır, bugün asla çarşıya gitmeyeceğim.

    4- Nereye gideceksin o zaman? Buradan doğruca mescide gideceğim.

    5- Namaz için hiç gitmeyecek misin? Bilakis, gideceğim.

    6- İftar için hiç gitmeyecek misin? Bilakis, gideceğim.

    7- Bazı müslümanlar namazı asla terketmeyecek.

    8- İki kız pencereleri asla (hiç) açmayacak- İki çocuk (hiç) asla caddede oynamayacak.

    9- Kız öğrenciler hiç salonda oynamayacak. Erkek öğrenciler hiç salonda oynamayacak.

    10- Öğrenci imtihanda hiç başarısız olmayacak.

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    TEKİD-İ NEFY-İ İSTİKBAL İLE İLGİLİ AYETLER

    1  وَلَنْ يَنفَعَكُمُ الْيَوْمَ إِذْ ظَلَمْتُمْ أَنَّكُمْ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ .

    (43/ZUHRUF, 39). Zulmettiğiniz için bugün (nedamet) size hiçbir fayda vermeyecek. Gerçekten siz azabta ortaksınız.

    نَفَعَ يَنفَعَ نَفْعاً

    fayda vermek, faydası olmak

    اَلْعَذَابُ

    azab, işkence

    إِذْ

    …için/hani, bir zamanlar (zaman zarfı)

    ظَلَمَ يَظْلِمُ ظُلْماً

    zulmetmek, haksızlık etmek

    مُشْتَرِكٌ ج مُشْتَرِكُونَ

    iştirak eden, katılan, ortak olan
                 

    2-  لَنْ       يَنَالَ       اللَّهَ  لُحُومُهَا    وَ        لاَ    دِمَاؤُهَا وَلَكِنْ   يَنَالُهُ   التَّقْوَى مِنكُمْ 

    Câr-mecrûr

    Fâil

     Mef. Fiil

    Atıf

    Ma’tûf

    Harfu nefy

    Atıf

    Fâil

    Mukaddem mef’ûl

    Mansûb muz. f.

    Harfu nefy ve nasb

    /HAC, 37). Onların (kurbanların) ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşmayacak, fakat O’na (sadece) sizden olan takva ulaşır.

    نَالَ  يَنَالُ  نَيْلاً

    erişmek, ulaşmak

    لَحْمٌ ج لُحُومٌ

    et

    دَمٌ ج دِمَاءٌ

    kan, kesilmekle akıtılan kan

    لَكِنْ

    fakat, ama

    اَلتَّقْوَى

    korunma, sakınma (şer’î lisanda Allah’ın azabından korkup sakınma)
             

    3-  قَالُوا يَا مُوسَى إِنَّا لَنْ نَدْخُلَهَا أَبَدًا 

    (5/MÂİDE, 24). “Ey Mûsâ! …biz oraya (ona) asla girmeyeceğiz.” dediler.

    يَا

    ey! (nidâ edatı)

    أَبَدًا

    ebediyyen, sürekli (zaman zarfı)

    إِنَّا

    gerçekten biz

     

     

     

     

     

     

    4-  … يَا مُوسَى لَنْ نَصْبِرَ عَلَى طَعَامٍ وَاحِدٍ 

    (2/BAKARA, 61). (Hani siz bir zamanlar verilen nimetlere karşılık): “Ey Mûsâ! Bir tek yemeğe asla sabretmeyeceğiz…” (dediniz).

    صَبَرَ  يَصْبِرُ صَبْراً

    sabretti, dayandı, tahammül gösterdi

    وَاحِدٌ

    bir, tek (çeşit)

     

  • Muzari Fiil Gelecek Zaman Fiili Muzari

     Muzari Fiil Gelecek Zaman Fiili Muzari

    Mazi Fiilden Muzari Fiil Yapımı Muzari Fiil Cümle Örnekleri

    GELECEK ZAMAN

    Gelecek zaman için muzâri fiilin başına سَ  ve سَوْفَ takısı getirilir. سَ takısı daha yakın bir gelecek için, سَوْفَ takısı ise daha uzak bir gelecekte yapılacak işler için kullanılır. İki takı da …..ecek, …..acak diye tercüme edilirler. Fiilin sonunda herhangi bir değişiklik olmaz. Örnek:

     

    سَأَذْهَبُ

    gideceğim

    سَتَدْخُلِينَ

    gireceksin
     

    سَتَشْرَبُ

    içeceksin

    سَتَأْكُلِينَ

    yiyeceksin
     

    سَتَعْلَمُونَ

    bileceksiniz

    سَوْفَ أَكْتُبُ

    yazacağım

    سَوْفَ تَعْلَمُونَ

    bileceksiniz

     

     
             

    Cümle Örnekleri:

    1- هَلْ كَتَبْتَ الدَّرْسَ أَمْسِ ؟ لاَ ، سَأَكْتُبُ الدَّرْسَ الْيَوْمَ.

    2- لِماَذاَ لاَ تَلْبَسُ الْمَلاَبِسَ ؟ سَأَلْبَسُ الْمَلاَبِسَ حاَلاً.

    3- هَلْ سَتَعْمَلُ الْواَجِبَ ؟ لاَ ، عَمِلْتُ الْواَجِبَ أَمْسِ.

    4- أَيْنَ سَتَذْهَبُ فيِ الْعُطْلَةِ ؟ سَأَذْهَبُ فيِ الْعُطْلَةِ إِلَى بَلَديِ.

    5- سَوْفَ يَذْهَبُ فيِ الْعُطْلَةِ إِلَى بَلَدِهِ . كَيْفَ سَوْفَ نَذْهَبُ إِلَى هُناَكَ ؟

    6- سَوْفَ أَذْهَبُ باِلدَّراَّجَةِ – هَلْ سَتَتْرُكُ الْأُخْتاَنِ حَقَّهُماَ فِي هَذِهِ الْأَرْضِ؟

    7- سَتَذْهَبُ الْمُدَرِّسَةُ مِنْ هُناَ إِلَى الْبَيْتِ مُباَشَرَةً.

    8- هَلْ سَيَلْعَبُ وَحْدَهُ ؟ هَلْ سَتأْكُلُ وَحْدَهاَ ؟ هَلْ سَنَدْرُسُ وَحْدَناَ ؟

    9- ماَذاَ سَتَأْخُذِينَ مَعَكِ فِي السَّفِينَةِ؟ ماَذاَ سَتَأْخُذاَنِ مَعَكُماَ فِي الْحَقِيبَةِ ؟

      10- هَلْ سَتَخْرُجُ الْأُسْرَةُ إِلَى الشاَّطِئِ الْيَوْمَ ؟ سَيَذْهَبُ زُمَلاَءُكُمْ إِلَى الْمَعْرِضِ.

    11- سَنَدْخُلُ الْمَسْجِدَ ثُمَّ نُصَليِّ – سَنَشْتَريِ الْأَقْلاَمَ ثُمَّ نَرْسُمُ.

    Tercüme:

    1- Dün dersi yazdın mı? Hayır, dersi bugün yazacağım.

    2- Niçin elbiseleri giymiyorsun ? Elbiseleri hemen giyeceğim.

    3- Ödevi yapacak mısın? Hayır, ödevi dün yaptım.

    4- Tatilde nereye gideceksin? Tatilde memleketime gideceğim.

    5- Tatilde memleketine gidecek. Oraya nasıl gideceğiz?

    6- Bisikletle gideceğim. İki kız kardeş bu yeryüzünde hakkını terk mi edecek?

    7- Öğretmen buradan doğruca eve gidecek.

    8- Tek başına mı oynayacak? Tek başına mı yiyecek? Tek başımıza mı okuyacağız?

    9- Gemide beraberine ne alacaksın (müe)? İkiniz çantada beraberinize ne alacaksınız?

    10- Aile bugün kıyıya çıkacak mı? Arkadaşlarınız sergiye gidecek.

    11- Mescide gideceğiz sonra namaz kılacağız. Kalemleri satın alıp sonra resim çizeceğiz.

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    GELECEK ZAMANLA İLGİLİ AYETLER

    1- سَنَفْرُغُ لَكُمْ أَيُّهاَ الثَّقَلاَنِ .

     (55/RAHMÂN 31.) Ey (yeryüzünün) iki ağırlığı (insan ve cin)! Sizin de (hesabınızı) ele alacağız.

    فَرَغَ  يَفْرُغُ  فَراَغاً

    ilgilendi, ele aldı

    أَيُّهاَ

    ey (nidâ edatı)

    ثَقَلٌ ج أَثْقاَلٌ

    ağır yük, ağırlık

    اَلثَّقَلاَنِ

    İki ağırlık (Bunlar şanları büyük olduğu veya yeryüzünde birer yük gibi olduklarından böyle isimlendirilmiştir). Nidâ edatından sonra gelen (münâdâ) tek isim merfû olduğundan, tesniyenin merfû hali getirilmiştir.

    .

    تَعْلَمُونَ سَوْفَ

    2- كَلاَّ

             Fiil-i muzâri ma’lûm

    Harfu istikbal

    Nefy ve kınama harfi

                 

    (102/TEKÂSÜR 3). Hayır! Yakında bileceksiniz!

    كَلاَّ

    Hayır manasında olup kendisiyle menetme veya sakındırma yahut çirkin gösterme murat edilir. Bazen de bununla kendisinden sonra geleni isbat ve onun hakikat olduğunu tenbih ve ihtar kastedilir.

    3- ثُمَّ كَلاَّ سَوْفَ تَعْلَمُونَ .

    (102/TEKÂSÜR 4). Yine hayır!  (Elbette) yakında bileceksiniz!

    4- كَلاَّ سَيَعْلَمُونَ .

    (78/NEBE 4). Hayır! Anlayacaklar!

    5- ثُمَّ كَلاَّ سَيَعْلَمُونَ .

    (78/NEBE 5). Yine hayır! Anlayacaklar!

    6-  فَسَتَعْلَمُونَ كَيْفَ نَذِيرِ .

    (67/MÜLK 17). İşte (bu) uyarım(ın) nasıl (olduğunu) yakında bileceksiniz.

    اَلنَّذِيرُ uyarma, uyarı. نَذِيرِ nin aslı نَذِيرِي dir. Esre harekesi, düşen ي nin işareti olarak (benim uyarım anlamında)   mütekellim ya’sı olduğunu ifade eder.

    7- وَهُمْ مِنْ بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَ .

    (30/RÛM, 3). …ve onlar, (bu) yenilgilerinden sonra galip geleceklerdir.

    غلَبَ  يَغْلِبُ غَلَباً

    galib gelmek, yenmek, üstün gelmek

    غَلَبٌ

    yenilgi

    مِنْ بَعْدِ

    …den sonra. Bir zarf olan (بَعْدِ) kelimesinden sonra gelen isim esre olur.

    مِنْ بَعْدِ غَلَبِهِمْ

    yenilgilerinden sonra
             

    8-  قَالَ سَلاَمٌ عَلَيْكَ سَأَسْتَغْفِرُ لَكَ رَبِّي …

    (19/MERYEM, 47). (İbrahim:) Selâm sana (esen kal) dedi, Rabbimden senin için mağfiret dileyeceğim…

    سَلاَمٌ

    selâm, sulh, esenlik, barış.

    اِسْتَغْفَرَ  يَسْتَغْفِرُ  اِسْتِغْفاَراً

    … den mağfiret diledi, af istedi.

    سَاَسْتَغْفِرُ

    mağfiret dileyeceğim (arttırılmış fiiller ileride gelecektir)
           

    9- قَالَ سَوْفَ أَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبِّي إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ .

    (12/YÛSUF, 98). (Yakub:) Rabbimden sizin için af dileyeceğim. Muhakkak ki, O, çok bağışlayan ve merhametli olandır.

    الْغَفُورُ

    çok bağışlayan, çok bağışlayıcı, mağfireti bol olan

    اَلرَّحِيمُ

    çok acıyan, çok merhamet eden
  • Nefy-i İstikbal Muzari Fiil Arapça

     

    NEFY-İ   İSTİKBAL

    (GENİŞ ve GELECEK  ZAMANIN  OLUMSUZU   لاَ )

    Hem şimdiki hem de geniş zamanın olumsuzunu yapmak için muzâri fiilin başına لاَ getirilir. En çok kullanılan olumsuzluk edatı budur.

    يَشْرَبُ

    içer

    لاَ يَشْرَبُ

    içmez, içmiyor, içmeyecek  

    يَكْتُبُ

    yazar

    لاَ يَكْتُبُ

    yazmaz,yazmıyor, yazmayacak

    أَذهَبُ

    gidiyorum

    لاَ أَذْهَبُ

    gitmem, gitmiyorum, gitmeyeceğim

    Cümle Örnekleri:

    1- لاَ أَعْرِفُ ماَذاَ كَتَبْتُ- لِماَذاَ لاَ نَذْهَبُ إِلَى حَديِقَةٍ ؟

    2- لِماَذاَ لاَ نَذْهَبُ إِلَى مَلْعَبٍ ؟- لِماَذاَ لاَ نَذْهَبُ إِلَى الْغُرْفَةِ ؟

    3- لِماَذاَ لاَ نَذْهَبُ إِلَى مَسْبَحٍ – لِماَذاَ لاَ نَذْهَبُ إِلَى الْبَيْتِ؟

    4- هَلْ تَدْخُلُ الْأُخْتاَنِ الْمُتْحَفَ هَذاَ الْمَساَءَ؟ لاَ ، اَلْأُخْتاَنِ لاَ تَدْخُلاَنِ الْمُتْحَفَ هَذاَ الْمَساَءَ.

    5- هَلْ يَلْبَسُ الْأَوْلاَدُ مَلاَبِسَهُمْ ؟ لاَ ، هُمْ لاَ يَلْبَسُونَهاَ قَبْلَ الْعِيدِ.

    6- هَلْ يَكْتُبُ الصَّحَفِياَّنِ الْقِصَّةَ فِي الْمَجَلَّةِ ؟ لاَ، اَلصَّحَفِياَّنِ لاَ يَكْتُباَنِهاَ فِيهاَ.

    7- هَلْ يُوَزِّعُ الْمُدِيراَنِ الْجَواَئِزَ يَوْمَ الْخَمِيسِ ؟ لاَ ، اَلْمُدِيراَنِ لاَ يُوَزِّعاَنِهاَ يَوْمَ الْخَمِيسِ.

    8- هَلْ تَدْخُلُ التِّلْمِيذاَتُ الصَّفَّ ؟ لاَ ، هُنَّ لاَ يَدْخُلْنَ الصَّفَّ.

    9- لاََ أَقْرَأُ الدَّرْسَ فيِ الْحَديِقَةِ – أَنْتُماَ لاَ تَعْمَلاَنِ  واَجِبَكُماَ.

    10- أَنْتَ لاَ تَعْرِفُ أَحْمَدَ – هِيَ لاَ تَبْحَثُ عَنِ الْمَطْعَمِ.

    Tercüme:

    1- Ne yazdığımı bilmiyorum. Niçin bir bahçeye gitmiyoruz?

    2- Niçin bir oyun sahasına gitmiyoruz? Niçin odaya gitmiyoruz?

    3- Niçin bir havuza gitmiyoruz? Niçin eve gitmiyoruz?

    4- İki kızkardeş bu akşam müzeye giriyor mu? Hayır, iki kızkardeş bu akşam müzeye girmiyor.

    5- Çocuklar elbiselerini giyerler mi? Hayır, onlar onu bayramdan önce giymezler.

    6- İki gazeteci hikayeyi dergide yazar mı? Hayır, iki gazeteci onu orada yazmaz.

    7- İki müdür ödülleri perşembe günü dağıtır mı? Hayır, iki müdür onları perşembe günü dağıtmaz.

    8- Kız öğrenciler sınıfa giriyor mu? Hayır, onlar sınıfa girmiyor.

    9- Dersi bahçede okumuyorum. İkiniz ödevinizi yapmıyorsunuz

    10- Sen Ahmed’i tanımıyorsun. O (müe.) lokantayı aramıyor.

     

    KONULARLA İLGİLİ AYETLER


    1- وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُداَنِ.

    (55/RAHMÂN 6). Yıldızlar ve ağaçlar secde ederler.
    النَّجْمُ

    yıldız (cins cemi isim) / bitkiler

    اَلشَّجَرُ

    ağaç (cinsi)

    سَجَدَ  يَسْجُدُ

    secde etti, itaat ve inkiyad etti

    2- يَخْرُجُ مِنْهُماَ اللُّؤْلُؤُ وَالْمَرْجاَنُ.

    (55/RAHMÂN 22). İkisinden inci ve mercan çıkar.

    خَرَجَ  يَخْرُجُ خُرُوجاً

    çıktı

    اَللُّؤْلُؤُ

    inci

    اَلْمَرْجاَنُ

    mercan

    3- ياَ عِباَدِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ وَ لآ أَنْتُمْ تَحْزَنُونَ.

    (43/ZUHRUF 68). Ey kullarım! Bugün size korku yoktur. Sizler üzülmeyeceksiniz de.

    عَبْدٌ ج عِباَدٌ

    kul

    حَزِنَ -َ

    üzüldü, mahzun oldu

    خَوْفٌ

    korku, korkma([14])

    Bu cümlede (ياَ) harfu nidâ, nidâ harfinden sonra gelen isim (عِباَدِ) münâdâ (nidâ edilen), (لاَ) leyse (yok, değil) manasında nefy (olumsuzluk) harfidir.  İkinci cümledeki (لآ) nefy (olumsuzluk) harfi, (أَنْتُمْ) munfasıl zamir olarak mahallen merfû mübtedâ, (تَحْزَنُونَ) fiil cümlesi olarak haberdir.

    4- أَمْ يَحْسَبُونَ أَناَّ لاَ نَسْمَعُ سِرَّهُمْ وَ نَجْواَهُمْ بَلَى وَرُسُلُناَ لَدَيْهِمْ يَكْتُبُونَ.

    (43/ZUHRUF 80). Yoksa onlar, bizim kendilerinin sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmiyor olduğumuzu mu sanıyorlar? Hayır, öyle değil; yanlarındaki elçilerimiz (hafaza melekleri) yazmaktadırlar.
     

     

     

    حَسِبَ يَحْسَبُ

    zannetti, var saydı

    أَمْ

    yoksa (atıf harfi)

    سَمِعَ يَسْمَعُ سَمْعاً سَماَعاً

    işitti, duydu

    اَلسِّرُّ

    sır, gizlilik

    اَلنَّجْوَى

    fısıldama, sır verme, fısıltı, fısıldayanlar, birbirine sır verenler (elifi maksûre zamirle birleşirken uzun elif şeklinde yazılır).

    أَناَّ

     (ناَ) + (أَنَّ)  gerçekten biz

    (إِنَّ) te’kîd edatı başta yazılınca hemzesi esre, ortada yazılınca hemzesi üstün olur. Ortada bulunan (أَنَّ) ..diği, ..dığı ..eceği, acağı..manasını verir. Beraberinde bulunduğu cümleyle temel cümleye bağlanır. Burada “bizim kendilerinin sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmiyor olduğumuzu” yan cümleciği “sanıyorlar” temel cümlesine bağlanmaktadır.

    اَلرَّسُولُ ج رُسُلٌ

    gönderilen elçi

    لَدَيْهِمْ

    yanlarında

    لَدَى

    (zarf): yanında, katında, huzurunda

    5- وَ لَقَدْ مَكَّناَّكُمْ فِي الْأَرْضِ وَ جَعَلْناَ لَكُمْ فِيهاَ مَعاَيِشَ قَلِيلاً ماَ تَشْكُرُونَ.

    (7/A’RÂF  10). Doğrusu biz sizi yeryüzüne yerleştirdik ve orada size geçim vasıtaları verdik. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!

    مَكَّنَ يُمَكِّنُ تَمْكِيناً

    yerleştirdi, sağlamlaştırdı, imkan (tasarruf hakkı ve kudret) verdi

    جَعَلَ يَجْعَلُ جَعْلاً

    yarattı, icad etti

    قَلِيلاً ماَ

    ne kadar az (tâbir)

    شَكَرَ يَشْكُرُ شُكْراَناً

    şükretti

    اَلْمَعاَشُ ج اَلْمَعاَيِشُ

    geçim kaynağı, geçim sağlama vakti, geçim temin etme yeri

    6- …وَ أَنْصَحُ لَكُمْ..

    (7/A’RÂF, 62) . Ben size nasihat ediyorum

    نَصَحَ يَنْصَحُ نُصْحاً

    nasihat etti, öğüt verdi, iyiliğini istedi.

    خُلِقَتْ.

    كَيْفَ إِلَى الْإِبِلِ يَنْظُرُونَ

    فَلاَ

    7- أَ

    Fiil-i mâzî meçhûl

     

    İsmu istifham

    Câr – mecrûr

    Muzâri fiil

    (فَ) harfu atıf

    Harfu istifham
    Nâibu fâili müstetir zamir (هِيَ)    

    (لاَ) harfu nefy

     
                         

    (88/GAŞİYE 17). (İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına, bakmazlar mı?

    نَظَرَ يَنْظُرُ نَظْراً

    baktı, gördü

    اَلْإِبِلُ

    deve (cinsi),develer

    خَلَقَ يَخْلُقُ خَلْقاً

    yarattı

    خُلِقَتْ

    yaratıldı (Mâzî meçhûlün nâib-i fâili dişi deve olduğu için müennes sigası kullanılmış) (yan cümlecikler temel cümleye ..diği..dığı şeklinde bağlanır)

    8- وَ إِلَى السَّماَءِ كَيْفَ رُفِعَتْ.

    (88/GAŞİYE, 18). Göğe ( bakmıyorlar mı) nasıl yükseltilmiş?

    رَفَعَ  يَرْفَعُ  رَفْعاً

    yükseltti, kaldırdı. (Manaya dikkat çekmek için devrik cümle yapılarak harfi cer fiilden önceye alınmış).

    كَيْفَ رُفِعَتْ

    (Ortada geldiği için) “nasıl yükseltildiğine” şeklinde çevrilebilir. (السَّماَءُ) (gök) kelimesi semâî müennes olduğu için  mâzî meçhûl (رُفِعَتْ) gelmiş.

    9- وَ إِلَى الْجِباَلِ كَيْفَ نُصِبَتْ.

    (88/GAŞİYE 19). Dağlara nasıl dikildi(ğine, bakmazlar mı?)

    اَلْجَبَلُ ج اَلْجِباَلُ

    dağ

    نَصَبَ  يَنْصِبُ  نَصْباً

    dikti

    10- وَ إِلَى الْأَرْضِ كَيْفَ سُطِحَتْ.

    (88/GAŞİYE 20). Yeryüzüne nasıl yayıldı(ğına bir bakmazlar mı?)

    سَطَحَ يَسْطَحُ سَطْحاً

    açtı, döşedi, serdi, hazırladı, düzledi.

    11- وَ إِذاَ قُرِئَ عَلَيْهِمُ الْقُرْآنُ لاَ يَسْجُدُونَ.

    (84/İNŞİKAK 21). Onlar kendilerine Kur’ân okununca secde de etmezler.(Secde ayeti)

    إِذاَ

    …dığı zaman, ..ınca (zaman zarfı)

    قَرَأَ يَقْرَأُ قِراَءَةً قُرْآناً

    okudu (2 masdarlı fiil)

    اَلْقُرْآنُ

    Kur’ân-ı Kerîm, (masdar olarak; okumak, okuma, okunuş) (mecâzen namaz).

    سَجَدَ يَسْجُدُ سُجُوداً

    secde etti, eğildi, boyun eğdi, bağlandı.

    12- وَ نُفِخَ فِي الصُّورِ فَإِذاَ هُمْ مِنَ الْأَجْداَثِ إِلَى رَبِّهِمْ يَنْسِلُونَ.

    (36/YÂSÎN 51). (Nihayet) Sûr’a üfürülür. Bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden (kalkıp koşarak) Rablerine giderler.

    نَفَخَ  يَنْفُخُ نَفْخاً

    üfledi

    اَلصُّورُ

    sur

    نَسَلَ يَنْسِلُ نَسْلاً

    koştu, akın etti

    فَإِذاَ هُمْ

    bir de bakmışsın onlar, işte bunun üzerine onlar..

    جَدَثٌ ج أَجْداَثٌ

    kabir

    13- لَقَدْ حَقَّ الْقَوْلُ عَلَى أَكْثَرِهِمْ فَهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ.

    (36/YÂSÎN 7). Andolsun ki onların çoğunun üzerine (gafletlerinin cezası) hak oldu. Çünkü onlar iman etmiyorlar.

    لَقَدْ

    gerçekten, hakikaten

    حَقَّ  يَحِقُّ حَقاًّ

    hak oldu, gerçek oldu, hak etti

    الْقَوْلُ

    söz (azab sözü)

    عَلَى أَكْثَرِهِمْ

    çoğunun üzerine

    آمَنَ  يُؤْمِنُ  إِيماَناً

    iman etti, inandı

    14- …وَ كُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ.

    (36/YÂSÎN 40). Her biri bir yörüngede yüzer.

    كُلٌّ

    herbiri, hepsi

    سَبَحَ يَسْبَحُ سَبْحاً

    yüzdü

    فَلَكٌ

    boşluk, yörünge

     

     

     

     

     

     

     

     

     

    يَأْكُلوُنَ.

    وَمِنْهاَ

    رَكوُبُهُمْ

    فَمِنْهاَ

    لَهُمْ

    ذَلَّلْناَهاَ

    15- وَ

    Fiil-i muzâri

    Câr-mecrûr (وَ) atıf harfi

    Mübt.muahhar

    Hab. mukaddem

    (mahallen merfû)

    Câr-mecrûr

            Fiil+fâil+mef’ûl     Atıf h.

    (هاَ) muttasıl zamir mefulün bih mahallen mansûb

     
                     

    (36/YÂSÎN 72). (Bu hayvanları) onlar için boyun eğdirdik. Onların bir kısmından binekleri (vardır), bir kısmından da yerler.

    ذَلَّلَ  يُذَلِّلُ تَذْليِلاً

    boyun eğdirdi, emrine verdi, zelil kıldı.

    اَلرَّكوُبُ

    binek

      أَجْرٍ. مِنْ عَلَيْهِ أَسْأَلُكُمْ

    16- وَماَ

                   Mef’ûlün b.

    (lafzan mecrûr, mahallen mansûb)

    Zâid harfi cer

    Câr-mecrûr

    Fill+fâil+mef’ûl

    Harfu nefy Atıf h.

                 

     (26/ŞUARÂ 127). Buna karşı (bunun üzerine) sizden hiçbir ücret istemiyorum..

    17-…وَلاَ أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلاَ أَقوُلُ لَكُمْ إِنِّي مَلَكٌ.

    (6/EN’ÂM 50). ..Ben gaybı bilmem. Size, ben bir meleğim demiyorum…

    قاَلَ  يَقُولُ  لِ

    birine dedi, söyledi

    لاَ أَقوُلُ لَكُمْ

    size demiyorum

    18-…أَ فَلاَ يَعْقِلوُنَ.

    (36/YÂSÎN 68).. Hiç akıl etmiyorlar mı?

    عَقَلَ يَعْقِلُ عَقْلاً

    akıl erdirdi, akıllandı, akıl etti

    أَ فَلاَ

    hiç, hâlâ …mı?

    19- أَلاَ إِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلَكِنْ لاَ يَشْعُروُنَ.

    (2/BAKARA 12). Dikkat edin, muhakkak ki onlar bozgunculardır, fakat anlamazlar.

    أَلاَ

    dikkat edin (tenbih edatı; dikkat çekilmek istenen hususta tabir olarak kullanılır)

    مُفْسِدٌ

    ifsat eden, bozan, bozguncu, fesatçı

    لَكِنْ

    fakat

    شَعَرَ  يَشْعُرُ

    anladı, hissetti

    20- أَلاَ إِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهاَءُ وَلَكِنْ لاَ يَعْلَمُونَ.

    (2/BAKARA 13). ..Dikkat edin, muhakkak ki onlar sefihlerdir fakat bunu akıl etmezler.

    السُّفَهاَءُ اَلسَّفِيهُ ج

    beyinsiz, akılsız, aklını kullanmayan, düşük akıllı.

    21- … كَمْ أَهْلَكْناَ قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ أَنَّهُمْ إِلَيْهِمْ لاَ يَرْجِعُونَ.

    (36/YÂSÎN 31). (Müşrikler görmüyorlar mı ki, ) onlardan önce nice kavimler helâk ettik. Onlar kendilerine dönmezler.

    كَمْ .. مِنْ

    nice, kaç (sayıdan kinâye olan bu (كَمْ)e “Kem’il haberiyye” denir.

    أَهْلَكَ يُهْلِكُ إِهْلاَكاً

    helak etti

    قَبْلَهُمْ

    onlardan önce (muttasıl zamire birleşmiş zaman zarfı)

    اَلْقَرْنُ ج اَلْقُرُونُ

    nesil, aynı zamanın insanları

    رَجَعَ يَرْجِعُ

    döndü

    Burada (أَنَّ) ye birleşen (هُمْ) zamiri mahallen mansûb olarak (أَنَّ)nin ismi (..لاَ يَرْجِعُونَ) (أَنَّ)nin haberidir.

    22- أَفَلاَ يَشْكُروُنَ

    (36/YÂSÎN 35).. Hâla şükretmeyecekler mi?

    23- يَوْمَ لاَ تَمْلِكُ نَفْسٌ لِنَفْسٍ شَيْئاً وَالْأَمْرُ يَوْمَئِذٍ لِلَّهِ.

    (82/İNFİTÂR 19). O gün hiçbir kimse başkası için birşey yapmaya sahip değildir (hiçbirşey yapamaz.) O gün iş Allah’a aittir.

    مَلَكَ يَمْلِكُ

    sahip olmak, hüküm ve söz sahibi olmak

    نَفْسٌ

    nefis, can, ruh, kendi (semâî müennes)

    الْأَمْرُ

    iş, emir (burada mübtedâ)

    يَوْمَ

    o gün (mansûb zaman zarfı)

    يَوْمَئِذٍ

    o gün (daima mecrûrdur)

                 
  • Muzari Fiil Nefyi Hal

     

    FİİL-İ MUZÂRİNİN OLUMSUZU

    NEFYİ HAL (ŞİMDİKİ ZAMANIN OLUMSUZU ماَ)

    Muzâri fiilin başına ماَ getirilmek suretiyle şimdiki yani şu andaki geçici, uzun sürmeyecek olan bir olumsuzluk yapılmış olur.

    يَشْرَبُ

    içiyor

    مَا يَشْرَبُ

    içmiyor

    يَكْتُبُ

    yazıyor

    مَا يَكْتُبُ

    yazmıyor

    أَذْهَبُ

    gidiyorum

    ماَ أَذْهَبُ

    gitmiyorum

    Cümle Örnekleri:

    1- لِماَذاَ ماَ نَذْهَبُ إِلَى مَلْعَبٍ ؟ – لِماَذاَ ماَ نَذْهَبُ إِلَى الْغُرْفَةِ ؟

    2- هَلْ تَدْخُلُ الْأُخْتاَنِ الْمُتْحَفَ ؟ لاَ ، اَلْأُخْتاَنِ ماَ تَدْخُلاَنِ الْمُتْحَفَ.

    3- هَلْ يَلْبَسُ الْأَوْلاَدُ الْمَلاَبِسَ ؟ لاَ ، اَلْأَوْلاَدُ ماَ يَلْبَسُونَهاَ.

    4- هَلْ تَدْخُلُ التِّلْمِيذاَتُ الصَّفَّ ؟ لاَ ، اَلتِّلْمِيذاَتُ ماَ يَدْخُلْنَهُ.

    5- هَلْ يَكْتُبُ الصَّحَفِيُّونَ الْقِصَّةَ ؟ لاَ ،  هُمْ ماَ يَكْتُبُونَهاَ.

    6- هَلْ يُوَزِّعُ الْمُدِيرُونَ الْجَواَئِزَ[9] ؟ لاَ ، هُمْ ماَ يُوَزِّعُونَ الْجَواَئِزَ.

    7- ماَ أَقْرَأُ الدَّرْسَ فيِ الْحَديِقَةِ.

    8- ماَ يَسْمَعُ التِّلْميِذُ الْجَرَسَ وَ ماَ يَدْخُلُ الصَّفَّ.

    9- أَنْتُماَ ماَ تَعْمَلاَنِ  واَجِبَكُماَ.

    Tercüme:

    1- Niçin bir oyun sahasına gitmiyoruz? Niçin odaya gitmiyoruz ?

    2- İki kız kardeş müzeye giriyor mu? Hayır, iki kızkardeş müzeye girmiyor.

    3- Çocuklar elbiseleri giyiyor mu? Hayır, çocuklar onları giymiyorlar.

    4- Kız öğrenciler sınıfa giriyor mu? Hayır, kız öğrenciler ona (oraya) girmiyor.

    5- Gazeteciler hikayeyi yazıyor mu? Hayır, onlar onu yazmıyor.

    6- Müdürler ödülleri dağıtıyor mu? Hayır, onlar ödülleri dağıtmıyor.

    7- Dersi bahçede okumuyorum.

    8- Öğrenci zili duymuyor ve sınıfa girmiyor.

    9- İkiniz ödevinizi yapmıyorsunuz.

  • İşaret İsimleri Arapça Dersleri

    ARAPÇA İŞARET İSİMLERİ - İSMİ İŞARETLER

    İŞARET İSİMLERİ

    İşaret isimleri Türkçe’mizde (bu, şu, o) dur.  Arapça’da ise:

    Cem

    Müsennâ

    Müfred

     

    هَؤُلاَءِ

    هَذَانِ – هَذَيْنِ

    هَذاَ

    Müzekker

    Bunlar

    Bu ikisi

    Bu

     

    هَؤُلاَءِ

    هَاتَانِ -هاَتَيْنِ

    هَذِهِ

    Müennes

     

     

     

     

    اُولَئِكَ

    ذَانِكَ – ذَيْنِكَ

    ذَلِكَ

    Müzekker

    Şunlar, Onlar

    Şu ikisi, O ikisi

    Şu, O

     

    اُولَئِكَ

    تَانِكَ – تَيْنِكَ

    تِلْكَ

    Müennes

     

    هذَا الَّرجُلُ

    bu adam

    هذِهِ الْبِنْتُ

    bu kız

    ذَلِكَ الرَّجُلُ

    şu adam, o adam

    تِلْكَ الْبِنْتُ

    şu kız, o kız

    هَؤُلاَءِ الرِّجَالُ

    bu adamlar

    اُولَئِكَ الرِّجَالُ

    şu adamlar, o adamlar

    Bazen ذَلِكَ yerine ذَاكَ de kullanılır:

    ذَاكَ الرَّجُلُ     şu adam

    اُولَئِكَ             kelimesindeki vâv yazıldığı halde okunmaz. İşaret isimlerinden yalnızca tesniye halleri murabdır, yani merfû ve mansûb ya da mecrûr oluşuna göre değişir. Diğerleri ise mebnidir. İşaret isimleri normal olarak isimlerden önce gelirler. Sayı yönünden ve müzekkerlik müenneslik bakımından önüne geldiği kelimelerle tam bir uyum halindedirler.

    *Her cansız çoğul tek bir müennes hükmünde olduğundan insana işaret olmadığı takdirde cemi yerine müfred müennes işareti kullanılır:

    هَذِهِ الْكُتُبُ 

    bu kitaplar

    تِلْكَ الْكُتُبُ 

    şu kitaplar

    هَذِهِ الأَقْلاَمُ 

    bu kalemler

    *İşaret isimlerine harf-i cer birleştiğinde harf-i cer işâret isimli kelimenin önünde yazılır:

    فيِ هَذاَ الْكِتاَبِ

    bu kitapta

    *Bir yeri göstermek için (burası, burada) manasına kullanılan işaret sıfatıهُنَا   dır.

    هُنَا بَيْتُنَا.

    Burası evimizdir..  
                                              Haber  Mübtedâ  

    مَنْ جَلَسَ هُنَا؟

    Burada kim oturdu?

     

     

    Uzak bir yeri göstermek için ise هُنَا sıfatının sonuna  كَ   takısı gelir: (هُنَاكَ) orası, orada

    هُنَاكَ مَدْرَسَتُنَا.    

    Orası okulumuzdur.

       هُنَالِكَ           ise “taa orada” manasına gelir (çok uzakta):

    اَيْنَ رَأَيْتَهُ ؟

    Onu nerede gördün ?

    رَأَيْتُهُ هُنَالِكَ.

    Onu taa orada gördüm.

    *İşaret isimlerinden müfred ve cemilerin harekesi mebnidir. Yani cümle içindeki hali ne olursa olsun bu kelimelerin sonunda bir değişiklik olmaz:

    Merfû (ötre) durumu

     

    جَاءَ هَذَا الْوَلَدُ.

    Bu çocuk geldi. (Fâil)  

    جَاءَتْ هَذِهِ الْبِنْتُ.

    Bu kız geldi.  

    جَاءَ هَؤُلاَءِ الأَوْلاَدُ.

    Bu çocuklar geldi.  

    جَاءَتْ هَؤُلاَءِ الْبَنَاتُ.

    Bu kızlar geldi.  

    Mansûb (üstünlü) durumu

     

    رَأَيْتُ هَذَا الْوَلَدَ.

    Bu çocuğu gördüm.(Mef’ûl)  

    رَأَيْتُ هَذِهِ الْبِنْتَ.

    Bu kızı gördüm  

    رَأَيْتُ هَؤُلاَءِ الأَوْلاَدَ.

    Bu çocukları gördüm  

    رَأَيْتُ هَؤُلاَءِ الْبَنَاتِ.

    Bu kızları gördüm.  

    Mecrûr (esre) durumu

     

    سَلَّمْتُ عَلَى هَذَا الْوَلَدِ.

    Bu çocuğa selâm verdim. (Mecrûr)

    سَلَّمْتُ عَلَى هذِهِ الْبِنْتِ.

    Bu kız çocuğuna selâm verdim.  

    سَلَّمْتُ عَلَى هؤُلاَءِ الأَوْلاَدِ.

    Bu çocuklara selâm verdim.  

    سَلَّمْتُ عَلَى هَؤلاَءِ الْبَنَاتِ.

    Bu kızlara selâm verdim.  
               

     

    Tesniye oldukları zaman işaret isimleri cümledeki duruma göre şekil alır:

     

    Merfû (ötre) durumu

     
     

    جَاءَ هَذَانِ الْوَلَداَنِ.

    Bu iki çocuk geldi. (Fâil)  
     

    جَاءَتْ هَاتاَنِ الْبِنْتَانِ.

    Bu iki kız geldi.  
     

     

       
     

    Mansûb (üstün) durumu

     
     

    رَأَيْتُ هَذَيْنِ الْوَلَدَيْنِ.

    Bu iki çocuğu gördüm. (Mef’ûl)  
     

    رَأَيْتُ هَاتَيْنِ الْبِنْتَيْنِ.

    Bu iki kızı gördüm.  
     

    Mecrûr (esre) durumu

     

    أَخَذْتُ الْفُلُوسَ مِنْ هَذَيْنِ الوَلَدَيْنِ.

    Paraları bu iki çocuktan aldım. (Mecrûr)
     

    أَخَذْتُ الْفُلُوسَ مِنْ هَاتَيْنِ الْبِنْتَيْنِ.

    Paraları bu iki kızdan aldım.  
               

     İşaret isimlerinden sonra gelen marife kelime o işaret isminin bedeli[1] ya da sıfatıdır.

    هَذَا الْكِتَابُ جَمِيلٌ.

    Bu kitap güzeldir.

    هَذِهِ الْبِنْتُ جَمِيلَةٌ.

    Bu kız güzeldir.
                  Haber        Mübtedâ

    İşaret isimlerinden sonra nekre kelime gelirse haber olur.

    كِتاَبٌ.

    هَذَا

    Bu bir kitaptır..

    بِنْتٌ.

    هَذِهِ

    Bu bir kızdır.

    Haber

    Mübtedâ

       
             

    Genel Cümle Örnekleri

    هَلْ هَذِهِ ساَعَتُكَ ؟

    Bu senin saatin midir?

    لاَ ، هَذِهِ لَيْسَتْ[2] ساَعَتيِ.

    Hayır, bu benim saatim değildir.

    هَذاَنِ الرَّجُلاَنِ رَكِباَ السَّياَّرَةَ.

    Bu iki adam arabaya bindi.

    هَلْ شاَهَدْتَ هاَتَيْنِ الْمَرْأَتَيْنِ.

    Bu iki kadını gördün mü?

    هَلْ شاَهَدْتِ تِلْكَ الْمَرْأَةَ.

    O kadını gördün mü?

    ذَهَبْتُ مَعَ هَذاَ الرَّجُلِ فِي تِلْكَ الرِّحْلَةِ.

    O geziye bu adamla beraber gittim.

    رَكِبَتْ هاَتاَنِ الْبِنْتاَنِ تِلْكَ الْحَافِلَةَ.

    Bu iki kız o otobüse bindi.

    لَعِبَتِ الطاَّلِبَتاَنِ فِي ذَلِكَ الْمَلْعَبِ.

    İki kız öğrenci o oyun sahasında oynadı.

    مِنْ أَيْنَ جاَءَ اُولَئِكَ الرِّجَالُ؟

    O adamlar nereden geldi?

    جاَؤُوا مِنْ بَلَدِهِمْ.

    Memleketlerinden geldiler.

    هَذاَ أَخيِ . هُوَ مُهَنْدِسٌ.

    Bu benim kardeşimdir. O mühendistir.

    هَذِهِ أُمِّي . هِيَ مُدَرِّسَةٌ.

    Bu benim annemdir. O öğretmendir.

    كَيْفَ رَسَمَتِ التِّلْميِذَةُ هَذِهِ الصُّورَةَ ؟

    Öğrenci bu resmi nasıl çizdi?

    لِمَنْ هَذاَ الْقَلَمُ ؟ هَذاَ الْقَلَمُ لِصَديِقَتيِ.

    Bu kalem kimindir? Bu kalem arkadaşımındır.

    لِمَنْ هَذِهِ الْحَقيِبَةُ ؟

    Bu çanta kimindir?

    هَذِهِ حَقيِبَتيِ.

    Bu benim çantamdır.

    هَذاَ الْقَلَمُ لِصَديِقِي.

    Bu kalem arkadaşımındır.

    هَؤُلاَءِ الطُّلاَّبُ ذَهَبُوا إِلَى الْجاَمِعَةِ.

    Bu öğrenciler üniversiteye gittiler.

    هَؤُلاَءِ الرُّكاَّبُ ذَهَبُوا إِلَى الْمَحَطَّةِ.

    Bu yolcular istasyona gittiler.

    هَؤُلاَءِ  اللاَّعِبُونَ ذَهَبُوا إِلَى الْمَلْعَبِ.

    Bu oyuncular oyun sahasına gittiler.

    كُلُّ هَؤُلاَءِ الْمُساَفِرِينَ[3] ذَهَبُوا إِلَى إِزْمِيرَ.

    Bütün bu yolcular İzmir’e gittiler.

    هَلْ عَرَفْتَ ذَلِكَ ؟

    Onu tanıdın mı? (Bildin mi?)

    إِشْتَرَيْتُ  تِلْكَ النَّظاَّرَةَ.

    O gözlüğü satın aldım.

    ماَ سَأَلْتُ عَنْ ذَلِكَ.

    Onun hakkında sormadım.

    تَذَكَّرْتُ ذَلِكَ جَيِّداً.

    Onu iyice hatırladım[4].

    كُتِبَ اسْمُكَ عَلَيْهاَ.

    İsmin onun üzerine yazıldı.

    هَلْ عَرَفْتَ هَذاَ التِّلْميِذَ ؟

    Bu öğrenciyi tanıdın mı?

    نَعَمْ ، عَرَفْتُهُ ، هَذاَ أَحْمَدُ.

    Evet O’nu tanıdım. Bu Ahmed’dir.

    اِشْتَرَكَ هَذاَنِ الْمُجاَهِداَنِ فِي الْمَعْرَكَةِ.

    Bu iki mücâhid savaşa katıldı[5].

     

     

    هَلْ هَذاَنِ الْكِتاَباَنِ كَبِيراَنِ ؟

    Bu iki kitap büyük müdür?

    نَعَمْ ، هَذاَنِ الْكِتاَباَنِ كَبِيراَنِ.

    Evet, bu iki kitap büyüktür.

    هاَتاَنِ الدَّراَّجَتاَنِ رَخِيصَتاَنِ.

    Bu iki bisiklet ucuzdur.

    هَؤُلاَءِ مَشْغُولُونَ.

    Bunlar meşguldürler.

    وَ لَقَدْ أَمَرَكُمُ اللَّهُ بِذَلِكَ.

    Muhakkak ki Allah size bunu emretmiştir([6]).

    جَعَلَ اللَّهُ فِي ذَلِكَ خَيْراً كَثِيراً.

    Allah onda çok hayır kılmıştır (yapmıştır).

    هَلْ هَذاَ كِتاَبُكَ ؟

    Bu senin kitabın mıdır?

    لاَ ، هَذَا لَيْسَ كِتاَبيِ، كِتاَبيِ أَبْيَضُ[7].

    Hayır, bu benim kitabım değildir, benim kitabım beyazdır

    هَلْ أَنْتَ مُتَأَكِّدٌ ؟ نَعَمْ أَناَ مُتَأَكِّدٌ.

    Emin misin? Evet, eminim.

    تِلْكَ شَقَّتيِ. – هَذِهِ شَقَّتُهُ.

    O benim (apartman) dairemdir. Bu onun dairesidir.

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    KONULARLA İLGİLİ AYETLER

     

    1- وَجُمِعَ الشَّمْسُ وَ الْقَمَرُ.

     
      (75/KIYAMET, 9) Güneş ve ay biraraya getirildi(ği zaman)…  
     

    جَمَعَ

    topladı, biraraya getirdi  
     

    2- وَ ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَ الْمَسْكَنَةُ.

     
      (2/BAKARA, 61) (Bu hadiseden sonra) üzerlerine aşağılık ve yoksulluk (damgası) vuruldu.  
     

    اَلذِّلَّةُ

    aşağılık, zillet, alçaklık

    اَلْمَسْكَنَةُ

    yoksulluk, fakirlik  
     

    3- فَغُلِبُوا هُناَلِكَ وانْقَلَبُوا صاَغِرِينَ.

     
     

    (7/A’RÂF, 119)(Firavun ve kavmi) orada yenildiler ve küçük düşerek geri döndüler.

     

    غَلَبَ

    galib geldi

    غُلِبَ

    galib gelindi: yenildi

    اِنْقَلَبَ

    geri döndü

    صاََغِرٌ

    küçük düşen

     

    4- كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصاَصُ فِي الْقَتْلَى . الْحُرُّ بِالْحُرِّ وَ الْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَ الْأُنْثَى بِالْأُنْثَى..

     
      (2/BAKARA, 178) (Ey iman edenler!) Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı: Hürle

     hür, köleyle köle, kadınla kadın…

     
     

    اَلْقَتْلَى

    öldürülenler

    اَلْعَبْدُ

    kul, köle

    اَلْأُنْثَى

    kadın

    اَلْحُرُّ

    hür  
     

    5- اُولَئِكَ عَلَى هُدىً مِنْ رَبِّهِمْ وَ اُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ.

     
      (2/BAKARA, 5) Onlar Rablerinden bir hidayet üzeredirler ve işte onlar kurtuluşa erenlerdir.  
     

    هُدىً

    hidayet, doğru yol (sonu illet harfli ve tenvinli olduğu için merfû, mansûb mecrûr durumların aynen bu şekilde değişmeden gelir. İleride açıklanacaktır.)

     
     

    اَلْمُفْلِحُ

    kurtuluşa eren. [Burada (اُولَئِكَ) mübtedâ (الْمُفْلِحُونَ) kelimesi haberdir. Haberin önemini vurgulamak üzere haber harf-i tarifli olarak da gelir. O zaman haberin sıfat zannedilmemesi için müfred ya da cemi cümlenin siygasına uygun olarak arada ( هُوَ هِيَ هُمْ هُنَّ gibi) bir zamir bulunur. Buna fasıl (ayırma) zamiri denir.]  
     
    بِبَعْضٍ. بَعْضَهُمْ

    فَتَناَّ

    كَذَلِكَ

    6-               وَ

    câr-mecrûr Mef’ûl Fiil+fâil+mef’ûl

    câr-mecrûr

    Harfu isti’naf
         

    (yeni cümleye başlangıç için)

               

     

     
      (6/EN’ÂM, 53) …İşte böyle onların bazısını bazısıyla imtihan ettik..  
     

    كَذَلِكَ

    işte böyle, öyle. Cümledeki duruma göre bazen aynı anlamda (كَذَلِكِ) (ذَلِكَ)(ذَلِكِ) (ذَلِكُماَ) (ذَلِكُمْ) (ذَلِكُنَّ) vb. şeklinde gelir.  
     

    فَتَنَ

    imtihan etti, sınadı.  
     

    7- وَ تِلْكَ حُجَّتُناَ آتَيْناَهاَ إِبْراَهِيمَ عَلَى قَوْمِهِ.

     
      (6/EN’ÂM, 83) (İşte) onlar kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz delillerimizdir…  
     

    آتَى

    verdi

    حُجَّةٌ

    delil  

    8- وَ أَنَّ هَذاَ صِراَطِي مُسْتَقِيماً.

     
    (6/EN’ÂM, 153) Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur..  

    اَلصِّراَطُ

    yol

    مُسْتَقِيمٌ

    dosdoğru  

    إِنَّ = أَنَّ

    şüphesiz, gerçekten, hakikaten. İsmin önüne gelen ve “harfu te’kîd ve nasb” (te’kîd ve nasb harfi)  şeklinde irabını yaptığımız (إِنَّ) önüne geldiği kelimeyi üstün yapar.Haberi olduğu gibi bırakır. Burada olduğu gibi bir önceki ayetin devamı olarak cümle ortasında geldiği zaman (أَنَّ) şeklinde hemzesi üstünlü olarak gelir. Esasen (إِنَّ) ileride işlenecek müstakil bir konudur. Fakat ayetlerde çok sık geçtiği için açıklama yapmak zorunlu hale gelmiştir: (إِنَّ) Mübtedâ haber şeklindeki isim cümlelerinin önüne gelir. Mübtedâ’ya artık mübtedâ değil, (إِنَّ)nin ismi, habere de (إِنَّ)nin haberi denir. Bu ayetde (وَ) harfu atıf, (أَنَّ) harfu te’kid ve nasb, (هَذاَ) ism-i işaret olarak (أَنَّ)nin ismidir. Zâhir olarak fetha harekesi alması gerekirken sukûn (harekesiz yani cezm ya da uzatma hali) üzere mebnidir. (صِراَطِي) ise (إِنّ) nin haberi olarak merfûdur.  

     

       

     

       
                                                     
    لَشَهِيدٌ. ذَلِكَ عَلَى إِنَّهُ

    9-  وَ

    (إِنَّ) nin haberi

    (merfû)

    (لَ) te’kîd lâmı

    İsmu işaret

    (mahallen mecrûr)

    Harfi cer (إِنَّ) harfu te’kid ve nasb             Harfu atıf

    (هُ)muttasıl zamir olarak inne’nin ismi (mahallen mansûb)

               
    (100/ADİYAT, 7) Şüphesiz o ona şâhittir.

    شَهِيدٌ

    şâhit

     

  • Mazi Fiilin Meçhulü Arapça Dersleri

     

    MÂZİ FİİLİN MEÇHÛLU

    Fiiller aktif ve pasif olmak üzere ikiye ayrılır. Fâili belli olana Arapça’da ma’lûm fiil (aktif, etken fiil)   denir.

    ضَرَبَ بَكْرٌ الْحِصَانَ.    Bekir ata vurdu.

    İşi yapan fâil (Bekir) bu cümlede bellidir. Fiili ma’lûmdur. Fâili belli olmayan (pasif, edilgen) fiile ise meçhûl fiil denir.

    ضُرِبَ الْحِصَانُ.       Ata vuruldu.

    Fâil belli olmadığından bu cümledeki fiil meçhûldür.

    Mâzî ma’lûm fiili meçhûl yapmak için üç harfli fiilin baş harfi ötre, ikinci harfi esre okunur:

    ضَرَبَ

    vurdu →

    ضُرِبَ

    Vuruldu

    كَتَبَ

    yazdı →

    كُتِبَ

    Yazıldı

    عَلِمَ

    bildi →

    عُلِمَ

    Bilindi

    فَتَحَ

    açtı →

    فُتِحَ

    Açıldı

    أَكَلَ

    yedi →

    أُكِلَ

    Yenildi

    شَرِبَ

    içti →

    شُرِبَ

    İçildi

    Meçhûl fiil cümlesinde, fâil olmadığı için cümlenin mef’ûlü, fâil yerine geçer. Arapça’da buna nâib-i fâil denir ve son harfi fâil gibi ötre okunur

    كُتِبَ الدَّرْسُ.

    Ders yazıldı.  

                     Naibu fâil (son harekesi ötre)

     

     

       
     

     

               Çekim Tablosu

     

     

     

    Cem

    Müsennâ

    Müfred

     

    Müzekker

    ضُرِبُوا

    ضُرِبَا

    ضُرِبَ

    Gâib
     

    Onlar dövüldü

    İkisi dövüldü

    O dövüldü

     
    Müennes

    ضُرِبْنَ

    ضُرِبَتَا

    ضُرِبَتْ

    Gâibe
                       

     

    Müzekker

    ضُرِبْتُمْ

    ضُرِبْتُمَا

    ضُرِبْتَ

    Muhâtab
     

    Sizler dövüldünüz

    İkiniz dövüldünüz

    Sen dövüldün

     
    Müennes

    ضُرِبْتُنَّ

    ضُرِبْتُمَا

    ضُرِبْتِ

    Muhâtaba
                     

     

    Müz + Müe

    ضُرِبْنَا

    ضُرِبْنَا

    ضُرِبْتُ

    Mütekellim

     

    Bizler dövüldük

    İkimiz dövüldük

    (Ben) dövüldüm

     

                     

     

    رَسَمَ الطاَّلِبُ الصُّورَةَ فِي الْحَدِيقَةِ.

    Öğrenci resmi bahçede çizdi.
                                Câr-mecrûr       Mef’ûl       Fâil       Fiil-i Mâzî Ma’lûm

    رُسِمَتِ الصُّورَةُ فِي الْحَدِيقَةِ.

    Resim bahçede çizildi.
                                                                 Naibu fâil   Fiil-i Mâzî Meçhûl

    Görüldüğü gibi birinci cümlenin mef’ûlü ikinci cümlede nâibu fâil olmuş, dolayısıyla meçhûl fiil de ona uygun olarak müennes siyga ile kurulmuştur.

    Cümle örnekleri:

    أَخَذَتِ الْمُعَلِّمَةُ الدَّفْتَرَ مِنَ التِّلْمِيذِ.

    Öğretmen defteri öğrenciden aldı.

    أُخِذَ الدَّفْتَرُ مِنَ التِّلْمِيذِ.

    Defter öğrenciden alındı.

    كَسَبَ الْفَرِيقُ الْمُباَراَةَ فِي آخِرِ لَحْظَةٍ.

    Takım maçı son anda kazandı.

    كُسِبَتِ الْمُباَراَةُ فِي آخِرِ لَحْظَةٍ.

    Maç son anda kazanıldı.

    شَرِبَتِ الْمَرِيضَةُ الدَّواَءَ.

    Hasta ilacı içti.

    شُرِبَ الدَّواَءُ.

    İlaç içildi.

    مِنْ أَيْنَ أُخِذَتْ هَذِهِ الصُّورَةُ  ؟

    Bu resim nereden alındı?

    شَكَرَ حَسَنٌ الْمُدَرِّسِينَ.

    Hasan öğretmenlere teşekkür etti.

    شُكِرَ الْمُدَرِّسُونَ.

    Öğretmenlere teşekkür edildi.

     

     

    رَكِبَ عُمَرُ الدَّراَّجَةَ.

    Ömer bisiklete bindi.

    رُكِبَتِ الدَّراَّجَةُ.

    Bisiklete binildi.

    فَهِمَ التَّلاَمِيذُ الدُّرُوسَ.

    Öğrenciler dersleri anladı.

    فُهِمَتِ الدُّرُوسُ.

    Dersler anlaşıldı.

    كَتَبَتْ لَيْلَى رِساَلَتَيْنِ.

    Leyla iki mektup yazdı.

    كُتِبَتْ رِساَلَتاَنِ.

    İki mektup yazıldı.

    فَتَحَ مَحْمُودٌ الْباَبَ.

    Mahmud kapıyı açtı.

    فُتِحَ الْباَبُ.

    Kapı açıldı.

    أَكَلَ أَحْمَدُ التُّفاَّحَةَ.

    Ahmed elmayı yedi.

    أُكِلَتِ التُّفاَّحَةُ.

    Elma yenildi.

    كَتَبَتْ فاَطِمَةُ الدَّرْسَيْنِ.

    Fatıma iki ders yazdı.

    كُتِبَ الدَّرْساَنِ.

    İki ders yazıldı.

    مَسَحَ خاَلِدٌ السَّبُّورَةَ.

    Halit tahtayı sildi.

    مُسِحَتِ السَّبُّورَةُ.

    Tahta silindi.

    أُخِذَ الْكِتاَبُ.

    Kitap alındı.

    فُهِمَتِ الْقِصَّتاَنِ.

    İki hikaye anlaşıldı.

    قَرَأَ الطُّلاَّبُ الْقِصَّةَ.

    Öğrenciler hikayeyi okudu.

    قُرِئَتِ الْقِصَّةُ.

    Hikaye okundu.

    شَرَحَتِ الْأُسْتاَذَةُ الدَّرْسَيْنِ.

    Hoca iki dersi şerhetti (açıkladı).

    شُرِحَ الدَّرْساَنِ.

    İki ders açıklandı.

    فَرَضَ اللَّهُ الصَّلاَةَ عَلَى الْمُسْلِمِينَ.

    Allah namazı müslümanlara farz kıldı.

    فُرِضَتِ الصَّلاَةُ عَلَى الْمُسْلِمِينَ.

    Namaz müslümanlara farz kılındı.

    فَحَصَ الطَّبِيبُ الْمَرِيضاَتِ.

    Doktor bayan hastaları muayene etti.

    فُحِصَتِ الْمَرِيضاَتُ.

    Bayan hastalar muayene edildi.

    كَتَبَ أَخِي الرِّساَلَتَيْنِ.

    Kardeşim iki mektubu yazdı.

    كُتِبَتِ الرِّساَلَتاَنِ.

    İki mektup yazıldı.

    شَكَرَ الْقاَئِدُ الْمُجاَهِدِينَ.

    Komutan savaşçılara teşekkür etti.

    شُكِرَ الْمُجاَهِدُونَ.

    Mücahitlere teşekkür edildi..

    تُرِكَ الْعَمَلُ لِلصَّلاَةِ.

    İş namaz için terk edildi.

    جَعَلَ اللَّهُ الْأَرْضَ مَسْكَناً لِلْإِنْساَنِ.

    Allah yeryüzünü insan için mesken kıldı.

    جُعِلَتِ الْأَرْضُ مَسْكَناً لِلْإِنْساَنِ.

    Yeryüzü insan için mesken kılındı.
  • Cemi Mükesser – Kırık Çoğullar Arapça Dersleri

     CEMİ MÜKESSER (Kırık Çoğul)

    Müfredin (tekil halin) şekli bozularak yapılan çoğullardır. Belli bir kâidesi yoktur. Araplardan işittiğimiz gibi kullanılır veya sözlüklere bakarak tesbit edilir. Dolayısıyla murabdırlar. Yani merfû, mansûb, mecrûr durumlarında kelimenin sonunda zâhir (açıkça görünen) hareke alırlar.

               Müfred

                     Cem

    كِتَابٌ

    kitap

    كُتُبٌ

    kitaplar

    رَجُلٌ

    adam

    رِجَالٌ

    Adamlar

     

    عِلْمٌ

    ilim

    عُلُومٌ

    ilimler

    وَرَقٌ

    kağıt

    أوْرَاقٌ

    kağıtlar

    اَلْمَرْأَةُ

    kadın

    اَلنِّسَاءُ

    kadınlar

    اَلتِّلْمِيذُ

    öğrenci

    اَلتَّلاَمِيذُ

    öğrenciler

    اَلطاَّلِبُ

    öğrenci

    اَلطُّلاَّبُ

    öğrenciler (üniversite)

    اَلْبِنْتُ

    kız

    اَلْبَنَاتُ

    kızlar

    قَلَمٌ

    kalem

    اَلْأَقْلاَمُ

    kalemler

    اَلْجَبَلُ

    dağ

    اَلْجِبَالُ

    dağlar

    مَدْرَسَةٌ

    okul

    اَلْمَدَارِسُ

    okullar

    Görüldüğü gibi hangi ismin sâlim hangi ismin mükesser olduğunu kendimiz tesbit edemeyiz.

    Mükesser çokluklar esas olarak semâîdir, yani hangi kelimenin hangi kalıba
    göre çokluk yapılacağını Arapça konuşan halkların asırlar öncesinde oluşmuş
    uzlaşmaları belirlemiştir. Biz bunları sözlüklerden öğreniriz.
    Cem’-i mükesserler (=bükünlü çokluk), cinsiyet kategorisinde dişil
    (müennes) sayılırlar.

    Başlıca cem’-i mükesser kalıpları şunlardır:

    Ef’âl افعال vezni:
    keder كدر “keder” ج ekdâr اكدار “kederler”, sebeb سبب “sebep” ج esbâb
    اسباب “sebepler”, şahs شخص “şahs” ج eşhâs اشخاص “şahıslar”, nehr نهر
    “nehir” ج enhâr انهار “nehirler”, şekl شكل “şekil” ج eşkâl اشكال “şekiller”
    vs.

    Fu’ûl فعول vezni:
    emr امر “iş, emir” ج umûr امور “işler, emirler”, ilm علم “ilm” ج ulûm علوم
    “ilimler”, deyn دين “borç” ج düyûn ديون “borçlar”, melik ملك “hükümdar” ج
    mülûk ملوك “hükümdarlar”, fenn فن “bilim, bilgi” ج fünûn فنون “fenler,
    bilimler”, akl عقل “akl” ج ukūl عقول “akıllar” vs.

    Fu’ul فعل vezni:
    كتاب kitâb “kitap” ج كتب kütüb “kitaplar”, رسول resûl “elçi” ج رسل rusül
    “elçiler”, طريق tarîk “yol” ج طرق turuk “yollar”, سفينه sefîne “gemi” ج
    سفن süfün “gemiler” vs.
    Bu vezni, okuyuşta fu’ûl فعول vezniyle karıştırmayınız.

    Fu’al فعل vezni:
    امت ümmet ج امم ümem “ümmetler”, دولت devlet ج دول düvel “devletler”,
    صورت sûret ج صور suver “resimler, suretler” vs.

    Fi’al فعل vezni:
    نعمت ni’met ج نعم ni’am “nimetler”, محنت mihnet ج محن mihen “mihnetler”,
    ملت millet ج ملل milel “milletler”, حكمت hikmet ج حكم hikem
    “hikmetler” vs.
    Fu’ul, fu’al ve fi’al vezinlerinin Osmanlı alfabesinde aynı şekilde yazıldığına
    dikkat ediniz. Metinleri doğru okumak ve anlamlandırmak için bu yapıların
    arasındaki fark da bilinmelidir.

    Fi’âl فعال vezni:
    جبل cebel “dağ” ج جبال cibâl “dağlar”, رجل racül “adam” ج رجال ricâl
    “adamlar”, بلده belde ج بلاد bilâd “beldeler”, عبد abd “kul” ج عباد ibâd”kullar”, كبير kebîr “büyük” ج كبار kibâr “büyükler”, عظيم azîm “büyük,
    ulu” ج عظام izâm “büyükler, ulular” vs.

    Fu”âl فعال vezni:
    Fâ’il فاعل veznindeki bazı kelimelerin çokluğu bu vezinde olur:
    حاكم hâkim ج حكام hükkâm “hâkimler”, كاتب kâtib ج كتاب küttâb
    “kâtipler”, تاجر tâcir ج تجار tüccâr “tâcirler”, طالب tâlib ج طلاب tullâb
    “tâlipler, öğrenciler”, كافر kâfir ج كفار küffâr “kâfirler” vs.

    Fa’ale فعلة vezni:
    فاعل fâ’il veznindeki birçok kelimenin çokluğu bu vezinde olur:
    طالب tâlib “öğrenci” ج طلبه talebe “öğrenciler” ; عاجز âciz “güçsüz” ج عجزه
    aceze “güçsüzler”; جاهل câhil ج جهله cehele “câhiller”; ظالم zâlim ج ظلمه
    zaleme “zâlimler”; تابع tâbi’ “bağlı” ج تبعه tebe’a “bağlılar, uyruklar” vs.
    Fu’alâ فعلاء vezni:

    Fâ’il فاعل ve fa’îl فعيل veznindeki bazı kelimelerin çokluğu bu vezinde gelir.
    Veznin sonundaki hemze genellikle yazılmaz:
    عالم âlim ج علما ulemâ “âlimler” , شاعر şâir ج شعرا şu’arâ “şairler”, فاضل fâzıl
    ج فضلا fuzalâ “fazıllar, erdemliler”, جاهل câhil ج جهلا cühelâ “câhiller”, سفير
    sefîr “elçi” ج سفرا süferâ “elçiler”, فقير fakîr ج فقرا fukarâ “fakirler”, وزير
    vezîr ج وزرا vüzerâ “vezirler”, شهيد şehîd ج شهدا şühedâ “şehitler” vs.

    Fe’â’il فعائل vezni:
    صحيفه sahîfe “sayfa” ج صحائف sahâ’if “sayfalar”, رساله risâle ج رسائل resâ’il
    “risâleler”, حقيقت hakîkat ج حقائق hakā’ik “hakikatler”, فضيلت fazîlet ج
    فضائل fazâ’il “faziletler, erdemler”, عقيده akîde “inanç” ج عقائد akā’id
    “inançlar”, لطيفه “latîfe” ج لطائف letâ’if “latifeler, şakalar”, وظيفه vazîfe ج
    وظائف vazâ’if “vazifeler, ödevler”, نتيجه netîce ج نتائج netâ’ic “neticeler,
    sonuçlar” vs.

    Fevâ’il فواعل vezni:
    جامع câmi’ ج جوامع cevâmi’ “câmiler”, حادثه hâdise ج حوادث havâdis
    “hadiseler”, قاعده kā’ide ج قواعد kavâ’id “kaideler”, عالم âlem ج عوالم avâlim
    “âlemler”, شاهد şâhid ج شواهد şevâhid “şahitler”, ساحل sâhil ج سواحل sevâhil
    “sâhiller”, تابع tâbi’ ج توابع tevâbi’ “tâbi olanlar, uyruklar” vs.

    Fevâ’îl فواعيل vezni:
    قانون kānûn ج قوانين kavânîn “kanunlar”, تاريخ târîh ج تواريخ tevârîh “tarihler”,
    خاقان hâkān ج خواقين havâkîn “hakanlar” vs.

    Efâ’il افاعل vezni:
    Daha çok ef’al افعل veznindeki kelimelerin çokluğunu yapmak için kullanılır:
    اكبر ekber “en büyük” ج اكابر ekâbir “büyükler, ulular”, اعظم a’zam “en yüce”
    ج اعاظم e’āzım “yüceler, ulular”, ارذل erzel “pek rezil” ج اراذل erâzil
    “reziller, alçaklar”, اقرب akreb “en yakın” ج اقارب ekārib “en yakınlar” vs.

    Efâ’îl افاعيل vezni:
    اقليم iklîm “ülke, diyar” ج اقاليم ekālîm “ülkeler”, حديث hadîs ج احاديث
    ehâdîs “hadisler”, استاذ üstâz “üstâd” ج اساتيذ esâtîz “ustalar” vs.

    Ef’ilâ افعلاء vezni:
    Fa’îl فعيل vezninin nâkısı fa’î şeklini alır. Bu tür kelimelerin çokluğu ef’ilâ
    افعلاء veznindedir (Osmanlı Türkçesinde sondaki hemzeler düşürülür): نبى
    nebî “peygamber” ج انبيا enbiyâ “peygamberler”, ولى velî ج اوليا evliyâ
    “velîler”, ذكى zekî ج اذكيا ezkiyâ “zekiler” vs.

    Ef’ile افعلة vezni:
    جواب cevâb ج اجوبه ecvibe “cevaplar”, زمان zamân ج ازمنه ezmine “zamanlar”,
    سلاح silâh ج اسلحه esliha “silahlar”, لسان lisân ج السنه elsine “lisanlar,
    diller”, متاع metâ’ ج امتعه emti’a “metalar, mallar” vs.

    Mefâ’il مفاعل vezni:
    مفعل mef’al, مفعلة mef’alet, مفعل mef’il, مفعلة mef’ilet veznindeki kelimelerin
    çokluğu bu vezinde yapılır:
    مكتب mekteb ج مكاتب mekâtib “mektepler, okullar”, مذهب mezheb ج
    مذاهب mezâhib “mezhepler, görüşler”, مقصد maksad ج مقاصد mekāsıd
    “maksatlar”, مصرف masraf ج مصارف mesârif “masraflar”, مجلس meclis ج
    مجالس mecâlis “meclisler”, منْزل menzil ج منازل menâzil “menziller”, مدرسه
    medrese ج مدارس medâris “medreseler”, معرفت ma’rifet ج معارف me’ârif,
    منفعت menfa’at ج منافع menâfi’ “menfaatler” vs.

    Mefâ’îl مفاعيل vezni:
    مفعول mef’ûl , مفعل mef’al ve مفعال mif’âl veznindeki kimi kelimelerin çokluğu
    bu vezinde yapılır:
    مجنون mecnûn ج مجانين mecânîn “mecnunlar, deliler”, مكتوب mektûb ج مكاتيب
    mekâtîb “mektuplar”, مفتاح miftâh “anahtar” ج مفاتيح mefâtîh “anahtarlar” vs.

    Tefâ’îl تفاعيل vezni:
    Bilhassa tef’îl تفعيل veznindeki pek çok kelimenin çokluğu bu vezinde gelir:
    تصوير tasvîr ج تصاوير tesâvîr “tasvirler, resimler”, تركيب terkîb ج تراكيب
    terâkîb “terkibler”, تكليف teklîf ج تكاليف tekâlîf “yükümlülükler” vs.

    Ef’ul افعل vezni:
    نجم necm “yıldız” ج انجم encüm “yıldızlar”, نفس nefs ج انفس enfüs “nefsler,
    ruhlar” vs.
    Bazı kelimelerin birden fazla vezinde çokluk yapıldıkları görülür. Vezinler
    kimi zaman anlam farklılığına sebep olurken kimi zaman anlamda bir değişme
    olmaz.
    طالب tâlib “isteyen, öğrenci” ج طلبه talebe ~ طلاب tullâb “öğrenciler” ; كافر
    kâfir ج كفره kefere ~ كفار küffâr “kâfirler” örnekleri birbiri yerine kullanılabilirken
    نفس nefs “ruh, can” ج انفس enfüs ~ نفوس nüfûs “ruhlar, canlar”
    her zaman birbirinin yerine kullanılamaz.

    Cümle örnekleri:

    فَهِمَ التَّلاَمِيذُ الدُّرُوسَ.

    Öğrenciler dersleri anladı.

    عَلَّمَ الرَّجُلُ أَبْناَءَهُ.

    Adam oğullarına öğretti.

    ذَهَبَ الْأَنْبِياَءُ.

    Peygamberler gitti.

    اِنْتَظَرْتُ الرِّجاَلَ فِي الْمَطاَرِ.

    Adamları hava alanında bekledim.

    خَلَقَ اللَّهُ السَّماَواَتِ وَ الْأَرْضَ.

    Allah yerleri ve gökleri yarattı.

    اَلْآباَءُ كَتَبُوا رَساَئِلَهُمْ.

    Babalar mektuplarını yazdılar.

    اَلْمُدَرِّبوُنَ أَحْضَرُوا المَلاَبِسَ.

    Antrenörler elbiseleri getirdiler.

    مَنْ اَصْدِقاَءُكَ فِي الْمَدْرَسَةِ ؟

    Okuldaki arkadaşların kimlerdir?

    مَنْ اَصْدِقاَءُكَ فِي الْحَىِّ ؟

    Mahalledeki arkadaşların kimlerdir?

    ساَفَرَ الْوَلَداَنِ أَمْسِ.

    İki çocuk dün yolculuk yaptı.

    كَيْفَ وَصَلَ الحُجاَّجُ إِلَى السُّعوُدِيَّةِ ؟

    Hacılar Suudi (Arabistan)a nasıl vardılar?

    وَصَلَ الحُجاَّجُ إِلَى السُّعوُدِيَّةِ باِلْحاَفِلاَتِ وَ السَّياَّراَتِ وَ السُّفُنِ.

    Hacılar Suudi (Arabistan)a otobüslerle arabalarla ve gemilerle vardılar.

    ماَذاَ أَخَذَ الحُجاَّجُ مَعَهُمْ فِي سَفَرِهِمْ؟

    Hacılar yolculuklarında beraberlerine ne aldılar?

    هَذَا الْماَلُ صَدَقَةٌ مِنِّي لِلْفُقَراَءِ وَ الْمَساَكِينِ[3].

    Bu mal fakirler ve yoksullar için benden sadakadır.

    اَلْمُدَرِّسُ سَأَلَ التَّلاَميِذَ عَنْ مُسْتَقْبَلِهِمْ.

    Öğretmen öğrencilere gelecekleri hakkında sordu.

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    KONULARLA İLGİLİ AYETLER

    1- وَجَعَلْناَ فِيهاَ جَناَّتٍ مِنْ نَخِيلٍ وَ أَعْناَبٍ وَ فَجَّرْناَ فِيهاَ مِنَ الْعُيُونِ.

     
    (36/YÂSÎN, 34). Biz orda (yeryüzünde) hurmadan ve üzüm bağlarından (oluşan) bahçeler yaptık ve (yine) orada pınarlar fışkırttık.  

    جَعَلَ

    kıldı, yaptı

    جَنَّةٌ ج جَناَّتٌ

    ağaçlı bahçe, bahçeler, cennet  

    نَخِيلٌ

    hurma

    عِنَبٌ ج أَعْناَبٍ

    üzüm, üzüm bağı  

    فَجَّرَ

    fışkırttı, kaynattı

    اَلْعَيْنُ ج  اَلْعُيُونُ

    pınar, su pınarı  

    2- وَالْقَمَرَ قَدَّرْناَهُ مَناَزِلَ …

     
    (36/YÂSÎN, 39). Aya (birtakım) yörüngeler (menziller) tayin ettik.  

    اَلْقَمَرُ

    ay. (Burada الْقَمَرَ kelimesi önemi vurgulamak için öne geçmiş mef’ûldür).  

    قَدَّرَ

    takdir etti, tayin etti, ölçüp biçti. (Mef’ûl, fiilden önce geldiğinde, fiilde ona dönen bir zamir bulunur).  

    مَنْزِلٌ ج مَناَزِلُ

    menzil, yörünge.  

    3- هُمْ وَ أَزْواَجُهُمْ فِي ظِلاَلٍ عَلَى الْأَراَئِكِ …

     
    (36/YÂSÎN, 56). Kendileri (onlar) ve eşleri gölgelerde tahtlar üzerinde…  

    زَوْجٌ ج أَزْواَجٌ

    eş, zevce

    ظِلٌّ ج ظِلاَلٌ

    gölge, gölgelik  

    أَرِيكَةٌ ج اَلْأَراَئِكُ

    koltuk, taht, yatak, divan, üzerine oturulan her çeşit eşya  

    4- …خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَياَةَ…

     
    (67/MÜLK, 2).  …ölümü ve hayatı yarattı..  

    الْمَوْتُ

    ölüm

    خَلَقَ

    yarattı

     

    5- وَ لَقَدْ خَلَقْناَ الْإِنْساَنَ مِنْ سُلاَلَةٍ مِنْ طِينٍ.

     
    (23/MÜ’MİNÛN, 12). Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp, çıkarılmış) bir özden yarattık.  
       

    لَقَدْ

    Andolsun, gerçekten, hakikaten. (Baştaki lâm yemin ifade eder. قَدْ  ise mâzî fiilin önünde tahkik (pekiştirme), kuvvetlendirme görevi yapar.  

    سُلاَلَةٌ

    öz, hülasa, süzme, döl, nutfe

    طِينٌ

    çamur  

    6- …أَنْشَأَكُم وَ جَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصاَرَ وَالْأَفْئِدَةَ…

     
    (67/MÜLK, 23). (O ki), sizi yarattı, size (işitecek) kulak, (görecek) gözler ve (hissedecek) gönüller verdi.  

    أَنْشَأَ

    yarattı, inşa etti

    اَلسَّمْعُ

    kulak  

    اَلْبَصَرُ ج اَلْأَبْصاَرُ

    göz

    اَلْفُؤاَدُ ج اَلْأَفْئِدَةُ

    gönül  

    7- …إِنَّماَ الْعِلْمُ عِنْدَ اللَّهِ وَ إِنَّماَ أَناَ نَذِيرٌ ..

     
    (67/MÜLK, 26). (De ki:) İlim ancak Allah’ın katındadır, (yanındadır), ben ancak bir uyarıcıyım.  

    إِنَّماَ

    ancak, yalnız, (hasr edatı)

    عِنْدَ اللَّهِ

    Allah’ın katında (yanında)

    نَذِيرٌ

    uyarıcı

    8- وَ خَلَقْناَكُمْ أَزْواَجاً.

     
    (78/NEBE, 8). Sizi çift çift (çiftler olarak) yarattık.  

    أَزْواَجٌ

    eşler, çiftler

     

     

     

    9- وَجَعَلْناَ نَوْمَكُمْ سُباَتاً.

     
    (78/NEBE, 9). Uykunuzu bir dinlenme yaptık.  

    اَلسُّباَتُ

    istirahat rahatlık, sükûnet, ölüm

    نَوْمٌ

    uyku  

    10- وَجَعَلْناَ اللَّيْلَ لِباَساً.

     
    (78/NEBE, 10). Geceyi bir örtü yaptık.  

    لِباَسٌ

    elbise, örtü

    جَعَلَ

    kıldı, yaptı, yarattı  

    11- وَجَعَلْناَ النَّهاَرَ مَعاَشاً.

     
    (78/NEBE, 11). Gündüzü bir geçim kaynağı kıldık.  

    مَعاَشٌ

    geçim kaynağı, geçim sağlama vakti  

    12- وَ بَنَيْناَ فَوْقَكُمْ سَبْعاً شِداَداً.

     
    (78/NEBE, 12). Ve üstünüzde yedi sağlam (gök) bina ettik.  

    بَنَى

    bina etti, yaptı

    سَبْعٌ

    yedi

    شِداَدٌ

    sağlam  

    13- وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمواَتِ وَالْأَرْضَ.

     
    (2/BAKARA, 255). Onun (Allah’ın) kürsüsü gökleri ve yeri kuşatmıştır.  

    وَسِعَ

    içine aldı, kapladı, (sardı, kuşattı)  

    كُرْسِيٌّ

    taht, sandalye, koltuk, kürsü

    اَلسَّماَءُ ج اَلسَّمواَتُ

    gök  

    14- اَلرَّحْمَنُ . عَلَّمَ الْقُرْآنَ . خَلَقَ الْإِنْساَنَ . عَلَّمَهُ الْبَياَنَ.

     
    (55/RAHMÂN, 1, 2, 3, 4). Çok merhametli (Allah) Kur’ân’ı öğretti, insanı yarattı, ona açıklamayı öğretti.  

    اَلرَّحْمَنُ

    çok merhametli (Yalnız Allah’a ıtlak edilir)  

    عَلَّمَ

    öğretti

    الْبَياَنَ

    konuşmak, düşünceleri dile getirmek  

    15- وَالسَّماَءَ رَفَعَهاَ وَ وَضَعَ الْمِيزاَنَ

     
    (55/RAHMÂN, 7). Göğü (Allah) yükseltti ve mîzanı (dengeyi) o koydu.  

    اَلسَّماَءُ

    gök. (Semâi müennes olan bu kelime burada öne geçmiş mef’ûldür. Kendinden sonra gelen fiilde ona dönen bir zamir vardır).  

    رَفَعَ

    yükseltti, kaldırdı

    وَضَعَ

    koydu, hüküm koydu  

    اَلْمِيزاَنَ

    ölçü, denge, tartı  

    16- وَالْأَرْضَ وَضَعَهاَ لِلْأَناَمِ.

     
    (55/RAHMÂN, 10). Yeri mahlûkat için koydu (yarattı).  

    اَلْأَرْضُ

    arz, dünya, yer, toprak

    اَلْأَناَمُ

    halk, mahlûkât  

    17- كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ.

     
    (55/RAHMÂN, 29). Her gün O (Allah) bir iştedir.  

    كُلَّ يَوْمٍ

    her gün. (كُلَّ den sonra gelen ismin esre olduğunu hatırlayınız.)  

    شَأْنٌ

    iş, hal, durum (ehemmiyetli ve büyük işler için kullanılır)  

    18- كَذَّبَتْ عاَدٌ الْمُرْسَلِينَ.

     
    (26/ŞUARÂ, 123). Ad (milleti)[4] peygamberleri yalanladı.  

    اَلْمُرْسَلُ

    peygamber, elçi  

    19- كَذَّبَتْ ثَمُودُ الْمُرْسَلِينَ.

     
    (26/ŞUARÂ, 141). Semud (milleti de) peygamberleri yalanladı.  

    20- فَعَقَرُوهاَ فَأَصْبَحُوا ناَدِمِينَ.

     
    (26/ŞUARÂ, 157). Akabinde onu (mucize deveyi) kestiler, arkasından pişman oldular.  

    عَقَرَ

    kesti

    أَصْبَحَ

    oldu

    ناَدِمٌ

    pişman  

    21- قاَلُوا إِنَّماَ أَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّرِينَ.

     
    (26/ŞUARÂ, 185). Sen ancak büyülenmişlerdensin dediler.  

    اَلْمُسَحَّرُ

    büyülenmiş

    إِنَّماَ

    ancak  

     

     

     

       

    22- فَجَعَلْناَهُمْ سَلَفاً وَ مَثَلاً لِلْآخرِينَ.

     
    (43/ZUHRUF, 56). Onları sonrakiler için bir geçmiş ve (ibret için) bir örnek kıldık.  

    سَلَفٌ

    geçmiş

    مَثَلٌ

    misal, örnek

    اَلْآخرِينَ

    sonrakiler  

    23- ثُمَّ أَنْزَلَ اللَّهُ سَكِينَتَهُ عَلَى رَسُولِهِ وَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ.

     
    (9/TEVBE, 26). Sonra Allah Resûlü ve müminler üzerine sekînetini (sukûnet ve huzur duygusunu) indirdi.  

    24- اِنَّماَ الْمُؤْمِنُونَ اِِخْوَةٌ.

     
    (49/HUCURAT, 10). Mü’minler ancak kardeştirler.  

    أَخٌ ج اِِخْوَةٌ

    kardeş  

    25- اِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ.

     
    (36/YÂSÎN, 3). Sen şüphesiz peygamberlerdensin.  

    26- اِذْ جاَءَهاَ الْمُرْسَلُونَ.

     
    (36/YÂSÎN, 13). Hani onlara (şehir halkına) peygamberler gelmişlerdi.  

    اِذْ

    hani, bir zamanlar

     

    27- … غَفَرَ لِي رَبِّي وَ جَعَلَنِي مِنَ الْمُكْرَمِينَ.

     
    (36/YÂSÎN, 27). Rabbim(in) beni bağışladı(ğını) ve beni ikram edilenlerden kıldı(ğını)[5] (keşke bilselerdi)…  

    غَفَرَ لِ

    bağışladı

    الْمُكْرَمُ

    ikram edilen

     

    28- وَ آيَةٌ[6] لَهُمُ اللَّيْلُ … فَاِذاَ هُمْ مُظْلِمُونَ.

     
    (36/YÂSÎN, 37). Gece de onlar için bir işarettir.. Birden onlar karanlıklara gömülmüşlerdir.  

    مُظْلِمٌ

    karanlıkta kalan

     

     

     

    فَاِذاَ هُمْ

    bir de bakmışsın onlar. [(اِذاَ) yanında zamirle yer aldığı zaman izâ fücâiyye dediğimiz “bir de bakmışsın,  birden, ansızın” manasını verir, (فَاِذاَ هُوَ) bir de bakmışsın o, (فَاِذاَ هُمْ) bir de bakmışsın onlar gibi] .   

    29- قاَلُوا ياَ وَيْلَناَ مَنْ بَعَثَناَ مِنْ مَرْقَدِناَ  … وَ صَدَقَ الْمُرْسَلُونَ.

     
    (36/YÂSÎN, 52). (İşte o zaman) “Eyvah! Yazıklarolsun bize, kabrimizden bizi kim kaldırdı? .. (Demek) peygamberler doğru söylediler” derler.  
     

     

     

    ياَ وَيْلَناَ

    eyvah, yazıklar olsun bize (tabir)

    مَرْقَدٌ

    yatılan yer, mezar  

    بَعَثَ

    diriltti, kaldırdı

    صَدَقَ

    doğru söyledi  

    30- هُمْ فِيهاَ خاَلِدُونَ.

     
    (7/A’RÂF, 42). Onlar (inanıp iyi işler yapanlar) orada (cennette) ebedîdirler.

    خاَلِدٌ

    ebedî

     

     

    31- وَجَعَلَ الظُّلُماَتِ وَ النُّورَ.

     
    (6/EN’ÂM, 1). Karanlıkları ve aydınlığı yarattı.  

     

     

    قَدِيرٌ. شَىْءٍ كُلِّ عَلَى اللَّهُ       وَ نَذِيرٌ

    وَ

    بَشِيرٌ

    جاَءَكُمْ

    32-..فَقَدْ

     
    Haber

    Câr-mecrûr

    Mübtedâ

    İsti’naf Ma’tûf Harfu Atıf      Fâil

    Fiil+Mef’ûl

    (فَ) Atıf harfi
     

     

           (başlangıç) harfi      (قَدْ)Tahkik (te’kîd) harfi
                                       

    (5/MÂİDE, 19). Muhakkak ki size bir müjdeleyici ve bir uyarıcı gelmiştir. Allah herşeye kâdirdir.

    قَدِيرٌ

    kâdir, gücü yeten

    بَشِيرٌ

    müjdeleyici

    نَذِيرٌ

    uyarıcı

     

  • Cemi Müennes Salim Arapça Dersleri

     

     CEMİ MÜENNES SÂLİM

    a) Müennes bir ismin çoğul ve merfû olması gereken durumda müfred ismin sonuna  آتُ getirilerek çoğul yapılır. Eğer ismin sonunda tâ-i te’nis (müennes tâ’sı) varsa kalkar.

    اَلْخَالَةُ

    teyze

    اَلْخاَلاَتُ

    teyzeler (marife)

    اَلْمُعَلِّمَةُ

    bayan öğretmen

    اَلْمُعَلِّمَاتُ

    öğretmenler

    اَلْمُسلِمَةُ

    müslüman

    اَلْمُسْلِماَتُ

    müslüman (bayanlar)

    اَلْمُؤْمِنَةُ

    mümin (bayan)

    ألْمُؤْمِناَتُ

    mümin (bayanlar)

    مَجَلَّةٌ

    dergi

    مَجَلاَّتٌ

    dergiler (nekre)
             

    Cümle Örnekleri:

    جَاءَتِ الْمُعَلِّمَاتُ اِلىَ الْمَدْرَسَةِ.

    Bayan öğretmenler okula geldi.

    أَناَ مُؤْمِنَةٌ.

    Ben mü’minim.

     

    هُنَّ مُؤْمِناَتٌ.

    Onlar mü’minlerdir.

    أَنْتُنَّ مُؤْمِناَتٌ.

    Sizler mü’minlersiniz.

    أَنْتُنَّ  طاَلِباَتٌ.

    Sizler öğrencilersiniz.

    حَضَرَتِ الطاَّلِباَتُ.

    Öğrenciler geldi (müe).

    اَلْبَناَتُ مُساَفِراَتٌ.

    Kızlar yolcudur.

    ذَهَبَتِ التِّلْمِيذاَتُ.

    Öğrenciler gitti.

    جَلَسَتِ الطِّفْلاَتُ.

    Kız çocuklar oturdu.

    اَلْبَناَتُ أَكَلْنَ السَّمَكَ.

    Kızlar balığı yedi.

    b) Müennes bir ismin çoğulunun mansûb (üstünlü) ya da mecrûr (esreli) olması gereken durumda müfred ismin sonuna  آتِ  getirilerek çoğul yapılır. Yani mansûb ve mecrûr halleri aynıdır. Yanılarak mansûb durumunda üstün hareke konmamalıdır:

      خَالَةٌ den

    خَالاَتٍ

     

    اَلْمُسْلِمَةُ den

    اَلْمُسْلِمَاتِ

    اَلْمُعَلِّمَةُ den

    اَلْمُعَلِّمَاتِ

     

    المُؤْمِنَةُ den

    الْمُؤْمِنَاتِ

     

    ذَهَبْنَا إلىَ الْمَدْرَسَةِ مَعَ الْمُعَلِّمَاتِ.

    Okula bayan öğretmenlerle gittik.

    شاَهَدْتُ الْمُعَلِّمَاتِ في الْمَدْرَسَةِ.

    Öğretmenleri okulda gördüm.

    مَتَى قَرَأَ عاَدِلٌ الْكُتُبَ والْمَجَلاَّتِ.

    Adil kitap ve dergileri ne zaman okudu?

    قَرَأَ عاَدِلٌ الْكُتُبَ والْمَجَلاَّتِ لَيْلاً.

    Adil kitap ve dergileri geceleyin okudu.

    F  Bu şekildeki cemilerde cemi ismin şekli düzenli olduğu ve değişmediği için sâlim denmiştir.

    فَحَصَ الطَّبِيبُ الْمَرِيضاَتِ.

    Doktor, bayan hastaları muayene etti.

    فَحَصَ الطَّبيِبُ التِّلْميِذاَتِ.

    Doktor, kız öğrencileri muayene etti.

    فَحَصَتِ الطَّبيِبَةُ التِّلْميِذاَتِ.

    (Bayan) doktor, kız öğrencileri muayene etti.

    نَصَحَتِ الْمُعَلِّمَةُ التِّلْمِيذاَتِ.

    (Bayan) öğretmen kız öğrencilere nasihat etti.

    اَلْمُمَرِّضَةُ بَدَأَتْ عَمَلَهاَ فِي نَشاَطٍ.

    Hemşire işine neşe içinde başladı.

    اَلْمُمَرِّضاَتُ بَدَأْنَ عَمَلَهُنَّ فِي نَشاَطٍ.

    Hemşireler işlerine neşe içinde başladılar.

    اَلرَّجُلُ وَ ابْنُهُ حَمَلاَ الْخَضْرَواَتِ.

    Adam ve oğlu yeşillikleri (sebzeleri) taşıdılar.

    اَلْمُدَرِّسَةُ شَكَرَتِ الطاَّلِباَتِ.

    Öğretmen öğrencilere teşekkür etti.

    مَنْ أَرْسَلَ الْحَقاَئِبَ إِلَى الْمَطاَرِ ؟

    Çantaları hava alanına kim gönderdi?

    اَلْمُساَفِراَتُ.

    (Bayan)Yolcular.

    ماَذاَ أَرْسَلْنَ ؟ أَرْسَلْنَ الْحَقاَئِبَ.

    Ne gönderdiler? Çantaları gönderdiler.

    مَتَى أَرْسَلْنَ الْحَقاَئِبَ ؟

    Çantaları ne zaman gönderdiler?

    أَرْسَلْنَهاَ بَعْدَ ساَعَتَيْنِ.

    Onları iki saat sonra gönderdiler.

    إِلَى أَيْنَ أَرْسَلْنَ الْحَقاَئِبَ ؟

    Çantaları nereye gönderdiler?

    أَرْسَلْنَهاَ إِلَى الْمَطاَرِ.

    Onları hava alanına gönderdiler.

    هُنَّ مُمَرِّضاَتٌ.

    Onlar hemşiredirler.

    ساَفَرَتِ الْمُدَرِّساَتُ فِي الْعُطْلَةِ.

    (Bayan) öğretmenler tatilde yolculuk yaptı.

    نَحْنُ مَشْهُوراَتٌ.

    Bizler meşhuruz.

    هُنَّ مُدَرِّساَتٌ.

    Onlar öğretmendirler.

    أَنْتُنَّ مَرِيضاَتٌ.

    Sizler hastasınız.

    جَلَسَ الْمُهَنْدِسُونَ أَماَمَ الْعِماَراَتِ.

    Mühendisler apartmanların önünde oturdular.

    وَقَفَتِ الْمُعَلِّمَةُ بَيْنَ التِّلْمِيذاَتِ.

    Öğretmen öğrencilerin arasında durdu.

    وَصَلَ الْعُماَّلُ بِالدَّراَّجاَتِ.

    İşçiler bisikletlerle geldiler.

    قاَلَ الْمُديِرُ : اَلْمُدَرِّساَتُ وَالتِّلْميِذاَتُ ذَهَبْنَ إِلَى الْحَديِقَةِ بالسَّياَّراَتِ.

    Müdür (şöyle) dedi: Öğretmenler ve öğrenciler bahçeye arabalarla gittiler.

  • Cemi Müzekker Salim Arapça Dersleri

      İSİMLERİN CEMİ (ÇOĞUL) HALİ

    İsimlerin cemi  (çoğul) hali üç türlüdür:

    1) Cemi Müzekker Sâlim (müzekker için)

    2) Cemi Müennes Sâlim (müennes için)

    3) Cemi Mükesser (düzensiz çoğullar için)

    1) CEMİ MÜZEKKER SÂLİM

    a) Müzekker bir ismin fâil ya da mübtedâ haber gibi merfû (ötre) olması gereken durumlarda müfred (tekil) ismin sonuna (ُونَ-) takısı eklenir. Kelimenin başında harf-i tarif olursa o kelime marife, olmazsa nekredir.

    اَلْمُعَلِّمُ

    öğretmen

    اَلْمُعَلِّموُنَ

    öğretmenler (ma’rife)

    اَلْمُؤْمِنُ

    mü’min

    مُؤْمِنوُنَ

    müminler (nekre)

    جَاءَ الْمُعَلِّمُونَ إلىَ الْمَدْرَسَةِ.

    Öğretmenler okula geldi.

    Mef’ûl b. gayr-i sarih       Fâil          Fiil

     

    اَلْمُدَرِّسوُنَ      شَرِبوُا      الشاَّىَ    .

    Öğretmenler çay içti.

                                                         Mef’ûl b.      Fiil              Mübtedâ                 

                                                          Haber (fiil cümlesi)          

    اَلصَّائِمُ صاَبِرٌ.

    Oruçlu sabırlıdır.

    هُمْ مَشْغُولُونَ.

    Onlar meşguldür.

    اَلصَّائِمُونَ صاَبِرُونَ.

    Oruçlular sabırlıdır.

    أَنْتُمْ سَرِيعُونَ.

    Siz hızlısınız.

    اَلْمُهَنْدِسُونَ كَثِيرُونَ.

    Mühendisler çoktur.

    نَحْنُ مَسْؤُولُونَ.

    Bizler mesulüz.

    وَصَلَ الْمُشْرِفُونَ.

    Yöneticiler geldi.

     

     

                     

    صَلَّى الْمُسْلِمُونَ.

    Müslümanlar namaz kıldı.

    وَصَلَ الْمُساَفِرُونَ أَمْسِ.

    Yolcular dün geldi.

    فَتَحَ الْمُسْلِمُونَ مَكَّةَ وَ دَخَلُوهاَ.

    Müslümanlar Mekke’yi fethettiler ve oraya girdiler.

    مَتَى أَرْسَلَ الصَّحَفِيُّونَ الْخِطاَباَتِ ؟

    Gazeteciler mektupları ne zaman gönderdiler?

    أَرْسَلُوهاَ بَعْدَ أُسْبُوعَيْنِ.

    Onları iki hafta sonra gönderdiler.

    رَجَعَ الْمُهَنْدِسُونَ إِلَى الْمَكْتَبِ بِالْحاَفِلَةِ.

    Mühendisler büroya otobüsle döndü.

    اَلْأَطْفاَلُ مَسْرُورُونَ بِالْعِيدِ.

    Çocuklar bayram (dolayısıyla) sevinçlidir.

    اَلصاَّئِمُونَ حَوْلَ الْماَئِدَةِ.

    Oruçlular sofranın etrafındadır.

    صَلَّى الْمُدَرِّسُونَ الْعَصْرَ فِي الْمَسْجِدِ.

    Öğretmenler ikindiyi mescidde kıldı.

    اِنْتَظَرَ الْمُساَفِرُونَ فِي الْمَسْجِدِ.

    Yolcular mescidde bekledi.

    اَلْمُهَنْدِسُونَ ساَفَرُوا أَمْسِ.

    Mühendisler dün yolculuk yaptı.

    b) Müzekker bir ismin mecrûr (esreli) veya mansûb (üstün) okunması gereken durumlarda müfred (tekil) ismin sonu esre yapılarak (يِنَ) takısı eklenir. Yani mansûb ve mecrûr halleri aynıdır:

    اَلمْؤُْمِنِينَ

    müminler

    اَلْمُعَلِّمِينَ

    öğretmenler (marife)

    اَلصَّائِمِينَ

    oruçlular

    مُسْلِميِنَ

    müslümanlar (nekre)

    شَاهَدْتُ الْمُعَلِّمِينَ فِي الْمَدْرَسَةِ.

    Okulda öğretmenleri gördüm.

    صَلَّيْتُ  فِي الْمَسجِدِ[2]  مَعَ الْمُسْلِمِينَ.

    Camide müslümanlarla beraber namaz kıldım.

    شَكَرَ عاَدِلٌ الْمُدَرِّسِينَ.

    Adil öğretmenlere teşekkür etti.

    فَرَضَ اللَّهُ الصَّلاَةَ عَلَى الْمُسْلِمِينَ.

    Allah namazı müslümanlara farz kıldı.

    شَكَرَ الْقاَئِدُ الْمُجاَهِدِينَ.

    Komutan savaşçılara teşekkür etti.

    اِسْتَقْبَلَ الْمُدِيرُ الْمُدَرِّسِينَ.

    Müdür öğretmenleri karşıladı.

    شاَهَدَ الطُّلاَّبُ اللاَّعِبِينَ فِي الناَّدِي.

    Öğrenciler oyuncuları kulüpte gördü.