İlahiyat HaberMehmet Ali Büyükkara

Cemaatlerin iktidar ihtiraslarına geçit verilmemeli – Mehmet Ali Büyükkara

Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara yazdı: Cemaatlerin iktidar ihtiraslarına geçit verilmemeli

 

15 Temmuz… Darbe girişimi… 240 şehit ve bir destan yazan Türkiye. İstanbul Şehir Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara ile FETÖ’cülerin ihanetini, örgütün arkaplanını ve Türkiye’deki dini cemaatleri konuştuk.

DENİZ BARAN / ELİF KARAALİOĞLU

Metafizik öğelerin kullanımı bakımından Gülenciler ile Türkiye’deki diğer cemaatler arasında nasıl bir fark var?

Bizler akademik çalışmalarda, bu grubun Nurculuk ile olan bağını 20 yıl önce koparmıştık. Çünkü bu cemaat 60’ların başında Nurculuk üzerinden bir başlangıç yapsa da 80’lere geldiğimizde Gülen’in kimliği Said-i Nursi’nin kimliğinin önüne geçti. Bu durumu dillendirenlere Gülen’den bir itiraz gelmedi açıkçası.
Öte yandan Gülen grubunu, Nurcu olsun olmasın Türkiye’deki ya da yurtdışındaki dini cemaatler gibi de tanımlayamıyoruz. Gülencileri bir “kült grubu” olarak açıklıyoruz. Darbeden sonra bu durum daha kalın çizgilerle belirginleşti. “Mesih-Mehdilik” eksenli anlatı daha önce az çok bilinse de şimdilerde yapılan itiraflarla iyice ortaya çıktı.
“Kült”, dinler ve mezhepler tarihi bağlamında bakınca İslami ıstılahta karşılığı olan bir kavram değil; daha çok Batı Hristiyanlığı kaynaklı bir kavram. Fakat yine de bizde pratik bir karşılığını bulabiliyoruz. Kültün iki belirgin karakteristiği var: Birincisi, kutsallaştırılmış lider; ikincisi, dünyanın sonuna dair inanç ve anlatıların grup düşüncesine damgasını vurması. Ayrıca ezoterik/batıni bir dil kullanmaları, gizlilik ve katı bir hiyerarşinin mevcudiyeti.
Gülen, örgütün okulları, vakıfları gibi şeffaf ağlarında kanaat önderi gibi tanıtılsa da ortada ikircikli bir yapı var. Şeffaf ağların arkasındaki gizli ağlarda Gülen artık bir kanaat önderi değildir, doğrudan mehdinin kendisidir, ahir zaman ve kötüleşmiş dünya söylemi bağlamında vazifeli bir kurtarıcıdır. Haliyle “ilahi olan”la irtibat halindedir; evliyâullahla, peygamberle ve hatta Allah ile iletişim kurabilmektedir. Bu ağlardaki hiyerarşi, mehdi kabul edilen Gülen’e yakınlığa göre şekil alıyor. Türkiye’deki cemaatlerin bir kısmında, özellikle sufi oluşumlarda da ezoterik bir dil kullanılıyor olabilir, ancak söz konusu özelliklere sahip olan bir grup ülkemizde de mevcut değil, İslam aleminde de.

***

Devletin üst düzey kademelerinde görevli olanların da içinde yer aldığı örgütün kontrolü nasıl sağlanıyor?

Kült yapılarda bu olur. Enformasyon kontrolü sayesinde. İnsanların çocuklukta devşirilmesi, belirlenmiş bir bilginin sürekli kendilerine empoze edilmesi, beyinlerin bu yolla yorgun düşürülmesi ve teslim alınması; grup kimliğinin bireysel, ailesel ve milli kimliklerin önüne geçirilmesi… Yani bilindik beyin yıkama teknikleri söz konusu. Belli ki Gülenciler hâlen mevcut ya da daha önceki benzer yapıları incelemişler, kullanılabilecekleri özellikleri gayet eklektik biçimde almışlar.

FETÖ’cüler sözde bir sosyal İslam hareketiydi, gelinen noktayı nasıl açıklarsınız?

Evet, bu grubun böyle bir iddiası oldu, kendisini de dışarıya böyle tanıttı. Ancak devlet aygıtlarını ele geçirme hususunda Müslüman Kardeşler gibi gerçekten siyasal İslamcı denecek örgütlere taş çıkartacak (!) yöntemleri kullandılar. Tepeden inmek üzere eşi görülmemiş bir devlete sızma operasyonu yaptılar kimseye farkettirmeden.

Bir yapı devleti ele geçirmeye çalışıyorsa bu siyasal bir harekettir. Kendilerini nasıl gösterdikleri önemli değil. İlginçtir, Gülenciler sözümona bir “sosyal İslam hareketi” olarak mesela akademisyen yetiştirmede başarılı olamamıştır. Bunun sebebi malum, bu kadar enformasyon kontrolünün olduğu bir atmosferde düşünen adam yetişmez. Örgütün az sayıda akademik yüzünün de yurtdışındaki yayınlarına baktığımızda cemaatlerini “post-İslamist” olarak tanıttıklarını görüyoruz. İşte Olivier Roy’un dillendirdiği “siyasal İslam iflas etti, onun yerini El Kaide gibi neo-fundementalistler aldı” iddiasına yaslanarak “o halde çare post-İslamizm” deyip kendilerini işaret ettiler. Küresel bir proje olan ”ılımlı İslam” arayışına oturacak bir imajdı bu. “Gülen’in Devletsiz İslam’ı” gibi makaleler yayımladılar yurtdışında.

Yani koca bir illüzyon muydu bu?

Tabi ki koca bir illüzyon. Özellikle 11 Eylül’den sonra işe yarayan bir illüzyon: Devletsiz, şeriata ihtiyacı olmayan bir İslam. Gariptir ki bunları yaparken de “şeriatın birçok hükmü indiği dönemki dinamiklerle alakalıydı, bugüne getirilmesi gerekmez; asıl olan ilahi metindeki prensiplerdir” diye özetlenebilecek, Fazlurrahman’ın tarihselci modernist yaklaşımını birebir kopya ettiklerini görüyoruz. Batı’ya Gülen örgütünü böyle tanıttılar.

***

FETÖ, devleti ele geçirmeyi başarsaydı ne olurdu?

Gülen, Humeyni’yi taklit etmek istiyordu. Bunda şüphem yok. Ancak buradaki halk içerisinde, Humeyni’nin İran’da o dönem sahip olduğu desteğin onda birine dahi sahip değil. Humeyni o dönem sosyalistlerin, laiklerin, dindarların hep birlikte desteğini almıştı. Fakat Gülen bürokrasiye, yargıya, askeriyeye sızıp bu yolla devlet aygıtlarını ele geçirmiş olacaktı. Bu durum ne kadar sürdürülebilirdi, tabi tartışılır ama sanıyorum ki bu devleti ele geçirip yönetmekte olan yapının “ruhani lideri” pozisyonuna kendini oturtacaktı.
Böyle bir konumda şeriatı uygulayacak mıydı? Hayır. Amerikan projesi olan, Siyonizmle de uyumlu “ılımlı İslam” yörüngesinde yoluna devam edecekti. Birtakım göstermelik İslami düzenlemelere ön ayak olurdu belki, ama böyle fer’i düzenlemeler küresel düzeni rahatsız etmez. Neticede bu düzen, Suudi Arabistan gibi rejimlerle dahi anlaşabiliyor. Resmi ideolojisini küresel güçlerin çizdiği, onların kontrolünde olan; Gülen’e de kendine atfettiği mehdi rolüne uygun bir ruhani liderliğin verildiği bir rejim görecektik.

– Nedir bu ‘ılımlı İslam’?

Laikliğin Fransız değil de Anglo-Sakson tipi denebilir. Devlete karışmayan, siyasete bulaştırılmayan bir İslam. Kamuda görünürlüğü var ama karar alma süreçlerinde etkisi yok. Ben 2007’de bir makale yazdım ve Ak Parti’nin siyaset arenasında, Gülencilerin de sivil toplumda ılımlı İslam görüntüsü verdiğini söyledim. Ak Parti böyle bir pozisyonda iken küresel güçler tarafından model olarak da gösterildi. Ancak bir yandan da Kemalist rejimin katı laik hegemonyasını kırdı.

***

Peki, ne oldu da Ak Parti bu noktada görülmekten uzaklaştı?

Bu şekilde başta belki de konjonktürel olarak küresel güçlerle karşı karşıya gelmedi Ak Parti. Ancak bu durumdan tedricen sıyrıldı ve itirazlarını dillendirmeye başladı. Küresel sisteme itirazı, özellikle Arap Baharı’nda belirgin hâle geldi. Arap Baharı’nın tersine dönmesinde Ak Parti’nin İhvan çizgisinin yanında ağırlığını koymasının etkisi büyüktür. Batı’dakiler demokratik yollarla kendilerinin istedikleri dönüşümün oluşmadığını fark ettiler, geniş halk kitlelerinin desteğini alan İslami yapıları istemediler. Monarşik Arap rejimleri ve İran da bunu istemeyince ortaklaşa bu yeni duruma karşı harekete geçtiler. Ak Parti de bu noktadan sonra “dünya beşten büyüktür” mottosunu öne sürmeye başladı. Ne diyordu ABD eski büyükelçisi Jeffrey: “Ak Parti’ye itirazımızın nedeni diğer Arap rejimleri gibi bize yaltaklanmıyor, çelişkilerimizi yüzümüze vuruyor.” Bu tespit çok önemli, Ak Parti bunu yaparak ılımlı İslam yörüngesinden çıkmaya başladı. Nitekim Gülen ile Ak Parti çatışmasının başlangıcı da tam bu döneme denk gelir!

Gelinen noktada devletin ve dini cemaatlerin ne ders çıkarması lazım?

Devlet şerik kabul etmez. Devleti yöneten iktidar dini tandanslı dahi olsa dini cemaatlerle devlet erkini paylaşma yoluna gitmemeli. Gidecek olsa hangi biriyle bunu yapacak, kimin İslamı’na göre? Hele ki sadece dindarlardan oluşan bir halk da yoksa ortada, devlet bütün bunların haklarını ve taleplerini gözetecek bir yapı ve esneklikte olmalı.
Bir kere dürüst olalım, Türkiye laik bir devlet. Ama halihazırda dindarlar tarafından yönetiliyor. Devlet de buna göre bir ortak aklı, bir konsensüsü yaratmak durumunda.
Tabi cemaatler de önemli, bu gerçeklik de konsensüste dikkate alınmalı. Çeşitli cemaatlere mensup olan ama devlette görev alması faydalı insanlar devlette elbette görev yapabilir, toplumdaki etkileri oranında karar alma süreçlerinde sözleri dinlenebilir. Osmanlı’da böyle yapılırdı. Ama bu kontrollü olmalı, cemaatlerin iktidar ihtiraslarına geçit verilmemeli, liyakat esas alınmalı. Ayrıca sadece Sünni cemaatler de değil gayrisünni toplumlar, gayrimüslim cemaatler için de bu dediklerim geçerlidir. Cemaatsel ihtiraslar biter mi derseniz, bitmeyebilir ama kontrolü elden bırakmayan bir devlet aklı haddi aşanların kafasına balyozu indirir.
Cemaatler de şapkayı önlerine koyup düşünmeli, çoğu zaten haddini de bilmektedir. Devlete adam sokma istekleri son derece doğal fakat devleti ele geçirme gibi bir niyetlerinin olduğuna inanmıyorum. “Bu adam bize hizmet eden biri, devlete de faydalı olur. Girsin, bizim de başımız sıkıştığında devlette bir tanıdığımız olur” diyebilirler ki bu sırf dini cemaatlerin değil bir aşiretin de güdebileceği bir amaçtır. Gülenizm ile bu türden arzular arasında dağlar kadar fark var, bunlar “yeni paralellerin” doğacağı anlamına gelmez.

Cemaatleşme kavramının algısı değiştimi sizce toplumda?

Cemaatlere güvenin azaldığına dair bazı işaretleri görebiliriz yakın vadede. Ama buna karşılık devlete bağlı olduğu için imam-hatipler, Diyanet gibi  kurumlara olan güven muhtemelen arttı. Bir tahterevalli gibi… Eskiden cemaatler alternatifti, şimdi muhtemelen resmi kurumlar gözde olacak. Fakat bu durumun geçici olduğunu düşünüyorum.

27.08.2016 Cumartesi 03:21  <http://www.karar.com/gorusler/cemaatlerin-iktidar-ihtiraslari-230909#>

 

İlgili Makaleler