Batsın bu dünya!
Batsın bu dünya!
“Ve Allah Âdem’e bütün esmayı öğretti…”*
Esmâ =isimlerden maksat ne ola ki? Yaygın kanaate göre Allah Âdem’e bütün isimleri teker teker öğretti, hatta iğneden ipliğe, çanaktan çömleğe kadar
Nadir de olsa “esmânın öğretilmesi”nden maksadın, insana eşyayı tanıma ve ona uygun isim verebilme yetisini verdi demek olduğunu söyleyenler olmuştur. Bizce de asıl olan anlam bu olmalıdır. Gerçekten insan, diğer canlılardan özellikle de meleklerden farklı olarak dış dünyadan duyargalarıyla almış olduğu verilerle eşyayı gerçekliği üzere tanıyabilme ve ona bir ad koyma, kavram geliştirme ve onlarla ilgili terimler üretme yeteneğine sahip tek canlıdır. Onu meleklerden üstün kılan da işte bu özelliğidir. Buna mukabil melekler bilgisayar gibi ne ye kodlanmışlar ve programlanmışlarsa ancak onu bilebilir ve ancak onu yapabilirler. İnsandır ki yegâne varlık olarak bilgiyi yeniden üretir ve yeni yeni sonuçlar elde eder, farklı çıkarımlar yapar.
Bir ihtimal daha var: O da esma’dan maksat Allah’ın kendi esması olmasıdır. Bu durumda “Esma” başlıklı yazımızda anlatılanın bir devamı olarak bu yorumu değerlendirmek gerekir. Yani Allah Âdem’e esmâsını öğretti, insana onların açılımlarını ve kendisi üzerinden nasıl gerçekleşeceğini gösterdi demek olabilir. Yani!
“Diyanet TV”, yayına başlıyor. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, yaptığı açıklamada, ”Diyanet TV”nin, TRT’nin bir kanalında yayına başlayacağını söyled
Ramazanda yayında olacak
Diyanet TV’nin öncelikle test yayını yapacağını, daha sonra belli saatlerde yayında olacağını anlatan Bozdağ, ”Öncelikle 12 saat yayında olacak. Zaman içinde süre oturmuş olacak. Ramazan ayında yayında olmuş olacak” dedi.
Bekir Bozdağ, Diyanet TV’nin amacının kamuoyunu ”doğru bilgilendirmek” olduğunu ifade ederek, çerçevesi ve formatının Diyanet İşleri Başkanlığı ile TRT arasında yapılacak protokolle belirleneceğini söyledi. Haber sitemizin edindiği bilgiye göre protokol pazartesi günü imzalanacak.
Malatya’da 6 Mayıs 2012 Pazar günü, Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. Mehmet Emin Ay’ın konuşmacı olarak katılacağı “Peygamberimiz ve İslam Kardeşliği” konulu bir konferans düzenlenecek.
Malatya Belediyesi tarafından saat 13.30’da Belediye Konferans Salonu’nda gerçekleştirilecek konferansa, bütün Malatyalıların davetli olduğu belirtildi. Bursa Müftülüğü de yapan Prof. Mehmet Emin Ay’ın pazar günü ayrıca yatsı namazına müteakip Yeni Camii’nde Kur’an-ı Kerim tilaveti ve ilahi programı icra edeceği kaydedildi.
صحيح البخاري ـ حسب ترقيم فتح الباري – (3 / 259) عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ ، أَنَّ رَسُولَ اللهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ : إِنَّ لِلَّهِ تِسْعَةً وَتِسْعِينَ اسْمَا مِئَةً إِلاَّ وَاحِدًا مَنْ أَحْصَاهَا دَخَلَ الْجَنَّةَ.
Ebu Hureyre’den: Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Allah’ın doksan dokuz -yüzden bir eksik- ismi vardır. Kim bunları sayarsa cennete girer” Buharî.
Bu saymayı nasıl anladık. Ezberleyip dilde saymak sandık. Hâlâ pek çoklarımız bunu ezber edip saymaya çalışıyor ve cenneti umuyor. Ama ne özünde ne sözünde bir kemal eseri gözükmüyor. Özdeki meknuz cevherler erdeme dönüşmüyor.
Oysa bu sayım halife olarak insanın Allah’ın esmasına tecelligâh olması demekti. Yani bu isimleri kendi özünde gerçekleştirdiğinde ancak cennete girersin şeklinde anlaşılmalıydı. Rahman ismi sende tecelli eder bütün insanları eş bilip kucaklarsan, Rahîm ismi sende tecelli eder ve ayrıca inananları kardeş bilip bağrına basarsan, Rezzâk ismi ile senden gayrıların rızıklarının kendilerine ulaşmasına çabalarsan, vedûd isminin mazharı olarak seversen, settâr ismi ile örtücü olursan, tevvâb gereği özür dileyenin özrünü kabul edersen, azîz, celîl.. isminin gereği izzetli, celâletli ve yerinde celâdetli olursan… işte o zaman sen cennete gidersin. O halinle sen zaten cehenneme sığmazsın, seni ancak cennet edebilir istîâb.
Garibce
Çık gel şimdi İbrahim.
Kalkansızız, donanımsızız, baltasızız İbrahim. Senin zamanında tek tür put varmış. Şimdi her yer put kaynıyor. Putsuz gezene küstahça bakılıyor. Horlanıyor, dışlanıyor putu olmayan. Gelmez misin İbrahim? Dualarımız sel olsa, gözyaşımız göl olsa koşmaz mısın İbrahim?
Evlerimizde, işlerimizde, dillerimizde, kalplerimizde… Her yerimizde put var İbrahim. Hazırız patlamaya. Gelip bizi görmez misin İbrahim?
Çeşit çeşit putlar büyütüyoruz gün be gün. Övgüler yağdırıyoruz yeni şirk türü bulana. Madalyalar sunuyoruz birbirimize.
Kelimelerimiz yalancı şahidimiz İbrahim. Ağzımızda sevmediklerimiz. Hep serzeniş, hep şikâyet… Konuştukça batıyor, battıkça konuşuyoruz.
vıdı vıdı vıdı vıdı
bunca sözü nereden buluyorsunuz
ne kadar çok şey istiyorsunuz
ne kadar çok şey biliyorsunuz
mezar taşlarından, kitabelerden çok…*
Bomboş şeylere meftun gönüllerimiz. Faydasız ilimlerle yüklü beyinlerimiz. Öncelikler listemiz fiyasko baştan sona. Görmez misin İbrahim?
Kral, para; statü, kraliçe… Ülkeyi bunlar yönetiyor. Pragmatik dünya, kapitalist insan… Bunları da anlatsak sana yine de susar mısın İbrahim?
Çocuklardan başka beyaz hiçbir şeyimiz kalmadı İbrahim. Karalar kapladı dünyayı baştanbaşa. Dışarıdan sütliman gözükse de tastamam arbedeyi konuk ediyor sokaklar.
Cümleler onarmak için değil yaraları derinleştirmek için çıkıyor ağızlardan. İsyana çıkıyor kapılar. Şükür, ışıkları söndürüp perdeleri çekti İbrahim. “Kapalıyız” ibaresini astı kapısına, almıyor kimseyi içeri. Sen… Gelsen… Bir denesen…
Nasıl ki şeytan Hz. Ömer’i görünce korkudan tir tir titriyordu, seni gören putlarda kaçacak delik arıyorlar İbrahim. Gel de bir bir devrilsin putlar. Gel ki baltan ile yeniden şereflensin yeryüzü.
Yüreğimizde, dilimizde, evimizde, işimizde, izimizde kısacası her yerimizde put var İbrahim. Gel de arındır bizi. Hakiki olana sevk et kalbimizi. Unuttuk, yeniden hatırlat Rabbimizi.
Ey zifiri karanlıkta zerreyi görüp gözeten, ey her şeyin sahibi Allahım! Kâbe’deki putları arındırttığın gibi, gönüllerimizdeki putları da kırdır Allahım! İbrahim’i ve baltasını yeniden istiyoruz. Yeniden gönder Allahım. Şenlensin evimiz barkımız.
Burada İbrahim, bu gölgelikte sayısız put var. Geç olmadan gelip kırmaz mısın İbrahim?
Eyüp Akyüz
Yolcu
İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü, Akademi Lisan ve İlmi Araştırmaları Derneği ile imzaladığı bir protokolle İmam Hatip Liselerinde öğrenim gören öğrencilere Arapça Seviye Tespit Sınavı yapıyor. Öğrencilerin Arapça bilgi seviyelerini tespit etmek, Arapça öğretiminde yeni stratejiler geliştirmek amacıyla yapılacak sınavlara İstanbul’daki İmam Hatip Liselerinin 10. ve 11. sınıflarında eğitim gören yaklaşık 18 bin öğrenci katılacaktır.
Öğrencilerin Arapça seviyelerinin okul idareleri, öğretmenler ve veliler tarafından gözlemleneceği sınavlar sonucunda daha nitelikli Arapça öğretimi için yeni projeler, çalışmalar ve öğretim stratejilerinin geliştirilmesi hedefleniyor.
Projenin başarılı olması durumunda gelecek yıl benzer bir çalışmanın tüm İHL meslek derslerinden gerçekleştirilmesi düşünülmektedir.
Yaklaşık 18 Bin Öğrencinin katılacağı Arapça Seviye Belirleme Sınavı İstanbul genelindeki İHL’lerde 2 Mayıs 2012 Çarşamba günü saat 11:00’de yapılacaktır.
Bilgi için:
Nazif Yılmaz (0505 213 40 99)
Koordinatör Öğretmen
İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü
Din Öğretimi Bölümü
Zaman tüneline giriyor ve Müslümanlara hiçbir şey satılmayan o pazardan geçip sefalet içerisinde yaşayan Müslümanların mahallesine giriyorum. Bir de ne göreyim? Her evden aç çocukların çığlıkları yükseliyor. Sonra zaman tünelinden çıkıyor ve gördüğüm bu sahneyi uzun uzun düşünüyorum. Bebeklerinin aç kalması pahasına da olsa dinlerinden dönmeyen bu ilk Müslümanlar bana imanın bedelsiz olamayacağını öğretiyorlar. Ammarlar, Yasirler, Sümeyyeler ve Bilaller de bu hakikati tasdik ediyorlar.
Konfor illetine mi battık?
Biz konfor illetine müptela olmuş insanlar, biraz işin kolayına kaçıyor ve bedel ödemeye yanaşmadan ucuz zannettiğimiz cennete talip oluyoruz. Bedelsiz bir İslam algısı mümkündü de neden ilk Müslümanlar ağır bedeller ödediler? Bugün içine düştüğümüz bu rahatlığımızın, bu vurdumduymazlığımızın, bu umursamazlığımızın sebebi nedir?
Bu meselelerde konuşmak, yazmak, düşünmek doğrusu insanın nefsine çok ağır geliyor. Nefis, risk almadan, bedel ödemeden Müslümanlığın tam anlamıyla yaşanamayacağı hakikati ile yüzleşmek istemiyor. Nefis, kelimenin tam anlamıyla fantastik bir dinî söylemle avunmak istiyor.
Kutlu doğuma karşılar
Kur’an Nesli Kültür Merkezi dinin nefsimize hoş gelmeyen bu gerçeği ile insanları buluşturmak için çeşitli faaliyetler yapıyor. Geçtiğimiz günlerde Yeni Bosna Kültür Merkezi‘nde düzenlenen panelde, bu konular konuşuldu.
Sebahattin Akgül Bey’in sunumunu üstlendiği panele Kur’an-ı Kerim ve meali okunarak başlandı. Mehmet Gündüz Bey’in açılış konuşmasının ardından katılımcılar sırayla söz aldı. İlk olarak söz alan Şükrü Hüseyinoğlu Bey, bu panelin bir kutlu doğum programı olmadığını söyleyerek başladığı konuşmasında kutlu doğum etkinliklerinde Resulullah’ın tevhidî mücadelesinden bahsedilmediğini, tağutla ve zalimlerle olan savaşının konu edilmediğini, onun bir merhamet ve savaş peygamberi değil de sadece sevgi peygamberi olarak sunulduğu ve mistik bir karakter olarak topluma gösterilmeye çalışıldığını ifade etti.
İslam’ın bir iddiası var
“Ilımlı İslam algısının bir ürünü olan ılımlı peygamber algısına karşı çıkıyoruz, bunu reddediyoruz” diyen Şükrü Hüseyinoğlu Bey, bu tip söylemlerle İslam’ın muharref Hristiyanlıktaki gibi bir iddiası olmayan, bunu da sevgi ve merhamet gibi kelimelerle kapatmaya çalışan bir dine dönüştürülmeye çalışıldığını ifade etti. Bu konuda; “Yaratmak da hükmetmek de Allah’a aittir.” (Araf, 54) ayetini dinleyicilere hatırlatan Şükrü Hüseyinoğlu Bey, Allah’ın yaratıcı olması ile ilgili olarak kimsenin problem çıkartmadığını fakat “hükmetmek de Allah’a aittir” ifadesinden müstekbirlerin ve toplumun ileri gelenleri başta olmak üzere müşrik zihniyet sahiplerinin rahatsız olduğunu söyledi.
Cahiliyede de ibadet vardı
Şükrü Hüseyinoğlu Bey’in ardından söz alan Mustafa Bozacıoğlu Bey ise cahiliye döneminde de Allah inancının olduğunu, o dönemde de ibadet olgusunun var olduğunu ancak bunun bozuk bir din telakkisi olduğunu ifade etti. “Ortada yanlış bir Allah telakkisi varsa, din ve peygamber telakkisinin de yanlış olması normaldir” dedi.
Müşriklerin Peygamber algısı nasıldı?
“Mekkeli müşirlikler nasıl bir din ve peygamber bekliyorlardı?” sorusuna da cevap veren Mustafa Bozacıoğlu Bey, bunun cevabının İsra Suresi 90 -95 ayetlerinde rahatlıkla görülebileceğini söyledi. Müşriklerin, pınarları olan, bağları bahçeleri olan, ırmaklar akıtan, melekler onunla birlikte gezen, göğe çıkıp elleriyle okuyacakları bir kitabı getiren bir peygamber beklediklerini ifade etti. Bireyselleşme ve dünyevileşme tehlikesinden de bahseden Mustafa Bozacıoğlu Bey, olması gereken Peygamber algısı konusunda şunları söyledi: “En doğru ve en sahih peygamber algısı mutlaka Kur’an’dan öğrenilir. Kur’an’ı anlamadan peygamberi anlamak mümkün değildir” dedi.
Rabbim Allah demek ne demektir?
Bir sonraki konuşmacı olan Hüseyin Alan Bey ise Müslümanların son üç yüz yıldır dinî olarak düşünemediklerini, modern bir anlayışla düşündüklerini, dolayısıyla da Müslümanların Kur’anî kavramları tefekkür kabiliyetini yitirdiklerini söyledi. “Rabbim Allah’tır” dediğimizde ne demek istediğimizi bile anlamadığımızı söyleyen Hüseyin Alan Bey, bu zihinsel kirlilikten kurtulmamız ve salim akla ulaşmamız gerektiğini söyledi.
Müslümanların bugünkü hallerini de masaya yatıran Hüseyin Alan Bey bu konuda şunları söyledi: “İnsanlığın gidişi yanlış bir yere ise, cehennemin dibine doğru bir gidiş varsa, ortada yanlış bir şey vardır. Rab olarak Allah’ın ölçülerine göre bakıldığında doğru bir yerde değiliz. Doğru bir din tasavvurumuz olmayınca doğru bir hayatımız da olmuyor”
İslam’ın hayatın her alanına sokulması gerektiğini söyleyen Hüseyin Alan Bey, konuşmasına şöyle devam etti: “Cahiliye toplumunda da faziletli, ahlaklı insanlar vardı. Bu insanlara Resulullah ’Rabbim Allah’tır’ diyerek bir mesaj veriyordu. ‘Toplumsal, ticarî ve siyasi hayatınızı Rabbimizin kanunlarına uygun hale getireceksiniz. Hayatın bütününü Allah’ı dikkate alarak düzenleyeceksiniz’ mesajını veriyordu.”
Hz Osman ne demiş?
Her şeyi Allah’a endeksli olarak algılamak zorunda olduğumuzu söyleyen Hüseyin Alan Bey, ekonomiyle ahlakın, sosyal hayatla ahlakın ayrıştırılmaması gerektiğini, hayatın bütünü içerisinde dinin bütüncül bir hayat algısı ortaya koyduğunu ifade etti ve bu konuda şu ayeti kerimeyi zikretti. “De ki: Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm kesinlikle âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (Enam,162)
Kim “Rabbim Allah’tır” derse cennete gireceğini ancak bu cümlenin ne anlama geldiğini bugün bozulmuş algılarımızla tam olarak idrak edemediğimizi söyleyen Hüseyin Alan Bey, bu sözün anlamının hayatımıza Rabbin istediği gibi şekil vermek olduğunu söyledi. “Rabbim Allah’tır” diyen insanın da mesela ticarette kazandığı zaman da kaybettiği zaman da imtihan edildiğini bilerek Allah ile bir ilişki kurduğunu söyledi. Bunun güzel bir örneğine Hz. Osman’da rastladığını söyleyen Hüseyin Alan Bey şu örneği verdi: Hz Osman çok zengin birisiydi. Bir gün çok miktarda infak edince birisi dedi ki: “Ya Osman öyle infak ediyorsun ki malın sermayeye dayandı. Sermayeden değil de kârından infak et.” Hz. Osman ona şöyle güzel bir cevap verdi: “Ben kâr-zarar hesabı yapmıyorum, yalnızca Allah’ın rızasını hesap ediyorum.”
Peygamberin örneklik vasfı öne çıkarılmalı
Panelin son konuşmacısı Hamza Er Bey ise Resulullah’ın her alanda bize rehber ve örnek olduğunu, fakat bugün onun bu örneklik ve rehberlik vasıflarıyla değil de başka bir şekilde tanıtıldığını söyledi. Kutlu Doğum’un da böyle bir yanlış anlayış üzerine bina edildiğini söyleyen Hamza Er Bey, bu etkinliklerde bir devlet başkanı olarak Hz. Muhammet konusunun işlenmediğini, “dost ve düşman seçerken bunu nasıl yapmıştır, kimi sevmiştir kime buğz etmiştir” gibi konuların işlenmediğini söyledi.
Müslümanca anlayışların Müslümanlara yük olarak görülmeye başladığını ve bu yüklerden kurtulmak için de Resulullah’ın sadece terinin kokusuyla, gölgesinin olmamasıyla, olağanüstü bir sunumla efsaneleştirilerek gündeme getirilmek istendiğini söyledi. “Bunu yaptığında peygamberi folklorik bir motif haline getirdiğin için rahatlıyorsun ve sorumluluklarından kurtulmuş oluyorsun. Örneklik, modellik, öğretmenlik misyonunu iptal etmiş oluyorsun” dedi. Konuşmaların ardından sorulara geçildikten sonra, program geç vakitte sona erdi.
Aydın Başar
Dunyabizim
Bizim için Arabistan Mekke ve Medine’dir. Onlar da saygı ve ihtiram demektir.
Osmanlı yönetimi, bu iki bölge halkını askere almamış, vergi koymamış, ülkenin diğer bölgelerinden en iyi arazileri bu iki beldenin imar ve tımarı için vakıf olarak tahsis etmiştir. Kastamonu arazisinin büyük bir kısmı ile Arabistan halkı beslenir ve iaşe edilirdi…
Türk milleti için Arabistan hala, ihramdır, ihtiramdır, Ka’be’dir ve Mescid-i Nebi’dir. Onlar hatırına, gördüğü her eksiği, her eksikliği görmezlikten gelir. Halkını sever, yanlışlıklarını görmezden gelir.
Orada söylenenleri ‘doğru’ kabul eder. Arapça bilmez fakat lalettayin bir gazete yazısına bile, Kur’an harfleridir diye saygı gösterir. Ama yazık ki bu ihtiramının karşılığını onlardan görmez.
Bu konu başlı başına işlenebilir ama niyetim bu konuya girmek değildi. Ekonomik açıdan büyüyen, ziraatını geliştiren Arabistan’ı anlatma niyetindeydim. Çünkü bir taraftan çölü tarım arazilerine dönüştürüyorlar, bir taraftan şehirleri yeşillendiriyorlar ve bir taraftan da sebze ve meyve yetiştirirciliğinde dev adımlar atmışlar, atıyorlar. Buğday üretiminde dünya birinciliğine oynadıklarını öğrenmekten gurur duydum. Dünyanın en temel gıdalarından birinde birinciliği Arabistan gibi, arazisinin yüzde 80’i çöl olan bir İslam devletinin alması gururlanılacak bir şey elbet ama yazık ki daktilonun tuşları beni başka bir alana değinmeye götürüyor.
Çünkü bu dev adımları atan ülke, esefle söylemek gerekirse, fikrî anlamda ve insana duyulan saygı bakımından her gün biraz daha katılaşmaya yöneliyor. İnsanın, kendisini içinde rahat hissedebileceği alanlar her gün biraz daha daralıyor ve insan bunu görmeye dayanamıyor.
Arabistan’da adeta yeni bir Haricilik doğuyor (yahut doğmuş). Kendi görüşünden başka her görüşü reddeden bir yaklaşım… Kadın erkek konusundaki ayrımcılığı Kabe-i Muazzama’nın avlusuna kadar sokmuşlar. İslam hesabına Hz. Ali (ra)’i hunharca şehid eden o anlayış, şimdi de güya tevhid adına her türlü kutsalı katlediyor, yok ediyor!
Kendi âlimlerinden başka kimsenin Harem içinde veya Mescid-i Nebi’de, sohbet etmesine, görüşlerini anlatmasına fırsat vermiyorlar. Üç kişi bir araya toplanıp sohbet etmek istese hemen biri başınıza dikiliyor ‘yasak’ diyor. Halbuki eskiden Mescid-i Nebi ve Mescid-i Haram, uzaktan gelen âlimlerin kendi bilgilerini dünyanın öbür tarafındaki âlimler ve Müslümanlarla paylaşabildikleri zemindi.
Şimdi ise Vehhabilikten başka yaklaşımlara gerek duymadıkları için olacak, hiç kimsenin vaaz, nasihat ve sohbet etmesine fırsat tanımıyorlar. Güya İmam Hanbeli’ye uyuyorlar ama onu da kendilerine uyduruyorlar..
Esasında şu mesele başlı başına irdelenmesi gereken bir konu ama ben meseleyi tartışabilecek vukufiyette değilim. Mezhepler arasında mukayeseli tahliller yapacak ehli insaf birilerine iş düşüyor. Çünkü bir şeye karşı olup onu reddetmek başka bir şeydir, ehli insaf olanları yanlıştan döndürebilecek gerekçeli metinler hazırlamak başka bir şeydir.
Arabistan uleması kendine göre bir dünya kurmuş ve diğerlerini görmezlikten geliyor. Hatta önemli bir isimden, Vehhabiliğe birazcık itiraz eden Mısırlı bir âlimin, Kabe imamlarından (Suudilerin de damadıdır) Sudeysî tarafından bir günde apar topar ailesiyle birlikte uçağa bindirilip Arabistan’dan gönderildiğini öğrendim. Yani farklı görüşlere hiç tahammülleri yok. Hatta Kur’an’ı Kerim’in bilinen eski yazım şeklini bile değiştirmişler. Ayetlerin numaralandırılmasından, mukattaa harflerine varıncaya kadar çok şeyi değiştiriyorlar. Her şeyi kendi perspektiflerine çekmek istiyorlar…
Şii mezhebinden olanlara nerede ise İslam gözüyle bakmıyorlar. Bir mezhebin bazı görüşlerine itiraz edilebilir belki ama neye dayanarak onu tümüyle yok sayabiliyorlar anlayamıyorum.
Hz. Ali (ra)’den ve onun temsil ettiği hiçbir şeyden hoşlanmıyorlar. O yüzden de gerek İran sahasında gerekse diğer İslam coğrafyalarında gelişmekte olan yeni yaklaşım ve düşüncelere bigâneler. Onları bu çabalardan haberdar etmeli. Risale-i Nur’a karşı da muannit bir duruşları var. En temel gerekçeleri, Bediuzzaman’ın kendisini Hz. Ali ile ilintilendirmesi ve Şia eliyle bugüne getirilmiş bazı meselelere İslam adına sahip çıkmasıdır. Ve Risale-i Nur’u, Hz. Ali’nin bir kerameti olarak yansıtmasıdır.
Risalelerdeki bu yaklaşımlara yapılan tenkit karşısında bir tahlil yapan Bediuzzaman, Vehhabiliğin Hz. Ali’ye ve Ehli Beyt’e yönelik itirazlarının tarihi gerekçelerini aktarır ve Hz. Ali’ye duydukları hıncın sebeplerini izah eder ki bu öfke, İranlıların Hz. Ömer’e öfke duymalarının bir benzeridir. Hatta karşıtı gibidir!
Bu açıdan bakıldığında her ülke uleması, giderek daha da tutucu ve dışlayıcı bir hal almaya başlayan Vehhabiliğe karşı fikir üretmeli ve bu yaklaşımın karşısına sırat-i müstakim İslam çizgisini anlatan eserler (re’yi diğeri ) koymalı ki, Vahhabilik bir ekolden öteye geçmesin.
Çünkü bugün sergiledikleri tavırla adeta ‘Fırka-i Naciye biziz’ havasını estiriyorlar. Şimdilerde Risale-i Nur’a karşı güya eserler yazmaya çalışan hocalar da onların bu yaklaşımlarından kuvvet alıyorlar. Velayetin ve kerametin zerresinden nasipleri olmadığı için, ehl-i hali anlamayan bu kupkuru ulema-ı su’ tuhaftır ki İslama hizmet ettiklerini sanıyorlar.
Bu da haklı olarak hem Şiilerin, hem de İslam dünyasındaki tasavvuf ehlinin öfkesini çekiyor…
Vehhabiliğin bir yönüyle hurafeye yönelmenin önünde sed çekmeye çalıştığı kabul edilebilir ama güya onu yapacağız diye nerede isen İslamın içini ve manasını boğuyorlar, öldürüyor. Şianın ve ehl-i sünnetin, ehl-i tarik kısmındaki Ehli Beyt muhabbetini nerede ise şirkle eşdeğer görüyorlar. Oysa İslamiyeti ve Müslümanları şu güne ulaştıran, o Ehl-i Beyt’e duyulan safi muhabbettir ve o silsileden çıkmış mübarek zatlardır.
Evet şu mesele, eğer çözülmezse önümüzdeki yıllarda hac konusunda ciddi sıkıntıların yaşanmasına neden olacak gibi görünüyor.
Arap baharı ne zaman Suudi Arabistan’a ulaşır bilmiyorum. Yönetim şimdilik bol harçlıklar dağıtarak memurları yanında tutmaya çalışıyor. Fakat ortada hanedan için fedakârlık yapabilecek kimseler yok.
Suriye’de Libya’da, despot da olsalar yöneticilerin doğal taraftarları vardı. Burada Necdli Suudlardan başka kimse taraf olmaz. Onlar da çok zengin olan dünyalıklarını kaybetmek istemezler. Zaten paralarını büyük kısmı yurt dışında…
Dolayısıyla herhangi bir sarsıntıda hemen kendilerini yurt dışına atma ihtimalleri vardır.
Rivayetlerde, Deccal’in Mekke ve Medine’ye en son gireceği haber verilmiş. Bir de Medine yeşillenmeden, kıyamet kopmaz buyrulmuş.
2006’da umreye gittiğimde bu kadar gökdelen yoktu. Şimdilerde ise hem Mescid-i Nebi, hem de Mescid-i Haram, ihtiras ve şehvetin mücessem halini almış dev oteller ve kulelerle adeta abluka edilmişler. Yani oralara da girmiş Deccal artık. (Bundan kulelere ve yüksek binalara deccal dediğimi sanmazsınız inşallah) Hele Kabe’nin nefes alacak hali kalmamış. Mahremiyeti de kalmamış, o dev yapılar ve kulelerle kuşatılmış.
İslam dünyası bu çarpık yapılaşmaya karşı neden bu kadar bigâne kalır bilemiyorum.
Evet, ziyaretçiler olarak Kabe’nin veya Mescid’in yanı başında konaklamak insanın nefsine hoş ve kolay geliyor. Maalesef, ‘Kur’an’ı fikirlerimizi onaylatmaya zorladığımız gibi’ o beldeleri ve sembolleri de nefsimizin rahatına göre konumlandırdığımız görülüyor.
İslam dünyasının bu meseleye el atması lazım… Bugün çok hızlı taşıma sistemleri var. Bu oteller pekala şehrin dışında da yapılabilir ve ziyaretçiler her dakika ring yapan hızlı trenlerle Kabe ve Mescid’e ulaştırılabilirler. Mamafih, Mescid-i Nebi için o tedbir başlamış. Medine’nin doğu tarafında çoook büyük bir alanda alt yapı çalışmaları sürüyor. Tüm oteller ve çarşı/pazar oraya taşınacak. O zaman Mescid-i Nebi’nin etrafı rahatlayacak. İnşallah aynı tedbir Kabe için de alınır ama bilmiyorum o dev kulelerden, otellerden –ki daha yine yeni yapılanlar var- vazgeçerler mi?
Elbette benim kendimce gördüğüm bu eksik veya yanlışlıkları başka görenler de vardır. Bunların sıkça yazılıp söylenmesi belki, Suudi idarecilerini de daha hızlı hareket etmeye sevk eder diye ben de ifade etmek istedim…
Evet o ev, Allah’ındır. Rabbim ona karşı saygısızlık yapan hiç kimseyi abad etmedi. Ebrehe gibi onu yıkmaya gelenleri de tar u mar etti. İnşallah, Suudlular Kabe’nin hışmına uğramadan gerekli tedbiri alırlar. İçinde bulundukları refah, huzur ve nimeti Kabe’nin Rabbine borçlu olduklarını asla unutmamalılar!
Aleyhisselatu vesselam efendimizin mescidleri ise tüm müminlerin evidir. Oraya gidenler Rasullulah’ın misafirleridir. O misafirlere, ‘Rasulullah’ın misafirleri’ gibi davranmak ve hürmet etmek gerektiğini sanırım en iyi bilmeleri gerekenler de yine onlardır…
Mehmet Ali Bulut / Haber 7
mabulut@gmail.com
Allah (الله), Muhammed (محمد), oku (إقرأ), Arapça (العربية), Türkiye (تركيا)… gibi kelimelerden oluşan yarışmanın ödülleri ise şöyle:
-Birincinin ödülü 1.500 TL
-İkincinin ödülü 1.000 TL
-Üçüncünün ödülü 500 TL
Yarışmaya katılım şartları ise şöyledir:
Yarışmaya 14 – 30 yaş arası herkes ücretsiz katılabilir.
Yarışmaya katılım için, katılımcılar http://www. arapcagraffiti.com adresindeki formu doldurmalıdırlar.
http://www. arapcagraffiti.com adresindeki formu doldururken girmiş olduğunuz e-posta adresinizin geçerli ve kullanılır olması gerekmektedir. Aksi takdirde yarışmaya katılımınız geçersiz sayılacaktır.
Seçici kurul ve seçici kurulun birinci derece yakınları yarışmaya katılamazlar.
Eserler, seçici kurul tarafından “özgünlük” ve “uygulamadaki başarı” kıstasları üzerinden değerlendirilecektir.
Çalışmalarda Sprey, Marker, Karakalem kullanılacaktır.
Çalışmalar 120×100 ve 100×80 ebatlarında tablolara yapılacaktır.
Yapılan çalışmaların elden ya da posta yolu ile Akşemsettin Mh. Akdeniz Cd. No:99-101 Fatih/İstanbul adresine 18/05/2012 tarihinden önce teslim edilmesi gerekmektedir.
Çalışmalarda Allah الله, Muhammed محمد, Oku إقرأ, İlim العلم, Arapça العربية, Türkiye تركيا, Gençlik الشباب, İstanbul إسطنبول, Dil اللغة, İnsan الإنسان, Barış الصلح, Hürriyet الحرية , Adalet العدالة, Bahar الربيع, Esenlik السلامve Halk الشعب kelimeleri Arapça olarak işlenecek ve eserler seçilen kelimelere vurgu yapacaktır.
Yarışmaya en fazla 3 eser ile katılım sağlanabilir. Birden fazla katılım gösterecek yarışmacılar her bir eserinde farklı kelimeler işlemek zorundadır.
Yarışmaya katılanlar, yarışma şartlarını okumuş ve Seçici Kurul kararlarının tamamını ile kabul etmiş sayılırlar.
Yarışmada sadece Arapça kelimeler kullanılabilir, süsleme olarak Arapça Harflerden destek alınabilir. Türkçe harf ve kelime kullanımı yapılamaz.
Yarışmaya 20 eserden daha az eserin yarışmaya katılımı olması durumunda, Arapça Graffiti Yarışması iptal edilecek ve eserler değerlendirmeye alınmayarak sahiplerine iade edilecektir.
Ayrıntılı bilgi için: www. arapcagraffiti.com
FATMA ZEHRA ARLI
İzdusunce