Yıl: 2012

  • Klasik Arapça 42. Ders Maksud Kitabı (Mastar)

     

     Klasik Arapça 42. Ders Maksud Kitabı (Mastar)Devamını Oku »

  • Klasik Arapça 41. Ders Maksud Kitabı (Sülasi ve Rübai Fiiller)

    https://www.youtube.com/watch?v=wjPKljetc38&list=UUv37VpVXOqALdb8o5rQtjiw

  • Umre mevsimi başlıyor. Cami görevlileri müşteri avına çıkmasın.

    Peşin peşin belirtmek istiyorum ki bu yazdığım yazının pek çok kimseyi kızdıracağı kesindir. Çünkü arı kovanına çomak sokarsanız başınıza gelebilecek olanları da bilmek zorundasınız.

    Ancak bu yazının yazılması gerekmektedir ve aklıselim bir yönetime sahip Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu konu için yıllardır yapılacak uyarıları, çekilen sancıların dinmesini sağlayacak şekilde dikkate alacağını ümit ediyoruz.

    Umre mevsimi başlıyor, Diyanet Hac Dairesi henüz resmi açıklama yapmamasına rağmen birçok müftülük, birçok cami görevlisi bu konuda medyaya ve cemaatlere duyurular yapmaya başladı.

    Duyuruların asıl amacının arkasında saklanan düşüncenin grup toplayarak umre seferine bedava gidip gelmenin ve “her yıl kafile götürüyorum, ben şöyle başarılıyım” demenin egosu yatmaktadır. Ancak hakkıyla umre rehberliği yapanları tenzih ederek diyoruz ki bu işi turistik amaçlı ve aile bireylerini de bu tura ücretsiz götürmenin keyfiyeti yatmaktadır.

    Maaşın yanında alınan harcırahlar, yaklaşık 1 ay gibi görevden uzaklaşma ve herkesin hayali olan bir yolculuğu her yıl cepten para çıkartmadan yapmanın hafifliğinin düşüncesi bulunmaktadır.

    2013 yılının ilk aylarıyla birlikte umre mevsimi de başlamış olacak. Umreye gitmek için sabırsızlıkla bugünü bekleyenlerin başında ilk akla gelen tabii ki her yıl bu uygulamadan nasiplenmeyi seven cami görevlileri olmaktadır.

    Camilerde görev yapan imam, müezzin ve kuran kursu öğreticileri ve müftülük çalışanlarının bir kısmı her yıl olduğu gibi cemaatlerine umre ile ilgili duyuruları yaparken aralarında kendilerinin de olması düşüncesiyle organizasyonlarda bulunmaktadır.

    Madalyonun bir yönü ile umreye gidecek kişilerin daha fazla olması için bu tür bir çalışmanın yapılmasını uygun görenler diğer yüzdeki çirkinliği görememekte ya da görmek istememektedir.

    Adeta bir pazarlama taktiği ile ve hatta birçoğu Diyanet’in afiş, duyuru ve ilanlarını göstermeksizin umreye gidecek olanları toplayarak bu çalışmalarda öne çıkan birçok cami görevlisi cemaatin gözünde de küçük düşmektedir.

    Her yıl otomatiğe bağlamış gibi bu yönde faaliyet gösteren ve cemaati kalabalık, çevresi geniş ve büyük kısmı nüfusu kalabalık yerlerde bulunanlar vaaz ve sohbetlerde, namaz aralarında ve hatta kendilerine ait web sitelerinde çalışmalar yaparak umreye yolcu götürmenin pazarlığını yapanlar çoğalmaktadır.

    Asıl görevi camiye hizmet olanlar bu ayları iple çekerken, kendi cemaati yetmeyenler müftülükteki dostları sayesinde haricen kaydolanları da kendileri götürüyormuşcasına listelerine alabilmektedir. Böylece Diyanete, grup yapanların listesi içinde giden bu dostlara sahip kişilerde taş atmadan amaçlarına ulaşmaktadır.

    Bu tür çalışmaları kendilerine yakıştırmayan ya da fazla cemaati olmayan yerlerde görev yapan cami görevlileri de yıllarca bu umutla yaşamaktadır.

    Geçen yıl üzerine basarak konu hakkında Diyanet yetkililerini uyarmamıza rağmen halen bildik yöntemlerle umreci toplayanlara yeşil ışık yakan yöneticiler bu çirkinliğe, pazarlamacı din görevlisi anlayışına son vermelidir.

    Kaldı ki her hafta ve her bayram sabahı ve Ramazan ayının her gecesi imamlarına para toplatan Diyanet’in bu tür çalışmalara daha uzun süre göz yumacağını da bilmiyor değiliz.

    Ancak, Diyanetten maaş alırken ve devlet memuru statüsünde olan, asıl amaçları görev yaptığı camilerde gereğini yapmak için bulunanlar bu tür organizasyon işi gücü bırakıp, (yazmak istemesek de, düşünme sınırlarımızı zorlasa da) aldatma ve yanlış yönlendirmeye kadar varan taktiklerle insanları ya Diyanete ya da özel tur organizasyonlarına yönlendirmektedir.

    Bu yönde çalışma yaparken asli görevleri aksamakta, her yıl giderek hiç gitmeyenlerin önünü kesmekte, bir kısmı götürdüğü insana dahi gerekli bilgi ve yardımı, hizmeti yapmamakta ve diyanetten soğutmakta, özel tur firmalarıyla anlaşanlar yüklü miktarda harcırah almakta, görev yeri boş kalmaktadır.

    Ve hatta gidecek olanların pasaportlarını, evraklarını, paralarını cami içerisinde alarak vatandaşın gözünün fazla açılmaması için her türlü çalışmayı yapmakta olanlar vardır. Bu çok çirkin bir gayretkeşliktir.

    Bu tür amacı olanlar daha gitmeden aylar öncesinden müftülük, banka ve cami arasında dolanırken asli görevinin de terk ettiğini umursamamaktadır. İşlerin birikmesi, ibadet yerinde bulunulmaması önemsenmemektedir.

    Diyoruz ki, artık büyük ve önemli teşkilat olan Diyanet’in babadan kalma yöntemlerle umreci toplatması komiktir. Çağ dışılıktır.

    Umre görevlendirmelerinde; mevcut uygulamalardan dolayı rahatsızlıkların had safhaya ulaştığı, personelin kuruma karşı buğz ettiği ve güven duymadığını da bilmek gerekir.

    Bilinmesi gereken en önemli nokta, yıllardan beri yapılan din görevlisinin umreci kaydettirmek ve toplamak şeklindeki faaliyetleri, tutum ve davranışları Başkanlığın toplum içindeki imajını zedelemektedir. Özellikle umreci toplama konusunda görevlilerin pazarlamacı konumuna düştüğü, umreci toplamak için ev ev ziyarette bulunularak cemaatin rahatsız edildiği, Müftülüklerin kapısı ve abartı sayılmayacaksa Emniyet Pasaport Şubelerinin umreci kaydetmek için mesken tutulduğu görülmektedir. Müftülük önlerinde ve içerisinde umreci kaydetmek için çabalayan din görevlilerinin bulunması, toplum nezdinde camiayı yıpratmaktadır.

    ÇÖZÜM

    · Cami görevlilerinin bu yönde sadece vaaz verilmesi, afiş ve duyuruları net şekilde cemaate yansıtması ve her isteyeni öncelikle müftülüğe yönlendirmesi istenmelidir.

    · Özel tur firmalarına yönlendiren, özel tur firmaları ile çalıştığı tespit edilen Diyanet çalışanlarının gerekirse memurlukları fesh edilmelidir

    · Son 3 yıl içinde gidenlere umre ve hac görevi verilmemelidir. Arapça, Kuran ve Hac bilgisi yeterli olmayanların gönderilmemesi.

    · Diyanet umre ve hac mevsiminde Diyanettv’den yararlanabilir. Memur zihniyeti ile yayın yapan değil halkın anlayacağı ve sempatik bulacağı yayın anlayışı içerisinde umre ve hac kayıtlarının, yolculuğunu ve dönüşten sonra yaşamın şeklini gayet net herkese ulaştırabilir

    · Din ve Diyanete hizmet amaçlı kurulan dernek, sendika ve eğitim kuruluşlardan faydalanabilir

    · Müftülüklerde bulunan umre kayıt sorumlularının daha iyi bilinçlenmesi ve halkın bu kişilere kolay ulaşmasını sağlayabilir

    · Kayıtlarda kolaylık sağlayarak internetten de yararlanarak kişilerin online kayıt yapması sağlanabilir.

    · Para ödemelerinde çok banka ile anlaşmalı, internetten yada bir çok bankadan ücretsiz bir şekilde ödeme yapılması sağlanmalıdır.

    · Noter işlemlerinin kaldırılması, nüfus müdürlüklerinden alınacak belgelerin yeterli olması sağlanmalıdır.

    · Müftülükler evrakları teslim alırken dikkatli olmalı daha sonra eksik vardı diye vatandaşa dönmemelidir. Evrak kaybeden çalışana yaptırım uygulanmalıdır. Her zaman vatandaş haksız değildir. Vatandaşa hizmet amaç olmalı, müftülük kapısından giren umreciye hızlı, saygın ve dikkatli hizmet verilmelidir.

    · Gerektiğinde umre kaydı yapanlara telefon, eposta ve smslerle sık sık bilgiler verilmelidir

    · Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği başta olmak üzere müftülüklere kadar görevlendirilecek bir yetkiliye ulaşmanın kolaylığı sağlanmalıdır.

    · Yetkiliye arayanların çalan – açılmayan telefonlara değil çözüme ulaştıran telefonlara, gönderilen epostalara cevap verilmesini sağlayacak hizmetlere önem verilmesi gerekir.

    · Vatandaşın velinimet olduğu akıldan çıkarılmamalı, görevini yapmayan ya da suistimal edenlerin hakkında haklı bir şikâyet olduğunda hızlı bir yaptırım uygulanmalı ve bunu da şikâyet sahibine iletilmesi yönünde çalışma yapılmalıdır.

    · Halktan uzak değil halkın içinde ve onun hizmetkârı olacak bir çalışmayı amaç edinen bir kurum olduğu hissettirilmelidir.

    Bu konuya gelecek yorumlarda da haklılık payı olanların düşüncelerinin de özellikle incelenmesinin gerektiğini vurgulanmak istiyoruz. Okurlarımızdan da nefislerine göre değil hakkaniyetle ve vicdanlarının hakiki sesiyle bu yönde Diyanet’i bilgilendirmesini, yol göstermesini, yapıcı düşüncelerin olduğu yorumları, bilgileri vermesini rica ediyoruz. Arzu edenlerin de DİB’in epostalarına da gerekli ve inandığı bilgileri yansıtmasını istiyoruz.

     

    Erol Kara 

    erolkara.net

     

  • Dini ilimlerde reform şart. Başbakan öyle diyor!

    2009’da Ankara’da yapılan IV. Din Şûrası’nın Protokol konuşmasında Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN şunları söylüyor:

    “Bugün artık her alanda olduğu gibi dini ilimler alanında da eski bildiklerimizi gözden geçirme, güncelleme, bugünün dünyasına ve bugünün taleplerine çözümler üretme zamanıdır. Yalnız altını çiziyorum, yanlış anlaşılmalara vesile olmasın, kastettiğim asla ve asla “dinde reform” değildir. Ancak bilim dilinde, özellikle de ilahiyat biliminin dilinde bir reformun kaçınılmaz olduğu da bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır.
    Elbette din kâmildir. Ancak bizim dinden anladıklarımız, dini anlayışımız ve düşüncemiz tekâmül etmek, gelişmek durumundadır. Ünlü İslâm âlimi Gazali bir yandan Kelâm gibi son derece ağır bir ilim dilinde, ilim dalında yoğunlaşırken, eş zamanlı olarak halkla irtibatını muhafaza etmiş, halkın anlayacağı bir dil inşa etmiş ve “İhyau ulûmi’d-dîn” adlı, bugün bile başucu kitabı olan eseriyle halkla arasına bir köprü kurmuştur.

    Halktan, halkın ihtiyaçlarından, taleplerinden, güncel meselelerden kopuk bir bilim dili, halk arasında boşluk doğuracaktır. Çünkü biz insanlara akıllarının alacağı dille hitap etmek durumundayız. Bu boşluk da bugün ibretle şahit olduğumuz gibi medya vaizleri tarafından doldurulacaktır, eğer biz boşluk bırakırsak.

    Bugün bizde olduğu kadar tüm dünyada spor, siyaset ve din konusunda herkes kendini ehil olarak görüyor. Kahve köşelerinden televizyon ekranlarına kadar her ortamda insanlar bilseler de bilmeseler de bu alanlarda kendilerini en az bir profesör kadar birikimli zannediyorlar ve bu cesaretle konuşuyorlar. Özellikle din alanında böyle bir fikir serdetme, görüş bildirme, akıl yürütme cesaretinin oluşması bir boşluğun doldurulduğu gerçeğini ortaya koyuyor.

    Onun için ben, gerek Şûra’nın mensuplarından, burada olan veya olmayan değerli hocalarımdan lütfen bu alanda boşluk bırakmayın diyorum. Eğer sizler boşluk bırakırsanız, sizler ortaya net tavırları koymazsanız, işte o zaman ne istikameti belli olan ne de herhangi bir birikimi olan bu tipler gelip oraları dolduracaklardır. Bu boşluğun hayatını ilme vakfetmiş çok değerli ilim erbabı tarafından doldurulması gerektiği aşikârdır…” (IV. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri (12-16 Ekim, 2009 Ankara), I, 36-37).

    Bu konuşmanın özellikle reform talebi kısmı o zaman medyada haber konusu olmuştu ve biz Çağdaş Fıkıh Problemleri dersimizde bu konuyu öğrencilerimizle müzakere etmiştik. Çünkü dersimiz açısından en güncel konulardan biri idi.
    Aradan yıllar geçmişti. Bu kez Garibce olarak kitaplaşmış halinden bu konuşma metnini okuduğum zaman, aradan dört sene geçmiş olmasına rağmen söylenen sözlerin hâlâ aynı derecede önemli ve güncelliğini koruduğunu gördüm ve metni sizlerle paylaşmak istedim.

    Bu konuda ne mesafe alınmıştır derseniz, ben kendi hesabıma gözlemlerimi söyleyeyim. Bizim dindarlığımız açılım yapacağı yerde biraz daha kabuğuna çekilme refleksi gösteriyor. Giderek -belki bazı konular ve alanlar müstesna edilebilir- daha köktenci söylemli bir din anlayışı öne çıkıyor. Eski miras ile irtibat kuruldukça, çoğu kez gözümüzü alıyor ve bizi adeta çarpıyor.

    Gelenek vurgusu öne çıkıyor. İnsan geleneğe, kendisini geleceğe daha sağlıklı bir şekilde taşısın diye yaslanmalıdır. Fakat bizim gelenek anlayışımız öyle ki, girdap oluşturan kara bir delik gibi bizi içine içine çekiyor ve yüzümüzün geleceğe dönük olduğunu, asıl işimizin önümüzdeki engelleri aşmak ve hayatımızı geleceğe taşımak olduğunu bize unutturuyor. Sonradan kafası dank edip de son bir can havliyle harekete geçenler de geçmişten bugüne gelene kadar bütün enerjisini, gücünü ve heyecanını tüketmiş oluyor.

    Bu, aynen uzun atlama yapacak bir sporcunun hız alabilmek için geri geri birkaç adım çekilmesi gerekirken, sıçrama yapacağı noktadan gerisin geri metrelerce gitmesi ve atlama yapacağı yere gelinceye kadar da gücünü tüketmesi ve atlamada başarısız olması ya da hiç atlayamaz hale gelmesi gibi bir şeydir.

    Söz gelimi Afyon’daki İstişare Toplantısı’nda boşanmış kadınların evden çıkarılıp çıkarılmaması gibi konular tartışılıyordu. Kitaplarda nasıl yazıyorsa o minval üzere anlatılıyor ve tartışılıyordu.

    Ben bir ara söz aldım ve özetle şunları söylemeye çalıştım:
    “Bir hocamız (Faruk Beşer) usul vurgusu yaptı ve “Vusulsüzlüğümüz usulsüzlüğümüzdendir” şeklindeki yaygın bir söze atıfta bulundu. Ama ben size daha vahim bir şey söyleyeceğim. Kadının izinsiz evden çıkması, yanında mahrem olmadan hacca gitmesi, boşanmış kadının evden çıkarılıp çıkarılmaması… gibi şu anda bizim burada konuştuklarımıza dair toplumda buna tekabül edecek bir zemin, hayatta bir karşılık yoktur, altımızdan zemin kaymıştır. Mesela siz kadına evden çıkın dediğiniz zaman kadın demeyecek mi: “Siz kimi nereden çıkarıyorsunuz. Bu yuvayı ben kendim kurdum. Gidecekse o gitsin!”
    (Akşam lobide sohbet sırasında Kurul üyelerinden bir hocamız: “Erdoğan! Aslında buradakilerin bir çoğu senin gibi düşünüyor ama herkes senin gibi söylemeye cesaret edemiyor” demişti. Bu latife, açılımın gerekliliğini aslında bir ihtiyaç olarak çoğu insanımızın hissettiğinin, ama kurumsal yapının muhafazakârlığının, çekilen sancıların –doğum sancısı değil de- ölüm sancısı olabileceği endişesiyle içine kapanma refleksini empoze ettiğinin bir ifadesi olabilir. Bu lâf aramızda kalsın.)

    Garabete bakın ki kız, -bırakın evini ya da şehrini- ülkesini bile terk etmiş, Avusturya’da Tunus’ta, Amerika’da, Ürdün’de tahsil yapıyor, siz bunların evden çıkabilmelerinin iznini tartışıyorsunuz. Suud Hükumeti yanında mahremi yok diye Fakülte’de okuyan ve dünyayı gezmekte olan kız öğrencileri Umre’ye kabul etmiyor, kırk-elli kız bir anda falanca hocanın kâğıt üzerinde yeğeni oluveriyor ve dayı olarak yanında bir uçak dolusu kızı umreye götürüyor ve iş böyle kitabına uydurulunca din kurtarılmış oluyor.

    Oysa benim bildiğim din yalan beyanı, sahtekarlığı yalancı dayıcılık oyunlarını yok etmek için gelmiştir, ahlâkîliği tesis için vardır.

    Tabii Sayın Başbakanın Din dilinde Reform’dan kastı nedir bilemeyiz. Ama mesele, salt dil ve üslup ile ilgili olmaktan çok daha derin ve vahim gözüküyor.
    Garibce’yi düzenli takip edenler aslında onun hep bu gibi meseleleri irdelediğini bileceklerdir. Hatta mizah içeren yazılar bile esasen böyle bir gayeye hizmet etmektedir.
    Umarım Garibce’nin bu yolda bir nebze de olsa bir katkısı olmuştur ve eminim ki olacaktır.
    Biz dinimizin kuşa benzetilmesini asla isteyemeyiz. Bu kimsenin haddine de değildir.
    Ama biz dinimizin hayatımızda bir karşılığı olmasını isteriz ve buna da çok hakkımız vardır.
    Hani asker, “Komutanım! Çocuğumu çok özledim!” der dururmuş. Komutan da ona soğuk bir şaka yapmış. Çocuğu tek başına getirtmiş ve askeri çağırtmış. “Asker! Bak, işte çocuğun! Gel, hasret gider!” demiş.
    Asker tek başına getirtilen çocuğa bakmış bakmış: “Ama komutanım! Ben çocuğu annesinin kucağında özlemiştim!” demiş.
    Bizim ki de işte öyle!
    Biz dini hayatın içinde özlüyoruz; raflarda, kitaplarda değil.
    Allah’ım! Dinimizi bizsiz, hayatımızı dinsiz eyleme!

    GARİBCE

  • Burs paralarını ne yapsam, Armine mi Aker mi alsam?

    Bir kız öğrencisi hocasına dert yanıyor:

    “Hocam!” diyor, “Bazı arkadaşlarımız yalan beyanlarla çok sayıda burs alıyorlar. Bir yere başvururken başka yerlerden de burs aldıklarını söylemiyorlar. Birkaç bursu birden alıyorlar ve ondan sonrada Aker mi alayım Armine mi diye hava atıyorlar. Oysa bazı arkadaşlarımız ihtiyaç içinde olmalarına rağmen yeterli miktarda burs bulamıyor.”

    Bunları söylerken de acaba arkadaşlarımızın arkasından mı konuşuyoruz diye titriyor.

    Ben de ister istemez kulak misafiri oluyorum. Hoca arkadaşımız bu gibi davranışların ahlakî olmadığını söylüyor.

    Ben Garibce diyorum ki: Demek dünya değişmiyor, eski hal muhal diyorlar ya… Ama öyle anlaşılıyor ki hal eskisi üzere devam ediyor.

    1980’li yıllarda kontenjan kısıtlaması yüzünden sadece yüzde dört oranında kızlarımız vardı ve sayıları sekizi geçmezdi. Hepsi de bir sınıfta toplanır, önde küçük bir öbek oluştururlar ve sessiz sedasız sınıfları kat eder uçup giderlerdi.

    İşte onlardan biri bir gün bana “Hocam, ben umreye gittim!” demiş ve heyecanını benimle paylaşmak istemişti. Ben de “Maşallah demek ailenizin hali vakti yerinde, bir öğrenci olarak umreye gidebildiğinize göre!” dediğim de “Hayır hocam ben burs paralarımla gittim!” deyivermişti.

    Bu söz bende şok etkisi oluşturmuştu ve sanki kafamdan bir kazan kaynar su dökülmüş gibi hissetmiştim, kendimi.

    Öyle ya sekiz tane kız, el bebek gül bebek herkes onlara bakıyor, onları kolluyor. Herkes bursu onlara vermek istiyor. “Ver Allah’ım ver Allah’ım, bu kulların yer Allah’ım” fahvasınca kim ne burs önerse demek ki hemen alıverirlermiş. İhtiyaçları fazlasıyla karşılandığı gibi umreye gidecek kadar harçlıkları da artarmış. (İnşallah hepsi öyle değildi.)

    “Umre dediğin ne ki?” demeyin. O zamanlar umre, herkesin kolay kolay gidemediği oldukça seçkin kulların nasiplenebildiği bir heyecandı. Şimdi hem hayat düzeyimiz oldukça yükseldi hem de nispeten ucuzladı. Yine de nereden baksanız bir umre bugün bile iki-üç bin lira ile ancak elde edilebilecek bir nasip.

    Öğrenci dediğin günlük harçlığı varsa o gün için bin şükür demeli.

    On liralık yirmi liralık ders kitaplarını almada zorlanan ve sırf o yüzden sadece hocanın sorumlu tuttuğu yerleri fotokopi ile elde eden öğrencilerin sayısı hiç de az değil.

    Öğrencilere burs tahsis edenler, onların mübrem ihtiyaçları giderilsin de maddî imkansızlıklar yüzünden okuyamama gibi durumlara düşmesinler diye tahsis ederler. O yüzden de başka bir yerden burs alanlara verilmemesi şartını koşarlar.

    Bazen de üst düzey yetenekli öğrencileri özel olarak destekleme amaçlı burslar olur. Öğrencinin ihtiyaç içinde olup olmadığına bakılmaksızın gösterdiği üstün başarı sebebiyle ödüllendirilmesi ve bu yolla başkalarının da teşvik edilmesi amaçlanır. Böyle birinin kendisine verilen ödül anlamına gelen bir bursu almasında elbette bir sakınca olmaz.

    Ama ihtiyaç içindeki öğrencilerin gereksinimlerini karşılamak ve onların okuyabilmelerini sağlamak amacıyla tahsis edilen bursların helal olması ancak sahici bir ihtiyacın bulunması halinde mümkün olur. Gerçek ihtiyaç sahibi dururken, ihtiyaçlarını normal ölçülerde karşılama imkanına sahip kimselerin o bursları yalan beyanlarla almaları ahlakî olmanın ötesinde -Garibce nazarında- helâl de olmaz. Çünkü hak etmediği bir şeye, haram olan yollarla (yalan beyanda bulunmak helal olabilir mi) ulaşmaya çalışmaktadır. Üstelik de alacağı o burs yüzünden gerçek ihtiyaç sahibi başka bir öğrenci mahrum kalacak, belki de ona sebep tahsilini bile sürdüremeyip okulunu bırakmak zorunda kalacaktır.

    Sevgili öğrenciler! Kanaat en büyük zenginliktir. Yoksunluğunu hissettiğiniz ve elde etmek istediğiniz şeyin gerçekten bir ihtiyaç mı yoksa bir ihtiras mı olduğunu iyi tespit ediniz ve ona göre davranınız.

    Üç dört sene önce sınıfta bir şeyler anlatırken “Mesela bir öğrencinin bir haftalık harçlığı ortalama ne kadardır?” diye sormuştum da bir kızımız “Beş lira!” demişti. Ben şaka yaptığını zannetmiştim ve teyiden sorduğumda yine “Evet!” demişti. Hani yurtta kalıyor, öğle yemeğini okulda yiyor, sabah ve akşam yemekleri zaten yurtta çıkıyor ve onları yiyorsa haftalık harçlık olarak beş- on lira gibi çok cüzî bir para demek ki bazı öğrencilerimiz için yetebiliyor. Alacağınız tek bir burs da bu türden ihtiyaçlarınıza yetebilir.

    Yok, öyle değil de ellerinizde bin-iki bin liralık –babalarınızın bile hala alamadığı- pahalı oyuncaklar, başınızda ve üzerinizde marka kıyafetler ve benim bilemediğim türden harcama kalemleri söz konusu ise yani ihtiraslar ihtiyaçların yerine geçmişse o zaman haklısınız on burs bile yetmez.

    Benim dünyada en çok hayran olduğum Ebu Bekirlerimiz ve Ömerlerimiz yanında bir önemli isim de bizim kendi medeniyet havzamızda yetişmeyen ama insanlık için varlığını bir kazanım olarak gördüğüm Gandi’dir.

    Sütünü sağdığı bir keçisi, kılından da ayıp yerlerini örtmek için ördüğü bir abası vardı. Koskoca İngiliz imparatorluğunu bu haliyle dize getirmişti. Halkından biriydi ve yürüyünce bütün halkı yürüyordu.

    Bir anı anlatırlar: İngiliz kraliçesi kendisini kabul etmiş, huzuruna çıkmış. Demişler:

    “-Üstad, bu (yarı çıplak) halinle mi huzura çıktın?” Cevap çok manidar:

    “Kraliçenin üzerinde her ikimize de yeteceğinden daha fazla giysi vardı!”
    Aradan yıllar geçiyor. Kraliçeyi hatırlayan var mı? Ama herkes Gandi’den söz ediyor. Onun müstağni tavrı insanlık için bir ufuk oluyor.

    Sevgili öğrenciler! Can kuzular!

    Bir ilim yolcusu eksikliğini, tahsiline çıktığı şeyler açısından belirlemeli. “Benim cebim eksik, avuçiçim yok, hala dizim üstüne koyacak bir şey bulamadım…” şeklinde çağdaş oyuncakların yokluğu onu meşgul etmemeli, aksine benim şu ilmim eksik, bu ilmim eksik, ilm-i belağat’ı hiç okumadım, ilm-i siyasetten hiç behrem yok… bak herkes YAP-ÇAP yapıyor, ben ise CHAT yapıyorum, böyle giderse tahsilimde şunlar şunlar eksik olacak… kabilinden endişeleri olmalı.

    Yapma etme… desem de gene yüreğim elvermedi. Avazımı yazıya döküp sizin irfan gözlerinize sunmak istedim. Bunu hocalığın bir gereği olarak düşündüm.

    Sen de bağışla, hoşgör!

    Kalın sevgiyle!

     

    GARİBCE

  • Diyanetten 10 büyük alametle kıyamet açıklaması

     

    Maya Takvimi’ne göre 21 Aralık’ta kıyamet kopacak iddiasına Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’ndan cevap geldi. Kurul, “10 büyük alamet gerçekleşmeden kıyamet kopmaz” açıklamasını yaptı.

    MAYA takvimine göre kıyametin 21 Aralık’da kopacağı öne sürülürken, Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu, kıyametin kopma belirtilerinin büyük ve küçük olmak üzere iki kategoride olduğunu bildirdi.

    Kurul, “Kıyametin ne zaman kopacağı tamamen Allah’ın bilgisi dahilindedir. Dolayısıyla müminler için önemli olan kıyametin ne zaman kopacağı değil, bir gün mutlaka bunun gerçekleşeceğine inanmak ve ahiret hayatı için hazırlıklı olmaktır. 10 büyük alamet gerçekleşmeden kıyamet kopmaz” açıklamasını yaptı.

    Diyanet İşleri Başkanlığı internet sitesinin ‘Dini sorular’ bölümündeki sorular üzerine yayınlanan fetvada, kıyametin ne zaman kopacağının bilinmemediği, Hz. Muhammed’in kıyamet zamanına ilişkin bazı önemli olay ve belirtiler hakkında açıklamalarda bulunduğu belirtildi. Din İşleri Yüksek Kurulu, bu konuda şunları açıkladı:

    KIYAMETİN KÜÇÜK ALAMETLERİ

    “Bu işaretler büyük ve küçük olmak üzere iki kategoride gösterilmiştir. Kıyametin küçük alametleri olarak, din ve inanç hakkında bilgisizliğin yaygınlaşması, içkinin çokça içilmesi, fitne, öldürme ve kargaşanın çoğalması, maddî refahla birlikte kanaatsizlik ve nankörlüğün artması, Allah rızası yerine çıkar ve menfaatlerin ön plana çıkması gibi olayları saymak mümkündür.

    KIYAMETİN BÜYÜK ALAMETLERİ

    Büyük alametler ise, şu hadiste bildirilmiştir: ‘On alamet meydana gelmedikçe kıyamet kopmaz. Deccal’ın çıkışı, Hz. İsa’nın yeryüzüne inmesi, Ye’cuc ve Me’cucun çıkışı, Dabbetü’l Arz’ın çıkışı, güneşin batıdan doğması, doğuda, batıda ve Arap yarımadasında meydana gelmek üzere yerin batışı, duman ve insanları mahşer yerine sürecek olan ve Aden çukurundan çıkan bir ateşin zuhuru.’ Bu hadiste geçen alametlerin bir kısmı aynı zamanda Kuran’da da muhtelif ayetlerde yer almaktadır.”

  • Klasik Arapça 40. Ders Avamil Kitabı (İrab – IV)

    https://www.youtube.com/watch?v=23Aw0cgZrqE&list=UUv37VpVXOqALdb8o5rQtjiw

  • Klasik Arapça 39.Ders Avamil Kitabı (İrab – III)

    https://www.youtube.com/watch?v=rHWbDPuERKs&list=UUv37VpVXOqALdb8o5rQtjiw

  • Klasik Arapça 37. Ders Avamil Kitabı (İrab – I)

    https://www.youtube.com/watch?v=bKd19tz3-jk&list=UUv37VpVXOqALdb8o5rQtjiw

  • Klasik Arapça 36. Ders Avamil Kitabı (Mamul = Tekid, Bedel ve Atf-ı Beyan)

    https://www.youtube.com/watch?v=SzH7NFuJUHg&list=UUv37VpVXOqALdb8o5rQtjiw