8. İsm-i Mübhem üt-Tam
وَ الثَّامِنُ؛ اَلْاِسْمُ الْمُبْهَمُ التَّامُّ، فَإِنَّهُ يَنْصِبُ اِسْمًا نَكِرَةً عَلَى التَّمْيِيزِ وَ تَمَامُهُ اَىْ كَوْنُهُ عَلَى حَالَةٍ يَمْتَنِعُ اِضَافَتُهُ مَعَهَا بَاحَدِ خَمْسَةِ أَشْيَاءَ بِنَفْسِهِ وَ ذَلِكَ فِي الضَّمِيرِ الْمُبْهَمِ، نَحْوُ؛ رُبَّهُ رَجُلاً وَ يَالَهُ رَجُلاً وَ نِعْمَ رَجُلاً وَ فِي اسْمِ الْاِشَارَةِ، نَحْوُ؛ قَوْلِهِ تَعَالَى مَاذَا اَرَادَ اللهُ بِهَذَا مَثَلاً. وَ بِالتَّنْوِينِ إِمَّا لَفْظًا، نَحْوُ؛ رِطْلٌ زَيْتًا أَوْ تَقْدِيرًا، نَحْوُ؛ مَثَاقِلُ ذَهَبًا وَ اَحَدَ عَشَرَ رَجُلاً وَ مُمَيِّزُ ثَلاَثَةَ إِلَى عَشَرَةَ لاَ يُنْصَبُ بَلْ هُوَ مَجْرُورٌ وَ مَجْمُوعٌ، نَحْوُ؛ ثَلاَثَةُ رِجَالٍ إِلاَّ فِي ثَلاَثَ مِئَةٍ إِلَى تِسْعَ مِئَةٍ وَ مُمَيِّزُ اَحَدَ عَشَرَ إِلَى تِسْعٍ وَ تِسْعِينَ مَنْصُوبٌ مُفْرَدٌ دَائِمًا وَ مُمَيِّزُ مِئَةٍ وَ أَلْفٍ وَ تَثْنِيَتِهِمَا وَ جَمْعِهِ لاَ يُنْصَبُ بَلْ هُوَ مَجْرُورٌ مُفْرَدٌ، نَحْوُ؛ مِأَةُ رَجُلٍ وَ أَلْفُ دِرْهَمٍ وَ بِنُونِ التَّثْنِيَةِ، نَحْوُ؛ مَنَوَانِ سَمْنًا. وَ يَجُوزُ فِي بَعْضِ هَذَيْنِ الْاِضَافَةُ، نَحْوُ؛ رِطْلُ زَيْتٍ وَ مَنَوَا سَمْنٍ وَ لاَ يَجُوزُ فِي غَيْرِهِمَا وَ بِنُونِ شِبْهِ الْجَمْعِ وَ هُوَ عِشْرُونَ إِلَى تِسْعِينَ، نَحْوُ؛ عِشْرُونَ دِرْهَمًا وَ بِالْاِضَافَةِ، نَحْوُ؛ مِلْؤُهُ عَسَلاً. وَ لاَ يَتَقَدَّمُ مَعْمُولُ الْاِسْمِ مُبْهَمُ التَّامِ عَلَيْهِ.
وَ الثَّامِنُ؛ kıyasi amillerin sekizincisi; اَلْاِسْمُ الْمُبْهَمُ التَّامُّ، “ism-i mübhem üt-tam” yani “tam kapalı isim”dir. فَإِنَّهُ bu ism-i mübhem üt-tam ki, يَنْصِبُ nasb eder, اِسْمًا نَكِرَةً nekire olan ismi, عَلَى التَّمْيِيزِ temyiz olmak üzere, وَ تَمَامُهُ ve onun (ism-i mübhem üt-tam’ın) tamam olması, اَىْ كَوْنُهُ عَلَى حَالَةٍ yani ism-i mübhem üt-tam’ın bir hal üzere olması, يَمْتَنِعُ mümteni olur, yasaktır; اِضَافَتُهُ onun (ism-i mübhem üt-tam’ın) izafe edilmesi, مَعَهَا o hal ile, بَاحَدِ خَمْسَةِ أَشْيَاءَ beş şeyden biri ile, بِنَفْسِهِ bu beş şeyden birincisi kendisi iledir. وَ ذَلِكَ ve bu, yani ism-i mübhem üt-tam’ın kendisi sebebiyle başka bir isme izafe edilmesinin mümteni olması, فِي الضَّمِيرِ الْمُبْهَمِ، mübhem (kapalı) zamirde. نَحْوُ؛ misali şöyledir; رُبَّهُ رَجُلاً “bir çok adam” terkibindeki هُ zamiri gibi. Bu هُ zamiri, kendisinden önce herhangi bir merci zikredilmediğinden dolayı mübhem bir zamirdir. Kendisinden kastedilen mana kapalıdır. Bu nedenle هُ zamir-i mübhemi رَجُلاً kelimesini temyiz olmak üzere, manasını kaldıran bir isim olmak üzere naspetmiştir. وَ يَا لَهُ رَجُلاً ve “Ey acayip adam” terkibindeki لَهُ lafzındaki هُ zamir-i mübhemi gibidir. وَ نِعْمَ رَجُلاً ve “O ne güzel adam” terkibindeki نِعْمَ fiilinde müstetir bir zamir-i mübhem olan هُوَ zamiri gibidir. فِي اسْمِ الْاِشَارَةِ، ve ism-i mübhem üt-tam’ın kendisi sebebiyle başka bir isme izafe edilmesinin mümteni olması “ism-i işaret”tedir. Buna misal; نَحْوُ؛ gibidir; قَوْلِهِ تَعَالَى Allah-u Tealanın şu sözündeki olduğu gibi; مَاذَا اَرَادَ اللهُ بِهَذَا مَثَلاً “Bu mesel ile Allah neyi murad etti” Bakara suresi 26. ayet-i şerifindeki ذَا ism-i işareti gibidir. İsm-i mübhem üt-Tam’ın başka bir isme izafe edilmesinin mümteni olması haletinin ikincisi; وَ بِالتَّنْوِينِ tenvin iledir. O tenvin إِمَّا لَفْظًا، ya lafzidir; نَحْوُ؛ misali şöyledir; رِطْلٌ زَيْتًا “bir rıtıl (ölçek – litre) zeytin yağı” gibidir. أَوْ تَقْدِيرًا، veya takdiren olur; نَحْوُ؛ misali şöyledir; مَثَاقِلُ ذَهَبًا “Birkaç miskal (sıklet, ağırlık, gram vs.) altın” gibidir. وَ اَحَدَ عَشَرَ رَجُلاً ve “Onbir adam” terkibleri gibi. رِطْلٌ زَيْتًا terkibinde رِطْلٌ ve مَثَاقِلُ ذَهَبًا terkibinde ذَهَبًا ve اَحَدَ عَشَرَ رَجُلاً terkibinde ise رَجُلاً lafızları tenvin ile tam mübhem olan isimleri temyiz etmiştir. وَ مُمَيِّزُ ve temyiz edicisi, ثَلاَثَةَ إِلَى عَشَرَةَ üç’ten on’a kadar, yani ثَلاَثَةٌ ve أَرْبَعَةٌ ve خَمْسَةٌ ve سِتَّةٌ ve سَبْعَةٌ ve ثَمَانِيَةٌ ve تِسْعَةٌ ve عَشَرَةٌ ism-i adetlerinin temyizi, لاَ يُنْصَبُ mensub olunmaz, بَلْ هُوَ مَجْرُورٌ bilakis o mecrurdur. Bu mecruriyet, temyiz edicinin ism-i adetlerin muzafun ileyhi olması nedeniyledir. وَ مَجْمُوعٌ، ve mecmu’dur, yani çoğul olan bir isimdir. Bu temyiz çoğul ve mecrurdur. نَحْوُ؛ misali şöyledir; ثَلاَثَةُ رِجَالٍ “üç adam” terkibindeki رِجَالٍ lafzı hem çoğul hem de mecrurdur. إِلاَّ ancak temyiz cemi olan bir lafız değildir; فِي ثَلاَثَ مِئَةٍ إِلَى تِسْعَ مِئَةٍ üçyüz ile dokuz yüz arasındaki döryüz, beşyüz, altıyüz, yediyüz, sekizyüz sayılarıdır. وَ مُمَيِّزُ اَحَدَ عَشَرَ إِلَى تِسْعٍ وَ تِسْعِينَ ve onbir ila doksandokuza kadar olan sayıların temyizi; مَنْصُوبٌ مُفْرَدٌ دَائِمًا daima müfred mansubtur. وَ مُمَيِّزُ مِئَةٍ وَ أَلْفٍ ve yüz ve bin sayılarının temyizi; وَ تَثْنِيَتِهِمَا ve bu ikisinin tesniyeleri yani أَلْفَانِ وَ مِئَتَانِ lafızları, وَ جَمْعِهِ ve أَلْفْ “bin” kelimesinin cemisi آلاَفٌ ve أُلُوفٌ ism-i adetlerinin temyizi yani toplamda أَلْفَانِ ve مِئَتَانِ ve أَلْفْ ve مِائَةٌ ve آلاَفٌ ve أُلُوفٌ ism-i adetlerinin temyizi لاَ يُنْصَبُ بَلْ هُوَ مَجْرُورٌ مُفْرَدٌ، mensub kılınmaz, bilakis müfred ve mecrurdur, نَحْوُ؛ misali şöyledir; مِأَةُ رَجُلٍ “yüz adam” terkibindeki رَجُلٍ lafzı cemi ve mecrurdur. وَ أَلْفُ دِرْهَمٍ ve “bin dinar” terkibindeki دِرْهَمٍ lafzı müfred ve mecrurdur. وَ بِنُونِ التَّثْنِيَةِ، ve ism-i mübhem üt-tam’ın tamamlığı tesniye nunu iledir; نَحْوُ؛ misali şöyledir; مَنَوَانِ سَمْنًا “iki men yağ” gibidir. اَلْمَنَا ve اَلْمَنُّ sekizyüzonbeş,otuzdokuz 815,39 gr. Değerinde bir ölçekdir. وَ يَجُوزُ فِي بَعْضِ bazısında caiz olur, هَذَيْنِ bu ikisinin yani tenvin ve tesniye nunu ile mübhemliği tamamlanan ism-i mübhem-i tammın bazısında caiz olur, الْاِضَافَةُ، temyizlerine izafe edilmeleri. نَحْوُ؛ misali şöyledir; رِطْلُ زَيْتٍ “bir ölçek zeytinyağı” terkibindeki رِطْلُ aslen رِطْلٌ olması gerekirken muzaf olduğu için tenvin hazfedilmiştir. وَ مَنَوَا سَمْنٍ ve “iki men yağ” terkibinde مَنَوَانْ olması gereken ibare muzaf olması nedeniyle sondaki nun’un hazfedilmesine neden olmuştur. وَ لاَ يَجُوزُ ve caiz değildir; فِي غَيْرِهِمَا o ikisinden (tenvin ve tesniye nunu) başkasında caiz olmaz. وَ بِنُونِ شِبْهِ الْجَمْعِ ve cemi müzekkere şibih (benzer) olan nun ile, وَ هُوَ عِشْرُونَ إِلَى تِسْعِينَ، bu da yirmi ile doksan arasındaki sayılar içindir, نَحْوُ؛ misali şöyledir; عِشْرُونَ دِرْهَمًا “yirmi dirhem” gibidir. وَ بِالْاِضَافَةِ، ve başka lafza izafe edilmesi ile, نَحْوُ؛ misali şöyledir; مِلْؤُهُ عَسَلاً “o’nun dolusu bal” terkibindeki مِلْؤٌ “dolu” kelimesi هُ zamirine izafe edildiğinden tam olmuştur. وَ لاَ يَتَقَدَّمُ ve öne geçmez, الْاِسْمِ مُبْهَمُ التَّامِ ism-i mübhem üt-tam’ın, عَلَيْهِ kendisi üzerine, yani ism-i mübhemin nasb ettiği temyiz kendisinden önce zikredilemez.