HADİS TENKİDİ Hadis Usulü Online Oku
HADİS TENKİDİ
Cerh; sözlükte elle, aletle, silahla veya dille
yaralamak, sövmek, dürtmek, bir yarayı deşmek, tesir etmek demektir
Ta’dîl; sözlükte doğrultmak, düzeltmek, hizaya
getirmek, tezkiye etmek, adaleti beyan etmek demektir.
Istılahî manaları ise; Cerh, günahkârlık, tedlis
(karıştırıcılık), yalancılık gibi sebeplerle bir râvinin, hadis mütehassısları
tarafından rivayetlerinin reddedilmesi, ravinin adalet ve zabt yönünden
eksikliklerini, zaaflarını tesbit etmek, rivayetlerini iyice tetkik etmek,
râviyi, rivâyetin sıhhat ve değerine te’sir edecek noksan sıfatlara nisbet
etmektir. Ta’dil; Bir râviyi rivayetleri kabul olunacak şekilde vasıflandırmak,
tanıtmak, râvinin adalet ve zabt sıfatlarını taşıdığına hükmederek
rivayetlerinin sıhhatini ortaya koymaktır.
Cerh ve Ta’dîl ilmi râvileri adalet ve zabt
yönleriyle inceleyen bir ilimdir. “Cerh” yerine ta’n, taz’îf, tezyîf gibi başka
kelimeler de kullanılır. Keza “tâdîl” yerine de, tevsîk, tezkiye gibi başka
kelimeler kullanılmıştır.
Usulcüler, rivâyeti alınacak râvilerin
araştırılarak, fâsık olanlarının belirlenip onlardan rivâyet alınmaması,
haberlerin behemahâl sika (güvenilir) kimselerden alınması gereğine inanırlar,
bunu Kur’an ve hadîslerle delillendirirler: Ayet-i Kerimede: “Ey iman
edenler, size bir fâsık bir haber getirecek olursa onun iç yüzünü araştırın”
(Hucurât: 49/6) buyurmaktadır. Bir başka âyette ise: “İçinizden iki âdil
şâhid getirin” (Talâk: 65/2) buyrulmuştur. İbnu Abbas’ın merfu bir
rivâyetinde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) “İlmi (hadîsi) şehâdetini
kabul ettiğiniz kimselerden alın” diye emreder. Bunu, Hz. Ömer (radıyallahu
anh)’den yapılan şu rivâyet te’yîd eder: “(Hz. Peygamber) sâdece sika’dan
(güvenilir kişi) hadîs almamızı emrederdi”. İbrahim Nehâî der ki: “Muhaddisler,
hadîs almak için râvilere gelince, gidişâtına, namazına ve ahvaline bakıp sonra
rivâyetini alırlardı.”[1]
Hadis râvilerinin kusur ve meziyetlerinin özel
terimlerle tetkik edildiği “cerh ve ta’dil ilmi” hadis ilminin en önemli
konularından birini oluşturur. Sözlü rivayetlerin yaygın olduğu bir dönemde
ortaya çıkıp gelişen bu ilmin, hadisin ve dolayısıyla İslâm’ın korunması
açısından hicrî dördüncü yüzyıla kadar çok faal bir rol oynadığı kesin bir
gerçektir.
Hz. Peygamber (s.a.s.)’den sonra meydana gelen
bazı siyasî olaylar neticesinde birtakım sapık itikadî grupların ortaya çıkması
ve bunların kendi görüşleri lehinde hadisin otoritesinden yararlanmak
istemeleri, kendilerini hadis uydurmaya sevketmiştir.[2]
Bu olumsuz gelişmeler karşısında İslâm âlimleri
kılı kırk yararcasına bir titizlik göstererek, hadislerin kitaplara geçirilip
tasnif edildiği zamana kadar her râviyi cerh ve ta’dile tabi tutmuşlar ve bu
şekilde, güvenilir olanları zayıflardan, tanınmayanlardan, uydurmacı ve
yalancılardan ayırdetmişlerdir.[3]
Dini, aslî berraklığı içerisinde korumayı yegane
hedef ve vazife bilen İslâm âlimlerinin bu davranışlarını bir başka şekilde
yorumlamak mümkün değildir. Zira Tirmizî (279/892)’nin de açıkça ortaya koyduğu
gibi, amaç, müslümanların hayrını ve iyiliğini istemektir.[4]
Yoksa hiç bir kimse sebepsiz yere müslümanın gıybetini yapmış ve onları
çekiştirmeyi istemiş değildir.
Tanınmış münekkitlerden Yahya b. Saîd el-Kattân
(198/814) cerhettiği muhterem zevât dolayısıyla kendisine yöneltilen:
– Sen cerhettiğin bu zevâtın kıyamet gününde
karşına hasım olarak çıkmalarından korkmuyor musun? şeklindeki bir soruya:
“Bunların düşmanlığına maruz kalmam; hadisini
müdafaa etmediğimden dolayı Rasûlullah (s.a.s.)’in karşıma hasım olarak
çıkmasından çok daha kolaydır.” diye cevap vermiştir.[5]
Onun bu cevabında da görüleceği gibi, konu bir
gıybet ve çekiştirme meselesi değil; ilim ehlinin taşıdığı sorumluluk duygusunun
ve ilmî anlayışın bir çeşit tezâhürüdür.
Diğer taraftan cerh ve ta’dili yapacak âlimlerde
birtakım özelliklerin arandığı gibi; cerh ve ta’dil esnasında dikkate alınması
gereken esaslar da mevcuttur. Bu yönleriyle ehil olmayan bir kimsenin cerh ve
ta’diline itibar edilemez. Şartlarına riayet edilmeden yürütülmüş cerh ve
ta’dilin de ifade edeceği hiç bir değer yoktur.[6]
Hadis münekkitleri cerh ve ta’dilde râvilerin
kuvvet ve zayıflık, doğruluk ve yalancılık gibi durumlarına işaret eden bir
takım terimler kullanmışlardır. Ta’dil için kullanılan terimlerin tertibinde
ulema arasında tam bir ittifak yoktur. İbn Hacer el-Askalânî bu terimleri en
yükseğinden alta doğru altı derecede toplamıştır. Aynı şekilde cerh için
kullanılan tabirler de en hafifinden en ağırına doğru altı kısma ayrılmıştır.
Ta’dilin en yüksek derecesi “evseku’n-nâs”, “esbetü’n-nâs” (insanların en
güveniliri); cerhin en ağır derecesi ise “ekzebü’n-nâs” (insanların en
yalancısı), “hüve ruknu’l-kezibi” (o, yalanın ocağıdır)… tabirleriyle ifade
olunur.[7]
[1]
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/5.
[2]
Ahmed Nâim, Tecrid-i Sarîh Tercümesi, Mukaddime, 351; Yaşar Kandemir, Mevzu
Hadisler, 31-48.
[3]
Ahmed Nâim, Mukaddime, 351.
[4]
Ahmed Nâim, Mukaddime; 351.
Tirmizi (279/892)
diyor ki: “Hadisçileri yekdiğerini cerhe sevkeden şey, bize göre
müslümanların iyiliğini istemeleridir. Yoksa onların müslümanları gıybet
etmeyi kasdetmiş olmaları hayal bile edilemez… Cerh ve ta’dil alimleri dine
karşı duydukları şekatten dolayı ravilerin ahvalini beyan etmişlerdir.”
Kitabu’l-İlel: 5/739; İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Yayınları: 90.-91
[5]
Ahmed Nâim, Mukaddime, 350.
[6]
Ahmed Naim, Mukaddime, 365-389.
[7]
Ahmed Naim, Mukaddime, 391-398; İbn es-Salâh, Ulûmu’l-Hadis, I33-137;
Suyûtî, Tedrib, 229-236; İsmail Lütfi Çakan, Şamil İslam Ansiklopedisi:
1/303.