İlahiyat Haberİlahiyat MakaleleriMehmet Ali Büyükkara

Mehdilik Meselesi Hakkında Mütalaalarım – Mehmet Ali Büyükkara

Mehdilik Meselesi Hakkında Mütalaalarım

Mehmet Ali Büyükkara[1]

Abstract:

KURAMER’in “Beklenen Kurtarıcı İnancı” Sempozyumu için kaleme alınmış müzakere [22 Ekim 2016, İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi/İSAM Konferans Salonu, Bağlarbaşı, İstanbul].

Research Interests:
Mahdism

Kuramer’in “Beklenen Kurtarıcı İnancı” konusu üzerine düzenlemiş olduğu bu ilmi toplantı, ideolojisinin tam merkezine “kurtarıcı” fikrini yerleştirmiş FETÖ/PDY yapılanmasının içyüzünün konuşulduğu bir zamanda şüphesiz ki yararlı bilgi ve değerlendirmelerin gündeme getirildiği faydalı bir platform işlevi görmüştür. Görünen o ki toplantıda bildiriler üzerinden tartışmaya açılan görüşler büyük ekseriyetle mehdiyet kavramının dinde bulunmadığını, sonradan ilave edildiğini, bu nedenle hurafe cümlesinden sayılması gereketiğini savunan bir çerçevede dile getirilmiştir. Bu kanaati nakli, akli, tarihi, sosyo-psikolojik yönlerden destekleyen çeşitli argümanlar ortaya konulmuştur. İştirak edemediğim bu sonuçlara itirazlarımı müsadenizle birkaç madde etrafında özetle arz etmek istiyorum:

1) Mehdilik bir iman konusu mudur?

Mehdilik kavramı malum sebeplerle “sübûten zannî” bir temele dayandığı için, muhkemâta dayanarak sistemini oluşturmuş olan Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in akâid kitaplarında (bilhassa erken döneme ait olanlarda) bir akide prensibi olarak kendine yer bulamamıştır. Fakat bir meselenin akâid kitaplarına girmemesi, akâid umdeleri arasında yer almaması, bu meselenin inkarını gerektirmez. Başka bir deyişle bir meselenin iman esaslarından olmaması o meselenin dinin dışında bırakılmasını icap ettirmez.

Mehdiyetin akâid eserlerine bir mesele olarak girmemesi, müteahhir dönemde girse bile konunun kısa ifadelerle ve icmâli şekilde geçiştirilmesi, ulemanın bu inancı kabul etmeyişinden değil, konunun taşıdığı hassasiyetten kaynaklanmaktadır Zira siyasal iktidarlara karşı başlatılan yıkıcı mahiyetteki silahlı ayaklanmalara sık sık mehdiyyet iddiaları eşlik etmiştir. Yahut, bu konu kötü niyetli insanlar elinde daha başka istismarlara zemin teşkil edebilmiştir. Sünnî kaynakların konu hakkındaki umumi sessizliğinin muhtemel nedeni bu endişeler olmalıdır.

2) Mehdiliği bildiren haberler zayıf veya uydurma mıdır?

Mehdilik haberleri istikbale, dolayısıyla gaybe ait bilgilerdir. Peygamberlerin genel olarak gaybı bilmedikleri, ama bazı meselelerde Allah tarafından bilgilendirildikleri (bkz. el-Cin: 27) malumumuzdur. Özellikle ahiret hayatı, kıyamet günü ve alametlerine dair hadisler bu nev’iden olup, Sünnî hadis külliyatı içerisinde geniş sayılacak bir hacme sahiptirler. Mehdi haberleri de bunlar arasındadır ve genellikle İsa (a.s.)’nın inişi ve deccal haberleriyle birlikte karşımıza çıkarlar.

İki yüze yakın olduğu bildirilen mehdi rivayetleri hem sened hem de metin yönüyle hadis usulcülerimizin tahkikatına maruz kalmış ve neticede sahihi, haseni, zayıfı ve mevzusu büyük ölçüde tespit edilmiştir. Bu konuda birçok eser kaleme alınmıştır. Buhari ve Müslim, İsa (a.s.)’nın inişi ve deccal rivayetlerini verirlerken, doğrudan “beklenen mehdi”yi zikreden hadisleri ihmal etmişlerdir. Ancak, Buharî’nin Kitâbü’l-Enbiyâ’sında (49) ve Müslim’in Kitâbü’l-İman’ında (244, 247) görüldüğü gibi dolaylı şekilde mehdiye işaret eden rivayetler de bu mecmualarda yok değildir.

Sünen sahibi müellifler ise doğrudan mehdiyi haber veren hadisleri kitaplarında rivayet etmişlerdir. Muhaddisler tarafından birçoğu sahih sayılan bu haberler, kıyamete yakın zamanda bir mehdinin geleceğini Hz. Resulullah’ın dilinden ve çok sayıdaki sahâbe ve tâbiîn aracılığıyla ihbar etmektedirler. Söz konusu hadisler bazı detaylarda birbirleriyle mutabık kalmasalar da, şu hususlar üzerinde genel bir ortak zemin oluşmaktadır.

  1. Bu mehdi kıyamete yakın zuhûr edecektir.
  2. Dünyadaki kötü gidişatı faaliyetleriyle ve adaletli yönetimiyle iyiye tahvil edecektir.
  3. Bu süreçte deccal ile mücadele edecektir.
  4. Dünyaya inecek olan İsa (a.s.) ile buluşacaktır.

Bahis mevzuu olan sahih hadisler zemininde mehdi hakkında en azından bu hususları zann-ı gâlib ile “imkan” dahilinde görmek gerekmektedir. Zira sem’iyât konularında yegane dayanağımız, Kur’an ve sahih sünnettir.

3) Alimlerimizin mehdi hakkındaki genel kanaatleri nedir?

Asırlar boyunca Sünni ulemanın ve onlara tabi olan müslümanların kahir ekseriyeti bu imkan durumunu onaylamıştır. Zira mehdinin geleceğini haber veren sahih rivayetler bulunmasına rağmen, bunu nefyeden tek bir haber elimizde yoktur.

İbn Haldûn’un Mukaddime’sinde yaptığı mehdi haberleri hakkındaki hadis tenkitleri, muhaddislerce isabetli bulunmamıştır (mesela bkz. Azimâbâdî, ‘Avnü’l-Ma’bûd; Ahmed Muhammed Şâkir, Müsned tahkiki). Zaten İbn Haldûn da, “az sayıda da olsa” bazı haberlerin sıhhatini kabul etmektedir. Aslında bir tarihçi ve bugünkü anlamıyla bir sosyolog olan İbn Haldûn’un hadis tenkidi ile cerh-ta’dîl konularında uzman biri olmadığı bilinmektedir.

4) Mehdi inancı İslamiyet’e başka din ve kültürlerden mi geçmiştir?

“Kıyamete yakın zuhûr edecek, zulmü kaldırıp adaleti ikâme edecek ve deccal kişiliğindeki biriyle savaşacak bir kurtarıcı” ütopyası, neredeyse tüm dinlerde görülen ortak bir olgudur. Yahudilik ve Hıristiyanlık’taki mesihiyet, mehdiyet motifleri, İslamiyet’teki motiflerle birçok hususta benzeşmektedir. Bu durumu, mehdilik inancının tümüyle İsrailî kaynaklı olduğu, dinde aslının bulunmadığı, yabancı tesirler yoluyla sonradan dahil olduğu şeklinde açıklamak yanlış bir çözümleme olur. Sâmi dinleri başta olmak üzere neredeyse tüm inançlarda mevcut bu olgu, insanlığın ortak kadim geleneğini, Kur’an’da adı geçen ve geçmeyen tebliğcilerin ortak mesajını, dinlerin müşterek mirasını yansıtan bir beklentiye işaret etmektedir. Bu durum ise, mehdi ihbarının zaafiyetini değil kuvvetini iktiza eder.

5) Mehdi inancı Sünnîliğe Şiîlikten mi geçmiştir?

Şia mezhepleri birbirlerinden farklı şekillerde de olsa mehdi inancını bir akide umdesi kabul etmiştir. Sünnî kaynaklardaki mehdilik ile Şia’nın mehdileri arasında bazı noktalar dışında bir benzerlik bulunmamaktadır. Bu itikadın Sünnîliğe Şia’dan geçtiği iddiası delilsiz bir iddiadır. Şia gruplarının mehdilik hakkında netleşmeye başladığı ikinci ve üçüncü hicri yüzyıllardan önce sahâbe ve tâbiîn, mehdi hakkındaki elimizdeki haberleri Hz. Peygamber’den rivayet etmeye çoktan başlamıştı.

6) Mehdi inancı Kur’an’ın ruhuna aykırı mıdır?

Mehdiyet inancının Kur’an’ın temel ve genel ilkelerinden bazısına ters düştüğü iddiası da temelsizdir. Bu konuda söylenenlere özetle şu cevapları verebiliriz:

  1. Mehdiyet inancı hatm-i nübüvvet ilkesine zarar vermez. Zira mehdinin Hz. Peygamber’in (a.s.) getirdiği din ve şeriat üzerine olacağı hadislerde açıkça belirtilmiştir.
  2. İyiye, güzele doğru değişim ve dönüşümün Kur’an’da insan eliyle olacağı belirtilmekte, insanlardan bunun için çalışmaları istenmektedir. Evet, gerçekten Kur’an’ın iradesi bu yöndedir. Tüm peygamberler insandı ve etraflarındaki insanlarla birlikte davet çalışmasını yürüttüler. Mehdi de bir insandır ve etrafındaki insanlarla faaliyetlerini yapacaktır. Mehdi’nin “bir süper varlık” olduğu yönündeki rivayetler zayıftır. Mehdi kendisinin mehdi olduğunu dahi bilmeyecektir.
  3. Mehdi düşüncesinin, değişim ve dönüşümü istikbaldeki muhayyel bir zamana erteleyerek beşeriyetin itici gücünü körelttiği yönündeki iddia da tutarlı değildir. Doğrudur, Kur’an her müslümandan bir mehdi gibi hareket etmesini istemektedir. Nitekim tarih boyunca müslümanlar da böyle yapmışlardır. Kudüs fatihi Salahaddin Eyyubi, Hindistan fatihi Gazneli Mahmud, İstanbul fatihi Sultan Mehmed ve daha yüzlercesi, ve yüzlerce, binlerce irşadçı ve ıslahatçı, “mehdi gelecek” beklentisine girip geri çekilmemiştir. Mehdi zaten kıyamete yakın gelecektir. Öyleyse kıyamet vaktine kadar zulümler, haksızlıklar, kötülükler devam mı etmelidir?

Mehdi inancını bir akide umdesi sayan İmâmiyye’ye mensup Şiî müslümanlar çok yakın bir tarihte, “adalet devletini kuracak mehdi muntazar” beklentisinde olmalarına rağmen, Mehdi’nin vazifesini alimlere tevdi etmek suretiyle İran’da bir devrim dahi gerçekleştirmişlerdir. Kısacası mehdiliğin pasifleştirici bir inanç olduğu tezinin, müslümanların tarihi tecrübesi göz önüne alındığında tutarlı bir karşılığı bulunmamaktadır.

7) Mehdilik istismara açık bir konu değil midir?

Mehdiliğin istismarı gerçekten ciddi bir sorundur. Fakat bu sorun mevcut diye mehdiyetin inkarı bir çözüm yolu değildir. Geçmişte yapıldığı gibi başta kelamcılarımız olmak üzere din alimlerimiz bu konudaki istismarların önüne geçmek için gerekli tedbirleri almak, lüzümlu açıklamaları yapmak durumundadır.

8) Mehdi bir şahs-ı mânevî midir?

Mehdiyetin bir vasıf olduğu, mehdinin ve deccalin bir şahs-ı manevi olduğu şeklindeki açıklamalar yanlış değildir. Şüphesiz ki her çağda mehdinin misyonunu üstlenmiş şahıs ve cemaatler çıkabilir ve bunlar deccal şebekelerine karşı istikamet üzere bir mücadele yürütebilir. Ancak, hadislerde haber verilen mehdi ve deccal muayyen şahıslara işaret etmektedirler ve bunlar hususen kıyamete yakın geleceklerdir. Dolayısıyla bahis mevzuu mehdi, şahs-ı maneviden başka bir şeydir. Mesela, şahs-ı manevi fikrinin en bilinen savunucularından Bediüzzaman Said Nursî, konu hakkındaki mütalaalarında bir kıyamet alameti olan mehdiyi reddetmemekte, bu yöndeki inancını muhafaza etmektedir.

9) Mehdi inancı niçin önemlidir?

Zâhid el-Kevserî, Enver Şah Keşmirî gibi geçmişte ve günümüzde nüzûl-ü İsa ve mehdiyet konularını müdafaa için yazan ve konuşan ihtisas sahibi şahsiyetlerin bu konuyu önemsemelerinin sebebi, kıyamate yakın gelmesi beklenen mehdiye atfettikleri büyük ehemmiyet değildir. Gerçekten İsa (a.s.)’nın veya mehdinin gelip gelmeyeceği bugünün müslümanını meşgul eden bir konu olmamalıdır. Zira gelseler de olur, gelmeseler de olur. Bu inançların müdafilerini asıl kaygılandıran husus, dini anlama metodolojisinin yani kadim usûlün bunları inkar suretiyle tahrip edilmesidir. Zira nakli temelleri olan bu inançların inkarı ciddi bir metodolojik tutarsızlığı beraberinde getirmektedir.

Şöyle ki, mehdi inancını reddedelim diyenler, eğer bu hadislerin geçtiği mecmualardaki tüm hadisleri kullanmayalım derlerse tutarlı davranmış olurlar. Mesela Ebû Dâvud’un iman, ihlas, ilim, tefsir, alışveriş, nikah vs. hadislerini kullanırım, mehdi hadislerini ise yok sayarım diyorlarsa bu tutum çelişki ve tutarsızlıktır. Zira tüm bu hadisler aynı râvilerle ve aynı yöntemle bize geldiler.

Yine mehdiyeti reddedenler bu inancın itikada zararlı, akla aykırı, Kur’an’ın ruhuna ters vs. olduğu gerekçesiyle bu reddi yapıyorlarsa, aynı gerekçeyle Kehf suresindeki Musa-Hızır kıssasını da Kur’an’dan çıkartmaları gerekir. Malumunuzdur ki bu kıssa yanlış yorumlamalar suretiyle bâtınîliğin temel argümanını oluşturmaktadır ve bu bâtınî yorumla mehdiyet inanacından çok daha fazla müslümanlara zararlı olmuş ve olmaktadır.

Demem şu ki, din bir usûl üzere anlaşılır. Bu usûlü uygulamayanlar yahut bazen uygulayıp bazen bırakanlar sürekli çelişkiler içinde kalmak ve yanlış sonuçlara varmak durumundadır.

Mütalaalarım bu şekildedir. Doğrusunu tabii ki Allah bilir.

Görüşlerimi aktarma fırsatı verdiği için Kuramer başkanı Ali Bardakoğlu hocama bu vesileyle teşekkür eder, bu kanaatlerimi saygılarımla dikkatinize arz ederim.

 

[1] Prof. Dr., İstanbul Şehir Ü. İslami İlimler Fakültesi Kelam ve İslam Mezhepleri Ana Bilim Dalı Öğr. Üyesi.

Bir Yorum

  1. BU KONUYA SON NOKTAYI KOYACAK KİTAP: ehli sünnette ebkelenen mehdi (d.r ismail el-Mukaddem)

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu