Yıl: 2012

  • Fü İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erdem Açıklaması

    Fırat Üniversitesi (FÜ) İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr.Mehmet Erdem, “‘Organ nakli, İslam hukuku açısından hemen hemen bütün araştırmacıların ittifakıyla kesinlikle caiz bir davranış” dedi.

    Fırat Üniversitesi (FÜ) İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Erdem, “‘Organ nakli, İslam hukuku açısından hemen hemen bütün araştırmacıların ittifakıyla kesinlikle caiz bir davranış” dedi.

    Erdem, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Türkiye’de organ naklinin caizliği ile alakalı bir takım tartışmaların devam ettiğini ancak Kuran-ı Kerim’deki bazı ayetlerin incelendiği zaman bu durumun caiz olduğunun anlaşıldığını söyledi.

    “Organ nakli İslam hukuku açısından hemen hemen bütün araştırmacıların ittifakıyla kesinlikle caiz bir davranış” diyen Erdem, organ naklinin tavsiye edilen bir davranış olduğunu, Kuran-ı Kerim’de ve sünnette Hz. Muhammed’in beyanları çerçevesinde organ naklinin caizliği ile alakalı bir çok doküman bulmanın mümkün olduğunu vurguladı.

    İnsanların organ bağışı noktasında yaşadığı tereddütlerden ve sorulardan birinin de “Organ bağışlanan kişinin bağışlanan organla yanlış bir davranışta bulunması durumunda bunun günahı bağışlayana da döner mi-” olduğunu belirten Erdem, İslam hukuku açısından böyle bir düşüncenin doğru olmadığını belirtti. Erdem, şöyle devam etti:

    “Bir uzuv benim üzerimdeyken benim uzvumdur. Benim üzerimden ayrılıp benim bedenimin parçası olmaktan çıkıp başka bir bedene adapte edildiği taktirde artık o ruhun bir uzvu haline gelir. Onun hesabı kitabı sevabı hepsi bağışlanan kişiye aittir. Dolayısıyla bu vesveseye asla fırsat vermemek gerekiyor. Vatandaşlarımızın özellikle hastanelerde çaresiz bir şekilde böyle vefakar fedakar insanların bağışlarını bekleyen insanlarımız varken insanların bu tür bahanelerle bu bağıştan imtina etmeleri doğru değildir.”

  • Diyanetten bütçe eleştirilerine sert yanıt

    Diyanet İşleri Başkanı Görmez, son günlerde basında Diyanet bütçesine ilişkin yöneltilen eleştirilere sert yanıt verdi.

    Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Din Eğitimi Genel Müdürlüğü tarafından Afyon’da düzenlenen İl Müftü Yardımcıları Seminerine katıldı.

    “HİÇ KİMSENİN HADDİ DEĞİLDİR”
    Görmez, 2013 yılında Diyanet İşleri Başkanlığına ayrılan bütçeye ilişkin son günlerde devam eden tartışmaların hiçbir surette gerçeği yansıtmadığını ifade ederek şunları söyledi; “Ülkemizde, belirli zaman dilimlerinde değerli basınımızın ve bazı siyaset adamlarının Diyanet İşleri Başkanlığımızla ilgili geleneksel hale gelmiş, klişeleşmiş, yanlış değerlendirmeleri olmaktadır. Bunlardan bir tanesi her yıl Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kurumların bütçeleri tespit edilirken plan bütçe komisyonu aşamasından itibaren yapılan ‘Bütçede aslan payı Diyanet’e’, ‘Diyanet’e on bakanlığın bütçesi’ gibi değerlendirmelerdir. Bu değerlendirmeler aslında her sene Başkanlığımızı ve camiamızı üzmektedir. Her şeyden önce Başkanlığımızı milletimizin sırtında bir yük gibi göstermeye çalışmak hiç kimsenin haddi de değildir, hakkı da değildir. Üstelik bu değerlendirmeler hiçbir surette gerçeği yansıtmamaktadır.”

    “BÜTÇE HALK TARAFINDAN KARŞILANIYOR”
    Diyanet İşleri Başkanlığına ayrılan bütçenin neredeyse tamamının personel giderlerine ayrıldığını belirten Başkan Görmez’in konuşmasına şöyle devam etti; “Diyanet İşleri Başkanlığına ayrılan bütçenin neredeyse tamamı personel maaşlarından ibarettir. Nitekim bu yılki bütçenin yüzde 95,7’sini tamamıyla personel giderleri oluşturmaktadır. İkincisi, Diyanet İşleri Başkanlığı kadar devlete yük olmayan ve hayırsever halkımızın desteği ile ayakta duran başka bir kurum yoktur. Camileri, Kuran kurslarını, müftülük binalarını yapan hayırsever halkımızdır. Bu camilerin, Kuran kurslarının, müftülük binalarının bakım ve onarımı, burada yatıp kalkan öğrencilerin ibatesi, iaşesi de tamamıyla halkımız tarafından karşılanmaktadır.”

  • Dinler tarihi de bizim işimiz (di)

     

    Moderatörlüğünü –her ne demekse belki bizim müdirin batıdan avdeti de olabilir- Sevgili İsmail Taşpınar hocamızın yapmış olduğu bir konferans ilanı vardı.

    Şöyle diyordu: “Kahire Üniversitesi, İslam Felsefesi Bölüm Başkanı ve Dinler Tarihçisi Prof.Dr. Muhammed Şarkawi (Muhammad Sharkawi), Fakültemizde ‘İslam Dünyasında Dinler Tarihi Çalışmaları’ başlığını taşıyan bir konferans verecek. Konferans yarın saat: 13.30’da Kültür Merkezi Konferans Salonu’nda olacak. İlgilenen herkes davetlidir. Selamlar.”

    Yapmam gereken bir işim vardı ve onu erteledim. Biraz gecikmeli de olsa katıldım.

    Hoca fasahat ve belağat sahibi olduğu kadar hikmetlice de konuşuyordu. Akabinde bir soru üzerine Mısır’ın hali hazırdaki siyasî durumu ile ilgili birkaç kelam da etti. İşleri belli ki zordu. Ama başaracaklarına inançları vardı. Dua istedi.

    Bizim öğrenciler her nedense yüksek yapmak üzere hep birinci sırada fıkıh olmak üzere tefsir, hadis gibi alanlara yığılıyorlar.

    Şahsen ben kaç tanesine takılmışımdır: “Len oğlum işin mi yok! Ne var burada, başka alanlara gidin. Özellikle de dinler tarihi alanına!” diye. Hatta bizde doktora yapmakta olan çok yetenekli bir öğrencimizin Dinler Tarihine geçtiğini öğrendiğimde çok sevinmiştim. O şimdi doktor ve kendisini çok iyi yetiştirmiş durumda.

    Tamam, Temel İslam Bilimlerine çok yetenekli talebeler gelsin, bundan kendi ilim dalım adına ancak şeref duyarım, fakat aynı derecede kabiliyetli öğrenciler dinler tarihi, sosyal bilimler gibi alanlara da gitsinler. Hele hele Arapçası çok iyi olanlar… Çünkü yarın İbraniceyi, Sanskritçeyi… de öğrenmeleri gerekecek.

    Garibim bakmaz bilmem nesinin sansağına, odun etmeye gider dağın yükseğine.

    El-Birûnî kadar geriye nam bırakmak istiyorsanız siz de gidin Hind’e, Sind’e. Yirmi yıl içlerinde yaşayın. Öğrenin dillerini, dinlerini, örf ve adetlerini. Ondan sonra da yazın Tahkîk mâ li’l-Hind’inizi, on asır sonra adamlar ellerinden düşürmesinler yazdıklarınızı, sizden öğrensinler on asır öncesinin kendi öz tarihlerini, dinlerini ve kültürlerini…

    Ya da bir Kadı Abdulcabbâr olun, yazın Tesbîtü delâili’n-nübüvve’nizi asırlar boyu nam salın ilim afakına.

    Ya da bir başka iklimden İbn Hazm olun. Hem aşkın kitabını yazın hem de arkanızda Milel ve Nihal gibi muhalled eserler bırakın, dinler tarihi alanında.

    Bu ilmin sizin eslafınızın tesis ettiği bir ilim dalı olduğunun bilinciyle, onlardan teslim alacağınız anlı şanlı bayrağınızı taşıyın insanlığın gelecek ufuklarına…

    Garibce hep şunu tavsiye etmiştir: Dinimizi dinler tarihi içinde, Tarihimizi dünya tarihi içinde ve tefekkürümüzü de dünya tafekkür tarihi içinde öğrenmek zorundayız. Aksi takdirde öğrendiklerimizi yerli yerince konuşlandıramıyoruz, pek çok şey havada kalıyor.

    Üstad Muhammed Şarkawi’nin tabiriyle Müteaddid ve Muhtelif olmak yani çokluk ve farklılık Allah’tan gayrı her şeyin doğasını oluşturuyor. Vahdet yani birlik ve teklik sadece Allah’a mahsus bir şey. O yüzden her bir şeyin çokluğu ve de farklılığı söz konusu. İşte dinler de böyle. Pek çok ve de farklı farklı. ﻞُﻛ ِّ ءْﻲَﺷ ٍ ﺪﻴِﻬَﺷ ] ٌ ﺞﺤﻟا : 17[ نِإ َّ ﻦﻳِﺬﱠﻟا َ اﻮُﻨَﻣآ ﻦﻳِﺬﱠﻟاَو َ اوُدﺎَﻫ ﻦﻴِﺌِﺑﺎﱠﺼﻟاَو َ ىَرﺎَﺼﱠﻨﻟاَو سﻮُﺠَﻤْﻟاَو َ ﻦﻳِﺬﱠﻟاَو َ اﻮُﻛَﺮْﺷَأ نِإ َّ ﻪﱠﻠﻟا َ ﻞِﺼْﻔَﻳ ُ ﻢُﻬَﻨْﻴَﺑ ْ مْﻮَﻳ َ ﺔَﻣﺎَﻴِﻘْﻟا ِ نِإ َّ ﻪﱠﻠﻟا َ ﻰَﻠَﻋ

    “Şüphesiz, iman edenler, Yahudiler, Sâbiîler, Hıristiyanlar, Mecûsiler ve Allah’a ortak

    koşanlar var ya; Allah, onların aralarını mutlaka kıyamet günü ayıracaktır. Çünkü

    Allah, her şeye şahittir. (el-Hacc 22/17)

    Belli ki bunların arasını ayırma işi Allah’a aittir. Bizim ise her birini tanımamız ve onları kendi yerlerine koymamız lazımdır. Bizde bir kural vardır: “Bir mezhep, başka mezheplerden öğrenilmez” diye. Çünkü taassup olabilir, karalama olabilir. Aynı din içindeki mezhepler hakkında durum böyle olunca dinler de aynı şekilde başka dinlerin müntesipleri vasıtasıyla hiç öğrenilemez.

    Küreselleşen bir dünyada insanlar artık o kadar iç içe ki, aynı apartmanda çok sayıda farklı dinlere sahip aileler oturabilmektedir. Dinler, tevarüs edilerek öğrenilir ve yaşanır. Biz Müslümanlar nasıl dinimizi içinde doğduğumuz aileden tevarüs ettiysek, o yüzden mezhebimiz ve meşrebimiz bile ailenin mensubu olduğu mezhep ve meşrep ise, bu durum herkes için aynısıyla geçerlidir.

    “Her doğan fıtrat üzere doğar” hadisindeki fıtratı da “yatkınlık” olarak anlamak lazımdır. Kimilerinin sandığı gibi fıtrattan maksat İslam değildir. İslam’ı olduğu kadar diğer dinleri kabule de yatkınlıktır. O yüzden kişi üzerinde içine doğduğu ailenin etkisi büyüktür; aile Yahudi ise çocuk Yahudi, Hıristiyan ise Hıristiyan, Müslüman ise Müslüman… olmaktadır. Aksi durumlar ise istisnai bir hal arzetmektedir.

    Hal böyle olunca sonuçta hepsi de Allah’ın kulları olan bu insanları Cehennem Zebanisi imişiz gibi Cehenneme doldurmaya kalkışmak bize düşmez. Bize düşen İslam’ı söz olarak hiç anlatmadan, edebiyatını hiç yapmadan onun yapıp etiklerimizde, davranışlarımızda temessül etmesine çalışmak, temsili tebliğe öncelemek olmalıdır.

    Çünkü İslam’ın sözünü etmek, ama sözünü ettiğimiz şeyleri bir davranış olarak ortaya koyamamak insanları sadece İslam’dan uzaklaştırmaya sebep olmaktadır.

    Davete evet; ama bunun basiretle ve en güzel biçimde olması gerekmektedir. Ve de tebliği yapan peygamber de olsa asla “Dinde zorlama yoktur”. Din baskı kurularak olacak bir şey değildir.

    Dinde öne çıkan şey her zaman için örnekliktir.

    Söz gelimi İsviçre’de yaşıyorsanız İslam’ı hiç anlatmayın, ondan asla söz etmeyin; ama çoğu yaşlı ve yalnız yaşamaya mahkum bu insanları evlerinde ziyaret edin, onlarla sohbette bulunun, bazı ihtiyaçlarını karşılamaya çalışın, hastane ziyaretleri yapın, dini bayramlarını kutlayın… Onlar sizin bu davranışlarınızın saikini hep merak edecekler ve vakti geldiğinde de soracaklar: Cevabınız sadece “Ben bir müslümanım ve bu yaptıklarım benim inancımın bir gereğidir” deyin. İşte o zaman sizi bu türden erdemli davranışlara iten gerçek saik hakkında kendilerinede müthiş bir merak uyanacak ve edebiyatını yaparak asla elde edemediğiniz bir başarı, davranışlarınızın her birinin uçlarında açan tomurcuklar gibi sizi mutlu edecektir.

    Üstad tabii Arapça konuşuyordu. Ben galiba bunları anladım.

    Mısır’ın yeri büyük. Kur’an’da bile kaç yerde geçiyor, diyor.

    Mısırlıların bu yeni oluşumda çok sancılar çekeceği anlaşılıyor. Belli ki bu kardeşlerimizin duaya çok ihtiyaçları var.

    Allah tüm Müslümanlara ve insanlığa yardım etsin.

    İhtiyaçlarımızı ihtiraslarımıza kurban etmemize fırsat vermesin.

    Bu vesile ile İsmail Taşpınar hocamıza da ayrıca teşekkürler.

    Tabi bir teşekkür de mütercim olarak Yılmaz Özdemir’e.

    Dua ile!

    GARİBCE

  • En özel ilahiyat Kıbrısa

    Hassan, ‘İlahiyat fakültemiz olmasaydı eksik kalırdık. İlahiyat için geç bile kaldık’ diyor

    Geçtiğimiz yıl KKTC’de açılan Yakın Doğu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi hem Türkiye’de hem de Kıbrıs’ta özel bir üniversiteye bağlı olarak açılan ilk İlahiyat Fakültesi. Daha önce ilahiyat eğitimi almak isteyen Türkiye’ye gelmek ya da yurt dışına gitmek zorunda kalıyordu. Yakın Doğu Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi işbirliğiyle açılan fakülte tüm öğrencilerini tam burslu olarak alıyor. Fakültenin dekanlığını, aynı zamanda üniversitenin rektörü olan Prof. Dr. Ümit Hassan, Dekan Vekilliği ve Koordinatörlüğünü ise Yrd. Doç. Dr. Yusuf Suiçmez yürütüyor.

    İLAHİYAT AÇMAK İÇİN GEÇ BİLE KALDIK

    Prof. Dr. Ümit Hassan, ilahiyatın sadece din alanında değil başka bakımlardan da gerekli olan en ciddi eğitimlerden biri olduğunu düşünüyor. İlahiyatın ilmi hudutlar içinde bir tahsil terbiye sağlarken, ondan tamamiyle soyutlanamayacak bantlarda da işlevi olduğunu anlatan Hassan, ‘İlahiyatın ciddi eğitiminden dolayı, çok değişik kulvarlarda iş görecek insanlara çok önemli bir yapılanma sağlayacağı kanaatindeyim. İlahiyat Fakültesi’ni gecikmiş sayıyorum’ diyor. Bugüne kadar Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) özel üniversitelerin ilahiyat fakültesi kurmasına izin vermiyordu. Bu bakımdan Yakındoğu Üniversitesi YÖK’ü razı edebilen ilk üniversite. Prof. Dr. Ümit Hassan, YÖK’ü nasıl ikna ettikleri konusunda, ‘İlahiyat açmayı çok istiyorduk. YÖK, sanırım özel okulların yeterince ciddiyetle bu işi yapamayacaklarını düşündüğü için bu izni vermemiş olabilir ki bu haklı bir düşünce. Bizim bunu halisane bir şekilde istediğimizi gördüler. Bu çok isteme, önce rızaya sonra mana itibariyle desteğe dönüştü. YÖK yüksek yönetimi birçok zorluğu aşmamız konusunda yardımcı oldu. Özellikle Yekta Saraç Hoca, olabilen yollar, kapılar, ışıklar neredeyse onun üzerinde durdu’ diyor.

    LAİKLER BENİMSEDİ

    Türkiye’de, Kıbrıs Türk halkının kendi müktesebatları ve varlık sebepleri düşünüldüğünde İlahiyat eğitimi alan insanların çoğalmasına kolay imtizaç edemeyecek kesimlerin fazla olduğunun düşünüldüğünü anlatan Hassan, fakülte açıldıktan sonra enteresan gelişmeler olduğundan bahsediyor ve şunları anlatıyor: ‘Orta öğrenimde din eğitimi veren okulların açılması söz konusu olduğunda çok enteresan şeyler oldu. Vaktiyle fakültenin açılmasına karşı çıkan, kendilerini Laisist addeden bazı sendika ve kesimler ‘Gül gibi ilahiyat fakültemiz var. Şimdi orta öğrenim açmaya ne gerek var’ diyerek sahiplenme içine girdiler.’

    BİZE YAKIŞMAZDI

    Fakülteye Türkiye’den öğrencilerin geldiğini ancak asıl hedeflerinin Kıbrıs’taki çocukları kazanmak olduğunu anlatan Prof. Hassan, bu anlamda YÖK’le görüşmelerde Kıbrıs’lı çocukları kazanacaklarına dair açıklamada bulunduklarını ifade ediyor. İlahiyat bölümünde okuyan tüm öğrenciler burslu. Prof. Hassan başka eğitim alanlarında sosyal adaletin sağlanmasının daha kolay olduğunu, fakat ilahiyat alanında çok incelikli davranılması ve kimsenin rencide edilmemesi gerektiğinin altını çiziyor. Bu nedenle tüm öğrencilere tam burs veriliyor. “Ziraat Fakültesi dışında bütün fakültelere sahip olan, hem dikey hem de yatay genişlemeyi amaçlamış Yakındoğu Üniversitesi’nin ilahiyat fakültesinin olmaması yakışmazdı, eksik kalırdık” diyor Prof. Hassan. Fakültede asli derslerin hepsi Marmara Üniversitesi’nden gelen hocalarla yapılıyor. Hassan bunun Marmara Üniversitesi’yle sadece kağıt üzerinde yapılmış bir protokol değil, bir dostluk ilişkisi olduğunu anlatıyor. Bu işbirliğinden çok memnun olduklarını ifade eden rektör, ‘Kendi ilim dairelerinden ödün vermeyecek hocalar Marmara Üniversitesi’nde. Marmara Üniversitesi bize hem öğütlendi hem de canı gönülden istedik’ diyor.

    Öncelikle ada halkını okula bekliyorlar

    İlahiyat Fakültesi’nin hem toplumsal ihtiyacı hem de kamusal ihtiyacı karşılayacağını anlatan Prof. Ümit Hassan, ‘Akademik düzeyde ilahiyat bilgisine ihtiyacımız var. Bu konuda bir kesinti oluştu. İlahiyat Fakültesi’nden yetişecek öğrencilerimiz akademik bilgi aktarma ihtiyacını üstlenecekler. Kıbrıs Türk halkı üniversite eğitimi en yüksek olan halklardan biri. Ancak din hizmeti veren personelimizin eğitimi çok düşük. Bir bölümü ilkokul mezunu. Din görevlisinin eğitimi eksik olunca bilgi aktarımında da zayıf kalıyor. İlahiyat eğitimi bu boşluğu dolduracak’ diyor. Daha önceleri ise ilahiyat eğitimi için Türkiye’deki üniversitelere öğrenci gönderiliyordu.

    Yeni Şafak

  • Kuran-ı Kerim Hatim Seti İndir Shaikh Mishary Rashid Al-Afasy

    Okuyan Shaikh Mishary Rashid Al-Afasy
    Örnek 5 milyondan fazla dinlenen Mülk Suresi tilaveti

    1. Part Hatim Setinin indirmek için tıklayınız


    2. Part Hatim Setinin indirmek için tıklayınız

    Şifre:www.fasiharabic.com

     

  • Hz Meryem Arapça Dizi

     

     

     

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     

     
     

     
     
     
     
     

     

  • Ashab-ı Kehf Arapça Dizi

     

  • Hz Yusuf Dizisi Arapça

     

     

     

     

     

     

    arapca kelimeler
    arapca video
    arapça öğreniyorum
    arapca şarkılar
    arapca sözlük
    arapca yazı
    arapca kursu
    arapca ogren

     

  • Kral Arthur Arapça Film

    Kral Arthur Arapça Film

  • İskender Arapça Film