Yıl: 2012

  • İsmi Tafdil Arapça Dersleri

    İSMİ TAFDİL

    Sülâsî fiillerin sıfatlarından yapılan bir derecelendirme olup bir vasfın başka bir varlıktakinden daha çok olduğunu göstermek için türetilen isimdir. İki şey arasındaki ortak fakat biri diğerinden üstün olan sıfatı bildirir. Müzekkerlerde أفْعَلُ müenneslerde فُعْلَى   vezninde yapılır[1].

    Müennes

    Müzekker

     

    Sıfatlar

    كُبْرَى

    أَكْبَرُ

    daha büyük

    كَبِيرٌ

    büyük

    صُغْرَى

    أََصْغَرُ

    daha küçük

    صَغِيرٌ

    küçük

    طُولَى

    أَطْوَلُ

    daha uzun

    طَوِيلٌ

    uzun

    جُمْلَى

    أَجْمَلُ

    daha güzel

    جَمِيلٌ

    güzel

    حُسْنَى

    أَحْسَنُ

    daha iyi

    حَسَنٌ

    iyi

    صُدْقَى

    أَصْدَقُ

    daha doğru

    صَدِيقٌ

    doğru

    نُفْعَى

    أَنْفَعُ

    daha faydalı

    نَافِعٌ

    faydalı

    كُثْرَى

    أَكْثَرُ

    daha çok

    كَثِيرٌ

    çok

    قُلىَّ

    اَقَلُّ

    daha az

    قَلِيلٌ

    az

    شُدَّى

    أَشَدُّ

    daha şiddetli

    شَدِيدٌ

    şiddetli

    عُلْيَى

    أَعْلَى

    daha yüksek

    (عَلِيٌّ) عاَلٍ

    yüksek

    دُنْياَ

    أَدْنَى

    daha aşağı

    دَنِيٌّ

    aşağı

    Sayı bakımından çekimini yapacak olursak;

    أَكْبَرُونَ

    اَكْبَراَنِ

    أَكْبَرُ

    daha büyükler

    (İki) daha büyük

    daha büyük

    كُبْرَياَتٍ

    كُبْرَياَنِ

    كُبْرَى

    İsm-i Tafdîlin Cümle İçinde Kullanılışı:         

    İsm-i tafdîlin derecelendirmesi maddeler halinde şöyle özetlenebilir:

    اَلْأَكْبَرُ

    أَكْبَرُ مِنْ

    كَبِيرٌ

    Müzekker

    en büyük

    …den daha büyük

    büyük

     

    اَلْكُبْرَى

    أَكْبَرُ مِنْ

    كَبِيرَةٌ

    Müennes

    1- (أفْعَلُ) vezni kıyaslananların cinsiyeti ve sayısına bakmaksızın ortak kullanılır.

    أَناَ أَعْلَمُ مِنْكَ.

    Ben senden daha bilgiliyim

    هِيَ أَكْرَمُ مِنْهُ.

    O (kadın) ondan (o adamdan) daha cömerttir.

    هُمْ أَكْبَرُ مِناَّ.

    Onlar bizden daha büyüktür.

    2- Karşılaştırma için kullanıldığında (مِنْ) harf-i ceri kullanılır. Kıyas yapılırken ister müennes olsun ister müzekker, isterse sayı bakımından müfred tesniye ve cem olsun hepsi için de (فُعْلَى) değil (أَفْعَلُ) vezni kullanılır. Buna dikkat edilmelidir.

    اَلْعِلْمُ أَنْفَعُ مِنَ الْجَهْلِ.

    İlim cehaletten daha yararlıdır.

    خَالِدٌ أَكْبَرُ مِنْ بَكْرٍ.

    Halit Bekir’den daha büyüktür.

    خَالِدٌ أَعْلَمُ مِنْ بَكْرٍ.

    Halit Bekir’den daha bilgilidir.

    فَاطِمَةُ أَعْلَمُ مِنْ عَائِشَةَ.

    Fatma Ayşe’den daha bilgilidir.

    اَلْمَدْرَسَةُ أَكْبَرُ مِنَ الْمَكْتَبَةِ.

    Okul kütüphaneden daha büyüktür.

    اَلطِّفْلَتاَنِ أَصْغَرُ مِنَ الْوَلَدِ.

    İki kız çocuktan daha küçüktür.

    اَلرِّجاَلُ أَغْنَى مِنَ النِّساَءِ.

    Erkekler kadınlardan daha zengindir.

    أَمْرِي أَصْعَبُ مِنْ أَمْرِكَ.

    Benim işim seninkinden daha zordur.

    3) En üstünlük hali:

    a) (أَفْعَلُ) vezni karşılaştırma yapılmadığında yani (مِنْ) harf-i ceri ile kullanılmadığında “en üstünlük” anlamı verir:

    الله أَكْبَرُ.

    Allah en büyüktür.

    الله أَعْلَمُ.

    Allah en çok bilendir.

    لاَ تَقْرَبُوا مَالَ الْيَتِيمِ إِلاَّ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ.

    Yetimin malına en güzel (yolun) dışında yaklaşmayın (İsrâ, 34).

    b) Harf-i tarif alan ism-i tafdîl “en üstünlük” halindedir. Bu en üstünlük hali, bir isme sıfat olabilir veya haber durumunda da gelebilir. Karşılaştırma yapıldığında aranmayan uygunluk “en üstünlük” durumunda aranır. Başında harf-i tarif bulunan ism-i tafdîl ait olduğu isimle (yani mevsûfuyla) sayı (müfred, tesniye, cem) ve cinsiyet (müzekkerlik –müenneslik) gibi her bakımdan uyuşur.

    اَلْبِنْتُ الْكُبْرَى.

    en büyük kız

    اَلْأَسْماَءُ الْحُسْنَى.

    en güzel isimler

    أَناَ رَبُّكُمُ الْأَعْلَى.

    Ben sizin en yüce Rabbinizim (Nâziat, 24).

    خَلَقَ الْأَرْضَ وَ السَّمَاواَتِ العُلَى.

    Yeri ve en yüce gökleri yarattı (Tâhâ, 4).

    كَلِمَةُ اللَّهِ هِيَ العُلْياَ.

    Allah’ın sözü en yücedir (Tevbe 40)[2].

    لَقَدْ رَأَى مِنْ آياَتِ رَبِّهِ الْكُبْرَى.

    Rabbinin en büyük ayetlerini gördü (Necm, 18).

    هُمُ الْأَكْرَمُونَ.

    Onlar en keremlilerdir.

    هِيَ الْمَرْأَةُ الْفُضْلَى.

    O en faziletli kadındır

    هُماَ الطاَّلِبَتاَنِ الْفُضْلَياَنِ.

    O ikisi en faziletli kız öğrencilerdir.

    وَأَمَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُ جَزَاءً الْحُسْنَى …

    İman edip de iyi davranan kimseye gelince, onun için en güzel bir karşılık vardır…(Kehf, 88)

    c) İsm-i tafdîl başına harf-i tarif aldığında en üstünlük özelliği gösterdiği gibi muzaf durumunda olduğunda da en üstünlük özelliği belirtir:

    أَقْوَى الرِّجاَلِ

    adamların en kuvvetlisi

    أَكْرَمُ النِّساَءِ

    kadınların en cömerdi

    أَكْثَرُهُمْ

    onların en çoğu

    أَكْبَرُ أَوْلاَدِهِ

    çocuklarının en büyüğü

    اَلْعِلْمُ أَعْلَى الرُّتَبِ.

    Bilgi rütbelerin en üstünüdür.

    عاَئِشَةُ أَنْشَطُ التِّلْميِذاَتِ فيِ الصَّفِّ.

    Aişe sınıftaki kızların en çalışkanıdır.

    d) Müfred nekre bir isimle birlikte tamlama durumunda olduğunda da en üstünlük hali oluşur:

    أَقْوَى رَجُلٍ

    en güçlü adam

    أَكْرَمُ امْرَأَةٍ

    en cömert kadın

    أَكْبَرُ وَلَدٍ لَهُ

    onun en büyük oğlu

    إِلَى أَدْنَى حَدٍّ

    en alt seviyeye kadar

    هُوَ أَسْرَعُ وَلَدٍ فيِ الْفَريِقِ.

    O takımdaki en hızlı oyuncudur.

    ماَ اسْمُ أَفْضَلِ لَيْلَةٍ فِي رَمَضاَنَ ؟

    Ramazan’daki en efdal gecenin ismi nedir[3]?

    اَلْعِلْمُ أَفْضَلُ زِينَةٍ.

    Bilgi en iyi süstür.

    مَنْ أَنْشَطُ مُمَرِّضَةٍ فِي الْمُسْتَشْفَي ؟

    Hastanedeki en çalışkan hemşire kimdir?

    زَيْنَبُ أَنْشَطُ مُمَرِّضَةٍ فِي الْمُسْتَشْفَى .

    Zeynep hastanedeki en çalışkan hemşiredir.

    Kısaca; ism-i tafdîl başına harf-i tarif aldığında ve muzaf olarak kullanıldığında “en, pek çok” manalarında kullanılır.

    İsm-i Tafdîl’in Diğer Özellikleri

    * (خَيْرٌ) ve (شَرٌّ) kelimeleri (مِنْ) ile kıyaslama yapıldığında “daha iyi” ve “daha kötü” anlamını verirler, müzekker- müennes ayrımı olmadığı gibi sıfat uyuşması da göstermezler.

    أَناَ خَيْرٌ مِنْهُ.

    Ben ondan daha hayırlıyım (A’râf, 12).

    هُمْ شَرٌّ مِنْكُمْ.

    Onlar sizden daha kötüdür.

    اَلصَّلاَةُ خَيْرٌ مِنَ النَّوْمِ.

    Namaz uykudan daha hayırlıdır.

    (خَيْرٌ) ve (شَرٌّ) kelimeleri nekre müfred bir isim veya marife çoğul bir isimle tamlama hali oluşturduklarında en üstünlük halini gösterirler.

    كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ.

    Siz en iyi topluluk idiniz (ya da oldunuz).

    هُوَ شَرُّ الْكاَفِرِينَ.

    O kafirlerin en kötüsüdür.

     

    * (قَلِيلٌ az) ve (شَدِيدٌ şiddetli) gibi iki aynı harfin arasında illet harfi olan fiiller, ism-i tafdîl (أَفْعَلُ) veznine girince, illet harfi atılıp son iki harf (أَقَلُّ) ve (أَشَدُّ) gibi şeddeli hale getirilerek ism-i tafdîlleri yapılır.

    * İsm-i tafdîl sülâsî, tam, çekimi olan, müsbet ve mâlum fiilden türer (elde edilir). Sülâsi olmayan, nâkıs, câmid (mâzîsi çekilip muzârisi çekilmeyen yani tam çekimi olmayan), menfî ve meçhûl fiilden türemez. Fiil bu şartları taşımıyorsa, normalde ism-i tafdîli olmaz. Böyle fiillerden ism-i tafdîl elde etmek için (أَشَدُّ) daha şiddetli, (أَكْثَرُ) daha çok, (أَقَلُّ) daha az, (أَعَزُّ) daha kuvvetli, daha güçlü, (أَعْظَمُ) daha büyük, (أَحَبُّ) daha sevgili, (أَضْعَفُ) daha zayıf, (أَقْوَى) daha kuvvetli, gibi bir kelimeden sonra sülâsî dışındaki fiilin masdarı getirilir. Nekre ve mansûb olan bu isim, kıyaslama veya en üstünlük halinin neye nisbetle ifade edildiğini gösterir. Bundan dolayı bu mansûb isim temyiz adını alır. Aynı şekilde bu durum, üstünlük kalıbına giremeyen diğer sıfatları ifade etmede de geçerlidir.

     

    كاَنُوا أَشَدَّ مِنْكُمْ قُوَّةً.

    Onlar kuvvet bakımından sizden daha şiddetli idiler (Onlar sizden daha kuvvetlidir)(Tevbe, 69).

     

    أَناَ أَكْثَرُ مِنْكَ ماَلاً وَ أَعَزُّ نَفَراً.

    Ben mal bakımından senden daha fazlayım, toplulukça da senden daha kuvvetliyim. (Kehf, 34).

     

    أَنْتَ أَكْثَرُ مِنِّي اجْتِهاَداً.

    Sen benden daha çalışkansın.

     

    هِيَ أَكْثَرُهُمْ عِلْماً.

    O (kadın) ilim bakımından onlardan (o erkeklerden) daha fazladır.

    هُوَ أَقَلُّ مِنْهاَ صِدْقاً.

    O (erkek) o (kadın)dan daha az güvenilirdir.

    هَذاَ الْكِتاَبُ أَشَدُّ حُمْرَةً مِنْ ذَلِكَ الْكِتاَبِ.

    Bu kitap o kitaptan daha kırmızıdır.

     

    هَلْ عاَئِشَةُ أُمٌّ سَعيِدَةٌ ؟

    Aişe mutlu bir anne midir?
     

    نَعَمْ ، عاَئِشَةُ أَكْثَرُ الْأُمُّهاَتِ سَعاَدَةً.

    Evet, Aişe annelerin en mutlusudur.
         

    Genel Cümle Örnekleri

    1- اَلْقَلَمُ أَرْخَصُ مِنَ الْكِتاَبِ – اَلصَّلاَةُ فِي الْمَسْجَدِ أَفْضَلُ مِن الصَّلاَةِ فِي الْمَنْزِلِ.

    2- مَنْزِلُ مُحَمَّدٍ أَبْعَدُ[4] مِنْ مَنْزِلِ خاَلِدٍ – قِراَءَةُ الْكُتُبِ أَنْفَعُ[5] مِنْ مُشاَهَدَةِ  التِّلِفِزْيُونَ.

    3- هُوَ أَعْجَبُ[6] وَلَدٍ فيِ الْمَديِنَةِ – هُوَ أَقْدَمُ[7] وَلَدٍ فيِ الصَّفِّ.

    4- أَنْتِ أَنْشَطُ تِلْميِذَةٍ فيِ الصَّفِّ – خاَلِدٌ أَسْمَنُ وَلَدٍ فيِ الْحَيِّ . 

    5- أَناَ أَكْتُبُ فيِ الشَّهْرِ رِساَلَةً واَحِدَةً وَ اسْتَلِمُ[8] فيِ الشَّهْرِ رِساَلَتَيْنِ وَ أَحْياَناً أَقَلَّ وَ أَحْياَناً أَكْثَرَ.

    6- إِنَّ أَكْرَمَكُمْ[9] عِنْدَ اللَّهِ أَتْقاَكُمْ (Hucurat, 13) – أَلنِّيلُ أَطْوَلُ نَهْرٍ فيِ الْعاَلَمِ .

    7- أَنْدُونِيسْياَ أَكْثَرُ الْبِلاَدِ الْإِسْلاَمِيَّةِ سُكَّاناً – ألْجاَمِعُ الْأَزْهَرُ أَقْدَمُ جاَمِعَةٍ فِي الْعاَلَمِ.

    8- أَلنَّهْرُ أَصْغَرُ مِنَ الْبَحْرِ- ماَ الْأَماَكِنُ الْمُهِمَّةُ فِي بَلَدِكَ؟

    9- ماَ  أَسْرعُ وَسِيلَةٍ فِي الْمُواَصَلاَتِ؟ اَلطاَّئِرَةُ أَسْرَعُ وَسِيلَةٍ فِي الْمُواَصَلاَتِ .

    10- ماَ أَكْبَرُ مَدِينَةٍ فِي إِفْرِيقْياَ ؟ ألْقاَهِرَةُ أَكْبَرُ مَديِنَةٍ فِي إِفْرِيقْياَ.

    11- هَلْ هَذاَ شاَرِعٌ نَظِيفٌ؟ نَعَمْ ، هَذاَ أَكْثَرُ الشَّواَرِعِ نَظاَفَةً .

    12- أَلنِّيلُ أَكْثَرُ الْأَنْهاَرِ طُولاً – نَهْرُ النِّيلِ هُوَ أَطْوَلُ الْأَنْهاَرِ.

    13- هَذاَ أَطْوَلُ خِطاَبٍ تَكْتُبُهُ لِي – هَذاَ أَجْمَلُ قَمِيصٍ تُقَدِّمُهُ[10] لِي .

    14- اَلْجاَمِعُ الْأَزْهَرُ أَقْدَمُ جاَمِعَةٍ إِسْلاَمِيَّةٍ .

    15- أَيُّهُماَ أَنْشَطُ: فاَطِمَةُ أَوْ زَيْنَبُ ؟ زَيْنَبُ .

    16- ماَ أَهَمُّ أَرْكاَنِ الْحَجِّ ؟ أَهَمُّ أَرْكاَنِ الْحَجِّ الْوُقُوفُ بِعَرَفاَتٍ .

    Tercüme:

    1- Kalem kitaptan daha ucuzdur. Mesciddeki namaz evdeki namazdan daha faziletlidir.

    2- Muhammed’in evi Hâlid’in evinden daha uzaktır. Kitap okumak televizyon seyretmekten daha faydalıdır.

    3- O şehirdeki en acaib çocuktur. O sınıftaki en eski çocuktur.

    4- Sen sınıftaki en çalışkan öğrencisin. Halit mahalledeki en şişman çocuktur.

    5- Ben ayda bir mektup yazıyorum ve bazen daha az bazen daha çok olmak üzere ayda iki mektup alıyorum.

    6- Allah katında en değerliniz en takvalı olanınızdır. Nil dünyadaki en uzun nehirdir.

    7- Endonezya nüfus bakımından İslâm ülkelerinin en çoğudur. Câmiu’l-Ezher dünyadaki en eski üniversitedir.

    8- Nehir denizden daha küçüktür. Ülkendeki en mühim yerler nedir? 

    9- Ulaşım vasıtaları içinde en hızlı vesile (araç) nedir (hangisidir)? Uçak ulaşım vasıtaları içindeki en hızlı araçtır.

    10- Afrika’daki en büyük şehir nedir? Kâhire Afrika’daki en büyük şehirdir.

    11- Bu temiz bir cadde midir? Evet bu caddelerin en temiz olanıdır.

    12- Nil nehirlerin en uzun olanıdır. Nil nehri (işte o) nehirlerin en uzunudur.

    13- Bu bana yazdığın en uzun mektuptur. Bu bana takdim ettiğin en güzel gömlektir.

    14- Câmiu’l-Ezher en eski İslâm üniversitesidir.

    15- Hangisi daha çalışkandır? Fâtıma mı Zeynep mi? Zeynep.

    16- Hac rukünlerinin (şartlarının) en önemlisi nedir? Hacc’ın rukünlerinin en önemlisi Arafat’ta durmaktır.

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    MASDAR, İSMİ ALET VE İSMİ TAFDİL İLE İLGİLİ AYETLER

    1- فَلاَ اقْتَحَمَ الْعَقَبَةَ ¯ وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْعَقَبَةُ ¯ فَكُّ رَقَبَةٍ .

    (90/BELED,  11-13). (Fakat) o, sarp yokuşu aşamadı. O sarp yokuş nedir bilir misin? Köle azat etmektir.

    اقْتَحَمَ يَقْتَحِمُ

    katlanmak

    أَدْرَى يُدْرِي

    bilmek, anlamak

    اَلْعَقَبَةُ

    sarp yokuş

    فَكَّ يُفَكُّ فَكاًّ

    (köle) azad etmek

    2- يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِِنْ ذَكَرٍ وَأُنْثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ.

    (49/HUCURAT, 13). Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.

    ذَكَرٌ ج ذُكُورٌ

    erkek

    أَكْرَمُ

    en değerli

    أُنْثَى ج  إِناَثٌ

    kadın  

    شَعْبٌ ج شُعُوبٌ

    millet, kavim

    قَبِيلَةٌ ج قَبَائِلُ

    kabile  

    تَعاَرَفَ يَتَعاَرَفُ

    tanışmak

    لِتَعَارَفُوا

    tanışmanız için  

    أَتْقَاكُمْ

    en çok (Allah’tan) korkanınız, en çok takva sahibi olanınız

    خَبِيرٌ

    işlerin iç yüzünü bilen, haberdar olan manasında Allah’ın isimlerinden birisidir.
                       

    3- قُلْ أَ أُُنَبِّئُكُمْ بِخَيْرٍ مِنْ ذَلِكُمْ …

    (3/ÂL-İ İMRÂN, 15). (Resûlüm!) De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? …

    نَبَّأَ  يُنَبِّئُ بِ

    bildirdi, haber verdi

    4- سَلاَمٌ هِيَ حَتَّى مَطْلَعِ الْفَجْرِ  .

    (97/KÂDİR, 5). (O gece) esenlik doludur. Ta fecrin doğumuna kadar.

    طَلَعَ يَطْلُعُ طُلُوعاً مَطْلَعاً

    doğmak

    الْفَجْرُ

    fecir, (tan yerinin ağarması)

    سَلاَمٌ

    eman, esenlik 

     

    5- …هُمْ لِلْكُفْرِ يَوْمَئِذٍ أَقْرَبُ مِنْهُمْ لِلْإِيمَانِ .

    (3/ÂL-İ İMRÂN, 167). ..Onlar o gün, imandan çok kafirliğe yakın idiler..

    قَرِيبٌ

    yakın

    أَقْرَبُ

    daha yakın

     

     

    6- وَكَانَ لَهُ ثَمَرٌ فَقَالَ لِصَاحِبِهِ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَنَا أَكْثَرُ مِنْكَ مَالاً وَأَعَزُّ نَفَرًا  .

    (18/KEHF, 34). Bu adamın (başka) geliri de vardı. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken ona şöyle dedi: “Ben servetçe senden daha zenginim. İnsan sayısı bakımından da senden daha güçlüyüm”

    ثَمَرٌ

    meyve, faydalanılan mal

    حاَوَرَ  يُحاَوِرُ

    karşılıklı konuşmak

    عَزِيزٌ

    güçlü, üstün

    نَفَرٌ

    ekip, grup (üç ile on arasındaki bir sayıya sahip olan küçük topluluk)

    7- …قُلْ نَارُ جَهَنَّمَ أَشَدُّ حَرًّا لَوْ كَانُوا يَفْقَهُونَ  .

    (9/TEVBE, 81). ..De ki: “Cehennem ateşi daha sıcaktır!” Keşke anlasalardı.

    8- وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَذَا الْقُرْآنِ لِلنَّاسِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ وَكَانَ الْإِنْسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلاً  .

    (18/KEHF, 54).Hakikaten biz bu Kur’ân’da insanlar için her türlü misâli açıkladık. İnsan tartışma hususunda her şeyden ileridir.

    صَرَّفَ يُصَرِّفُ

    çevirmek, açıklamak

    اَلْجَدَلُ

    tartışma, çekişme

    9- ن وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَ ¯ مَا أَنْتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِمَجْنُونٍ  .

    (68/KALEM, 1, 2) Nûn. Kaleme ve (kalem tutanların satır, satır) yazdıklarına and olsun ki; (Resûlüm) sen -Rabbinin nimeti sayesinde- mecnun değilsin.

    سَطَرَ يَسْطُرُ سَطْراً

    yazmak, (ifadeyi) satıra dökmek)

    10- اُنْظُرْ كَيْفَ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَلَلآخِرَةُ أَكْبَرُ دَرَجَاتٍ وَأَكْبَرُ تَفْضِيلاً .

    (17/İSRÂ, 21) Baksana, biz insanların kimini kiminden nasıl üstün kılmışızdır! Elbette ki âhiret, derece ve üstünlük farkları bakımından daha büyüktür.

     

    İsmi Tafdil Hakkında Derlenen Bilgiler 

     

    İsmi Tafdil, lafzî kıyasi âmil olarak amel eder. Ancak, aşağıdaki beş şart bulunduğu zaman; zahiri fâili REF eden ve mefulün bihi NASB etmeyen bir lafzî kıyasi âmil olarak görev yapar. Bu şartlardan biri bulunmaz ise, ismi tafdil lafzî kıyası âmil olarak görev yapmaz.

     

    Örnek : مَا رَأَيْتُ رَجُلاً اَحْسَنَ فِي عَيْنِهِ الْكُحْلُ مِنْهُ فِي عَيْنِ زَيْدٍ  Zeyd’in gözündeki sürmeden, kendi gözündeki sürme daha güzel olan hiç bir adam görmedim. çümlesinde; 

     

    1.ŞART: İsmi tafdil olan ( اَحْسَنَ  ) lafzı, lafız cihetinden ( رَجُلاً  )lafzının sıfatıdır. (KAİDE: İsmi tafdil, Bir ŞEY’in sıfatı veya haberi veya hâli olmalıdır.)

     

    2.ŞART: İsmi tafdil olan ( اَحْسَنَ  ) lafzı, hakikatte ( الْكُحْلُ  o sürme) lafzının sıfatıdır. (KAİDE: hakikatte ise, o ŞEY müteallıkın sıfatı olmalıdır.)

     

    3.ŞART: Müteallık olan ( الْكُحْلُ  ) adamın gözü ile Zeyd’in gözü arasında müşterek olup, adamın gözüne itibarla üstündür.

     

    4.ŞART: Müteallık olan ( الْكُحْلُ  ) Zeyd’in gözüne itibarla, mufaddalun aleyh’dir. (NOT: 3. ve 4. maddeler, nefy edadı dahil olmadan önceki durumu anlatır. Nefy’den sonra ise durum, aksine dönecektir.)

     

    5.ŞART: İsmi tafdil olan ( اَحْسَنَ  ) lafzı, ( مَا  ) edadıyla menfi oldu ve nefy, ismi tafdilin belirttiği ziyadeliği ortadan kaldırdı. Bu nedenlerle de ( اَحْسَنَ  ) ismi tafdili, ( حَسُنَ  ) fiili mânasında oldu ve ( الْكُحْلُ  o sürme) lafzını, fâil alıp REF etti.

     

    İsmi Tafdil,   mazi fiilden türetilen bir isimdir. ( أَفْضَلُ daha faziletli kişi) gibi. Ancak mazi fiilin; sülâsi, mâlum, müsbet ve tam çekimli (hem mazisi hem de muzarisi çekilen) olma şartları vardır. Bir varlıktaki durumun (vasfın veya niteliğin), diğer varlıklardan daha üstün olduğunu anlatır. Şöyle de tanımlanır: Başkasının hadesinden daha ziyade olan bir hades, kendisi ile kâim olan zata delâlet etmek için sülâsi mücerred fiilinden türetilen isme, ism-i tafdil denir.

     

    İsmi Tafdil, fâilde amel etmez. Yani, fiili gibi amel edemediğinden dolayı fâili REF etmez. Çünkü, ziyadelikte onunla eşit olan bir fiil yoktur. Fakat müstetir zamirde, hâl’de ve temyiz’de şartsız olarak amel eder. Şöyle de söylenebilir : İsm-i Fâil, kesbidir (çalıştım demen gibi.) ve fiilleri herkes tarafından görülür, bilinir ve takdir edilir. İsm-i Tafdil ise, vehbîdir (çalıştırıldım demen gibi) ve fiilleri herkes tarafından görülemez, bilinemez ama bilen takdir eder.

     

    İsmi Tafdil; sülasi olmayan, nâkıs, câmid (mazisi çekilip, muzarisi çekilmeyen), menfi ve meçhul fiilden türemez. İsmi Tafdil; ancak fiili teaccübün alındığı fiillerden üretilir. Kendisinden ism-i tafdil alınmayan fiilin masdarı, temyiz olmak üzere NASB edilerek, uygun görülen bir lafızdan sonra zikredilir. Örnek: ( أكْرَمَ ) fiilinden ism-i tafdil türetilmez. Ancak, bu fiilin masdarı olan ( إِكْرَامٌ ) lafzı NASB edilerek uygun görülen bir lafızdan sonra zikredilir. Bu uygulamadan sonra ( أَحْسَنُ إِكْرَاماً ) şeklinde ism-i tafdili elde edilir. 

     

    İsmi tafdil elde etmek için uygun görülen lafızlar; ( أَشَدُّ daha şiddetli)  ve  ( أَقَلُّ daha az)  ve  ( أَكْثَرُ daha çok)  ve  ( أَعَزُّ daha güçlü)  ve  ( أَعْظَمُ daha büyük)  ve  ( أَحَبُّ daha sevgili)  ve  ( أَضْعَفُ daha zayıf)  ve  ( أَقْوَى daha kuvvetli)  ve  ( أَحْسَنُ daha güzel) … gibi bir kelimeden sonra, sülasi dışındaki fiilin masdarı getirilir. Nekre ve mansub olan bu masdar  (isim), kıyaslama veya en üstünlük hâlinin neye nisbetle ifade edildiğini gösterir. Bundan dolayı bu mansub isim “TEMYİZ” adını alır. Aynı şekilde bu durum, üstünlük kalıbına giremeyen diğer sıfatları ifade etmede de geçerlidir.

     

    İsmi Tafdil vezninde gelen ve renk, şekil, uzuv noksanlığı mânası bulunan kelimeler ismi tafdil olmayıp sıfatı müşebbehedir ( اَزْرَقُ mavi) gibi.

     

    Mazi fiilden üretilen ismi tafdil’de “mazisini bilmediğin kimseye isim atama. Meselâ, şu adam melek gibi deme” ikazı saklıdır.

     

    Muzari fiilden üretilen emirde ise, “kişinin o andaki durumuna göre emir ver ve mazisini araştırma, karıştırma, dikkate alma” ikazları saklıdır.

     

    İsmi Tafdilin müzekkeri ( اَفْعَلُ ) veznindedir (NOT: Bu vezin gayri münsarif olduğu için, muzaf ve marife olmaları haricinde ESRE almazlar).

     

    İsmi Tafdilin müennesi ( فُعْلَى ) veznindedir ve kıyaslamada bu vezin kullanılmaz. Sıfat tamlamasında ise, ( اَلْبِنْتُ الْكُبْرَى  en büyük kız. .. gibi) sıfat olarak geldiği için mevsufuyla, cinsiyet ve sayı olarak uyumludur. Bu da “en üstünlük” anlamını verir, ancak bir HÜKÜM içermez, sadece bir tesbiti anlatır.

     

    İsmi Tafdilin cümlede kullanılışı hk’da derlenen bilgiler:

     

    (a) Müzekkerleri:  ( كَبِيرٌ  büyük), ( أَكْبَرُ مِنْ  …den daha büyük), ( اَلْأَكْبَرُ  en büyük) ve

     

    (b) Müennesleri: ( كَبِيرَةٌ  büyük), ( أَكْبَرُ مِنْ  …den daha büyük), ( اَلْأَكْبَرى  en büyük).

     

    Kâide: Karşılaştırma yapılmadığı zaman, en üstünlük anlamını verir ve haber olarak görev yapar. Örnek-1 ( اللهُ أَكْبَرُ Ellah en büyüktür.)   

     

    Örnek-2 :  6/58 : ( وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِالظَّالِمِينَ … ) “Ellah zâlimleri en iyi bilendir.” Ayet-i Kerimesinde ( اللَّهُ  ) Lafz-ı Celâli, mübtedâdır. ( أَعْلَمُ  ) ism-i tafdîli, haberdir. ( بِالظَّالِمِينَ  ) car-mecrûru, haber’e mütealliktir. (Müteallik : Bir yere bağlı, bir şeye mensub demektir. Bir cümlenin mânasını açıklayan veya tamamlayan kelimelerdir.)

     

    Kâide: Kıyas yapılırken ( مِنْ  ) harfi ceri ile birlikte kullanılır, kıyaslananların cinsiyetine ve sayısına bakılmaz.  Kıyaslama yapılmadığı zaman ise, “en üstünlük” anlamını verir ve bir HÜKÜM içerir.

     

    Kâide: İsmi tafdil, bir isim tamlamasında muzaf olduğu takdirde de, “en üstünlük” anlamını verir. Örnek: ( أَكْثَرُهُمْ  onların en çoğu)

     

    Kâide: İsmi tafdil, müfred ve nekre bir isimle, sıfat tamlaması yaptığı takdirde de, “en üstünlük” anlamını verir. Örnek: ( أَكْبَرُ وَلَدٍ لَهُ  onun en büyük oğlu)

     

    Kâide: ( خَيْرٌ  ) ve ( شَرٌّ  ) kelimeleri ( مِنْ  ) ile kıyas yapıldığında, ismi tafdil anlamını verirler. Bu durumda; müzekker, müennes ayırımı olmadığı gibi sıfat uyuşması da göstermezler. Örnekler: 

     

    7/12 : ( أَنَا خَيْرٌ مِنْهُ خَلَقْتَنِي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ طِينٍ …  ) “Ben ondan daha hayırlıyım – beni ateşten yarattın – onu topraktan yarattın.”

     

    5/60 : ( … قُلْ هَلْ أُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذَلِكَ  ) “De ki : Bundan daha şerrini size haber vereyim mi?”  5/59-63 deki Ayet-i Kerimelerden ;

     

    (a) Fâsıklardan daha şer’li olanlar, Ellah Teala’nın lânet ettikleridir. Bunlar gazaba uğramış ve onlardan maymunlar, domuzlar ve tâğuta tapanlar yapmıştır. İşte bunlar mevkice daha şer’li olup, düz yoldan daha çok sapmışlardır.

     

    (b) Fâsıklar, mü’minden hoşlanmazlar ( تَنْقِمُونَ  ) Ayıplamak, çekememek, beğenmemek, hoşlanmamak, cezâlandırmak veya intikam isteği duymak anlamarını kapsar). Lânetliler ise, mü’mine düşmanlıkta, rüşvet yemede ve günaha girmekte yarışırlar.

     

    Kâide: ( خَيْرٌ  ) ve ( شَرٌّ  ) kelimeleri nekre müfred bir isim veya marife çoğul bir isimle “isim tamlaması” yaptıklarında, isimi tafdil anlamını verirler. Örnek: ( هُوَ شَرٌّ الْكَافِرِينَ  O kafirlerin en kötüsüdür.)

     

    Kâide: ( قَلِيلٌ  az) ve ( شَدِيدٌ  şiddetli) gibi iki harfin arasında illet harfi olan fiiller ismi tafdil veznine girince, illet harfi atılıp son iki harf şeddelenir. Örnek: ( أَقَلُّ  daha az) ve ( أَشَدُّ  daha şiddetli) gibi.

     

    İsmi Tafdilin sayı bakımından çekimleri:

     

    (a) Müzekkerleri: ( أَكْبَرُ  daha büyük), (REF hali: أَكْبَرَانِ  (iki) daha büyük),  (NASB hali: أَكْبَرَيْنِ  (iki) daha büyük), ( أَكْبَرُونَ  daha büyükler) ve

     

    (b) Müennesleri: ( كُبْرَى  daha büyük), (REF hali: كُبْرَيَانِ  (iki) daha büyük),  (NASB hali: كُبْرَيَيْنِ  (iki) daha büyük), ( كُبْرَيَاتٍ  daha büyükler).

     

    İsmi Tafdilin müfred – müzekker sîgası, tesniyelenmez cemilenmez ve müenneslenmez. (Kaynak: Muvazzah Sarf İlmi) Elif_Lâm’lı olan ism-i tafdilin sekiz sîgası vardır. Bunlar:

    • Müfred Müzekker : (  اَلْأَنْصَرُ  ) gibi.
    • Tesniye Müzekker : (  اَلْأَنْصَرَانِ  ) gibi.
    • Cemî Müzekker Musahhah : (  اَلْأَنْصَرُونَ  ) gibi.
    • Cemî Müzekker Mükesser : (  اَلْأَنَاصِرُ  ) gibi.
    • Müfred Müennes : (  أَلنُّصْرَى  En-nusrâ) gibi.
    • Tesniye Müennes : (  أَلنُّصْرَيَانِ  En-nusrayâni) gibi.
    • Cemî Müennes Musahhah: (  أَلنُّصْرَيَاتُ  En-nusrayâtu) gibi.
    • Cemî Müennes Mükesser : (  أَلنُّصَرُ  En-nusaru) gibi.

  • İsm-i Alet Arapça Dersleri

     

    İSM-İ ALET

    Bir işin yapılmasında kullanılan alete isim olan kelimelerdir. İsm-i zaman ve ism-i mekânın mim (م)’inin üstünle bağlanmasına karşılık ismi âlet’in mimi esre ile bağlanır. Sülâsî mâlum ve müteaddî fiillerden türetilen ve semâi (işitilerek bilinen) 3 vezni vardır:

    مِفْعَالٌ مِفْعَلَةٌ مِفْعَلٌ

    (مِفْعَلٌ) veznine ait örnekler:

    بَرَدَ -ُ

    törpüledi

    مِبْرَدٌ

    eğe

    نَبَرَ -ِ

    kaldırdı, yükseltti

    مِنْبَرٌ

    minber

    كَسَرَ -ِ

    kırdı

    مِكْسَرٌ

    mikser, kırma aracı

    صَعِدَ -َ

    çıktı yükseldi

    مِصْعَدٌ

    asansör (yükselme aleti)

    مِهْجَرٌ

    mikroskop

    مِقْلَى

    tava

    مِثْقَبٌ

    matkap

    مِحْلَقٌ

    traş makinası

    (مِفْعَلَةٌ) veznine ait örnekler:

    لَعِقَ

    yaladı

    مِلْعَقَةٌ

    kaşık

    طَرَقَ

    vurdu

    مِطْرَقَةٌ

    çekiç

    سَطَرَ

    çizgi çekti

    مِسْطَرَةٌ

    cetvel

    كَنَسَ

    süpürdü

    مِكْنَسَةٌ

    süpürge

    مِرْضَعَةٌ

    biberon

    مِحْفَظَةٌ

    çanta

    مِنْشَفَةٌ

    havlu

    مِنْضَدَةٌ

    masa

    مِظَلَّةٌ

    şemsiye

    مِرْوَحَةٌ

    pervane, vantilatör

    مِغْرَفَةٌ

    kevgir

    مِمْفَلَةٌ

    oklava

    مِمْلَحَةٌ

    tuzluk

    مِدْفَأَةٌ

    soba

      

    (مِفْعَالٌ) veznine ait örnekler:

    نَظَرَ

    baktı

    مِنْظَارٌ

    dürbün

    فَتَحَ

    açtı

    مِفْتاَحٌ

    anahtar

    وَزَنَ

    tarttı

    مِيزاَنٌ

    terâzi

    كاَلَ

    ölçtü

    مِكْياَلٌ

    ölçek

    رَآى

    gördü

    مِرْآةٌ

    ayna

    كَوَى

    dağladı

    مِكْواَةٌ

    ütü

    مِصْباَحٌ

    lâmba

    مِمْحاَةٌ

    silgi

    مِزْماَرٌ

    zurna, kaval,

    مِرْحاَضٌ

    tuvalet

    مِذْياَعٌ

    radyo

    مِرْصاَدٌ

    teleskop

    *Bazen ism-i alet yukarıdaki kalıpların dışından da gelebilir:

    سِكِّينٌ

    bıçak

    شَوْكَةٌ

    çatal

    قَلَمٌ

    kalem

    فَأْسٌ

    balta

    *Mısır Arap dili heyeti فَعاَّلَةٌ kalıbının ism-i âlet için elverişli olduğunu belirtmiştir[1].

    ثَلاَّجَةٌ

    buzdolabı

    غَساَّلَةٌ

    çamaşır makinası

    شَواَّيَةٌ

    et kızartma makinası (ızgara)

    خَرَّامَةٌ

    blendir

    Cümle Örnekleri:

    أَكَلَ الرَّجُلُ الطَّعاَمَ بِالْمِلْعَقَةِ.

    Adam yemeği kaşıkla yedi.

    طَرَقَ الْحَداَّدُ الْحَدِيدَ بِالْمِطْرَقَةِ.

    Demirci demire çekiçle vurdu.

    فَتَحَتِ الْمَرْأَةُ الْباَبَ بِالْمِفْتاَحِ.

    Kadın kapıyı anahtarla açtı.

    بَرَدَ الْحَداَّدُ الْحَدِيدَ بِالْمِبْرَدِ.

    Demirci demiri eğe ile törpüledi.

    كَنَسْناَ الْأَرْضَ بِالْمِكْنَسَةِ.

    Yeri süpürge ile süpürdük.

    اَلْمِكْوَى آلَةٌ حَدِيثَةٌ.

    Ütü yeni (modern) bir alettir.

    وَضَعْتُ مِحْفَظَتِي عَلَى الْمِنْضَدَةِ.

    Çantamı masanın üzerine koydum. 

     

  • Masdar , Müştak – Türemiş İsimler Arapça Dersleri

     

    TÜREMİŞ İSİMLER

    Türemiş (müştak) isimler, başka kelimeden (masdardan) türetilen isimlerdir. Bunlar ism-i fâil, ism-i fâilin mübâlağası, ism-i mef’ûl, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdîl, ism-i mensûb, ism-i tasgir, ism-i zaman, ism-i mekân ve ism-i alettir.

                Bunlardan ism-i fâili, ism-i fâilin mübâlağasını ve ism-i mef’ûlü cümle kuruluşlarındaki önemleri dolayısıyla önceden işlemiştik. Masdardan başlamak üzere geri kalan isim çeşitleri ve cümledeki kullanılışları şöyledir:

    MASDAR

    Mâzî ya da muzâri gibi herhangi bir zamanla ilgisi olmaksızın bir mana ve bir oluş ifade eden kelimedir. Sözlükte mâzî ve muzâriden sonra üçüncü sırada gelen isimdir. Fiillerin ve bütün müştak (türemiş) kelimelerin köküdür. Örnek:

    ذِكْرٌ

    anmak, anma, anış

    جُوعٌ

    acıkmak, acıkma

    اِجْتِماَعٌ

    toplanmak, toplanma

    طَلَبٌ

    istemek, isteme

    إِكْراَمٌ

    ikram, ikram etme

    خَلْقٌ

    yaratmak, yaratma, yaratış

    Fiillerin masdarları, mim’li masdar (İsm-i zaman, ism-i mekân) ve yapma masdar olmak üzere üç çeşit masdar vardır:

    1- Fiillerin masdarları:

    Fiiller; sülasî (üç harfli), rübâi (dört harfli) humâsî (beş harfli) ve südâsî (altı harfli) olur[1]. Sülâsî fiil hâriç diğerlerinin masdar kalıpları yerinde işleyeceğimiz gibi kurallı ve bellidir. Hiç zorlanmadan kuralına göre söylenebilir. Sülâsî fiilin masdarı ise ancak sözlüklerden (veya duyarak) öğrenilir ve bunlardan çok kullanılanlar zamanla ezberlenir. Bizim burada söz konusu ettiğimiz masdar üçlü fiillere aittir. Her fiil en az bir masdara sahiptir. Bilmediğimiz bir kelimeyle karşılaştığımız zaman o kelimenin baş harfiyle kelimeyi aramayız. Çünkü fiiller Arapça sözlüklerde Türkçe’deki gibi masdar haliyle yer almaz. Genel kural olmasa da çoğunlukla fiillerin önce müfred gâib mâzî hali, yanında çoğu zaman orta harfine işaret eden bir çizginin üstüne harekesi konularak muzâri hali verilir (-َُِ). Ardından da o kelimenin masdarı yanyana verilir. Tercümede de genellikle ya mâzî halindeki manası ya da masdar manası yer alır. Fiilin üçlü kök hali (mâzî muzâri ve masdarıyla birlikte) verildikten sonra altında o fiilden türemiş ya da bir harf, iki harf ilavesiyle o fiilin girdiği manalar yer alır:

    ذَهَبَ -َ ذَهاَبٌ

    gitti

    حَضَرَ يَحْضُرُ حُضُوراً

    geldi

    أَذْهَبَ يُذْهِبُ إِذْهاَبًا

    giderdi

    أَحْضَرَ يُحْضِرُ إِحْضاَراً

    getirdi

     

     Masdar fiilin isimleşmiş bir hali olup iki türlü kullanılır: Ya bir isim olarak kalıplanmış manaya sahiptir veya fiilin isim manasını taşır: Mesela (خَلَقَ) kökünden yapılan masdar (خَلْقٌ) hem yaratmak manasına ve hem de yaratma işi manasına gelir.

    Bir fikir vermesi açısından masdarların girdiği kalıplardan bazıları şöyle sıralanabilir:

    Kalıb hali

     Masdar

     

    Muzâri

    Mâzî

    فَعْلٌ

    أَمْرٌ

    emretmek

    يَأْمُرُ

    أَمَرَ

     

    زَرْعٌ

    ekin ekmek

    يَزْرَعُ

    زَرَعَ

     

    قَوْلٌ

    söylemek

    يَقُولُ

    قاَلَ

     

    سَيْرٌ

    yürümek

    يَسِيرُ

    ساَرَ

    فِعْلٌ

    ذِكْرٌ

    anmak, söylemek

    يَذْكُرُ

    ذَكَرَ

    فُعْلٌ

    كُفْرٌ

    inkar etmek

    يَكْفُرُ

    كَفَرَ

    فُعُولٌ

    خُرُوجٌ

    çıkmak

    يَخْرُجُ

    خَرَجَ

     

    سُجُودٌ

    secde etmek

    يَسْجُدُ

    سَجَدَ

     

    دُخُولٌ

    girmek

    يَدْخُلُ

    دَخَلَ

    فَعاَلٌ – فَعاَلَةٌ

    ذَهاَبٌ

    gitmek

    يَذْهَبُ

    ذَهَبَ

     

    سَماَعٌ

    işitmek

    يَسْمَعُ

    سَمِعَ

     

    ضَلاَلٌ –  ضَلاَلَةٌ

    sapmak, şaşırmak

    يَضِلُّ

    ضَلَّ

    فِعاَلٌ – فِعاَلَةٌ

    قِياَمٌ

    kalkmak

    يَقُومُ

    قاَمَ

     

    كِتاَبَةٌ

    yazmak

    يَكْتُبُ

    كَتَبَ

     

    زِياَرَةً

    ziyaret etmek

    يَزُورُ

    زاَرَ

     

    هِداَيَةٌ

    yol göstermek

    يَهْدِي

    هَدَى

                       

    2- Mim’li masdar (المْصْدَرُ المِيمِيُّ): (İsm-i zaman ve İsm-i mekân)

    Başında zâid bir mim harfi bulunan masdardır. Sülâsi fiillerin ism-i zaman ve ism-i mekân kalıpları aynı olduğu için birlikte işlenmektedir. İsmi zaman, manası zaman belirten isimdir, ism-i mekânda manası mekân belirten isimdir. İki şekilde gelir:

    مَفْعِلٌ

    مَفْعَلٌ

     

    a) (مَفْعَلٌ)

    Daha çok muzâri orta harfi fethalı veya zammeli fiillerin mimli masdarı, ism-i zaman ve ism-i mekânları bu şekilde gelmiş ve isimleşmiştir.

    كَتَبَ  -ُ den مَكْتَبٌ yazmak, yazma yeri ve yazma zamanı (yazıhane, büro)

    لَعِبَ -َ

    مَلْعَبٌ oynamak, oyun yeri ve oyun zamanı (oyun sahası)

    سَكَنَ -ُ

    مَسْكَنٌ ikâmet etmek, ikame yeri, ikamet etme zamanı (mesken)

    ذَهَبَ -َ

    مَذْهَبٌ gitmek, gitme yeri, gitme zamanı (mezheb)

    طَبَخَ -َ

    مَطْبَخٌ pişirmek, pişirme yeri ve pişirme zamanı (mutfak)

    دَخَلَ -ُ

    مَدْخَلٌ girmek, giriş yeri, giriş zamanı (giriş)

    خَرَجَ -ُ

    مَخْرَجٌ çıkmak, çıkış yeri ve çıkış zamanı (çıkış)

    *Bir şeyin çok olduğu veya bir işin çok yapıldığı yeri gösteren ismin sonuna tâ-i merbûta (ة) eklenir.

    دَرَسَ

    ders yaptı

    مَدْرَسَةٌ

    çok ders yapılan yer ve zaman (okul)

    كَتَبَ

    yazdı

    مَكْتَبَةٌ

    çok yazılan yer ve zaman (kütüphane, sıra)

    قَبَرَ

    gömdü

    مَقْبَرَةٌ

    çok gömülen yer ve zaman (kabir)

    طَبَعَ

    bastı

    مَطْبَعَةٌ

    çok basılan yer ve zaman (matbaa)

    حَكَمَ

    hükmetti

    مَحْكَمَةٌ

    çok hükmedilen yer ve zaman (mahkeme)

    مَلَكَ

    sahip oldu, malik oldu

    مَمْلَكَةٌ

    çok sahip olunan yer ve zaman (krallık) [2]
               

    *Şeddeli (muzaaf) ve orta harfi illetli fiillerin de mimli masdar, ism-i zaman ve ism-i mekânları genelde bu şekilde tâ-i merbûta (ة) alarak gelir:

    خاَفَ

    korktu

    مَخاَفَةٌ

    korkmak, korkma yeri ve zamanı

    سَرَّ

    sevindi

    مَسَرَّةٌ

    sevinmek, sevinme yeri ve zamanı

    b) (مَفْعِلٌ)

    Muzâride orta harfi esreli olan fiiller ile baş harfi illetli olan fiiller bu grubtan gelir:

    جَلَسَ -ِ

    oturdu

    مَجْلِسٌ

    oturmak, oturma yeri, oturma zamanı (meclis)

    نَزَلَ -ِ

    indi

    مَنْزِلٌ

    inmek, inilecek yer, inilecek zaman (ev)

    وَضَعَ  يَضَعُ

    koydu

    مَوْضِعٌ

    koymak, konulacak yer, zaman (yer)

    وَقَفَ يَقِفُ

    durdu, ayakta durdu

    مَوْقِفٌ

    durma, durma yeri ve zamanı (durak)

    وَلَدَ يَلِدُ

    doğurdu

    مَوْلِدٌ

    doğurmak, doğum yeri ve zamanı (doğum)

    وَعَدَ – يَعِدُ

    vaad etti, söz verdi

    مَوْعِدٌ

    söz verilen yer, zaman (randevu)

    يَسَرَ -ِ

    kumar oynadı

    مَيْسِرٌ

    kumar oynama, kumar oynama yeri, zamanı (kumarhane)
             

    *Aşağıdaki fiiller ise kaide dışı muzâride orta harfi zammeli olduğu halde mimli masdarı, ism-i zaman ve mekânları (مَفْعِلٌ) kalıbında gelenlerdir:

    سَجَدَ -ُ

    secde etti

    مَسْجِدٌ

    secde etmek, secde yeri ve zamanı (mescid)

    شَرَقَ -ُ

    doğdu

    مَشْرِقٌ

    doğmak, doğma yeri ve zamanı (doğu)

    غَرَبَ -ُ

    batıyor

    مَغْرِبٌ

    batmak, batış yeri ve zamanı (batı)

    *Bazı sülâsî fiillerin masdarları ise sonuna tâ-i merbûta (ة)alır:

    عَرَفَ -ِ

    bildi, tanıdı

    مَعْرِفَةٌ

    bilmek

    غَفَرَ -ِ

    bağışladı

    مَغْفِرَةٌ

    bağışlamak

    وَعَظَ يَعِظُ

    vaaz verdi, nasihat etti

    مَوْعِظَةٌ

    öğüt vermek

    3- Yapma Masdar:

    İsmin son harfini esre yapıp yanına (يَّةُ) getirilerek yapılan, hal ve sıfat gösteren masdara  yapma masdar denir:

    اَلْإِنْساَنُ

    insan

    اَلْإِنْساَنِيَّةُ

    insanlık

    اَلْمَسْؤُولُ

    sorumlu

    اَلْمَسْؤُولِيَّةُ

    sorumluluk

    اَلْجاَهِلُ

    câhil

    اَلْجاَهِلِيَّةُ

    cahillik

    اَلْحاَكِمِيَّةُ

    hâkimiyet

    اَلأُلوُهِيَّةُ

    ulûhiyyet

    اَلرُّبُوبِيَّةُ

    Rubûbiyyet (Rablık)

    اَلْقَوْمِيَّةُ

    milliyetçilik

    اَلْحَنَفِيَّةُ

    hanefîlik

    اَلْوَهاَّبِيَّةُ

    vahhâbîlik

    اَلْمَدْرَسِيَّةُ

    okulla ilgili

    اَلْاِشْتِراَكِيَّةُ

    sosyalizm

    اَلشُّعُوبِيَّةُ

    ulusçuluk

    اَلْعِلْماَنِيَّةُ

    laiklik

    اَلصِّناَعِيَّةُ

    sanayicilik, sanayi ile ilgili

    اَلْبَحْرِيَّةُ

    denizcilik
             

    Masdarların Cümle İçinde Kullanılışı:       

    Masdarlar mübtedâ, haber, fâil ya da mef’ûl vb. gibi cümlenin herhangi bir unsuru olabilir.

    بَكَي الطِّفْلُ مِنَ الْجُوعِ.

    Çocuk açlıktan ağladı.

    *Masdarın yerine (أَنْ) ve fiil getirilebildiği takdirde masdarlar fiil gibi (şibh-i fiil) amel edip  fâil ve mef’ûlün bih alabilir:

    يُرِيدُ الرَّجُلُ أَنْ يَزُورَهُ.

    Adam onu ziyaret etmek istiyor.

    يُرِيدُ الرَّجُلُ زِياَرَتَهُ.

    Adam onu ziyaret etmek istiyor.

    خاَلِدٌ كَثِيرُ النَّصْرِ صَدِيقَهُ.

    (خاَلِدٌ كَثِيرُ أَنْ يَنْصُرَ صَدِيقَهُ.)

    Halit arkadaşına çok yardım eder.                       

    (Halit’in arkadaşına yardımı çoktur.)

    Burada صَدِيقَهُ harfi tarifli olan النَّصْرِ  masdarının mef’ûlün bihidir.

    *Masdar tenvinli olarak geldiğinde de fiil gibi amel eder.

    إِطْعاَمٌ يَتِيماً خَيْرٌ (أَنْ يُطْعِمَ الْمَرْءُ يَتِيماً خَيْرٌ).

    Yetimi yedirmek hayırlıdır.

    Burada إِطْعاَمٌ masdarı şibh-i fiildir ve يَتِيماً de mef’ûlüdür.

    *Masdarlar umûmiyetle fâillerine muzâf olurlar. Fâille masdar biraraya gelince masdar muzaf ve fâil de muzafun ileyh durumuna gelir:

     

    خَلْقُ اللَّهِ

    Allah’ın yaratması/Allah’ın yaratışı  
     

    دُخُولُ الرَّجُلِ

    adamın girmesi/adamın girişi  
     

    بَعْثُ الْخَلِيفَةِ

    halifenin göndermesi, gönderişi  

    صِدْقُ الْمَرْءِ عِزٌّ (أَنْ يَصْدُقَ الْمَرْءُ عِزٌّ) .

    Kişinin doğruluğu şereftir.

    عِباَدَةُ الْإِنْساَنِ سَبَبٌ لِكَماَلِهِ.

    (أَنْ يَعْبُدَ الْإِنْساَنُ سَبَبٌ لِكَماَلِهِ.)

     

    Kişinin ibadet etmesi kemali için sebebtir.

             

    Eğer bir masdara hem bir fâil hem de mef’ûl bağlıysa, fâil mecrûr durumunda muzafun ileyh olarak masdardan sonra gelir, mef’ûl (nesne) de mansûb durumunda onu takip eder:

    خَلْقُ اللَّهِ الْأَرْضَ

    Allah’ın arzı yaratması/yaratışı

    دُخُولُ الرَّجُلِ الْبَيْتَ

    adamın eve girişi

    بَعْثُ الْخَلِيفَةِ رَسُولاً

    halifenin bir elçi göndermesi

     

    *Masdarlar bazen semâî müennes olarak kabul edilirler:

    قاَلَ رَسُولُ اللَّهِ : طَلَبُ الْعِلْمِ فَرِيضَةٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ وَ مُسْلِمَةٍ.

    Allah’ın Rasûlü: “İlim talebi her müslüman erkek ve kadına farzdır.” dedi.

    شَرِبَ الرَّجُلُ شَرْباَتٍ عَدِيدَةً.

    Adam defalarca (bir çok kere) içti.

    *Masdar çok yoğun bir şekilde mef’ûl olarak kullanılır. Özellikle mef’ûllerini harf-i cer vasıtasıyla alan fiiller masdarı çok sık alır:

    مَنَعَ مِنْ

    ..bir şeyi yasakladı

    مَنَعَهُ أَحْمَدُ مِنَ الدُّخُولِ.

    Ahmet ona girmeyi yasakladı.

    دَعاَ إِلَى

    ..bir şeye davet etti, çağırdı

    دَعاَهُمْ إِلَى الْخُرُوجِ.

    Onları çıkmaya davet etti.

    أَمَرَ بِ

    ..bir şeyi emretti

    أَمَرُوناَ بِالسَّماَعِ.

    Bize dinlememizi emrettiler.

    Masdar-ı Binâ-i Merre (Tekrar ismi):

    Kemmiyete (niceliğe ve sayıya) delâlet eden masdar çeşididir. Sülâsî fiilden (فَعْلَةٌ) vezninde gelir. Bir işin kaç kere yapıldığını gösterir:

    ضَرَبَ

    vurdu

    ضَرْبَةً

    bir kere vurmak

    أَكَلَ

    yedi

    أَكْلَةً

    bir kere yemek

    ضَرَبَ الرَّجُلُ اللِّصَّ ضَرْبَةً

    Adam hırsıza bir defa vurdu.

    ضَرَبَ الرَّجُلُ اللِّصَّ ضَرْبَتَيْنِ

    Adam hırsıza iki defa vurdu.

    أَكَلَ الْوَلَدُ أَكْلَةً

    Çocuk bir defa yedi.

    أَكَلَ الْوَلَدُ أَكْلَتَيْنِ

    Çocuk iki  defa yedi.

             

    Görüldüğü gibi müfred kalıp (فَعْلَةً) şeklinde gelirken tesniye kalıbı ona uyumlu olarak (فَعْلَتَيْنِ) şeklinde cemi kalıbı da (فَعَلاَتٍ) durumunda gelmektedir:

    ضَرَبَ الرَّجُلُ اللِّصَّ ضَرَباَتٍ عَدِيدَةً

    Adam hırsıza birçok defalar vurdu.

    أَكَلَ الْوَلَدُ أَكَلاَتٍ عَدِيدَةً

    Çocuk birçok defa yedi.

    أَكَلَ الْوَلَدُ ثَلاَثَ أَكَلاَتٍ

    Çocuk üç  defa yedi.

    *Mezîd fiillerin masdaru binâ-i merre’si kendi fiillerinin masdarlarına tâ-i merbûta (ة) getirilerek yapılır:

    اِبْتَسَمَ يَبْتَسِمُ اِبْتِساَمٌ

    gülümsedi

    اِبْتِسَامَةٌ

    bir gülümseyiş

    اِنْطَلَقَ يَنْطَلِقُ إِنْطِلاَقٌ

    fırladı, gitti

    اِنْطِلاَقَةٌ

    bir gidiş

    Masdarın sonunda zaten (ة) varsa, bir defa oluşu ifade etmek için sona (واَحِدَةٌ) kelimesi eklenir:

    رَحِمَ يَرْحَمُ رَحْمَةٌ

    acıdı, merhamet etti

    رَحْمَةٌ واَحِدَةٌ

    bir acıyış

    أَجاَبَ يُجِيبُ إِجاَبَةً

    cevap verdi

    إِجاَبَةٌ واَحِدَةٌ

    bir cevaplandırış

    Masdar-ı Binâi Nevi (Tarz, durum ismi) :

    Keyfiyete (nasıllığa) delâlet eden masdar çeşididir. Türkçe’deki durum zarfına benzer. Fiilin olma tarzını anlatan isimdir. Sülâsî fiilden (فِعْلَةٌ) vezninde gelir:

    ضَحِكَ يَضْحَكُ

    güldü

    ضِحْكَةً

    gülme tarzı  

    خَلَقَ يَخْلُقُ

    yarattı

    خِلْقَةً

    yaratma tarzı  

    مَشَى يَمْشِي

    yürüdü

    مِشْيَةً

    yürüme tarzı  

    مَشَى الْوَلَدُ مِشْيَةَ الرَّجُلِ.

    Çocuk adam yürüyüşüyle yürüdü (adam gibi yürüdü).

    جَلَسَ التِّلْمِيذُ جِلْسَةَ الْمُعَلِّمِ.

    Öğrenci öğretmen gibi oturdu.

    فَتَحَ الرَّجُلُ الْباَبَ فِتْحَةَ اللِّصِّ.

    Adam kapıyı hırsız açışıyla açtı (hırsız gibi yavaşça açtı).

               

    Masdar-ı Müevvel:

    Masdar edatlarından birinin önüne geldiği cümlenin manasını masdara çevirmesine masdar-ı müevvel denir. Bu masdar edatlarından (أَنْ) fiil cümlesini, (أَنَّ) de isim cümlesinin manasını masdara çevirir. Daha önceden aşina olduğumuz bu edatların masdar konusunu işlememiz hasebiyle cümle içindeki kullanılışlarına yeniden göz atmamız faydalı olacaktır.

    a) (أَنْ) ile fiilden yapılan müevvel masdar:

    (أَنْ) genellikle mâzî ve muzâri fiillerin önüne gelir, manalarını masdara çevirir, daha önce işlediğimiz gibi muzâriyi nasbeder.

    Aşağıdaki cümlelere dikkat edilirse masdarlı cümleyle (أَنْ) ile fiilden yapılan masdar-ı müevvel aynı manayı vermektedir, her ikisi de cümle içinde fâil, nâib-i fâil, mübtedâ, haber, mef’ûlün bih veya harf-i cerle mecrûr olmaktadırlar.

    Türkçe’ye ..mek, …mak ve bu masdar manasındaki “k” ler yerine ..en, an, ..in, ..ın gibi şahıslara göre uygun takılar alarak temel cümleye bağlanırlar.

    = يَسُرُّنِي صِدْقُكَ.

    يَسُرُّنِي أَنْ تَصْدُقَ

    Doğru olman beni sevindirir[3].

    (أَنْ ile fiilden yapılan müevvel masdar tek unsur olarak fâil durumunda)

    = يُعْلَمُ نَقْصُ الْماَءِ.

    يُعْلَمُ أَنْ يَنْقُصَ الْماَءُ

    Suyun eksilmesi (eksileceği) bilinir.

    (أَنْ ile fiilden yapılan müevvel masdar nâib-i f
    âil durumunda)[4]

    = فِعْلُكَ الْواَجِبَ خَيْرٌ لَكَ.

    أَنْ تَفْعَلَ الْواَجِبَ خَيْرٌ لَكَ

    Ödev yapman senin için hayırdır.

    (أَنْ ile fiilden yapılan müevvel masdar mübtedâ durumunda)

    = اَلْإِيماَنُ إِيماَنُكَ بِاللَّهِ.

    اَلْإِيماَنُ أَنْ تُؤْمِنَ بِاللَّهِ

    İman Allah’a inanmandır.

    (أَنْ ile fiilden yapılan müevvel masdar haber durumunda)

    = طَلَبَ التِّلْمِيذُ الْكِتاَبَةَ.

    طَلَبَ التِّلْمِيذُ أَنْ يَكْتُبَ

    Öğrenci yazmak istedi.

    (أَنْ ile fiilden yapılan müevvel masdar mef’ûlün bih durumunda)

    = رَغِبْتُ فِي سَفَرِهِ.

    رَغِبْتُ فِي أَنْ يُساَفِرَ

    (Onun) yolcu olmasını istedim[5].

    (أَنْ ile fiilden yapılan müevvel masdar harf-i cerle (mahallen) mecrûr durumda)

    b) (أَنَّ) ile isim cümlesinden yapılan müevvel masdar:

    (أَنَّ) “inne ve kardeşleri” dersinden hatırlanacağı gibi (إِنَّ) nin ortada gelmiş halidir. Yalnız isim cümlesinin önüne gelir ve cümleye masdar manası kazandırıp fâil, mef’ûlün bih, nâib-i fâil ya da câr-mecrûr gibi tek unsur haline getirir. Türkçe’ye ..en, ..an, diği, ..dığı, düğü, ..duğu şeklinde tercüme edilir.

     

     

    = يَسُرُّنِي نَشاَطُكَ.

    يَسُرُّنِي أَنَّكَ نَشِيطٌ

    Faal olman (canlı olman) beni sevindirir.

    (أَنَّ ile isim ve haberinden müevvel masdar fâil durumunda)

    = عَلِمْتُ نَجاَحَ التِّلْمِيذِ.

    عَلِمْتُ أَنَّ التِّلْمِيذَ ناَجِحٌ

    Öğrencinin başarılı olduğunu bildim.

    ( أَنَّile isim ve haberinden müevvel masdar mef’ûlün bih durumunda)

    = عُرِفَ بَراَءَةُ السَّجِينِ.

    عُرِفَ أَنَّ السَّجِينَ بَرِيءٌ

    Mahpusun suçsuz olduğu öğrenildi.

    ( أَنَّile isim ve haberinden müevvel masdar nâib-i fâil durumunda)

    = وَظَّفْتُهُ لِأَماَنَتِهِ.

    وَظَّفْتُهُ لِأَنَّهُ أَمِينٌ

    Güvenilir olduğu için onu vazifelendirdim[6].

    ( أَنَّile isim ve haberinden müevvel masdar harf-i cerle mecrûr durumda)

    Not: (أَنْ)  yalnızca fiili muzârinin önüne gelmez, mâzî’nin önüne de gelir. Mâzî ya da muzâri fiille birlikte zarf olan (قَبْلَ) ve (بَعْدَ) nin arkasından kullanımı oldukça yaygındır. Bu zarflar doğrudan fiile bağlanmaz, araya (أَنْ) alarak bağlanır:

    سَآكُلُ طَعاَمِي قَبْلَ أَنْ أَكْتُبَ واَجِبِي.

    Ödevimi yazmadan önce yemeğimi yiyeceğim.

    سَآكُلُ طَعاَمِي بَعْدَ أَنْ أَكْتُبَ واَجِبِي.

    Ödevimi yazdıktan sonra yemeğimi yiyeceğim.

    بَعْدَ أَنْ وَقَفَتِ التِّلْمِيذاَتُ بَدَأْنَ الْأَناَشِيدَ.

    Öğrenciler ayağa kalktıktan sonra marşlara başladılar.

    بَعْدَ أَنْ حَضَرتِ التِّلْمِيذاَتُ بَدَأْنَ الْأَناَشِيدَ.

    Öğrenciler geldikten sonra marşlara başladılar.

    بَعْدَ أَنْ حَضَرَ الطُّلاَّبُ بَدَأُوا الْأَناَشِيدَ.

    Öğrenciler geldikten sonra marşlara başladılar (müz.).

    بَعْدَ أَنْ حَضَرَ الطُّلاَّبُ بَدَأُوا التَّجاَرِبَ

    Öğrenciler geldikten sonra deneylere başladılar (müz.).

    بَعْدَ أَنْ وَصَلَ الْأُسْتاَذُ بَدَأَ الْخُطْبَةَ.

    Hoca geldikten sonra hutbeye başladı.

     

    ماَذاَ فَعَلْتَ بَعْدَ أَنْ سَمِعْتَ كَلاَمَ واَلِدِكَ ؟

    Babanın konuşmasını duyduktan sonra ne yaptın?

    صَلَّي الْمُؤْمِنُونَ بَعْدَ أَنْ أَذَّنَ الْمُؤَذِّنُ لِلصَّلاَةِ.

    Müezzin namaz için ezanı okuduktan sonra mü’minler namaz kıldı.

    اِشْتَرَي واَلِدِي هَذاَ الْكِتاَبَ بَعْدَ أَنْ طاَفَ بِجَمِيِعِ الْمَكْتَباَتِ فِي الْمَدِينَةِ.

    Babam bu kitabı şehirdeki bütün kütüphaneleri dolaştıktan sonra[7] satın aldı.

    * (أَنْ)‘in masdar edatı olarak bir işlevi daha vardır ki bu da oldukça önemlidir. Genellikle (أَنْ) emir fiilinin önüne gelir ve manasını masdara çevirip masdar cümlesini temel cümleye “…diye” tercümesiyle bağlar. Bu (أَنْ)’e müfessera (الْمُفَسَّرَةُ) ya da harfu tefsir denir. Ardından gelen cümleye de tefsir cümlesi denir.

    ناَدَيْتُ أَنْ اِجْلِسْ.

    “Otur” diye bağırdım.

    أَشاَرَ الضاَّبِطُ أَنِ اهْجُمُوا[8].

    Subay “saldırın” diye işaret etti.

    فَأَوْحَيْناَ إِلَى مُوسَى أَنِ اضْرِبْ بِعَصاَكَ الْبَحْرَ.

    Musa’ya “Değneğini denize vur” diye vahyettik. (Şuarâ, 63)

    İsmü’l-Cins, İsmü’l-vahde: (Cins İsmi, Teklik İsmi)

      Cins ismi, bir cinsteki bütün varlıklara delâlet eder.

    شَجَرٌ

    ağaç (ağaç cinsi)

    سَمَكٌ

    balık (balık cinsi)

    نَجْمٌ

    yıldız (yıldız cinsi)

    وَرَقٌ

    yaprak (yaprak cinsi)

    نَمْلٌ

    karınca

    تُفاَّحٌ

    elma

    Bunlardan bir tanesini kastettiğimizde o ismin sonuna tâ-i merbûta (ة) ekleyerek gösteririz.

    شَجَرةٌ

    bir ağaç

    سَمَكَةٌ

    bir balık

    نَجْمَةٌ

    bir yıldız

    وَرَقَةٌ

    bir yaprak

    نَمْلَةٌ

    bir karınca

    تُفاَّحَةٌ

    bir elma

    أَكَلْتُ سَمَكاً.

    Balık yedim (koyun eti v.s. değil).

     

    أَكَلْتُ سَمَكَةً.

    Bir tane balık yedim.

     

    رَأَيْتُ شَجَرَةً.

    Bir tane ağaç gördüm.

     
               

    İsmü’l-cins daha ziyade tabiî, yaradılmış şeylerdeki bir cins eşyayı gösteren isimdir. Her ismin sonuna (ة) ekleyerek ismü’l-vahdetini yapamayız. Zamanla kullanarak öğrenilir.

    Genel Cümle Örnekleri:

    1- كاَنَتْ أَوْرُوباَّ فِي جَهْلٍ تاَمٍّ فِي ذَلِكَ الْوَقْتِ – اَلْعَدْلُ أَنْ تَحْكُمَ بِالْحَقِّ – اَلْعَدْلُ حُكْمُكَ بِالْحَقِّ.

    2- نَهَضَ الْحِصاَنُ مِنَ الْأَرْضِ بَعْدَ أَنْ سَقَطَ – جَلَسَ الْمُدَرِّسُ عَلَى مَقْعَدِهِ مُتْعَباً بَعَدَ أَنْ شَرَحَ الدَّرْسَ.

    3- تَكَلَّمَ الطاَّلِبُ كَلاَماً جَمِيلاً – بَعْدَ أَنْ وَصَلَ الْأُسْتاَذُ بَدَأَ التَّجاَرِبَ.

    4– كاَنَ الرَّجُلُ يَبْحَثُ عَنْهُ لِقَتْلِهِ -كاَنَ الرَّجُلُ يَبْحَثُ عَنْهُ لِسُؤاَلِهِ .

    5- ماَذاَ تُفَضِّلُ[9] ؟ اَلسَّكَنُ فِي وَسَطِ الْمَدِينَةِ أَمْ خاَرِجَ الْمَدِينَةِ ؟

    6- أَخْبَرَهُ[10] بِسَرِقَةِ الْخَرُوفِ – أُرِيدُ أَنْ أَذْهَبَ إِلَى بَلَدِي لِقَضاَءِ أُسْبُوعَيْنِ هُناَكَ.

    7- اُفَضِّلُ قَضاَءَ عُطْلَةِ الصَّيْفِ فِي بَلَدِي لِأَنَّ الطَّقْسَ يَكُونُ جَمِيلاً فِيهاَ .

    8- مَتَى أَرْسَلَ الصَّحَفِيُّونَ الْخِطاَباَتِ؟ – أَرْسَلَ الصَّحَفِيُّونَ الْخِطاَباَتِ بَعْدَ سَفَرِهِمْ بِأُسْبُوعَيْنِ.

    9- هَلْ كاَنَ ماَ تَأْخُذُهُ كاَفِياً لِشِراَءِ كُتُبِكَ (هَلْ كاَنَ الَّذِي تَأْخُذُهُ كاَفِياً لِشِراَءِ كُتُبِكَ)؟

    10- أَعَدَّ[11] التَّلاَمِيذُ حَقاَئِبَهُمْ قَبْلَ عَوْدَتِهِمْ إِلَى الرِّياَضِ – أَ تُفَضِّلُ قِراَءَةَ الْقَصَصِ أَمْ قِراَءَةَ الدُّروُسِ.

    11- أَخْبَرَتْ فاَطِمَةُ واَلِدَهاَ بِقِراَءَةِ الْكِتاَبِ – أَخْبَرَتْ فاَطِمَةُ واَلِدَهاَ بِأَنَّهاَ قَرَأَتِ الْكِتاَبَ .

    12- أَخْبَرَنِي أَصْدِقاَئِي بِأَنَّهُمْ زاَرُوا الْأُسْتاَذَ – أَخْبَرَنِي أَصْدِقاَئِي بِزِياَرَةِ أُسْتاَذِهِمْ .

    13- أَخْبَرْتُ أَخِي بِأَنَّنِي كَتَبْتُ الدَّرْسَ – أَخْبَرَهُ بِأَنَّ الْخَرُوفَ قَدْ سُرِقَ .

    14- أَخْبَرَتْكَ بِأَنَّ الْكِتاَبَ قَدْ أُخِذَ – أَخْبَرْتُهاَ بِأَنَّ الصَّلاَةَ قَدْ أُدِّيَتْ[12] . 

    15- أَخْبَرُوناَ بِأَنَّ الْخَرُوفَ قَدْ ذُبِحَ – أَخْبَرُوناَ بِأَنَّ الْحَلْوَى قَدْ أُكِلَتْ.

    16- لَمْ يُصَدِّقُوا[13] ذَهاَبَ الْمُدَرِّسِينَ – لَمْ يُصَدِّقُوا أَنَّ الْمُدَرِّسِينَ قَدْ ذَهَبُوا .

    17- لَمْ يُصَدِّقُوا أَنَّ الْأُخْتَيْنِ قَدْ تَزَوَّجَتاَ[14] – لَمْ يُصَدِّقُوا زَواَجَ الْأُخْتَيْنِ .

    18- لَمْ يُصَدِّقُوا زِياَرَةَ الْوَزِيرِ لِلْمَدْرَسَةِ – لَمْ يُصَدِّقُوا أَنَّ الْوَزِيرَ قَدْ زاَرَ الْمَدْرَسَةَ .

    19- لَمْ يُصَدِّقُوا خُرُوجَ الْمَرْضَى مِنَ الْمُسْتَشْفَى – لَمْ يُصَدِّقُوا أَنَّ الْمَرْضَى قَدْ خَرَجُوا مِنَ الْمُسْتَشْفَى.

    20- ماَذاَ شاَهَدْتُمْ أَثْناَءَ وُقُوفِكُمْ فِي الْمِيناَءِ ؟ أَثْناَءَ وُقُوفِناَ فِي الْمِيناَءِ شاَهَدْناَ السُّفُنَ . أُنْظُرْ هَذِهِ صُورَةُ السُّفُنِ . لَقَدْ شاَهَدْتُهاَ أَثْناَءَ وُقُوفِي فِي الْمِيناَءِ .

    21- ماَذاَ شاَهَدْتُمْ أَثْناَءَ جُلُوسِكُمْ فِي الْحَدِيقَةِ ؟ أَثْناَءَ جُلُوسِناَ فِي الْحَدِيقَةِ شاَهَدْناَ الْحاَدِثَ . أُنْظُرْ هَذِهِ صُورَةُ الْحاَدِثِ . لَقَدْ شاَهَدْتُهُ أَثْناَءَ جُلُوسِي فِي الْحَدِيقَةِ.

    22- لاَ شَكَّ فِي أَنَّ الْأَدَبَ واَجِبٌ – أَعْتَقِدُ[15] أَنَّ اللَّهَ قاَدِرٌ.

    Tercüme:       

    1- Avrupa o vakitte tam bir cehâlet içindeydi. Adâlet hakla hükmetmendir. Adalet hakla hüküm vermendir.

    2- Düştükten sonra at yerden kalktı. Öğretmen dersi açıkladıktan sonra yorgun olarak yerine oturdu.

    3- Öğrenci güzel bir konuşmayla konuştu. Hoca geldikten sonra deneylere başladı.

    4- Adam onu öldürmek için arıyordu. Adam onu (birşey) sormak için arıyordu.

    5- Ne tercih edersin? Şehrin ortasında mı yoksa şehrin dışında oturmayı (mı)?

    6- Kuzunun çalınmasını (çalındığını) ona haber verdi. Orada iki hafta geçirmek için memleketime gitmek istiyorum.

    7- Yaz tatilini memleketimde geçirmeyi tercih ediyorum çünkü hava orada güzel olur.

    8- Gazeteciler mektupları ne zaman gönderdi? Gazeteciler mektupları yolculuklarından iki hafta sonra gönderdi.

    9- Aldığın şey (ücret) kitaplarını satın almak için kâfî miydi? (Aynı cümle)

    10- Öğrenciler Riyad’a dönmelerinden önce çantalarını hazırladılar. Hikâyeleri okumayı mı, yoksa dersleri okumayı mı tercih edersin?

    11- Fâtıma babasına kitabı okuduğunu haber verdi. (Aynı mana). 

    12- Arkadaşlarım bana hocayı ziyaret ettiklerini bildirdi. Arkadaşlarım bana hocalarını ziyaret ettiklerini bildirdi.

    13- Kardeşime dersi yazdığımı haber verdim. Ona kuzunun çalındığını haber verdi.

    14- (O bayan) sana kitabın alındığını haber verdi. Ona namazın eda edilmiş olduğunu haber verdim.

    15- Bize kuzunun boğazlanmış olduğunu haber verdiler. Bize tatlının yendiğini haber verdiler.

    16- Öğretmenlerin gidişine inanmadılar. Öğretmenlerin gitmiş olduğuna inanmadılar.

    17- İki kız kardeşin evlenmiş olduğuna inanmadılar. İki kız kardeşin evliliğine inanmadılar.

    18- Bakanın okulu ziyaret ettiğine inanmadılar. (Aynı mana).

    19- Hastaların hastaneden çıktığına inanmadılar. (Aynı mana).

    20- Limanda duruşunuz esnasında ne gördünüz? Limanda duruşumuz esnasında gemileri gördük. Bak bu gemilerin resmidir. Onları limanda duruşum esnasında gördüm.

    21- Bahçede oturmanız esnasında ne gördünüz? Bahçede oturmamız esnasında olay (bir hadise) gördük. Bak, bu olayın resmidir. Onu bahçede oturuşum esnasında gördüm.

    22- Edebin vacip (gerekli) oluşunda şüphe yoktur. Allah’ın kâdir olduğuna inanıyorum.

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    HARFU TEFSİR VE KONULARLA İLGİLİ AYETLER

    1- وَاذْكُرْ أَخَا عَادٍ إِذْ أَنذَرَ قَوْمَهُ بِالْأَحْقَافِ وَقَدْ خَلَتِ النُّذُرُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ أَلاَّ تَعْبُدُوا إِلاَّ اللَّهَ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ .

    (46/AHKÂF, 21). Ad (kavmin)in kardeşini (Hûd’u) an. Zira o, kendinden önce ve sonra uyarıcıların da gelip geçtiği AHKÂF bölgesindeki kavmini: “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Ben sizin üzerinize büyük bir günün azabından (azaba uğramanızdan) korkuyorum” diye uyarmıştı.

    çünkü, zira, hani bir zamanlar

    إِذْ

    uyardı, ikaz etti

    أَنذَرَ يُنْذِرُ

     
    ondan önce

    مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ

    gelip geçmek

     خَلاَ يَخْلُو خُلُواًّ

     
    Ahkaf (bölgesin)de

    بِالْأَحْقَافِ

    uyarıcı

    اَلنَّذِيرُ ج اَلنُّذُرُ

     
    ( أَنْ+لاَ) …maması, …memesi şeklinde de tercüme edilir.

    أَلاَّ

     
    kulluk etmeyin diye

    أَلاَّ تَعْبُدُوا

    ondan sonra

    وَمِنْ خَلْفِهِ

     
        korktu

    خاَفَ يَخاَفُ

                     

    2- أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَنْ لاَ تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ ¯ وَأَنِ اعْبُدُونِي هَذَا صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ .

    (36/YÂSÎN, 60, 61). “Ey Âdem oğulları! Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır. Ve bana kulluk edin, doğru yol budur”” diye emretmedim mi?

    emretti, ahdetti, anlaşma yaptı

     

     

    عَهِدَ  يَعْهَدُ عَهْداً

    3- وَلَقَدْ آتَيْنَا لُقْمَانَ الْحِكْمَةَ أَنِ اشْكُرْ لِلَّهِ وَمَنْ يَشْكُرْ فَإِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهِ وَمَنْ كَفَرَ فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ حَمِيدٌ .

    (31/LOKMAN, 12). Andolsun biz Lokman’a: “Allah’a şükret!” diye hikmet verdik. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de (bilsin ki,) Allah zengindir (hiçbir şeye muhtaç değildir), her türlü övgüye lâyıktır.

    vermek

    آتَي يُؤْتِي إِيتاَءً

    4- … يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّمَا بَغْيُكُمْ عَلَى أَنْفُسِكُمْ مَتَاعَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ثُمَّ إِلَيْنَا مَرْجِعُكُمْ فَنُنَبِّئُكُم بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ .

    (10/YÛNUS, 23) …Ey insanlar! Sizin taşkınlığınız ancak kendi aleyhinizedir. (bununla) sadece fani dünya hayatının menfaati(ni elde edersiniz); sonra dönüşünüz yine bizedir. O zaman yapmakta olduklarınızı size haber vereceğiz.

    اَلْبَغْيُ

    her türlü haddi aşma, taşkınlık

    نَبَّأَ يُنَبِّئُ بِ

    haber verdi

    5- إِذْ جَعَلَ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ فَأَنْزَلَ اللَّهُ سَكِينَتَهُ عَلَى رَسُولِهِ وَعَلَى الْمُؤْمِنِينَ …

    (48/FETİH, 26). O zaman inkar edenler kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da elçisine ve mü’minlere sükûnet ve güvenini indirdi…

    6- …قَالَتْ نَمْلَةٌ يَا أَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْ لاَ يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمَانُ وَجُنُودُهُ وَهُمْ لاَ يَشْعُرُونَ .

    (27/NEML, 18). …bir karınca: “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!” dedi.

    حَطَمَ يَحْطِمُ حَطْماً

    kırmak, ufaltmak, ezmek, çiğnemek

    شَعَرَ يَشْعُرُ شُعُوراً

    hissetmek, bilmek, farkına varmak

    7- وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حَمَلَتْهُ أُمُّهُ وَهْنًا عَلَى وَهْنٍ وَفِصَالُهُ فِي عَامَيْنِ أَنِ اشْكُرْ لِي وَلِوَالِدَيْكَ إِلَيَّ الْمَصِيرُ .

    (31/LOKMAN, 14). Biz insana, ana-babasını (onlara iyi davranmasını) tavsiye etmişizdir. (Çünkü) anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. (Sütten) ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır.

    tavsiye etti

    وَصَّي يُوَصِّي تَوْصِيَةً

    yıl, sene

    عَامٌ

    bitkin, zayıf

    وَهْنٌ ج وُهُنٌ

    (çocuğu sütten) kesmek

    فِصَالٌ

    ana-baba (mansûb ve mecrûr hali)

    ِوَالِدَيْنِ

                   

    8- مَا قُلْتُ لَهُمْ إِلاَّ مَا أَمَرْتَنِي بِهِ أَنِ اعْبُدُوا اللّهَ رَبِّي وَرَبَّكُمْ وَكُنْتُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا ماَ دُمْتُ فِيهِمْ فَلَمَّا تَوَفَّيْتَنِي كُنْتَ أَنْتَ الرَّقِيبَ عَلَيْهِمْ وَأَنتَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ .

    (5/MAİDE, 117). (İsâ Allah’a kıyâmette şöyle der:) Ben onlara, “Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin” diye ancak bana emrettiğini söyledim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyle görensin.

      içlerinde bulunduğum müddetçe

    ماَ دُمْتُ فِيهِمْ

    (mâzî fiilin önünde) ..dığı zaman

    لَمَّا

    vefat ettirdi

    تَوَفَّي يَتَوَفَّى

    kontrolcü, gözcü, gözleyen

    اَلرَّقِيبُ

    beni vefat ettirince

    فَلَمَّا تَوَفَّيْتَنِي

               

    9- وَنَادَى أَصْحَابُ الْجَنَّةِ أَصْحَابَ النَّارِ أَنْ قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقًّا فَهَلْ وَجَدْتُمْ ماَ وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقًّا قَالُوا نَعَمْ فَأَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ أَنْ لَعْنَةُ اللّهِ عَلَى الظَّالِمِينَ .

    (7/A’RÂF, 44). Cennet ehli cehennem ehline: “Biz Rabbimizin bize vadettiğini gerçek bulduk, siz de Rabbinizin size vadettiğini gerçek buldunuz mu? diye seslenir. “Evet!” derler. Ve aralarından bir çağrıcı, Allah’ın lâneti zâlimlerin üzerine olsun! diye bağırır.

    ilan etti, çağırdı

    أَذَّنَ  يُؤَذِّنُ

    seslendi, nida etti

    نَادَى يُناَدِي

    hak, gerçek

    حَقٌّ

    ilan eden, çağıran

    مُؤَذِّنٌ

    10- دَعْوَاهُمْ فِيهَا سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلاَمٌ وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ.

    (10/YÛNUS, 10). Onların oradaki (cennetteki) duası: “Allah’ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz!” (sözleridir). Orada birbirleriyle karşılaştıkça söyledikleri ise “selâm” dır. Onların dualarının sonu da şudur: Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.

     

     

    selam vermek, selamlamak

    حَيىَّ يُحَيِّي تَحِيَّةً

    11- …كَيْفَ ضَرَبَ اللّهُ مَثَلاً كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرةٍ طَيِّبَةٍ أَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَاءِ {14/24}

    (14/İBRÂHÎM, 24). ..Allah nasıl bir misâl getirdi: Güzel bir sözü, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca (benzetti).

    12- أَنْ     كَانَ     ذَا      مَالٍ             وَ     بَنِينَ .

      Ma’tûf     Atıf h. Muzâfun ileyh Kâne’nin haberi ve muzâf Nâkıs fiili mâzî

    Masdar Harfi

     (68/KALEM, 14).Mal ve oğullar sahibi olmuş diye (onlara itaat etme).

    (Burada Kâne’nin ismi mahzûf olup takdiri (هُوَ) zamiridir. Kâne’nin haberi olan (ذَا) nin nasb alâmeti elif’tir. Çünkü  (ذَا) esmâi hamsedendir. (أَنْ) ve fiilinden oluşan masdar-ı müevvel, mahzûf olan (لِ)  harf-i cerinin mecrûru olması sebebiyle mahallen mecrûrdur. (لِأَنْ كاَنَ ذاَ…)

     

     

  • Cezmetmeyen Şart Edatları Arapça Dersleri

    CEZMETMEYEN ŞART EDATLARI

    Şart anlamı ifade ettiği halde muzâriyi cezmetmeyen edatlar da vardır. Bu edatlar topluca şunlardır:

    عِنْدَماَ

    كُلَّماَ

    أَماَّ

    إِذاَ

    لَماَّ

    لَوْماَ

    لَوْلاَ

    لَوْ

    Şart kısmının zamanı, fiil-i mâzî veya muzâri olabilir. Şartın cevap kısmı olan cevap cümlesinde ise fiil, şimdiki zaman, geçmiş zaman, meczûm, emir hali veya fiilsiz de olabilir. Sırasıyla bu edatları ve görevlerini inceleyelim:

    لَوْ: eğer, şayet, …ise, .., ..seydi, ..saydı, ..se, ..sa, ..mış olsa idi anlamlarına gelir.

    Fiilin başına لَوْ takısı getirilirse hem şart hem de dilek (temenni) ifade eder.

    لَوْكَتَبَ

    (ke‏şke) yazsa

    لَوْ كَتَبْتُ

    (keş‏ke) yazsam

    لَوْ  den sonra كَانَ fiilini kullanırsak dilekli hikaye olur.

    لَوْ كَانَ كَتَبَ

    (keşke) yazsaydı

    لَوْكُنْتُمْ كَتَبْتُمْ

    (keşke) yazsaydınız

    لَوْكُنْتُ كَتَبْتُ

    (keşke) yazsaydım

    لَوْ  ‏cümlesinden sonraki cevap cümlesi لَ ile başlar:

    لَوْ كَتَبْتُ دَرْسِي لَعَلِمْتُ دَرْسِي.

    Dersimi yazsam bilirdim.

    لَوْ كَانَ كَتَبَ دَرْسَهُ لَمَا كَانَ يَضْرِبُهُ الْمُعَلِّمُ.

    Dersini yazsaydı öğretmen onu dövmezdi.

    Görüldüğü gibi şart cümlelerindeki şartlar لَوْ (eğer) edatıyla ve cevaplar da (her zaman değil) لَ harfi ile belirtilir. Cevap olumlu mâzî olursa cevap lâmı çoğu kere, olumsuz olursa bazen gelir. Cümlenin her iki kısmında da genellikle geçmiş zaman kullanılır. Cevab lâmından sonra gelen cevabın başındaki fiil, muzâri de gelse mâzî manası verilir.

    لَوِ اجْتَهَدَ[1] الطاَّلِبُ لَنَجَحَ.

    Öğrenci çalışsaydı başarılı olurdu.

    لَوِ اجْتَهَدْتَ تَنْجَحُ.

    Çalışsaydın başarırdın.

    لَوْ شاَءَ رَبُّكَ ماَ فَعَلُوهُ.

    Eğer Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı (En’am, 137) .

    لَوْ شاَءَ رَبُّكَ لَماَ خَلَقَناَ.

    Eğer Rabbin dilemiş olsaydı bizi yaratmazdı.

    لَوْ أَنَّكَ ناَجِحٌ لَكاَفَأْتُكَ.

    Eğer başarsaydın seni mükafatlandırırdım.

    Cevap menfi muzâri olursa cevap lâmı gelmez.

    لَوْ كُناَّ نَسْمَعُ ماَ كُناَّ كَذَلِكَ.

    Eğer dinliyor olsaydık bu şekilde olmazdık.

    لَوِ اجْتَهَدْتَ لَمْ تَنْدَمْ.

    Çalışsaydın pişman olmazdın.

    Bu tip cümleleri anlamak fazla alıştırma ile zamanla kolaylaşacaktır.

    *لَو  in başında vâv olursa cevap cümlesi istemez. وَلَوْ …-se de, -sa da, -se bile, -sa bile, -öyle olsa da anlamlarına gelir:

    سَأُساَفِرُ إِلَى إِزْمِيرَ وَلَوْ كاَنَتْ بَعِيدَةً.

    Uzak olsa da İzmir’e gideceğim

    لَوْلاَ: olmamış olsa, olmasaydı, -meseydi, -eğer manalarına gelir. Genellikle cevabın başında cevap lâmı bulunur.

    لَوْلاَ مُحَمَّدٌ لَماَ نَجَحَ خاَلِدٌ.

    Muhammed olmasaydı Halit başarmazdı.

    لَوْلاَكَ لَوْلاَكَ لَماَ خَلَقْتُ الْأَفْلاَكَ.

    Sen olmasaydın sen olmasaydın alemleri yaratmazdım[2].

    ثُمَّ تَوَلَّيْتُم[3] مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ فَلَوْلاَ فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَكُنْتُمْ مِنَ الْخَاسِرِينَ.

    Ondan sonra sözünüzden dönmüştünüz. Eğer sizin üzerinizde Allah’ın ihsanı ve rahmeti olmasaydı, muhakkak zarara uğrayanlardan olurdunuz (Bakara, 64).

    لَوْماَ cezmetmeyen şart edatı olarak لَوْلاَ ile aynı manadadır:

    لَوْماَ أَخِي لَضَرَبْتُهُ.

    Kardeşim olmasaydı onu döverdim.

    لَماَّ :..dığında, -dığı zaman, -dığı vakit, -ınca,-ince manalarına gelir. Cümleye muzâf olan zarflardan ve şart edatlarındandır. Şart ve cevabı daima mâzî olur.

    لَماَّ nın bulunduğu şart cümlesi bazen cümlenin sonunda da gelebilir.

    أَخَذَتْ فاَطِمَةُ الْكِتاَبَ لَماَّ ذَهَبَتْ اِلىَ الْمَكْتَبَةِ.

    Kütüphaneye gidince Fâtıma kitabı aldı.

    لَماَّ nın mâzî fiilden önce gelirse zarf ve şart edatı, muzâriden önce gelirse muzâriyi cezmeden edat (cahd-ı müstağrak) olduğu unutulmamalıdır:

    لَماَّ يَرْجِعْ واَلِدِي مِنَ السَّفَرِ.

    Babam henüz yolculuktan dönmedi.

    Not:  (لَماَّ) (إِلاَّ) manasında istisnâ harfi de olur.

    إِنْ كُلُّ نَفْسٍ لَماَّ عَلَيْهاَ حاَفِظٌ.

    Hiçbir can yoktur ki başında gözetici bulunmasın (Târık, 4) .

     

    CÜMLEYE MUZÂF OLAN VE ŞART İFADE EDEN BAZI ZARFLAR

    إِذاَ : ..dığı zaman, -dığı vakit, -ınca, -dığında, -ken, ise, -se, -sa manalarına gelir.

    Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır. إِذاَ dan sonraki cümle إِذاَ nın zaman zarfı olmasından dolayı mahallen mecrûr muzâfun ileyh olur. إِذاَ nın şart fiil-i mâzî, cevap fiili çoğunlukla muzâri gelir. Mâzî de olsa muzâri anlamı verilir. إِذاَ cezmetmeme dışında (إِنْ) ‘e benzer.

    إِذاَ جاَءَ الرَّبِيعُ نَذْهَبُ إِلَى الْحَدِيقَةِ

    Bahar gelince bahçeye gideriz.

    Not: (إِذاَ) fiil cümlesinden önce gelirse şart edatı olur ancak isim cümlesinden önce gelirse manası değişir ve (إِذاَ فُجاَئِيَّة) dediğimiz sürpriz harfi olur. “Bir de ne göreyim, bir de baktım ki” manası verilir:

    خَرَجْتُ مِنَ الْبَيْتِ فَإِذاَ وَلَدٌ فِي الطَّرِيقِ يَبْكِي.

    Evden çıktım bir de ne göreyim yolda bir çocuk ağlıyor.

     

    فَتَحْتُ الْكِتاَبَ فِي الْإِمْتِحاَنِ فَإِذاَ الْمُعَلِّمُ واَقِفٌ أَماَمِي.

    İmtihanda kitabı açtım bir de ne göreyim öğretmen önümde duruyor.

     (إِذاَ) nın cevap cümlesi de iki fiil-i muzâriyi cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzî, muzâri, emir, istikbal, isim cümlesi … şeklinde gelir:

    إِذاَ صاَدَفْتَ صَدِيقَكَ فَسَلِّمْ[4] عَلَيْهِ.

    Arkadaşına rastlarsan ona selam ver.

    (إِذاَ) nın şart manası ifade etmeksizin sadece zaman zarfı olarak kullanıldığı da olur[5]:

    وَ الَّيْلِ إِذاَ يَغْشَى وَالنَّهاَرِ إِذاَ تَجَلَّى.

    And olsun büründüğü zaman geceye! Açılıp aydınlandığı zaman gündüze! (Leyl, 1,2)

    أَماَّ..e gelince, her halükarda, -ise. Cevabının başında mutlaka (فَ) olur.

    فَأَماَّ الَّذِينَ آمَنُوا فَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ.

    İman edenlere gelince, onun Rab’lerinden bir gerçek olduğunu bilirler. (Bakara, 26)

    فَأَماَّ الْيَتِيمَ فَلاَ تَقْهَرْ.

    Yetime gelince sakın onu üzme (Duhâ, 9) .

    (أَماَّ) tafsil edatı olarak da görev yapar. Hutbede hatipler salat ve selamdan sonra konuşmaya başlarken konuya bu edatla girerler.

    اَلْحَمْدُ لِلَّهِ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ أَماَّ بَعْدُ..

    Allah’a hamdü senâ, Peygamberine salat ve selamdan sonra, konumuza gelince…

    كُلَّماَ: Her ne zaman, her …ında, her ..dığında, -dıkça, dikçe gibi anlamlara gelir. Mâzî fiillerin başında bulunur, cevabı da mâzî gelir[6].

    كُلَّماَ رَأَيْتُ فَقِيراً عَطَفْتُ عَلَيْهِ.

    Her ne zaman bir fakir görürsem ona acırım.

     

    كُلَّماَ دَخَلَ عَلَيْهاَ ذَكَرِياَّ الْمِحْراَبَ وَجَدَ عِنْدَهاَ رِزْقاً.

    Zekeriyya mihraba her girdiği zaman onun yanında bir yiyecek bulurdu.(Âl-i İmran 37)

     

     

     عِنْدَماَ ..dığı zaman, -dığında, -dığı sırada, -ınca, -ceği zaman

    Zarf olan عِنْدَ ile zâid veya masdar olan ماَ nın birleşmesinden meydana gelmiştir.  عِنْدَماَ nın şart fiil-i mâzî veya muzâri gelebildiği gibi, cümlenin sonunda da gelebilir.إِذاَ  ve لَماَّ nın yerlerine kullanılır.

    عِنْدَماَ نَجُوعُ[7] نَذْهَبُ إِلَى الْمَطْعَمِ فِي الْمَحَطَّةِ.

    Acıktığımız zaman istasyondaki lokantaya gideriz.

    Bunların dışında şu edatlar da fiillerin önüne geldiği zaman şart ifade ettikleri halde cezmetmezler:

    حِينَماَdığında, -dığı vakit, dığı zaman, -ınca gibi manalara gelir.

    Zaman zarfı حِينَ ile  ماَnın birleşmesinden meydana gelmiştir.

    حِينَماَ عَلِمَ الْأَبُ بِنَجاَحِ وَلَدِهِ هَنَّأَهُ مَسْرُوراً.

    Babası oğlunun başarısını öğrenince sevinçle onu tebrik etti.

    بَيْناَ … إِذْ: -ken, bir de, -ken birden, derken ansızın, -ip dururken,

    Zarf olan بَيْنَ ile zâid elifin birleşmesinden meydana gelmiştir. Kendisinden sonra şart olan cümle isim cümlesi olur ve başında müfâcee harfi (إِذْ) bulunur.

    بَيْناَ نَحْنُ جاَلِسُونَ فِي الْبَيْتِ إِذْ دَخَلَ عَلَيْناَ كَلْبٌ.

    Biz evde otururken ansızın yanımıza bir köpek girdi.

    بَيْنَماَ: …iken

    Zarf olan بَيْنَ ile zâid veya masdar olan (ماَ) nın birleşmesinden meydana gelmiştir. Her yönüyle (بَيْناَ)’ya benzer.

    بَيْنَماَ الْجَوُّ حاَرٌّ إِذْ انْخَفَضَتْ دَرَجَةُ الْحَراَرَةِ.

    Hava sıcakken birden havanın sıcaklığı düştü.

    Genel Cümle Örnekleri:

    1- كَيْفَ تَكُونُ الرِّحْلَةُ مُفِيدَةً فِي نَفْسِ الْوَقْتِ ؟ تَكُونُ الرِّحْلَةُ مُفِيدَةً إِذاَ تَعَلَّمَ مِنْهاَ التِّلْمِيذُ شَيْئاً جَدِيداً .

    2- إِذاَ سَمِعْتَ ماَ سَمِعْناَهُ فَسَوْفَ تَعْلَمُ لِماَذاَ غَضِبْناَ – إِذاَ سَمِعْتَ الَّذِي سَمِعْناَهُ فَسَوْفَ تَعْلَمُ لِماَذاَ غَضِبْناَ .

    3- شَعَرَتِ الْأُمُّ بِالسَّعاَدَةِ عِنْدَماَ عاَدَ وَلَدُهاَ مِنَ الرِّحْلَةِ – أَصْبَحَتْ غُرْفَتِي جَمِيلَةً عِنْدَماَ طَلَيْتُهاَ بِاللَّوْنِ الْأَزْرَقِ .

    4- عِنْدَماَ نَجَحَتْ فاَطِمَةُ فِي الْاِمْتِحاَنِ حَصَلَتْ[8] عَلَى جاَئِزَةٍ كَبِيرَةٍ – لَماَّ رَنَّ جَرَسُ الْمَدْرَسَةِ دَخَلَ التَّلاَمِيذُ الصَّفَّ.

    5- لَماَّ نَجَحَتْ فاَطِمَةُ حَصَلَتْ عَلَى هَدِيَّةٍ مِنْ واَلِدِهاَ – لَماَّ وَصَلَ الضَّيْفُ قَدَّمْتُ لَهُ الْحَلْوَى.

    6- لَماَّ تَأَخَّرَتِ الْحاَفِلَةُ حَضَرْتُ بِالْقِطاَرِ.

    7- عاَدَتِ الْبِنْتُ مُتَأَخِّرَةً – وَجَدَتِ الْبِنْتُ أُمَّهاَ ناَئِمَةً – وَجَدَتِ الْبِنْتُ أُمَّهاَ ناَئِمَةً لَماَّ عاَدَتْ مُتَأَخِّرَةً.

    8- قاَبَلَ الْعاَمِلاَنِ الْمُدِيرَ – فَرِحَ الْعاَمِلاَنِ – فَرِحَ الْعاَمِلاَنِ لَماَّ قاَبَلاَ الْمُدِيرَ.

    9- أَراَدَتِ الْأُمُّ النَّوْمَ – أَغْلَقَتِ الْأُمُّ الناَّفِذَةَ لَماَّ  أَراَدَتِ النَّوْمَ .

    10- شاَهَدَتِ الْمُدَرِّساَتُ الْمَسْرَحِيَّةَ – ضَحِكَتِ الْمُدَرِّساَتُ كَثِيراً – ضَحِكَتِ الْمُدَرِّساَتُ كَثِيراً لَماَّ شاَهَدْنَ الْمَسْرَحِيَّةَ .

    11- إِذاَ أَذَّنَ الْمُؤَذِّنُ فَقَدْ وَجَبَتْ عَلَيْناَ أَنْ نُصَلِّيَ – إِذاَ قَرُبَ الْاِمْتِحاَنُ فَقَدْ وَجَبَ عَلَيْناَ أَنْ نَسْتَذْكِرَ.

    12- إِذاَ حَضَرَ الضَّيْفُ فَقَدْ وَجَبَتْ عَلَيْناَ أَنْ نُكْرِمَهُ – عِنْدَماَ ساَفَرَ الزَّوْجُ كاَنَتْ زَوْجَتُهُ حاَمِلاً.

    13- عِنْدَ وُقُوفِناَ فِي المِيناَءِ شاَهَدْناَ السُّفُنَ – عِنْدَماَ يُشاَهِدُ الْإِنْساَنُ هَيْأَتَهُ يَشْعُرُ نَحْوَهُ بِالْحُبِّ.

    14- عِنْدَماَ يَحْضُرُ إِلَى الْمَدْرَسَةِ يَذْهَبُ إِلَى الصَّفِّ مُباَشَرَةً – عِنْدَماَ أَسْتَيْقِظُ فيِ الصَّباَحِ أَغْسِلُ وَجْهيِ جَيِّداً.

    15- عِنْدَماَ يَغْليِ الْماَءُ تَصْنَعُ أُميِ الشاَّيَ – إِلَى أَيْنَ تَذْهَبُ إِذاَ حاَنَ[9] الْفَجْرُ ؟ إِذاَ حاَنَ الْفَجْرُ أَذْهَبُ إِلَى الْمَسْجِدِ .

    16- إِلَى أَيْنَ تَذْهَبُ إِذاَ حَضَرَ الْأُسْتاَذُ؟ إِذاَ حَضَرَ الْأُسْتاَذُ أَذْهَبُ إِلَى الْمَكْتَبَةِ.

    17- إِلَى أَيْنَ تَذْهَبُ إِذاَ وَصَلَتِ الطاَّئِرَةُ ؟  إِذاَ وَصَلَتِ الطاَّئِرَةُ أَذْهَبُ إِلَى الْمَطاَرِ .

    18- عِنْدَماَ يَعُودُ التَّلاَمِيذُ إِلَى بُيُوتِهِمْ يَجْتَهِدُونَ فِي أَداَءِ الْواَجِبِ – عِنْدَماَ تَرْجِعُ الْأُمُّهاَتُ إِلَى بُيُوتِهِنَّ يَبْدَأْنَ فِي إِعْداَدِ الطَّعاَمِ .

    19- مَنْ يُعاَقِبُ التَّلاَمِيذَ إِذاَ لَمْ يَعْمَلُوا الْواَجِبَ ؟ اَلْمُعَلِّمُ يُعاَقِبُ التَّلاَمِيذَ إِذاَ لَمْ يَعْمَلُوا الْواَجِبَ.

    20- ماَذاَ يَفْعَلُ لَكَ الْمُعَلِّمُ عِنْدَماَ لاَ تَعْمَلُ الْواَجِبَ ؟ بِماَذاَ شَعَرْتَ عِنْدَماَ شاَهَدْتَ الْكَعْبَةَ؟

    21- إِذاَ كاَنَتِ الْبُيُوتُ راَحَةَ الْأَجْساَدِ فَإِنَّ الْمَساَجِدَ راَحَةُ الْقُلُوبِ – إِذاَ كاَنَتِ الْأَنْهاَرُ سَبَبَ الْحَياَةِ فَإِنَّ نَهْرَ النِّيلِ سَبَبُ الْحَضاَرَةِ .

    22- لَوْلاَ الْإِيماَنُ لَماَ انْتَصَرَ الْمُسْلِمُونَ – لَوْلاَ الْإِسْلاَمُ لَماَ انْتَشَرَ النُّورُ فِي الْعاَلَمِ .

    23- لَوْلاَ الصُّحُفُ لَماَ عَرَفْناَ الْأَخْباَرَ – لَوْلاَ النَّظاَّرَةُ لَماَ رَأَيْتُ الْمَنْظَرَ جَيِّداً .

    24- لَوْلاَ الْماَءُ ماَ عاَشَ عَلَى الْأَرْضِ حَيَواَنٌ أَوْ نَباَتٌ – عِنْدَماَ أَذْهَبُ إِلَى الْحَديِقَةِ أَتَناَوَلُ الْعَصيِرَ.

    Tercüme:

    1- Gezi aynı zamanda nasıl faydalı olur? Gezi öğrenci ondan yeni birşey öğrendiği zaman faydalı olur.

    2- Bizim işittiğimiz şeyleri duyduğun zaman niçin kızdığımızı bileceksin.(Diğeri aynı manadadır.)

    3- Çocuğu geziden döndüğü zaman anne saadet (mutluluk) hissetti. Mavi renkle boyadığım zaman odam güzel oldu.

    4- Fatıma imtihanda başardığı zaman büyük bir ödül kazandı. Okulun zili çaldığı zaman öğrenciler sınıfa girdi.

    5- Fâtıma başarınca babasından bir hediye elde etti. Misafir geldiği zaman ona tatlı takdim ettim.

    6- Otobüs gecikince trenle geldim.

    7- Kız geç döndü. Kız annesini uyur buldu. Kız geç (vakit) döndüğü zaman annesini uyur buldu.

    8- İki işçi müdürle karşılaştı. İki işçi sevindi. Müdürle karşılaşınca iki işçi sevindi.

    9- Anne uyumak istedi. Uyumak isteyince anne pencereyi kapattı.

    10- Öğretmenler tiyatroyu seyretti. Öğretmenler çok güldü. Tiyatroyu seyredince öğretmenler çok güldü.

    11- Müezzin ezanı okuduğu zaman namaz kılmak üzerimize vacip olur. İmtihan yaklaştığı zaman (dersleri) müzakere etmemiz gerekir.

    12- Misafir geldiği zaman ona ikram etmemiz gerekir. Koca sefere çıktığı zaman eşi hamileydi.

    13- Limanda duruşumuz esnasında gemileri gördük. İnsan onu (heyetini şeklini) gördüğü zaman ona karşı sevgi hisseder.

    14- Okula geldiği zaman doğruca sınıfa gider. Sabahleyin uyandığım zaman iyice yüzümü yıkarım.

    15- Su kaynayınca annem çay yapar. Fecr olduğu zaman nereye gidersin? Fecr (sabah namazı vakti) olunca mescide giderim.

    16- Hoca geldiği zaman nereye gidersin? Hoca geldiği zaman kütüphaneye giderim.

    17- Uçak geldiği zaman nereye gidersin? Uçak geldiği zaman hava alanına giderim.

    18- Öğrenciler evlerine döndükleri zaman ödevin edasına çalışırlar.Anneler evlerine döndükleri zaman yemeğin hazırlanmasına başlarlar.

    19- Ödev yapmadıkları zaman öğrencilere kim ceza verir? Ödev yapmadıkları zaman öğrencilere öğretmen ceza verir.

    20- Ödevi yapmadığın zaman öğretmen sana ne yapar? Kabe’yi gördüğün zaman ne hissettin?

    21- Evler bedenlerin rahatı ise muhakkak ki mescidler de kalplerin rahatıdır. Nehirler hayatın sebebi ise nil nehri de medeniyetin sebebidir.

    22- İman olmasaydı Müslümanlar galip gelemezdi. İslam olmasaydı nur (ışık) dünyada yayılmazdı.

    23- Gazeteler olmasaydı haberleri bilemezdim. Gözlük olmasaydı manzarayı iyice göremezdim.

    24- Su olmasaydı yeryüzünde hayvan veya bitki yaşamazdı. Bahçeye gittiğim zaman meyve suyu içerim.

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    CEZMETMEYEN ŞART EDATLARI VE KONULARLA İLGİLİ AYETLER

    1- طَاعَةٌ وَقَوْلٌ مَعْرُوفٌ فَإِذَا عَزَمَ الْأَمْرُ فَلَوْ صَدَقُوا اللَّهَ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ .

    (47/MUHAMMED, 21). (Onların vazifesi) itaat ve güzel sözdür. İş ciddiye bindiği zaman Allah’a sadakat gösterselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı olurdu.

    ciddileşmek

    عَزَمَ يَعْزِمُ عَزْماً

    itaat (cümlede; mübtedâsı mahzuf haberdir.)

    طَاعَةٌ

    2- قَالَ ادْخُلُوا فِي أُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِكُمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ فِي النَّارِ كُلَّمَا دَخَلَتْ أُمَّةٌ لَعَنَتْ أُخْتَهَا …

    (7/A’RÂF, 38). (Allah) buyuracak ki: “Sizden önce geçmiş cin ve insan toplulukları arasında siz de ateşe girin!” Her ümmet girdikçe yoldaşlarına lânet edecek…

    gelip geçmek

     خَلاَ يَخْلُو خُلُواًّ

    ümmet, topluluk

    أُمَّةٌ ج أُمَمٌ

    3- … أَ وَلَوْ كَانَ آبَاؤُهُمْ لاَ يَعْقِلُونَ شَيْئاً وَلاَ يَهْتَدُونَ .

    (2/BAKARA, 170). ..Ya ataları bir şeye akıl erdirememiş, doğruyu da bulamamış idiyseler?

    hidayeti, hakikati bulmak

    اِهْتَدَى يَهْتَدِي اِهْتِداَءً

    4- كَلاَّ لَوْ تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَقِينِ .

    (102/TEKÂSÜR, 5). Gerçek öyle değil! Kesin bilgi ile bilmiş olsaydınız..

     

     

    5- … لَوْ كَانُوا يَفْقَهُونَ .

    (9/TEVBE, 81). … Keşke anlasalardı!

    iyice anlamak

    فَقِهَ يَفْقَهُ فِقْهاً

    6- وَلَوْ نَشَاءُ لَجَعَلْنَا مِنْكُمْ مَلَائِكَةً فِي الْأَرْضِ يَخْلُفُونَ .

    (43/ZUHRUF, 60). Eğer dileseydik, içinizden, yeryüzünde yerinize geçecek melekler yaratırdık.

    yerine geçmek

    خَلَفَ يَخْلُفُ خِلاَفَةً

    7- … وَلَوْ شَاءَ اللّهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَأَبْصَارِهِمْ إِنَّ اللَّه عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ .

    (2/BAKARA, 20). … Allah dileseydi elbette onların işitmelerini ve gözlerini giderirdi (sağır ve kör ederdi). Allah şüphesiz her şeye kadirdir.

    göz

    بَصَرٌ ج  أَبْصَارٌ

    giderdi

    ذَهَبَ  يَذْهَبُ بِ

    8- إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ .

    (8/ENFÂL, 2). Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve (yalnız) Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.

    kalpler, yürekler

    قُلُوبٌ

    titredi, korktu, ürperdi

    وَجِلَ  يَوْجَلُ وَجَلاً

    dayanıp güvendi

    تَوَكَّلَ يَتَوَكَّلُ

    okunduğu zaman

    إِذَا تُلِيَ  (تَلاَ يَتْلُو)

    9- وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ ماَ تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَآبَّةٍ وَلَكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ إلَى أَجَلٍ مُسَمًّى فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ لاَ يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلاَ يَسْتَقْدِمُونَ .

    (16/NAHL, 61). Eğer Allah, insanları zulümleri (sebebi)yle cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.

    ertelemek

    أَخَّرَ يُؤَخِّرُ

    isimlendirilmiş, takdir edilmiş

    مُسَمًّى

    cezalandırdı

    آخَذَ يُؤَاخِذُ

    geri kalmak

    اِسْتأْخَرَ يَسْتَأْخِرُ

    ileri geçmek

    اِسْتَقْدَمَ يَسْتَقْدِمُ

                     

    10- فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَأَنْبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِندَهَا رِزْقاً قَالَ يَا مَرْيَمُ أَنَّى لَكِ هَذَا قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّهِ إنَّ اللّهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ .

    (3/ÂL-İ İMRÂN, 37). Rabbi Meryem’i güzel bir kabulle kabul etti, onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriyya’yı da ona (onun bakımına) görevlendirdi. Zekeriyya, onun yanına, mâbede her girişinde onun yanında bir rızık bulurdu. ve “Ey Meryem, bu sana nereden (geliyor?)” der; (o da: ) “Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediği kimseye sayısız rızık verir” derdi.

    yetiştirmek

    أَنْبَتَ يُنْبِتُ

    kabul etti

    تَقَبَّلَ يَتَقَبَّلُ

    her ne zaman girerse

    كُلَّمَا دَخَلَ

    görevlendirdi

    كَفَّلَ يُكَفِّلُ

    rızık vermek

    رَزَقَ يَرْزُقُ

    nereden, nasıl

    أَنَّى

    hesabsız, sayısız

    بِغَيْرِ حِسَابٍ

             

    11- وَإِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ أَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ سَلاَمٌ عَلَيْكُمْ …

    (28/KASAS, 55). Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: “Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selâm olsun. …” derler.

    yüz çevirmek

    أَعْرَضَ يُعْرِضُ إِعْراَضاً عَنْ

    boş söz

    اَللَّغْوُ

    12- فَأَمَّا مَنْ ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ ¯ فَهُوَ فِي عِيشَةٍ رَاضِيَةٍ ¯ وَأَمَّا مَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ  ¯ فَأُمُّهُ هَاوِيَةٌ .

    (101/KÂRİA, 6-9). (O gün) tartısı (ameli) ağır gelen kimseye gelince, İşte o, razı olduğu (hoşnut edici) bir yaşamdadır. Tartısı (ameli ) hafif olan kimseye gelince, (İşte) onun anası (sığınacağı kucak) Hâviye’dir.

      ağır geldi

    ثَقُلَ يَثْقُلُ ثِقَلاً

    hafif olmak

    خَفَّ يَخِفُّ خَفاًّ

    tartı

    ميِزاَنٌ ج مَوَازِينُ

      hoşuna gitmek

    رَضِيَ يَرْضَى

    razı olan

    اَلراَّضِي ث راضِيَةٌ

    yaşayış, yaşam

    عِيشَةٌ

    razı olacağı bir yaşamda

    فِي عِيشَةٍ رَاضِيَةٍ

    Hâviye (cehennem tabakalarından biri)

    هَاوِيَةٌ

                           

    13- … فَلَمَّا جَاءَهُ الرَّسُولُ قَالَ ارْجِعْ إِلَى رَبِّكَ فَاسْأَلْهُ مَا بَالُ النِّسْوَةِ اللاَّتِي قَطَّعْنَ أَيْدِيَهُنَّ إِنَّ رَبِّي بِكَيْدِهِنَّ عَلِيمٌ .

    (12/YÛSUF, 50). …Elçi, (Yusuf’a) geldiği zaman (Yusuf) dedi ki: “Efendine dön ve ona: “Ellerini kesen o kadınların durumu neydi?” diye sor. Şüphesiz benim Rabbim onların hilesini çok iyi bilir.”

    ne haldedir, durumu nedir, manasına gelen edat

    مَا بَالُ..

    hile

    كَيْدٌ ج أَكِيدٌ

    efendi, sahip

    رَبٌّ

    kadınlar

    اَلنِّسْوَةُ

    kesti, parçaladı

    قَطَّعَ يُقَطِّعُ

    Kadınların hali nedir?

    مَا بَالُ النِّسْوَةِ؟

                 

    14- فَمَن ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ .

    (23/MÜ’MİNÛN, 102). Artık kimlerin (sevap) tartıları ağır basarsa, işte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.

    kurtuluşa  eren

    اَلْمُفْلِحُ

    15- وَإِنْ كُلٌّ لَمَّا جَمِيعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ.

    (36/YÂSÎN, 102). Elbette onların hepsi (kıyamet gününde) karşımızda hazır bulunacaklar.

     

    getirmek, bulundurmak, hazırlamak.

    أَحْضَرَ يُحْضِرُ

    Burada (مُحْضَرٌ) (hazır bulundurmak) anlamında yakında işlenecek olan mezîd fiilin ism-i mefulü durumundadır.

    16- وَإِنَّ كُلاًّ لَّمَّا لَيُوَفِّيَنَّهُمْ رَبُّكَ أَعْمَالَهُمْ إِنَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ خَبِيرٌ .

    (11/HÛD, 111). Şüphesiz Rabbin, onların her birinin amellerinin karşılığını onlara tam olarak verecektir. Çünkü Rabbin onların yapmakta olduklarından haberdardır.

    tamamen eda etmek / yerine getirmek. (sondaki şeddeli nun te’kîd içindir.)

    وَفَّى يُوَفِّي

     

  • Müstesna Arapça Dersleri

     arapca mustesna

    MÜSTESNÂ

    İstisnâ; aşağıdaki edatlardan sonra gelen ismin, bu edatlardan önce gelen bölümün tâbi olduğu hükmün dışında bırakılmasıdır. İstisnâ edatından sonra gelen bu isme istisnâ yapılan, hariç tutulan anlamında müstesnâ denir.

    İstisnâ edatları şunlardır:

    خَلاَ

    عَداَ

    حاَشاَ

    سِوَى

    غَيْرَ

    إِلاَّ

    İstisnâ edatından önce gelen isme de kendisinden istisnâ yapılan anlamında müstesnâ minhu denir.

    خاَلِداً.

    إِلاَّ

    الطُّلاَّبُ

    حَضَرَ

     

    Müstesnâ

    İstisna edatı

    Müstesnâ minh

    Fiil

     

    Hâlit’ten başka (Hâlit hariç) bütün öğrenciler geldi.

    Yukarıdaki cümlede الطُّلاَّبُ (fâil) müstesnâ minhu (kendisinden istisnâ yapılan), إِلاَّ istisnâ edatı, خاَلِداً de müstesnâdır (hükmün dışında kalandır).

    (إِلاَّ) ile yapılan istisnâ’nın özellikleri:

    En çok kullanılan istisnâ edatıdır.

    *Müstesnâ minh cümlede mevcut ise ve cümle de olumlu ise إِلاَّ istisnâ edatından sonra gelen isim mansûb (fethalı) olur.

    جُرِحَ اللُّصُوصُ إِلاَّ الرَّئِيسَ.

    Başkandan başka bütün hırsızlar yaralandı.

    *Müstesnâ minhu cümlede yine mevcut fakat cümle olumsuz ise إِلاَّ dan sonra gelen müstesnâ mansûb da olabilir, hareke bakımından (bedel olarak) müstesnâ minhun harekesini de alabilir. Her ikisi de mümkündür.

    لَمْ تُزْهِرِ الْأَزْهاَرُ إِلاَّ شَجَرَةً.

    Biri müstesnâ hiçbir ağaç çiçek açmadı.

    لَمْ تُزْهِرِ الْأَزْهاَرُ إِلاَّ شَجَرَةٌ.

    Biri müstesnâ hiçbir ağaç çiçek açmadı.

    *Bazen cümlede müstesnâ minh olmayabilir. O zaman sanki cümlede إِلاَّ yokmuş gibi, müstesnâ, cümledeki durumuna göre (fâil ya da mef’ûl oluşuna göre) hareke alır.

    ماَ عَلِمَ الْأَمْرَ إِلاَّ خاَلِدٌ.

    Halit’ten başkası durumu bilmedi (müstesnâ; fâil) .

    ماَ ساَعَدْتُ إِلاَّ خاَلِداً.

    Halit’ten başkasına yardım etmedim (müstesnâ; mef’ûl).

    ماَ مَرَرْناَ[1] إِلاَّ بِخاَلِدٍ.

    Hâlit’ten başkasına uğramadık (müstesnâ; câr-mecrûr) .

     

    *Gramer kitaplarında istisnânın üç çeşit olduğundan bahsedilir:

    a) İstisna Muttasıl

    نَجَحَ الطُّلاَبُ فِي الْإِمْتِحاَنِ إِلاَّ خاَلِداً.

    Halit hariç öğrenciler imtihanda başarılı oldu.

    إِشْتَرَيْتُ أَقْلاَماً إِلاَّ قَلَمَ رَصاَصٍ.

    Kurşun kalem hariç kalemler satın aldım.

    cümlelerinde olduğu gibi müstesnâ, müstesnâ minhunun bir ferdi ise böyle istisnâlara istisnâ muttasıl denir.

    b) İstisna Munkatı

    رَأَيْتُ خاَلِداً إِلاَّ حِصاَنَهُ.

    Halit’i gördüm fakat atını değil.

    حَضَرَ الضُّيُوفُ إِلاَّ سَياَّرَاتِهِمْ.

    Arabaları müstesnâ misafirler geldiler.

    ناَمَ أَهْلُ الْبَيْتِ إِلاَّ كَلْبَهُمْ.

    Köpekleri hariç ev halkı uyudu.

    cümlelerinde olduğu gibi müstesnâ, müstesnâ minh’den ayrı bir cinsten ise istisnâ munkatı diye isimlendirilir. Burada müstesnâ, müstesnâ minhden çıkarılmamıştır.

    c) İstisnâ Müferrağ

    İçerisinde müstesnâ minh’in bulunmadığı cümlelerin istisnâsına da istisnâ müferrağ denilmektedir. Müstesnâ minh cümle içinde hazfedilmiştir (düşürülmüş, belirtilmemiştir):

    ماَ جاَءَ إِلاَّ أَخُوكَ.

    Kardeşinden başkası gelmedi.

    وَ ماَ مُحَمَّدٌ إِلاَّ رَسُولٌ.

    Muhammed ancak bir Rasüldür.

    ماَ شاَهَدْتُ إِلاَّ طاَلِباً مُجْتَهِداً.

    Çalışkan öğrenciden başkasını görmedim.

    ماَ ذَهَبْتُ إِلاَّ إِلَى مَسْرَحِ أَطْفاَلٍ.

    Çocuk tiyatrosundan başkasına gitmedim.

    غَيْرَ  ve سِوَى ile İstisnâ: (غَيْرَ) ve (سِوَى) kendilerinden sonra gelen müstesnâlara muzâf olur. Kendilerinden sonra gelen isimler muzâfun ileyh olarak hep mecrûrdur.

    لاَ يَخاَفُ الْمُؤْمِنُ غَيْرَ اللَّهِ.

    Mümin Allah’tan başkasından korkmaz.

    قَرَأْتُ الْكُتُبَ سِوَى كِتاَبٍ.

    Bir kitap hariç bütün kitapları okudum.

    غَيْرَ ve سِوَى nın harekeleri إِلاَّ nın müstesnâsıymış gibi harekelenir. Yani bu kelimeler cümle içinde (إِلاَّ) dan sonra gelen müstesnâ imiş gibi irab alırlar. Daha açık bir ifade ile إِلاَّ dan sonraki kelimenin ne olması gerekiyorsa غَيْرَ nın ona göre aldığı hareke son harfinin harekesinde görülür:

    ماَ كَلَّمَنِي أَحَدٌ غَيْرُ خاَلِدٍ.

    Hâlit’ten başkası benimle konuşmadı (fâil) .

     

     

    أُحِبُّ فُصُولَ السَّنَةِ غَيْرَ الشِّتاَءِ.

    Kış hariç senenin (bütün) mevsimlerini seviyorum (mef’ûl) .

    سَلَّمْتُ عَلَى الْقاَدِمِينَ غَيْرَ خاَلِدٍ.

    Halit hariç gelenlere selam verdim.

    (câr-mecrûr fakat müstesnâ minhu var)

         

    * Sonu illetli oluşundan dolayı  سِوَىnın harekesi değişmez. Cümledeki yerine göre hareke mahallen takdir edilir yani سِوَى olduğu gibi kalır.

    حَضَرَ الْمُعَلِّمُونَ سِوَى مُعَلِّمٍ.

    Bir öğretmen hariç öğretmenler geldiler (mahallen merfû)

    *Direk harf-i cerden sonra gelirse غَيْرَ  esre alır:

    لاَ أَعْتَمِدُ عَلَى غَيْرِ اللَّهِ.

    Allah’tan başkasına itimad etmiyorum.

    غَيْرَ kelimesi nekreden sonra gelirse sıfat olarak da kullanılır.

    جاَءَنِي رَجُلٌ غَيْرُكَ.

    Bana senden başka bir adam geldi.

    (عَداَ) (حاَشاَ) ve (خَلاَ)  ile İstisnâ: Diğerlerine nazaran az görülen istisnâ edatlarıdır. Bu kelimeler fiil olarak ele alınırsa kendilerinden sonra gelen müstesnâlar mef’ûl sayılacağından mansûbtur.

    شاَهَدْناَ مَساَجِدَ الْمَدِينَةِ خَلاَ واَحِداً.

     

    شاَهَدْناَ مَساَجِدَ الْمَدِينَةِ حاَشاَ واَحِداً.

    Biri müstesnâ şehrin camilerini gördük.

    شاَهَدْناَ مَساَجِدَ الْمَدِينَةِ عَداَ واَحِداً.

     

    Bu üç istisnâ edatı bazı gramercilerin ifade ettiği gibi harf-i cer olarak ele alınırsa kendilerinden sonra gelen müstesnâlar mecrûr olur:

    شاَهَدْناَ مَساَجِدَ الْمَدِينَةِ خَلاَ واَحِدٍ.

     

    شاَهَدْناَ مَساَجِدَ الْمَدِينَةِ حاَشاَ واَحِدٍ.

    Biri müstesnâ şehrin camilerini gördük.

    شاَهَدْناَ مَساَجِدَ الْمَدِينَةِ عَداَ واَحِدٍ.

     

    * Bu üç edatın başına ماَ gelirse müstesnâ ancak mansûb olur, manada bir değişiklik olmaz, yani olumsuzluk edatı olmadığından olumsuz tercüme edilmez.

    قُتِلَ اللُّصُوصُ ماَ خَلاَ الرَّئِيسَ.

     

    قُتِلَ اللُّصُوصُ ماَ حاَشاَ الرَّئِيسَ.

    Başkan hariç hırsızlar öldürüldü.

    قُتِلَ اللُّصُوصُ ماَ عَداَ الرَّئِيسَ.

     

     

    *Bunlardan başka aşağıdaki edatlar da istisnâ edatı olarak kullanılır:

    (لاَ سِيَّماَ): “Özellikle” manasında olup müstesnâsı mecrûr ve merfû olabilir.

    أَجاَدَ الْخُطَباَءُ وَ لاَ سِيَّماَ زَيْدٍ (أَوْ زَيْدٌ)

    Hatipler özellikle Zeyd iyi (hitap) ettiler[2].

    (لَيْسَ)- (لاَ يَكُونُ): Bu fiiller istisnâ yerine kullanıldıklarında müstesnâları mansûb olur:

    قاَمُوا لَيْسَ زَيْداً.

    Zeyd hariç kalktılar.

    قَعَدُوا لاَ يَكُونُ خاَلِداً.

    Halit hariç (hepsi) oturdular.

    Not: (بَيْدَ) (ancak, yalnız) kelimesi غَيْرَ manasında olup müstesnâsı (أَنَّ) ile kullanılır:

    إِنَّهُ كَثِيرُ الْماَلِ بَيْدَ أَنَّهُ بَخِيلٌ.

    Onun malı çoktur yalnız cimridir.

    Önemli Not: İçinde (إِلاَّ) bulunan isim cümlesinin başındaki (إِنْ) edatı (ماَ) anlamında nefy harfi olup olumsuzluk ifade eder. (إِنْ) edatının bu şekilde (إِلاَّ) ile kullanıldığında nefy harfi olarak kullanılması Kur’ân’da oldukça yaygındır:

    …فَقَالَ   الَّذِينَ كَفَرُوا     مِنْهُمْ        إِنْ          هَذَا      إِلاَّ       سِحْرٌ مُبِينٌ.

    Sıfat    Haber   Harfu istisnâ

    İsmu işaret

    Harfu nefy

    câr-mecrûr

    Sıla C.

    Fâil

    Fiil

     

    Mevsûf

     Mübtedâ (mahallen merfû)

     

     

     

                   

    ..İçlerinden inkar edenler: “Bu apaçık bir sihirden başka bir şey değildir” dediler (Mâide, 110) .

    Genel Cümle Örnekleri

    1- شاَهَدَ حَسَنٌ الْمُباَرَاةَ –حَسَنٌ هُوَ الَّذِي يُشاَهِدُ الْمُباَراَةَ–ماَ شاَهَدَ الْمُباَراَةَ إِلاَّ حَسَنٌ .

    2- كَتَبَتْ فاَطِمَةُ الرِّساَلَةَ– فاَطِمَةُ هِيَ الَّتِي كَتَبَتِ الرِّساَلَةَ–ماَ كَتَبَتِ الرِّساَلَةَ إِلاَّ فاَطِمَةُ.

    3- قَادَ الساَّئِقُ السَّياَّرَةَ– اَلساَّئِقُ هوَ الَّذِي قَادَ السَّياَّرَةَ–ماَ قَادَ السَّياَّرَةَ إِلاَّ الساَّئِقُ.

    4- شَرَحَ الْمُدَرِّسُ الدَّرْسَ- اَلْمُدَرِّسُ هُوَ الَّذِي شَرَحَ الدَّرْسَ– ماَ شَرَحَ الدَّرْسَ إِلاَّ الْمُدَرِّسُ.

    5- هِيَ تَخاَفُ اللَّهَ – هِيَ لاَ تَخاَفُ إِلاَّ اللَّهَ – عَبْدُ الْعَزِيزِ يُحِبُّ الْبُرْتُقاَلَ – عَبْدُ الْعَزِيزِ لاَ يُحِبُّ إِلاَّ الْبُرْتُقاَلَ – فاَطِمَةُ تَزُورُ صَدِيقَتَهاَ  –فاَطِمَةُ لاَ تَزُورُ إِلاَّ صَدِيقَتَهاَ .

    6- زاَرَتِ الساَّئِحاَتُ الْمَكْتَباَتِ إِلاَّ ساَئِحَةً – زاَرَتِ الساَّئِحاَتُ الْمَكْتَباَتِ إِلاَّ مَكْتَبَةً .

    7- ماَ زاَرَتِ الساَّئِحاَتُ إِلاَّ ساَئِحَةٌ – ماَ زاَرَتِ الساَّئِحاَتُ إِلاَّ مَكْتَبَةً .

    8- لَمْ تدْخُلِ الْمَكْتَبَةَ إِلاَّ ساَئِحَةٌ  – ماَ تِلْكَ إِلاَّ مَكْتَبَةٌ – لَيْسَ لَكُمْ إِلاَّ الصِّدْقُ وَ الصَّبْرُ .

    9- هَذاَ الْإِنْساَنُ لاَ يُفَكِّرُ إِلاَّ مَصْلَحَتَهُ فَقَطْ[3]- لاَ يَنْفَعُ الْمَرْءَ فِي الْعاَلَمِينَ سِوَى عَمَلِهِ.

    10- لَمْ يُشاَهِدِ الصَّدِيقاَنِ غَيْرَ جُزْءٍ صَغِيرٍ مِنَ الْمَعْرِضِ – حَضَرَ الْكَثِيرُونَ إِلاَّ أَباَ بَكْرٍ – حَضَرَ التَّلاَمِيذُ إِلاَّ تِلْمِيذَيْنِ – نَضِجَتِ الْفَواَكِهُ عَداَ سَفَرْجَلٍ- ذَبُلَتِ الْأَزْهاَرُ غَيْرَ زَهْرَةٍ حَمْراَءَ.

    11- رَجَعَ كُلُّ الناَّسِ إِلاَّ الْمُهَنْدِسِينَ – وَصَلَ كُلُّ الْمُساَفِرِينَ إِلاَّ الْمُدَرِّسِينَ – تَعِبَ اللاَّعِبُونَ إِلاَّ لاَعِبَيْنِ – تَأَخَّرَ الرِّجاَلُ إِلاَّ أَباَكَ – فَتَحْتُ النَّواَفِذَ غَيْرَ ناَفِذَةٍ وُسْطَى.

    Tercüme:

    1- Hasan maçı seyretti. Maçı seyreden Hasan’dır. Maçı ancak Hasan seyretti.

    2- Fâtıma mektup yazdı. Mektubu yazan Fâtıma’dır. Mektubu ancak Fâtıma yazdı.

    3- Şöför arabayı sürdü. Arabayı süren şöfördür. Arabayı ancak şöför sürdü.

    4- Öğretmen dersi açıkladı. Öğretmen dersi açıklayandır. Dersi öğretmenden başkası açıklamadı.

    5- O Allah’tan korkar. O Allah’tan başkasından korkmaz. Abdülaziz portakalı sever. Abdülaziz portakaldan başkasını sevmez. Fatıma arkadaşını ziyaret ediyor. Fatıma ancak arkadaşını ziyaret ediyor.

    6- Bir turist hariç turistler kütüphaneleri ziyaret ettiler. Turistler bir kütüphane hariç kütüphaneleri ziyaret ettiler.

    7- Bir turist hariç turistler ziyaret etmedi. (Bayan) turistler yalnızca bir kütüphane ziyaret etti.

    8- Kütüphaneye yalnızca bir turist girdi. O yalnızca bir kütüphanedir. Sizin için doğruluk ve sabırdan başkası yoktur.

    9- Bu insan sadece kendi faydasını düşünür (kendi faydasından başkasını düşünmez). Dünyada kişiye amelinden başkası fayda vermez.

    10- İki arkadaş serginin küçük bir bölümünden başkasını seyretmedi. Ebûbekir hariç çoğu geldi. İki öğrenci hariç öğrenciler geldi. Ayva hariç meyveler olgunlaştı. Kırmızı çiçek hariç çiçekler soldu.

    11- Mühendisler hariç bütün insanlar geldi. Öğretmenler hariç bütün yolcular döndü. İki oyuncu hariç oyuncular yoruldu. Baban hariç adamlar gecikti. Orta pencere hariç pencereleri açtım.

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    MÜSTESNÂ VE KONULAR İLE İLGİLİ AYETLER

    1- وَمَا يَنْطِِقُ عَنِ الْهَوَى ¯ إِنْ هُوَ إِلاَّ وَحْيٌ يُوحَى .

    (53/NECM, 3-4). O, arzusuna göre konuşmaz. O (konuştuğu şeyler, bildirdikleri) vahyedilen bir vahiyden başkası değildir.

    vahyetmek

    أَوْحَى يُوحِي

    heva, heves, keyf

    الْهَوَى

    konuşmak

    نَطَقَ يَنْطِِقُ نُطْقاً

    vahyedilen bir vahiy (sıfat; meçhûl fiil cümlesi)

     

     

    وَحْيٌ يُوحَى

    vahyediliyor

    يُوحَى

                   

    2- فَذَلِكُمُ اللّهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّ فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ إِلاَّ الضَّلاَلُ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ .

    (10/YÛNUS, 32). İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Artık haktan (ayrıldıktan) sonra sapıklıktan başka ne vardır? O halde nasıl (sapıklığa) döndürülüyorsunuz?

    nasıl

    أَنَّى

    çevirmek, uzaklaştırmak

    صَرَفَ يَصْرِقُ صَرْفاً

    3- وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ أَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا فِي أَصْحَابِ السَّعِيرِ .

    (67/MÜLK, 10). Ve: “Keşke kulak vermiş veya akletmiş (aklımızı kullanmış) olsaydık, (şimdi şu alevli) cehennemin ashabı arasında olmazdık!” derler.

    keşke …se, sa

    لَوْ

    işitmek, duymak

    سَمِعَ يَسْمَعُ سَمْعاً

    arkadaş, sıkı dost

    صاَحِبٌ ج اَلْأَصْحَابُ

    akıl etmek, akıl erdirmek

    عَقَلَ يَعْقِلُ عَقْلاً

    yakılan ve alevlendirilen manasında olup cehennemin adıdır.

    اَلسَّعِيرُ

    4- … وَلاَ تَيْأَسُوا مِنْ رَوْحِ اللّهِ إِنَّهُ لاَ يَيْأَسُ مِنْ رَوْحِ اللَّهِ إِلاَّ الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ .

    (12/YÛSUF, 87). (Yakub (A.S.) oğullarına): “… Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.

    rahmet

    رَوْحٌ

    ümidi kesmek

    يَئِسَ يَيْئَسُ يأْساً

    5- وَمَا هَذِهِ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ لَهْوٌ وَلَعِبٌ وَإِنَّ الدَّارَ الْآخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ .

    (29/ANKEBÛT, 64). Bu dünya hayatı bir eğlence ve bir oyundan başkası değildir (Oyun ve eğlenceden ibarettir). Ahiret yurdu (oradaki hayat ise), işte o (asıl) yaşamdır. Keşke biliyor olsalardı!

    oyun, eğlence

    لَهْوٌ

    canlı, hayatdar

    اَلْحَيَوَانُ

    oyun

    لَعِبٌ

    6- وَمَا مِنْ دَآبَّةٍ فِي الْأَرْضِ إِلاَّ عَلَى اللّهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَا كُلٌّ فِي كِتَابٍ مُبِينٍ .

    (11/HÛD, 6). Yeryüzünde (yürüyen) hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’ın üzerinde olmasın. (Allah o canlının) durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekanı bilir. (Bunların) hepsi açık bir kitapta (levh-i mahfuz’da) dır.

    canlı

    دَآبَّةٌ

    yerleşmek

    اِسْتَقَرَّ يَسْتَقِرُّ اِسْتِقْراَراً

    yerleşme mekanı

    مُسْتَقَرٌّ

    korunması için emanet bırakılan mekan

    مُسْتَوْدَعٌ

             

    7- وَالَّذِينَ إِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللّهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْ وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللّهُ …

    (3/ÂL-İ İMRÂN, 135). O kimseler ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlarlar ve hemen günahlarından dolayı tevbe-istiğfar ederler. (Zaten) günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir! …

    çirkinlik, kötülük

    فَاحِشَةٌ

    günah

    اَلذَّنْبُ ج اَلذُّنُوبُ

    tefekkürle zikretmek

    ذَكَرَ يَذْكُرُ ذِكْراً

    8- وَأَنْ لَيْسَ لِلْإِنْسَانِ إِلاَّ مَا سَعَى .

    (53/NECM, 39). (Bilsin ki) insan için çalıştığı şey(in karşılığından) başkası yoktur.

    çalışmak, çaba sarfetmek

    سَعَى يَسْعَى سَعْياً

    9- لاَ يَذُوقُونَ فِيهَا بَرْدًا وَلاَ شَرَابًا {78/24} إِلاَّ حَمِيمًا وَغَسَّاقًا .

    (78/NEBE, 24-25). (Azgınlar) Orada bir serinlik ya da (susuzluk gideren) bir içecek tatmazlar. Ancak kaynar su ve irin (tadarlar).

    serinlik

    بَرْدٌ

    içecek

    شَرَابٌ

    tatmak

    ذاَقَ يَذُوقُ

    kaynar su

    حَمِيمٌ

    irin

    غَسَّاقٌ

    10- يَوْمَ يَقُومُ الرُّوحُ وَالْمَلاَئِكَةُ صَفًّا لاَ يَتَكَلَّمُونَ إِلاَّ مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَنُ وَقَالَ صَوَابًا .

    (78/NEBE, 38). Ruh (Cebrail) ve meleklerin saf saf olup durduğu gün, Rahmân’ın izin verdiği kimselerden başkası konuşmaz; (konuşan da) doğruyu söyler.

    ruh, Cebrâil

    اَلرُّوحُ

    izin verdi

    أَذِنَ يأْذَنُ إِذْناً

    doğru

    صَوَابٌ

    konuştu

    تَكَلَّمَ يَتَكَلَّمُ تَكَلُّمٌ

    11- وَمَا تَشَاؤُونَ إِلاَّ أَنْ يَشَاءَ اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ .

    (81/TEKVÎR, 29). Alemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz (Alemlerin Rabbi Allah’ın dilemesinden başkasını dilemezsiniz)

    12- وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُقْسِمُ الْمُجْرِمُونَ مَا لَبِثُوا غَيْرَ سَاعَةٍ كَذَلِكَ كَانُوا يُؤْفَكُونَ .

    (30/RÛM, 55). Kıyamet koptuğu gün, günahkarlar(dünyada) ancak pek kısa bir süre kaldıklarına yemin ederler. İşte onlar (dünyada da haktan ) böyle döndürülüyorlardı.

    Kıyamet koptuğu gün

    يَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ

    yemin etmek

    أَقْسَمَ يُقْسِمُ

    çevirmek, vazgeçirmek

    أَفَكَ يأْفِكُ أَفْكاً

    ikamet etmek, kalmak

    لَبِثَ يَلْبَثُ

             

    13- يَا أَيُّهَا النَّاسُ اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ هَلْ مِنْ خَالِقٍ غَيْرُ اللَّهِ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ فَأَنَّى تُؤْفَكُونَ .

    (35/FÂTIR, 3).Ey insanlar! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın; Allah’tan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mı? Ondan başka tanrı yoktur. Nasıl oluyor da (tevhidden küfre) çevriliyorsunuz?

    14- فَأَخْرَجْنَا مَنْ كَانَ فِيهَا مِنَ الْمُؤْمِنِينَ ¯ فَمَا وَجَدْنَا فِيهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِنَ الْمُسْلِمِينَ ¯ وَتَرَكْنَا فِيهَا آيَةً لِلَّذِينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْأَلِيمَ .

    (51/ZÂRİYÂT, 35, 36, 37). Bunun üzerine orada bulunan mü’minleri çıkardık. Zaten orada müslümanlardan bir ev halkından başka kimse bulmadık. Acı azabtan korkanlar için orada bir işaret bıraktık.

     

    15– أَمْ لَهُمْ إِلَهٌ غَيْرُ اللَّهِ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ .

    (52/TÛR, 43). Yoksa onların Allah’tan başka bir tanrısı mı var. Allah onların ortak koştukları şeylerden uzaktır.

    أَشْرَكَ يُشْرِكُ إِشْراَكاً

    şirk koştu, ortak koştu

    سُبْحاَنَ اللَّهِ

    Allah her türlü eksiklikten uzaktır

    16- فَأَمَّا عَادٌ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ …

    (41/FUSSİLET, 15). Âd kavmine gelince yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar..

    اِسْتَكْبِرَ يَسْتَكْبِرُ اِسْتِكْباَراً

    büyüklenmek, inat gösterip hakka boyun eğmemek

    17- إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ أَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ .

    (41/FUSSİLET, 8). Şüphesiz iman edip iyi iş yapanlar için tükenmeyen bir mükafat vardır.

    nimetlendirmek, lutufta bulunmak/kesmek/başa kakmak

    مَنَّ يَمُنُّ مَنّاً

    (ism-i mef’ûl) kesilen yahut, minnet edilen
  • Yardımcı Fiil Olarak Kane كاَنَ Arapça Dersleri

     

    YARDIMCI FİİL OLARAK KÂNE (كاَنَ)

    Türkçe’de …idi, …mıştı ile biten fiiller Arapça’daكَانَ  (oldu, idi) yardımcı fiili ile mâzî fiili yanyana getirmekle yapılır. Türkçe’de …yordu ile biten fiillerكَانَ fiili ile muzâri fiili yanyana getirmekle gerçekleşir. Fiilleri bu tarzdaki geçmiş zamana göre söylemeye hikâye denir.

    كَانَ يَكْتُبُ

    yazıyordu

    كَانَ كَتَبَ

    yazdıydı yazmıştı

    Diğer fiillerle birlikte kullanacağımız için önce yardımcı fiil olan  (كَانَ) … idi, oldu fiilinin çekimini yapalım:

    Mâzî Çekim Tablosu

     

    Cemi

    Tesniye

    Müfred

     

    كَانُوا

    كَانَا

    كَانَ

    Gâib

    (Onlar) idiler

    (İkisi) idiler

    (O) idi, oldu

     

    كُنَّ

    كَانَتَا

    كَانَتْ

    Gâibe
             

     

    كُنْتُمْ

    كُنْتُمَا

    كُنْتَ

    Muhatap

    (Sizler) idiniz

    (Siz) idiniz

    (Sen) idin

     

    كُنْتُنَّ

    كُنْتُماَ

    كُنْتِ

    Muhâtaba

     

    كُنَّا

    كُنَّا

    كُنْتُ

    Mütekellim

    (Biz) idik

    (İkimiz) idik

    (Ben) idim

     

    F كَانَ   fiilinin muzâri çekiminde orta harf (يَكُونُ )  zamme olduğundan gâibe cemi müennes de ötre olarak (كُنَّ şeklinde) bağlanır. Çünkü Arapça kaideye göre illet harfleri dediğimiz uzatan  و ي ا  den sonra cezim getirilmez. İllet harfi atılarak yanındaki harfe cezm konur. Fiilin geriye kalanındaki zamirler, gâibe cemi müennesteki değişiklikten sonra aynen ilave edilir(كُنْتَ)    gibi.

    FŞayet orta harfi illetli olan mâzî fiilin muzârisi, (orta harfinde) esre ya da üstün harekeli ise; mâzîdeki gâibe cemi müennes  nûnuna  esre ile bağlanır[1]. Özet olarak;

    Orta harfi illetli (ecvef) fiillerin muzârisi üç şekilde gelir. Örnekler:

    1- (كاَنَ) benzeri muzâri orta harfi zamme olanlar:

    يَصُومُ

    صاَمَ oruç tuttu

    يَقُولُ

    قالَ dedi, söyledi

    Bu fiillerin de mâzî ve muzâri çekimi (كاَنَ يَكُونُ) gibidir. Muzâri orta harfi zamme olduğundan gâibe cemi müennes nûnundan itibâren mâzîde zamme ile bağlanıp illet harflerini düşürürler:

    يَقُولُ  يَقُولاَنِ  يَقُولُونَ

     

    قَالَ   قَالاَ    قَالُوا

    تَقُولُ  تَقُولاَنِ  يَقُلْنَ

     

    قَالَتْ  قَالَتَا   قُلْنَ

    تَقُولُ  تَقولاَنِ  تَقُولُونَ

     

    قُلْتَ  قُلْتُمَا   قُلْتُمْ

    تَقُولِينَ  تَقُولاَنِ  تَقُلْنَ

     

    قُلْتِ  قُلْتُمَا   قُلْتُنَّ

    أَقُولُ   نَقُولُ   نَقُولُ

     

    قُلْتُ  قُلْنَا    قُلْنَا

    2- Muzâri orta harfi üstün olanlar:

    يَناَمُ

    ناَمَ

    uyudu

    يَخَافُ

    خَافَ

    korktu

    Bu fiillerin muzâri orta harfi üstün olduğu için gâibe cemi müennes nûnundan itibâren mâzîde esre ile bağlanırlar:

    يَخَافُ  يَخَافانِ  يَخَافُونَ

    خَافَ  خَافَا  خَافُوا

    تَخَافُ  تَخَافَانِ   يَخَفْنَ

    خَافَتْ  خَافَتا خِفْنَ

    تَخَافُ…

    خِفْتَ..

    3- Muzâri orta harfi esre olanlar:

    يَبِيعُ

    باَعَ

    sattı

    يَسيِرُ

    ساَرَ

    yürüdü

     

    Bu fiillerin de muzâri orta harfi esre olduğu için gâibe cemi müennes nûnundan itibâren mâzîde esre ile bağlanırlar:

    يَبِيعُ   يَبِيعَانِ   يَبِيعُونَ

    بَاعَ    بَاعَا    بَاعُوا

    تَبِيعُ   تَبِيعَانِ  يَبِعْنَ

    بَاعَتْ   باَعَتَا     بِعْنَ

    تَبِيعُ…

    بِعْتَ…

    (كاَنَ) yi tanıtmak için zorunlu olarak kısaca açıklama verdiğimiz bu orta harfi illetli fiillerin mâzîsinin muzâri orta harfine göre cemi müennes nûnu’ndan itibaren çekime girdiği unutulmamalıdır:

    سِرْنَ

    (o bayanlar) yürüdüler

    سِرْتَ

    (sen) yürüdün

    خِفْنَ

    (o bayanlar) korktular

    خِفْتُ

    (ben) korktum

     كَانَyardımcı fiili ile kurulan birleşik fiillerin çekim tablosu aşağıdaki gibidir:

    Mâzî Hikaye: كَانَ كَتَبَ   yazdıydı, yazmıştı

     

    Çekim Tablosu

     

    Cemi

    Tesniye

    Müfred

     
     

    كَانُوا كَتَبُوا

    كَانَا كَتَبَا

    كَانَ كَتَبَ

    Gâib
     

    (Onlar) yazdıydı

    (O ikisi) yazdıydı

    (O) yazdıydı

     
     

    كُنَّ كَتَبْنَ

    كَانَتَا كَتَبَتَا

    كَانَتْ كَتَبَتْ

    Gâibe
     

     

     

    كُنْتُمْ كَتَبْتُمْ

    كُنْتُمَا كَتَبْتُمَا

    كُنْتَ كَتَبْتَ

    Muhatap

    (Sizler) yazdıydınız

    (Siz ikiniz) yazdıydınız

    (Sen) yazdıydın

     
     

    كُنْتُنَّ كَتَبْتُنَّ

    كُنْتُما كَتَبْتُمَا

    كُنْتِ كَتَبْتِ

    Muhâtaba
       
     

    كُنَّا كَتَبْنَا

    كُنَّا كَتَبْنَا

    كُنْتُ كَتَبْتُ

    Mütekellim
     

    (Bizler) yazdıydık

    (İkimiz) yazdıydık

    (Ben) yazdıydım

     

                     

    Muzâri Hikaye:  كَانَ يَكْتُبُ  yazıyordu

     

    Çekim Tablosu

     
     

    Cemi

    Tesniye

    Müfred

     

     
     

    كَانُوا يَكْتُبُونَ

    كَانَا يَكْتُبَانِ

    كَانَ يَكْتُبُ

    Gâib  
     

    (Onlar) yazıyordular

    (O ikisi) yazıyordu

    (O ) yazıyordu

       
     

    كُنَّ يَكْتُبْنَ

    كَانَتَا تَكْتُبَانِ

    كَانَتْ تَكْتُبُ

    Gâibe  
         
     

    كُنْتُمْ تَكْتُبونَ

    كُنْتُمَا تَكْتُبَانِ

    كُنْتَ تَكْتُبُ

    Muhatap  

    (Sizler) yazıyordunuz

    (İkiniz) yazıyordunuz

    (Sen) yazıyordun

     
     

    كُنْتُنَّ تَكْتُبْنَ

    كُنْتُمَا تَكْتُبَانِ

    كُنْتِ تَكْتُبِينَ

    Muhâtaba  
         
     

    كُنَّا نَكْتُبُ

    كُنَّا نَكْتُبُ

    كُنْتُ أَكْتُبُ

    Mütekellim  
     

    Bizler yazıyorduk

    İkimiz yazıyorduk

    (Ben) yazıyordum

       
                       

     

    Olumsuz şekli:

    مَا كَانَ كَتَبَ

    yazmadıydı, yazmamıştı

    مَا كَانَ يَكْتُبُ

    yazmıyordu

    Gelecek zamanın hikayesi:

    كَانَ سَيَكْتُبُ

    yazacaktı

    كُنَّا سَنَكْتُبُ

    yazacaktık

    كَانُوا سَيَكْتُبُونَ

    yazacaktılar

    كُنَّا سَنُكْتَبُ

    yazılacaktık

    Gelecek zamanın hikayesinin olumsuzu:

    كُنْتُ لاَ أَكْتُبُ

    yazmayacaktım

    كُنْتَ لاَ تَكْتُبُ

    yazmayacaktın

    لَنْ أَكتُبَ

    hiç yazmayacağım

    كُنْتُ لَنْ أَكْتُبَ

    hiç yazmayacaktım

    F  كَانَ   fiiline قَدْ (gerçekten, hakikaten) eklenirse manayı kuvvetlendirir:

    كَانُوا قَدْ كَتَبوُا

    gerçekten yazdıydılar, cidden yazmıştılar

     كاَنَile ifade edilen hikayeli fiillerin başına إنْ şart  edatı getirilebilir. Fakat araya   كَانَ   girdiğinde muzâri fiilin sonu cezimli olmaz.  Şart cümlesinin başına nevâsihtan (inne ve kardeşleri, kâne ve kardeşleri gibi) birisi gelirse şart edatı cezmetmez.

    إنْ كَانَ كَتَبَ

    yazdıysa,yazmışsa

    إنْ كَانَ يَكْتُبُ

    yazıyor idiyse

    إنْ كَانَوا كَتَبُوا

    yazdıysalar,yazmışlarsa

    إنْ كَانَوا يَكْتُبُونَ

    yazıyor idiyseler

    Olumsuzu:                     إنْ كَانَ مَا كَتَبَ   yazmadıysa, yazmamışsa

    إنْ كَانَ لاَ يَكْتُبُ

    yazmıyor idiyse

    F   كَانَ kullanıldığı zaman gelecek zamanın hikayesi şartlı yapılabilir:

    إنْ كَانَ سَيَكْتُبُ

    yazacak idiyse

    إنْ كَانُوا سَيَكْتُبوُنَ

    yazacak idiyseler

     

     

    Olumsuzu:

    إنْ كَانَ لاَ يَكْتُبُ

    yazmayacak idiyse

    إنْ كَانَ لَنْ يَكْتُبَ

    asla yazmayacak idiyse

    إنْ كَانَ مَا كَتَبَ

    yazmadıysa, yazmamışsa

    إنْ كَانَ لَمْ  يَكْتُبْ

    yazmadıysa, yazmamışsa

    Cümle Örnekleri:

    1- كاَنَ صَديِقيِ يَجْلِسُ وَسَطَ حَديِقَةِ الْمَدْرَسَةِ.

    2- كاَنَ التَّلاَميِذُ يَرْكَبوُنَ حاَفِلَةً سَريِعَةً.

    3- سَتَكوُنُ الصَّلاةُ فيِ الْمُصَليَّ – سَيَكوُنُ الْمُدَرِّسُ فيِ الصَّفِّ .

    4- إنْ كَانَ عمِّي رَجَعَ مِنَ السُّوقِ لاَ أَذْهَبُ إليْكُمْ.

    5- إنْ كَانَ أَخُوكَ لَمْ يَرْجِعْ مِنَ الْمَدِينَةِ فَاكْتُبْ اليَّ رِسَالَةً (فَاكْتُبْ = فَ +  أُكْتُبْ).

    6- إنْ كَانَ مَا كَتَبَ أَبِي رِساَلةً إلى عَمِّي سأَكْتُبُ.

    7- إنْ كَانَ ذَهَبَ أبِي إلى المَدْرَسَةِ لاَ أَذْهَبُ.

    Tercüme:

    1- Arkadaşım okulun bahçesinin ortasında oturuyordu.

    2- Öğrenciler hızlı bir otobüse biniyorlardı.

    3- Namaz musallâda (namaz kılınan büyük yer) olacak. Öğretmen sınıfta olacak.

    4- Amcam çarşıdan dönmüşse size gitmem.

    5- Kardeşin şehirden dönmediyse hemen bana bir mektup yaz.

    6- Babam amcama bir mektup yazmadı idiyse hemen yazacağım.

    7- Babam okula gitmişse ben gitmem.

  • Esmaül Hamse Arapça Dersleri

     

    FÜ, EHUN, ZÜ HAMÜN, EBUN  

    ESMÂÜL-HAMSE

    Arapça’da Esmâ’ü’l-Hamse denen ve tamlama kalıbında kullanıldığında alışılmamış bir şekil değişikliğine uğrayan 5 isim vardır. Bu beş isim şunlardır:

    حَمٌ  (kayınpeder) أَبٌ (baba) أَخٌ   (erkek kardeş) ذُو  (sahip) فُو (ağız)

    Bu isimler mütekellim yâ’sı (ي) dışındaki zamirle birleştikleri takdirde (vâv: (و  ile merfû, (elif: ا )  ile mansûb ve (yâ harfi: ي) ile mecrûr olurlar. Yâni bu isimlerden birinin fâil ya da mübtedâ veya nâib-i fâil olması durumunda son harfinin merfû (ötre) olması gerekirse zamirle birleşmeden önce sonunda vâv bulunur (أَخُوكَ  أَبوُكَ gibi). Mef’ûl gibi mansûb (fethalı) olması gerekirse zamirle birleşmeden önce sonunda elif bulunur (أَخَاكَ  أَبَاكَ gibi). Harf-i cer’den sonra gelmeleri gibi esre olmaları gereken durumda ise sonunda yâ bulunur (مِنْ أَبِيكَ  –  مِنْ أَخِيكَ  gibi)

    (Mecrûr Hali)

         (Mansûb Hali) (Merfû Hali)  

    أَبِي

    أَباَ

    أَبُو

    أَبٌ

    (baba)

    أَخِي

    أَخاَ

    أَخُو

    أَخٌ

    (kardeş)

    حَمِي

    حَماَ

    حَمُو

    حَمٌ

    (kayınpeder)

    ذِي

    ذاَ

    ذُو

    ذُو

    (sahip)

    فِي

    فاَ

    فُو

    فُو

    (ağız)

                                                    Cümle Örnekleri

    حَضَرَ أَبُوكَ.

    Baban geldi.

    اِغْسِلْ فاَكَ قَبْلَ الْأَكْلِ وَ بَعْدَهُ.

    Yemekten önce ve sonra ağzını yıka.

    اَلْمُؤْمِنُ مِرْآةُ أَخِيهِ.

    Mü’min (mü’min) kardeşinin aynasıdır.

    أَناَ مِثْلُ أَخِيكَ.

    Ben senin kardeşin gibiyim.

    عَرَفْتُ الْخَبَرَ مِنْ حَمِيكَ.

    Haberi kayınpederinden öğrendim.

    هَلْ ذَهَبْتَ لِلْحَجِّ مَعَ أَبِيكَ ؟

    Hac için babanla birlikte mi gittin?

    لاَ ماَ ذَهَبْتُ لِلْحَجِّ مَعَ أَبِي.

    Hayır hac için babamla birlikte gitmedim.

    شَكَرْتُ أَخاَكَ كَثِيراً.

    Kardeşine çok teşekkür ettim.

    كَمْ ساَعَةً يَناَمُ أَخُوكَ فِي اللَّيْلِ ؟

    Kardeşin gecede kaç saat uyur?

    جاَءَ أَخوُكَ الْمُخْلِصُ.

    İhlaslı kardeşin geldi.

    أَخوُ أَبيِ هُوَ عَميِّ.

    Babamın kardeşi amcamdır.

    ماَذاَ يَقُولُ أَبُوكُمْ لِأَخِيكُمْ ؟

    Babanız kardeşinize ne diyor?

    أَرْسَلَ الْوَلَداَنِ رِساَلَةً إِلَى أَبِيهِماَ.

    İki çocuk babalarına mektup gönderdi.

    كَنَّى الرَّسُولُ أَباَ بَكْرٍ بِالصِّدِّيقِ.

    Peygamber Ebûbekir’i “Sıddîk” (lakabı) ile künyelendirdi.

    كَذَبَ أَحْمَدُ هَذِهِ اللَّيْلَةَ عَلَى أَبِيهِ مَرَّتَيْنِ.

    Ahmet bu gece babasına iki defa yalan söyledi.

    تَذْهَبُ أُخْتُكَ إلى بَيْتِهاَ مَعَ خَالَتِكَ.

    Kızkardeşin evine teyzenle gidiyor.

    سَيَحْضُرُ حَمُوهُ لِزِياَرَتِهِ فِي الْأُسْبُوعِ الْقاَدِمِ.

    Kayınpederi gelecek hafta onun ziyaretine gelecek.

    *Bu beş isimden حَمٌ – أَبٌ – أَخٌ  tamlama kalıbında olmadıklarında normal kurallı isimler gibidir:

    اَلْأَبُ يَرْجِعُ إِلَى بَيْتِهِ مِنَ السُّوقِ.

    Baba çarşıdan evine dönüyor.

    يَحْتَرِمُ الْأَبْناَءُ الْأَبَ.

    Çocuklar (oğullar) babaya saygı gösterir.

    حَمُوكَ أَبٌ لَكَ.

    Kayın pederin senin babandır.

     

     

     

    * ذُو  (sahip olan) sadece tamlama yapısının ilk elemanı olan muzâf olarak görev yapar ve belirsiz (nekre) şekli de yoktur. Zamirlerle kullanılmaz.

    إِنَّكَ ذُو عَقْلٍ.

    Gerçekten sen akıllısın.

    اَلْكَرِيمُ ذُو فَضْلٍ عَلَى الناَّسِ.

    Kerim insanlara karşı fazilet (iyilik) sahibidir.

    Bu beş isimden biri olan ve Kur’ân’da çok geçen ذُو isminin çekimi şöyledir:

    (Mecrûr Hali)

    (Mansûb Hali) (Merfû Hali)  

    ذِي

    ذاَ

    ذُو

    (Müfred-Müzekker)

    ذاَتِ

    ذاَتَ

    ذاَتُ

    (Müfred-Müennes)

    ذَوَيْ

    ذَوَيْ

    ذَواَ

    (Müsennâ-Müzekker)

    ذَواَتَيْ

    ذَواَتَيْ

    ذَواَتاَ

    (Müsennâ- Müennes)

    ذَوِي

    ذَوِي

    ذَوُوا

    (Cem-Müzekker)

    ذَواَتِ

    ذَواَتِ

    ذَواَتُ

    (Cem-Müennes)

    أُولِي

    أُلِي

    أُولُو

    (Cem-Müzekker)

    أُولاَتِ

    أُولاَتِ

    أُولاَتُ

    (Cem-Müennes)
               

    * أَبٌ ve  أَخٌkelimelerinin tesniyelerinin merfû hali (أَبَواَنِ) (ana-baba) (أَخَواَنِ) (iki kardeş); mansûb ve mecrûr hali (أَبَوَيْنِ) (أَخَوَيْنِ) şeklinde gelir:

    كَمْ أَخاً لَكَ ؟ لِي أَخَواَنِ اثْناَنِ.

    Kaç kardeşin var? İki kardeşim var.

    يَحْتَرِمُ الْأَبْناَءُ الْأَبَوَيْنِ.

    Çocuklar ana babalarına saygı gösterir.

    يَنْصُرُناَ أَبَواَناَ.

    Ana babamız bize yardım ediyor.

    فِيمَنْ فَكَّرَ الْأَبَواَنِ ؟ فَكَّرَ الْأَبَواَنِ فِي ابْنِهِماَ الْمَرِيضِ.

    Ana baba kim hakkında düşündü? Ana baba hasta oğulları hakkında düşündü.

    هَلْ ساَعَدَ الْأَبَواَنِ ابْنَهُماَ فِي عَمَلِ الْواَجِبِ ؟

    Ana-baba oğullarına ödevin yapımında yardımcı oldu mu?

    لاَ ، اَلْأَبَواَنِ لَمْ يُساَعِداَ ابْنَهُماَ  فِي عَمَلِ الْواَجِبِ.

    Hayır, ana baba oğullarına ödevin yapımında yardımcı olmadı.

    &&&&&&&&&&

     

    ESMÂU’L-HAMSE İLE İLGİLİ AYETLER

    1- تَبَّتْ يَدَا أَبِي لَهَبٍ وَتَبَّ .

    (111/MESED, 1). Ebu Leheb’in iki eli kurusun! Kurudu da.

    helak etmek, zarar etmek

    تَبَّ يَتِبُّ تَباًّ

    kurusun, mahvolsun anlamında tabirdir. Kinaye olarak helak ve hasarla bedduadır. Çünkü eller tutma ve iş görme aletidir.

    تَبَّتْ

    2- مَا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ وَلَكِنْ رَسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا .

    (33/AHZÂB, 40). Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat (o), Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.

    bitirmek, mühürlemek, damga basmak

    خَتَمَ يَخْتُمُ خَتْماً

    peygamberlerin sonuncusu (kendisiyle peygamberliğin mühürlenmiş ve gelişiyle nübüvvetin tamamlanmış olması kastedilmektedir).

    خَاتَمَ النَّبِيِّينَ

    3- … قَالَتَا لاَ نَسْقِي حَتَّى يُصْدِرَ الرِّعَاءُ وَأَبُونَا شَيْخٌ كَبِيرٌ .

    (28/KASAS, 23). …(Hayvanlarını sulayamayan iki kadın Mûsa’ya )dediler: Çobanlar (sulayıp) çekilmeden biz (onların içine sokulup hayvanlarımızı) sulamayız; babamız da çok yaşlıdır.

    çoban

    اَلرَّاعِي ج رِعاَءٌ

    sulamak, içirmek

    سَقَى يَسْقِي سَقْياً

    dönmek, döndürmek, geri çekmek

    أَصْدَرَ يُصْدِرُ إِصْداَراً

    4-…وَلاَ يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا أَ يُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَنْ يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتاً فَكَرِهْتُمُوهُ 

    (49/HUCURÂT, 12)….Bazınız bazınızı arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz…

    gıybet etmek, (arkadan atıp tutmak, arkadan gıyaben çekiştirmek)

    اِغْتاَبَ يَغْتاَبُ اِغْتاَباً

    arkadan çekiştirmesin (nehyi gâib)

    لاَ يَغْتَبْ

    sevdi

    أَحَبَّ يُحِبُّ

    çirkin görmek, hoşlanmamak

    كَرِهَ يَكْرَهُ كَرْهاً

           

    5- وَاذْكُرْ أَخَا عَادٍ إِذْ أَنْذَرَ قَوْمَهُ بِالْأَحْقَافِ …

    (46/AHKÂF, 21). Ad (kavmin)in kardeşini (Hûd’u) an. Zira o, Ahkaf (bölgesin)deki kavmini uyardı….

    uyarmak

    أَنْذَرَ يُنْذِرُ إِنْذاَراً

    eğri, büğrü, uzun yahut yuvarlak kumlu arazi (Ayette: Âd kavminin oturduğu kumlu bölgenin adı)

    اَلْحِقْفُ ج أَحْقَافٌ

    6- ثُمَّ أَرْسَلْنَا مُوسَى وَأَخَاهُ هَارُونَ بِآيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُبِينٍ .

    (23/MÜ’MİNÛN, 45). Sonra âyetlerimizle ve apaçık bir delille Mûsâ ve kardeşi Harun’u gönderdik.

    7- هَلْ فِي ذَلِكَ قَسَمٌ لِذِي حِجْرٍ .

    (89/FECR, 5). Bunlarda akıl sahibi için elbette birer yemin (değeri) vardır.

    yemin

    قَسَمٌ

    akıl

    اَلْحِجْرُ

    8- ذُو الْعَرْشِ الْمَجِيدُ .

    (85/BURÛC, 15). Şerefli Arş’ın sahibidir.

    çok şerefli, büyük kerem sahibi (Allah’ın isimlerindendir)

    اَلْمَجِيدُ

    9- لِيُنْفِقْ ذُو سَعَةٍ مِنْ سَعَتِهِ … سَيَجْعَلُ اللَّهُ بَعْدَ عُسْرٍ يُسْرًا .

    (65/TALAK, 7). İmkân sahibi olan, (nafakayı) gücünün yettiğinden (imkânlarına göre) harcasın (versin)…. Allah, bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratacaktır.

    harcamak (Bu harcama cümledeki yerine göre, zekat verme, yardımda bulunma sadaka verme manalarını ifade eder.)

    أَنْفَقَ يُنْفِقُ إِنْفاَقاً

    varlık, bolluk, imkan

    سَعَةٌ

    10- … وَاللَّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ .

    (62/CUMA, 4). … Allah büyük lütuf sahibidir.

    11- وَالْحَبُّ ذُو الْعَصْفِ وَالرَّيْحَانُ .

    (55/RAHMÂN, 12). Yapraklı taneler ve hoş kokulu bitkiler (vardır.)

    tane (cins isim)

    اَلْحَبَّةُ ج اَلْحَبُّ

    hoş kokulu, rızık

    اَلرَّيْحَانُ

    yaprak, ekin sapı

    اَلْعَصْفُ

    12- وَيَبْقَى     وَجْهُ      رَبِّكَ        ذُو      الْجَلاَلِ     وَالْإِكْرَامِ .

    M a’tuf Atıf Muz. ileyh Sıfat Muz.ileyh Fâil Fiil-i Muz.
        Muz.   Muzâf  
            Mevsûf  

    (55/RAHMÂN, 27). (Ancak) azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacak.

    baki olmak, devam etmek, fani olmamak

    بَقَى يَبْقِي بَقاَءً

    azamet, büyüklük

    الْجَلاَلُ

    13- تَبَارَكَ   اسْمُ           رَبِّكَ      ذِي    الْجَلاَلِ     وَالْإِكْرَامِ .

       Ma’tuf    Atıf

    Muz. ileyh

    Sıfat Muz. ileyh Fâil Fiil-i Mâzî
        Muzâf Muzâf-muz.ileyh. Muzâf  
        Mevsûf    

    (55/RAHMÂN, 78). Büyüklük ve ikram sahibi Rabbinin adı yücelerden yücedir.

    تَبَارَكَ

    mukaddes ve münezzeh olmak, (hissi yahut manevi) hayrı bol olmak, şanı yüce olmak.

     14- وَإِنَّ رَبَّكَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لاَ يَشْكُرُونَ .

    (27/NEML, 73). Şüphesiz Rabbin, insanlara karşı lütuf sahibidir; fakat onların (insanların) çoğu şükretmezler.

    15- … وَاللّهُ عَزِيزٌ ذُو انتِقَامٍ .

    (3/ÂL-İ İMRÂN, 4)…. Allah güçlü ve intikam sahibidir.

    16- يَتِيمًا ذَا مَقْرَبَةٍ .

    (90/BELED, 15).Yakınlığı olan bir yetime…

    yakınlık, akrabalık

    مَقْرَبَةٌ

    17- … إِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ وَذُو عِقَابٍ أَلِيمٍ .

    (41/FUSSİLET, 43). …Gerçek şu ki senin Rabbin, hem mağfiret sahibi hem de acı bir azap sahibidir.

    18- أَوْ إِطْعَامٌ فِي يَوْمٍ ذِي مَسْغَبَةٍ .

    (90/BELED, 14).Veya açlık gününde yemek yedirmektir,

    yemek yedirmek, doyurmak

    إِطْعَامٌ

        açlık

    مَسْغَبَةٌ

    açlıkla geçirilen günde

    فيِ يَوْمٍ ذِي مَسْغَبَةٍ

    19- وَفِرْعَوْنَ ذِي الْأَوْتَادِ.

    (89/FECR, 10).Kazıklar (çadırlar, ordular) sahibi Firavun’a..

    kazık  (kızdığı kimseleri kazıklara bağlayarak işkence ettiği için bu adı almıştır)

    اَلْوَتِدُ ج الْأَوْتَادُ

    20- إِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ ¯ ذِي قُوَّةٍ عِندَ ذِي الْعَرْشِ مَكِينٍ .

    (81/TEKVÎR, 19, 20). (O elçi) güçlü, Arş’ın sahibi (Allah’ın) katında çok itibarlı değerli bir elçinin sözüdür.

    kadri yüce, yüksek mevki sahibi, çok itibarlı

    مَكِينٌ

    21- يَوْمَ يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ أَخِيهِ ¯ وَأُمِّهِ وَأَبِيهِ ¯ وَصَاحِبَتِهِ وَبَنِيهِ .

    (80/ABESE, 34, 35, 36). İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden (arkadaşından) ve çocuklarından kaçar.

        kaçmak

    فَرَّ يَفِرُّ فِراَراً

    22- فَاصْبِرْ كَمَا صَبَرَ أُولُوا الْعَزْمِ مِنَ الرُّسُلِ …

    (46/AHKÂF, 35). O halde (Resûlum), peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret…

    azim sahibi (büyük peygamberler)

    أُولُوا الْعَزْمِ

    gibi

    كَمَا

  • İsmi Meful Arapça Dersleri

     

    İSM-İ MEF’ÛL

    Kendisine iş yapılanı bildiren, fiilden etkilenen isimdir.  Türkçe’deki edilgen sıfat-fiil karşılığıdır. Nasıl ism-i fâil malum muzâri fiil gibi kullanılıyorsa ism-i mef’ûlde mâzî meçhûl gibi tercüme edilir. Yapılışı şöyledir:

    Üç harfli fiilin başına م harfi eklenir ve üstünlü olarak kelimenin birinci harfine cezimlenir.  Fiilin ikinci ve üçüncü harfi arasına ötreli (و) harfi ilave olur.

    قَتَلَ

    öldürdü →

    مَقْتُولٌ

    öldürülen, öldürülmüş

    ضَرَبَ

    dövdü →

    مَضْرُوبٌ

    dövülen, dövülmüş

    شَرِبَ

    içti →

    مَشْرُوبٌ

    içilen, içilmiş

    جَرَحَ

    yaraladı →

    مَجْرُوحٌ

    yaralanan, yaralanmış

    كَتَبَ

    yazdı →

    مَكْتُوبٌ

    yazılan, yazılmış

    فَتَحَ

    açtı →

    مَفْتُوحٌ

    açılan, açık, açılmış

    İsm-i Mef’ûlun şahıslara göre çekimi[1]:

    مَكَاتِبُ

    مَكْتُوبُونَ

    مَكْتُوبَانِ

    مَكْتوُبٌ

    Müzekker

    Cem-i Mükesser

     

     

     

     

     

    مَكْتُوبَاتٌ

    مَكْتُوبَتَانِ

    مَكْتُوبَةٌ

    Müennes

     

    yazılmışlar

    ikisi yazılmış

    yazılmış

     

    *İsm-i mef’ûl cümle içinde çeşitli şekillerde gelebilir. Tamamen bir sıfat gibi veya sıfat anlamında kullanıldığı gibi, haber olarak da gelir.

    Cümle Örnekleri:

    شَيْءٌ مَخْلُوقٌ.

    Yaratılmış birşey (sıfat) .

    اَلْباَبُ الْمَفْتُوحُ.

    Açık kapı (sıfat) .

    اَلْباَبُ مَفْتُوحٌ.

    Kapı açıktır (haber) .

    (فُهِمَ الدَّرْسُ).

    اَلدَّرْسُ مَفْهُومٌ

    Ders anlaşılmıştır.

    (نُصِرَ الْحَقُّ) .

    اَلْحَقُّ مَنْصُورٌ

    Hak (doğru gerçek) yardım edilendir.

    (يُعْبَدُ اللَّهُ بِالْحَقِّ) .

    أللَّهُ مَعْبُودٌ بِالْحَقِّ

    Allah hak(kı) ile ibadet edilendir.

    صُنِعَتِ السَّياَّرَةُ فِي الْياَباَنِ.

    Araba Japonya’da yapıldı.

    اَلسَّياَّرَةُ مَصْنُوعَةٌ فِي الْياَباَنِ.

    Araba Japonya’da yapılmıştır.

    التاَّئِبُ ذُنُوبُهُ مَغْفُورَةٌ (غُفِرَتْ ذُنُوبُ التاَّئِبِ) .

    Tevbe edenin günahları bağışlanmıştır.

    أَخيِ مَسْؤُلٌ الْآنَ عَنْ عاَئِلَةٍ كَبيِرَةٍ.

    Kardeşim şu anda büyük bir aileden mes’uldür.

    أَمْرُ اللَّهِ مَفْعُولٌ.

    Allah’ın emri yapılmıştır.

    اَلرَّجُلُ مَلْعُونٌ.

    Adam lanetlidir.

     

     

    *İsm-i mef’ûl kalıplaşmış isim olarak da kullanılır:

    اَلْمَلْعُونُونَ

    lanetlenmişler “beddualılar”

    اَلْمَذْكُورُ

    zikredilmiş olan “mezkur”

    اَلْمَطْلُوبُ

    istenmiş olan “matlûb”

    اَلْمَعْرُوفُ

    bilinen, “iyilik”

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    SAYILAR, İSM-İ FÂİL, MÜBALAĞALI İSM-İ FÂİL VE İSM-İ MEF’ÛL İLE İLGİLİ AYETLER

    1- وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ أَوْلاَدَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ أَرَادَ أَنْ يُتِمَّ الرَّضَاعَةَ …

    (2/BAKARA, 233). Emzirmeyi tamamlamak isteyen kimse (baba) için, anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler…

    emzirmek

    أَرْضَعَ يُرْضِعُ إِرْضاَعاً

    anne

    اَلْوَالِدَةُ ج اَلْوَالِدَاتُ

    ikmal etmek tamamlamak

    أَتَمَّ  يُتِمُّ  إِتْماَماً

    sene (ayette tesniye)

    اَلْحَوْلُ

    emzirme, emme

    اَلرَّضَاعَةَ

    tam (ayette tesniye)

    كَامِلٌ

               

    2- سَيَقُولُونَ ثَلاَثَةٌ رَابِعُهُمْ كَلْبُهُمْ وَيَقُولُونَ خَمْسَةٌ سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ …

    (18/KEHF, 22). (Eshabı Kehf hakkında insanların kimi:) “(Onlar) üç kişidir; dördüncüleri de köpekleridir” diyecekler; yine: “Beş kişidir; altıncıları köpekleridir” diyecekler…

    3- أُبَلِّغُكُمْ رِسَالاَتِ رَبِّي وَأَنَا لَكُمْ نَاصِحٌ أَمِينٌ .

    (7/A’RÂF, 68). Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.

    öğütçü, nasihatçi

    نَاصِحٌ

    tebliğ etmek, eriştirmek

    بَلَّغَ  يُبَلِّغُ تَبْلِيغاً

    elçiye verilip gönderilen risalet (elçinin vazifesi)

    اَلرِّساَلَةُ ج اَلرِّسَالاَتُ

    4- إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّموَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَنْ يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولاً .

    (33/AHZÂB, 72). Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.

    çekinmek, sakınmak

    أَشْفَقَ يُشْفِقُ إِشْفاَقاً

    arzetti, teklif etti

    عَرَضَ يَعْرِضُ عَرْضاً

    emanet (ayette: Allah’ın mükelleflere tevdi ettiği ve riayet ve eda edilmesini emrettiği tekliflerdir.

    اَلْأَمَانَةُ

    imtina etmek, razı olmamak, diretmek, dayatmak

    أَبَى يأْبَى أَباَءً أَباَءَةً

    (Ayette: Semaların ve arzın yaradılışları itibariyle emaneti yüklenmeye istidatları olmayışı, emaneti ifa etmekten çekinmeleri, yüklenmekten imtina etmeleridir.)

    5- … إِذِ الْقُلُوبُ لَدَى الْحَنَاجِرِ كَاظِمِينَ مَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ حَمِيمٍ وَلاَ شَفِيعٍ …

    (40/MÜ’MİN, 18). (Yaklaşan gün hususunda onları uyar!) Çünkü o gün kalpler gamla dolu olarak gırtlaklara dayanır (veya o zaman onlar gamlı ve tasalı olup kalpleri gırtlaklarına dayanır). Zalimlerin ne dostu ne de (sözü dinlenir) şefaatçısı vardır.

    çünkü, zira/hani, bir zamanlar

    إِذْ

    boğaz, gırtlak

    اَلْحَنْجَرَةُ ج اَلْحَنَاجِرُ

    (öfkesini) yenen, gamlı, gamla dolu

    اَلْكَاظِمُ

    şefaatçi

    شَفِيعٌ

    sıcak dost

    حَمِيمٌ

             

    6- …وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ نَصِيرٍ .

    (22/HACC, 71). … Zalimlerin hiç yardımcısı yoktur.

    yardımcı.   

    نَصِيرٌ

    [(مَا) isim cümlesinin başında “yok, değil” manasında nefy harfidir. (لِلظَّالِمِينَ) câr-mecrûr olarak mahallen merfû haber mukaddem, (مِنْ) zâid harfi cerdir. (نَصِيرٍ) ise lafzen mecrûr mahallen merfû mübtedâ muahhardır.] 

    7- … وَأُفَوِّضُ أَمْرِي إِلَى اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ .

    (40/MÜ’MİN, 44). …. Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını çok iyi görendir.

    çok iyi gören 

    بَصِيرٌ

    havale etmek, ısmarlamak, bırakmak

    فَوَّضَ  يُفَوِّضُ  تَفْوِيضاً

    8- … وَحَاقَ بِآلِ فِرْعَوْنَ سُوءُ الْعَذَابِ .

    (40/MÜ’MİN, 45). …Firavun’un kavmini kötü azap kuşatıverdi.

    aile

    آلُ

    kuşatmak, sarmak

    حَاقَ يَحيِقُ بِ

    Firavun’un ailesi, Firavun’un kavmi

    آلُ فِرْعَوْنَ

    فِرْعَوْنَ kelimesi gayr-i munsarif bir kelime olması sebebiyle esre yerine üstün almıştır.

    9- … إِنَّ رَبَّكَ لَسَرِيعُ الْعِقَابِ وَإِنَّهُ لَغَفُورٌ رَحِيمٌ .

    (7/A’RÂF, 167). … Şüphesiz Rabbin cezayı çabuk verendir. Ve O çok bağışlayan, pek esirgeyendir.

    hızlı, çabuk, çabuk veren

    سَرِيعٌ

    ceza

    اَلْعِقَابُ

    10- … إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَحِيمٌ .

    (49/HUCURÂT, 12). …Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.

    11- مَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِنَفْسِهِ وَمَنْ أَسَاءَ فَعَلَيْهَا وَمَا رَبُّكَ بِظَلاَّمٍ لِلْعَبِيدِ.

    (41/FUSSİLET, 46). Kim iyi bir iş yaparsa, bu kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin kullara zulmedici değildir.

    12- وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ .

    (26/ŞUARÂ, 175). Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.

     

     

     

    13- كَلاَّ إِنَّهُمْ عَنْ رَبِّهِمْ يَوْمَئِذٍ لَمَحْجُوبُونَ .

    (83/MUTAFFİFİN, 15). Hayır! Onlar şüphesiz o gün Rablerinden (O’nu görmekten) menedilmişlerdir.

    mahcub, menedilmiş, örtülmüş

    اَلْمَحْجُوبُ

    (Ayette: Temsili manada olup onların büyüklerin yanına girmekten menedilmiş kimseler gibi alçaltılacakları, ayrıca onların mestur (perdelenmişler) olarak Rablerini göremeyeceği anlatılmaktadır.)
  • Gayrı Munsarıf İsimler Arapça Dersleri

     GAYRU’L-MUNSARİF

    Gayr-i munsarif şu iki durum müstesnâ, sonuna kesre ve tenvin almayan isimdir[1]:

    a) Başına harf-i tarif gelmesi

    b) Muzâf olma durumu

    Gayr-i münsarifler kesre yerine fetha ile mecrûr olur. Tenvin yerine tenvinsiz hareke durumunu alırlar. Bilindiği gibi başına harf-i tarif almayan kelime nekre kabul edilir. 

    نَفْتَحُ الْأَبْواَبَ بِمَفاَتِيحَ.

    Kapıları anahtarlarla açarız. (Nekre olduğu için esre ve tenvin almamış ) .

    نَفْتَحُ الْأَبْواَبَ بِالْمَفاَتِيحِ.

    Kapıları anahtarlarla açarız.  (Harf-i tarifle ma’rife olduğu için esre almış) .

    تَعَلَّمْناَ فِي مَداَرِسَ.

    Okullarda öğrendik (Nekre olduğu için esre ve tenvin almamış)

    تَعَلَّمْناَ فِي هَذِهِ الْمَداَرِسِ.

    Bu okullarda öğrendik (Harf-i tarifle marife olduğu için esre almış) .

    تَعَلَّمْناَ فِي مَداَرِسِ إِزْمِيرَ.

    İzmir’in okullarında öğrendik  (Muzâf olmakla marife olduğu için esre almış) .

    ذَهَبْناَ إِلَى مَكَّةَ الْمُكَرَّمَةِ.

    Mekke-i Mükerreme’ye gittik (Mevsûf[2]).

    شاَهَدْناَ نِيُويُورْكَ.

    Newyork’u gördük.

    ذَهَبْناَ إِلَى نِيُويُورْكَ.

    Newyork’a gittik.

    شاَهَدْتُ وَلَداً عَطْشاَنَ.

    Susuz bir çocuk gördüm.

    تَقاَبَلْتُ مَعَ جُنْدٍ مَثْنَى.

    Askerlerle ikişer ikişer görüştüm.
         

    Görüldüğü gibi gayr-i munsarif olan bu isimler ya özel isimdir, ya sıfattır, ya da normal isimdir:

    I) ÖZEL İSİM (ALEM) OLANLAR

    Özel isimler içinde şu gruba girenler gayr-i munsariftir ve hiçbir şekilde esre almazlar:

    1-Yabancı dilden arabçaya giren özel isimler:

    اَنْقَرَةُ

    إِسْماَعِيلُ

    هاَرُونُ

    إِسْراَئِيلُ

    آدَمُ

    لَنْدَنُ

    رَمْسِيسُ

    يَعْقُوبُ

    إِبْراَهِيمُ

    بَرْلِينُ

     

     Not: İkinci harfi sukûn (cezm ya da uzatma) olan üç harfli alemler bu kaideden hariçtir ve tenvin ya da esre alabilir[3]:

    نُوحٌ

    لُوطٌ

    هِنْدٌ

    مِصْرٌ

    هُودٌ

    2-Müennes Özel isimler: Bu isimlerin sonunda müenneslik alameti olsun olmasın değişmez. Ayrıca sonunda müenneslik alâmeti bulunan erkek isimleri de gayr-i munsariftir. İnsan, hayvan, şehir ve ülkelere verilen isimler de müennes kabul edilir.

    طَلْحَةُ

    مُعاَوِيَةُ

    عاَئِشَةُ

    سُعاَدُ

    مَكَّةُ

    حَمْزَةُ

    عُرْوَةُ

    زَيْنَبُ

    دِمَشْقُ

    دُنْياَ

    3-Sonunda (آنِ) bulunan özel isimler:

    سُفْياَنُ

    مَرْواَنُ

    سَلْماَنُ

    شَعْباَنُ

    رَمَضاَنُ

    عُثْماَنُ

    4- Fiil vezninde olan özel isimler:

    أَحْمَدُ

    (muzâri)

    شَمَّرَ

    mâzî

    يَزِيدُ

    muzâri

    إِثْمِدْ

    emir

    يَحْيَى

    muzâri

    5- فُعَلُ veznindeki özel isimler:

    عُمَرُ

    زُحَلُ

    زُفَرُ

    مُضَرُ

    هُبَلُ

    6- Mezcî terkib denen kaynaşmış iki kelime:

    بَعْلَبَكُّ

    حَضْرَمَوْتُ

    (مَوْتُ)(حَضْرَ)

    نِيُويُورْكَ

    (يُورْكَ)(نِيُو)

    Not: (وَيْهِ ) ile biten isimler gayr-i munsarif değil kesre üzere mebnidir.

    سِيبَوَيْهِ خاَلَوَيْهِ

    II) SIFAT OLANLAR

    1- (أَفْعَلُ) veznindeki sıfatı müşebbehe ve ism-i tafdiller[4]:

    أَحْمَرُ

    أَصْفَرُ

    أَكْبَرُ

    أَجْمَلُ

    أَبْكَمُ[5]

    kırmızı

    sarı

    daha büyük

    daha güzel

    dilsiz

     

     2- (فَعْلاَنُ) vezninde olanlar[6]:

    جَوْعاَنُ

    سَكْراَنُ

    sarhoş

    3- Birden 10’a kadar olan üleştirme sayıları:

    رُباَعُ – مَرْبَعُ

    dörder

    عُشَرُ – مَعْشَرُ

    onar

    سُباَعُ- مَسْبَعُ

    yedişer

    III) İSİM OLANLAR

    1- Sonunda elif-i memdûde (اء) olan isimler. Bu aynı zamanda müenneslik alâmetidir[7].

    أَوْلِياَءُ

    veliler

    حَمْراَءُ

    kırmızı

    أَشِقاَّءُ

    kardeşler

    أَطِباَّءُ

    doktorlar

    عُلَماَءُ

    alimler

    صَحْراَءُ

    çöl

    2- Sonunda elif-i maksûre (ى) bulunan isimler: Bu da müenneslik alâmetidir.

    صُغْرَى

    daha küçük

    بُشْرَى

    müjde

    حُبْلَى

    hamile

    كُبْرَى

    daha büyük

    ذِكْرَى

    hatıra, öğüt

    حُسْنَى

    en güzel
                 

    3- Müntehe’l-cumû vezninden olan isimler. Yani, kelimenin ikinci harfinden sonra elif, eliften sonra iki veya üç harf bulunan cemi isimler. En meşhur kalıbları şunlardır:

    فَعاَعِلُ

    فَعاَئِلُ

    فَواَعِلُ

    فَعاَعِيلُ

    مَفاَعِلُ

    مَفاَعِيلُ

    Bu sigalarda kullanılan en meşhur isimler de şunlardır:

    مَداَرِسُ

    مَساَجِدُ

    مَصاَبِيحُ

    مَفاَتِيحُ

    مَعاَبِدُ

    مَساَكِينُ

    okullar

    mescidler

    lambalar

    anahtarlar

    tapınaklar

    miskinler

    Not: Müntehe’l-cumû vezninden gelmelerine ve cemî olmalarına rağmen sonlarında kapalı tâ (tâ-i merbûta) bulunan bazı isimler gayr-i munsarif olmazlar, yani tenvin ve kesre alırlar. Mefâil ve benzeri çoğul kalıbının silinen yâ harfi yerine isimlerin sonuna tâ-i merbûta eklenir:

    أَساَتِيذُ – أَساَتِذَةٌ

    öğretmenler, hocalar

    زَناَدِيقُ – زَناَدِقَةٌ

    zındıklar  
     

    سَلَّمْتُ عَلَى أَساَتِذَةٍ.

    Hocalara selâm verdim.
     

    تَكَلَّمْتُ مَعَ تَلاَمِيذَةٍ.

    Öğrencilerle konuştum.
                 

    Genel Cümle Örnekleri:

    كَتَبَ أَحْمَدُ.

    Ahmet yazdı.  

    رَأَيْناَ أَحْمَدَ.

    Ahmed’i gördük.  

    سَلَّمْناَ عَلَى أَحْمَدَ.

    Ahmed’e selâm verdik.  

    أَنْتُمْ أَغْنِياَءُ[8].

    Sizler zenginlersiniz.  

    هُمْ فُقَراَءُ.

    Onlar fakirdirler.

     

    صَلَّيْناَ فِي الْمَساَجِدِ.

    Mescidlerde namaz kıldık.  

    رَضِىَ اللَّهُ عَنْ عُثْماَنَ.

    Allah Osman’dan razı olsun (razı oldu)[9] .  

    فِي مِصْرَ مَداَرِسُ وَ مَساَجِدُ كَثِيرَةٌ.

    Mısır’da birçok okul ve mescid vardır.  

    حَمْزَةُ وَ عُبَيْدَةُ وَ طَلْحَةُ أَسْماَءُ الرِّجاَلِ.

    Hamza Ubeyde ve Talha erkek isimleridir.  

    لَقَدْ خَلَقْناَ الْإِنْساَنَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ.

    Andolsun ki insanı en güzel biçimde yarattık (Tîn, 4) .

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    GAYR-İ MUNSARIF İLE İLGİLİ AYETLER

    1- وَامْرَأَتُهُ قَآئِمَةٌ فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِإِسْحَاقَ وَمِنْ وَرَاءِ إِسْحَاقَ يَعْقُوبَ .

    (11/HÛD, 71). (İbrâhim (a.s.)’ın ) ayakta duran karısı (bu sözleri duyunca) güldü. O’na İshak’ı, İshak’ın ardından da Ya’kub’u müjdeledik.

    ayakta durmak, dikilmek

    قاَمَ يَقُومُ قَوْماً قِياَماً

    arkasından, ardından

    مِنْ وَرَاءِ

     
    müjdelemek

    بَشَّرَ يُبَشِّرُ تَبْشيِراً

    kadın

    اِمْرَأَةٌ ج نِساَءٌ

    ayakta duran, dikilen

    قَآئِمَةٌ

                       

    2- أَ لَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَنْ لاَ تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ .

    (36/YÂSÎN, 60). Ey Adem oğulları! Size “şeytana tapmayın, Gerçek şu ki o sizin için apaçık bir düşmandır” diye ahd vermedim mi?

    (emir ve nehiy fiillerinin önünde) …diye

    أَنْ

    ahdetmek, emretmek

    عَهِدَ يَعْهَدُ عَهْداً

    düşman

    عَدُوٌّ 

    tapmak

    عَبَدَ يَعْبُدُ عِباَدَةً

               

    3- وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ وَجَعَلْنَاهَا رُجُوماً لِلشَّيَاطِينِ …

    (67/MÜLK, 5). Andolsun ki biz, (dünyaya) en yakın göğü kandillerle süsledik.  Bunları şeytanlar için taşlar kıldık…

    süslemek

    زَيَّنَّ يُزَيِّنُ تَزْيِيناً

    kandil

    اَلْمِصْباَحُ ج  اَلْمَصَابِيحُ

    şeytan

    اَلشَّيْطاَنُ ج الشَّيَاطِينُ

    taş

    اَلرَّجْمُ ج اَلرُّجُومُ

    4- جَزَاؤُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا …

    (98/BEYYİNE, 8). Onların Rableri katındaki karşılıkları, altından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları Adn cennetleridir…

    onların Rableri katındaki karşılıkları (mübtedâ)

    جَزَاؤُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ

    karşılık

    جَزَاءٌ

    Adn cennetleri (haber). (Geri kalan cümle de nekre kelimeyi açıklayan sıfat cümlesidir)

    جَنَّاتُ عَدْنٍ

    5- اِذْهَبْ إِلَى فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَى .

    (79/NAZİAT, 17). Firavun’a git! Gerçekten o çok azdı.

     

     

    azmak

    طَغَى يَطْغَى طَغْياً

    6– إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي ظِلاَلٍ وَعُيُونٍ ، وَفَوَاكِهَ مِمَّا يَشْتَهُونَ .

    (77/MÜRSELAT, 41, 42). Gerçek şu ki, müttakîler, gölgeliklerde, pınar başlarında, canlarının çektiği şeylerden (çeşit çeşit) meyveler arasındadırlar.

    meyve

    اَلْفاَكِهَةُ ج اَلْفَوَاكِهُ

    canı çekmek, iştaha kapılmak

    إِشْتَهَى يَشْتَهِي

    gölgelik

    ظِلٌّ ج ظِلاَلٌ

    şeylerden

    مِمَّا (مِنْ+ماَ)

    7- مَا سَلَكَكُمْ فِي سَقَرَ .

    (74/MÜDDESİR, 42). “Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?”

    yakıcı ateş. (Cehennemin adlarından biri)

    سَقَرُ

    sokmak

    سَلَكَ يَسْلُكُ سَلْكاً فيِ

    8- وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلاَئِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلاَّ إِبْلِيسَ أَبَى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ .

    (2/BAKARA, 34). Hani biz meleklere: “Âdem’e secde edin” demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı (böylece) kâfirlerden oldu.

    çekindi, yüz çevirmek

    أَبَى يأْبَىَ

    hani, bir zamanlar

    إِذْ

    büyüklük taslamak

    اِسْتَكْبَرَ يَسْتَكْبِرُ

    secde etmek

    سَجَدُ يَسْجُدُ لِ

    hariç.  (إِلاَّ) edatından sonra gelen kelime, cümle olumlu ise üstün olur.

    إِلاَّ

             

    9- يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ

    (2/BAKARA, 40). Ey İsrailoğulları! (Size verdiğim) nimetlerimi hatırlayın…

    nimet

    نِعْمَةٌ ج أَنْعُمٌ  نِعَمٌ

    tefekkürle birlikte hatıra getirmek

    ذَكَرَ يَذْكُرُ ذِكْراً

    10- مَنْ كَانَ عَدُوًّا لِلّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَرُسُلِهِ وَجِبْرِيلَ وَمِيكَالَ فَإِنَّ اللّهَ عَدُوٌّ لِلْكَافِرِينَ .

    (2/BAKARA, 98). Kim, Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail’e ve Mikâil’e düşman olursa bilsin ki Allah da inkârcıların düşmanıdır.

     

     

    11- …قَدْ جَاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ فَهَلْ لَنَا مِنْ شُفَعَاءَ فَيَشْفَعُوا لَنَا …

    (7/A’RÂF, 53). … Doğrusu Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişler. Şimdi bizim şefaatçılarımız var mı ki bize şefaat etsinler….

    şefaatçi

    شَفِيعٌ ج شُفَعَاءَُ

    şefaat etmek

    شَفَعَ يَشْفَعُ شَفاَعَةً

    getirmek

    جَاءَ بِ

    12- سَلاَمٌ عَلَى نُوحٍ فِي الْعَالَمِينَ .

    (37/SAFFAT, 79). Bütün âlemler içinde Nuh’a selâm olsun. 

    13- كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ ذُو الْأَوْتَادِ ، وَثَمُودُ وَقَوْمُ لُوطٍ وَأَصْحَابُ الأَيْكَةِ …

    (38/SÂD, 12-13). Onlardan önce Nuh kavmi, Âd kavmi, kazıklar sahibi Firavun, Semud, Lut kavmi ve Eyke halkı da (peygamberleri) yalanladılar…

    kazık

    اَلْوَتِدُ ج اَلْأَوْتَادُ

    kazıklar sahibi

    ذُو الْأَوْتَادِ

  • Sıfat Cümlesi Sıfat Mevsuf

     

    SIFAT CÜMLESİ

    Sıfatlar müfred (tek) bir kelime olarak geldiği gibi isim cümlesi, fiil cümlesi ve şibh-i cümleden[9] de oluşabilir. Nekre isimlerden sonra gelen cümleler ve şibh-i cümleler o kelimenin sıfatı olurlar[10] ve bu yan cümlecikler  yani isim ve fiil cümlesi olarak gelen sıfatlar tercüme edilirken ..en, ..an, ..dığı ile temel cümleye bağlanırlar. Şibh-i cümlelerden oluşan sıfatlar ise temel cümledeki mevsuflarına ..bulunan, …olan diye bağlanır. Sıfat cümlesinde sıfat cümlesini mevsûfa bağlayan, sıfatla mevsûf arasındaki bütün uygunluk şartlarını taşıyan bir zamir bulunur. Bazen bu zamir hazfedilmiş (kaldırılmış) ya da müstetir (gizli) olabilir[11].

    جاَءَ رَجُلٌ رَأَيْتُهُ.

    Gördüğüm adam geldi.

    رَأَيْتُ رَجُلاً جاَءَ.

    Gelen bir adam gördüm.

    Nekre isimleri niteleyen isimler, cümleler ve şibh-i cümleleri ayrı örnekler halinde işlememiz konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.

    a) Sıfat İsim Cümlesi:

    مَكَّةُ مَدِينَةٌ تاَرِيخُهاَ قَدِيمٌ.

    Mekke, tarihi eski bir şehirdir.

    هَذاَ رَجُلٌ عَمُّهُ عاَلِمٌ.

    Bu, amcası alim bir adamdır.

    تَرَكَ الشاَّفِعِيُّ مُؤَلَّفاَتٍ نَفْعُهاَ عَظِيمٌ.

    Şâfiî, faydası büyük eserler bıraktı.

    اَلشاَّفِعِيُّ عاَلِمٌ مُؤَلَّفاَتُهُ كَثِيرَةٌ.

    Şâfiî, eserleri çok olan bir alimdir.

    هُوَ رَجُلٌ وَلَدُهُ عاَقِلٌ.

    O, çocuğu akıllı olan bir adamdır.

    b) Sıfat Fiil Cümlesi:

    بَشيِرُ مُسْلِمٌ يُصَلِّي وَ يَصوُمُ.

    Beşir namaz kılan ve oruç tutan bir müslümandır.

    رَأَيْتُ مُهَنْدِساً يَعْرِفُنِي.

    Beni tanıyan bir mühendis gördüm.

    رَأَيْتُ طِفْلَةً تَعْرِفُنِي.

    Beni tanıyan bir çocuk gördüm.

    قاَبَلْتُ مُهَنْدِساً يَعْرِفُنِي.

    Beni tanıyan bir mühendisle karşılaştım.

    سَمِعْتُ طِفْلَةً تُناَدِينِي[12].

    Beni çağıran bir çocuk işittim.

    قَدْ جاَءَ رَسُولٌ (مِنْكُمْ ) دَعاَناَ إِلَى الْإِسْلاَمِ.

    Sizden (içinizden) bizi İslâm’a çağıran bir elçi gelmiştir.

    شَكَرْتُ طَبِيباً يُعاَلِجُنِي[13].

    Beni tedavi eden doktora teşekkür ettim.

     

     

    أَسْرَعْتُ[14] إِلَى رَجُلٍ يَطْلُبُ الْمُساَعَدَةَ.

    Yardım isteyen adama koştum.

    c) Sıfat Şibh-i Cümle (Zarf ):

    نَظَرْتُ أََوْلاَداً تَحْتَ الشَّجَرَةِ.

    Ağacın altındaki çocuklara baktım.

    نَظَرْتَ قاَئِداً حَوْلَ الْمُعَسْكَرِ.

    Kampın etrafındaki komutana baktın.

    نَظَرْتِ طاَلِبَةً أَماَمَ الطاَّوِلَةِ.

    Masanın önündeki öğrenciye baktın.

    نَظَرْتِ طاَلِبَةً عِنْدَهاَ دَراَّجَةٌ.

    Yanında bisiklet bulunan öğrenciye baktın.

    رَأَيْتُ مُدَرِّساً خَلْفَ الصَّفِّ.

    Sınıfın arkasındaki öğretmeni gördüm.

    d) Sıfat Şibh-i Cümle (Câr-Mecrûr):

    شاَهَدْتُ طاَئِرَةً فِي الْجَوِّ.

    Havadaki uçağı gördüm.

    أَخَذْتُ وَرْدَةً عَلَى الطاَّوِلَةِ.

    Masanın üstündeki gülü  aldım.

    نَظَرْتِ صُورَةً عَلَى الْجِداَرِ.

    Duvarın üzerindeki resme baktın.

    هَلْ سَلَّمْتَ عَلَى رَجُلٍ فِي الناَّدِي  ؟

    Kulüpteki adama selâm verdin mi?

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    SIFAT TAMLAMASI İLE İLGİLİ AYETLER

    1- إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ .

    (26/ŞUARÂ, 125). (Bilin ki,) ben sizin için (gönderilmiş) güvenilir bir elçiyim.

    2- وَجَعَلُوا لَهُ مِنْ عِبَادِهِ جُزْءًا إِنَّ الْإِنْسَانَ لَكَفُورٌ مُبِينٌ .

    (43/ZUHRUF, 15). Ama onlar, kullarından bir kısmını, O’nun bir cüzü kıldılar. Gerçekten insan apaçık bir nankördür.

    azılı kafir, çok inatçı

    كَفُورٌ

    parça, bölüm, kısım, cüz  (Meleklere Allah’ın kızları dediler)

    جُزْءٌ

    3- أَ هُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَةَ رَبِّكَ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُمْ مَعِيشَتَهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ …

    (43/ZUHRUF, 32). Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. (Birbirlerine iş gördürmeleri için) kimini kiminin üstüne derecelerle yükselttik. …

    basamak, derece, yükseklik mertebesi

    دَرَجَةٌ

    paylaştırmak, bölüştürmek

    قَسَمَ يَقْسِمُ قَسْماً

     

     

     

     

    geçim kaynağı, geçimlik

    اَلْمَعِيشَةُ

    yükseltti, kaldırdı

    رَفَعَ يَرْفَعُ رَفْعاً

             

    4- … وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ .

    (9/TEVBE, 19). .. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.

    hidayete erdirmek, yol göstermek, irşad etmek, iletmek, götürmek

    هَدَى يَهْدِي هَدْياً هِداَيَةً

    5- وَعَدَ اللّهُ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فِي جَنَّاتِ عَدْنٍ …

    (9/TEVBE, 72). Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, içinde ebedî kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vâdetti…

    ırmak

    نَهْرٌ ج أَنْهاَرٌ

    vaat etmek, söz vermek

    وَعَدَ يَعِدُ وَعْداً

    yerleşme, sükûnet bulma

    اَلْعَدْنُ

    akmak, cereyan etmek

    جَرَى يَجْرِي جَرْياً

    ikamet, yerleşme yeri, mesken [(مَسَاكِنَ) kelimesi tenvin ve esre almayan gayr-i munsarif kelimelerdendir.]

    مَسْكَنٌ ج مَسَاكِنُ

    içerisinde sukunetin, tatmin olmanın ve rahatça yerleşmenin bulunduğu cennetler

    جَنَّاتُ عَدْنٍ

               

    6- … لَأَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَقِيمَ .

    (7/A’RÂF, 16). (İblis dedi ki:) .. and içerim ki, ben (de onları saptırmak için) senin doğru yoluna oturacağım.

    oturmak, oturup kalmak, gözetlemek

    قَعَدَ يَقْعُدُ قُعُوداً

    (Ayette: Fiilin başındaki (لَ) te’kîd lâmı, fiilin sonundaki şeddeli nun (نَّ) te’kîd nûnudur. Şeddeli nundan (نَّ) önceki muzâri fiilin son harekesinin müfrette üstün, cemide ötre olduğunu hatırlayınız.) 
    dosdoğru

    اَلْمُسْتَقِيمُ

    (eğri büğrü yahut kıvrımlı olmayan doğru ve düzgün) yol

    اَلصِّرَاطُ

             

    7- وَالْبَلَدُ الطَّيِّبُ يَخْرُجُ نَباَتُهُ بِإِذْنِ رَبِّهِ …

    (7/A’RÂF, 58). Rabbinin izniyle güzel memleketin bitkisi (güzel) çıkar..

    iyi, güzel

    اَلطَّيِّبُ

    bitki

    نَباَتٌ

    8- …قَالُوا شَهِدْنَا عَلَى أَنْفُسِنَا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُوا عَلَى أَنْفُسِهِمْ أَنَّهُمْ كَانُوا كَافِرِينَ.

    (6/EN’ÂM, 130). (Cin ve insan topluluğu derler ki:) “Kendi aleyhimize şahitlik ederiz.” Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir olduklarına (dair) kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.

    aldatmak, kandırmak

    غَرَّ يَغُرُّ غُرُوراً

    9- وَإِنَّكَ لَعَلَى خُلُقٍ عَظِيمٍ .

    (68/KALEM, 4). Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.

    seciye, karakter, huy, tabiat, ahlak

    اَلْخُلُقُ

     

     

    SIFAT CÜMLESİ İLE İLGİLİ AYETLER

    10- أَ… أَمْ لَهُمْ أَعْيُنٌ يُبْصِرُونَ بِهَا أَمْ لَهُمْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا …

    (7/A’RÂF, 195). …yoksa onların (taptıkları putların) kendisiyle görecekleri gözleri mi var yahut işitecekleri kulakları mı var?…

    kulak

    اُذُنٌ ج آذَانٌ

    göz

    عَيْنٌ ج أَعْيُنٌ

    gördü (Başa gelen harf-i cerin “…nın var” manasına geldiğini hatırlayınız.)

    أَبْصَرَ يُبْصِرُ إِبْصاراً

             

    11- لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ يَوْمَئِذٍ شَأْنٌ يُغْنِيهِ .

    (80/ABESE, 37). O gün, her şahsın kendine yetip artacak bir işi (derdi) vardır.

    kişi, şahıs

    اِمْرِئٌ

    iş, husus

    شَأْنٌ

    meşgul etmek, kafi gelmek, oyalamak, zengin kılmak, müstağnî kılmak, ihtiyacını gidermek (ayette: meşgul etmek, kafi gelmek)

    أَغْنَى يُغْنِي إِغْناَءاً

    12- يُبَشِّرُهُمْ رَبُّهُم بِرَحْمَةٍ مِنْهُ وَرِضْوَانٍ وَجَنَّاتٍ لَهُمْ فِيهَا نَعِيمٌ مُقِيمٌ .

    (9/TEVBE, 21). Rableri onlara, tarafından bir rahmet ve hoşnutluk ile, kendileri için, içinde tükenmez nimetler bulunan cennetler müjdeler.

    sürekli, tükenmez

    مُقِيمٌ

    müjdelemek

    بَشَّرَ يُبَشِّرُ تَبْشِيراً

    razı olma, hoşnut olma, hoşnutluk (bolca sevap verme)

    رِضْوَانٌ

    13- فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِ إِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ .

    (26/ŞUARÂ, 189). (Velhasıl) onu yalanladılar, bunun üzerine kendilerini o gölge gününün azabı yakalayıverdi. Gerçekten o, muazzam bir günün azabı idi!

    gölge, (ayette:) sıkıcı bunaltıcı hava

    اَلظِّلُّ ج أَظْلاَلٌ ظِلاَلٌ

    14- وَإِنَّهُ لَتَنْزِيلُ رَبِّ الْعَالَمِينَ .

    (26/ŞUARÂ, 192). Muhakkak ki o (Kur’ân) âlemlerin Rabbinin indirmesidir.

    indirmek (ayetteki masdar: indirme)

    نَزَّلَ يُنَزِّلُ تَنْزِيلاً

    15- وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَقَالَ إِنِّي رَسُولُ رَبِّ الْعَالَمِينَ .

    (43/ZUHRUF, 46). Andolsun biz Mûsâ’yı âyetlerimizle Firavun’a ve onun ileri gelen (adam)larına göndermiştik de Mûsâ: “Ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim”, demişti.