Ölümler Ve Evlilikler Hz. Muhammedin Hayatı

41823

 

47-48.  
Ölümler Ve Evlilikler

 

Peygamber (s.a.v.Vin
Bedir’den döndükten sonra yap­tığı ilk işlerden biri, kızı Fatuna İle birlikte,
Rukıyye’nİn mezarını ziyaret etmek oldu. Bu, onların, Hatice’nin ölü­münden
sonra yaşadıkları en büyük kayıptı. Fatıma, ab­lasının ölümünden çok
etkilenmişti. Mezarın kenarında babasının yanma oturmuş, gözünden yaşlar
boşanıyordu. Babası onu teskin etmeye çalıştı ve cübbesinin ucuyla göz­yaşlarını
sildi. Peygamber Cs.a.v.) kısa bir süre önce ölü­nün arkasından ağıt tutmanın
aleyhinde bazı şeyler söy­lemişti. Fakat söyledikleri yanlış anlaşılmıştı.
Mezarlıktan geri döndüğünde Ömer (r.)’in. Rukiyye ve Bedir şehitle­rinin
arkasından ağlayan kadınlara bağırdığım duydu. «Ömer, bırak ağlasınlar» dedi ve
şunları ekledi: «Kalbten ve gözden gelen Allah’tan ve merhametindendir. Fakat
el­den ve düden gelen şeytandandır»[1] El
ile göğsü dövmeyi ve yüzlerini yutmayı, dil ile de bağırıp çağırarak ağıt yak­mayı
kastediyordu.

Fatıma, Peygamber
(s.a.v.)’in en küçük kızıydı ve yir­mi yaşma gelmişti. Peygamber (s.a.v.)
ailesi içinde, Ali (r.)’nin ona en uygun eş olduğundan bahsetmişti, fakat
normal bir anlaşma yapılmamıştı. Ebu Bekir (r.) ve Ömer ir.) Fatıma (r.)’yı
istemişler, fakat Peygamber (s.a.v.) on­ları, kızını bir başkasına vereceğini
söyleyerek değil, Allah’tan bir emir gelmesini beklediğini öne sürerek geri
çevirmîştL Bedir’den sonraki ilk haftalardan birinde, artık evlilik zamanının
geldiğini düşünerek Ali’yi kızım resmen istemesi için teşvik etti. Ali ilk
başta fakirliğini düşünerek tereddüt etti. Babasından hiç bir miras almamıştı.
İslam, kafir bîr babaya mü’min bir evlâdın varis olmasını yasak­lıyordu. Fakat
buna rağmen, Mescid’in yakınında küçük bir evi vardı. Peygamber (s.a.v.)’in
isteklerini de bildiği için Fatuna’yı istemeye karar verdi. Resmi anlaşma yapıl­dıktan
sonra Peygamber (s.a.vJ, düğün yemeği verilmesi üstünde durdu. Bir koç kurban
edildi, Ensardan bazıları da un ve buğday hediye „ ettiler. Hem gelinin hem de
da­madın kuzeni olan Ebu Seleme, düğünde en büyük yardım­ları yapan kişiydi.
Çünkü O, Ali’nin babasına, kendisini Ebu Cehil V0 diğer düşmanlardan koruduğu
için borçluy­du. Bu nedenle Ümmü Seleme, Aişe ile birlikte çiftin oturacakları evi
düzenleyip hazırlamaya gitti. Nehir yatağından yumuşak itum getirilmişti. Evin
toprak zemi­nine bu kumdan yaydılar. Gelin yatağı bir koyun derişiy­di, yorgan
olarak da Yemen’den gelen çizgili soluk renkli bir kumaşı kullanacaklardı. Bir
derinin içine hurma lifle-riyle doldurarak da yastık hazırladılar. Daha sonra,
eusiî yemeğin yanısıra misafirlere verilmek üzere incir ve hur­ma hazırlayıp,
su kabını su ile doldurdular. Genelde her­kes bu düğün ziyafetinin o zamanda
Medine’de verilen en güzel ziyafet olduğu kanısında birleşiyordu.

Peygamber (s.a.v.),
artık misafirlerin çifti yalnız bı­rakmaları gerektiğini gösteren bir işaret
olarak ayağa kalk­tı ve Ali’ye kendisi geri dönene dek karısına yaklaşmama­sını
söyledi. Bütün misafirler gittikten hemen sonra gel­di. ÜmraÜ Eymen (r.) hâlâ
orada yemekten sonraki dağı­nıklığı toplayıp odayı düzene sokmaya çalışıyordu.
Pey­gamber (s.a.v.) ‘in hayatında sadece sözkonusu kişinin pay­laştığı birçok
Özel olay vardır. Bu kişilerden biri de Ümmü Eymen*di. Peygamber (s.a.v.) içeri
girmek için izin iste­diğinde, Ümmü Eymen kapıya geldi. Peygamber: «Karde­şim
nerede?» diye sordu. Ümmü Eymen: «Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın
Basulü» dedi, «Kızını onunla evlendirdiğin halde, o senin nasıl kardeşin olur?»
Peygam­ber (s.a.v.) : «Gerçekten, kardeşimdir» dedi. Daha sonra Ümmü Eymen’den
bir miktar du getirmesini istedi, o da getirdi. Sudan bir ağız dolusu alıp
ağzını kapattı, daha sonra suyu tekrar kabın içine boşalttı. Ali geldiğinde onu
önüne oturttu. Eline bir miktar su alıp Ali’nin omuzları­na, göğsüne ve
kollarına serpti. Daha sonra Fatıma’yı ça­ğırdı. Fatıma (r.) babasına karşı
duyduğu saygıdan el­bisesinin içinde hafif sekerek geldi. Peygamber (s.a.v.)
ona da Ali’ye yaptığı gibi yaptı; onlara ve evlâtlarına dua et­ti.[2].

Bedir’den sonraki yıl
Ömer (r.)’in ailesi iki büyük ka­yıpla karşılaşmıştı. Bunlardan ilki kızı Hafsa
(r.)’nın ko­cası Huneys’in ölümü idi. Huneys, Habeşistan’a ilk giden­ler
arasındaydı; oradan döndükten sonra Hafsa ile evlen­mişti. Hafsa, dul
kaldığında sadece on sekiz yaşındaydı; hem güzeldi, hem de iyi yetiştirilmişti.
Babası gibi o da okuma-yazma bilirdi. Ömer (r.l, Rukiyye (r.)’nin ölümüy­le
Osman (r.)’ın çok yalnız kaldığını görerek, Hafsa ir.)’yi ona teklif etti.
Osmun düşüneceğini söyledi, fakat birkaç gün sonra gelip Ömer’e şu an için
evlenmemesinin daha iyi olacağını söyledi. Ömer (r.) hem hayal kırıklığına uğ­ramış
hem de Osman (r.)’ın red cevabına incinmişti. Fa­kat Ömer kızma iyi bir koca
bulmaya kararlıydı, bu yüz­den gidip Ebu Bekir’e teklif etti. Ebu Bekir ona
kaypak bir cevap verdi. Bu, Ömer’i Osman’ın açık red cevabından da­ha çok
incitti. Oysa Ebu Bekir (r.)’in reddetmesi akla ya­kındı : çok sevdiği bir
zevcesi vardı’ Osman (r.) ise be­kârdı. Ömer, Osman’ı razı edebilmeyi umuyordu.
Bu ne­denle Peygamber (s.a.v.)’e bu konuyu açtı. Peygamber (s.a.v.) ona:
-Üzülme» dedi, «Çünkü, Allah sana ondan daha iyi bir damat, ona da senden daha
iyi bir kayınpe­der verecek». Ömer gülümseyerek, «Öyle olsun» dedi, çün­kü bir
iki saniye düşününce, iki durumda da tercih edi­len iyi adamın Peygamber
(s.a,v.) olduğunu anlamıştı. Peygamber Cs.a.v.), Hafsa’yla evlenerek iyi damat,
Rukiyye (r.)’nin küçük kardeşi Ümmü Gülsüm (r.)’ü de Osman (r.)’a vererek iyi
bir kayınpeder olacaktı Bundan sonra Ebu Bekir, Ömaı’e kendisine evlilik teklif
edildiğinde ne­den öyle davrandığını açıkladı: Peygamber (s.a.v.) hiç kim­seye
söylememesi şartıyla ona bu plânından bahsetmişti.

Hz. Osman (rj’la Ummü
Gülsüm’ün evlilikleri önce ol­du. Huneys’in ölümünden sonra, gerekli olan dört
ay iddet bittiğinde ve Aişe ile Sevde’nin odalarının yanma bir oda daha
yapıldığında, Peygamber (s.a.v.)’in evliliği de ger­çekleşti. Bu, hemen hemen
Bedir Savaşından bir yıl son­ra meydana gelmişti. Hafsa’mn gelmesi evdeki uyumu
boz­madı Bilâkis Aişe kendi yaşında bir arkadaşa sahip oldu­ğu için
seviniyordu. Bu, iki genç hanım arasında ölene dek sürecek bir arkadaşlığın
başlangıcıydı. Aişe’nin hemen he­men annesi yaşında olan Şevde ise annelik
merhametini, kendisinden yirmi yaş küçük olan bu yeni gelenden de
esirgemiyordu.

Evliliğin
gerçekleştiği sıralarda Ömer’in kayın birade­ri, yani Hafsa’mn dayısı Osman İbn
Mazun öldü. O ve karısı Havle, Peygamber Cs.a.v.)’e çok yakındılar. Osman,
Ashabın en çok zühd sahibi kişilerinden biriydi. İslam’ın vahyolunuşundan önce
de o zühd ehliydi. Medine’ye hic­ret ettikten sonra ise Peygamber (s.a.v.)’den
kendisini ha­dım ettirmek ve geri kalan ömrünü bir dilenci olarak ge­çirmek
için izin istedi. Peygamber: «Ben sana iyi bir ör­nek değil miyim?» dedi. «Ben
kadınlara yaklaşırım, et ye­rim, oruç tutarım ve iftar ederim. Kendisini veya
diğer in­sanları hadım eden bizden değildir». Peygamber (s.a.v.) ds-man’ın,
söylediklerini anlamadığını düşünerek başka bir fırsatta tekrar bu konuya
değindi. «Ben senin için iyi bir örnek değil miyim?» dedi. Osman samimiyetle
evet dedi ve sorunun ne olduğunu sordu. «Sen her gün oruç tutuyor­sun» dedi
Peygamber ts.a.v.), «Her geceyi de namazla ge-çiriyorsun». Osman, birçok kez
Peygamber ts.a.v.)’in gece namazının ve orucun faziletlerini saydığını bildiği
için -Evet, elbette öyle yapıyorum»  
dedi. Peygamber  (s.a.v.:

«Öyle yapma,» dedi,
«çünkü gözlerinin, bedeninin ve aile­nin senin üzerinde haklan vardır. Bu
nedenle oruç tut, iftar da et; namaz kıl, aynı zamanda uyumaya da vakit ayır.»[3]

Hanif dininin bir
ifadesi olarak, vahiy sürekli, her ko­nuda Allah’a hamd ve şükretme konusunu
vurguluyordu.

«O, umulur ki
şükredersiniz diye işitme, görme {duyularını) ve gönüller verdi». (Naht: 78).

«Onda ‘sükun
bulup-âurulmanız’ için, kendi nefislerinizden eş­ler yaratması ve aranızda bir
sevgi ve merhamet kılması da, O’nun âye’tlerindendir. Hiç şüphe yok, bunda,
düşünebilmekte olan bir kavim için gerçekten âyetler vardır». (Rum: 21).

«De ki: Gördünüz mü,
söyleyin; Allah kıyamet gününe kadar geceyi sizin üzerinizde kesintisizce
sürdürecek olsa, Allah’m dışın­da size aydınlık verecek İlah kimdir? Yine de
dinlemeyecek misi­niz? De ki: Gördünüz mü söyleyin; Allah kıyamet gününe kadar
gündüzü sizin üzerinizde kesil tisızce sürdürecek olsa, Allah’m dt~ şında size,
içinde dinleneceğiniz geceyi getirecek ilah kimdir? Yİne de görmeyecek misiniz?
Kendi rahmetinden olmak üzere O, sizin için, içinde dinlenmeniz ve O’nun
fazlından (geçiminizi) aramanız için geceyi ve gündüzü varetti. Umulur ki
şükredersiniz». (Kasas: 71-3).

Osman tbn Mazun’un
ölümünden hemen sonra, cena­ze gömülmeden önce, Peygamber (s.a.v.), Aişe ile
birlikte Havle’yi ziyaret etti. Aişe (r.) daha sonraki yıllarda bu ola­yı şöyle
anlatıyor: «Peygamber (s.a.v.), Osman’ı öptü. Gö­zünden Osman’ın yüzüne yaşlar
damladığını gördüm». Osman’ın cenaze töreni sırasında Peygamber (s.a.v.) bir
kadının şöyle dediğini işitti: «Mes’ud ol ey Sa’ib’in baba­sı, çünkü cennet
senindir». Peygamber (s.a.v.) sertçe dön­dü ve: «Sana bunu bilme hakkını veren
ne?» dedi. Ka­dın : «Ey Allah’ın Rasulü, O Ebu’s-Sa’ib’dir» diyerek karşı
çıktı. Peygamber (s.a.v.) : «Allah’a anciolsun, biz onun haklanda iyilikten
başka bir şey bilmiyoruz» dedi. Daha son ra, ük karşı çıkışının Osman’a kaı*şı
değil, hakkı olmadı­ğı halde öyle konuşana karşı olduğunu belirtmek isterce­sine
:   «O, 
Allah’ı ve Rasulünü severdi» 
demeniz yeterdi» dedi.[4].

Ömer (r.), kayın
biraderinin, şehit olarak değil de ya­tağında öldüğünü görünce, ona duyduğu
saygıda bir azal­ma ve sarsılma olmuştu. Ömer daha sonraları bunu şöyle anlatıyor:
«Osman İbn Ma’zun şehit olarak ölmeyip, yata­ğında ölünce gözümden düştü: «Bu
dünyadan vazgeçmek­te hepimizden üstün olan, fakat şimdi yatağında ölen şu
adamı bırakın, dedim». Ömer (r.), Ebu Bekir (r.) ve Pey­gamber (s.a.v.)
yatağında ölene kadar da böyle düşünü­yordu. Fakat onların bu şekilde öldüğünü
görünce kendi­sini anlayışsızlıkla suçladı. Kendi kendine şöyle dedi: «Ya­zıklar
olsun sana, en iyilerimiz Öldü» -burada «yatağında öldü» demek istiyordu-
Bundan sonra Osman İbn Ma’zun, Ömer’in kafasında eski saygınlığına kavuştu.[5]

Mesciddeki üstü kapalı
bölümün bir kısmı, barınacak yeri ve geçim kaynağı olmayan yeni gelenler için
ayrıl­mıştı. Yararlanmaları için oraya yerleştirilen taş bir sıra nedeniyle
onlara ehl-i Suffa denirdi. Mescid, Peygamber (s.a.v.)’in odalarının bir devamı
gibi olduğu için, o ve ev halkı, kapılarının dibinde oturan ve gün geçtikçe
birer ikişer artan bu fakirlere karşı sorumlu hissediyorlardı ken­dilerini.
Bedir zaferi ile birlikte tüm Arabistan’daki kabi­leler ondan ve toplumundan
bahsetmeye başlamışlardı, is­lam’ın mesajı gün geçtikçe daha fazla insanı
çekiyordu Medine’ye. Bu nedenle Mescid’e bağlı odalarda oturanlar çok seyrek
kendilerine düşen payı yiyebiliyorlardı. Peygam­ber (s.a.v.) şöyle derdi: «Bir
kişinin yiyeceği iki kişiye, iki kişinin yiyeceği dört kişiye, dört kişinin yiyeceği
ise se­kiz kişiye yeter[6]».

Peygamber (s.a.v.)
genelde güzel ve hafif kokuları sev­diği gibi, kötü kokulara, özellikle de
kendisinin veya baş­kasının nefesinin kötü kokmasına karşı duyarlıdır. Aişe
(r.), onun eve girdiğinde yaptığı ilk işin yeşil hurma ağa­cından yapılma
misvağını almak olduğunu söylerdi. Yol­culukta ise Abdullah îbn Mes’ud (r.)
yanında Peygamber (s.a.v.) için yedek bir misvak bulundururdu. Ashab da
Peygamber (s.a.v.)’in misvak kullanma ve yemekten son­ra ağız yıkama
alışkanlığına uyarlardı.

Açlık bile onun bu
aşırı duyarlılığım etkilemezdi. Fa-‘kat bu duyarlılığı her zaman başkalarının
da kendisiyle paylaşmasını beklemezdi. İslam’ın yasaklamadığı ve Pey­gamber
(s.a.v.) ‘in kendisi yemediği halde arkadaşlarına ye­meleri için ısrar ettiği
bazı yiyecekler vardı. Bunlardan biri Mekke’de bulunmayan, fakat Yesrib ve
başka yerler­de çok rastlanan büyük kertenkelelerdi. Bazen O, başkala­rının
yemesini yasaklamadan bir yemeği yemeyi redde­derdi. Bir keresinde, Ensar’dan
biri ona hediye olarak tür­lü yemeği getirdi. Peygamber (s.a.v.) tam yemekten
tada­cakken onda ağır bir sarmısak kokusunun olduğunu far-ketti, hemen elini
çekti. Yanında olanlar da onun elini çek­tiğini görünce ellerini çektiler,
Peygamber (s.a.v.) onlara: «Ne oldu?» diye sordu. «Sen elini çektin, bu yüzden
biz de ellerimizi çektik» dediler. O: Allah’ın adıyla yemeye başlayın» dedi,
«Sizin konuşmadığınız kişiyle ben çok ya­kın sohbette bulunmak zorundayım.[7]
Oıilar bu yakın ki­şinin Cebrail olduğunu hemen anladılar. Yemek hazırlan­mış
ve Önlerine getirilmişti; bu nedenle israf edilmeme­liydi. Bununla birlikte
Peygamber (s.a.v.) genelde onları, soğan ve sarmısak yememeleri, özellikle
Mescid’e gitmeden önce buna dikat etmeleri için uyarırdı[8]

Fatıma (r.),
evlenmeden önce bir bakıma ehl-i Suffa’-ya ev sahipliği yapıyordu.
Fedakârlıklar, Peygamber (s.a.v.) ve ailesinin güncel yaşamının bir parçası
olduğu halde Fatıma, şimdiye kadar eksikliğini hiç hissetmediği bir sorunla
karşı karşıyaydı. O, hiç bir zaman kendisine yardım eden ellerin eksikliğini
duymamıştı. Kardeşi Ümmü Gül-süm’ün yanısıra Ümmü Eymen de her an yardıma hazır­dı.
Ümmü Süleym (r.) on yaşındaki oğlu Enes CrJ’i Pey­gamber Cs.a.v,)’e hizmetçi
olarak vermişti. Enes yaşının ötesinde düşünce ve akıl sahibi bir çocuktu.
Annesi Ummü Süleym ile ikinci kocası Ebu Talha da her an yardıma ha­zır bir
şekilde beklerlerdi. İbn Mes’ud ise ev halkından bi­ri sayılabilecek kadar Peygamber
(s.a.v.î’e yakındı. Abbas da kısa bir süre önce, Mekke’ye döndükten sonra kö­lesi
Ebu Rafi’yi Peygamber (s.a.v.)’e hediye olarak gön­dermişti. Peygamber (s.a.v.)
onu azat etmiş, fakat özgür­lüğüne kavuşması onu, Allah’ın Rasulüne hizmet
etmek­ten alıkoymamıştı. Bir de uzun süreden beri onların hiz­metine koşan
Osman İbn Ma’zun’un dul eşi Havle vardı. Fakat Fatuna’nın. yanında şimdi bu
yardım eden ellerden hiçbiri yoktu. Aşın fakirliklerini gidermek için. Ali (r.)
su çekiyor ve taşıyor, Fatrma ise buğday öğütüyordu. «El­lerim kabarıncaya
kadar öğüttüm» dedi bir gün Ali’ye Ali de ona: «Ben de omuzlarım ağrıyıncaya
kadar su çek­tim. Allah babana bir çok köle vermiş, git ve onlardan birini
hizmet etmesi için iste» dedi. Fatıma hemen Pey­gamber Cs.a.v.)’in yanına
gitti. Babası onu görünce- «Se­ni buraya getiren ne küçük kızım?» diye sordu.
Fatıma, babasına duyduğu saygıdan evdeki niyetini söyleyemedi ve: «Seni
selamlamak için geldim» dedi. Eli boş dönün­ce Ali Cr.) ona: «Ne yaptın?» diye
sordu. «İstemeye utan­dım» dedi, Fatıma (r.). Bunun üzerine ikisi birlikte
gidip Peygamber Cs.a.v.)’e isteklerini bildirdiler. Fakat Peygam­ber (sa..v.)
onların hizmetçiye diğerlerinden daha az ih­tiyaçları olduğunu öne sürerek
isteklerini geri çevirdi. «On-lan size verin de ehl-i Suffa’nm açlıktan
kıvranmasını is­temem. Onları besleyecek kadar gelirim yoK. Sadece elim-dekini
avucumdakini satarak onları besleyebiliyorum» dedi.

Ali  (r.) 
ile Fatıma  Cr.) biraz düş
kırıklığı içinde ev­lerine döndüler. Fakat o gece, onlar yattıktan sonra kapıda
içeri girmek için izin isteyen Peygamber (sa.v.)’in se­sini duydular. Ona hoş
geldin diyerek yataktan kalktılar. Fakat Peygamber (s.a.v.) : «Olduğunuz yerde
kalın» dedi ve yanlarına oturdu. «Size benden istediğinizden daha de­ğerli bir
şey vereyim mi?» diye sordu. Onlar evet dedik­lerinde ise şunları söyledi:
«Cebrail bana şöyle öğretti. Her namazdan sonra on defa Elhamdülillah (Hamd Al­lah’adır),
on defa Sübhanallah (Allah teşbih edilendir) ve on defa Allahu Ekber (Allah
büyüktür) deyin. Yattığınız zaman da herbirini otuz üçer defa tekrarlayın». Ali
ileriki yıllarda şöyle derdi: «Allah’ın Rasulü bize bunları öğret­tikten sonra,
bir kez bile onları okumayı ihmal etmedim»

Ali (r.) ile Fatıma
(r.)’nın evleri Mescid’den çok uzak değildi, fakat Peygamber (s.a,v.) kızının
kendisine daha da yakın olmasını istiyordu. Evliliklerinden birkaç ay son­ra
Peygamber (s.a.v.)’in uzaktan akrabası .olan Hazreç’li Harise Peygamber
(s.a.v.) ‘e geldi ve şöyle dedi: «Ey Al­lah’ın Basulü, Fatıma’yı daha da
yakınma getirmek iste­diğini duydum. Benim evim Neccaroğulları arasında sa­na
en yakın evdir, şimdi onu sana veriyorum. Ben ve mal­larım, Allah ve Rasulü
içindir. Benden birşeyler alırsan, almamandan daha çok sevinirim.» Peygamber
(s.a.v.) ona dua etti ve hediyesini kabul etti. Kızı ve damadını kendi­sine
komşu olarak getirdi.

Hârise’nin cömertliği
ile Medine’de gerek kendisine gerekse diğerlerine karşı gösterilen cömertliğe
çok seviniyordu. Fakat o sırada meydana gelen bir olay düş kırıklığı yarattı.
Peygamber (s.a.v.) Evs’li Ebu Lübabe’yi takdir ederdi. Bedir Savaşı sırasında,
onu Medine’de ken­disini temsil etmesi için Revha’dan geri göndermişti. O yılın
sonlarına doğru, Ebu Lübabe’nin velayetinde bulunan bir yetim Peygamber
(s.a.v.)’e geldi. Velisinin, kendisine ait olan bir hurma ağacına sahip
çıktığını söyledi. Ebu Lübabe’ye haber gönderdiler. Ebu Lübabe ağacın kendisi­nin
olduğunu iddia etti, gerçekten de öyleydi. Peygamber (s.a.v.) meseleyi
öğrenince Ebu Lübabe’nin lehine karar ver­di. Fakat uzun süreden beri ağaca
sahip olduğuna kendisini alıştıran yetim çok üzülmüştü. Bunu gören Peygam­ber
(s.a.v.) Ebu Lübabe’den ağacı kendisine hediye ola­rak vermesini istedi, fakat
Ebu Lübabe kabul etmedi. Pey­gamber (s.a.v.) : «Ey Ebu Lübabe, o zaman ağacı bu
yeti­me hediye et, Cennette karşılığını bulursun» dedi. Fakat olaylar Ebu
Lübabe’nin duygularını etkilemişti, bu neden­le yine kabul etmedi. O sırada
Ensardan biri, Sabit Ibn ed-Dehdahe (r.î, Peygamber’e: «Ey Allah’ın Rasulü, ben
bu ağacı alıp bu yetime versem aynısını cennette bulacak mı­yım?» diye sordu.
«Elbette bulacaksın» cevabını alınca he­men Ebu Lıibabe’den bir hurma bahçesi
karşılığında o ağa­cı aldı. tbn ed-Dehdahe ağacı yetime verdi[9]
Peygamber is.a.v.) onun adına çok sevinmiş, fakat Ebu Lübabe adına üzülmüştü.

 

 



[1] I. S. VIII, SS4.

[2] I. S. Vin, 12-15.

 

[3] I. S. 111/1,289.

[4] I. S. 11/1, 289-90.

[5] Age.

[6] M. XXXVI, 176.

[7] I. S. 1/2, no.

 

[8] B. XCVI, 24.

[9] W. 505 246