Ay: Aralık 2013

  • Müstetir Zamir

     

    III) MÜSTETİR (GİZLİ ZAMİR)

    Telaffuzda ya da yazıda görülmeyip fiilde var olduğu düşünülen zamirdir. Mâzî fiilde müstetir yani örtülü (ya da gizli olan) zamir  هُوَve هِيَ   dir. Zira diğer siygalarda geçen fiillerin fâil zamirleri bizzat fiilde görülür:

    Örneğin; (Biz) yazdık  كَتَبْناَ  ve (Ben) yazdım كَتَبْتُ fiilindeki تُ  ve ناَ zamirleri fâildir. Ancak كَتَبَ  dendiğinde fiile birleşen herhangi bir zamir görülmemektedir. Telaffuzda yer almasa da burada fiilde var olduğu düşünülen zamir هُوَ  (o) dir. Aynı şekilde كَتَبَتْ   fiilinin sonundaki تْ fâil değil, fâilin müennes olduğunu gösteren alâmettir. Bu fiilde var olduğu düşünülen zamir هِيَ dir. Özet olarak; bütün mâzî fiillerin müfred müzekker gâib ve müfred müennes gâibelerinin fâilleri müstetir (gizli) olan  هُوَ ve هِيَ zamirleridir.

    وَجَدَ أُمَّهُ (Annesini buldu) cümlesinde fâil; kim buldu sorusunun cevabı olan ve fiilin altında gizli olduğu düşünülen هُوَ zamiridir.وَجَدَتْ أُمَّهاَ  (Annesini buldu) cümlesinde fâil; kim buldu sorusunun cevabı olan ve fiilin altında gizli olduğu düşünülen  هِيَzamiridir.

      

    Karşılaştırmalı Genel Cümle Örnekleri:

    إِياَّكُنَّ سَاَلَ الرَّجُلُ.

    Adam yalnız sizi sordu.

     

    أَخَذْتُ الْفُلوُسَ مِنْ واَلِديِ.

    Paraları babamdan aldım.

     

    هُنَّ عَرَفْنَ الْبَيْتَ.

    Onlar evi tanıdı.

     

    نَحْنُ عَرَفْناَ الْمُديِرَ.

    Bizler müdürü tanıdık.

     

    أَنْتُماَ حَمَلْتُماَ الْبُرْتُقاَلَ.

    İkiniz portakalı taşıdınız.

     

    هُمْ أَكَلوُا الْحَلْوَى.

    Onlar tatlıyı yediler.

     

    هُمْ فَهِموُا الْقِصَّةَ.

    Onlar hikayeyi anladılar.

     

    ذَهَبَتْ عاَئِشَةُ إِلَى غُرْفَتِهاَ.

    Aişe odasına gitti.

     

    نَحْنُ لَعِبْناَ مَعَهُمْ كُرَةَ السَّلَّةِ[.

    Biz onlarla basketbol oynadık.

     

    أَنْتَ شَرِبْتَ الشاَّيَ مَعَ صَديِقيِ.

    Sen arkadaşımla çay içtin.

     

    أَنْتِ كَتَبْتِ رِساَلَةً إِلَى عَمَّتِكِ.

    Sen halana bir mektup yazdın.

     

     

    نَحْنُ كَتَبْناَ رِساَلَةً إِلَى مُدَرِّسَتِناَ.

    Biz öğretmenimize bir mektup yazdık.

    رَجَعَ أَحْمَدُ مَعَ أُخْتِهِ إِلَى الْبَيْتِ.

    Ahmet eve kız kardeşiyle döndü.

     

     

    هِيَ ذَهَبَتْ إِلَى السوُّقِ مَعَ صَدِيقَتِهاَ.

    O çarşıya kız arkadaşıyla gitti.

     

    أَنْتَ حَمَلْتَ دَفْتَراً.

    Sen bir defter taşıdın.

     

    نَزَلَ أَحْمَدُ مِنَ الطاَّئِرَةِ وَحَمَلَ حَقيِبَتَهُ.

    Ahmet uçaktan indi ve çantasını yüklendi (taşıdı).

     

    أَيْنَ حَقيِبَتُهاَ ؟حَقيِبَتُهاَ فيِ الْغُرْفَةِ.

    Onun çantası nerede ? Onun çantası odadadır.

     

    أَناَ كَتَبْتُ لِأَخي. لِمَنْ كَتَبْتَ أَنْتَ ؟

    Ben kardeşim için (kardeşime) yazdım. Sen kime yazdın?

     

    هَلْ كَتَبَ الدَّرْسَ بالْقَلَمِ ؟ نَعَمْ ، كَتَبَ بِهِ.

    Dersi kalemle mi yazdı? Evet onunla yazdı.

     

     

     

    هُوَ كَتَبَ لَهُمُ الرَّساَئِلَ وَ هُمْ كَتَبوُا لَهُ أَيْضاً

    O, onlara mektuplar yazdı, onlar da ona yazdılar.

     

     

    إِياَّىَ أَمَرَ واَلِدِي.

    Babam yalnız bana emretti.

     

     

    إِياَّهُ مَدَحَ الرَّئِيسُ.

    Başkan yalnız onu methetti.

     

     

    ماَ اسْمُكَ ؟ اِسْميِ عاَدِلٌ.

    İsmin nedir? İsmim Adil’dir.

     

     

    ماَ اسْمُكِ ؟ اِسْميِ زَيْنَبُ.

    İsmin nedir? İsmim Zeynep’tir.

     

     

    مِنْ أيْنَ أَنْتَ ؟

    Sen neredensin? (Nerelisin)

     

     

    أَناَ مِنْ إِزْميِر وَ أَنْتِ؟

    Ben İzmir’denim (İzmir’liyim. Ya) sen?

     

     

    أَناَ مِنْ إِسْتَانْبُول.

    Ben İstanbul’danım.

     

     

    ماَ جِنْسِيَّتُكَ ؟

    Milliyetin nedir?

     

     

    جِنْسِيَّتيِ تُرْكِيَّة.

    Milliyetim Türk’tür.

     

     

    لِماَذاَ أَخَذَ أَحْمَدُ كِتاَبيِ ؟

    Niçin Ahmet kitabımı aldı ?

     

     

    رَأَيْتُكَ أَنْتَ.

    Seni seni gördüm.

     

     

    ذَهَبْتُ أَناَ إِلَى الْمَدْرَسَةِ.

    Okula ben gittim (ben).

     

    كَيْفَ حاَلُكَ ؟

    Nasılsın?

     

    اَلْحَمْدُ لِلَّهِ أَناَ بِخَيْرٍ. وَ أَنْتَ ؟

    Elhamdülillah iyiyim. (Ya) sen?

     

    شُكْراً جَزِيلاً. كَيْفَ أَوْلاَدُكَ ؟

    Çok teşekkür ederim. Çocukların nasıl?

     

    هُمْ ذَهَبُوا إِلَى السُّوقِ مَعَ أُمِّهِمْ.

    Onlar anneleriyle çarşıya gittiler.

     

    أَناَ شَرِبْتُ الشاَّىَ مَعَ صَديِقيِ.

    Ben arkadaşımla çay içtim.

     

    كَيْفَ أَنْتِ الْآنَ ياَ أُمِّي؟

    Şimdi nasılsın ey anneciğim?

     

    بِخَيْرٍ ياَ بِنْتيِ.

    İyiyim ey kızım.

     

    أَناَ وَ أَنْتَ ذَهَبْناَ إِلَى الْمَدْرَسَةِ.

    Ben ve sen okula gittik.

     

      

     

     

    هُمْ وَ جِيراَنُهُمْ جَلَسُوا فِي الْحَدِيقَةِ.

    Onlar ve komşuları bahçede oturdular.

     

    هُمْ حَفِظُوا الْقُرْآنَ.

    Onlar Kur’ân’ı ezberlediler.

     

    أَناَ وَ صَدِيقَتِي رَجَعْناَ مِنَ الْمَدْرَسَةِ.

    Ben ve arkadaşım okuldan döndük.

     

    أَنْتُنَّ كَتَبْتُنَّ الدَّرْسَ.

    Siz dersi yazdınız.

     

    هُمْ شاَهَدوُا الْمُباَراَةَ.

    Onlar maç seyrettiler.

     

    هُنَّ أَكَلْنَ الْحَلْوَى.

    Onlar tatlıyı yediler.

     

    أَنْتُمْ شَرِبْتُمُ الْعَصيِرَ.

    Sizler meyve suyu içtiniz.

     

    أَنْتُماَ نَجَحْتُماَ فِي الْإمْتِحاَنِ.

    İkiniz imtihanda başardınız.

     

    كَتَبَ خاَلِدٌ هَذِهِ الرِّساَلَةَ إِلَى صَديِقِهِ.

    Halit bu mektubu arkadaşına yazdı.

     

    ذَهَبَ صاَدِقٌ مَعَ واَلِدِهِ إِلَى الْمَطْعَمِ.

    Sadık babasıyla lokantaya gitti.

     

    أَكَلَ واَلِدُهُ طَعاَماً مِنَ الْمَطْعَمِ.

    Babası lokantadan yemek yedi.

     

    أَكَلَ خاَلِدٌ الْفَطوُرَ مَعَ واَلِدِهِ وَ أَكَلَ الْغَداَءَ مَعَ واَلِدَتِهِ.

     

    Halit kahvaltıyı babasıyla yedi ve öğle yemeğini annesiyle yedi.

     

                   

    Not:فَ  harfi basit cümlelerin birbirine bağlanışında kullanılan harflerdendir: Ve, ardından, akabinde, bu sebeple, hemen manalarında tercüme edilir. Netice sebebe genellikle bu harfle bağlanır.

    سَقَطَ الرَّجُلُ فَذَهَبَ إِلَى الطَّبِيبِ.

    Adam düştü ve (bu sebeple) doktora gitti

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    KONULARLA İLGİLİ AYETLER

    1- خَلَقَ الْإِنْساَنَ مِنْ عَلَقٍ.

     

                                                                                                                                 Mecrûr Câr     Mef’ûl      Fiil

     

    (96/ALAK 2) (Allah) insanı bir alakdan yarattı.

     

    اَلْعَلَقُ

    asılı duran şey, alaka, embriyo, kan pıhtısı

    خَلَقَ

    yarattı

     

    2- مِنْ نُطْفَةٍ     خَلَقَهُ       فَقَدَّرَهُ.

     

                                                                                                               Mef’ûl Fiil          Mef’ûl Fiil       Mecrûr Câr

     

    (80/ABESE 19) Bir nutfeden yarattı onu (insanı) ve akabinde takdir etti (şekil verdi)

     

    نُطْفَةٌ

    nutfe, sperma

    قَدَّرَ

    takdir etti, ölçtü

     

    فَ…

    akabinde, bunun üzerine, bu sebeple, bunun için (harekeye tesiri yoktur).

     

     

    3- وَ ضَرَبَ   لَناَ   مَثَلاً وَ  نَسِيَ         خَلْقَهُ.

     

                                                                                                       Mef’ûl (isim tamlaması)       Fiil            Mef’ûl Mec.Câr  Fiil

     

    (36/YÂSÎN 78) Bize bir misal verdi ve yaratılışını unuttu.

     

    ضَرَبَ مَثَلاً

    misal verdi. ضَرَبَ fiili yalnız kullanıldığında vurmak, dövmek vs. manasındadır. Aynı cümlede مَثَلاً kelimesi de yer alırsa misal vermek anlamına gelir. Bu şekilde Arapça’da pek çok örnek vardır.

     

    نَسِيَ

    unuttu. (Sonu illet harfleriyle gelen fiillerin çekimi daha sonra işlenecektir.)

     

    خَلْقٌ

    yaratma, yaratılış, halk etme. (خَلَقَ) fiilinin masdarıdır. Arapça’da masdarlar isimdir, yani başlarına harf-i tarif veya sonlarına tenvin alırlar. Cümledeki fiillerin fâilleri müstetir (gizli) olup gâib fiilin mukâbili olan (هُوَ) zamiridir.

     

    4- ماَ      وَدَّعَكَ    رَبُّكَ   وَ  ماَ   قَلَى.

     

                                                                                                                                     Fiil   Harfu nefy       Fâil     Mef’ûl-Fiil  Harfu nefy

     

    (93/DUHÂ 3) Rabbin seni terketmedi ve darılmadı.

     

    وَدَّعَ

    terketti, ayrıldı, yüzüstü bıraktı

    قَلَى

    darıldı, buğzetti

     

    5- وَ وَجَدَكَ ضاَلاًّ فَهَدَى.

     

    (93/DUHÂ 7) Ve seni şaşırmış buldu bunun üzerine hidayet etti.

     

    ضاَلٌّ

    hayrette kalan, şaşıran, şaşırmış

    هَدَى

    hidayet etti, yol gösterdi

     

    6- وَ وَجَدَكَ عاَئِلاً فَأَغْنَى.

     

    (93/DUHÂ, 8) Seni yoksul buldu, bu sebeple zenginleştirdi.

     

    عاَئِلٌ

    yoksul

    أَغْنَى

    zenginleştirdi

     

    7- وَوَضَعْناَ عَنْكَ وِزْرَكَ.

     

    (94/İNŞİRAH, 2) Yükünü senden (hafifletip) kaldırdık.

     

    وَضَعَ

    koydu, kaldırdı

    وِزْرٌ ج أَوْزاَرٌ

    ağır yük, vebal

     

    8- وَ رَفَعْناَ لَكَ ذِكْرَكَ.

     

    (94/İNŞİRAH, 4) Ve senin için şanını (zikrini, anılmanı) yükselttik.

     

    رَفَعَ

    kaldırdı, yükseltti

    ذِكْرٌ

    zikir, anma, anılma

    9- قاَلَ رَبِّ إِنَّ قَوْمِي كَذَّبُونِ.

     

    (26/ŞUARÂ, 117) (Nuh:) Rabbim dedi, gerçekten kavmim beni yalanladı.

     

     

     

     

     

    قاَلَ

    dedi, söyledi

    إِنَّ

    gerçekten, muhakkak (te’kid edatı)

     

    رَبِّ

    Rabbim (Sondaki esre (رَبِّي) kelimesindeki mütekellim ya (ي) sını temsil eden sembol kısaltmadır.

     

    كَذَّبَ

    yalanladı, yalan isnad etti, inanmadı

     

    نِ (كَذَّبُونِ)

    (ن) nûnu vikâye, (ن) harfinin altındaki esre  mütekellim yâ (ي) sının kısaltılmış halidir. (كَذَّبُوا) yalanladılar fiiline nûnu’l-vikâye ve mütekkelim yâ’sı birleşince cemî vavının elifi düşmüş ve (كَذَّبُونِ) olmuştur.

     

    10- لَقَدْ حَقَّ الْقَوْلُ عَلَى أَكْثَرِهِمْ …

     

    (36/YÂSÎN, 7).Onların çoğunun (ekseriyetinin) üzerine (azabla ilgili) söz hak oldu.

     

     

    لَقَدْ

    gerçekten, hakikaten, and olsun (te’kid edatı)

     

     

    الْقَوْلُ

    söz (azab sözü)

    أَكْثَرُ

    ekseriyet, çok, en çok, daha çok

     

     

    حَقَّ

    hak oldu, gerçek oldu, hak etti

  • İsmin Çeşitli Halleri

     

    İSMİN ÇEŞİTLİ HALLERİ

    Yapısına göre isim; son harfi sahih olan ve olmayan olmak üzere ikiye ayrılır.

    A) Son harfi sahih olan isim;  maksûr, mankûs ve memdûd olmayan murab isimdir.

    حُجْرَةٌ

    oda

    دَلْوٌ

    kova

    ظَبْيٌ

    ceylan

    اَلْأَرْنَبُ

    tavşan

    B) Son harfi sahih olmayan isim; Mankûs, Maksûr ve Memdûd olmak üzere üçe ayrılır:

    I) MAKSÛR İSİM

    Sonunda sâbit bir elif bulunan murab isimdir. Bir evvelki harekesi üstün olan murab (duruma göre son harekesi değişen) ismin sonundaki bu elifin aslı (و) ise uzun (ا), (ي) ise noktasız (ى) şeklinde yazılır. Ancak elif şeklinde telaffuz edilir. İsm-i maksûrun bu elifi aslî değil, (و) veya (ي) dan dönüşmedir veya müenneslik için zaidedir:

    (Aslı: (اَلذِّكْرُ zikr, anma)

    اَلذِّكْرَى

    hatıra

    اَلْفَتَى

    genç

    اَلْعَصاَ

    baston

    اَلْمُصْطَفَى

    seçilmiş

    اَلْهُدَى

    doğru yol

             

    Bu tip elifin üzerine hareke konup okunması mümkün değildir. Bu sebeple bu isimlerin sonu sakin okunur. Yâni uzatmalı okumaya da sakin denir. Ref halinde elif üzerine zamme, nasb halinde fetha, cer halinde kesre takdir edilir.

    Merfû Hali

    نَجاَ الْفَتَى مِنَ الْغَرَقِ.

    Genç boğulmaktan kurtuldu.(Fâil)

    اِنْكَسَرَتِ الْعَصاَ.

    Baston kırıldı.

    أَصاَبَهُ الْأَذَى.

    Ona ezâ isabet etti.

    Mansûb Hali

    نَجَّيْتُ الْفَتَى مِنَ الْغَرَقِ.

    Genci boğulmaktan kurtardım. (Mef’ûl)

    مَنَعْتُ الْأَذَى.

    Ezâyı defettim.

    وَجَدْتُ الْعَصاَ.

    Bastonu buldum.

    Mecrûr Hali

    رَضِيْتُ عَنِ الْفَتَى.

    Gençten razı oldum (Câr-mecrûr) .

    إِشْتَرَيْتُ الْقَلَمَ مِنَ الْفَتَى.

    Kalemi gençten satın aldım.

    سَلِمْتُ مِنَ الْأَذَى.

    Ezâdan selâmete erdim.

    *İsm-i maksûr nekre olduğu (tenvin aldığı) zaman ref, nasb ve cer halinde elifi yazılı kalır, ancak okunmaz.

    جاَءَ فَتىً.

    Bir genç geldi (Fâil).

    رَأَيْتُ فَتىً.

    Bir genç gördüm (Mef’ûl).

    سَلَّمْتُ عَلَى فَتىً.

    Bir gence selâm verdim (Mecrûr) .

    اِتَّكَأْتُ عَلَى عَصاً.

    Bir bastona dayandım (Mecrûr).

    II) MANKÛS İSİM

    Kendinden evvel kesre bulunan bir (ي) ile sona eren murab isimlere mankûs isim denir. Bu (ي) aslîdir ve vazgeçilmezdir.

    اَلْهاَدِي

    yol gösteren

    اَلراَّعِي

    çoban

    اَلْقاَضِي

    kadı, hâkim

    اَلْواَدِي

    vadi

    اَلْمُحاَمِي

    avukat

    اَلداَّعِي

    davetçi

    Mankûs isimler mansûb durumda gözle görünür şekilde fetha alırlar. Çünkü fetha ile okumak kolay ve mümkündür. Zamme ve kesre ile okumak ise dile ağır gelir. Bu sebeple ref ve cer hallerinde gerekli harekeyi zahiren alamazlar. Gramerciler buna “ref ve cer hallerinde mankûs isimlerin sonuna zamme ve kesre takdir olunur” demektedirler.

    Merfû Hali

    فَرَّ الْجاَنِي.

    Câni kaçtı.

    عَدَلَ الْقاَضِي.

    Kadı adaletli oldu.

    يَنْدَمُ الْباَغِي.

    Azgın pişman olur.

    Mansûb Hali

    حَبَسْتُ الْجاَنِيَ.

    Câniyi hapsettim.

    نَحْتَرِمُ الْقاَضِيَ.

    Kadıya saygı duyarız.

    سَمِعْتُ الْمُناَدِيَ.

    Çağıranı işittim.

    Mecrûr Hali

    نَظَرْتُ إِلَى الْجاَنِي.

    Câniye baktım.

    سَمِعْتُ الْخَبَرَ مِنَ الراَّعِي.

    Haberi çobandan işittim.

    سَلَّمْتُ عَلَى الْقاَضِي.

    Kadıya selâm verdim.

    *Mankûs isim nekre olduğu takdirde ref ve cer halinde sonundaki (ي) düşer.

    جاَءَ مُحاَمٍ.

    Bir avukat geldi (Ref) .

    سَلَّمْتُ عَلَى مُحاَمٍ.

    Bir avukata selâm verdim (Cer) .

    رَأَيْتُ مُحاَمِياً.

    Bir avukat gördüm (Nasb) .

     

     

    Tesniye halinde düşen (ي) tekrar geri gelir:

    جاَءَ مُحاَمٍ.

    Avukat geldi.

    جاَءَ مُحاَمِياَنِ.

    İki avukat geldiler.

    * Mankûs isim izafetle veya (اَلْ) takısıyla marife olduğu takdirde ref, nasb ve cer halinde (ي) sabit kalır.

    حَكَمَ الْقاَضِي عَلَى جاَنٍ.

    Kadı bir câninin aleyhine karar verdi.

    جاَءَ قاَضِي الْقُضاَةِ.

    Kadıların kadısı geldi.

    III) MEMDÛDE İSİM

    Sonunda hemze, hemzeden önce de zâide bir elif bulunan murab isimdir.

    عُظَماَءُ

    büyükler

    سَماَءُ

    gök

    شُعَراَءُ

    şairler

    Bu zâid hemze ile biten isim gayr-i munsarif olduğu için tenvin almaz. Ancak aslî veya (و ي) den dönüşme hemze ile biten isim tenvin alır. Hemzeden sonra tenvin yazmak için bir daha elif yazılmaz. (مَساَءً) (اِبْتِداَءً) Çünkü kaideye göre hemze iki elif arasında yazılmaz.

     

     İSMİN ÇEŞİTLİ HALLERİ İLE İLGİLİ AYETLER

    1- ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ .

    (2/BAKARA, 2). O kitap (Kur’ân); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.

    2- وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ لاَ تَعْبُدُونَ إِلاَّ اللّهَ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَاناً وَذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ …

    (2/BAKARA, 83). Vaktiyle biz, İsrailoğullarından: “Yalnızca Allah’a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz” diye söz almıştık…

    3- … وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَأَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ …

    (2/BAKARA, 87). … Meryem oğlu İsa’ya da mucizeler verdik. Ve onu, Rûhu’l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik….

    4- وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارَى عَلَى شَيْءٍ وَقَالَتِ النَّصَارَى لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلَى شَيْءٍ وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَ كَذَلِكَ قَالَ الَّذِينَ لاَ يَعْلَمُونَ مِثْلَ قَوْلِهِمْ فَاللّهُ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ .

    (2/BAKARA, 113). Hepsi de kitabı (Tevrat ve İncil’i) okumakta oldukları halde Yahudiler: Hıristiyanlar doğru yolda değillerdir, dediler. Hıristiyanlar da: Yahudiler doğru yolda değillerdir, dediler. Kitabı bilmeyenler de birbirleri hakkında tıpkı onların söylediklerini söylediler. Allah, ihtilâfa düştükleri hususlarda kıyâmet günü onlar hakkında hükmünü verecektir.

    5- وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّهِ أَنْ يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ وَسَعَى فِي خَرَابِهَا أُولَئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ أَنْ يَدْخُلُوهَا إِلاَّ خَآئِفِينَ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ .

    (2/BAKARA, 114). Allah’ın mescidlerinde O’nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zâlim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü girmeye hakları yoktur.) Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır.

    6- يُعْرَفُ الْمُجْرِمُونَ بِسِيمَاهُمْ فَيُؤْخَذُ بِالنَّوَاصِي وَالْأَقْدَامِ .

    (55/RAHMÂN, 41). Suçlular, simalarından tanınır, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar.

    7- وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطِينِ وَأَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابَ السَّعِيرِ .

    (67/MÜLK, 5). Andolsun ki biz, (dünyaya) en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık.

    8- عَبَسَ وَتَوَلَّى ¯ أَنْ جَاءَهُ الْأَعْمَى ¯ وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّهُ يَزَّكَّى ¯ أَوْ يَذَّكَّرُ فَتَنْفَعَهُ الذِّكْرَى .

    (80/ABESE, 1-4). (Peygamber) Âmânın kendisine gelmesinden ötürü (âma kendisine geldi diye) yüzünü ekşitti ve geri döndü. (Onun halini) Sana kim bildirdi? Belki o temizlenecek, yahut öğüt alacak da o öğüt ona fayda verecek.

    9- وَجِيءَ يَوْمَئِذٍ بِجَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ يَتَذَكَّرُ الْإِنْسَانُ وَأَنَّى لَهُ الذِّكْرَى .

    (89/FECR, 23). O gün cehennem getirilir, insan yaptıklarını birer birer hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ne faydası var!

    10- وَالشَّمْسِ وَضُحَاهَا ¯ وَالْقَمَرِ إِذَا تَلاَهَا .

    (91/ŞEMS, 1, 2). Güneşe ve kuşluk vaktindeki aydınlığına, güneşi takip ettiğinde aya,..

    11- إِنَّ سَعْيَكُمْ لَشَتَّى ¯ فَأَمَّا مَنْ أَعْطَى وَاتَّقَى ¯ وَصَدَّقَ بِالْحُسْنَى ¯ فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْيُسْرَى .

    (92/LEYL, 4-7). Sizin işleriniz başka başkadır. Artık kim verir ve sakınırsa ve en güzeli de tasdik ederse, biz de onu en kolaya hazırlarız (onda başarılı kılarız).

    12- وَالضُّحَى ¯ وَاللَّيْلِ إِذَا سَجَى ¯ مَا وَدَّعَكَ رَبُّكَ وَمَا قَلَى ¯ وَلَلْآخِرَةُ خَيْرٌ لَكَ مِنَ الْأُولَى .

    (93/DUHA,  I, 2, 3, 4) . Andolsun kuşluk vaktine, Ve sükûna erdiğinde geceye ki, Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı. Gerçekten senin için ahiret dünyadan daha hayırlıdır.

    13- إِنَّ إِلَى رَبِّكَ الرُّجْعَى ¯ أَرَأَيْتَ الَّذِي يَنْهَى ¯ عَبْدًا إِذَا صَلَّى ¯ أَرَأَيْتَ إِنْ كَانَ عَلَى الْهُدَى ¯ أَوْ أَمَرَ بِالتَّقْوَى .

    (96/ALAK, 8, 9, 10, 11, 12). Kuşkusuz dönüş Rabbinedir. Namaz kılarken bir kulu (Peygamber’i namazdan) menedeni gördün mü? Ne dersin, o (Peygamber) doğru yolda ise, yahut takvâyı emrediyorsa?

    CÜMLELERİN BAĞLANIŞI

    Temel cümle isim ya da fiil cümlesi olup bu cümleye bir ya da bir kaç cümle bağlanabilir:

    رَأَيْتُ طِفْلاً يَلْعَبُ فيِ السَّاحَةِ.

    Meydanda oynayan bir çocuk gördüm. (fiil cümlesi)

    اَلصِّدْقُ صَديِقٌ يَنْفَعُ الإنْساَنَ فِي جَميِعِ الأَحْواَلِ.

    Doğruluk insana her durumda fayda veren bir dosttur. (isim cümlesi)

     

    -Fâil, nâib-i fâil, mef’ûlün bih, sıfat, mübtedâ ya da haber tek kelimeden meydana geldiği gibi fiil veya isim cümlesi de olabilir:

    بَلَغَنيِ أَنَّكَ صاَحِبُ أُلوُفٍ مِنَ الدَّناَنيِرِ.

    (Fâil: isim cümlesi)

    Bana binlerce dinarın sahibi olduğun ulaştı.

    عُلِمَ أَنَّ الشَّابَّ ذَكِيٌّ.

    (Nâibu’l-fâil: isim cümlesi)

    Gencin zeki olduğu bilindi.

    عَلِمْناَ أَنَّهُمْ أَصْدِقاَؤُناَ.

    (mef’ûlün bih: isim cümlesi)

    Onların dostlarımız olduğunu öğrendik.

    أَنْ تَقْرَأَ الْكِتاَبَ أَنْفَعُ لَكَ.

    (mübtedâ: isim cümlesi)

    Kitap okuman senin için daha faydalıdır.

    اَلنَّارُ  تُسَخِّنُ الْماَءَ.

    Mef’ûl   Fiil    Mübtedâ

                                                                         Haber

    Ateş suyu ısıtır.

    يَدْخُلُ الْمُؤُْمِنوُنَ جَناَّتٍ  تَجْريِ مِنْ تَحْتِهاَ الأَنْهاَرُ.

                                      (Sıfat: Fiil cümlesi)        Mevsûf

    Mü’minler altlarından ırmaklar(nehirler) akan cennetlere girerler.

    رَأَيْناَ   مَدْرَسَةً   فِناَؤُهاَ واَسِعٌ.

                                         (Sıfat: isim cümlesi)        Mevsûf

                                                                       Mef’ûlün bih

    Avlusu geniş bir okul gördük.

     

  • Ayetel Kürsi İrabı


     

    ÂYETÜ’L-KÜRSİ

    بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

    Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla

    اَللّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ مَنْ ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلاَ يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِهِ إِلاَّ بِمَا شَاءَ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَلاَ يَؤُودُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ {2/255}

    255. Allah, O’ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir, kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O’nundur. İzni olmadan O’nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O’na hiçbir şey gizli kalmaz.) O’nun bildirdiklerinin dışında insanlar O’nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.


    yokluğu olmayan sürekli hayat sahibi

    اَلْحَيُّ

    yaratıklarını sürekli gözetip koruyan, yöneten, ayakta tutan

    اَلْقَيُّومُ

    şefaat etmek, kayırmak

    شَفَعَ يَشْفَعُ شَفاَعَةً

    uyuklama, uyku

    سِنَةٌ

    arkalarındakiler, sonrakiler

    وَمَا خَلْفَهُمْ

    önlerindekini, öncekileri

    مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ

    korumak

    حَفِظَ يَحْفَظُ حِفْظاً

    kuşatmak, ihata etmek, şamil olmak

    أَحاَطَ يُحِيطُ إِحاَطَةً

    içine almak, kaplamak, sarmak, kuşatmak

    وَسِعَ يَسَعُ سَعَةً

    ismi işaret ( هَذاَ) nın kısaltılmışı, bu ya da o anlamında

    ذاَ

    ağır gelmek, zorluk vermek

    آدَ يَؤُودُ

    taht, sandalye, koltuk, kürsü

    اَلْكُرْسِيُّ

    kadri çok yüce, çok ulvi, çok yüksek

    اَلْعَلِيُّ

                 
  • Esmaul Efal İsim Fiiller

     İSİM FİİLLER

    Mâzî muzâri ve emir manasında kullanılan bazı isimler vardır ki, fiil gibi çekilmez. Bu sebeple bunlara isim fiiller (esmâul ef’âl) denir. Mef’ûlleri kendilerinden önce gelmez. Hep aynı şekil üzere bulunurlar. Manaları fiilden daha kuvvetlidir ve mebnîdirler.

    a) Mâzi manalı isim fiiller:

    Mâzî manalı isim fiiller hayret ifâde ederler: Mana bakımından taaccüb fiillerine benzerler:

    هَيْهاَتَ !

    Ne kadar uzak!

    بُطْآنَ !

    Ne kadar yavaş!

     

    شَتاَّنَ !

    Ne kadar farklı[1]!

     

    شَتاَّنَ ماَ بَيْنَ عَلِيٍّ وَ بَكْرٍ !

    Ali ile Bekir arasında (ne kadar ) dağlar kadar fark var!

     

    سُرْعاَنَ !

    Ne kadar süratli!

     

    هَيْهاَتَ هَيْهاَتَ لِماَ تُوعَدُونَ!

    O size vad edilen şey ne uzak !

    (uzak mı uzak) (Mü’minûn 36)

     

    b) Muzâri manalı isim fiiller:

    واَ !

    Şaşarım, hayret ederim!

    أُفٍّ !

    Off, sabrım tükeniyor (Bıktım usandım) !

    قَدْ !

    Yeter!

    عَلَيْكَ !

    Sana gerekir!

    عَلَيْكُمْ أَنْفُسَكُمْ !

    Siz kendinize bakın!

    عَلَيْكُمْ بِقِراَءَةِ كِتاَبِ اللَّهِ !

    Allah’ın kitâbını okumanız gerekir!

    وَلاَ تَقُلْ لَهُماَ أُفٍّ !

    Onlara üff bile deme (İsrâ 23) !

    c) Emir manalı isim fiiler:

    مَكاَنَكَ !

    Yerinde dur!

    آمِينْ !

    Kabul et!

     

    ايِه !

    Sus artık yetişir!

     حَيَّى = هَياَّ !

    Haydi!

     

    هَيْتَ لكَ !

    Haydi, çabuk gel!

    هَلُمَّ !

    Haydi; haydi gel, getir!

     

     

     

     

     

     

    مَهْ!

    Yapma!

    هاَ !

    İşte al

     

    صَهْ !

    Sus!

    رُوَيْدَكَ !

    Yavaş ol!

     

    أَلاَ !

    Dikkat edin, uyanık olun!

     

     

     

    حَيَّى عَلَى الصَّلاَةِ !

    Haydi namaza!

     

     

    حَيَّى الْفَلاَحِ !

    Haydi kurtuluşa!

     

     

    قُلْ هَلُمَّ شُهَداَءَكُمْ !

    “Haydi şahitlerinizi getirin” de (En’âm, 150).

     

     

    عَلَيْكُمْ أَنْفُسَكُمْ لاَ يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ إِذاَ اهْتَدَيْتُمْ !

    Siz kendinize bakınız. Hidâyet üzere olursanız sapık kişiler size zarar veremez (Mâide, 105).

                   

     

    KUR’ÂN’DA GEÇEN İSİM FİİLLER

    1- فَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ فَيَقُولُ هَاؤُمُ اقْرَؤُوا كِتَابِيهْ .

    (69/HAKKA, 19). Kitabı sağ tarafından verilene gelince: “Alın, kitabımı okuyun” der.

    2- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا عَلَيْكُمْ أَنْفُسَكُمْ لاَ يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ إِذَا اهْتَدَيْتُمْ إِلَى اللّهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ .

    (5/MÂİDE, 105). Ey iman edenler! Siz kendinize bakın.Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.

    3- وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَمِيعًا ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذِينَ أَشْرَكُوا مَكَانَكُمْ أَنْتُمْ وَشُرَكَآؤُكُمْ فَزَيَّلْنَا بَيْنَهُمْ وَقَالَ شُرَكَآؤُهُمْ مَا كُنْتُمْ إِيَّانَا تَعْبُدُونَ .

    (10/YÛNUS, 28). Onların hepsini biraraya toplayacağımız, sonra da Allah’a ortak koşanlara: “Siz ve koştuğunuz ortaklar yerinizde bekleyin” diyeceğimiz gün artık onların (putlarıyla) aralarını tamamen ayırmışızdır. Ve onların ortakları, (putları) derler ki: “Siz, bize ibadet etmiyordunuz..

    4- وَرَاوَدَتْهُ الَّتِي هُوَ فِي بَيْتِهَا عَنْ نَفْسِهِ وَغَلَّقَتِ الأَبْوَابَ وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَ قَالَ مَعَاذَ اللّهِ إِنَّهُ رَبِّي أَحْسَنَ مَثْوَايَ إِنَّهُ لاَ يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ .

    (12/YÛSUF, 23). Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak istedi, kapıları iyice kapattı ve “Haydi gel!” dedi. O da” (Hâşâ), Allah’a sığınırım! Zira kocanız benim velinimetimdir, bana güzel davrandı. Gerçek şu ki, zâlimler iflah olmaz!” dedi.

    5- وَقَضَى رَبُّكَ أَلاَّ تَعْبُدُوا إِلاَّ إِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا إِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ أَحَدُهُمَا أَوْ كِلاَهُمَا فَلاَ تَقُلْ لَهُمَآ أُفٍّ وَلاَ تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَرِيمًا .

    (17/İSRÂ, 23). Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine “of!” bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.

    6- أُفٍّ لَكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ .

    (21/ENBİYÂ, 67). Size de, Allah’ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere de yuh olsun! Siz akıllanmaz mısınız?

    7- وَالَّذِي قَالَ لِوَالِدَيْهِ أُفٍّ لَكُمَا أَتَعِدَانِنِي أَنْ أُخْرَجَ وَقَدْ خَلَتْ الْقُرُونُ مِنْ قَبْلِي وَهُمَا يَسْتَغِيثَانِ اللَّهَ وَيْلَكَ آمِنْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَيَقُولُ مَا هَذَا إِلاَّ أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ .

    (46/AHKÂF, 17). Ana ve babasına: Öf be size! Benden önce nice nesiller gelip geçmişken, beni tekrar dirilmekle mi tehdit ediyorsunuz? diyen kimseye, ana ve babası Allah’ın yardımına sığınarak: Yazıklar olsun sana! İman et. Allah’ın vâdi gerçektir, dedikleri halde o: Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir, der.

    8- هَيْهَاتَ هَيْهَاتَ لِمَا تُوعَدُونَ .

    (23/MÜ’MİNÛN, 36). “Bu size vâdedilen (öldükten sonra yeniden dirilmek, gerçek olmaktan) çok uzak!”

    9- وَأَصْبَحَ الَّذِينَ تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْأَمْسِ يَقُولُونَ وَيْكَأَنَّ اللَّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ لَوْلاَ أَنْ مَنَّ اللَّهُ عَلَيْنَا لَخَسَفَ بِنَا وَيْكَأَنَّهُ لاَ يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ .

    (28/KASAS, 82). Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler: Demek ki, Allah rızkı, kullarından dilediğine bol veriyor, dilediğine de az. Şayet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay! Demek ki inkârcılar iflâh olmazmış! demeye başladılar.

    10- قَدْ يَعْلَمُ اللَّهُ الْمُعَوِّقِينَ مِنْكُمْ وَالْقَائِلِينَ لِإِخْوَانِهِمْ هَلُمَّ إِلَيْنَا وَلاَ يَأْتُونَ الْبَأْسَ إِلاَّ قَلِيلاً .

    (33/AHZÂB, 18). Allah, içinizden (savaştan) alıkoyanları ve yandaşlarına: “Bize katılın” diyenleri gerçekten biliyor. Zaten bunların pek azı savaşa gelir.

  • Mezid Fiiller Tefaul Babı

     

    5) TEFÂUL (تَفَاعُل)  BÂBI

    Sülâsî fiilin başına bir تَ harfi ile fâel fiili ile aynel fiili arasına bir elif ilavesiyle yapılır.

    Masdar

    Muzâri

    Mâzî

    تَفَاعُلاً

    يَتَفَاعَلُ

    تَفَاعَلَ

    تَبَاعُداً

    يَتَبَاعَدُ

    تَبَاعَدَ

    uzaklaşmak

    uzaklaşıyor

    uzaklaştı

    Gayesi: Bu bab iki veya daha çok kişiler arasındaki işbirliğini anlatır.

    تَبَاعَدَ خَالِدٌ وَجَمَالٌ.

    Halit ve Cemal uzaklaştı

    تَصَالَحَ الْقَوْمُ.

    Kavim (o topluluk) barıştı

    تَفَاعُل  bâbından bazı fiiller yapmacığı bildirir.  Örnek:

    مَرِضَ

    hastalandı

    تَمَارَضَ

    yalancıktan hasta oldu (hasta gibi göründü)

    مَاتَ

    öldü

    تَمَاوَتَ

    ölü gibi göründü

    جَهِلَ

    cahil oldu

    تَجَاهَلَ

    cahil gibi göründü

    تَفَاعُل   bâbı bazende üç harfli fiilin manasında şiddet ifade eder.  Örnek:

    سَقَطَ

    düştü

    تَسَاقَطَ

    şiddetle düştü

    (تَفَاعُل) bâbının Mâzî Çekimi:

    تَبَاعَدُوا

    تَبَاعَداَ

    تَبَاعَدَ

    uzaklaştı

    تَبَاعَدْنَ

    تَبَاعَدَتَا

    تَبَاعَدَتْ

     

     

     

    تَبَاعَدْتَ…   

     

                 Mâzî Meçhûl Çekimi

     

    تُبُوعِدُوا

    تُبُوعِداَ

    تُبُوعِدَ

    uzaklaşıldı

    تُبُوعِدْنَ

    تُبُوعِدَتَا

    تُبُوعِدَتْ

     

     

    تُبُوعِدْتَ

     

                 

    Görüldüğü gibi mâzî meçhûl yapılışta kaide: Başa eklenen تَ harfi ile fael fiil ötre yapılır, araya ilave edilen elif (ا) harfi vâv (و) harfine çevrilir ve sondan ikinci harf esre okunur.

      

    Muzâri Çekimi                                                    

    يَتَبَاعَدُونَ

    يَتَبَاعَدَانِ

    يَتَبَاعَدُ

    uzaklaşıyor

    يَتَبَاعَدْنَ

    تَتَبَاعَدَانِ

    تَتَبَاعَدُ

     

     

     

    تَتَبَاعَدُ…

     

        Muzâri Meçhûl Çekimi

    يُتَبَاعَدُونَ

    يُتَبَاعَدَانِ

    يُتَبَاعَدُ

    uzaklaşılıyor

    يُتَبَاعَدْنَ

    تُتَبَاعَدَانِ

    تُتَبَاعَدُ

     

     

    تُتَبَاعَدُ

     

    Bu bâbın meçhûlleri az kullanılır.

     

                                              Emr-i Hâzırı

     

    تَبَاعَدُوا

    تَبَاعَدَا

    تَبَاعَدْ

    uzaklaş

    Muhâtab

    تَبَاعَدْنَ

    تَبَاعَدَا

    تَبَاعَدِي

     

    Muhâtaba

                 

    İsm-i Fâili  مُتَبَاعِدٌ  uzaklaşan       İsm-i Mef’ûlمُتَبَاعَدٌ   uzaklaşılan

    Nâkıs Tefâaul’un Çekimi:    تَناَسَى (unutmuş gibi göründü)

    Mâzî

    تَناَسَى

    İsm-i Fâil

    مُتَناَسٍ

    Muzâri

    يَتَناَسَى

    İsm-i Mef’ûl 

    مُتَناَسىً

    Emir 

    تَناَسَ

    Masdar

    تَناَسٍ

    Cümle Örnekleri:

    1- اِشْتَرَى الرَّجُلُ دُكاَّنَيْنِ مُتَجاَوِرَيْنِ – إِنْ تَتَواَضَعْ يَحْتَرِمْكَ الناَّسُ.

    2- مَتَى يَنْظُرِ الْمَرْءُ إِلَى الْحَياَةِ بِتَفاَؤُلٍ يَنْجَحْ فِي التَّغَلُّبِ عَلَى مَتاَعِبِهاَ.

    3- أَيْنَماَ تُصاَدِفْ مِنْ فَشَلٍ تَدْرُسْ أَسْباَبَهُ – ماَ تُقاَبِلْ مِنْ مَواَقِفِ الْحَياَةِ يُكْسِبْكَ الْخِبْرَةَ.

    4- تَقاَبَلَ الْفَرِيقاَنِ – ماَ أَحْسَنَ أَنْ يَتَعاَوَنَ الْمُسْلِمُونَ – ماَ أَحْسَنَ تَعاَوُنَ الْمُسْلِمِينَ.

    5- اَلضُّيُوفُ يَتَناَوَلُونَ الطَّعاَمَ فِي الْمَطْعَمِ فَلاَ تَتَناَوَلاَهُ فِي غُرْفَتِكُماَ.

    6- تَباَدَلَ الْفَرِيقاَنِ الْأَماَكِنَ – أَ كُنْتَ تُرِيدُ أَنْ تَتَناَوَلَ الطَّعاَمَ ؟ لاَ ، لَمْ أَكُنْ أُرِيدُ تَناَوُلَهُ.

    Tercüme:

    1- Adam birbirine komşu iki dükkan satın aldı. Mütevazi olursan insanlar sana hürmet eder.

    2- Kişi ne zaman hayata iyimserlikle bakarsa yorgunluklara galib gelmede başarılı olur.

    3- Her nerede başarısızlıkla karşılaşırsan sebeblerini incele. Hayat şartlarından neyle karşılaşırsan sana tecrübe kazandırır.

    4- İki takım karşılaştı. Müslümanların birbirleriyle yardımlaşması ne kadar güzel. (Aynı mana masdarla kurulmuş).

    5- Misafirler lokantada yemek yiyor, ikiniz odanızda yemeyin.

    6- İki takım yerleri değişti. Yemek yemek istiyor muydun? Hayır yemek istemiyordum.

    TEFÂUL BÂBI İLE İLGİLİ AYETLER

    1- وَالْعَصْرِ ¯ إِنَّ الْإِنْسَانَ لَفِي خُسْرٍ ¯ إِلاَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ .

    (103/ASR, 1, 2, 3). Asra yemin ederim ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.

    asır, yüzyıl, ikindi vakti, zaman, devir

    اَلْعَصْرُ

    birbirine tavsiye etmek

    َتَوَاصَى يَتَواَصَى

    iyi işler

    اَلصَّالِحَاتُ

           

    2- تَعْرِفُ فِي وُجُوهِهِمْ نَضْرَةَ النَّعِيمِ ¯ يُسْقَوْنَ مِنْ رَحِيقٍ مَخْتُومٍ ¯ خِتَامُهُ مِسْكٌ وَفِي ذَلِكَ فَلْيَتَنَافَسِ الْمُتَنَافِسُونَ .

    (83/MUTAFFİFİN 24, 25, 26). (Cennette) Onların yüzünde nimetlerin sevincini görürsün. Kendilerine mühürlü hâlis bir içki içirilir. Onun içiminin sonunda misk kokusu vardır. İşte yarışanlar ancak onda yarışsınlar.

    içmek

    سَقَى يَسْقِي سَقْياً

    sevinç, parlaklık, neşe

    نَضْرَةٌ

    yarışmak, müsabaka yapmak

    تَناَفَسَ يَتَناَفَسُ تَناَفُساً

    güzel koku

    مِسْكٌ

    yarışanlar, müsabaka yapanlar

    اَلْمُتَنَافِسُونَ

    en iyi şarap (içecek)

    اَلرَّحِيقُ

    onun sonu (onun son içimi, son yudumu misk kokusu verir mealinde)

    خِتَامُهُ

    üzeri mühürlenmiş manasında olup onlardan başka hiçbir kimsenin mührünü açamaması demektir.

    مَخْتُومٌ

             

    3- وَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ يَتَسَاءَلُونَ .

    (37/SAFFAT, 27). (İşte bu duruma düştükleri vakit) onlardan bir kısmı diğerlerine yönelir,  birbirlerini sorumlu tutmaya çalışırlar.

    yöneldi, geldi

    أَقْبَلَ يُقْبِلُ إِقْباَلاً

    birbirlerine sordu, soruşturdu, sorumlu tutmaya çalıştı

    تَساَءَلَ يَتَسَاءَلُ تَساَءُلاً

    4- يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِِنْ ذَكَرٍ وَأُنْثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ .

    (49/HUCURÂT, 13). Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.

     

    ذَكَرٌ ج ذُكُورٌ

    erkek

    أُنْثَى ج  إِناَثٌ

    kadın

    أَكْرَمَ

    en değerli

     

    شَعْبٌ ج شُعُوبٌ

    millet

    قَبِيلَةٌ ج قَبَائِلَ

    kabile

    تَعاَرَفَ يَتَعاَرَفُ

    tanışmak

    لِتَعَارَفُوا

    tanışmanız için (aslı لِتَتَعَارَفُوا )

    5- إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي مَقَامٍ أَمِينٍ ¯ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ ¯ يَلْبَسُونَ مِنْ سُنْدُسٍ وَإِسْتَبْرَقٍ مُتَقَابِلِينَ.

    (44/DUHAN, 51, 52, 53). Müttakîler ise hakikaten emin (güvenilir) bir makamda, cennetlerde ve pınar başlarındadırlar. İnce ipekten ve parlak atlastan giyerek karşılıklı otururlar.

    kalın ipek, atlas

    اَلْإِِسْتَبْرَقُ

    ince ve halis dokunmuş ipek

    اَلسُّنْدُسُ

     

     

    karşılıklı, karşı karşıya

    اَلْمُتَقَابِلُ

               
  • Yeterlilik Fiili

     

    YETERLİLİK FİİLİ

    اِسْتَطَاعَ    يَسْتَطِيعُ

    …e bildi, ….a bildi -…e bilir, ….a bilir

    قَدَرَ  يَقْدِرُ

    …e bildi, …a bildi – …e bilir, …a bilir (gücü yeter)

    Bunlardan en çok kullanılanı (اِسْتَطَاعَ) fiilidir.

    اِسْتَطاَعَ أَنْ يَكْتُبَ

    yazabildi

    يَسْتطِيعُ أَنْ يَكْتُبَ

    yazabilir

    Arapça’da mâzî yeterlilik  yapılacağı zaman  اِسْتَطاَعَ fiilinin mâzî çekimiyle birlikte  أَنْ يَكْتُبَ  fiilinin çekimi ilave edilir ya da aynı vazifeyi gören masdar kullanılır.

     

    Mâzî Yeterlilik Çekim Tablosu

    Cemi

    Tesniye

    Müfred

     

    اِسْتَطَاعُوا أَنْ يَكْتُبوُا

    اِسْتَطَاعَا أَنْ يَكْتُبَا

    اِسْتَطَاعَ أَنْ يَكْتُبَ

    Gâib

    (Onlar) yazabildiler

    (İkisi) yazabildi

    (O) yazabildi

     

    اِسْتَطَعْنَ أَنْ يَكْتُبْنَ

    اِسْتَطَاعَتاَ أَنْ تَكْتُبَا

    اِسْتَطاَعَتْ أَنْ تَكْتُبَ

    Gâibe

     

    اِسْتَطَعْتُمْ أَنْ تَكْتُبوُا

    اِسْتَطَعْتُمَا أَنْ تَكْتُبَا

    اِسْتَطَعْتَ أَنْ تَكْتُبَ

    Muhatap

    (Sizler) yazabildiniz

    (İkiniz) yazabildiniz

    (Sen) yazabildin

     

    اِسْتَطَعْتُنَّ أَنْ تَكْتُبْنَ

    اِسْتَطَعْتُمَا أَنْ تَكْتُبَا

    اِسْتَطَعْتِ أَنْ تَكْتُبِي

    Muhâtaba

     

    اِسْتَطَعْناَ أَنْ نَكْتُبَ

    اِسْتَطَعْنَا أَنْ نَكْتُبَ

    اِسْتَطَعْتُ أَنْ أكْتُبَ

    Mütekellim

    (Bizler) yazabildik

    (İkimiz) yazabildik

    (Ben) yazabildim

     

     

               

      

    Not: Burada unutulmaması gereken uzatmadan sonra cezm geldiği zaman illet harfinin düşeceği kaidesidir. Gâibe cemî müennes nûnu’nda uzatan eliften sonra cezm geldiği için  illet harfi düşmüş geriye kalanda aynı seyri takip etmiştir. İlletli ve mezîd fiillerde bunun örnekleri bol bol gelecektir. Şimdilik (اِسْتَطاَعَ) fiilinin bu haliyle ezberlenmesi gerekir.

    Muzâri yeterlilikte de; (يَسْتَطِيعُ ) fiilinin muzâri çekimiyle birlikte  أَنْ يَكْتُبَ  fiilinin çekimi ilave edilir ya da aynı vazifeyi gören masdar kullanılır, ..abilir, …ebilir, …abiliyor manasını verir:

    يَسْتَطِيعُ أَنْ يَكْتُبَ(=يَسْتَطِيعُ الْكِتاَبَةَ)

    yazabilir, yazabiliyor

     

    يَسْتَطِيعَانِ أَنْ يَكْتُبَا

    ikisi yazabilir

    يَسْتَطِيعُونَ أَنْ يَكْتُبُوا

    yazabiliyorlar, yazabilirler

     

    Muzâri Yeterlilik Çekim Tablosu

     

    Cemi

    Tesniye

    Müfred

     

     

    يَسْتَطِيعوُنَ أَنْ يَكْتُبُوا

    يَسْتَطِيعَانِ أَنْ يَكْتُبَا

    يَسْتطِيعُ أَنْ يَكْتُبَ

    Gâib

     

    (Onlar) yazabilirler

    (İkisi) yazabilir

    (O) yazabilir, yazabiliyor

     

     

    يَسْتَطِعْنَ أنْ يَكْتُبْنَ

    تَسْتَطِيعَانِ أَنْ تَكْتُبَا

    تَسْتَطِيعُ أَنْ تَكْتُبَ

    Gâibe

     

                           

     

    تَسْتَطِيعوُنَ أَنْ تَكْتُبُوا

    تَسْتَطِيعَانِ أَنْ تَكْتُبَا

    تَسْتَطِيعُ أَنْ تَكْتُبَ

    Muhatap

    (Sizler) yazabilirsiniz

    (İkiniz) yazabilirsiniz

    (Sen) yazabilirsin

     

    تَسْتَطِعْنَ أنْ تَكْتُبْنَ

    تَسْتَطِيعَانِ أَنْ تَكْتُبَا

    تَسْتَطِيعيِنَ أَنْ تَكْتُبيِ

    Muhâtaba

     

     

     

     

    نَسْتَطِيعُ أَنْ نَكْتُبَ

    نَسْتَطِيعُ أَنْ نَكْتُبَ

    أَسْتَطِيعُ أَنْ أَكْتُبَ

    Mütekellim

    (Bizler) yazabiliriz

    (İkimiz) yazabiliriz

    (Ben) yazabilirim

     

             

    Not: Gâibe ve muhâtaba cemi müenneslerde uzatma harfinden sonra cezm geldiği için aradaki uzatan illet harfi elif düşmüştür.

    Olumsuz Şekilleri:

     

    مَا اسْتَطَاعَ أَنْ يَكْتُبَ  _ لَمْ يَسْتَطِعْ أَنْ يَكْتُبَ

     

    yazamadı

     

    لاَ يَسْتَطِيعُ أَنْ يَكْتُبَ

    yazamıyor

    لَنْ يَسْتَطِيعَ أَنْ يَكْتُبَ

    asla yazamayacak

    لَمَّا يَسْتَطِعْ أَنْ يَكْتُبَ

    henüz yazamadı

           

    Ayet Örnekleri:

    1- …مَا كَانُوا يَسْتَطِيعُونَ السَّمْعَ وَمَا كَانُوا يُبْصِرُونَ .

    …Onlar ne kulak verebiliyor, ne de (gerçeği) görebiliyorlardı (Hûd, 20).

    2- فَمَا اسْطَاعُوا[4] أَنْ يَظْهَرُوهُ وَمَا اسْتَطَاعُوا لَهُ نَقْبًا[5] .

    Bu sebeple (Ye’cüc ve Me’cûc) onu (seddi) ne aşmaya muktedir oldular ne de onu delebildiler (Kehf, 97).

    3- إِذْ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ يَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ هَلْ يَسْتَطِيعُ رَبُّكَ أَن يُنَزِّلَ عَلَيْنَا مَآئِدَةً مِنَ السَّمَاءِ …

    Hani Havariler “Ey meryem oğlu İsâ, Rabbin bize gökten, donatılmış bir sofra indirebilir mi?.. demişlerdi (Mâide, 5).

    4- وَلاَ يَسْتَطِيعُونَ لَهُمْ نَصْرًا وَلاَ أَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ.

    Halbuki (putlar) ne onlara bir yardım edebilirler ne de kendilerine bir yardımları olur (A’râf, 192).

    5- فَلاَ يَسْتَطِيعُونَ تَوْصِيَةً وَلاَ إِلَى أَهْلِهِمْ يَرْجِعُونَ .

    İşte (ölüm anında) onlar ne bir vasiyette bulunabilirler, ne de ailelerine dönebilirler (Yâsin, 50).

    *  إسْتَطَاعَ   يَسْتَطِيعُ ile yapılan yeterlilik fiili قَدَرَ   يَقْدِرُ  )gücü yetti, kadir oldu) fiili ile de yapılabilir.يَسْتَطِيعُ   إسْتَطَاعَ   yerine قَدَرَ  يَقْدِرُ  )gücü yetti, kâdir oldu) fiilinin çekimi getirilir, geri kalan durumda herhangi bir değişiklik olmaz.

    Mâzî Yeterlilik Çekim Tablosu

    Cemi

    Tesniye

    Müfred

     

    قَدَروُا أَنْ يَكْتُبُوا

    قَدَرَا أَنْ يَكْتُباَ

    قَدَرَ أَنْ يَكْتُبَ

    Gâib

    (Onlar) yazabildiler

    (İkisi) yazabildi

    (O) yazabildi

     

    قَدَرْنَ  أَنْ  يَكْتُبْنَ

    قَدَرَتاَ أَنْ تَكْتُباَ

    قَدَرَتْ أَنْ تَكْتُبَ

    Gâibe

             

     

    قَدَرْتُمْ أَنْ تَكْتُبُوا

    قَدَرْتُمَا أَنْ تَكْتُبَا

    قَدَرْتَ أَنْ تَكْتُبَ

    Muhatap

    (Sizler) yazabildiniz

    (İkiniz) yazabildiniz

    (Sen) yazabildin

     

    قَدَرْتُنَّ أَنْ تَكْتُبْنَ

    قَدَرْتُمَا أَنْ تَكْتُبَا

    قَدَرْتِ أَنْ تَكْتُبِي

    Muhâtaba

     

     

    قَدَرْنَا أَنْ نَكْتُبَ

    قَدَرْنَا أَنْ نَكْتُبَ

    قَدَرْتُ أَنْ أَكْتُبَ

    Mütekellim

     

     

    (Bizler) yazabildik

    (İkimiz) yazabildik

    (Ben) yazabildim

     

     

     

      

    Muzâri Yeterlilik Çekim Tablosu

     

     

    Cemi

    Tesniye

    Müfred

     

     

    يَقدِروُنَ أَنْ يَكْتُبُوا

    يَقدِرَانِ أَنْ يَكْتُباَ

    يَقْدِرُ أَنْ يَكْتُبَ

    Gâib

    (Onlar) yazabilirler

    (İkisi) yazabilir

    (O)yazabilir, yazabiliyor

     

    يَقدِرْنَ أَنْ يَكْتُبْنَ

    تَقْدِرَانِ أَنْ تَكْتُبَا

    تَقْدِرُ أَنْ تَكْتُبَ

    Gâibe

                         

     

    تَقْدِرُونَ أَنْ تَكْتُبُوا

    تَقْدِرَانِ أَنْ تَكْتُبَا

    تَقْدِرُ أَنْ تَكْتُبَ

    Muhatap

    (Sizler) yazabilirsiniz

    (İkiniz) yazabilirsiniz

    (Sen) yazabilirsin

     

    تَقْدِرْنَ أَنْ تَكْتُبْنَ

    تَقْدِرَانِ أَنْ تَكْتُبَا

    تَقْدِرِينَ أَنْ تَكْتُبيِ

    Muhâtaba

             

     

    نَقْدِرُ أَنْ نَكْتُبَ

    نَقْدِرُ أَنْ نَكْتُبَ

    أَقْدِرُ أَنْ أَكْتُبَ

    Mütekellim

    (Bizler) yazabiliriz

    (İkimiz)yazabiliriz

    (Ben) yazabilirim

     

               

    Muzâri olan  يَقْدِرُfiilinin başına  سَ     ya da  سَوْفَ   getirilerek gelecek zaman yapılır:

    سَاَقْدِرُ أَنْ أَكْتُبَ.

    yazabileceğim

    سَوْفَ تَقْدِرُونَ أَنْ تَكْتُبُوا.

    yazabileceksiniz

    سَنَقْدِرُ أَنْ نَكْتُبَ دَرْسَنَا مَسَاءً.

    Dersimizi akşam yazabileceğiz.

    يَقْدِرُ الأَطْفَالُ أَنْ يَكْسِرُوا الْكُرْسِيَّ.

    Çocuklar sandalyeyi kırabilirler.

    وَمَا قَدَرُوا اللّهَ حَقَّ قَدْرِهِ …

    Allah’ı gereği gibi tanıyamadılar…(En’âm, 91)

    …لاَ يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلَى شَيْءٍ …

    Kazandıklarından hiçbirşeyi elde edemezler… (İbrâhim, 18)

    Not: (إسْتَطَاعَ   يَسْتَطِيعُ) fiili yerine (أَمْكَنَ يُمْكِنُ) (mümkün, mümkün oldu) fiili konularak da yaklaşık mana elde edilebilir. (يُمْكِنُ) fiili sabit kalmak suretiyle sonuna gerekli zamirler eklenerek kullanılır. Araplar bu fiili oldukça sık kullanmaktadırlar.

    هَلْ تَسْتَطِيعُ أَنْ تَعْرِفَ السُّوقَ ؟

    Çarşıyı bilebilir misin?

    نَعَمْ ، يُمْكِنُنِي أَنْ أَعْرِفَهاَ.

    Evet, onu bilmem mümkün.

    هَلْ تَسْتَطِيعُونَ أَنْ تَأْخُذُوا هَذِهِ الْكُتُبَ مِنْ هُناَ؟

    Bu kitapları buradan alabilir misiniz?

    نَعَمْ ، يُمْكِنُناَ أَخْذُهاَ.

    Evet, onları almamız mümkün.

    هَلْ تَسْتَطِيعِينَ أَنْ تَحْفَظِي هَذاَ الْواَجِبَ ؟

    Bu ödevi ezberleyebilir misin?

     

     

    نَعَمْ ، يُمْكِنُنِي حِفْظُهُ.

    Evet, onu ezberlemem mümkün.

    هَلْ تَسْتَطِيعاَنِ أَنْ تُشاَهِداَ هَذِهِ الصُّورَةَ ؟

    (İkiniz) bu resmi görebiliyor musunuz?

    نَعَمْ ، يُمْكِنُناَ مُشاَهَدَتُهاَ.

    Evet, onu görmemiz mümkün.

    Cümle Örnekleri:

    1- هَلِ اسْتَطاَعَ أَنْ يَفْتَحَ الْباَبَ ؟ نَعَمْ أَمْكَنَهُ فَتْحُهُ. هَلْ تَسْتَطِيعُ أَنْ تَفْتَحَ هَذِهِ الْخِزاَنَةَ؟

    2- اِسْتَطاَعَ أَخِي حِفْظَ الْقُرْآنِ الْكَرِيمِ فِي سَنَتَيْنِ – اِسْتَطاَعَ الصَّدِيقاَنِ أَنْ يُشاَهِداَ تِلْكَ الْأَماَكِنَ الْبَعِيدَةَ بِالْمِنْظاَرِ .

    3- آسِفٌ[6] ياَ صَدِيقِي ، لاَ أَسْتَطِيعُ أَنْ آكُلَ مَعكَ الْعَشاَءَ لاَنَّ واَلِدِي مَرِيضٌ وَ يَجِبُ أَنْ أَذْهَبَ مَعَهُ إِلَى الطَّبِيبِ .

    4- اِسْتَطاَعَ خاَلِدٌ أَنْ يُنْقِذَ[7] الْوَلَدَ مِنَ الْغَرَقِ – هَلْ يَسْتَطِعْنَ أَنْ يَكْتُبْنَ الرَّساَئِلَ ؟ نَعَمْ يُمْكِنُهُنَّ كِتاَبَتُهاَ.

    5- هَلْ يَسْتَطِيعُونَ أَنْ يُشاَهِدُوا الْوَزِيرَ ؟ نَعَمْ ، يُمْكِنُهُمْ مُشاَهَدَتُهُ .

    6- قاَلَ مُحَمَّدٌ : ياَ واَلِديِ لاَ أَسْتَطيِعُ النَّوْمَ وَ لاَ أَسْتَطيِعُ الْقِراَءَةَ .

    7- إِنَّهاَ تَسْتَطيِعُ أَنْ تُساَعِدَ عاَئِلَتَهاَ – أَسْتَطيِعُ الْآنَ أَنْ أُساَعِدَ أَخَواَتيِ .

    8- ماَذاَ اسْتَطاَعَ التاَّجِرُ أَنْ يَفْعَلَ ؟ إِسْتَطاَعَ التاَّجِرُ أَنْ يَبِيعَ[8] عَدَداً كَبِيراً مِنَ الدَّراَّجاَتِ . هَلْ باَعَ كُلَّ الدَّراَّجاَتِ ؟ لاَ، باَعَ عَدَداً كَبِيراً مِنْهاَ . لَقَدْ باَعَ دَراَّجاَتٍ كَثِيرَةً  .

    9- ماَذاَ اسْتَطاَعَ الْمُهَنْدِسُ أَنْ يَفْعَلَ ؟ إِسْتَطاَعَ الْمُهَنْدِسُ أَنْ يَبْنِيَ عَدَداً كَبِيراً مِنَ المَناَزِلِ. هَلْ بَنَى كُلَّ المَناَزِلِ ؟  لاَ ، بَنَى عَدَداً كَبِيراً مِنْهاَ . لَقَدْ بَنَى مَناَزِلَ كَثِيرَةً.

    Tercüme:

    1- Kapıyı açabildi mi? Evet, açması mümkün oldu. Bu dolabı açabilir misin?

    2- Kardeşim iki senede Kur’ân-ı Kerim’i ezberleyebildi. İki arkadaş o uzak yerleri dürbünle görebildi.

    3- Üzgünüm ey arkadaşım! Akşam yemeğini seninle birlikte yiyemeyeceğim. Çünkü babam hasta ve onunla birlikte doktora gitmem gerek.

    4- Halit çocuğu boğulmaktan kurtarabildi. Mektupları yazabilirler mi? Evet, (bayanların) onları yazması mümkün (olur).

    5- Bakanı görebilirler mi? Evet, onların onu görmesi mümkün.

    6- Muhammed şöyle dedi: “Ey babacığım! Uyuyamıyorum ve okuyamıyorum.

    7- Muhakkak ki o ailesine yardım edebilir. Şimdi kızkardeşlerime yardım edebilirim.

    8- Tüccar ne yapabildi? Tüccar çok sayıda bisiklet satabildi. Bütün bisikletleri sattı mı? Hayır, onlardan büyük sayıda sattı. Gerçekten çok bisiklet sattı.

    9- Mühendis ne yapabildi? Mühendis çok sayıda ev bina edebildi (yapabildi). Bütün evleri yapabildi mi? Hayır, onlardan büyük sayıda yaptı. Gerçekten çok ev yaptı.

  • Yardımcı Fiil Olarak Kane كاَنَ

     

    YARDIMCI FİİL OLARAK KÂNE (كاَنَ)

    Türkçe’de …idi, …mıştı ile biten fiiller Arapça’daكَانَ  (oldu, idi) yardımcı fiili ile mâzî fiili yanyana getirmekle yapılır. Türkçe’de …yordu ile biten fiillerكَانَ fiili ile muzâri fiili yanyana getirmekle gerçekleşir. Fiilleri bu tarzdaki geçmiş zamana göre söylemeye hikâye denir.

    كَانَ يَكْتُبُ

    yazıyordu

    كَانَ كَتَبَ

    yazdıydı yazmıştı

    Diğer fiillerle birlikte kullanacağımız için önce yardımcı fiil olan  (كَانَ) … idi, oldu fiilinin çekimini yapalım:

    Mâzî Çekim Tablosu

     

    Cemi

    Tesniye

    Müfred

     

    كَانُوا

    كَانَا

    كَانَ

    Gâib

    (Onlar) idiler

    (İkisi) idiler

    (O) idi, oldu

     

    كُنَّ

    كَانَتَا

    كَانَتْ

    Gâibe

             

     

    كُنْتُمْ

    كُنْتُمَا

    كُنْتَ

    Muhatap

    (Sizler) idiniz

    (Siz) idiniz

    (Sen) idin

     

    كُنْتُنَّ

    كُنْتُماَ

    كُنْتِ

    Muhâtaba

     

    كُنَّا

    كُنَّا

    كُنْتُ

    Mütekellim

    (Biz) idik

    (İkimiz) idik

    (Ben) idim

     

    F كَانَ   fiilinin muzâri çekiminde orta harf (يَكُونُ )  zamme olduğundan gâibe cemi müennes de ötre olarak (كُنَّ şeklinde) bağlanır. Çünkü Arapça kaideye göre illet harfleri dediğimiz uzatan  و ي ا  den sonra cezim getirilmez. İllet harfi atılarak yanındaki harfe cezm konur. Fiilin geriye kalanındaki zamirler, gâibe cemi müennesteki değişiklikten sonra aynen ilave edilir(كُنْتَ)    gibi.

    FŞayet orta harfi illetli olan mâzî fiilin muzârisi, (orta harfinde) esre ya da üstün harekeli ise; mâzîdeki gâibe cemi müennes  nûnuna  esre ile bağlanır[1]. Özet olarak;

    Orta harfi illetli (ecvef) fiillerin muzârisi üç şekilde gelir. Örnekler:

    1- (كاَنَ) benzeri muzâri orta harfi zamme olanlar:

    يَصُومُ

    صاَمَ

    oruç tuttu

    يَقُولُ

    قالَ

    dedi, söyledi

    Bu fiillerin de mâzî ve muzâri çekimi (كاَنَ يَكُونُ) gibidir. Muzâri orta harfi zamme olduğundan gâibe cemi müennes nûnundan itibâren mâzîde zamme ile bağlanıp illet harflerini düşürürler:

    يَقُولُ  يَقُولاَنِ  يَقُولُونَ

     

    قَالَ   قَالاَ    قَالُوا

    تَقُولُ  تَقُولاَنِ  يَقُلْنَ

     

    قَالَتْ  قَالَتَا   قُلْنَ

    تَقُولُ  تَقولاَنِ  تَقُولُونَ

     

    قُلْتَ  قُلْتُمَا   قُلْتُمْ

    تَقُولِينَ  تَقُولاَنِ  تَقُلْنَ

     

    قُلْتِ  قُلْتُمَا   قُلْتُنَّ

    أَقُولُ   نَقُولُ   نَقُولُ

     

    قُلْتُ  قُلْنَا    قُلْنَا

    2- Muzâri orta harfi üstün olanlar:

    يَناَمُ

    ناَمَ

    uyudu

    يَخَافُ

    خَافَ

    korktu

    Bu fiillerin muzâri orta harfi üstün olduğu için gâibe cemi müennes nûnundan itibâren mâzîde esre ile bağlanırlar:

    يَخَافُ  يَخَافانِ  يَخَافُونَ

    خَافَ  خَافَا  خَافُوا

    تَخَافُ  تَخَافَانِ   يَخَفْنَ

    خَافَتْ  خَافَتا خِفْنَ

    تَخَافُ…

    خِفْتَ..

    3- Muzâri orta harfi esre olanlar:

    يَبِيعُ

    باَعَ

    sattı

    يَسيِرُ

    ساَرَ

    yürüdü

     

    Bu fiillerin de muzâri orta harfi esre olduğu için gâibe cemi müennes nûnundan itibâren mâzîde esre ile bağlanırlar:

    يَبِيعُ   يَبِيعَانِ   يَبِيعُونَ

    بَاعَ    بَاعَا    بَاعُوا

    تَبِيعُ   تَبِيعَانِ  يَبِعْنَ

    بَاعَتْ   باَعَتَا     بِعْنَ

    تَبِيعُ…

    بِعْتَ…

    (كاَنَ) yi tanıtmak için zorunlu olarak kısaca açıklama verdiğimiz bu orta harfi illetli fiillerin mâzîsinin muzâri orta harfine göre cemi müennes nûnu’ndan itibaren çekime girdiği unutulmamalıdır:

    سِرْنَ

    (o bayanlar) yürüdüler

    سِرْتَ

    (sen) yürüdün

    خِفْنَ

    (o bayanlar) korktular

    خِفْتُ

    (ben) korktum

     كَانَyardımcı fiili ile kurulan birleşik fiillerin çekim tablosu aşağıdaki gibidir:

    Mâzî Hikaye: كَانَ كَتَبَ   yazdıydı, yazmıştı

     

    Çekim Tablosu

     

    Cemi

    Tesniye

    Müfred

     

     

    كَانُوا كَتَبُوا

    كَانَا كَتَبَا

    كَانَ كَتَبَ

    Gâib

     

    (Onlar) yazdıydı

    (O ikisi) yazdıydı

    (O) yazdıydı

     

     

    كُنَّ كَتَبْنَ

    كَانَتَا كَتَبَتَا

    كَانَتْ كَتَبَتْ

    Gâibe

     

     

     

    كُنْتُمْ كَتَبْتُمْ

    كُنْتُمَا كَتَبْتُمَا

    كُنْتَ كَتَبْتَ

    Muhatap

    (Sizler) yazdıydınız

    (Siz ikiniz) yazdıydınız

    (Sen) yazdıydın

     

     

    كُنْتُنَّ كَتَبْتُنَّ

    كُنْتُما كَتَبْتُمَا

    كُنْتِ كَتَبْتِ

    Muhâtaba

     

     

     

    كُنَّا كَتَبْنَا

    كُنَّا كَتَبْنَا

    كُنْتُ كَتَبْتُ

    Mütekellim

     

    (Bizler) yazdıydık

    (İkimiz) yazdıydık

    (Ben) yazdıydım

     

                     

    Muzâri Hikaye:  كَانَ يَكْتُبُ  yazıyordu

     

    Çekim Tablosu

     

     

    Cemi

    Tesniye

    Müfred

     

     

     

    كَانُوا يَكْتُبُونَ

    كَانَا يَكْتُبَانِ

    كَانَ يَكْتُبُ

    Gâib

     

     

    (Onlar) yazıyordular

    (O ikisi) yazıyordu

    (O ) yazıyordu

     

     

     

    كُنَّ يَكْتُبْنَ

    كَانَتَا تَكْتُبَانِ

    كَانَتْ تَكْتُبُ

    Gâibe

     

     

     

     

     

    كُنْتُمْ تَكْتُبونَ

    كُنْتُمَا تَكْتُبَانِ

    كُنْتَ تَكْتُبُ

    Muhatap

     

    (Sizler) yazıyordunuz

    (İkiniz) yazıyordunuz

    (Sen) yazıyordun

     

     

    كُنْتُنَّ تَكْتُبْنَ

    كُنْتُمَا تَكْتُبَانِ

    كُنْتِ تَكْتُبِينَ

    Muhâtaba

     

     

     

     

     

    كُنَّا نَكْتُبُ

    كُنَّا نَكْتُبُ

    كُنْتُ أَكْتُبُ

    Mütekellim

     

     

    Bizler yazıyorduk

    İkimiz yazıyorduk

    (Ben) yazıyordum

     

     

                       

     

    Olumsuz şekli:

    مَا كَانَ كَتَبَ

    yazmadıydı, yazmamıştı

    مَا كَانَ يَكْتُبُ

    yazmıyordu

    Gelecek zamanın hikayesi:

    كَانَ سَيَكْتُبُ

    yazacaktı

    كُنَّا سَنَكْتُبُ

    yazacaktık

    كَانُوا سَيَكْتُبُونَ

    yazacaktılar

    كُنَّا سَنُكْتَبُ

    yazılacaktık

    Gelecek zamanın hikayesinin olumsuzu:

    كُنْتُ لاَ أَكْتُبُ

    yazmayacaktım

    كُنْتَ لاَ تَكْتُبُ

    yazmayacaktın

    لَنْ أَكتُبَ

    hiç yazmayacağım

    كُنْتُ لَنْ أَكْتُبَ

    hiç yazmayacaktım

    F  كَانَ   fiiline قَدْ (gerçekten, hakikaten) eklenirse manayı kuvvetlendirir:

    كَانُوا قَدْ كَتَبوُا

    gerçekten yazdıydılar, cidden yazmıştılar

     كاَنَile ifade edilen hikayeli fiillerin başına إنْ şart  edatı getirilebilir. Fakat araya   كَانَ   girdiğinde muzâri fiilin sonu cezimli olmaz.  Şart cümlesinin başına nevâsihtan (inne ve kardeşleri, kâne ve kardeşleri gibi) birisi gelirse şart edatı cezmetmez.

    إنْ كَانَ كَتَبَ

    yazdıysa,yazmışsa

    إنْ كَانَ يَكْتُبُ

    yazıyor idiyse

    إنْ كَانَوا كَتَبُوا

    yazdıysalar,yazmışlarsa

    إنْ كَانَوا يَكْتُبُونَ

    yazıyor idiyseler

    Olumsuzu:                     إنْ كَانَ مَا كَتَبَ   yazmadıysa, yazmamışsa

    إنْ كَانَ لاَ يَكْتُبُ

    yazmıyor idiyse

    F   كَانَ kullanıldığı zaman gelecek zamanın hikayesi şartlı yapılabilir:

    إنْ كَانَ سَيَكْتُبُ

    yazacak idiyse

    إنْ كَانُوا سَيَكْتُبوُنَ

    yazacak idiyseler

     

     

    Olumsuzu:

    إنْ كَانَ لاَ يَكْتُبُ

    yazmayacak idiyse

    إنْ كَانَ لَنْ يَكْتُبَ

    asla yazmayacak idiyse

    إنْ كَانَ مَا كَتَبَ

    yazmadıysa, yazmamışsa

    إنْ كَانَ لَمْ  يَكْتُبْ

    yazmadıysa, yazmamışsa

    Cümle Örnekleri:

    1- كاَنَ صَديِقيِ يَجْلِسُ وَسَطَ حَديِقَةِ الْمَدْرَسَةِ.

    2- كاَنَ التَّلاَميِذُ يَرْكَبوُنَ حاَفِلَةً سَريِعَةً.

    3- سَتَكوُنُ الصَّلاةُ فيِ الْمُصَليَّ – سَيَكوُنُ الْمُدَرِّسُ فيِ الصَّفِّ .

    4- إنْ كَانَ عمِّي رَجَعَ مِنَ السُّوقِ لاَ أَذْهَبُ إليْكُمْ.

    5- إنْ كَانَ أَخُوكَ لَمْ يَرْجِعْ مِنَ الْمَدِينَةِ فَاكْتُبْ اليَّ رِسَالَةً (فَاكْتُبْ = فَ +  أُكْتُبْ).

    6- إنْ كَانَ مَا كَتَبَ أَبِي رِساَلةً إلى عَمِّي سأَكْتُبُ.

    7- إنْ كَانَ ذَهَبَ أبِي إلى المَدْرَسَةِ لاَ أَذْهَبُ.

    Tercüme:

    1- Arkadaşım okulun bahçesinin ortasında oturuyordu.

    2- Öğrenciler hızlı bir otobüse biniyorlardı.

    3- Namaz musallâda (namaz kılınan büyük yer) olacak. Öğretmen sınıfta olacak.

    4- Amcam çarşıdan dönmüşse size gitmem.

    5- Kardeşin şehirden dönmediyse hemen bana bir mektup yaz.

    6- Babam amcama bir mektup yazmadı idiyse hemen yazacağım.

    7- Babam okula gitmişse ben gitmem.

  • İsm-i Tafdil

     

    İSM-İ TAFDİL

    Sülâsî fiillerin sıfatlarından yapılan bir derecelendirme olup bir vasfın başka bir varlıktakinden daha çok olduğunu göstermek için türetilen isimdir. İki şey arasındaki ortak fakat biri diğerinden üstün olan sıfatı bildirir. Müzekkerlerde أفْعَلُ müenneslerdeفُعْلَى   vezninde yapılır[1].

    Müennes

    Müzekker

     

    Sıfatlar

    كُبْرَى

    أَكْبَرُ

    daha büyük

    كَبِيرٌ

    büyük

    صُغْرَى

    أََصْغَرُ

    daha küçük

    صَغِيرٌ

    küçük

    طُولَى

    أَطْوَلُ

    daha uzun

    طَوِيلٌ

    uzun

    جُمْلَى

    أَجْمَلُ

    daha güzel

    جَمِيلٌ

    güzel

    حُسْنَى

    أَحْسَنُ

    daha iyi

    حَسَنٌ

    iyi

    صُدْقَى

    أَصْدَقُ

    daha doğru

    صَدِيقٌ

    doğru

    نُفْعَى

    أَنْفَعُ

    daha faydalı

    نَافِعٌ

    faydalı

    كُثْرَى

    أَكْثَرُ

    daha çok

    كَثِيرٌ

    çok

    قُلىَّ

    اَقَلُّ

    daha az

    قَلِيلٌ

    az

    شُدَّى

    أَشَدُّ

    daha şiddetli

    شَدِيدٌ

    şiddetli

    عُلْيَى

    أَعْلَى

    daha yüksek

    (عَلِيٌّ) عاَلٍ

    yüksek

    دُنْياَ

    أَدْنَى

    daha aşağı

    دَنِيٌّ

    aşağı

    Sayı bakımından çekimini yapacak olursak;

    أَكْبَرُونَ

    اَكْبَراَنِ

    أَكْبَرُ

    daha büyükler

    (İki) daha büyük

    daha büyük

    كُبْرَياَتٍ

    كُبْرَياَنِ

    كُبْرَى

    İsm-i Tafdîlin Cümle İçinde Kullanılışı:           

    İsm-i tafdîlin derecelendirmesi maddeler halinde şöyle özetlenebilir:

    اَلْأَكْبَرُ

    أَكْبَرُ مِنْ

    كَبِيرٌ

    Müzekker

    en büyük

    …den daha büyük

    büyük

     

    اَلْكُبْرَى

    أَكْبَرُ مِنْ

    كَبِيرَةٌ

    Müennes

    1- (أفْعَلُ) vezni kıyaslananların cinsiyeti ve sayısına bakmaksızın ortak kullanılır.

    أَناَ أَعْلَمُ مِنْكَ.

    Ben senden daha bilgiliyim

    هِيَ أَكْرَمُ مِنْهُ.

    O (kadın) ondan (o adamdan) daha cömerttir.

    هُمْ أَكْبَرُ مِناَّ.

    Onlar bizden daha büyüktür.

    2- Karşılaştırma için kullanıldığında (مِنْ) harf-i ceri kullanılır. Kıyas yapılırken ister müennes olsun ister müzekker, isterse sayı bakımından müfred tesniye ve cem olsun hepsi için de (فُعْلَى) değil (أَفْعَلُ) vezni kullanılır. Buna dikkat edilmelidir.

    اَلْعِلْمُ أَنْفَعُ مِنَ الْجَهْلِ.

    İlim cehaletten daha yararlıdır.

    خَالِدٌ أَكْبَرُ مِنْ بَكْرٍ.

    Halit Bekir’den daha büyüktür.

    خَالِدٌ أَعْلَمُ مِنْ بَكْرٍ.

    Halit Bekir’den daha bilgilidir.

    فَاطِمَةُ أَعْلَمُ مِنْ عَائِشَةَ.

    Fatma Ayşe’den daha bilgilidir.

    اَلْمَدْرَسَةُ أَكْبَرُ مِنَ الْمَكْتَبَةِ.

    Okul kütüphaneden daha büyüktür.

    اَلطِّفْلَتاَنِ أَصْغَرُ مِنَ الْوَلَدِ.

    İki kız çocuktan daha küçüktür.

    اَلرِّجاَلُ أَغْنَى مِنَ النِّساَءِ.

    Erkekler kadınlardan daha zengindir.

    أَمْرِي أَصْعَبُ مِنْ أَمْرِكَ.

    Benim işim seninkinden daha zordur.

    3) En üstünlük hali:

    a) (أَفْعَلُ) vezni karşılaştırma yapılmadığında yani (مِنْ) harf-i ceri ile kullanılmadığında “en üstünlük” anlamı verir:

    الله أَكْبَرُ.

    Allah en büyüktür.

    الله أَعْلَمُ.

    Allah en çok bilendir.

    لاَ تَقْرَبُوا مَالَ الْيَتِيمِ إِلاَّ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ.

    Yetimin malına en güzel (yolun) dışında yaklaşmayın (İsrâ, 34).

    b) Harf-i tarif alan ism-i tafdîl “en üstünlük” halindedir. Bu en üstünlük hali, bir isme sıfat olabilir veya haber durumunda da gelebilir. Karşılaştırma yapıldığında aranmayan uygunluk “en üstünlük” durumunda aranır. Başında harf-i tarif bulunan ism-i tafdîl ait olduğu isimle (yani mevsûfuyla) sayı (müfred, tesniye, cem) ve cinsiyet (müzekkerlik –müenneslik) gibi her bakımdan uyuşur.

    اَلْبِنْتُ الْكُبْرَى.

    en büyük kız

    اَلْأَسْماَءُ الْحُسْنَى.

    en güzel isimler

    أَناَ رَبُّكُمُ الْأَعْلَى.

    Ben sizin en yüce Rabbinizim (Nâziat, 24).

    خَلَقَ الْأَرْضَ وَ السَّمَاواَتِ العُلَى.

    Yeri ve en yüce gökleri yarattı (Tâhâ, 4).

    كَلِمَةُ اللَّهِ هِيَ العُلْياَ.

    Allah’ın sözü en yücedir (Tevbe 40)[2].

    لَقَدْ رَأَى مِنْ آياَتِ رَبِّهِ الْكُبْرَى.

    Rabbinin en büyük ayetlerini gördü (Necm, 18).

    هُمُ الْأَكْرَمُونَ.

    Onlar en keremlilerdir.

    هِيَ الْمَرْأَةُ الْفُضْلَى.

    O en faziletli kadındır

    هُماَ الطاَّلِبَتاَنِ الْفُضْلَياَنِ.

    O ikisi en faziletli kız öğrencilerdir.

    وَأَمَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُ جَزَاءً الْحُسْنَى …

    İman edip de iyi davranan kimseye gelince, onun için en güzel bir karşılık vardır…(Kehf, 88)

    c) İsm-i tafdîl başına harf-i tarif aldığında en üstünlük özelliği gösterdiği gibi muzaf durumunda olduğunda da en üstünlük özelliği belirtir:

    أَقْوَى الرِّجاَلِ

    adamların en kuvvetlisi

    أَكْرَمُ النِّساَءِ

    kadınların en cömerdi

    أَكْثَرُهُمْ

    onların en çoğu

    أَكْبَرُ أَوْلاَدِهِ

    çocuklarının en büyüğü

    اَلْعِلْمُ أَعْلَى الرُّتَبِ.

    Bilgi rütbelerin en üstünüdür.

    عاَئِشَةُ أَنْشَطُ التِّلْميِذاَتِ فيِ الصَّفِّ.

    Aişe sınıftaki kızların en çalışkanıdır.

    d) Müfred nekre bir isimle birlikte tamlama durumunda olduğunda da en üstünlük hali oluşur:

    أَقْوَى رَجُلٍ

    en güçlü adam

    أَكْرَمُ امْرَأَةٍ

    en cömert kadın

    أَكْبَرُ وَلَدٍ لَهُ

    onun en büyük oğlu

    إِلَى أَدْنَى حَدٍّ

    en alt seviyeye kadar

    هُوَ أَسْرَعُ وَلَدٍ فيِ الْفَريِقِ.

    O takımdaki en hızlı oyuncudur.

    ماَ اسْمُ أَفْضَلِ لَيْلَةٍ فِي رَمَضاَنَ ؟

    Ramazan’daki en efdal gecenin ismi nedir[3]?

    اَلْعِلْمُ أَفْضَلُ زِينَةٍ.

    Bilgi en iyi süstür.

    مَنْ أَنْشَطُ مُمَرِّضَةٍ فِي الْمُسْتَشْفَي ؟

    Hastanedeki en çalışkan hemşire kimdir?

    زَيْنَبُ أَنْشَطُ مُمَرِّضَةٍ فِي الْمُسْتَشْفَى .

    Zeynep hastanedeki en çalışkan hemşiredir.

    Kısaca; ism-i tafdîl başına harf-i tarif aldığında ve muzaf olarak kullanıldığında “en, pek çok” manalarında kullanılır.

    İsm-i Tafdîl’in Diğer Özellikleri:

    * (خَيْرٌ) ve (شَرٌّ) kelimeleri (مِنْ) ile kıyaslama yapıldığında “daha iyi” ve “daha kötü” anlamını verirler, müzekker- müennes ayrımı olmadığı gibi sıfat uyuşması da göstermezler.

    أَناَ خَيْرٌ مِنْهُ.

    Ben ondan daha hayırlıyım (A’râf, 12).

    هُمْ شَرٌّ مِنْكُمْ.

    Onlar sizden daha kötüdür.

    اَلصَّلاَةُ خَيْرٌ مِنَ النَّوْمِ.

    Namaz uykudan daha hayırlıdır.

    (خَيْرٌ) ve (شَرٌّ) kelimeleri nekre müfred bir isim veya marife çoğul bir isimle tamlama hali oluşturduklarında en üstünlük halini gösterirler.

    كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ.

    Siz en iyi topluluk idiniz (ya da oldunuz).

    هُوَ شَرُّ الْكاَفِرِينَ.

    O kafirlerin en kötüsüdür.

     

    * (قَلِيلٌ az) ve (شَدِيدٌ şiddetli) gibi iki aynı harfin arasında illet harfi olan fiiller, ism-i tafdîl (أَفْعَلُ) veznine girince, illet harfi atılıp son iki harf (أَقَلُّ) ve (أَشَدُّ) gibi şeddeli hale getirilerek ism-i tafdîlleri yapılır.

    * İsm-i tafdîl sülâsî, tam, çekimi olan, müsbet ve mâlum fiilden türer (elde edilir). Sülâsi olmayan, nâkıs, câmid (mâzîsi çekilip muzârisi çekilmeyen yani tam çekimi olmayan), menfî ve meçhûl fiilden türemez. Fiil bu şartları taşımıyorsa, normalde ism-i tafdîli olmaz. Böyle fiillerden ism-i tafdîl elde etmek için (أَشَدُّ) daha şiddetli, (أَكْثَرُ) daha çok, (أَقَلُّ) daha az, (أَعَزُّ) daha kuvvetli, daha güçlü, (أَعْظَمُ) daha büyük, (أَحَبُّ) daha sevgili, (أَضْعَفُ) daha zayıf, (أَقْوَى) daha kuvvetli, gibi bir kelimeden sonra sülâsî dışındaki fiilin masdarı getirilir. Nekre ve mansûb olan bu isim, kıyaslama veya en üstünlük halinin neye nisbetle ifade edildiğini gösterir. Bundan dolayı bu mansûb isim temyiz adını alır. Aynı şekilde bu durum, üstünlük kalıbına giremeyen diğer sıfatları ifade etmede de geçerlidir.

     

    كاَنُوا أَشَدَّ مِنْكُمْ قُوَّةً.

    Onlar kuvvet bakımından sizden daha şiddetli idiler (Onlar sizden daha kuvvetlidir)(Tevbe, 69).

     

    أَناَ أَكْثَرُ مِنْكَ ماَلاً وَ أَعَزُّ نَفَراً.

    Ben mal bakımından senden daha fazlayım, toplulukça da senden daha kuvvetliyim. (Kehf, 34).

     

    أَنْتَ أَكْثَرُ مِنِّي اجْتِهاَداً.

    Sen benden daha çalışkansın.

     

    هِيَ أَكْثَرُهُمْ عِلْماً.

    O (kadın) ilim bakımından onlardan (o erkeklerden) daha fazladır.

    هُوَ أَقَلُّ مِنْهاَ صِدْقاً.

    O (erkek) o (kadın)dan daha az güvenilirdir.

    هَذاَ الْكِتاَبُ أَشَدُّ حُمْرَةً مِنْ ذَلِكَ الْكِتاَبِ.

    Bu kitap o kitaptan daha kırmızıdır.

     

    هَلْ عاَئِشَةُ أُمٌّ سَعيِدَةٌ ؟

    Aişe mutlu bir anne midir?

     

    نَعَمْ ، عاَئِشَةُ أَكْثَرُ الْأُمُّهاَتِ سَعاَدَةً.

    Evet, Aişe annelerin en mutlusudur.

         

    Genel Cümle Örnekleri:

    1- اَلْقَلَمُ أَرْخَصُ مِنَ الْكِتاَبِ – اَلصَّلاَةُ فِي الْمَسْجَدِ أَفْضَلُ مِن الصَّلاَةِ فِي الْمَنْزِلِ.

    2- مَنْزِلُ مُحَمَّدٍ أَبْعَدُ[4] مِنْ مَنْزِلِ خاَلِدٍ – قِراَءَةُ الْكُتُبِ أَنْفَعُ[5] مِنْ مُشاَهَدَةِ  التِّلِفِزْيُونَ.

    3- هُوَ أَعْجَبُ[6] وَلَدٍ فيِ الْمَديِنَةِ – هُوَ أَقْدَمُ[7] وَلَدٍ فيِ الصَّفِّ.

    4- أَنْتِ أَنْشَطُ تِلْميِذَةٍ فيِ الصَّفِّ – خاَلِدٌ أَسْمَنُ وَلَدٍ فيِ الْحَيِّ . 

    5- أَناَ أَكْتُبُ فيِ الشَّهْرِ رِساَلَةً واَحِدَةً وَ اسْتَلِمُ[8] فيِ الشَّهْرِ رِساَلَتَيْنِ وَ أَحْياَناً أَقَلَّ وَ أَحْياَناً أَكْثَرَ.

    6- إِنَّ أَكْرَمَكُمْ[9] عِنْدَ اللَّهِ أَتْقاَكُمْ (Hucurat, 13) – أَلنِّيلُ أَطْوَلُ نَهْرٍ فيِ الْعاَلَمِ .

    7- أَنْدُونِيسْياَ أَكْثَرُ الْبِلاَدِ الْإِسْلاَمِيَّةِ سُكَّاناً – ألْجاَمِعُ الْأَزْهَرُ أَقْدَمُ جاَمِعَةٍ فِي الْعاَلَمِ.

    8- أَلنَّهْرُ أَصْغَرُ مِنَ الْبَحْرِ- ماَ الْأَماَكِنُ الْمُهِمَّةُ فِي بَلَدِكَ؟

    9- ماَ  أَسْرعُ وَسِيلَةٍ فِي الْمُواَصَلاَتِ؟ اَلطاَّئِرَةُ أَسْرَعُ وَسِيلَةٍ فِي الْمُواَصَلاَتِ .

    10- ماَ أَكْبَرُ مَدِينَةٍ فِي إِفْرِيقْياَ ؟ ألْقاَهِرَةُ أَكْبَرُ مَديِنَةٍ فِي إِفْرِيقْياَ.

    11- هَلْ هَذاَ شاَرِعٌ نَظِيفٌ؟ نَعَمْ ، هَذاَ أَكْثَرُ الشَّواَرِعِ نَظاَفَةً .

    12- أَلنِّيلُ أَكْثَرُ الْأَنْهاَرِ طُولاً – نَهْرُ النِّيلِ هُوَ أَطْوَلُ الْأَنْهاَرِ.

    13- هَذاَ أَطْوَلُ خِطاَبٍ تَكْتُبُهُ لِي – هَذاَ أَجْمَلُ قَمِيصٍ تُقَدِّمُهُ[10] لِي .

    14- اَلْجاَمِعُ الْأَزْهَرُ أَقْدَمُ جاَمِعَةٍ إِسْلاَمِيَّةٍ .

    15- أَيُّهُماَ أَنْشَطُ: فاَطِمَةُ أَوْ زَيْنَبُ ؟ زَيْنَبُ .

    16- ماَ أَهَمُّ أَرْكاَنِ الْحَجِّ ؟ أَهَمُّ أَرْكاَنِ الْحَجِّ الْوُقُوفُ بِعَرَفاَتٍ .

    Tercüme:

    1- Kalem kitaptan daha ucuzdur. Mesciddeki namaz evdeki namazdan daha faziletlidir.

    2- Muhammed’in evi Hâlid’in evinden daha uzaktır. Kitap okumak televizyon seyretmekten daha faydalıdır.

    3- O şehirdeki en acaib çocuktur. O sınıftaki en eski çocuktur.

    4- Sen sınıftaki en çalışkan öğrencisin. Halit mahalledeki en şişman çocuktur.

    5- Ben ayda bir mektup yazıyorum ve bazen daha az bazen daha çok olmak üzere ayda iki mektup alıyorum.

    6- Allah katında en değerliniz en takvalı olanınızdır. Nil dünyadaki en uzun nehirdir.

    7- Endonezya nüfus bakımından İslâm ülkelerinin en çoğudur. Câmiu’l-Ezher dünyadaki en eski üniversitedir.

    8- Nehir denizden daha küçüktür. Ülkendeki en mühim yerler nedir? 

    9- Ulaşım vasıtaları içinde en hızlı vesile (araç) nedir (hangisidir)? Uçak ulaşım vasıtaları içindeki en hızlı araçtır.

    10- Afrika’daki en büyük şehir nedir? Kâhire Afrika’daki en büyük şehirdir.

    11- Bu temiz bir cadde midir? Evet bu caddelerin en temiz olanıdır.

    12- Nil nehirlerin en uzun olanıdır. Nil nehri (işte o) nehirlerin en uzunudur.

    13- Bu bana yazdığın en uzun mektuptur. Bu bana takdim ettiğin en güzel gömlektir.

    14- Câmiu’l-Ezher en eski İslâm üniversitesidir.

    15- Hangisi daha çalışkandır? Fâtıma mı Zeynep mi? Zeynep.

    16- Hac rukünlerinin (şartlarının) en önemlisi nedir? Hacc’ın rukünlerinin en önemlisi Arafat’ta durmaktır.

    ¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯¯

    MASDAR, İSMİ ALET VE İSMİ TAFDİL İLE İLGİLİ AYETLER

    1- فَلاَ اقْتَحَمَ الْعَقَبَةَ ¯ وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْعَقَبَةُ ¯ فَكُّ رَقَبَةٍ .

    (90/BELED,  11-13). (Fakat) o, sarp yokuşu aşamadı. O sarp yokuş nedir bilir misin? Köle azat etmektir.

    اقْتَحَمَ يَقْتَحِمُ

    katlanmak

    أَدْرَى يُدْرِي

    bilmek, anlamak

    اَلْعَقَبَةُ

    sarp yokuş

    فَكَّ يُفَكُّ فَكاًّ

    (köle) azad etmek

    2- يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِِنْ ذَكَرٍ وَأُنْثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ.

    (49/HUCURAT, 13). Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.

    ذَكَرٌ ج ذُكُورٌ

    erkek

    أَكْرَمُ

    en değerli

    أُنْثَى ج  إِناَثٌ

    kadın

     

    شَعْبٌ ج شُعُوبٌ

    millet, kavim

    قَبِيلَةٌ ج قَبَائِلُ

    kabile

     

    تَعاَرَفَ يَتَعاَرَفُ

    tanışmak

    لِتَعَارَفُوا

    tanışmanız için

     

    أَتْقَاكُمْ

    en çok (Allah’tan) korkanınız, en çok takva sahibi olanınız

    خَبِيرٌ

    işlerin iç yüzünü bilen, haberdar olan manasında Allah’ın isimlerinden birisidir.

                       

    3- قُلْ أَ أُُنَبِّئُكُمْ بِخَيْرٍ مِنْ ذَلِكُمْ …

    (3/ÂL-İ İMRÂN, 15). (Resûlüm!) De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? …

    نَبَّأَ  يُنَبِّئُ بِ

    bildirdi, haber verdi

    4- سَلاَمٌ هِيَ حَتَّى مَطْلَعِ الْفَجْرِ  .

    (97/KÂDİR, 5). (O gece) esenlik doludur. Ta fecrin doğumuna kadar.

    طَلَعَ يَطْلُعُ طُلُوعاً مَطْلَعاً

    doğmak

    الْفَجْرُ

    fecir, (tan yerinin ağarması)

    سَلاَمٌ

    eman, esenlik

     

     

    5- …هُمْ لِلْكُفْرِ يَوْمَئِذٍ أَقْرَبُ مِنْهُمْ لِلْإِيمَانِ .

    (3/ÂL-İ İMRÂN, 167). ..Onlar o gün, imandan çok kafirliğe yakın idiler..

    قَرِيبٌ

    yakın

    أَقْرَبُ

    daha yakın

     

     

    6- وَكَانَ لَهُ ثَمَرٌ فَقَالَ لِصَاحِبِهِ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَنَا أَكْثَرُ مِنْكَ مَالاً وَأَعَزُّ نَفَرًا  .

    (18/KEHF, 34). Bu adamın (başka) geliri de vardı. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken ona şöyle dedi: “Ben servetçe senden daha zenginim. İnsan sayısı bakımından da senden daha güçlüyüm”

    ثَمَرٌ

    meyve, faydalanılan mal

    حاَوَرَ  يُحاَوِرُ

    karşılıklı konuşmak

    عَزِيزٌ

    güçlü, üstün

    نَفَرٌ

    ekip, grup (üç ile on arasındaki bir sayıya sahip olan küçük topluluk)

    7- …قُلْ نَارُ جَهَنَّمَ أَشَدُّ حَرًّا لَوْ كَانُوا يَفْقَهُونَ  .

    (9/TEVBE, 81). ..De ki: “Cehennem ateşi daha sıcaktır!” Keşke anlasalardı.

    8- وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَذَا الْقُرْآنِ لِلنَّاسِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ وَكَانَ الْإِنْسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلاً  .

    (18/KEHF, 54).Hakikaten biz bu Kur’ân’da insanlar için her türlü misâli açıkladık. İnsan tartışma hususunda her şeyden ileridir.

    صَرَّفَ يُصَرِّفُ

    çevirmek, açıklamak

    اَلْجَدَلُ

    tartışma, çekişme

    9- ن وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَ ¯ مَا أَنْتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِمَجْنُونٍ  .

    (68/KALEM, 1, 2) Nûn. Kaleme ve (kalem tutanların satır, satır) yazdıklarına and olsun ki; (Resûlüm) sen -Rabbinin nimeti sayesinde- mecnun değilsin.

    سَطَرَ يَسْطُرُ سَطْراً

    yazmak, (ifadeyi) satıra dökmek)

    10- اُنْظُرْ كَيْفَ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَلَلآخِرَةُ أَكْبَرُ دَرَجَاتٍ وَأَكْبَرُ تَفْضِيلاً .

    (17/İSRÂ, 21) Baksana, biz insanların kimini kiminden nasıl üstün kılmışızdır! Elbette ki âhiret, derece ve üstünlük farkları bakımından daha büyüktür.

  • Atıf Edatları

     

    ATIF: Atıf harfleri denen harflerle kelime veya cümleleri aynı hükme bağlamaya atıf denir. İleride müstakil konu başlığı altında işleyeceğimiz, ancak çok gerekli olduğu için ara ara kelimeler ve dipnotlarda işlediğimiz atıf bahsinden şimdilik şu kadarını öğrenmemiz yeterlidir:

    Atıf harflerinden önceki kelimeye ma’tûfun aleyh, sonraki kelime ya da cümleye de ma’tûf denir. Ma’tuf, ma’tuf’un aleyh’in harekesini alır.

    نَجَحَتْ فاَطِمَةُ وَ أُخْتُهاَ.

    Fâtıma ve kardeşi başardı.

    Bu cümlede فاَطِمَةُ ma’tufun aleyh, وَ atıf harfi, أُخْتُهاَ da ma’tuf’dur (atfedilen).  أُخْتُ kelimesi  matufun aleyh olan فاَطِمَةُ kelimesinin merfû olması sebebiyle merfûdur. Atıf vâvı ma’tuf ile ma’tûfun aleyh’in aynı hükümde ortak olduğunu göstermiştir.

    Atıf harfleri 10 tanedir. Kelime ezberler gibi ezberleyebileceğimiz bu harflerin cümle içindeki kullanılışları şöyledir:

    وَ

    ve

    رَجَعَ الْيَوْمَ مُحَمَّدٌ وَ خاَلِدٌ.

    Muhammed ve  Hâlit bugün döndüler.

    فَ

    akabinde, hemen

    Ma’tufla mat’ûfun aleyh arasında zaman bakımından aralarında bir gecikme olmasa da tertip ve sıra gözetir.

     

    دَخَلَ الْمُدَرِّسُ فَوَقَفَ التَّلاَمِيذُ.

    Öğretmen girdi akabinde öğrenciler ayağa kalktı.

     

     

    دَخَلَ الْمَدْرَسَةَ عَلِيٌّ فَخاَلِدٌ.

    Ali sonra da Hâlid okula girdi.

    ثُمَّ

    sonra

    اَلرِّجاَلُ أَكَلُوا الطَّعاَمَ ثُمَّ شَرِبوُا الْقَهْوَةَ.

    Erkekler yemek yediler sonra kahve içtiler.

    أَوْ

    veya, ya da

    أَكَلَ بُرْتُقاَلاً أَوْ تُفاَّحاً.

    Portakal veya elma yedi.

     

     

    نَقَلَ الْخَبَرَ عَلِيٌّ أَوْ فَرِيدٌ.

    Haberi Ali ya da Ferid nakletti.

    أَمْ

    yoksa

    أَ تُفاَّحاً أَكَلْتَ أَمْ بُرْتُقاَلاً ؟

    Elma mı yoksa portakal mı yedin?

    إِمَّا

    ya… ya.…ya da, ister (vav ile tekrarlanarak kullanılır)

     

    كَتَبَ إِلَيْكُمْ إِمَّا حَسَنٌ وَ إِماَّ صاَلِحٌ.

    Size ya Hasan ya Salih yazdı.

    حتَّي

    … bile, dahil

    أَكَلَ السَمَكَةَ حَتَّى رَأْسَهاَ.

    Balığı başı da dahil (başını bile) yedi.

    لاَ

    değil, olmadı (nefy, olumsuzluk anlatır)

     

     

    خَليِلٌ كاَتِبٌ لاَ شاَعِرٌ.

    Halil yazardır şair değil.

    لَكِنْ

    fakat, bunun aksine

     

    ماَ جاَءَ السَّيِّدُ لَكِنْ حاَدِمُهُ.

    Bey gelmedi fakat hizmetçisi geldi.

     

    ماَ ذَبَحَ الْجَزاَّرُ الْبَقَرَةَ لَكِنْ شاَةً.

    Kasap sığır boğazlamadı fakat bir koyun boğazladı.

    بَلْ

    belki, bilakis, hayır, öyle değil..

     

    خَرَجَ مِنَ الْإِمْتِحاَنِ يُوسُفُ بَلْ عُثْماَنُ.

    İmtihandan Yusuf, hayır Osman çıktı.

                                 

     

     

  • Kem-i İstifhamiyye ve Kem-i Haberiyye

     

    KEM’İL-İSTİFHAMİYYE VE KEM’İL -HABERİYYE

    (كَمْ) edatının iki türlü kullanılışı vardır:

    a) Kemi’l-İstifhâmiye: كَمْ soru edatı olarak “kaç …”  anlamındadır. Adedini öğrenmek istediğimiz isim bu edattan sonra müfred, mansûb ve nekre olarak gelir. Adedi verilen nesne temyiz olarak ifade edilir.

    كَمْ سَنَةً ؟

    Kaç yıl?

    كَمْ قَلَماً ؟

    Kaç kalem?

    كَمْ سُورَةً فِي الْقُرْآنِ الْكَرِيمِ ؟

    Kur’ân-ı Kerîm’de kaç sûre var?

    كَمْ آيَةً فِي سُورَةِ الْفاَتِحَةِ ؟

    Fâtiha sûresinde kaç ayet var?

    كَمْ سَطْراً كَتَبْتِ ؟

    Kaç satır yazdın ?

    *(كَمْ) in başına ( بِكَمْ kaça) gibi harf-i cer gelirse; temyizi mansûb da okunabilir, mecrûr da okunabilir.

    بِكَمْ دِرْهَماً اشْتَرَيْتَ هَذاَ ؟

    Bunu kaç dirheme satın aldın?

    بِكَمْ دِرْهَمٍ اشْتَرَيْتَ هَذاَ ؟

    Bunu kaç dirheme satın aldın?

    إِلَى كَمْ قِسْمٍ (قِسْماً) قَسَّمَ الْكاَتِبُ الداَّرِسِينَ؟

    Kâtip ders yapanları kaç kısma taksim etti?

    *(كَمْ) ile temyizi arasına zarf, harf-i cerli isim ya da fiil girebilir.

    كَمْ عِنْدَكَ كِتاَباً؟

    Kaç kitabın var?

    كَمْ فِي الداَّرِ رَجُلاً ؟

    Evde kaç adam var?

    كَمْ جاَءَكَ رَجُلاً؟

    Sana kaç adam geldi?

    b) Kemi’l-Haberiyye: (كَمْ) çokluk edatı olarak kullanılması durumunda “Kemi’l Haberiye” adını alır ve “ne kadar (çok), nice” manasını verir. Bu durumda yani çokluk ifadesi için kullanıldığında; çokluğu verilecek nesne (temyiz) muzâfun ileyh durumunda müfred veya cemi mecrûr olarak gelir. Genelde müfred, bazen de cemi olarak gelir. Çok defa başında مِنْ harf-i ceri bulunur.  (كَمْ) ile temyizinin arası genellikle başka bir kelime ile ayrılmaz.

    كَتَبْتُ! سُطُورٍ  كَمْ مِنْ

    كَمْ مِنْ سَطْرٍ كَتَبْتُ!

    (Ben ne satırlar yazdım!)

    كَمْ كُتُبٍ قَرَأْتُ!

    كَمْ كِتاَبٍ قَرَأْتُ!

    (Ben ne kitap(lar) okudum!)

    *  كَمْ bazen isim cümlesinin önünde hiçbir irab değişikliği olmaksızın da gelebilir:

    ياَ لَيْتَ قَوْمِي يَعْلَمُونَ كَمْ أَرْضُ اللَّهِ واَسِعَةٌ وَ كَمْ رَحْمَتُهُ واَسِعَةٌ!

    Keşke kavmim Allah’ın arzının ne kadar geniş olduğunu ve (yine) rahmetinin ne kadar geniş olduğunu bilselerdi!

     

    Ayet Örnekleri:

    ..كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَلِيلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثِيرَةً بِإِذْنِ اللَّهِ..

    ..Nice az bir topluluk çok topluluğa galib gelmiştir.. (Bakara, 249).

    … كَمْ أَهْلَكْناَ[1] قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ أَنَّهُمْ إِلَيْهِمْ لاَ يَرْجِعُونَ

    (Müşrikler görmüyorlar mı ki, ) onlardan önce nice kavimler helâk ettik. Onlar kendilerine dönmezler (Yâsin, 31).

     

    Not: Onun kadar kullanılmasa da (كَمْ) yerine (كَأَيِّنْ -كَأَيٍّ ) kelimesi de aynı işleme ve manaya tabidir. Onun da temyizi (مِنْ) ile mecrûr olur:  كَأَيٍّ مِنْ داَبَّةٍ(Nice hayvanlar)(Ankebût, 60)

    Ayet Örnekleri:

    فَكَأَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا وَهِيَ ظَالِمَةٌ …

    Nice memleketler vardı ki, zulüm yapıyorlarken biz onları helâk ettik… (Hacc, 22)

    وَكَأَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ أَمْلَيْتُ لَهَا وَهِيَ ظَالِمَةٌ ثُمَّ أَخَذْتُهَا وَإِلَيَّ الْمَصِيرُ

    Zulmedip dururlarken kendilerine mühlet verdiğim nice memleket halkı vardı ki, ben onları azabımla yakaladım. Dönüş banadır (Hacc, 48). 

    وَكَأَيِّنْ مِنْ نَبِيٍّ قَاتَلَ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَثِيرٌ فَمَا وَهَنُوا لِمَا أَصَابَهُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ…

    Nice Peygamberler vardı ki, beraberlerinde birçok âlimler savaştı da Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı ümitsizliğe düşmediler…(Âl-i İmran, 146)

    وَكَأَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ هِيَ أَشَدُّ قُوَّةً مِنْ قَرْيَتِكَ الَّتِي أَخْرَجَتْكَ أَهْلَكْنَاهُمْ فَلاَ نَاصِرَ لَهُمْ

    Seni, memleketinden (Mekke’den) çıkaran halktan daha kuvvetli nice memleketler (halkı) vardı ki, onları (türlü azablarla) helâk ettik de kendilerine yardım eden olmadı. (Muhammed, 13)

     

    Genel Cümle Örnekleri:

    1-كَمْ رِساَلَةً كَتَبَ إِلَى وَلَدِهِ ؟ كَمْ داَرِساً ساَفَرَ إِلَى أَوْرُباَّ ؟

    2- بِكَمْ لُغَةٍ يَتَكَلَّمُ الناَّسُ فِي بَلَدِكَ؟ – بِكَمْ لُغَةً يَتَكَلَّمُ الناَّسُ فِي بَلَدِكَ؟

     

    3-كَمْ كِتاَبٍ قَرَأْتُ فِي الْعُطْلَةِ –كَمْ صَدِيقٍ ساَعَدْتُهُ.

    4-كَمْ مِنْ غَزَواَتٍ انْتَصَرَ فِيهاَ الْمُسْلِمُونَ – كَمْ مِنْ ساَعاَتٍ قَضَيْتُهاَ مَعَهُمْ.

    5- بِكَمْ رِياَلٍ هَذِهِ الساَّعَةُ ؟– كَمْ امْرَأَةً ساَعَدَتْ زَوْجَهاَ ؟

    6-كَمْ يَوْماً قَضَيْتَ فِي قَرْيَتِكَ- بِكَمْ دِيناَراً اشْتَرَيْتَ الساَّعَةَ ؟

    7- قاَلَ رَسُولُ اللَّهِ :”كَمْ مِنْ صاَئِمٍ لَيْسَ لَهُ مِنْ صِياَمِهِ إِلاَّ الْجُوعُ وَ الْعَطَشُ “.

    8- كَمْ طاَلِباً اشْتَرَكُوا فِي الرِّحْلَةِ ؟ بِكَمِ اشْتَرَيْتَ الْقَلَمَ ؟

    9- كَمْ مَسْجِداً فِي الْمَدْرَسَةِ؟ فِي كَمْ ساَعَةٍ وَصَلَتِ الطاَّئِرَةُ ؟

    10- كَمْ مِنْ زَمِيلٍ ساَعَدْتُ فِي الْعَمَلِ – كَمْ طاَلِباً يَدْرُسُونَ الْعَرَبِيَّةَ فِي الْمَعْهَدِ ؟

    11- كَمْ مِنْ طاَلِبٍ يَدْرُسُونَ الْعَرَبِيَّةَ فِي الْمَعْهَدِ.

    Tercüme:    

    1- Oğluna kaç mektup yazdı? Kaç okuyan Avrupa’ya yolculuk yaptı?

    2- İnsanlar ülkende kaç dil konuşuyor? (Aynı anlam).

    3- Tatilde ne kitap(lar) okudum? Nice arkadaşa yardım ettim!

    4- Müslümanların galib geldiği nice gazveler vardır! Onlarla nice saatler geçirdim!

    5- Bu saat kaç riyal? Eşine kaç kadın yardım etti?

    6- Köyünde kaç gün geçirdin? Saati kaç dinara satın aldın?

    7- Allah’ın Rasûlü şöyle buyurdu: “Nice oruçlu vardır ki onun için oruçtan açlık ve susuzluktan başka birşey yoktur”.

    8- Geziye kaç öğrenci iştirak etti? Kalemi kaça satın aldın?

    9- Okulda kaç mescid var? Uçak kaç saatte geldi?

    10- İşte nice arkadaşa yardım ettim! Kursta kaç öğrenci Arapça okuyor?

    11- Kursta nice öğrenci Arapça tahsil ediyor!