Hadis Usulü

4- Abadile (Abdullahlar): Hadis Usulü Online Oku


4- Abadile (Abdullahlar
):

 

Yukarıda ismi geçen âlim sahâbilerden bazılannın
adı Abdullah olduğu için, onların Abâdile (Abdullahlar) diye ayrıca gruplanması
eskiden beri âdet olmuştur. Bunlar: Abdullah İbnu Ömer, Abdullah İbnu Abbas,
Abdullah İbnu’z-Zübeyr, Abdullah İbnu Amr İbni’l-Âs.

Abdullah İbnu Mes’ud bunlar arasında
zikredilmez. Çünkü öbürleri abâdile diye şöhrete erdikleri sırada Abdullah İbnu
Mes’ud vefat etmiş bulunuyordu. Öbürleri, imamların kendilerine muhtaç olup
müracaat edecekleri vakte kadar yaşadılar.

Bunlar bir meselede görüş birliğine varınca: “Bu
Abâdile’nin görüşüdür” denir. Bazıları İbnu Zübeyr’i buraya dahil etmez.

Ashab arasında 220-300 kadar başka Abdullah’lar
da mevcuttur ancak Abâdile denince onlar kastedilmez.[1]

Adları Abdullah olan fakîh ve muhaddis dört
sahâbî. Abâdile, Abdullah kelimesinin çoğulu olup “Abdullahlar” anlamına
gelmektedir. Ashâb içinde iki yüz kadar Abdullah adında sahâbî bulunduğu halde
Abâdile denilince fıkıh ve hadîs’te Abdullah adını taşıyan üç veya dört sahâbî
kasdedilmiş ve bunlar bu isimle şöhret bulmuşlardır. Bunlar; Abdullah İbn Abbâs
(ö. 65/687-688), Abdullah İbn Ömer (ö. 74/693), Abdullah İbn Amr (ö. 65/687-688)
ve Abdullah İbn Zübeyr (ö. 73/692)’dir (r.anhum). İslâm âlimlerinden bazıları
Abdullah İbn Zübeyr yerine Abdullah İbn Mes’ud (ö. 32/652-653)’u Abâdile’den
kabul etmektedirler. Fakat İbn Mes’ud’un Abâdile’den olmadığı kanaati daha
yaygındır.[2]

Bu büyük sahabîler İslâm fıkhına olan
vukûfiyetleri ve verdikleri fetvalarla meşhurdurlar. Bu sahâbîler Hz. Peygamber
(s.a.s.) devrinin genç, dinamik, gayretli, ilim ve ibâdete son derece düşkün
kimseleriydi. Bu Abdullahlar, Cenâb-ı Allah’ın bir lûtfu olarak Rasûlullah’tan
sonra uzun müddet yaşamış ve diğer büyük sahâbilerden de öğrendiklerini
kendilerinden sonra gelen nesillere öğretmişlerdir. Abâdile herhangi bir İslâmî
problemin çözümünde aynı görüşü belirtmiş ve aynı paralelde ictihâd etmişlerse
onların bu görüşüne “Abâdile’nin görüşü” denir. Bu tabir fıkıh usûlünde
yerleşmiş bir tabirdir.[3]



 




[1]

İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/534.



[2]

Tecrîd-i Sarîh Tercümesi: I/27.



[3]

Ahmed Ağırakça, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/2

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu