14.Ders
İfîâl, İfivvâl, İfîlâl ve Falele Babları 14. Ders İzle-İndir Fasih Klasik ArapçaDevamını Oku »
14.Ders
İfîâl, İfivvâl, İfîlâl ve Falele Babları 14. Ders İzle-İndir Fasih Klasik ArapçaDevamını Oku »
Cami inşaatının Antalyalı hayırseverlerin katkısıyla devam ettirildiğini anlatan iş adamı Hüseyin Avşaroğlu, cami için temelinin atıldığı tarihten bu yana 3 milyon lira harcama yapıldığını belirtti. Avşaroğlu, gönüllülük esasına dayalı yürütülen faaliyetlerin Antalyalı hayırseverlerin yardımlarıyla tamamlanacağına inandığını söyledi.
AÜ Rektörü Prof. Dr. İsrafil Kurtcephe de, “Atalarımız ‘başlamak bitirmenin yarısı’ demiş. Geçen yıl temelini attığımız inşaatı hayırsever iş adamlarımız sayesinde hızla ilerletiyoruz. Camiyi, Antalyalıların verdiği büyük destekle yakın sürede bitireceğiz.” dedi.
CAMİNİN ÖZELLİKLERİ
Türkiye’nin en büyük kubbeli camilerinden biri olan Akdeniz Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii kapalı alanda 3 bin 500 açık alanda da 3 bin 500 cemaat kapasiteli olarak, toplam 7 bin kişinin aynı anda ibadet etmesine imkan tanıyacak. 2 bin 300 metrekarelik ana mekanı örten kubbe 35 metre çapında ve yerden yüksekliği 37,50 metre. Caminin kubbe genişliği Selimiye Camii’nin kubbesinden 4,5 metre daha geniş.12 kolonla yere oturan kubbe 8 kapılı, 38 pirinç kafes ve pencereden oluşan açıklarla Osmanlı mimarisinin izlerini taşıyor. Camide 75 metre yüksekliğinde 4 adet minare bulunuyor. Selimiye Camii’ni andıracak minarelerde 3 şerefe bulunacak. Kadınların ibadet ve günlük kullanımı için bin 800 metrekare ayrılan camide abdest alma yerleri, ibadet alanı, çocuk bakım odaları, toplantı ve okuma salonu bulunacak. İbadete gelen engelli ve yaşlı vatandaşlar için iki adet asansörün bulunacağı camide 280 araçlık kapalı otopark bulunacak. Her katı 600 metrekare olan ve bir katı bayanlar için olmak üzere 3 kat abdest alma yeri bulunan camide ayrıca 4 adet gasilhane de projede yer alıyor.
Görmez, Sapanca Güral Otel’de, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından düzenlenen ‘Yurtdışı Hizmetleri Konferansı-Küresel Gelişmeler Yeni Perspektifler’ toplantısında yaptığı konuşmada, 1924 ile 1965 yılları arasında hiçbir diyanet işleri başkanının resmi bir ziyaret amacıyla hac dahil yurt dışına çıkmadığına dikkat çekti.
1965 yılında dönemin Diyanet İşleri Başkanı İbrahim Bedrettin Elmalı’nın, Tunus Cumhurbaşkanı Habib Burgiba’dan davet aldığını, basının ‘Bu sarıklı cübbeli Türkiye’yi mi temsil edecek’ şeklinde olumsuz haberlere rağmen, Bakanlar Kurulu’nun ‘kerhen’ de olsa kendisine izin verdiğini ifade eden Görmez, sonrasında yaşanan olayı şöyle anlattı:
“Tunus’ta, Diyanet İşleri Başkanı çok iyi karşılanacaktır. Bu sefer daha da farklı başlıklar atılacaktır. Tunus’tan Bingazi’ye geçmek için davet almıştır. Bingazi’den Türkiye’ye uçmak istemiştir. Ancak, artık bu bardağı taşıran son damla olacaktır ve ‘gerekirse derdest edilerek Türkiye’ye gönderilmesi’ şeklinde acıklı bir nota gidecektir Libya büyükelçiliğine. Sayın Başkan Türkiye’ye dönecektir ve kendisinden behemehal görevinden ayrılması istenecektir. O da görevinden ayrılmayacaktır ama iki ay sonra Bakanlar Kurulu kararıyla ilk defa görevine son verilen bir başkan olacaktır İbrahim Bedrettin Elmalı. Dolayısıyla bizim başkanlık olarak yurt dışı gerçekliğiyle buluşmamız bu sebeple çok geç olacaktır.”
Bugün, Diyanet’in 100 ülkede din hizmeti sunduğunu dile getiren Görmez, ancak İslam coğrafyasında büyük acılar yaşandığını vurguladı. Bugün tarihsel ve toplumsal bütünlüğünü ancak duygusal bağlamda korumaya çalışan, fiziksel bütünlüğü önemli ölçüde hasara uğramış bir Müslüman coğrafyasından söz edilmesinin yerinde olacağını anlatan Görmez, mevcut görüntüde Müslüman toplumların geçen yüzyılı farklı tecrübelerle idrak ettiğini, yaşadıkları kayıplarla, maruz kaldıkları acılarla büyük bir bedel ödediklerini kaydetti.
Görmez, dünyanın yeniden tanzimi sürecinde Osmanlı sonrasını yansıtan haritalarda hala düzenlemelerin devam ettiğini, başta yakın komşular olmak üzere pek çok yerde Müslümanların önemli imtihanlardan geçmeye devam ettiğini anlattı. Görmez, şunları kaydetti: “Gelinen noktada, bağımsızlığını elde etmeyi başarmış pek çok ülkenin yanı sıra varlığını sömürge bakiyesi borçlarla sürdürmeye çalışan pek çok Müslüman ülkeden söz etmek gerekir. Geçtiğimiz yüzyıl Müslüman toplumun kök hafızasına yönelik müdahale ve operasyonların yüzyılı olmuştur. Bugün gelinen noktada, dünyanın hemen her yerinde varlık beyanında bulunan milyonlarca kendi yüklerini sırtından atmakta, müstevlilerin maddi ve manevi mirasıyla hesaplaşmakta, ruhi ve entelektüel açlığını giderme konusunda kalıcı ve tutarlı arayışlara girmektedir.”
“KENDİMİZE GÜVENİMİZ ARTTI”
Türkiye’nin, Müslüman dünyanın hemen her yanında ağırlığını hissettiren bir güç merkezi olarak göz doldurduğunu kaydeden Görmez, “Bugün Müslüman toplumların özgüvenlerini yeniden kazanmaları, dünya ölçeğinde bastırılmış izzet ve onurlarını yeniden kazanmaları konusunda hemen her birimize düşen görev ve sorumluluklar söz konusudur. Bu çerçevede, Diyanet İşleri Başkanlığımızın ilgi ve sorumluluklarının da arttığını, çoğaldığını vurgulamak isterim. Esasen bu genişlemenin dayandığı gerekçeleri sadece duygusal nedenlerle açıklamak bir hayli eksik olacaktır. Her şeyden önce siyasal ve sosyolojik gelişmeler, bölgesel gelişmeler, sorumluluk ve vefa duygularının canlanması bizim kendi coğrafyamıza kulak kabartmakla, göz gezdirmekle sınırlı olmayan bir dikkat içinde olmamızı zorunlu kılmıştır.” diye konuştu.
Batıda gelişen ve topyekün İslamı karalamaya matuf İslamofobi kampanyalarını, bir yandan da kendi coğrafyamızda nevzuhur mezhep çatışmaları olduğunu anlatan Görmez, konuşmasını şöyle sürdürdü: “İslamofobi, bir hastalık modunda ilerlemeye devam etmektedir. Yabancı düşmanlığı ve ırkçılık, 11 Eylül sonrası dünya gerçekliğinde önemli bir felaket olarak öne çıkmıştır. Her bir Müslüman bu dengesini kaybetmiş, kültür politikaları karşısında ciddi bir sendeleme yaşamaktadır. Korkunun tetikleyip harekete geçirdiği siyaset hayatı çekilmez kılmaktadır.”
“KAFKASYA’DA 8 AY İÇİNDE 60 DİN ADAMI CİNAYETE KURBAN GİTTİ”
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, kuruluşunda yurt içinde hizmet etmekle görevlendirildiğini anlatan Görmez, bugün 100’ü aşkın ülkeye hizmet götürdüğünü belirtti. Balkan ve Kafkasların ihmal edilmemesi gerektiğini dile getiren Görmez, buralarda din özgürlüğü konusunda ciddi ve can yakıcı sorunların sürdüğüne dikkat çekti. Bu coğrafyalarda güvenlik sorunlarının da devam ettiğine dikkati çeken Görmez, son 6-8 ay içinde Kafkasya’da 60’ı aşkın din adamının faili meçhul cinayetlere kurban gittiğini, ayrıca Türk cumhuriyetlerinde de büyük sıkıntılar olduğunu dile getirdi. Görmez, şu bilgileri verdi:
“Geçtiğimiz aylar içinde, Tacikistan’da 18 yaşın altındaki çocukların camiye girişini yasaklayan bir kanunun çıkması, Kazakistan’da din özgürlüklerini, din eğitimini ve dini hayatı zorlaştıran 19 maddelik bir yasanın Meclis’ten çıkmış olması, Özbekistan’ın bu konularda tamamen içine kapanması, Türkmenistan’ın hakeza içe kapanması, Azerbaycan ve Kafkasya’da yaşanan sorunlar aslında burada da hala alınması gereken büyük mesafeler olduğunu göstermektedir.”
Ayrıca devletin siyasi, idari, mali ve askeri işlerinin görüldüğü, kişilerin başvuru ve şikayetlerinin dinlendiği kolektif bir organ olan Divan-ı Hümayun bulunmaktaydı. Şeyhülislam (müfti-il-enam) devletin teokratik yapısı gereği padişaha dini görevlerin yapılmasında yardım ederdi. II. Mehmed’in kanunnamesine göre şeyhülislam ulemanın reisi olup, doğrudan doğruya padişah tarafından tayin veya azledilirdi. Devlet teşkilatında sadrazam ve vezirlerden sonra en önemli mevkiye sahip olan şeyhülislamın özellikle I. Süleyman’dan itibaren etkisi artmıştır. Devlet işlerinin dini kurallara göre görülmesine nezaret eden şeyhülislamdan dini ve siyasi konularda fetva alınırdı. Taşrada fetva verme görevini müftüler yürütürdü. Şeyhülislamlık kurumu zaman zaman fetvalarla padişahların öldürülmelerine de meşru zemin hazırlamıştır. Bu kurum müftülük dışında eğitim hizmetleri veren medrese ile kazai ve idari hizmetler veren kadılık yapılanmalarını da bünyesinde barındırıyordu. Ancak devletin dinden ayrılmasının imkansız olarak görülmesine rağmen uygulamada devlet her zaman çıkarları doğrultusunda serbestçe hareket etmiş, gerektiğinde eylemlerini yasallaştırmak için dine başvurmuştur. Dinin sözcüsü olan şeyhülislam ise bu alanda devlete meydan okumamak koşuluyla teorik olarak serbest hareket edebilirdi. Devleti denetleyen güç, siyasi üstünlüğünü yasallaştırmak için şeyhülislamı kullanabiliyordu. Mesela Mithat Paşa’nın şeyhülislamdan kendi seçtikleri padişahı onaylamasını istemesi gibi (Kemal Karpat, İslam’ın Siyasallaşması)…
Tanzimat döneminde çıkarılan fermanlar ve kanunlar ile reform teşebbüsünde bulunulmuş, uygulamada başarılı olunmamasına rağmen modern kamu hukukumuzun bazı ilke ve kurumlarının ilk tohumları atılmıştır. Ancak Tanzimat devletin teokratik niteliğinde bir değişiklik yaratmamış, birdenbire getirilecek bir laikleşmenin sonuçlarından da çekinilmiştir. Nitekim ülkenin sosyal ve siyasi durumundaki bozukluğun gerçek sebebi olarak dini esaslardan uzaklaşma gösterilmiştir. Gerek 1839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nda ve 1856 Islahat Fermanı’nda olsun, gerekse 1861’de tahta çıkan Abdülaziz’in çıkardığı Hatt-ı Hümayun’da olsun yapılmak istenen ıslahatların eski teokratik düzene dönmeyi sağlamaya yönelik olduğu belirtilmiş, Ziya Paşa ve Namık Kemal de İslami esas ve kuralların korunmasını savunmuşlardır. III. Selim, II. Mahmut ve Tanzimat dönemlerinde şeyhülislamın statüsünde önemli değişiklikler olmuştur. Klasik dönemde devletin merkez örgütü içinde sayılmayan şeyhülislam, Meclis-i Meşveret ve Heyet-i Vükela üyesi yapılarak merkezi devlet örgütlenmesi içine çekilmiştir. Şeyhülislam artık yetkilerini devlet dışından değil, devlet içi bir makamdan kullanmaya başlamıştır. Ancak diğer taraftan Şura-yı Devlet’in kurulmasıyla dini kuralların siyaset üzerinde etkisi azaltılırken şeyhülislam fetva verme bağımsızlığını yitirmiş, devletin denetimi altına girmiş, bakanlar kurulunun gerekli gördüğü zamanlarda onay bildiren bir makam durumuna gerilemiş oluyordu (Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C.VII) Bunun yanında laik hukuk mevzuatı ve yeni mahkemelerin kurulmasıyla şeyhülislamın yargı üzerindeki etkisi de sınırlandırılmıştır. Ancak yeni kurulan nizamiye mahkemeleri bir süre şer’iyye mahkemeleriyle birlikte görev yapmışlardır. II. Abdülhamid, şeyhülislamı etkisiz hale getirerek din, devlet ve toplum arasındaki dış uyumu yeniden kurmaya çalışmıştır. Bu uyum devletin dini, kendi siyasi amaçları için kullandığını görmemezlikten gelinmesine bağlı olmuştur. Bu durum din alanında özgür düşünceyi engellemiş, İslam’ın donmasına neden olmuştur. Osmanlı devletinin kuruluş döneminde din ile devlet arasında hüküm süren ve II. Abdülhamid döneminde yeniden ortaya çıkan fiili ayrılık, sonunda devletin laiklik adına dini denetim altına almasıyla sona ermiştir (Karpat, a.g.e.). İttihat ve Terakki döneminde 1917 yılında çıkarılan bir kanunla şeyhülislama bağlı bütün şer’i mahkemeler ve bağlı kuruluşları Adliye Nezareti’ne bağlanmış, medreselerin yönetimi de Maarif Nezareti’ne verilmiştir. Böylece Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde şeyhülislamın yönetim üzerindeki nüfuzu kırılmış, adli ve eğitim ile ilgili görev ve yetkileri elinden alınmış oldu. Şeyhülislamlık dinin itikat ve ibadet işlerini yürüten bir kurum haline geldi ve son Osmanlı Kabinesi’nin 26 Eylül 1922 tarihinde istifasıyla tarihi sürecini tamamladı.
Cumhuriyet döneminde, 3 Mart 1924’te çıkarılan Şer’iyye ve Evkaf ve Erkan-ı Harbiye Umumiye Vekaletlerinin İlgasına Dair Kanun ile Şer’iyye ve Evkaf Vekaleti kaldırılarak Başvekalete bağlı Diyanet İşleri Reisliği ve Evkaf Umum Müdürlüğü kuruldu. Aynı tarihte 431 sayılı kanun ile hilafet makamı da kaldırıldı. Ama esnek bir gerekçeyle. “Hilafet, hükümet ve cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan, hilafet makamı mülgadır (1. Madde)”. 1924 Anayasası’nın 2. Maddesi’ndeki “Türkiye Devleti’nin dini, din-i İslam’dır.” düzenlemesi 1928 yılında Anayasa’dan çıkartıldı, laiklik ilkesi 1937 yılında Anayasa’ya girdi. 429 sayılı kanun ile oluşturulan Diyanet İşleri Reisliği’nin görev alanı İslam dininin inanç ve ibadetlere ilişkin hüküm ve sorunların yürütülmesi ve yönlendirilmesi, din kurumlarının yönetilmesi olarak sınırlandırılmıştır. Ayrıca 5. Madde ile cami, mescit, tekke ve zaviyelerin yönetimine, imam, hatip, vaiz, müezzin ve kayyumların, ve sair hizmetlilerin atama ve azillerine yetkili kılınmıştır. 1931 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredilmiş olan camiler ve din görevlileri CHP iktidarı döneminde 1950 yılında tekrar Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlandı. 1961 Anayasası ile ilk kez Diyanet İşleri Başkanlığı anayasal bir kurum haline getirildi. 154. Madde ile “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı özel kanunda gösterilen görevleri yerine getirir.” düzenlemesi yapıldı. 1965 yılında 633 sayılı kanun ile Diyanet İşler Başkanlığı görev, teşkilat ve görevlilerinin nitelikleri açısından kapsamlı bir kanuna sahip oldu. 1982 Anayasası bu kuruma “yürütme” bölümü içinde “idare” alt başlığı altında yer vererek, 136. Madde ile “milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinme” görevini de yükledi.
Değerlendirmeler
Osmanlı Devleti’ndeki dinin denetim altında tutulması, şeyhülislamlık makamının devletin merkezi örgütü içine çekilmesi ve devletin çıkarları doğrultusunda kullanılması anlayışı Cumhuriyet tarafından aynen tevarüs edilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın siyasetten ve siyasi çekişmelerden etkilenmemesi mümkün olmadığı gibi, güç dengelerine göre dönem dönem güvenlik bürokrasisinden ve onun milliyetçilik ve laiklik anlayışından etkilenmemesi de mümkün değildir. Siyasi iktidarın veya bürokratik devletin etkisi ve denetimi altındaki bir kurumun başarılı olması da beklenemez. Nitekim bu kurumun başarılı olduğu da söylenemez. Bu eleştiri Aleviler ve diğer inanç sahipleri dışında kendilerine hizmet sunulan Sünniler bakımından da geçerlidir. Aleviler bakımından böyle bir kurumda temsil edilme isteği ise anlaşılır gibi değildir. Toplumun ve bireylerin dini yaşamlarını ve anlayışlarını denetlemek ve yönlendirmek laiklik ilkesine aykırıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın varlığı devletin laik olmadığının bir göstergesidir. Devlet tüm dinler, inançlar ve mezhepler karşısında tarafsız ve eşit mesafede olacak, sağlayacağı avantajları ve destekleri de her kesime sunacaktır.
Devletin dini yaşamdan tamamen çekilerek bu alanı sivil topluma bırakması zorunludur. İngiltere’de bireyler dinlerinin gereklerini bireysel ya da toplu olarak kamusal ve özel alanda özgürce yerine getirirler. Devlet hiçbir dine ve dini kuruma yardım etmemekte ancak bazı binaların bakım ve onarımı için mali destek sağlamaktadır. Rusya’da çoğulcu bir dinsel ve toplumsal yapı teşvik edilmektedir. Hindistan Anayasası cemaatleri din alanında özgür bırakmıştır. Dini amaçla toplanan vergilere cemaat üyelerinin katılma zorunluluğu olmayıp, öğrencilerin din derslerinden muaf olma hakları bulunmaktadır. Bu şekilde Müslüman azınlığın hakları da güvence altına alınmıştır. Fransa’da devlet dinleri resmen kabul etmez. Kamu eğitiminde dini bir mezhebe yer verilmez. Dini cemaatler dernekler şeklinde örgütlenebilirler, bu derneklere vergi indirimi sağlanır. Fransa’da 200’ü aşkın İslamî dernek bulunmaktadır. Hollanda’da 1798 Anayasası kanun önünde bütün dinlerin eşit olduğunu ilan eden ilk anayasa olup, 1. Madde ile din ve inanca yönelik ayrımcılık yasaklanmıştır. Hollanda’da ayrıca Almanya ve İtalya’da olduğu gibi devletin dayattığı bir kilise vergisi bulunmamaktadır (Ruşen Çakır-İrfan Bozan, “Sivil, şeffaf ve demokratik bir Diyanet İşleri Başkanlığı mümkün mü?”) Almanya’da kiliseler hem dernek hem de kamu hukukuna ilişkin kanunlar çerçevesinde faaliyet göstermektedirler. Kilise vergisi, aidat, bağış toplayabilmekte, dini eğitim yapabilmektedirler. İtalya’da Katoliklik çok güçlü bir toplumsal etkiye sahip olmasına rağmen Anayasa’nın 3. Maddesi dini ayırım yapılmaksızın herkesin kanun önünde eşit haklara sahip olduğunu belirtmektedir. 8. Madde’ye göre ise Katoliklik dışındaki diğer bütün mezhepler kendi örgütlenmelerini kurmakta özgürdürler. Cemaatler özel ve kamusal alanda dinlerini yayabilirler, ahlaka aykırı olmamak koşuluyla gerekli tören ve ayinleri serbestçe yapabilirler. Yurttaşlar gelir vergilerinin 0,8’ini istedikleri mezhebe verebilmekte, yaptıkları bağışları vergiden düşebilmektedirler (Çakır, Bozan; a.g.e.).
Görülmektedir ki gerçekten laik olan ve toplumu demokrasi kuralları içinde özgürce yaşatmaya çalışan rejimlerde Diyanet İşleri Başkanlığı gibi nev’i şahsına münhasır bir kurum bulunmamaktadır. Tarihsel olarak Şeyhülislamlıktan, Diyanet İşleri Başkanlığı’na uzanan çizgide bir kurumun var olması, o kurumun başarılı, doğru, demokrasi ve insan haklarına uygun bir yapılanma olduğunu göstermez. Ayrıca devasa bir bütçeye sahip bu kurumun Sünni, Alevi, inançsız ve Müslüman olmayan tüm yurttaşların vergilerinden pay alarak çoğunlukta oldukları için sadece Sünnilere hizmet vermesi hukuka, adalete, ahlaka ve vicdana aykırıdır. Bunun dışında bir dinin veya mezhebin resmileşmesi onun donmasına ve başka ideolojilerin aracı durumuna düşmesine neden olur. Örnek verilen ülkelerde olduğu gibi devlet her dine ve mezhebe karşı eşit mesafede durarak, dini yaşamı sivil topluma, cemaatlere bırakmalıdır. Her kesim kendi ibadethanesini, kendi din adamını istihdam etmelidir. Devlet her kesime vergi muafiyetleri, onarım destekleri sağlayabilir. Sivil toplum kendi din ihtiyacının bedelini karşılayabilecek güç ve inançtadır. Tıpkı askeri vesayet altında bir demokrasi olamayacağı ve ifade özgürlüğü sağlanamayacağı gibi, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir devlet kurumunun bulunduğu yerde din ve vicdan özgürlüğü ve laik devlet sağlanamaz.
Kaynak:Zaman
Dr., Emekli Askerî Hâkim
Yalova Üniversitesi Öğretim Üyesi Alım İlanı
YALOVA ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜNDEN
Üniversitemize bağlı birimlere 2547 Sayılı Yükseköğretim kanunu ve bu Kanuna dayalı olarak çıkartılan yönetmelik hükümlerine göre öğretim üyeleri alınacaktır.
Yardımcı Doçent kadrosuna başvuran adaylar; http://www.yalova.edu.tr/kategori/12072/personel-daire-baskanligi.aspx adresinde bulunan belge ve formlar kısmındaki öğretim üyesi başvuru formu ile birlikte yüksek lisans ve doktora belgelerini, kısa özgeçmişlerini, bilimsel çalışmalarını ve 1 adet fotoğrafı kapsayan dört nüsha dosyayı Üniversitemiz Personel Daire Başkanlığına teslim etmeleri gerekmektedir. Yardımcı Doçent kadrosuna başvuranlara 2547 sayılı kanun’un ilgili maddeleri gereğince Üniversitemizce yabancı dil sınavı yapılacaktır.
Not:
* Müracaat süresi, ilanın yayın tarihinden itibaren 15 gündür. ” Posta ile yapılacak başvurular kabul edilmeyecektir.
* Yabancı ülkelerden alınan diplomaların Üniversitelerarası kurulca denkliğinin onaylanmış olması şarttır.
* Adaylar, müracaatla ilgili her türlü bilgiyi Rektörlüğümüz Personel Daire Başkanlığı’ndan sağlayabilirler.
BİRİMİ BÖLÜMÜ ANABİLİM DALI KADRO UNVANI DERECESİ ADEDİ ARANAN NİTELİKLER
İlahiyat Fakültesi Temel islam Bilimleri Tefsir Yardımcı Doçent 3 1 Tefsir alanında Doktora yapmış olmak, Rivayet tefsiri ve kur’an harflerinin delaletleri konularında çalışmaları bulunmak.*
İlahiyat Fakültesi Temel islam Bilimleri Arap Dili ve Belagatı Yardımcı Doçent 5 1 Arapça Sarf ve Nahvine dair çalışmaları bulunmak. *
İlahiyat Fakültesi Temel islam Bilimleri Hadis Yardımcı Doçent 3 1 Hadis alanında Doktora yapmış olmak, XX. Yüzyıl Arap Muhaddisleri konusunda Çalışmaları bulunmak. *
İlahiyat Fakültesi Temel islam Bilimleri Hadis Yardımcı Doçent 5 1 Doktorasını hadis alanında yapmış olmak. Modernleşme, Hadis, kelam ve Fıkıh ilişkileri konularında çalışmaları bulunmak.
İlahiyat Fakültesi Temel islam Bilimleri İslam Hukuku Yardımcı Doçent 41 Fıkıh usulü alanında çalışmaları bulunmak. *
İlahiyat Fakültesi Temel islam Bilimleri Kelam Yardımcı Doçent 3 1 Doktorasını kelam alanında yapmış olmak ve klâsik Osmanlı Kelamı Üzerine çalışmaları bulunmak.
İlahiyat Fakültesi Temel islam Bilimleri İslam Mezhepleri Tarihi Yardımcı Doçent 4 1 Doktorasını kelam veya Mezhepler tarihi alanında yapmış olmak ve Mezhepler tarihi ve modernleşme konularında çalışmaları bulunmak.
İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri islam Felsefesi Yardımcı Doçent 3 1 Doktorasını islam Felsefesi .ilanında yapmış ve Osmanlı siyaset düşüncesi ve ibni Sina eleştirileri konularında çalışmaları bulunmak.
İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri islam Felsefesi Yardımcı Doçent 3 1 Doktorasını islam Felsefesi alanında yapmış ve islâm düşüncesinde retorik ve siyaset konularında çalışmaları bulunmak.
İlahiyat Fakültesi islam Tarihi ve Sanatları Türk İslam Sanalları Yardımcı Doçent 5 1 İlahiyat Fakültesi mezunu olmak, Türk Süsleme ve Hat Sanatları konusunda doktora yapmış ve alanında uluslararası tecrübeye sahip olmak. *
Bu bölümlerde % 100 Arapça vabancı dille eğitim yapılat ağından, adayların Yükseköğretim Kurumlarında Yabancı Dil Eğitimi ve Yabancı Dille Eğitim Yapılmasında Uygulanacak Esaslara İlişkin Yönetmeliğin 7. maddesi, 2/a, b, c sıkkındaki şartları taşımaları gerekmekledir. (http://www.yok.gov.tr/content/view/471/183/lang,tr)
Fontları bilgisayarınıza nasıl Yüklersiniz ?
Fontları winrardan dışarı bir klasöre çıkardıktan sonra yükleyeceğiniz fontları işaretleyip fare üzerinde sağ tıklayarak yükle demeniz gerekmetkedir
Winrar şifresi: www.fasiharabic.com
“Artık, Kürtçe vaaz konusundaki tartışmaları abes sayacak kadar ileri bir noktada olmamız gerekiyor…”
Kürtçe vaaz konusuna da açıklık getiren Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, konunun artık tartışılmayacak kadar ileri bir noktada olunması gerektiğini söyledi. Her dilin Allah’ın bir ayeti olduğunu vurgulayan Başkan Görmez, “benim dilim ne kadar muhteremse, kardeşimin dili de o kadar muhteremdir” diye konuştu. Başkan Görmez şöyle devam etti;
“Açıkça ifade ediyorum. Bana bir görev veriliyor. “Hakkâri’nin köyünde sen imamlık yapacaksın.” Ben oraya vardım. Benim görevim ne? Yasaların bana verdiği görev din konusunda toplumu aydınlatmak. Allah’ın verdiği görev ne? Allah’ın verdiği görev o insanlara din-i mübin-i İslam’ı tebliğ etmek. O insanlar benim dilimi anlamıyorlarsa, ben o görevi nasıl yerine getireceğim. Dolayısıyla onların anlayabileceği bir dil ve üslûp ile anlatmak zorundayım zaten. Bunun için zaten fiili olarak ahlakın güzelliğini, kardeşliği anlattıktan sonra, mühim olan içeriktir. Mühim olan hangi dil veya hangi kalıpla anlattığımız değil. Zaten bizim görevlilerimiz vaazlarda Kürtçe biliyorsa, vatandaşa rahatlıkla Kürtçe konuşuyorlar.”
“Camiyle cemevini birbirine alternatif olarak göstermek bizim inanç bütünlüğümüzü bozar…”
Alevi vatandaşların cemevlerinin ibadethane olarak tanınmasına ilişkin talebini de değerlendiren Diyanet İşleri Başkanı Görmez, “Cemevlerinin varlıklarını sürdürmesi, inkişaf ettirmeleri, hukukî bir statü kazanmalarında herhangi bir sorun yok. Ancak bütün tarihi, bütün kültürü, bütün kaynakları, hatta nefesleri, sözleri, deyişleri dahi dikkate aldığımızda camiyle cemevini birbirine alternatif olarak asla göstermemeliyiz. O bizim inanç bütünlüğümüzü bozar” dedi.
Aleviliğin İslam’ın içinde farklı bir yorum olduğunu ve bunun da yüz yıllardır böyle süre geldiğini anlatan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, “Diyanet olarak bizim, Alevi vatandaşların burasını ibadet mekanı olarak tanıyın dediği mekanı, ibadet mekanı tanımak veya tanımamak gibi bir haddimiz yok” ifadelerini kullandı. Ancak konunun bilimselliğine dikkat çekerek şöyle devam etti;
“Eğer dünyanın herhangi bir yerinde bir inanç gurubu neye taparsa tapsın, neye inanırsa inansın, ben bu mekânı kendim, kendi inancıma göre ibadethane olarak kabul ettim derse, buna hiç kimsenin bir şey diyeceği yoktur. Ama eğer bunu söyleyen insanların, Müslüman olduklarında zerre kadar şüphemiz yoksa, eğer İslam’ın farklı bir yorumu olarak varlıklarını sürdürmeyi bin yıldır iftiharla ifade ediyorlarsa, eğer bunu söyleyen topluluk Hak, Muhammed, Ali çerçevesinde bir inanç dünyası oluşturmuşlarsa, eğer bunu söyleyen topluluk ehl-i beyt yolunu takip ettiklerini ifade ediyorlarsa, Hz. Aliyyül Murtaza, Hz. Fatime’tüz-Zehra, İmam Hüseyin, Hz. Hasan, 12 İmam… Bunların yolunu takip ettiklerine inanıyorlarsa, kelimelerimi özenle seçiyorum, eğer bunu söyleyen topluluk, 4 kapı 40 makamı kendine erkan edinmişlerse, eğer bunları söyleyen topluluğun tarihi ve kültürünü ifade eden yüzlerce eser günümüze kadar gelmişse, eğer bunları söyleyen topluluğun binlerce sözü, nefesi var ise o zaman bu iddia ile karşımıza çıkan insanlara deriz ki: “Bu bir bilgi konusudur. Bu artık sizin şahsi görüşünüz olmaktan çıkmış, bilimsel bir konudur”. Dolayısıyla bir inancın 1400 yıllık tarihinde İslam’ın dışında bir mabet olarak tanımlanmamışsa bugün de böyle tanımlamak mümkün olmaz.”
Son günlerde entelektüel çevreler tarafından tartışılan yeni Anayasada Diyanet’in rolü, kız çocuklarının genç yaşta evlendirilmesi ve 28 Şubat’ta Diyanet’te yaşananlara da değinen Diyanet İşleri Başkanı Görmez’in konuşmasından başlıklar şöyle;
“Her mihrap görevlimiz en az bu tartışmaları yapan entelektüeller kadar vesayete karşıdır…”
“Diyanet’in varlığını yokluğunu tartışmak dini bir mesele değildir. Nitekim yakınlarda platformlar düzenlendi. Bence anahtar kavram vesayettir. Eğer vesayet üzerinden gideceksek zaten Diyanet İşleri Başkanlığında çalışan hiçbir mihrap görevlisi de vesayeti istemez. Her birimiz en az entelektüel dostlarımız kadar her türlü vesayete karşıyız. Ama vesayet adı altında Diyanet’i ortada bırakmak doğru değil. Sosyolojik bir gerçekliği görünmüyor en azından. Ama farklı yasa çalışmalarında, zannediyorum 15-16 farklı yasa taslağı çıktı, farklı kurumlardan, farklı sivil toplum örgütlerinden. Biz bunların hepsini topladık. Çalıştık arkadaşlarımızla. Sayın Cumhurbaşkanımıza, Sayın Başbakanımıza, Sayın Meclis Başkanımıza, ana muhalefet liderine bunları götürdük. Paylaştık. Bu dönemde belki birkaç önemli adım atılabilir. Bunlardan bir tanesi sizin dediğiniz gibi yarı özerklik.
Kamu tüzel kişiliği yok. Kamu tüzel kişiliği konuşulmalı. Yani düşünebiliyor musunuz? Diyanet bir camiye sahip değil. Herkes caminin sahibini Diyanet zannediyor. Hayır. Bütün camiler hazinenindir. Diyanet’in bir camiye sahip olmak yetkisi bile yok yani. Neden? Çünkü kamu tüzel kişiliği yoktur. Vakıflarla olan ilişkiler düşünülebilir. Bunlar üzerinde zaten hem fikir, düşünce adamları, hem anayasa hazırlayıcıları, hem de biz Başkanlık olarak çeşitli öneriler üzerinde çalışıyoruz.“
“Kuran Kursları, örgün din eğitiminin bir alternatifi değildir…”
Meclis Milli Eğitim Komisyonunda geçtiğimiz günlerde kabul edilen 4+4+4 tartışmalarının din eğitimi üzerinden yürüyor olmasının kendisini üzdüğünü belirten Diyanet İşleri Başkanı Görmez, bu konuda ilkesel bir tavır içinde oldukları vurgulayarak “yaygın din eğitimi müesseselerimizi asla örgün din eğitiminin alternatifi olarak görmüyoruz” dedi. Türkiye’de eğitim tartışmalarının her fırsatta din eğitimi üzerinden yapılır olmasını da değerlendiren Diyanet İşleri Başkanı Görmez, bu tartışmaların bir “hayrı” da beraberinde getirdiğine dikkat çekerek şöyle konuştu;
“Yakın tarihimize baktığımızda ne zaman biz temel eğitim meselemizi konuşmaya başlarsak temel eğitimi bırakıyoruz, din eğitimini burada nereye koyacağız diye bir tartışma başlatılıyor. Cumhuriyetin başında bu tartışmayı çok yaptık. Medreseleri kapattık. İstanbul’daki büyük medreselerdeki öğrencilerin hepsini götürdük Darülfünun Fakültesine kaydettik. Sonra da Darülfünun Fakültesini kapattık ve kapatırken de tarihe şöyle bir not düştük. “Öğrenci bulunamadığı için kapandı.” Aslında öyle değildi. Bu tartışmayı 60’da tekrarlamışız. 71’de 12 Mart muhtırasından sonra yaptığımız ilk iş, din eğitimini yeniden düzenlemek olmuş. İmam hatiplerin orta kısımları o zaman kapandı. 12 Eylül’de aynı tartışma… 28 Şubat’ta aynı tartışma… Şimdi de aynı tartışma…
Biz bütün bu tartışmalardan ve yaşananlardan iki şey çıkardık. Çok zengin bir müktesebat kazandık. Bugün Rusya, oradaki Müslümanların din eğitimini nasıl vereceğini araştırmak için Türkiye’ye geliyor. Endonezya, Türkiye’deki din eğitimi modelini almak için heyetler üstüne heyetler gönderiyor. Pakistan çırpınıyor adeta. Gelin bizde okullar açın diyor.”
“Bir çocuk rahatlıkla hem temel eğitimine devam edip hem de bir sene içinde hafız olabilecek…”
Yeni eğitim sisteminin imam hatip okulları ve hafızlık müessessine yansımalarını da değerlendiren Diyanet İşleri Başkanı Görmez, imam hatiplerin orta okullarının yeniden açılacak olmasının din görevlilerinin kalitesini artıracağını belirtti. Başkan Görmez şunları söyledi;
“Şu anda mevcut haliyle yani sekiz yıllık kesintisiz eğitimde üç yıllık dört yıllık bir imam hatip müfredatıyla her hangi bir camimizin mihrabını bir gencimize teslim etmemiz mümkün değildir. Bu noktada ortaokulların yeniden açılacak olması bir kazanım olacaktır. Bizim zorlanacağımız Anadolu’nun geleneğinde tarih boyunca var olan hafızlık müessesesidir. Biz şimdi zaten hafızlık sistemini tamamen değiştiriyoruz. Bir sene içerisinde çocuk rahatlıkla hafız olabilir. Yani bir sene dediğim iki yaz bir kış oluyor. Çok rahatlıkla onu bitirir. Bu vesileyle hem temel eğitiminden mahrum kalmamış olur. Ama zaten ikinci kademeden sonra zannediyorum bir de açık öğretim imkânı verilecek.”
“Kuran öğreniminin yeni eğitim modelinde seçmeli ders olarak okutulması büyük bir zenginlik olacaktır… Bu, insanın en tabii hakkıdır…”
İslam dünyasında fen ilimleri ile din ilimlerinin birlikte öğretildiği çok nadir okullar olduğunu belirten Başkan Görmez, yeni eğitim modelinde seçmeli ve isteğe bağlı derslerin varlığının da büyük bir zenginlik olacağını kaydetti. Başkan Görmez şu ifadeleri kullandı; “Milli Eğitim Bakanlığımız ne düşünür ben bilemem. Ben Diyanet İşleri Başkanı olarak çok rahatlıkla sürekli bu talepte bulunacağım. Ayrıca isteğe bağlı velisinin izniyle Kur’an öğrenme, reşit ise kendisinin talebi ile. Bu, insanın en tabi hakkıdır. Din eğitiminde önemli olan şey evrensel insan haklarına riayettir. Ona riayet ettikten sonra bu hakları özgür bir şekilde kullanabilmeli diye düşünüyorum.”
“Yüzyıllık gönül kırgınlıklarımızı tedavi edecek en büyük ilaç, hepimizin yüreğinde saklı olan imanda mevcut…”
Bu yıl ki Kutlu Doğum haftasının ana temasının “Hazreti Peygamber, Kardeşlik ahlakı ve kardeşlik hukuku” olacağını söyleyen Diyanet İşleri Başkanı Görmez, temanın neden kardeşlik vurgusu üzerine seçildiğini şöyle anlattı;
“Biz aslında kardeşlik derken sadece Kürt Türk kardeşliği, Çerkez Laz kardeşliğini değil. İslam kardeşliğini kastediyoruz. Kardeşliği bir edebiyat konusu olmaktan, bir retorik konusu olmaktan kurtarmamız lazım. Bu hem bir ahlak konusu hem de bir hukuk konusu. Hukuk derken de ben manevi hukuku kast ediyorum. Yüzyıllık gönül kırgınlıklarımız var bu ülkede. Yaralar açtık. Bunu telafi etmemiz lazım. Bunu telafi edecek en büyük ilacın hepimizin yüreğinde sakladığı imanda mevcut olduğunu düşünüyoruz.
Hazreti Peygamberden hareketle bir kardeşliği yeniden inşa etmek, yeniden ihya etmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Öyle bir hal aldı ki “Sen benim kardeşimsin” dediğimiz de bile insanlar rahatsız olmaya başladılar. Çünkü bir retorik olarak algılanmaya başladı. Hazreti Peygamber öyle yapmıyor. Hazreti Peygamber Mekke’yi fethetmiş. Kendisine savaş açmış, kendisini yerinden yurdundan etmiş, her türlü zorluğu sıkıntıyı önüne çıkarmış insanlara ne diyor biliyor musunuz? “Ey Mekkeliler! Bugün beni kerim bir kardeş olarak göreceksiniz.” “Siz benim kardeşimsiniz, ben sizi affettim.” demiyor. “Bugün benim sizin için ne kadar kerim bir kardeş olduğumu göreceksiniz.” “iyilik sever bir kardeş olarak göreceksiniz.”
Bize ilham veren Hazreti Peygamberin bu tavrı olmuştur. Dolayısıyla bu tavrı güncellemek istiyoruz. Bu çağa taşımak istiyoruz.”
“Bir babanın kızına yapacağı en büyük zulüm onu küçükken rızasını almadan evlendirmektir…”
Bu başlı başına nikah akdini de yok sayan bir şeydir. Nikah akdinde biliyorsunuz, iki taraflı bir rıza vardır. İki taraflı bir rıza esastır. Bir hanım kızımız koşarak gelir Peygamberimize “Babam beni zorla kardeşinin oğluna veriyor efendim” der. Resul-i Ekrem’de babasını çağırır derki; “Bu kızı zorla evlendiremezsin” “Peki” der o da. Bunun üzerine kız der ki; “Efendim, şimdi ben amcamın oğluna varabilirim”. Hz Peygamber diyor ki; “Kızım madem varacaktın neden babanı şikayet etmeye geldin”
“Babalar bu konudaki yetkilerini öğrensinler diye geldim ya Rasulallah” diye cevap veriyor. Kızınızı razı olmadığı erkeğe vermeyin ve asla küçük yaşta evlendirmeyin. Bir babanın kızına yapacağı en büyük zulüm onu küçükken rızasını almadan evlendirmektir.”
“28 Şubat, Diyanet çalışanlarının özgüvenini ortadan kaldırmıştır…”
“Bütün kurumlar nasıl bir süreçten geçtiyse Diyanet de öyle bir süreçten geçti. Doğrusu nev-i şahsına münhasır bir hizmet yürüttüğü için etkilenmemiştir, yıpratılmamıştır, yıpranmamıştır demeyi çok isterdim. Bilhassa o zaman tedavüle çok farklı bir şekilde sokulan irtica kavramı, yasaların Diyanet’e verdiği görevi yerine getirmeyi dahi zorlaştırmıştır. Çok abartılı, mübalağalı kontrol sistemi, her şeyi merkezden planlama çalışmaları aslında bütün ara dönemlerde yani hem 1960’da, 71’de, 80’de ve 28 Şubat’ta Diyanet İşleri Başkanlığı’nda çalışanların özgüvenini ortadan kaldırmıştır. Ama bütün bunlar Diyanet’in kurumsal hafızasında arızi kabul edilmiştir ve bir müddet sonra tamamen normale dönmüştür.”
Soru başlıklarından bazıları şunlardı
Cem evleri
Diyanetin kürt açılımına bakışı nedir?
Ortdoğudaki mezhep kutuplaşması hakkındaki düşünceleriniz nelerdir ?
Selefilik hareketiyle ilgili düşünceleriniz nelerdir?
4 4 4 Eğitim sisteminde diyanetin bakışı nedir ?
Kuran Kurlsarı ve İmam Hatiplerin 4 4 4 eğitim sisteminde yeri nedir ?
Bütün bu soruların cevabını-programın tamamını seyredebilrisiniz
Winrar şifresi: www.fasiharabic.com
Bütün dosyaları indirdikten sonra dosyayı winrardan çıkartın. İso uzantılı dosyayı nero gibi cd yazma programlarıyla dışartı çıkartıp programı kurabilirsiniz. Programın düzgün çalışması için Bilgisayar sistem dilinin arapça olarak ayarlanması gerekmetedir.
المكتبة الشامل