Sağlık Bakanlığı, üzerinde çalıştığı yeni bir projeyle hastanelerde, “din psikologları”nı görevlendirmeye hazırlanıyor. İlahiyat fakültelerinin “din psikolojisi” bölümünden mezun olanlar, bir süre sonra hastalara “manevi ve moral bakım”da bulunacak. Bakanlık, yeteri kadar “din psikoloğu” bulamazsa, diğer sağlık çalışanlarını eğitime alarak sertifika verip görevlendirecek. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı ve Din Psikolojisi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ali Köse, bu projeyi takip edip katkı sunan bir akademisyen. Prof. Dr. Köse’yle hem projeyi, hem de kamuoyunun çok da bilmediği “dinpsikolojisi”ni konuştum.
* Din psikolojisi nasıl bir çalışma alanıdır?
Din psikolojisi din olgusunu psikolojik açıdan gözlemler, bir yargıda bulunmaz. İnsanların dini duygularını anlamaya çalışır. Dindarlaşan birisi de, dinden uzaklaşan birisi de bizim ilgi alanımızda. Türkiye’de din psikolojisi, 1950’lerden beri kullanılan bir kavram. İlahiyat fakültelerinde din psikolojisi anabilim dalları var ve müfredatta da zorunlu ders olarak din psikolojisi dersi bulunuyor.
* Sağlık Bakanlığı’nın hastanelerde din psikologlarını görevlendirme projesini nasıl tanımlarsınız?
Biz bu konuya “manevi bakım” veya “dini danışmanlık” diyoruz. Ama işin aslını sanki “Sosyal Manevi Bakım ve Moral Hizmetleri” başlığıyla tanımlayabiliriz gibi geliyor bana.
İNSAN YALNIZLAŞTI
* Bu gereklilik nereden doğdu?
Biz de batılılaşıyoruz, biz de modern yaşam tarzının sorunlarıyla yüz yüze geliyoruz artık. Batı’da bu ihtiyaç nereden çıktı? Toplulukçu kültürden bireyci kültüre geçtikten sonra çıktı. İnsanlar yalnızlaştı, birbirine yabancılaştı. Bir Parisli, bir New Yorklu bir ay hastanede yatsa kaç ziyaretçisi olur dersiniz. Belki hiç. Ama bizde Anadolu’da hastane ziyaret saatlerinde kalabalıktan asansörü bile kullanamazsınız. Ama büyük şehirlerimizde durum bizde de değişiyor. Artık yalnızlaşmış bireylere dönüşüyoruz. İşte projenin varlık nedeni bu sosyolojik nedene, bu sosyolojik değişime dayanıyor.
* Projenin dini temeli ne?
İnsanlar hastanede bir rahatsızlık nedeniyle yatıyorlar. İnsan başına bir problem gelince hayatını ve inançlarını sorgular. Modern hayat felsefesi veya yaşam tarzımız bu sorgulamayı artırdı. İnsanların kader algısı artık eskisi gibi değil. Eskiden insanlar kaderlerine daha fazla razıydılar. Ama şimdi öyle değil. Kader deyip geçmek, hastalıkları, rahatsızlıkları kabullenmek zorlaştı. “Hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna” inanmak, dertlerle sıkıntılarla, depresyonla boğuşan bir insan için en iyi terapidir.
* Bakanlık bu uygulamaya ne zaman başlayabilir?
Bu iş bizim için çok yeni bir şey. Toplumun bir anda kabulleneceği bir şey değil. Karşı çıkanlar çok olacaktır. Laiklik açısından falan da karşı çıkanlar olacaktır. Ama din açısından da karşı çıkanlar olacaktır. Çünkü devletin böyle yeni bir mekanizma kurmasına, bu işi yapsın diye özel bir kişi görevlendirmesine toplum çok alışık değil. İnsanlar, “Böyle bir şeye ne gerek var?” diyecek.
* Neden?
Çünkü herkes bu görevi zaten kendisinin yerine getirdiğini düşünüyor. Hasta bir kişiye insanlar zaten bir din görevlisinin kullandığı dili kullanarak konuşuyor. Aslında hepimiz din görevlisiyiz o açıdan. Kullandığımız cümlelere, kavramlara bir bakalım mesela. Neler deriz hasta birisine. “Allah şifa verir kardeşim, günahlarına kefaret olur inşallah, sabret kardeşim, her şeyde bir hayır vardır.” Toplum bu konuya da psikologlara baktığı gibi bakacaktır. Bizim toplum hala psikolog olayına sıcak bakmaz. Temelde ihtiyaç duymaz. Çünkü, komşusudur, arkadaşıdır, eşidir psikolog. Dertleşmektir psikologa gitmenin gerisinde yatan temel motivasyon.
PSİKOLOG KOMŞUMUZ
* Uygulama tüm hastaneleri kapsayacak mı?
Bence pilot uygulamayla olayı görmemiz gerek. Bakarsınız toplum kabullenmez. Din psikoloğunu Kırşehir’in bir ilçesi kabullenmez de Moda, Nişantaşı kabullenebilir. Ben onların daha fazla benimseyeceğini düşünüyorum. Çünkü Kırşehir’in sorunları din psikologuna gerek görmeden karşılayacak mekanizmaları var.
* Ne gibi?
Mesela bir cenaze olduğunda komşular hemen yemek yapıp getirir. Komşular belki evlerinde birkaç gün radyo televizyon bile açmaz, ölünün yedisinde kırkında mevlit okutur. Başa gelen bir şey hep birlikte imece usulüyle üstlenilir. O insanların din psikologları komşularıdır, akrabalarıdır, arkadaşlarıdır. Ama Nişantaşı’ndakinin, Moda’dakinin böyle bir mekanizması yok elinde. Nasıl ki, Moda’dakileri Nişantaşı’ndakiler günlük hayatlarında psikologa Kırşehir’dekilerden daha fazla ihtiyaç duyuyorlarsa, din psikologuna da aynı şekilde daha fazla ihtiyaç duyabilir.
‘Yarım hoca dinden, yarım doktor candan’
* Yeterli sayıda din psikologu var mı?
Hayır. Bakanlık çalışanlarını eğitip sertifika vermek, doğru bir yaklaşım değil. “Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder” sözü tam da uyar burada. Bunu da şu şekilde yapabiliriz. İlahiyat fakültelerinde din psikolojisi anabilim dalları var. Yüksek lisans programlarımız var. Bu programın ders müfredatında bu konuyu biz öğrencilerimize okutuyoruz. İlk planda pilot uygulamalarda görev alacaklar, bu anabilim dalında yüksek lisans yapanlar arasından seçilir ve bakanlığın uygulayacağı bir sertifika programında uzaman psikolog ve ilahiyatçılar tarafından eğitilerek görevlendirilir.
* Hastanelerde din psikologları nasıl çalışacak?
Hastanelerdeki, okullardaki psikologlar nasıl çalışıyorsa öyle. İsteyen görecek, konuşacak, muhabbet edecek, dini konulardaki sorularını cevaplayacak. Biz hep uç düşünüyoruz bir konuyu konuşurken, tartışırken. Hep gözümüzün önüne şu görüntü geliyor: Bir hasta var; ölmek üzere ya da ölümcül bir hastalıktan muzdarip. “Hoca onun ölüm korkusunu yenmesini nasıl sağlayabilir ki?” diyoruz. Ya da hastanede ölmek üzere olan birisine Yasin okumak üzere çağırılmış bir hoca hayal ediyoruz. Ya da “Hocaya okutalım da şifa bulsun” falan diyoruz. Elbette bunlar da olabilir, ama olayın aslı bu değil. Orada görev alacak kişiyle hastalar, belki aynı hastanede görev yapan psikologdan daha fazla konuşacaklar. “Namaz nasıl kılınır”dan, “Abdest nasıl bozulur”a kadar, hemen hemen her gün medyada tartışma konusu olan birçok dini konuda sohbet edecekler.
* Başka örnekleriniz var mı?
Futbolcu Sedat (Balkanlı) ALS hastalığından vefat etti biliyorsunuz. Sedat’ın eşi (Şükran) bir röportajda, “Bu hastalık bizim için bir imtihan ve bu imtihandan başarı ile çıkacağımızdan hiç şüphem yok” demişti yıllar önce. İşte bu ifadeler din psikolojisinin konusu. Futbolcu Sedat’ın eşi tam tersi şeyler de söyleyebilirdi: “Allah’a isyan ediyorum, neden bize bu belayı verdi?” diye sorgulayabilirdi de. Bu ifadeler de din psikolojisinin konusu.
* Din psikolojisiyle, klinik psikoloji arasında bilimsel bir fark yok mu?
Elbette var. Zaten din psikologları klinik psikologun görevini fazlaca üstlenmeyecek. Üstlendikleri görevler birbirinden farklı, tıpkı genel cerrahla plastik cerrahın görev ayrımı gibi düşünün. Klinikpsikolog genel cerrahsa din psikoloğu plastik cerrah olacak. Din psikoloğu hastayla daha fazla vakit geçirecek. Belki birlikte namaz kılacaklar, Kuran okuyacaklar, yemekhaneye birlikte gidecekler falan. Bir yoldaş sanki. Bu nedenle daha özverili karaktere sahip kişilerden seçilecek.
* Mesela siz bir psikolog ya da psikiyatrla aynı hastaya bakabilir misiniz? Bu konuda kendinizi ya da öğrencilerinizi yetkin görür müsünüz?
Psikiyatr farklı bir şey elbette. O medikal doktor. Yani reçete yazma yetkisine sahip. Bazen psikiyatrlar da bize, “Hocam, falanca hastayla bir konuşur musun?” diyorlar. Ama psikologla aynı hastayı görme salahiyetimiz daha fazla.
* Ne gibi?
Bir öğrencimin yüksek lisans tezini hatırladım şimdi. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne gelen dini obsesyonlu hastalar üzerine çalışmıştı. Bir vaka vardı, inanılmaz. Adam dört tane dişini yok yere çektirmiş. Hem de genç birisiydi. Dişçiye gitmiş dört dişine dolgu yaptırmış. Sonra abdestliyken dolgu yaptırması gerektiğini öğrenmiş. Bu dolgular nedeniyle abdestinin geçerli olmadığına inanmış. Sonra gidip dolguları söktürüp abdestliyken yeniden dolgu yaptırmış. Ama yine içine bir kurt düşmüş. Dolguyla dişin renkleri aynı olduğu için, “Ya doktorun görmediği bir dolgu parçası kaldıysa dişin üzerinde” diye dört dişini birden çektirmiş. Şimdi dini konuları bilen bir psikolog, bu takıntılı arkadaşa daha fazla yardımcı olabilir. Buradaki esas nokta şu: Bu hasta din psikologunun hastasıdır, dolayısıyla diğer psikologlara değil, din psikologuna gitsin diyemez kimse. Ya da tam tersini diyemeyiz. Her ikisi de olur. Dileyen dilediğine gider. Serbest piyasa yani.
‘Bizi hastanın başında sürekli dua okuyan biri gibi anlamayın’
* Bir din psikologunun kanserli bir hastaya yaklaşımı, beyin kanaması geçiren bir hastaya yaklaşımı ne olacak?
Tüm diğer hastalara yaklaşımı neyse aynı yaklaşım. Olayı yanlış değerlendirmemizin nedeni uç örneklere gitmemiz zaten. Kanserli bir hastaya, beyin kanaması geçirmiş bir hastaya özel bir muamele tarzı yok, olmamalı da. Çünkü ayrı muamele moral vermekten çok moral bozar. Şöyle bir şey hayal etmeyin: Bir kanserli hasta ve onun başucunda devamlı dualar okuyan, ona ölümden, ahiretten, sorgu meleklerinden falan bahseden bir hoca. Böyle bir şey yok. Böyle bir şey zaten hastane atmosferini zedeleyen bir görüntü ortaya koyar. En azından yan yatakta yatan diğer hastalar için moral bozucu bir şey olur. Böyle düşünürsek yanılırız ve din psikologunu ölümü hatırlatan bir unsur olarak görürüz ki, böyle bir atmosfer hedeflenen şeyin tam tersi olur. Önce bizim algılarımızı değiştirmemiz gerekiyor. Tıpkı psikolog veya psikiyatr algımızı değiştirmemiz gerektiği gibi.
‘Kürtaj çağın hastalığı’
* Başbakan Erdoğan’ın “Kürtajı cinayet olarak görüyorum” sözlerine bir din psikoloğu olarak nasıl yaklaşırsınız?
Kürtaj bence bu çağın hastalığı. Allah’a şükür bizde çok yaygınlaşmadı ama Batı’da bir hayat şekli haline geldi ve bazı Batı ülkelerinde normal bir şey olarak algılanıyor. Ama şimdi Avrupa parlamentoları da kürtaja belli aydan sonra müsaade edilmemesi konusunda sert adımlar atıyor. Tabii kürtajın ana nedeni evlilik dışı ilişkiler olduğu için, Batı’daki yeni dini akımlar, mesela Moon Tarikatı, Mormon Tarikatı, Yehova Şahitleri, Hare Krishna, Ananda Marga, birçoğu evlilik dışı ilişkiye müsamaha etmez. Zina aforoz nedenidir.
Habertürk