Ne gördüğün biraz da nereden baktığına bağlı
İslam toplumlarında yer eden bazı anlayışlar Garibce’nin penceresinden bakılınca pek kabul edilebilir gibi görünmüyor.
Sözgelimi “Devletin malı deniz yemeyen domuz / keriz”, “Bal tutan parmağını yalar!”, “enayilik etme”, ^köşe dönme”, “namuslu namussuz” gibi sözlerin halk arasında yaygın bir yer etmesi üzerinde durmak gerekir. Acaba bu anlayışı besleyen unsurlar olabilir mi?
Fıkhımız, bizim asırlar boyu hukuk ihtiyacımızı karşılamanın yanında diyanî boyutuyla da insanlarımıza yön vermiştir. Maddî anlamda bir müeyyidesi olmayan nice yasak vardır ki, diyanî alanda günah olarak mahkûm edilir ve ahrette karşılığında azap olacağı söylenir. Söz gelimi taammüden adam öldürme durumunda hüküm belirlendikten maada bir de onun büyük günah olduğu hatta o kadar büyük bir günah ki kefaretinin dahi olmadığı söylenir.
Bu fıkhımızın, diğer hukuk sistemlerinde asla söz konusu olmayan bir artı değeridir.
Bununla birlikte bazı anlayışlar da vardır ki bize vehle-i ulâda ters gelebilmektedir. Söz gelimi emîn sıfatı olan bir kimsenin hıyaneti sonucu işlemiş olduğu hırsızlık suçu, öyle olmayan birinin işlediği suça nispetle daha hafif kabul edilir. Mesela sizin kasiyer olarak masa başına koyduğunuz bir elemanınız, kendisine emanet edilmiş olan paraları çalsa, yahut evde hizmetçi olarak tutulan bir kadın evdeki mesela gümüş yemek takımını çalsa normalde hırsızlık için uygulanması gereken “el kesme” cezası uygulanmaz, çünkü hırz yani koruma altına alınmış olma şartı ihlal edilmemiş olur denir.
Keza bir kimse devlet hazinesinden bir şey çalsa gene el kesme cezası uygulanmaz, çünkü onda onun da bir hakkı vardır… denir (bk. el-İhtiyâr, IV, 115).
Oysa günümüz hukuk sistemlerinde bu durumlar cezayı ağırlaştıran unsurlar olarak görülmektedir. Çünkü suç işlemenin yanında ayrıca güveni kötüye kullanma da vardır.
Belli ki sonuç nereden bakıldığına göre farklılık arzetmektedir.
Devlet hazinesine çalanın da onda hakkı vardır gözüyle baktığınız zaman görünen şey başka, tüyü bitmemiş yetimin hakkını götürmüş olduğu penceresinden bakınca görünen başka olmaktadır.
Eve dışarıdan gizlice girip, koruma (hırz) altındaki bir malı çalmakla, elinin altında olan ve içinin gittiği bir malı çalmak insan psikolojisini dikkate alma açısındn farklı kabul ediliyor olmalıdır. Tahriki, suçu hafifletici bir unsur olarak görmenin mantığı da aynı olmalıdır.
Köyde bir adamın iti, diğer bir adamın ahırındaki deriyi aşırmış, mahkemeye düşmüşler itin sahibi mahkemede kendisin savunuyormuş:
“Kapı açık, yaş deri, sen it olsan yemen mi hâkim bâ!” diyormuş. Yani köylü mantığınca bir yerde yaş deri varsa ve kapısı da ardına kadar açıksa, it de gitmiş onu yemişse… bu itin ne kabahati olabilir ki?!
Tabii fıkhımızın her söylediği Tanrı buyruğu değil. Belli ki zaman zaman kendi sosyal ortamlarında, belli bir kültür ikliminde kendi pencerelerinden baktıklarında gördükleri ne ise onu hukuk haline getirmişler.
Hukukun sosyal telakkileri dikkate alması gibi bir zorunluluk vardır. Esasen dine ve dinin özüne, onun evrensel ölçütlerine uymayan birçok şey fıkhımızda hep olagelmiştir. Evlilikte kefaet (erkeğin kadına denk olması şartı) mesela böyle bir anlayın sonucu olmalıdır.
Bunlar normaldir, anlayış egemen oldukça kural da berdevam olur, ama anlayış değişince onun üzerine kurulu olan hükümler de değişir.
Benim burada asıl irdelemek istediğim yazının başında sözünü etttiğimiz türden sözlerin ve anlayışların revaç bulmasında, yaygın bir hal almasında acaba fıkhımızın bu kabilden hükmülerinin etkisi olmuş mudur?
Merakımız sadece bu noktada olmuştur vesselam.
Dua ile!
GARİBCE