Hayırlı olsun, cemaati bol olsun, feyzini görürüz inşallah. Ben fikrimi söyledim; itiraz gerekçelerim hâlâ yerinde duruyor, fikrimden inhiraf etmiş değilim.
Muhafazakâr bir ağabey!
Geçenlerde “Muhafazakâr bir ağabey”imiz, ismimi zikretmeden, “Başbakan’ı severim ama Çamlıca’yı daha çok severim” başlıklı yazımı eleştirdi. Kendisini de severim, hürmetim vardır ve devam ediyor. Nezaket kasdıyla ve kırgınlık olmasın endişesiyle isim zikretmemiş ise aynı gerekçelerle ben de bu abimizin adını zikretmiyorum.
Çamlıca’ya iktidar inisiyatifiyle ve devlet bütçesinden cami yaptırılmasını “Meydan okuma” diye nitelendirdiğimi hatırlatarak, bu tavrı anlamadığını, Süleymaniye’nin, Fatih Camii’nin, Sultanahmet’in ve Ayasofya’nın İstanbul’un hakim tepelerine yapıldığını belirten muhafazakâr ağabeyimiz, aynı uygulamanın Anadolu yakasında da devam ettiğini, Mihrimah’ın, Yeni Valide’nin, Şemsipaşa Külliyesi’nin teşkil ettiği emsalsiz siluetle İstanbul’un kendini dünyaya sunduğunu ileri sürdü. Ona göre bu bir kimlik seslenişi idi.
Bu satırları okuyanlar, benim İstanbul’un bol kubbeli, minareli karakterinden rahatsız olduğumu zannedebilir. Hiç alâkası yok, aksine bayılıyorum. Eleştirdiğim şey, özellikle yeni oluşan semtlerde haddinden fazla iri tutulmuş camiler ve yüksek tutulmuş çok şerefeli minare inşasının, şuuraltımızın çok derinlerde yatan bir korkunun beslediği bağırma (Bağırarak korkuyu bastırma ihtiyacı) duygusu ile bir meydan okuma gösterisine dönüştürülmesidir.
Bu fikri eleştirmek için Selimiye, Süleymaniye, Yeni Valide gibi Selâtin camilerini örnek göstermeyi anlamlı bulmuyorum. Elbette cami yapılırken şehrin ruhuna, karakterine, görünüşüne “Güzellik, hoşluk” katması hesab edilir, hatta hesap edilmelidir. Mesele şurada: Biz vaktiyle dedelerimizin macun gibi yoğurduğu ve şekil verdiği güzelliği yeniden üretemiyoruz (niçin, cevap isterim), tekrar ve taklitte bile muvaffak olamıyoruz. Türkiye’nin her yerinde birbirinden çirkin, berbat camiler yaptık; bunları “İslam-Türk medeniyetine birer katkı”dır diye dünyaya sunabilir miyiz?
Kaldı ki, İslâm’ın ruhunu ve karakterini zannedildiğinin aksine otuz bin kişilik iri meydan okuma eserleri vermez; hattâ hatta İstanbul siluetine bir yüzük kaşı gibi yakışan Selâtin camileri bile tam aksettirmez; onlar devlet otoritesinin şâşaasını göstermek için kamu parasıyla yapılmış pahalı kamu binalarıdır. İslâm’ın asıl ruhu mahalle camilerindedir, sokak aralarındaki mütevazı mescidlerdedir. Balkanlarda İslâm, iri inat projeleriyle değil, kılcal damarlar gibi bütün şehirde çiçek misâli açan küçük mescidlerle gülümseyen çehresini gösterdi. Monumental (Abidevî) ifadeli olmadığı için sıradan bakışlar, küçük camilerde ve mescidlerde fevkaladelik görmez, alçakgönüllüğün müessiriyetini fark etmezler ama bu küçük, sâde ve basit mâbedler sadeliğin, ivazsız din gayretinin, ihlâsın ve sıradan güzelliklerin şâheserleridir. Kimini esnaftan kebapçı Ali Ağa, kimini sıradan bir ev hanımı Hesnâ Hatun, kimini devişandan Sofu Yusuf Efendi şân olsun diye değil, Hakk’ın rızasını kazanmak, cemiyete hizmet etmek için kendi ceplerinden yaptırıvermişlerdir. İstanbul’da, Anadolu’da, Balkanlarda onbinlercesi hâlâ ayakta; kadrini bilen o kadar az ki…
Camiyi kubbeyle, devâsâ heybetli yapılara, israf ve görgüsüzlük âbidesi çok şerefeli minarelerle özdeşleştirenler bana mezarlıktan geçerken korkusundan ıslık çalanları hatırlatıyor. Korkmak insani bir histir ve ayıplanmaz ancak “tarz” haline getirilip savunulmaya kalkışıldığında söylenecek birkaç sözü olanlar elbette çıkacaktır.
Bir güvensizlik belirtisi mi?
Şehirlerin yüksek yerlerine devâsâ kubbeler, yüksek minâreler inşâ ettirmek, aslında temel değerlerimize duyduğumuz güvensizliğin yansıması. Cami ihtiyacının mâkul ve estetik seviyede karşılanmasından bahsetmiyoruz, şehirlere camiler aracılığıyla İslâm mührü basmaktan söz ediyoruz. Adaletle, hizmetle, hürmetle-nezaketle, ilimle, zenaatle, aşkla, şevkle, sanatla, güzellikleri çoğaltarak basmamız gereken İslâm mührünü kestirmeden olur-olmaz yere cami yaptırarak kazımak biraz kolaycılık olmuyor mu?
Muhafazakâr abimiz, Çamlıca tepelerine yapılacak camiye itirazımın deruni sebebini tahlil ederken, aslında kırılmam gereken bir ifade tercih ederek şöyle diyor: “Belki o muhafazakâr yazarın itirazında da, öteki cenahın oluşturduğu laik ceberutluğun yansımaları söz konusudur.” Yani şöyle düşünmüş oluyorum abimize göre “Laikçiler alınır, gerilir, üzülür, tahrik ve tahriş olur, aman camiden vazgeçelim, şunlara bulaşmayalım!”
Bu niyet okuma teşebbüsü şık olmamış; çünkü doğru değil!
Şeddadi bina nedir?
En iyisi, yeni câmi inşâsı konusundaki ana fikirlerimi sıralamak:
1- Câmi, gerçek bir ihtiyaca cevap vermek maksadıyla inşâ edilmeli, cemaatin talebi mutlaka göz önüne alınmalıdır.
2- Camiler şan olsun, dinsiz-imansızlar görüp hizaya gelsin, ürksün niyetiyle “Şeddâdi” ölçülerde tasarlanmamalıdır. Her beldenin cami-i kebîri (Cuma Mescidi) hükmündeki kalabalık yerleşimlere hitab eden kebîr mescidler eserler hariç olmak üzere İslâm mabedleri, insâni ölçeği göz önünde tutan, inşâsında masraftan ictinab edilen, bakımı, hizmeti ve temiz tutulması kolay, gönül açıcı boyut ve özellikler taşımalıdır.
3- Camilerin mimarlık ifadelerine azami dikkat ve riayet gösterilmelidir. Gözlerimiz çirkin örneklerle yeteri kadar kirlendi. Bir mimarlık ürününün klasik veya modern olması tek başına mânâsızdır. Klasikleri kopya etmekte başarısızlığımız tescillidir, modern arayışları da acemi mimarlarımız eline gözüne bulaştırıyor ama bu demek değildir ki çare tükendi: Hayır!
Karanlıkta konuşmak yerine bir mum yakmaz
Bakın geçenlerde ne oldu? Niyet okumak yerine konuya elle tutulur bir nitelik kazandırmak isteyen Radikal gazetesi kültür servisi bana olumlu ve olumsuz bulduğum camilerden beşer tanesini listelemem konusunda bir ricada bulundu. Üşenmedim, listemi hazırlayıp gönderdim. Sizlerle de paylaşıyorum:
İşte, “Yeni cami dediğin böyle olur” denilebilecek eserler: Antalya Karakaş Camii, Gebze Şekerpınar Camii, Karabük Yenişehir Camii, Çankaya Merkez Camii, Ankara Dikmen Vadisi Camii, Mersin Bozyazı Merkez Camii. Bunlara, Zeytinburnu’nda Mimar Aydın Yüksel’in inşaa ettiği Seyit Nizam Camii’ni ve Beylerbeyi sırtlarına TOKİ’nin yapmakta olduğu Şehrizar sitesinin çok şık camisini de ekleyebilirim rahatlıkla.
Kötü bulduğum örnekler ise şöyle: Safranbolu Dizdar Camii, İzmir Egekent Camii, Mersin Çetinkaya Camii, Kozyatağı Modern Mehmet Çavuş Camii, Yedpa Camii, Kayışdağı, Diyanet Camii, Ankara (Diyanet sitesi içinde)
Zihin karışıklığına gerek yok, tartışmayı dini ve ideolojik düzlemde değil de, medeni, teknik ve mimari düzlemde devam ettirmek daha hayırlı sonuçlar doğuracaktır…
A.Turan Alkan
Zaman