Yıl: 2013

  • Amenerrasulu İrabı



     

    ÂMENERRASÛLU

    بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

    Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla

    آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْهِ مِنْ رَبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِنْ رُسُلِهِ وَقَالُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ {2/285}

    285. Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. “Allah’ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır” dediler.

    indirildi (mâzî, meçhûl)

    أُنْزِلَ (أَنْزَلَ)

    inanmak, iman etmek

    آمَنَ يُؤْمِنُ إِيماَناً بِ

    ayırmak, ayrım yapmak

    فَرَّقَ يُفَرِّقُ تَفْرِيقاً

    her biri, hepsi

    كُلٌّ

    senin bağışlamanı (diliyoruz)

    غُفْرَانَكَ (غَفَرَ يَغْفِرُ غُفْراَناً مَغْفِرَةً)

    itaat etmek

    أَطَاعَ يُطيِعُ إِطاَعَةً

    (masdar:) dönüş, varma, erişme/(ism-i mekân:) varılan yer, dönüş yeri, erişilen mekân

    الْمَصِيرُ (صاَرَ يَصِيرُ صَيْراً مَصِيراً)

             

    لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِنْ نَسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَآ أَنْتَ مَوْلاَنَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ {2/286}

    286. Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar. Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir. Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla! Bize acı! Sen bizim mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!

    güç, kapasite

    اَلْوُسْعُ

    (iş, vazife) yüklemek, mükellef kılmak

    كَلَّفَ يُكَلِّفُ تَكْلِيفاً

    cezalandırmak

    آخَذَ يُؤاَخِذُ

    kazanmak, tahsil etmek

    كَسَبَ يَكْسِبُ كَسْباً

    meşakkatli teklifler

    اَلْإِصْرُ

    çalışıp kazanmak, (suç vs.) işlemek

    إِكْتَسَبَ يَكْتَسِبُ إِكْتِساَباً

    gücümüzün yetmediği (işler)

    لاَ طَاقَةَ لَناَ

    yüklenmek, taşımak

    حَمَلَ يَحْمِلُ حَمْلاً

    yüklemek, yüklenilmesini teklif etmek

    حَمَّلَ يُحَمِّلُ تَحْمِيلاً

    hata etmek, hataya düşmek

    أَخْطَأَ يُخْطِئُ

                     

     

  • Müstesna

     

    MÜSTESNÂ

    İstisnâ; aşağıdaki edatlardan sonra gelen ismin, bu edatlardan önce gelen bölümün tâbi olduğu hükmün dışında bırakılmasıdır. İstisnâ edatından sonra gelen bu isme istisnâ yapılan, hariç tutulan anlamında müstesnâ denir.

    İstisnâ edatları şunlardır:

    خَلاَ

    عَداَ

    حاَشاَ

    سِوَى

    غَيْرَ

    إِلاَّ

    İstisnâ edatından önce gelen isme de kendisinden istisnâ yapılan anlamında müstesnâ minhu denir.

    خاَلِداً.

    إِلاَّ

    الطُّلاَّبُ

    حَضَرَ

     

    Müstesnâ

    İstisna edatı

    Müstesnâ minh

    Fiil

     

    Hâlit’ten başka (Hâlit hariç) bütün öğrenciler geldi.

    Yukarıdaki cümlede الطُّلاَّبُ (fâil) müstesnâ minhu (kendisinden istisnâ yapılan), إِلاَّ istisnâ edatı, خاَلِداً de müstesnâdır (hükmün dışında kalandır).

    (إِلاَّ) ile yapılan istisnâ’nın özellikleri:

    En çok kullanılan istisnâ edatıdır.

    *Müstesnâ minh cümlede mevcut ise ve cümle de olumlu ise إِلاَّ istisnâ edatından sonra gelen isim mansûb (fethalı) olur.

    جُرِحَ اللُّصُوصُ إِلاَّ الرَّئِيسَ.

    Başkandan başka bütün hırsızlar yaralandı.

    *Müstesnâ minhu cümlede yine mevcut fakat cümle olumsuz ise إِلاَّ dan sonra gelen müstesnâ mansûb da olabilir, hareke bakımından (bedel olarak) müstesnâ minhun harekesini de alabilir. Her ikisi de mümkündür.

    لَمْ تُزْهِرِ الْأَزْهاَرُ إِلاَّ شَجَرَةً.

    Biri müstesnâ hiçbir ağaç çiçek açmadı.

    لَمْ تُزْهِرِ الْأَزْهاَرُ إِلاَّ شَجَرَةٌ.

    Biri müstesnâ hiçbir ağaç çiçek açmadı.

    *Bazen cümlede müstesnâ minh olmayabilir. O zaman sanki cümlede إِلاَّ yokmuş gibi, müstesnâ, cümledeki durumuna göre (fâil ya da mef’ûl oluşuna göre) hareke alır.

    ماَ عَلِمَ الْأَمْرَ إِلاَّ خاَلِدٌ.

    Halit’ten başkası durumu bilmedi (müstesnâ; fâil) .

    ماَ ساَعَدْتُ إِلاَّ خاَلِداً.

    Halit’ten başkasına yardım etmedim (müstesnâ; mef’ûl).

    ماَ مَرَرْناَ[1] إِلاَّ بِخاَلِدٍ.

    Hâlit’ten başkasına uğramadık (müstesnâ; câr-mecrûr) .

     

    *Gramer kitaplarında istisnânın üç çeşit olduğundan bahsedilir:

    a) İstisna Muttasıl

    نَجَحَ الطُّلاَبُ فِي الْإِمْتِحاَنِ إِلاَّ خاَلِداً.

    Halit hariç öğrenciler imtihanda başarılı oldu.

    إِشْتَرَيْتُ أَقْلاَماً إِلاَّ قَلَمَ رَصاَصٍ.

    Kurşun kalem hariç kalemler satın aldım.

    cümlelerinde olduğu gibi müstesnâ, müstesnâ minhunun bir ferdi ise böyle istisnâlara istisnâ muttasıl denir.

    b) İstisna Munkatı

    رَأَيْتُ خاَلِداً إِلاَّ حِصاَنَهُ.

    Halit’i gördüm fakat atını değil.

    حَضَرَ الضُّيُوفُ إِلاَّ سَياَّرَاتِهِمْ.

    Arabaları müstesnâ misafirler geldiler.

    ناَمَ أَهْلُ الْبَيْتِ إِلاَّ كَلْبَهُمْ.

    Köpekleri hariç ev halkı uyudu.

    cümlelerinde olduğu gibi müstesnâ, müstesnâ minh’den ayrı bir cinsten ise istisnâ munkatı diye isimlendirilir. Burada müstesnâ, müstesnâ minhden çıkarılmamıştır.

    c) İstisnâ Müferrağ

    İçerisinde müstesnâ minh’in bulunmadığı cümlelerin istisnâsına da istisnâ müferrağ denilmektedir. Müstesnâ minh cümle içinde hazfedilmiştir (düşürülmüş, belirtilmemiştir):

    ماَ جاَءَ إِلاَّ أَخُوكَ.

    Kardeşinden başkası gelmedi.

    وَ ماَ مُحَمَّدٌ إِلاَّ رَسُولٌ.

    Muhammed ancak bir Rasüldür.

    ماَ شاَهَدْتُ إِلاَّ طاَلِباً مُجْتَهِداً.

    Çalışkan öğrenciden başkasını görmedim.

    ماَ ذَهَبْتُ إِلاَّ إِلَى مَسْرَحِ أَطْفاَلٍ.

    Çocuk tiyatrosundan başkasına gitmedim.

    غَيْرَ  ve سِوَى ile İstisnâ: (غَيْرَ) ve (سِوَى) kendilerinden sonra gelen müstesnâlara muzâf olur. Kendilerinden sonra gelen isimler muzâfun ileyh olarak hep mecrûrdur.

    لاَ يَخاَفُ الْمُؤْمِنُ غَيْرَ اللَّهِ.

    Mümin Allah’tan başkasından korkmaz.

    قَرَأْتُ الْكُتُبَ سِوَى كِتاَبٍ.

    Bir kitap hariç bütün kitapları okudum.

    غَيْرَ ve سِوَى nın harekeleri إِلاَّ nın müstesnâsıymış gibi harekelenir. Yani bu kelimeler cümle içinde (إِلاَّ) dan sonra gelen müstesnâ imiş gibi irab alırlar. Daha açık bir ifade ile إِلاَّ dan sonraki kelimenin ne olması gerekiyorsa غَيْرَ nın ona göre aldığı hareke son harfinin harekesinde görülür:

    ماَ كَلَّمَنِي أَحَدٌ غَيْرُ خاَلِدٍ.

    Hâlit’ten başkası benimle konuşmadı (fâil) .

     

     

    أُحِبُّ فُصُولَ السَّنَةِ غَيْرَ الشِّتاَءِ.

    Kış hariç senenin (bütün) mevsimlerini seviyorum (mef’ûl) .

    سَلَّمْتُ عَلَى الْقاَدِمِينَ غَيْرَ خاَلِدٍ.

    Halit hariç gelenlere selam verdim.

    (câr-mecrûr fakat müstesnâ minhu var)

         

    * Sonu illetli oluşundan dolayı  سِوَىnın harekesi değişmez. Cümledeki yerine göre hareke mahallen takdir edilir yani سِوَى olduğu gibi kalır.

    حَضَرَ الْمُعَلِّمُونَ سِوَى مُعَلِّمٍ.

    Bir öğretmen hariç öğretmenler geldiler (mahallen merfû)

    *Direk harf-i cerden sonra gelirse غَيْرَ  esre alır:

    لاَ أَعْتَمِدُ عَلَى غَيْرِ اللَّهِ.

    Allah’tan başkasına itimad etmiyorum.

    غَيْرَ kelimesi nekreden sonra gelirse sıfat olarak da kullanılır.

    جاَءَنِي رَجُلٌ غَيْرُكَ.

    Bana senden başka bir adam geldi.

    (عَداَ) (حاَشاَ) ve (خَلاَ)  ile İstisnâ: Diğerlerine nazaran az görülen istisnâ edatlarıdır. Bu kelimeler fiil olarak ele alınırsa kendilerinden sonra gelen müstesnâlar mef’ûl sayılacağından mansûbtur.

    شاَهَدْناَ مَساَجِدَ الْمَدِينَةِ خَلاَ واَحِداً.

     

    شاَهَدْناَ مَساَجِدَ الْمَدِينَةِ حاَشاَ واَحِداً.

    Biri müstesnâ şehrin camilerini gördük.

    شاَهَدْناَ مَساَجِدَ الْمَدِينَةِ عَداَ واَحِداً.

     

    Bu üç istisnâ edatı bazı gramercilerin ifade ettiği gibi harf-i cer olarak ele alınırsa kendilerinden sonra gelen müstesnâlar mecrûr olur:

    شاَهَدْناَ مَساَجِدَ الْمَدِينَةِ خَلاَ واَحِدٍ.

     

    شاَهَدْناَ مَساَجِدَ الْمَدِينَةِ حاَشاَ واَحِدٍ.

    Biri müstesnâ şehrin camilerini gördük.

    شاَهَدْناَ مَساَجِدَ الْمَدِينَةِ عَداَ واَحِدٍ.

     

    * Bu üç edatın başına ماَ gelirse müstesnâ ancak mansûb olur, manada bir değişiklik olmaz, yani olumsuzluk edatı olmadığından olumsuz tercüme edilmez.

    قُتِلَ اللُّصُوصُ ماَ خَلاَ الرَّئِيسَ.

     

    قُتِلَ اللُّصُوصُ ماَ حاَشاَ الرَّئِيسَ.

    Başkan hariç hırsızlar öldürüldü.

    قُتِلَ اللُّصُوصُ ماَ عَداَ الرَّئِيسَ.

     

     

    *Bunlardan başka aşağıdaki edatlar da istisnâ edatı olarak kullanılır:

    (لاَ سِيَّماَ): “Özellikle” manasında olup müstesnâsı mecrûr ve merfû olabilir.

    أَجاَدَ الْخُطَباَءُ وَ لاَ سِيَّماَ زَيْدٍ (أَوْ زَيْدٌ)

    Hatipler özellikle Zeyd iyi (hitap) ettiler[2].

    (لَيْسَ)- (لاَ يَكُونُ): Bu fiiller istisnâ yerine kullanıldıklarında müstesnâları mansûb olur:

    قاَمُوا لَيْسَ زَيْداً.

    Zeyd hariç kalktılar.

    قَعَدُوا لاَ يَكُونُ خاَلِداً.

    Halit hariç (hepsi) oturdular.

    Not: (بَيْدَ) (ancak, yalnız) kelimesi غَيْرَ manasında olup müstesnâsı (أَنَّ) ile kullanılır:

    إِنَّهُ كَثِيرُ الْماَلِ بَيْدَ أَنَّهُ بَخِيلٌ.

    Onun malı çoktur yalnız cimridir.

    Önemli Not: İçinde (إِلاَّ) bulunan isim cümlesinin başındaki (إِنْ) edatı (ماَ) anlamında nefy harfi olup olumsuzluk ifade eder. (إِنْ) edatının bu şekilde (إِلاَّ) ile kullanıldığında nefy harfi olarak kullanılması Kur’ân’da oldukça yaygındır:

    …فَقَالَ   الَّذِينَ كَفَرُوا     مِنْهُمْ        إِنْ          هَذَا      إِلاَّ       سِحْرٌ مُبِينٌ.

    Sıfat    Haber   Harfu istisnâ

    İsmu işaret

    Harfu nefy

    câr-mecrûr

    Sıla C.

    Fâil

    Fiil

     

    Mevsûf

     Mübtedâ (mahallen merfû)

     

     

     

                   

    ..İçlerinden inkar edenler: “Bu apaçık bir sihirden başka bir şey değildir” dediler (Mâide, 110) .

    Genel Cümle Örnekleri

    1- شاَهَدَ حَسَنٌ الْمُباَرَاةَ –حَسَنٌ هُوَ الَّذِي يُشاَهِدُ الْمُباَراَةَ–ماَ شاَهَدَ الْمُباَراَةَ إِلاَّ حَسَنٌ .

    2- كَتَبَتْ فاَطِمَةُ الرِّساَلَةَ– فاَطِمَةُ هِيَ الَّتِي كَتَبَتِ الرِّساَلَةَ–ماَ كَتَبَتِ الرِّساَلَةَ إِلاَّ فاَطِمَةُ.

    3- قَادَ الساَّئِقُ السَّياَّرَةَ– اَلساَّئِقُ هوَ الَّذِي قَادَ السَّياَّرَةَ–ماَ قَادَ السَّياَّرَةَ إِلاَّ الساَّئِقُ.

    4- شَرَحَ الْمُدَرِّسُ الدَّرْسَ- اَلْمُدَرِّسُ هُوَ الَّذِي شَرَحَ الدَّرْسَ– ماَ شَرَحَ الدَّرْسَ إِلاَّ الْمُدَرِّسُ.

    5- هِيَ تَخاَفُ اللَّهَ – هِيَ لاَ تَخاَفُ إِلاَّ اللَّهَ – عَبْدُ الْعَزِيزِ يُحِبُّ الْبُرْتُقاَلَ – عَبْدُ الْعَزِيزِ لاَ يُحِبُّ إِلاَّ الْبُرْتُقاَلَ – فاَطِمَةُ تَزُورُ صَدِيقَتَهاَ  –فاَطِمَةُ لاَ تَزُورُ إِلاَّ صَدِيقَتَهاَ .

    6- زاَرَتِ الساَّئِحاَتُ الْمَكْتَباَتِ إِلاَّ ساَئِحَةً – زاَرَتِ الساَّئِحاَتُ الْمَكْتَباَتِ إِلاَّ مَكْتَبَةً .

    7- ماَ زاَرَتِ الساَّئِحاَتُ إِلاَّ ساَئِحَةٌ – ماَ زاَرَتِ الساَّئِحاَتُ إِلاَّ مَكْتَبَةً .

    8- لَمْ تدْخُلِ الْمَكْتَبَةَ إِلاَّ ساَئِحَةٌ  – ماَ تِلْكَ إِلاَّ مَكْتَبَةٌ – لَيْسَ لَكُمْ إِلاَّ الصِّدْقُ وَ الصَّبْرُ .

    9- هَذاَ الْإِنْساَنُ لاَ يُفَكِّرُ إِلاَّ مَصْلَحَتَهُ فَقَطْ[3]- لاَ يَنْفَعُ الْمَرْءَ فِي الْعاَلَمِينَ سِوَى عَمَلِهِ.

    10- لَمْ يُشاَهِدِ الصَّدِيقاَنِ غَيْرَ جُزْءٍ صَغِيرٍ مِنَ الْمَعْرِضِ – حَضَرَ الْكَثِيرُونَ إِلاَّ أَباَ بَكْرٍ – حَضَرَ التَّلاَمِيذُ إِلاَّ تِلْمِيذَيْنِ – نَضِجَتِ الْفَواَكِهُ عَداَ سَفَرْجَلٍ- ذَبُلَتِ الْأَزْهاَرُ غَيْرَ زَهْرَةٍ حَمْراَءَ.

    11- رَجَعَ كُلُّ الناَّسِ إِلاَّ الْمُهَنْدِسِينَ – وَصَلَ كُلُّ الْمُساَفِرِينَ إِلاَّ الْمُدَرِّسِينَ – تَعِبَ اللاَّعِبُونَ إِلاَّ لاَعِبَيْنِ – تَأَخَّرَ الرِّجاَلُ إِلاَّ أَباَكَ – فَتَحْتُ النَّواَفِذَ غَيْرَ ناَفِذَةٍ وُسْطَى.

    Tercüme:

    1- Hasan maçı seyretti. Maçı seyreden Hasan’dır. Maçı ancak Hasan seyretti.

    2- Fâtıma mektup yazdı. Mektubu yazan Fâtıma’dır. Mektubu ancak Fâtıma yazdı.

    3- Şöför arabayı sürdü. Arabayı süren şöfördür. Arabayı ancak şöför sürdü.

    4- Öğretmen dersi açıkladı. Öğretmen dersi açıklayandır. Dersi öğretmenden başkası açıklamadı.

    5- O Allah’tan korkar. O Allah’tan başkasından korkmaz. Abdülaziz portakalı sever. Abdülaziz portakaldan başkasını sevmez. Fatıma arkadaşını ziyaret ediyor. Fatıma ancak arkadaşını ziyaret ediyor.

    6- Bir turist hariç turistler kütüphaneleri ziyaret ettiler. Turistler bir kütüphane hariç kütüphaneleri ziyaret ettiler.

    7- Bir turist hariç turistler ziyaret etmedi. (Bayan) turistler yalnızca bir kütüphane ziyaret etti.

    8- Kütüphaneye yalnızca bir turist girdi. O yalnızca bir kütüphanedir. Sizin için doğruluk ve sabırdan başkası yoktur.

    9- Bu insan sadece kendi faydasını düşünür (kendi faydasından başkasını düşünmez). Dünyada kişiye amelinden başkası fayda vermez.

    10- İki arkadaş serginin küçük bir bölümünden başkasını seyretmedi. Ebûbekir hariç çoğu geldi. İki öğrenci hariç öğrenciler geldi. Ayva hariç meyveler olgunlaştı. Kırmızı çiçek hariç çiçekler soldu.

    11- Mühendisler hariç bütün insanlar geldi. Öğretmenler hariç bütün yolcular döndü. İki oyuncu hariç oyuncular yoruldu. Baban hariç adamlar gecikti. Orta pencere hariç pencereleri açtım.

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    MÜSTESNÂ VE KONULAR İLE İLGİLİ AYETLER

    1- وَمَا يَنْطِِقُ عَنِ الْهَوَى ¯ إِنْ هُوَ إِلاَّ وَحْيٌ يُوحَى .

    (53/NECM, 3-4). O, arzusuna göre konuşmaz. O (konuştuğu şeyler, bildirdikleri) vahyedilen bir vahiyden başkası değildir.

    vahyetmek

    أَوْحَى يُوحِي

    heva, heves, keyf

    الْهَوَى

    konuşmak

    نَطَقَ يَنْطِِقُ نُطْقاً

    vahyedilen bir vahiy (sıfat; meçhûl fiil cümlesi)

     

     

    وَحْيٌ يُوحَى

    vahyediliyor

    يُوحَى

                   

    2- فَذَلِكُمُ اللّهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّ فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ إِلاَّ الضَّلاَلُ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ .

    (10/YÛNUS, 32). İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Artık haktan (ayrıldıktan) sonra sapıklıktan başka ne vardır? O halde nasıl (sapıklığa) döndürülüyorsunuz?

    nasıl

    أَنَّى

    çevirmek, uzaklaştırmak

    صَرَفَ يَصْرِقُ صَرْفاً

    3- وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ أَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا فِي أَصْحَابِ السَّعِيرِ .

    (67/MÜLK, 10). Ve: “Keşke kulak vermiş veya akletmiş (aklımızı kullanmış) olsaydık, (şimdi şu alevli) cehennemin ashabı arasında olmazdık!” derler.

    keşke …se, sa

    لَوْ

    işitmek, duymak

    سَمِعَ يَسْمَعُ سَمْعاً

    arkadaş, sıkı dost

    صاَحِبٌ ج اَلْأَصْحَابُ

    akıl etmek, akıl erdirmek

    عَقَلَ يَعْقِلُ عَقْلاً

    yakılan ve alevlendirilen manasında olup cehennemin adıdır.

    اَلسَّعِيرُ

    4- … وَلاَ تَيْأَسُوا مِنْ رَوْحِ اللّهِ إِنَّهُ لاَ يَيْأَسُ مِنْ رَوْحِ اللَّهِ إِلاَّ الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ .

    (12/YÛSUF, 87). (Yakub (A.S.) oğullarına): “… Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.

    rahmet

    رَوْحٌ

    ümidi kesmek

    يَئِسَ يَيْئَسُ يأْساً

    5- وَمَا هَذِهِ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ لَهْوٌ وَلَعِبٌ وَإِنَّ الدَّارَ الْآخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ .

    (29/ANKEBÛT, 64). Bu dünya hayatı bir eğlence ve bir oyundan başkası değildir (Oyun ve eğlenceden ibarettir). Ahiret yurdu (oradaki hayat ise), işte o (asıl) yaşamdır. Keşke biliyor olsalardı!

    oyun, eğlence

    لَهْوٌ

    canlı, hayatdar

    اَلْحَيَوَانُ

    oyun

    لَعِبٌ

    6- وَمَا مِنْ دَآبَّةٍ فِي الْأَرْضِ إِلاَّ عَلَى اللّهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَا كُلٌّ فِي كِتَابٍ مُبِينٍ .

    (11/HÛD, 6). Yeryüzünde (yürüyen) hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’ın üzerinde olmasın. (Allah o canlının) durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekanı bilir. (Bunların) hepsi açık bir kitapta (levh-i mahfuz’da) dır.

    canlı

    دَآبَّةٌ

    yerleşmek

    اِسْتَقَرَّ يَسْتَقِرُّ اِسْتِقْراَراً

    yerleşme mekanı

    مُسْتَقَرٌّ

    korunması için emanet bırakılan mekan

    مُسْتَوْدَعٌ

             

    7- وَالَّذِينَ إِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللّهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْ وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللّهُ …

    (3/ÂL-İ İMRÂN, 135). O kimseler ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlarlar ve hemen günahlarından dolayı tevbe-istiğfar ederler. (Zaten) günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir! …

    çirkinlik, kötülük

    فَاحِشَةٌ

    günah

    اَلذَّنْبُ ج اَلذُّنُوبُ

    tefekkürle zikretmek

    ذَكَرَ يَذْكُرُ ذِكْراً

    8- وَأَنْ لَيْسَ لِلْإِنْسَانِ إِلاَّ مَا سَعَى .

    (53/NECM, 39). (Bilsin ki) insan için çalıştığı şey(in karşılığından) başkası yoktur.

    çalışmak, çaba sarfetmek

    سَعَى يَسْعَى سَعْياً

    9- لاَ يَذُوقُونَ فِيهَا بَرْدًا وَلاَ شَرَابًا {78/24} إِلاَّ حَمِيمًا وَغَسَّاقًا .

    (78/NEBE, 24-25). (Azgınlar) Orada bir serinlik ya da (susuzluk gideren) bir içecek tatmazlar. Ancak kaynar su ve irin (tadarlar).

    serinlik

    بَرْدٌ

    içecek

    شَرَابٌ

    tatmak

    ذاَقَ يَذُوقُ

    kaynar su

    حَمِيمٌ

    irin

    غَسَّاقٌ

    10- يَوْمَ يَقُومُ الرُّوحُ وَالْمَلاَئِكَةُ صَفًّا لاَ يَتَكَلَّمُونَ إِلاَّ مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَنُ وَقَالَ صَوَابًا .

    (78/NEBE, 38). Ruh (Cebrail) ve meleklerin saf saf olup durduğu gün, Rahmân’ın izin verdiği kimselerden başkası konuşmaz; (konuşan da) doğruyu söyler.

    ruh, Cebrâil

    اَلرُّوحُ

    izin verdi

    أَذِنَ يأْذَنُ إِذْناً

    doğru

    صَوَابٌ

    konuştu

    تَكَلَّمَ يَتَكَلَّمُ تَكَلُّمٌ

    11- وَمَا تَشَاؤُونَ إِلاَّ أَنْ يَشَاءَ اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ .

    (81/TEKVÎR, 29). Alemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz (Alemlerin Rabbi Allah’ın dilemesinden başkasını dilemezsiniz)

    12- وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُقْسِمُ الْمُجْرِمُونَ مَا لَبِثُوا غَيْرَ سَاعَةٍ كَذَلِكَ كَانُوا يُؤْفَكُونَ .

    (30/RÛM, 55). Kıyamet koptuğu gün, günahkarlar(dünyada) ancak pek kısa bir süre kaldıklarına yemin ederler. İşte onlar (dünyada da haktan ) böyle döndürülüyorlardı.

    Kıyamet koptuğu gün

    يَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ

    yemin etmek

    أَقْسَمَ يُقْسِمُ

    çevirmek, vazgeçirmek

    أَفَكَ يأْفِكُ أَفْكاً

    ikamet etmek, kalmak

    لَبِثَ يَلْبَثُ

             

    13- يَا أَيُّهَا النَّاسُ اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ هَلْ مِنْ خَالِقٍ غَيْرُ اللَّهِ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ فَأَنَّى تُؤْفَكُونَ .

    (35/FÂTIR, 3).Ey insanlar! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın; Allah’tan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mı? Ondan başka tanrı yoktur. Nasıl oluyor da (tevhidden küfre) çevriliyorsunuz?

    14- فَأَخْرَجْنَا مَنْ كَانَ فِيهَا مِنَ الْمُؤْمِنِينَ ¯ فَمَا وَجَدْنَا فِيهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِنَ الْمُسْلِمِينَ ¯ وَتَرَكْنَا فِيهَا آيَةً لِلَّذِينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْأَلِيمَ .

    (51/ZÂRİYÂT, 35, 36, 37). Bunun üzerine orada bulunan mü’minleri çıkardık. Zaten orada müslümanlardan bir ev halkından başka kimse bulmadık. Acı azabtan korkanlar için orada bir işaret bıraktık.

     

    15– أَمْ لَهُمْ إِلَهٌ غَيْرُ اللَّهِ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ .

    (52/TÛR, 43). Yoksa onların Allah’tan başka bir tanrısı mı var. Allah onların ortak koştukları şeylerden uzaktır.

    أَشْرَكَ يُشْرِكُ إِشْراَكاً

    şirk koştu, ortak koştu

    سُبْحاَنَ اللَّهِ

    Allah her türlü eksiklikten uzaktır

    16- فَأَمَّا عَادٌ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ …

    (41/FUSSİLET, 15). Âd kavmine gelince yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar..

    اِسْتَكْبِرَ يَسْتَكْبِرُ اِسْتِكْباَراً

    büyüklenmek, inat gösterip hakka boyun eğmemek

    17- إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ أَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ .

    (41/FUSSİLET, 8). Şüphesiz iman edip iyi iş yapanlar için tükenmeyen bir mükafat vardır.

    nimetlendirmek, lutufta bulunmak/kesmek/başa kakmak

    مَنَّ يَمُنُّ مَنّاً

    (ism-i mef’ûl) kesilen yahut, minnet edilen

  • Cahd-ı Müstağrak

     

    II) CAHD-I MÜSTAĞRAK

    (Bozulabilir olumsuzluk)

    Muzâri fiilin başına cahd-ı mutlak takısı olan لَمْ yerine (لَمَّاَ) getirilince; muzâri fiili cezmeder, mâzîye götürür, geçmiş zamandan şu ana kadar olumsuz yapar. Ancak bu olumsuzluk konuşma anından itibaren bozulabilir. Türkçe’ye “hiç ya  da henüz …medi, ..madı” şeklinde çevrilir.

    لَمْ يَكْتُبْ

    yazmadı

    لَماَّ يَكْتُبْ

    (şimdiye kadar) hiç yazmadı.

    لَمْ يَفْتَحْ

    açmadı

    لَماَّ يَفْتَحْ

    henüz açmadı

    لَمْ يَذْهَبْ

    gitmedi

    لَماَّ يَذْهَبْ

    henüz gitmedi

    Cahd-ı müstağrak’ın meçhûlu de cahd-ı mutlak gibi yapılır:

    لَمْ يُكْتَبْ

    yazılmadı

    لَمَّا يُكْتَبْ

    henüz yazılmadı

    Çekim tablosu aynen cahd-ı mutlak gibidir. 

    Cümle Örnekleri:

    لَماَّ يَرْجِعْ واَلِدِي مِنَ السَّفَرِ.

    Babam henüz seferden dönmedi.

    أَخَذْتُ الْكِتاَبَ وَ لَماَّ أَقْرَأْهُ.

    Kitabı aldım ve henüz onu okumadım.

    سَرَقَ اللِّصُّ الدَّراَهِمَ وَ لَماَّ يَصْرِفْهاَ.

    Hırsız dirhemleri çaldı ve henüz onları harcamadı.

    بَنَى الْأَمِيرُ قَصْراً وَ لَماَّ يَسْكُنْهُ.

    Emir bir saray yaptı henüz ona oturmadı.

    لَماَّ يَنْزِلِ الثَّلْجُ.

    Henüz kar yağmadı.

    لَماَّ يَعْمَلُوا فِي الْمَصْنَعِ.

    Henüz fabrikada çalışmadılar.

    لَماَّ يَعْمَلْنَ فِي الْمَصْنَعِ.

    Henüz fabrikada çalışmadılar (müe.) .

    لَماَّ تَعْمَلاَ فِي الْمَصْنَعِ.

    İkiniz henüz fabrikada çalışmadınız.

    اَلْوَلَداَنِ لَماَّ يَلْعَباَ فِي الْحَدِيقَةِ.

    İki çocuk henüz bahçede oynamadı.

    اَلْبِنْتاَنِ لَماَّ تَلْعَباَ فِي الْحَدِيقَةِ.

    İki kız henüz bahçede oynamadı.

     

    Not:  (لَماَّ) edatı fiil-i mâzînin önüne geldiği takdirde …dığı zaman, ..diği zaman, ..dığında, ..diğinde manası verir:

    لَماَّ رَجَعَ مِنَ الْمَدْرَسَةِ يَأْكُلُ طَعاَمَهُ.

    Okuldan döndüğü zaman yemeğini yer.

    لَماَّ حَضَرَ إِلَى الْبَيْتِ يَكْتُبُ دَرْسَهُ.   

    Eve geldiği zaman dersini yazar.

    لَماَّ لَعِبُوا فِي الْحَدِيقَةِ يَفْرَحُونَ.

    Bahçede oynadıkları zaman sevinirler.

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    CAHD-I MUTLAK VE CAHD-I MÜSTAĞRAK İLE İLGİLİ AYETLER

    1- لََمْ          يَطْمِثْهُنَّ           إِنسٌ         قَبْلَهُمْ       وَ      لاَ                 جَانٌّ .

    Harfu nefy ve cezm

    Fiil-i muzâri meczûm

    Fâil

    Zarfu mekan

    Harfu nefy  Harfu atıf

                              Ma’tûf

     

    (هُنَّ) mef’ûl

    Ma’tufun aleyh

     

     

                 

    (55/RAHMÂN. 74.) Bunlara, onlardan önce ne bir insan ne bir cin dokunmadı.

    طَمَثَ يَطْمِثُ

    dokunmak, el sürmek, cinsi temasta bulunmak

    إِنسٌ

    insan

    جَانٌّ

    cin

    قَبْلَهُمْ

    onlardan önce

                 

    2 أَ لَمْ يَعْلَمُوا أَنَّ اللّهَ يَعْلَمُ سِرَّهُمْ وَنَجْوَاهُمْ 

    (9/TEVBE, 78). Allah’ın onların sırrını da fısıltılarını da biliyor (olduğunu hâlâ) bil(e)mediler mi?

    اَلسِّرُّ

    sır, gizlilik

    اَلنَّجْوَى

    fısıldama, sır verme, fısıltı

    أَنَّ اللّهَ

    İnne’nin hemzesinin harekesinin başta gelirse esre, ortada gelirse üstün olduğunu kendisinden sonraki ismi mansûb yaptığını ve ortada gelen أَنَّ nin yan cümleciği asıl fiile bağlamada …dığı manasını verdiğini hatırlayınız.

    3- أَ لَمْ يَعْلَمُوا أَنَّ اللّهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ وَيَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ وَأَنَّ اللّهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ .

    (9/TEVBE, 104). Allah’ın, kullarından tevbeyi kabul edeceğini, sadakaları alacağını (geri çevirmeyeceğini) ve Allah’ın tevbeyi çok kabul eden ve çok merhamet eden olduğunu bil(e)mediler mi?

    قَبِلَ يَقْبَلُ  قَبُولاً

    kabul etmek, isteyerek almak, (ayetteki manası: razı olup bağışlamak)

    اَلتَّوْبَةُ

    tövbe  

    عَبْدٌ ج عَبِيدٌ عِباَدٌ

    kul, köle

    اَلصَّدَقَةُ ج اَلصَّدَقَاتُ

    sadakalar

    اَلتَّوَّابُ

    mağfireti çok olan

               

    4– … لَمْ يُخْلَقْ مِثْلُهَا فِي الْبِلاَدِ .

    (89/FECR, 8). Ülkeler içinde onun benzeri yaratılmamıştı.

    مِثْلُهَا

    onun benzeri

    اَلْبَلَدُ ج اَلْبِلَادُ

    memleket, ülke

    5 أَ لَمْ نَجْعَلِ الْأَرْضَ مِهَادًا ¯ وَالْجِبَالَ أَوْتَادًا .

    (78/NEBE, 6, 7). Biz yeryüzünü bir beşik (döşek), dağları da (birer) kazık yapmadık mı?

    جَعَلَ يَجْعَلُ جَعْلاً

    yaptı, kıldı

    اَلْوَتِدُ ج اَلْأَوْتَادُ

    kazık

    اَلْمِهاَدُ

    beşik, yatak, döşek

    6- أَ لَمْ نَجْعَلْ لَهُ عَيْنَيْنِ ، وَلِسَانًا وَشَفَتَيْنِ .

    (90/BELED, 8). Biz ona iki göz, bir dil ve iki dudak vermedik mi?

    عَيْنٌ

    göz

     

     

     

    عَيْنَيْنِ

    iki göz (Tesniye mef’ûl durumunda olduğu için üstün hali olan يْنِ ile gelmiş)

    لِسَانٌ

    bir dil

    شَفَةٌ

    dudak

    شَفَتَيْنِ

    iki dudak

     

                     

    7- أَ لَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ .   

    (94/İNŞİRAH, 1). Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?

    شَرَحَ يَشْرَحُ شَرْحاً

    açmak, genişletmek, yarmak

    اَلصَّدْرُ ج اَلصُّدُورُ

    göğüs

    8- أَ لَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ فِي تَضْلِيلٍ .

    105/FİL, 2.Onların tuzaklarını (kötü planlarını) boşa çıkarmadı mı?

    كَيْدٌ

    hile, tuzak, kötü plan

    تَضْلِيلٌ

    boşa çıkarma, saptırma (masdar)

    9-  … أَ لَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللّهَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ .    

    (2/BAKARA, 106). …Allah’ın her şeye kadir olduğunu bil(e)medin mi?

    قَدِيرٌ

    kudret, büyük gücü sonsuz (olan Allah)

    10- … وَ       لَمَّا          يَدْخُلِ             الْإِيمَانُ              فِي قُلُوبِكُمْ 

              Câr mecrûr

    Fâil

    F. muzâri meczûm

    Nefy ve cezm harfi

    (49/HUCURAT, 14). …Henüz iman kalplerinize girmedi…

    11- وَلَمَّا  جَاءَهُمُ  الْحَقُّ قَالُوا    هَذَا  سِحْرٌ   وَ            إِنَّا             بِهِ      كَافِرُونَ.

                    (إِنَّ)nin haberi   câr-mecr.

    Te’kit ve nasb h.

    At.h.

    Hab.

    Müb

    Fâil Fiil

    Fâil

    Fiil+mef

    Zaman zarfı

     

     

    (ا) (إِنَّ) nin ismi

     

     

     

     

     

                       

    (43/ZUHRUF, 30). (Fakat) kendilerine hak gelince: “Bu bir büyüdür, biz onu tanımıyoruz” dediler.

    جَاءَ يَجِيءُ جَيْئاً

    gelmek

    سِحْرٌ

    sihir, büyü

    كَافِرٌ ج كَافِرُونَ

    tanımayan, (hakkı) örten, kâfir, inkarcı.  (قاَلَ) fiilinden sonra iki nokta üst üste gibi kabul edilip ardından gelenin (ma’kûl’ul-kavl) yeni bir cümle olduğunu hatırlayınız.

     

  • Nehy-i Hazır

     

    VI) NEHY-İ HÂZIR

    (MUHÂTAB EMRİN OLUMSUZU)

    Yapılışı: Muzârinin muhâtablarının başına لاَ getirilip sonunun cezim yapılmasıyla olur. Muhâtaba cemi müennes nûnu hariç diğerlerindeki ن lar düşer.

    لاَ تَكْتُبُوا

    لاَ تَكْتُبَا

    لاَ تَكْتُبْ

    Muhâtab

    لاَ تَكْتُبْنَ

    لاَ تَكْتُبَا

    لاَ تَكْتُبِي

    Muhâtaba

    (Sizler) yazmayın

    (İkiniz) yazmayın

    (Sen) yazma

     

    Meçhûlünde bir değişiklik yoktur:

    لاَ تُكْتَبوُا

    yazılmayın

    لاَ تُكْتَبْ

    yazılma

    Cümle Örnekleri:

     

    تَفْتَحُ الناَّفِذَةَ – لاَ تَفْتَحِ الناَّفِذَةَ.

    Pencereyi açıyorsun – Pencereyi açma.

     

    لاَ تَخْرُجْ مِنَ الْبَيْتِ فِي الْبَرْدِ.

    Soğukta evden çıkma.

     

    لاَ تَذْهَبْ قَبْلَ يَوْمَيْنِ.

    İki günden önce (iki güne kadar) gitme.

     

    لاَ تَجْلِسُوا هُناَكَ.

    Orada oturmayın.

     

    لاَ تَنْهَرْنَ الْفُقَراَءَ.

    Fakirleri azarlamayın.

     

    لاَ تَتْرُكِي صَدِيقَتَكِ وَحِيدَةً.

    Arkadaşını tek başına bırakma.

     

    لاَ تَطْرُدُوا الْأَوْلاَدَ مِنَ الْحَدِيقَةِ.

    Çocukları bahçeden kovmayın.

     

    لاَ تَقْطَفْنَ الْأَزْهاَرَ مِنْ فَضْلِكَ[6].

    Lütfen çiçekleri koparmayın.

     

    لاَ تُقْطَفِ الْأَزْهاَرُ.

    Çiçekler koparılmasın.

    لاَ تَكْسَلْ – لاَ تَغْضَبْ وَ لاَ تَيْأَسْ مِنْ رَحْمَةِ اللَّهِ.

    Tembellik yapma – Öfkelenme ve Allah’ın rahmetinden ümit kesme.

         

    NEHY-İ HÂZIR İLE İLGİLİ AYETLER

    1- وَ          لاَ               تَأْكُلُوا     أَمْوَالَكُمْ         بَيْنَكُمْ      بِالْبَاطِلِ …

    Câr-mecrûr

    Zarfu mekan

    Mef’ûl

    F. muzâri meczûm

    Nefy ve cezm  h.

    İsti’nâf harfi

    (2/BAKARA, 188). Mallarınızı, aranızda batıl (haksız sebepler) ile yemeyin…

    اَلْبَاطِلُ

    asılsız şey, batıl

     

     

    2- وَيَا آدَمُ اسْكُنْ أَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ …وَلاَ تَقْرَبَا هَذِهِ الشَّجَرَةَ …

    (7/A’RÂF, 19). (Allah buyurdu ki:) Ey Âdem! Sen ve eşin cennette yerleşin.. (Ancak) bu ağaca yaklaşmayın…

    3- … قَدْ جَاءَتْكُم بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ … وَلاَ تَبْخَسُوا النَّاسَ أَشْيَاءَهُمْ …

    (7/A’RÂF, 85). …Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir. …  İnsanların eşyalarını eksik vermeyin…

    بَيِّنَةٌ

    açık delil, bürhan

    بَخَسَ يَبْخَسُ  بَخْساً 

    eksiltmek, hakkını vermemek, düşük fiyat vermek

    4- … لاَ تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ .

    (39/ZÜMER, 53). Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.

    قَنِطَ  يَقْنَطُ قَنَطاً 

    ümit kesmek, ümitsiz olmak

    غَفَرَ  يَغْفِرُ مَغْفِرَةً

    bağışlamak

    اَلذَّنْبُ ج اَلذُّنُوبُ

    günah

    5- … وَاعْلَمُوا أَنَّ اللّهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ .

    (9/TEVBE, 36). ..bilin ki Allah müttekîlerle (kötülükten sakınanlarla) beraberdir.

    6- … إِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِهِ لاَ تَحْزَنْ إِنَّ اللّهَ مَعَنَا فَأَنْزَلَ اللّهُ سَكِينَتَهُ عَلَيْهِ …

    (9/TEVBE, 40). ..O bir zamanlar arkadaşına “Üzülme, şüphesiz ki Allah bizimle beraberdir” diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi…

    إِذْ

    bir zamanlar

    صَاحِبٌ ج اَصْحاَبٌ

    arkadaş, sıkı dost

    أَنزَلَ  يُنْزِلُ  إِنْزاَلاً

    indirdi

    اَلسَّكِينَةُ

    sebat, kalbin mutmain olması

             

    7- فَقَالُوا عَلَى اللَّهِ تَوَكَّلْنَا رَبَّنَا لاَ تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ .

    (10/YUNUS, 85). Onlar dediler ki: “Allah’a dayandık. Ey Rabbimiz! Bizi o zalimler topluluğu için deneme (konusu) kılma.

    تَوَكَّلَ  يَتَوَكَّلُ  تَوَكُّلاً

    tevekkül etmek, Allah’a dayanmak, işi Allah’a bırakmak

    اَلْفِتْنَةُ

    deneme, imtihan fitne, şaşırma

    8- … قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُمْ مِنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ وَلاَ تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ …

    (11/HÛD, 84). … (Şuayb) Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin! Sizin için ondan başka Tanrı yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın.

    يَا قَوْمِ

    ey kavmim. (قَوْمِ) kelimesinin son harfinin harekesinin esre oluşu, düşen  “benim ..” manasındaki mütekellim ya’sına işaret eder.

    عَبَدَ  يَعْبُدُ

    kulluk etti, ibadet etti

    غَيْرُهُ

    …den başka, hariç, dışında

    مَا لَكُمْ مِنْ

    sizin için yoktur. Buradaki مَا harf-i nefy, مِنْ de zâid harf-i cerdir.

     

     

     

    نَقَصَ  يَنْقُصُ نَقْصاً

    eksiltmek, eksik bırakmak, düşük ölçmek

    اَلْمِكْيَالُ

    ölçek

    اَلْمِيزَانُ

    terazi, tartı

                 

    9- قَالَ لَهُمْ مُوسَى وَيْلَكُمْ لاَ تَفْتَرُوا عَلَى اللَّهِ كَذِبًا …

    (20/TÂHÂ, 61). Mûsâ onlara: “Yazık size! Allah hakkında yalan uydurmayın….” dedi.

    وَيْلٌ

    yazık, vah

    وَيْلَكُمْ

    yazık size!

    اِفْتَرَى يَفْتَرِي اِفْتِراَءاً

    uydurdu, iftira etti, düzdü

    10- وَلاَ تَجْعَلُوا مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ إِنِّي لَكُمْ مِنْهُ نَذِيرٌ مُبِينٌ[7] .

    (51/ZARİYÂT, 51). Allah ile beraber başka bir tanrı edinmeyin. Zira ben size O’nun tarafından (gelmiş) (açık) bir uyarıcıyım.

    آخَرَ

    başka,diğer

    نَذِيرٌ

    uyarıcı

    مُبِينٌ

    apaçık

     11- فَأَمَّا الْيَتِيمَ فَلاَ تَقْهَرْ .

    (93/DUHÂ, 9). Öyleyse yetime gelince (sakın) ezme.

    أَمَّا

    ….e gelince

    قَهَرَ  يَقْهَرُ  قَهْراً

    yenmek, ezmek, incitmek

    12-  وَأَمَّا السَّائِلَ فَلاَ  تَنْهَرْ .

    (93/DUHÂ, 10). (El açıp) isteyene gelince (de) sakın azarlama.

    اَلسَّائِلُ

    dilenen, isteyen

    نَهَرَ  يَنْهَرُ  نَهْراً

    azarlamak

  • İsm-i Mensub

     

    İSM-İ MENSÛB

    Bir yer, bir varlık veya bir işle ilgiyi ona aidiyeti, nisbeti bildiren isimdir. İsm-i mensûb yapmak için o ismin son harfini esre yapar, yanına şeddeli bir يّilave ederiz[3].

    شَامُ

    Şam →

    شَامِيٌّ

    Şam’lı

    حَلَبُ

    Haleb →

    حَلَبِيٌّ

    Halep’li

    إزْمِيرُ

    İzmir →

    إزْمِيرِيٌّ

    İzmir’li

    Müennesi için tâ-i merbûta (ة) getiririz:

    هُوَ شاَمِيٌّ  ث  هِيَ شاَمِيَّةٌ

    O Şam’lıdır.

    İsm-i mensûb şu hususlardan birine aidiyeti belirtmek için kullanılır:

    a) Cinsiyet;

    تُرْكِيٌّ

    Türk

    فَرَنْسِيٌّ

    Fransız

    عَرَبِيٌّ

    Arab

    b) Memleket;

    إِزْمِيرِيٌّ

    İzmir’li

    بَغْداَدِيٌّ

    Bağdad’lı

    قاَهِرِيٌّ

    Kahire’li

    c) Din;

    مَسِيحِيٌّ

    Hristiyanlığa ait, Hristiyanlığa mensûb

    إِسْلاَمِيٌّ

    İslâm’a ait , İslâm ile ilgili

     

     

     

    d) Kabile, bir sınıf ya da topluluk;

    قُرَشِيٌّ

    Kureyş kabilesine mensûb (Kureyş kabilesinden)

    هاَشِمِيٌّ

    Haşîmi (kabilesine mensûb)

    صَحاَبِيٌّ

    sahabeye mensûb, sahabi

    e) Meslek;

    تِجاَرِيٌّ

    ticârete ait, ticâretle ilgili

    زِراَعِيٌّ

    ziraate ait, ziraatle ilgili

    f) Sanat;

    فِضِّيٌّ

    gümüşçü

    ذَهَبِيٌّ

    altıncı

    سُكَّرِيٌّ

    şekerci

    g) Durum ve keyfiyet, herhangi bir sıfat;

    تَجْرِيبِيٌّ

    tecrübeye ait

    İsm-i Mensûbla İlgili Diğer Özellikler:

    *İsmin sonunda    ةvarsa mensûbunu yaparken atarız:

    مَكَّةُ

    Mekke

    مَكِّيٌّ

    Mekke’li

    اَلْبَصْرَةُ

    Basra

    اَلْبَصْرِيٌّ

    Basra’lı

    جِدَّةُ

    Cidde

    جِدِّيُّ

    Cidde’li

    *İsmin ortasında ي    varsa atarız:

    مَدِينَةٌ

    Medine

    مَدَنِيٌّ

    Medine’li

    *Sonunda elif-i memdûde olanın hemzesinin yerine vâv getiririz:

    سَماَءٌ

    gök

    سَماَوِيٌّ

    göğe ait, gökle ilgili

    بَيْضاَءُ

    beyaz

    بَيْضاَوِيٌّ

    beyazla ilgili

    *Sonunda elif-i maksûre (-َى..ا) bulunanın elifini vâv’a çeviririz:

    دُنْياَ

    (dünya)

    دُنْيَوِيٌّ

    dünyevî اَلْمَعْنَى- مَعْنىً (mana)

    مَعْنَوِيٌّ

    manevi

    *(قَرْيَةٌ) (köy) ve (عُرْوَةٌ)(kulp) gibi kelimelerin ism-i mensûbunu yaparken yâ’lı olanı vâv’a çevirir, vâv’lı olanı aynen bırakırız. Ancak ikinci harflerini fethalarız[4].

    عُرْوَةٌ

    عُرَوِيٌّ

    kulba ait

    قَرْيَةٌ

    قَرَوِيٌّ

    köye ait (köylü)

     

     

    Cümle Örnekleri:

    خاَلِدٌ طاَلِبٌ باَكِسْتاَنِيٌّ.

    Hâlit Pâkistan’lı bir öğrencidir.

    فاَطِمَةُ مُعَلِّمَةٌ سُورِيَّةٌ.

    Fâtıma Sûriye’li bir öğretmendir.

    حَضَرَ عُمَرُ إِلَى بَلَدٍ إِسْلاَمِيٍّ.

    Ömer İslâmi bir ülkeye geldi.

    اَلْمَوْلَوِيَّةُ وَ الْبَكْتاَشِيَّةُ طَرِيقَتاَنِ.

    Mevlevîlik ve Bektaşîlik iki tarikattır.

    مَكَّةُ فِي الْمَمْلَكَةِ الْعَرَبِيَّةِ السُّعُودِيَّةِ.

    Mekke Suudi Arabistan Krallığı’ndadır.

    يَوْمُ الْجُمْعَةِ أَوَّلُ الْعاَمِ الْهِجْرِيِّ.

    Cuma günü hicrî yılın başıdır.
  • Mukarabe Fiilleri Efalu Şuruu

     

    MUKÂRABE FİİLLERİ

    Kendine ait manaları bulunan bu yardımcı fiiller mübtedâ ile haberin başına gelerek (كاَنَ ve kardeşleri gibi) mübtedâ’yı merfû haberi de mansûb yapar. (كاَدَ) soyundan olanlar adıyla da gramer kitaplarında geçen bu yardımcı fiillerin en önemli özelliği ise haberinin muzâri fiil oluşudur.

     

    3 bölümde incelenirler:

    I)  Yaklaştırma Fiilleri (اَفْعاَلُ الْمُقاَرَبَةِ):

    Haberde bildirilenin yaklaştığını anlatan fiiller şunlardır:

    كاَدَ يَكاَدُ))

    (أَوْشَكَ  يُوشِكُ)

    (كَرَبَ)

    Bunların hepsi de “…neredeyse ..ecek, neredeyse ..acak, ..eyazdı, az kalsın, ..mek üzere(ydi)” manasını verir. Az kullanılan (كَرَبَ) hâriç diğerlerinin muzârisi de çekimleriyle birlikte kullanılır. (أَنْ) ile ya da (أَنْ) siz gelebilirler.

    كاَدَ الْمُجْرِمُ يُقْتَلُ.

    Suçlu öldürüleyazdı (neredeyse öldürülüyordu) .

    ماَ كاَدُوا يَفْعَلُونَ.

    Neredeyse yapamayacaklardı (Bakara, 71) .

    يَكاَدُ زَيْتُهاَ يُضِيئُ.

    Neredeyse yağı ışık verecek (Nûr, 35) .

    يَكاَدُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ أَبْصاَرَهُمْ.

    Şimşek neredeyse gözlerini alacak (Bakara, 20) .

    كَرَبَ الْقَلْبُ مِنْ حُزْنِهِ يَذُوبُ.

    Kalp kederinden az kaldı eriyecekti.

    أَوْشَكَ أَنْ يَأْتِيَ خاَلِدٌ.

    Hâlid’in gelmesi yakındır.

    يُوشِكُ خاَلِدٌ أَنْ يَخْرُجَ.

    Halit neredeyse çıkacak.

    Not: Bu üç fiil kendi başlarına tam fiil olarak (yardımcı fiil olmadan) kullanıldıklarında “yaklaştı” manasını verirler. O zaman fâili (أَنْ) den sonraki bölüm olur.:

    أَوْشَكَ أَنْ تَطْلُعَ الشَّمْسُ.

    Güneşin doğması yaklaştı.

          Fâil

     

    II) Ümit Fiilleri (اَفْعاَلُ التَّرَجِّي):

    إِخْلَوْلَقَ حَرَى عَسَى

    En çok kullanılanı (عَسَى) dır. “Belki, umulur ki, ola ki, herhalde, ..abilir” manalarını taşırlar. Muzâri çekimleri yoktur. Yâni câmid (donmuş) fiiller grubundandır. عَسَى fiili genellikle (أَنْ) ile kullanılır. Daha ziyade (عَسَى) fiili sâbit kalır, devamındaki cümle çekimli getirilerek kullanılır:

    عَسَى رَبُّكُمْ أَنْ يَرْحَمَكُمْ.

    Umulur ki Rabb’iniz size merhamet eder (İsrâ, 8).

    حَرَى خاَلِدٌ أَنْ يَقُومَ.

    Umulur ki Halit kalkar.

      إِخْلَوْلَقَ الثَّلْجُ أَنْ يَنْزِلَ.

    Umulur ki kar yağar.

     

     

    عَسَى fiilinin mâzî çekimi yapılarak ve yanına zamir alarak da kullanılır (عَسَى عَسَياَ عَسَوْا …)

    عَساَهُ[1] أَنْ يَفْعَلَ خَيْراً.

    Umulur ki o bir hayır yapar.

    *عَسَى fiili “yaklaştı” manasında tam fiil olarak da kullanılır. Bu durumda fâili yine (أَنْ) den sonraki bölümdür.

    عَسَى أَنْ يَأْتِيَ خاَلِدٌ.

    Halit’in gelmesi yaklaştı.

                      Fâil

     

    III) Başlama Fiilleri (اَلْاَفْعاَلُ لِلشُّرُوعِ):

    جَعَلَ أَقْبَلَ طَفِقَ أَنْشَأَ أَخَذَ شَرَعَ
     

     

    إِنْبَرَى هَبَّ إِبْتَدَأَ قاَمَ

    Bu fiiller muzârinin başına geldiklerinde kendi asıl manalarını atarak (بَدَأَ) “…meye başladı” manasını verirler. Başlama bildiren fiillerin başına (أَنْ) getirilmez. Yani başlangıç bildirmeleri ancak muzâri başında olur.

    أَخَذَ الْوَلَدُ يَبْكِي.

    Çocuk ağlamaya başladı.

    طَفِقاَ يَخْصِفاَنِ عَلَيْهِماَ مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِ.

    Cennet yaprağından üzerlerine örtmeye başladılar (Tâ-Hâ, 121).

    شَرَعَ الطاَّلِبُ يَقْرَأُ.

    Öğrenci okumaya başladı.

    جَعَلَ الْمَجْنُونُ يَصْرُخُ.

    Deli bağırmaya başladı.

     

    Genel Cümle Örnekleri:

    1- شَرَعَ الْمُتَّهَمُ يَقُولُ الْحَقِيقَةَ –– عَسَى السَّلاَمُ يَعُمُّ الْعاَلَمَ – عَسَى الْمُهَنْدِسُونَ أَنْ يَكْتَشِفُوا الْبَتْرُولَ فِي هَذِهِ الصَّحْراَءِ – لَمْ أَكُنْ أَظُنُّ أَنَّ  فَرِيقَ الْمَدْرَسَةِ بِهَذاَ الْاِسْتِعْداَدِ .

    2- اَلْمُهَنْدِسُونَ أَوْشَكُوا أَنْ يُكْمِلُوا الْعِماَرَةَ – أَوْشَكَتِ الشَّمْسُ تَغْرُبُ ، عَسَى أَنْ تُدْرَكَ صَلاَةُ الْمَغْرِبِ – جَلَسَ الْمُدَرِّسُ عَلَى مَقْعَدِهِ مُتْعَباً بَعْدَ أَنْ شَرَحَ الدَّرْسَ – لَمْ يَكَدْ يَشْرَحُ الْمُدَرِّسُ الدَّرْسَ حَتَّى جَلَسَ عَلَى مَقْعَدِهِ مُتْعَباً .

    3– ذَهَبَ التِّلْمِيذُ إِلَى أُسْتاَذِهِ مُسْرِعاً بَعْدَ أَنْ أَكْمَلَ الْواَجِبَ – لَمْ يَكَدْ يُكْمِل التِّلْمِيذُ الْواَجِبَ حَتَّى ذَهَبَ إِلَى أُسْتاَذِهِ مُسْرِعاً – ناَمَ الْمَرِيضُ عَلَى سَرِيرِهِ مُسْتَرِيحاً بَعْدَ أَنْ شَرِبَ الدَّواَءَ – لَمْ يَكَدْ يَشْرَبُ الْمَرِيضُ الدَّواَءَ حَتَّى ناَمَ عَلَى سَرِيرِهِ مُسْتَرِيحاً.

    4 – أَقْبَلَ الْإِماَمُ عَلَى مُصْحَفِهِ قاَرِئاً بَعْدَ أَنْ أَدَّى الصَّلاَةَ – لَمْ يَكَدْ يُؤَدِّي الْإِماَمُ الصَّلاَةَ حَتَّى أَقْبَلَ عَلَى مُصْحَفِهِ قاَرِئاً- ماَ كاَدَتِ الشَّمْسُ تَغِيبُ إِذْ ظَهَرَ شَخْصٌ مِنْ بَعِيدٍ.

    5 – ماَ كاَدَ الْجَرَسُ يَدُقُّ إِذْ صَعِدَ التَّلاَمِيذُ إِلَى الصُّفُوفِ – ماَ كاَدَ الْمَطَرُ يَنْزِلُ إِذْ أَسْرَعَ الناَّسُ إِلَى الْمَأْوَى – ماَ كَادَ الْعَمَلُ يَنْتَهِي إِذْ خَرَجَ الْعُماَّلُ مِنَ الْمَصْنَعِ –كاَدَتِ الْمَرْأَةُ تُشاَرِكُ فِي كُلِّ مَجاَلاَتِ الْعَمَلِ.

     

    Tercüme:

    1. Zanlı (itham edilen) hakikatı söylemeye başladı. Umulur ki barış alemi kapsar. Mühendislerin bu çölde petrolü keşfetmeleri (ortaya çıkarmaları) umulur. Okul takımının bu kabiliyette olduğunu sanmıyordum.

    2. Mühendisler apartmanı neredeyse tamamlayacak. Güneş doğmak üzere, akşam namazına erişilmesi yakındır. Öğretmen dersi açıkladıktan sonra yorgun olarak yerine oturdu. Öğretmen dersi açıklar açıklamaz yorgun olarak yerine oturdu.

    3. Öğrenci ödevi tamamladıktan sonra koşarak (aceleyle) öğretmenine gitti. Öğrenci ödevi tamamlar tamamlamaz koşarak (aceleyle) öğretmenine gitti. Hasta ilacı içtikten sonra dinlenmek üzere yatağında uyudu. Hasta ilacı içer içmez dinlenmek üzere yatağında uyudu.

    4. İmam namazı edâ ettikten sonra okumak üzere mushafına yöneldi. İmam namazı eda eder etmez okumak üzere mushafına yöneldi. Güneş neredeyse batmak üzereydi ki birden uzaktan bir şahıs belirdi.

    5. Zil çalar çalmaz hemen öğrenciler sınıflara çıktı. Yağmur iner inmez (yağar yağmaz) hemen insanlar sığınağa koştu. İş biter bitmez işçiler fabrikadan çıktı. Kadın neredeyse tüm iş sahalarına iştirak ediyor.

     

     

    MUKÂREBE FİİLLERİ İLE İLGİLİ AYETLER

    1- فَهَلْ عَسَيْتُمْ إِنْ تَوَلَّيْتُمْ أَنْ تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ وَتُقَطِّعُوا أَرْحَامَكُمْ {47/22} أُولَئِكَ الَّذِينَ لَعَنَهُمُ اللَّهُ فَأَصَمَّهُمْ وَأَعْمَى أَبْصَارَهُمْ .

    (47/MUHAMMED, 22, 23). Geri dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ve akrabalık bağlarını kesmeye dönmüş olmaz mısınız? İşte bunlar, Allah’ın kendilerini lânetlediği, sağır kıldığı ve gözlerini kör ettiği kimselerdir.

    2- كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْ وَعَسَى أَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَعَسَى أَنْ تُحِبُّوا شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَأَنْتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ .

    (2/BAKARA, 2l6). Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

    3- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ يَسْخَرْ قَومٌ مِنْ قَوْمٍ عَسَى أَنْ يَكُونُوا خَيْرًا مِنْهُمْ وَلاَ نِسَاءٌ مِنْ نِسَاءٍ عَسَى أَنْ يَكُنَّ خَيْرًا مِنْهُنَّ وَلاَ تَلْمِزُوا أَنْفُسَكُمْ وَلاَ تَنَابَزُوا بِالْأَلْقَابِ بِئْسَ الاِسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْإِيمَانِ وَمَنْ لَمْ يَتُبْ فَأُولَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ .

    (49/HUCURAT, 11). Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zâlimlerdir.

  • Fiil-i Vücubi – Gereklilik Fiili

     

    FİİL-İ VÜCUBİ

    (GEREKLİLİK FİİLİ)

    Türkçe’deki yaz-malı fiilindeki ..meli, ..malı takısı yerine Arapça’da kendine ait harf-i ceriyle birlikte aşağıdaki fiillerden biri getirilir.

    يَجِبُ عَلَى

    يَنْبَغِي لَـ..

     

    …meli, ..malı, gerekir

    uygun olur, yakışır

     

    يَجِبُ عَلَيْهِ أَنْ يَكْتُبَ

    yazması gerekir (yazmalı)

    يَنْبَغِي لَهُ أَنْ يَكْتُبَ

    yazması uygun olur (yazmalı)
           

    Bunlardan en fazla kullanılanı (يَجِبُ عَلَى) fiilidir.

    Fiile takılan يَجِبُ عَلَى ve يَنْبَغِي لَـ.. fiilleri daima müfred gâib halinde kalırlar. Şahıslara göre çekimi harf-i cerden sonra gelen zamirlerle ayarlanır.  Asıl fiilden önce أَنْ  getirilir.


      
             Çekim Tabloları
       

    Cemi

    Tesniye

    Müfred

     

    يَجِبُ عَلَيْهِمْ أَنْ يَكْتُبُوا

    يَجِبُ عَلَيْهِماَ أَنْ يَكْتُبَا

    يَجِبُ عَلَيْهِ أنْ يَكْتُبَ

    Gâib

    (Onlar) yazmalı

    (yazmaları gerekir)

    (O İkisi) yazmalı                  (yazmaları gerekir)

    (O) yazmalı

    (yazması gerekir)

     

    يَجِبُ عَلَيْهِنَّ أَنْ يَكْتُبْنَ

    يَجِبُ عَلَيْهِمَا أنْ تَكْتُباَ

    يَجِبُ عَلَيْهاَ أَنْ تَكْتُبَ

    Gâibe
               

     

    يَجِبُ عَلَيْكُمْ أَنْ تَكْتُبوُا

    يَجِبُ عَلَيْكُمَا أَنْ تَكْتُبَا

    يَجِبُ عَلَيْكَ أَنْ تَكْتُبَ

    Muhatap

    (Siz)yazmalısınız (yazmanız gerekir)

    (İkiniz) yazmalısınız

    (yazmanız gerekir)

    (Sen)yazmalısın (yazman gerekir)

     

    يَجِبُ عَلَيْكُنَّ أَنْ تَكْتُبْنَ

    يَجِبُ عَلَيْكُمَا أَنْ تَكْتُبَا

    يَجِبُ عَلَيْكِ أَنْ تَكْتُبِي

    Muhâtaba

     

    يَجِبُ عَلَيْنَا أَنْ نَكْتُبَ

    يَجِبُ عَلَيْنَا أَنْ نَكْتُبَ

    يَجِبُ عَلَيَّ أَنْ أَكْتُبَ

    Mütekellim

    (Biz)yazmalıyız (yazmamız gerekir)

    (İkimiz) yazmalıyız

    (yazmamız gerekir)

    (Ben) yazmalıyım

    (yazmam gerekir)

     

     

    Cemi

    Tesniye

    Müfred

     

    يَنْبَغِي لَهُمْ أَن يَكْتُبُوا

    يَنْبَغِي لَهُمَا أنْ يَكْتُبَا

    يَنْبَغِي لَهُ أَنْ يَكْتُبَ

    Gâib

    (Onların)

    yazması uygun olur

    (O ikisinin)

    yazması uygun olur

    (Onun)yazması uygun olur (yazmalı)

     

    يَنْبَغِي لَهُنَّ أَنْ يَكْتُبْنَ

    يَنْبَغِي لَهُمَا أنْ تَكْتُبَا

    يَنْبَغِي لَهاَ أَنْ تَكْتُبَ

    Gâibe

     

     

    يَنْبَغِي لَكُمْ أَنْ تَكْتُبُوا

    يَنْبَغِي لَكُماَ أَنْ تَكْتُبا

    يَنْبَغِي لَكَ أَنْ تَكْتُبَ

    Muhatap

    (Sizlerin)

    yazmanız uygun olur

    (İkinizin)

     yazması uygun olur

    (Senin)

    yazman uygun olur

     

    يَنْبَغِي لَكُنَّ أَنْ تَكْتُبْنَ

    يَنْبَغِي لَكُماَ أَنْ تَكْتُباَ

    يَنْبَغِي لَكِ أنْ تَكْتُبِي

    Muhâtaba

     

    يَنْبَغِي لَنَا أَنْ نَكْتُبَ

    يَنْبَغِي لَنَا أَنْ نَكْتُبَ

    يَنْبَغِي لِي أَنْ أَكْتُبَ

    Mütekellim

    (Bizlerin)

    yazmamız uygun olur

    (İkimizin)

    yazması uygun olur

    (Benim)

    yazmam uygun olur

     

    Olumsuz Şekli:

    يَجِبُ عَلَيْهِ أَنْ لاَ يَكْتُبَ

    يَنْبَغِي لَهُ أَنْ لاَ يَكْتُبَ

    yazmaması gerekir, yazmamalı

    yazmaması uygun olur, yazmamalı

    لا يَجِبُ عَلَيْهِ أَنْ يَكْتُبَ

    لاَ يَنْبَغِي لَهُ أَنْ يَكْتُبَ

    yazması gerekmez

    yazması uygun olmaz

    *Fiilin başına çekime göre değişmeyen  كاَنَgetirilebilir.     ..idi manasını verir:

    كَانَ يَجِبُ عَلَيْهِ أَنْ يَكْتُبَ

    yazması gerekirdi, yazmalıydı

    كَانَ يَجِبُ عَلَيْهِمْ أَنْ يَكْتُبوُا

    yazmaları gerekirdi, yazmalıydılar

    Olumsuz Şekli:

    مَا كَانَ يَجِبُ عَلَيْهِ أَنْ يَكْتُبَ

    مَا كَانَ يَجِبُ عَلَيْهاَ أَنْ تَكْتُبَ

    yazması gerekmezdi, yazmamalıydı

    Ayet Örnekleri:

    وَمَا يَنْبَغِي لِلرَّحْمَنِ أَنْ يَتَّخِذَ وَلَدًا.

    (Halbuki) çocuk edinmek Rahmân’ın şanına yakışmaz. (Meryem, 92)

    قَالُوا سُبْحَانَكَ مَا كَانَ يَنْبَغِي لَنَا أَنْ نَتَّخِذَ مِنْ دُونِكَ مِنْ أَوْلِيَاءَ …

    Onlar: “Seni tenzih ederiz. Seni bırakıp da başka dostlar edinmek bize yaraşmaz..” dediler… (Furkân, 18)

    لاَ الشَّمْسُ يَنْبَغِي لَهَا أَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلاَ اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ.

    Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler. (Yâsîn, 40)

    F   يَجِبُfiiliini kullanırken “gerekir” diye tercüme etmek daha doğru olur.

    يَجِبُ ve يَنْبَغِي  fiilleri olmadan da harf-i cerle devam eden geri kalanı aynı manayı ifade eder.

    عَلَيْهِ أَنْ يَكْتُبَ

    yazmalı, yazması gerekir

    لَهُ أَنْ يَكْتُبَ

    yazmalı, yazması uygun olur

    عَلَيَّ أَنْ أَكْتُبَ

    yazmalıyım

    لِي أَنْ أكْتُبَ

    yazmam uygun olur

     

     

    Olumsuz Şekli:

    عَلَيَّ أَنْ لاَ أَكْتُبَ

    yazmamalıyım

    لِي أَنْ لاَ أَكْتُبَ

    yazmam uygun olmaz

    Cümle Örnekleri:

    1- يَجِبُ أَنْ يَكُونَ الْمُسْلِمُ صاَدِقاً وَ أَمِيناً داَئِماً.

    2- يَجِبُ عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ أَنْ يَعْرِفَ دِينَهُ جَيِّداً – يَجِبُ أَنْ تَعْلَمُوا مُنْذُ الْآنَ .

    3- يَجِبُ أَنْ تَعْلَمْنَ مُنْذُ الْآنَ – يَجِبُ أَنْ يَذْهَباَ مُنْذُ الْآنَ.

    4- ماَذاَ يَجِبُ عَلَيْكَ أَنْ تَفْعَلَ الْآنَ لِيَكُونَ مُسْتَقْبَلُكَ عَظِيماً ؟

    5- يَجِبُ عَلَيَّ أَنْ أَدْرُسَ وَ أَنْجَحَ داَئِماً.

    6- مَتَى يَجِبُ الْغُسْلُ ؟ – يَجِبُ أَنْ يَحْتَرِمَ الصَّغِيرُ الْكَبِيرَ .

    7- يَجِبُ عَلَى الْأَوْلاَدِ طاَعَةُ[1] الْواَلِدَيْنِ.

    8- أُمِّي مَريِضَةٌ وَ يَجِبُ اَنْ أُساَعِدَهاَ – يَجِبُ أَنْ أُقاَبِلَهاَ.

    9- يَجِبُ أَنْ أَسْأَلَهُمْ – يَجِبُ أَنْ أَسْتَقْبِلَهُمْ[2] .

    Tercüme:

    1- Müslümanın daima sadık ve güvenilir olması gerekir.

    2- Her müslümanın dinini iyi bilmesi gerekir. Şu andan itibaren bilmeniz gerekir.

    3- Şu andan itibaren bilmeniz gerekir (müe.). Şu andan itibaren ikisinin gitmeleri gerekir.

    4- Geleceğinin büyük olması için şimdi ne yapman gerekir?

    5- Daima okumam ve başarmam gerekir.

    6- Gusul ne zaman vacib olur (gerekir)? Küçüğün büyüğe hürmet etmesi gerekir.

    7- Çocukların ana-babaya itaat etmesi gerekir.

    8- Annem hastadır ve ona yardım etmem gerekir. Onunla buluşmam gerek.

    9- Onlara sormam gerek. Onları karşılamam gerekir.

  • İsm-i Alet

     

    İSM-İ ALET

    Bir işin yapılmasında kullanılan alete isim olan kelimelerdir. İsm-i zaman ve ism-i mekânın mim (م)’inin üstünle bağlanmasına karşılık ismi âlet’in mimi esre ile bağlanır. Sülâsî mâlum ve müteaddî fiillerden türetilen ve semâi (işitilerek bilinen) 3 vezni vardır:

    مِفْعَالٌ

    مِفْعَلَةٌ

    مِفْعَلٌ

    (مِفْعَلٌ) veznine ait örnekler:

    بَرَدَ -ُ

    törpüledi

    مِبْرَدٌ

    eğe

    نَبَرَ -ِ

    kaldırdı, yükseltti

    مِنْبَرٌ

    minber

    كَسَرَ -ِ

    kırdı

    مِكْسَرٌ

    mikser, kırma aracı

    صَعِدَ -َ

    çıktı yükseldi

    مِصْعَدٌ

    asansör (yükselme aleti)

    مِهْجَرٌ

    mikroskop

    مِقْلَى

    tava

    مِثْقَبٌ

    matkap

    مِحْلَقٌ

    traş makinası

    (مِفْعَلَةٌ) veznine ait örnekler:

    لَعِقَ

    yaladı

    مِلْعَقَةٌ

    kaşık

    طَرَقَ

    vurdu

    مِطْرَقَةٌ

    çekiç

    سَطَرَ

    çizgi çekti

    مِسْطَرَةٌ

    cetvel

    كَنَسَ

    süpürdü

    مِكْنَسَةٌ

    süpürge

    مِرْضَعَةٌ

    biberon

    مِحْفَظَةٌ

    çanta

    مِنْشَفَةٌ

    havlu

    مِنْضَدَةٌ

    masa

    مِظَلَّةٌ

    şemsiye

    مِرْوَحَةٌ

    pervane, vantilatör

    مِغْرَفَةٌ

    kevgir

    مِمْفَلَةٌ

    oklava

    مِمْلَحَةٌ

    tuzluk

    مِدْفَأَةٌ

    soba

      

    (مِفْعَالٌ) veznine ait örnekler:

    نَظَرَ

    baktı

    مِنْظَارٌ

    dürbün

    فَتَحَ

    açtı

    مِفْتاَحٌ

    anahtar

    وَزَنَ

    tarttı

    مِيزاَنٌ

    terâzi

    كاَلَ

    ölçtü

    مِكْياَلٌ

    ölçek

    رَآى

    gördü

    مِرْآةٌ

    ayna

    كَوَى

    dağladı

    مِكْواَةٌ

    ütü

    مِصْباَحٌ

    lâmba

    مِمْحاَةٌ

    silgi

    مِزْماَرٌ

    zurna, kaval,

    مِرْحاَضٌ

    tuvalet

    مِذْياَعٌ

    radyo

    مِرْصاَدٌ

    teleskop

    *Bazen ism-i alet yukarıdaki kalıpların dışından da gelebilir:

    سِكِّينٌ

    bıçak

    شَوْكَةٌ

    çatal

    قَلَمٌ

    kalem

    فَأْسٌ

    balta

    *Mısır Arap dili heyeti فَعاَّلَةٌ kalıbının ism-i âlet için elverişli olduğunu belirtmiştir[1].

    ثَلاَّجَةٌ

    buzdolabı

    غَساَّلَةٌ

    çamaşır makinası

    شَواَّيَةٌ

    et kızartma makinası (ızgara)

    خَرَّامَةٌ

    blendir

    Cümle Örnekleri:

    أَكَلَ الرَّجُلُ الطَّعاَمَ بِالْمِلْعَقَةِ.

    Adam yemeği kaşıkla yedi.

    طَرَقَ الْحَداَّدُ الْحَدِيدَ بِالْمِطْرَقَةِ.

    Demirci demire çekiçle vurdu.

    فَتَحَتِ الْمَرْأَةُ الْباَبَ بِالْمِفْتاَحِ.

    Kadın kapıyı anahtarla açtı.

    بَرَدَ الْحَداَّدُ الْحَدِيدَ بِالْمِبْرَدِ.

    Demirci demiri eğe ile törpüledi.

    كَنَسْناَ الْأَرْضَ بِالْمِكْنَسَةِ.

    Yeri süpürge ile süpürdük.

    اَلْمِكْوَى آلَةٌ حَدِيثَةٌ.

    Ütü yeni (modern) bir alettir.

    وَضَعْتُ مِحْفَظَتِي عَلَى الْمِنْضَدَةِ.

    Çantamı masanın üzerine koydum.

     

     

  • Sıfat-ı Müşebbehe

     

    SIFAT-I MÜŞEBBEHE

     

    Renk, güzellik, çirkinlik, kusur, sakatlık gibi görünürdeki sıfatlarla bazı iç duygularını ifade eden sıfatlara sıfat-ı müşebbehe denir.  Sülâsî lâzım fiilden türetilen ve sahibinde devamlı kalıcı olan sıfatları veya varlığı gösterir. Bir nevi ism-i fâile benzer. Ancak ism-i fâilin bildirdiği sıfat kalıcı değil geçicidir. (جاَلِسٌ) oturan,  (ناَئِمٌ) uyuyan kelimelerinde belirtilen vasıflar devamlılık göstermez. Halbuki (خاَلِدٌ كَرِيمٌ) dendiğinde Halit’teki cömertlik vasfının devamlı olduğu anlaşılır. Böylece şimdiye kadar gördüğümüz sıfat ve isimlerin özellikleri daha iyi anlaşılmaktadır.

    Sıfat-ı müşebbehe’nin bir çok vezni vardır. Bunlardan en çok kullanılanları şunlardır:

    1- Sakatlık, renk ve kusur gibi nitelikleri anlatan sıfat-ı müşebbehe müzekkerlerde أَفْعَلُ müenneslerde   فَعْلاَءُ   vezninde gelir[1].  Örnekler:

     

    Müennes

     

    Müzekker

     

    بَيْضاَءُ

    أَبْيَضُ

    beyaz

    زَرْقاَءُ

    أَزْرَقُ

    mavi

    حَمْراَءُ

    أَحْمَرُ

    kırmızı

    سَوْدَاءُ

    اَسْوَدُ

    siyah

    خَضْراَءُ

    أَخْضَرُ

    yeşil

    صَفْراَءُ

    أَصْفَرُ

    sarı

    سَمْراَءُ

    أَسْمَرُ

    esmer

    عَرْجاَءُ

    أَعْرَجُ

    topal

    عَوْرَاءُ

    اَعْوَرُ

    şaşı

    بَكْماَءُ

    أَبْكَمُ

    dilsiz

    صَماَّءُ

    أَصَمُّ

    sağır

    عَمْيَاءُ

    أَعْمَى

    kör

    بَلْهاَءُ

    أَبْلَهُ

    aptal

    حَدْباَءُ

    أَحْدَبُ

    kambur

    Not: (فَعْلاَءُ ث أَفْعَلُ ) vezninde gelen sıfat-ı müşebbeheler gayr-i munsariftir. Harf-i tarif almadıklarında nekre kabul edilirler. Cümle halindeki örnekleri şöyledir:

    وَرَقُ الشَّجَرَةِ أَخْضَرُ.

    Ağacın yaprağı yeşildir.

    هَذاَ صُنْدوُقٌ أَبْيَضُ.

    Bu beyaz bir sandıktır (kutudur).

    هَذِهِ وَرَقَةٌ بَيْضاَءُ.

    Bu beyaz bir sayfadır.

    هَلْ حَقيِبَتُكَ سَوْداَءُ.

    Çantan siyah mıdır?

    نَعَمْ ، حَقِيبَتيِ سَوْداَءُ.

    Evet, çantam siyahtır.

    قَلَمُ التِّلْميِذِ أَحْمَرُ.

    Öğrencinin kalemi kırmızıdır.

    صَبَغَ الرَّجُلُ الثَّوْبَ بِاللَّوْنِ الْأَحْمَرِ.

    Adam elbiseyi kırmızı renkle boyadı.

    لِمَنْ هَذِهِ السَّياَّرَةُ الْحَمْراَءُ ؟

    Bu kırmızı araba kimindir?

    أَنْتَ تَحْمِلُ دَفْتَراً أَبْيَضَ.

    Sen beyaz bir defter taşıyorsun.

    يَحْمِلُ مُحَمَّدٌ حَقيِبَةً خَضْراَءَ

    Muhammed yeşil bir çanta taşıyor.

    ..إِنَّهُ يَقُولُ إِنّهَا بَقَرَةٌ صَفْرَاءُ..

    ..O, onun sarı renkli bir inek olduğunu söylüyor.. (Bakara, 69)

    وَمَن كَانَ فِي هَذِهِ أَعْمَى فَهُوَ فِي الْآخِرَةِ أَعْمَى وَأَضَلُّ سَبِيلاً.

    Bu dünyada (iman bakımından) kör olan kimse ahirette de kördür, üstelik iyice yolunu şaşırmıştır (İsrâ, 72).

    *Yukardaki sıfat-ı müşebbehelerde daha manasını ifade etmek için müzekker ve müenneslerde ortak olmak üzere mansûb ismin önüne أَشَدُّ (daha şiddetli, daha çok) ve   اَقَلُّ  (daha az)   gibi ism-i tafdîller getirilir:

    أشَدُّ  بَياَضاً  daha beyaz           اَقَلُّ بَياَضاً daha az beyaz

    شَعْرُ أمِّي أَشدُّ بَياَضاً مِنْ شَعْرِ خَالَتِكَ.

    Annemin saçı teyzenin saçından daha beyazdır.

    *(أَفْعَلُ) kalıbının çoğulu olan فُعْلٌ vezni ise gayr-i munsarif değildir ve bütün çoğullar (insanlar ve diğer şeyler) için ortak kullanılır:

    خُضْرٌ

    yeşiller

    بُكْمٌ

    dilsizler

    صُفْرٌ

    sarılar

    صُمٌّ

    sağırlar

     

    2- İç duyguları ifade eden sıfat-ı müşebbeheler müzekkerlerde فَعْلاَنُ müenneslerde فَعْلَى vezninde gelir.

    كَسْلاَنُ

    tembel

    شَبْعاَنُ

    tok

    ظَمْآنُ

    susuz

    مَلْآنُ

    dolu

    عَطْشاَنُ

    susamış

    جَوْعاَنُ

    هَذاَ الطِّفْلُ جَوْعاَنُ.

    Bu çocuk açtır.

    هَذِهِ الطِّفْلَةُ شَبْعَى.

    Bu kız çocuğu toktur.

    3-Diğer nitelikleri ifade eden ve gayr-i münsarif olmayan semâî sıfat-ı müşebbehelerden en çok kullanılan kalıplardan birer örnekle fikir sahibi olabiliriz.

    →  فَعِلٌ

    فَرِحٌ

    sevinçli

     →  فَعِلَةٌ

    فَرِحَةٌ

    sevinçli

    → فُعْلٌ

    حُرٌّ

    özgür

    → فَعْلٌ

    صَعْبٌ

    zor

    → فَعَلٌ

    حَسَنٌ

    güzel, iyi

    → فَعاَلٌ

    جَباَنٌ

    korkak

    → فُعاَلٌ

    شُجاَعٌ

    cesur

    → فِعْلٌ

    مِلْحٌ

    tuzlu

    → فاَعِلٌ

    طاَهِرٌ

    temiz

    → فَيْعِلٌ

    مَيِّتٌ

    ölü

    → فَعِيلٌ

    رَحِيمٌ

    acıyan

    → فَعُولٌ

    صَبُورٌ

    sabırlı

    هَذاَ الْجُنْدِيُّ شُجاَعٌ.

    Bu asker cesurdur.

    هَذاَ الْفَتَى كَرِيمٌ.

    Bu genç cömerttir.

    *Sülasî fiillerin dışındaki fiillerin sıfat-ı müşebbeheleri kendi ism-i fâilleridir[2]:

     

    مُعْتَدِلٌ

    اِعْتَدَلَ ←

     

    مُظْلِمٌ

    أَظْلَمَ ←

     

     

       mu’tedil, orta

    mutedil oldu

     

    karanlık

    karanlık oldu

     

                       

    Genel Cümle Örnekleri:

    1- شاَهَدَ يُوسُفُ فِي الطَّرِيقِ الْأَشْجاَرَ الْخَضْراَءَ – لاَ فَرْقَ بَيْنَ أَبْيَضَ وَ أَسْوَدَ.

    2- دَخَلْتُ الْبُسْتاَنَ الْجَمِيلَ مَنْظَراً – دَخَلْتُ بُسْتاَناً جَمِيلاً مَنْظَرُهُ – دَخَلْتُ الْبُسْتاَنَ جَمِيلَ الْمَنْظَرِ.

    3- اَلْكاَفِرُ كَثِيرٌ غَدْرُهُ وَ ظُلْمُهُ – اَلْبَحْرُ طَهُورٌ ماَؤُهُ وَ زَكِيَّةٌ مَيْتَتُهُ.

     4- كاَنَ عُمَرُ الْفاَرُوقُ فَصِيحَ الْكَلاَمِ. كانَ حاَفِظاً لِلْقُرْآنِ وَ عاَمِلاً بِهِ.

    5- هَلْ  نَظاَّرَتُكَ بَيْضاَءُ ؟ لاَ ، نَظاَّرَتِي صَفْراَءُ.

    Tercüme:

    1- Yusuf yolda yeşil ağaçlar gördü.  Siyah ve beyaz arasında fark yoktur.

    2- Manzara bakımından güzel  bostana girdim. Manzarası güzel bir bostana girdim. (Aynı mana)

    3- Kâfirin hainliği ve zulmü çoktur. Denizin suyu temiz, ölüsü (de) temizdir.

    4- Ömeru’l-Fârûk’un konuşması fasih(açık ve net) idi. Kur’ân’ı ezberleyen ve onunla amel edendi.

    5- Gözlüğün beyaz mıdır? Hayır, gözlüğüm sarıdır.

     

    İSM-İ MENSÛB

    Bir yer, bir varlık veya bir işle ilgiyi ona aidiyeti, nisbeti bildiren isimdir. İsm-i mensûb yapmak için o ismin son harfini esre yapar, yanına şeddeli bir يّilave ederiz[3].

    شَامُ

    Şam →

    شَامِيٌّ

    Şam’lı

    حَلَبُ

    Haleb →

    حَلَبِيٌّ

    Halep’li

    إزْمِيرُ

    İzmir →

    إزْمِيرِيٌّ

    İzmir’li

    Müennesi için tâ-i merbûta (ة) getiririz:

    هُوَ شاَمِيٌّ  ث  هِيَ شاَمِيَّةٌ

    O Şam’lıdır.

    İsm-i mensûb şu hususlardan birine aidiyeti belirtmek için kullanılır:

    a) Cinsiyet;

    تُرْكِيٌّ

    Türk

    فَرَنْسِيٌّ

    Fransız

    عَرَبِيٌّ

    Arab

    b) Memleket;

    إِزْمِيرِيٌّ

    İzmir’li

    بَغْداَدِيٌّ

    Bağdad’lı

    قاَهِرِيٌّ

    Kahire’li

    c) Din;

    مَسِيحِيٌّ

    Hristiyanlığa ait, Hristiyanlığa mensûb

    إِسْلاَمِيٌّ

    İslâm’a ait , İslâm ile ilgili

     

     

     

    d) Kabile, bir sınıf ya da topluluk;

    قُرَشِيٌّ

    Kureyş kabilesine mensûb (Kureyş kabilesinden)

    هاَشِمِيٌّ

    Haşîmi (kabilesine mensûb)

    صَحاَبِيٌّ

    sahabeye mensûb, sahabi

    e) Meslek;

    تِجاَرِيٌّ

    ticârete ait, ticâretle ilgili

    زِراَعِيٌّ

    ziraate ait, ziraatle ilgili

    f) Sanat;

    فِضِّيٌّ

    gümüşçü

    ذَهَبِيٌّ

    altıncı

    سُكَّرِيٌّ

    şekerci

    g) Durum ve keyfiyet, herhangi bir sıfat;

    تَجْرِيبِيٌّ

    tecrübeye ait

    İsm-i Mensûbla İlgili Diğer Özellikler:

    *İsmin sonunda    ةvarsa mensûbunu yaparken atarız:

    مَكَّةُ

    Mekke

    مَكِّيٌّ

    Mekke’li

    اَلْبَصْرَةُ

    Basra

    اَلْبَصْرِيٌّ

    Basra’lı

    جِدَّةُ

    Cidde

    جِدِّيُّ

    Cidde’li

    *İsmin ortasında ي    varsa atarız:

    مَدِينَةٌ

    Medine

    مَدَنِيٌّ

    Medine’li

    *Sonunda elif-i memdûde olanın hemzesinin yerine vâv getiririz:

    سَماَءٌ

    gök

    سَماَوِيٌّ

    göğe ait, gökle ilgili

    بَيْضاَءُ

    beyaz

    بَيْضاَوِيٌّ

    beyazla ilgili

    *Sonunda elif-i maksûre (-َى..ا) bulunanın elifini vâv’a çeviririz:

    دُنْياَ

    (dünya)

    دُنْيَوِيٌّ

    dünyevî

    اَلْمَعْنَى- مَعْنىً

    (mana)

    مَعْنَوِيٌّ

    manevi

    *(قَرْيَةٌ) (köy) ve (عُرْوَةٌ)(kulp) gibi kelimelerin ism-i mensûbunu yaparken yâ’lı olanı vâv’a çevirir, vâv’lı olanı aynen bırakırız. Ancak ikinci harflerini fethalarız[4].

    عُرْوَةٌ

    عُرَوِيٌّ

    kulba ait

    قَرْيَةٌ

    قَرَوِيٌّ

    köye ait (köylü)

     

     

    Cümle Örnekleri:

    خاَلِدٌ طاَلِبٌ باَكِسْتاَنِيٌّ.

    Hâlit Pâkistan’lı bir öğrencidir.

    فاَطِمَةُ مُعَلِّمَةٌ سُورِيَّةٌ.

    Fâtıma Sûriye’li bir öğretmendir.

    حَضَرَ عُمَرُ إِلَى بَلَدٍ إِسْلاَمِيٍّ.

    Ömer İslâmi bir ülkeye geldi.

    اَلْمَوْلَوِيَّةُ وَ الْبَكْتاَشِيَّةُ طَرِيقَتاَنِ.

    Mevlevîlik ve Bektaşîlik iki tarikattır.

    مَكَّةُ فِي الْمَمْلَكَةِ الْعَرَبِيَّةِ السُّعُودِيَّةِ.

    Mekke Suudi Arabistan Krallığı’ndadır.

    يَوْمُ الْجُمْعَةِ أَوَّلُ الْعاَمِ الْهِجْرِيِّ.

    Cuma günü hicrî yılın başıdır.

  • Nehy-i Gaib

     

    V) NEHY-İ GAİB

              (GAİB EMRİN OLUMSUZU)

    لاَ يَكْتُبُوا

    لاَ يَكْتُبَا

    لاَ يَكْتُبْ

    Gâib

    لاَ يَكْتُبْنَ

    لاَ تَكْتُبَا

    لاَ تَكْتُبْ

    Gâibe

    (Onlar) yazmasın

    (O ikisi) yazmasın

    (O) yazmasın

     

    Görüldüğü gibi لِيَكْتُبْ  (yazsın) demek olurken olumsuzu olan “yazmasın” demek için muzâri fiilin başına لاَ getirilip sonu cezm yapılır.

    Meçhûl yapılışı; Cahd-ı mutlakın meçhûl yapılışı gibidir. Yalnız başına لاَ getirilir.

    لاَ يُكْتَبْ

    yazılmasın

    لاَ يُكْتَبْنَ

    yazılmasınlar (müen)

    لاَ يُكْتَبُوا

    yazılmasınlar (müz)

    لاَ نُكْتَبْ

    yazılmayalım

     

    Cümle Örnekleri:

    لاَ يَذْهَبْ بَعْدَ شَهْرٍ.

    Bir ay sonra gitmesin.

     

    لاَ يَضْرِبِ الْوَلَدُ الْحَيَواَنَ.

    Çocuk hayvanlara vurmasın.

     

     

     

     

    لاَ يَسْرِقِ الرَّجُلُ الْأَمْواَلَ.

    Adam malları çalmasın.

     

    لاَ يَكْذِبِ الْوَلَدُ عَلَى أُمِّهِ.

    Çocuk annesine yalan söylemesin.

    لاَ يَكْسَلُوا فِي الْعَمَلِ.

    İşte tembellik etmesinler.

     

    اَلتَّلاَمِيذُ لاَ يَلْعَبُوا فِي الشاَّرِعِ.

    Öğrenciler caddede oynamasın.

     

    اَلْمُعَلِّمُ لاَ يَغْضَبْ عَلَى الطاَّلِبِ.

    Öğretmen öğrenciye kızmasın.

     

    الْعاَمِلاَتُ لاَ يَأْخُذْنَ الْمِفْتاَحَ.

    İşçiler anahtarı almasınlar.

     

    عاَئِشَةُ لاَ تَتْرُكِ الْقِراَءَةَ.

    Aişe okumayı bırakmasın.

     

    لاَ تُفْتَحِ النَّواَفِذُ.

    Pencereler açılmasın.

     

    NEHY-İ GÂİB İLE İLGİLİ AYETLER

    1- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ نَجَسٌ فَلاَ يَقْرَبُوا الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ بَعْدَ عَامِهِمْ هَذَا …

    (9/TEVBE, 28). Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar…

    يَا أَيُّهَا

    ey! (nida harfi)

    اَلَّذِينَ

    kimseler (ism-i mevsul olup çok yakında işlenecektir)

    آمَنَ  يُؤْمِنُ  إِيماَناً

    iman etmek, inanmak

    آمَنُوا

    İman ettiler

     

    يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا

    ey iman eden kimseler! (Ey iman edenler! cümlesinde görüldüğü gibi ism-i mevsuldan sonraki fiil önce tercüme edilip …en kimseler deniliyor)

     

    إِنَّمَا

    ancak, sadece

    اَلْمُشْرِكُ

    müşrik, Allah’a ortak koşan

     

    نَجَسٌ

    pislik

    عَامٌ

    sene, yıl

     

    قَرَبَ  يَقْرَبُ قِرْباَناً

    yaklaşmak

    بَعْدَ عَامِهِمْ هَذَا

    bu yıllarından sonra 

     

                       

    2- وَلاَ   يَحْزُنْكَ    قَوْلُهُمْ    إِنَّ         الْعِزَّةَ       لِلَّهِ    جَمِيعًا    هُوَ   السَّمِيعُ    الْعَلِيمُ.

    II. haber

    I. haber

    Mübt.

    Hal

    Haberu (إِنَّ) mahallen  merfû

    İsmu (إِنَّ)

    mansûb

    Te’kit ve nasb harfi

    Fâil

    Fiil-i  muzâri meczûm

    (كَ) mef’ûl

    Cezm ve nefy harfi

    (10/YUNUS, 65). Onların sözleri seni üzmesin. Çünkü bütün izzet (üstünlük) Allah’ındır. O işitendir, bilendir.

    اَلْعِزَّةُ

    üstünlük, izzet

    جَمِيعًا

    topluca, hepsi, tümü

    (Cümlenin ikinci kısmında görüldüğü gibi bazen vurgulama ve önem belirtmek için haber de marife olarak gelebilir. Mübtedâ ve haberle ilgili geniş bilgi daha sonra işlenecektir.)