Medine’de İslâm’la şereflenen ilkler Mekke’nin karanlığında İnsanlığın İftihar Tablosu’yla bir araya gelmenin heyecanını yaşar. Onlar, Akabe tepelerinde gerçekleşen bu buluşmada bundan sonra hayatlarını şekillendirecek önemli bir söz verirler. Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) huzurunda canlarını, mallarını, evlâd-ü iyallerini muhafaza ettikleri gibi, Allah’ın Elçisi’ni muhafaza edeceklerine yemin ederler. Ve Âlemlerin Efendisi’ni Yesrib’e davet ederler. Bu daveti yapan kutlu insanlar arasında iki kadın da vardı. Bunlardan biri, dine hizmeti ile asırlarca kadınlık âlemine örnek olacak Ümmü Umâre Nesibe binti Ka’b’tır.
Yesrib’e İslâm’ı anlatmak için giden Mus’ab bin Umeyr’in gayretleriyle kısa zamanda birçok aile Müslümanlıkla şereflenir. Bunlar arasında Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) anne tarafından akrabaları Necefoğulları da vardır. Bu kabile içerisinde İslâm’a ilk adım atanlar ise Hz. Zeyd, hanımı Hz. Nesibe ve iki oğlu Abdullah ile Habib olur. Onlar Medine’nin ilk Müslüman ailesi olmakla birlikte, davayı omuzlayan ilk fedakârlar arasına isimlerini yazdırır.
Peygamber Efendimiz Medine’ye hicret edince Medine’nin ilk Müslüman ailesi İslâm davası için elinden gelen bütün gayreti gösterir. Hz. Nesibe, Akabe’de verdiği söze oldukça sadık davranır ve oğulları Abdullah ile Habib’i de bu doğrultuda yetiştirir. Bu sebepledir ki Hz. Nesibe’nin en mutlu günlerinden biri, oğlu Abdullah’ı Bedir’e çarpışmaya göndermesidir.
Sıra Uhud Savaşı’na geldiğinde ise bu kahraman aile, İslâm orduları arasındaki yerini alır. Hz. Nesibe de yaralıları tedavi etmek ve su dağıtmak için muharebeye gider. Uhud’da galibiyet heyecanı yaşandığı sırada okçuların yerlerinden ayrılmasıyla müşrikler arkadan saldırır ve Müslümanlar iki ateş arasında kalır. Fırsattan istifade ederek Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) etrafını çevirmeye başlarlar. Sahabe Efendilerimiz, Allah Resûlü’nün etrafında etten kale oluşturur. Ok yağmuru ve kılıç darbeleri altındaki bu mukaddes hâlenin içinde Hz. Nesibe de yer alır.
Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), üzerine gelmekte olan bir grup gözü dönmüşü göstererek, “Bunlara karşı kim çıkacak?” deyince Hz. Nesibe, “Ben yâ Resûlallah!” diye haykırır ve müşriklerin yaptığı hamleleri püskürtmeye çalışır. Bu büyük kadın Efendimiz’i hedef alan kılıç, ok ve mızrak darbelerine vücudunu siper eder. Nebiler Serveri, onun Uhud’daki kahramanlıklarını daha sonra şöyle anlatır: “Hangi tarafa döndü isem onu orada kıyasıya savaşırken gördüm.”
‘ARTIK DÜNYANIN HİÇBİR MUSİBETİNE ALDIRMAM’
Hz. Nesibe, Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) önünde mücadelesini devam ettirirken bir ara oğlu Abdullah’ın kolunun bir kılıç darbesiyle kesildiğini görür. Anne şefkatiyle hemen yanına koşar ve evladının kanayan yerini sarar. Ardından elini oğlunun sırtına vurarak, “Haydi oğlum şimdi git, Resûlullah’ın önünde savaş!” der ve kendisi de savaş mevkiine döner. Bu sözleri duyan Kâinatın Efendisi: “Ey Ümmü Umâre, senin yaptığını kim yapabilir ki?” der. Bu fırsatı iyi değerlendiren Hz. Nesibe, “Ya Resûlallah, dua et Cennet’te seninle beraber olayım!” der. Efendimiz, hiçbir duanın geri çevrilmeyeceği o makamda ellerini kaldırıp, “Allah’ım, bu aileyi benimle Cennet’te komşu yap!” diye niyaz eder. Ümmü Umâre Nesibe binti Ka’b, istediğini elde etmenin sevinci içerisinde Uhud Dağı’nda şu sözleri söyler: “Artık dünyanın hiçbir musibetine aldırmam.”
Hz. Nesibe, Uhud Savaşı’ndan ayrılırken vücudunda 13 yara vardır. Biri o kadar derindir ki, iki yumruk girecek kadar derin bir yara olarak tarif edilir. Yaralarının tedavisi tam bir yıl sürer. Ancak bu süre zarfında herhangi bir şikayet izhar etmez. Şefkat Peygamberi (sallallahu aleyhi ve sellem) de bu mübarek kadının tedavisiyle yakından ilgilenir.
Tesettür âyeti nazil olduktan sonra Müslüman kadının cihadı, örtüsü altında ve evinde olacaktır. Hz. Nesibe, İslâm ordularıyla birlikte savaşlara katılamamaktan büyük üzüntü duyar. Ancak Allah’ın emrine uymakta tereddüt etmez. Kendisindeki cihad aşkını ise iki oğluna devamlı aşılar. Annelik şefkati, onları savaş meydanlarına göndermeye engel teşkil etmez.
Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) ruhunun ufkuna yürümesiyle yalancı peygamberlik iddia edenler zuhur eder. Bu zorlu günlerde bu mübarek aile bir kurban daha verir. Hz. Nesibe’nin küçük oğlu Habib, yalancı peygamber Müseylemet-ül Kezzab’a, Hz. Ebubekir’in mektubunu götürdüğü sırada şehid edilir. Acılı anne, 60’ı aşan yaşına rağmen yalancı peygamberle mücade eden İslâm ordusuyla birlikte Yemâme önlerine gider. Savaşın sonlarına doğru oğlu Abdullah’ın, aralarında Vahşi’nin de bulunduğu Ensar’dan birkaç kişi ile birlikte Müseyleme’nin üzerine yürüdüklerini görünce eline bir kılıç alarak savaş meydanına atılır. Bu sırada kolu hain bir kılıç darbesiyle kopar. Ama o hiç aldırmadan mücadelesine devam eder, Müseyleme’ye bir öldürücü darbe de o vurur.
Hz. Nesibe Medine’ye tek koluyla ve ağır hasta olarak geri döner. Hz. Ebubekir, onu devlet başkanı sıfatıyla evinde ziyaret eder. Ümmü Umâre, aldığı ağır yaradan kurtulamaz ve şehid olur. Cennet-i Bakî’ye, şehidler ve sıddıkların yanına defnedilir.
Cihan Yenilmez
Yenibahar