Yıl: 2012

  • Diyanet: Taburede-Sandalyede Namaz Olmaz

    Camilerde tabure ve sandalyede namaz kılanların çoğaldığına dikkat çekilen afişte, kişinin hastalığı veya engeli sebebiyle namazını ayakta kılamıyorsa oturduğu yerde ya da yatarak ima ile kılması gerektiğine vurgu yapıldı. Hiçbir şekilde oturması mümkün olmayanların ise sandalyede kılabileceği kaydedildi.

        Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu, hasta ve engellilerin nasıl namaz kılabileceklerini, ayet ve hadislerden örnekler göstererek karara bağladı. 1 Aralık 2010 tarihinde ‘sandalyede namaz’ başlığıyla çıkarılan ve sonradan afiş haline getirilen karar, Kayseri’deki camilerde cemaatin görebileceği uygun yerlere asıldı. Afişte, son zamanlarda camilerde tabure ve sandalyelerin çoğalmaya başladığına dikkat çekildi. Hasta ve engellilerin ayaklarını kıbleye uzatarak veya istediği bir şekilde oturup namazını kılabiliyorsa tabure veya sandalyede namaz kılamayacağına vurgu yapılarak hiçbir şekilde oturamayanların bundan muaf tutulduğuna işaret edildi. Din İşleri Yüksek Kurulu bu kararına, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in nasıl namaz kılacağını soran hasta bir sahabeye ‘Namazını ayakta kıl. Eğer gücün yetmezse oturarak, buna da gücün yetmezse yan üzere kıl.’ (Buhari, Taksiru’As-Salat, 19) Hadis-i Şerifini kaynak gösterdi.

        AYAKTA DURAMAYANLAR NAMAZI NASIL KILMALI?

        DİB’nin resmi internet sitesinde yayınlanan Din İşleri Yüksek Kurulu’nun kararında ayakta duramayacakların nasıl namaz kılacağı ise şu şekilde tarif edildi: “Ayakta durabilen ve yere oturabildiği halde secde edemeyen kimse namaza ayakta başlar, rükudan sonra yere oturarak secdeleri ima ile yapar. Ayakta durabildiği halde oturduktan sonra ayağa kalkamayan kişi namaza ayakta başlar, secdeden sonra namazını oturarak tamamlar. Ayakta durmaya ve rüku yapmaya gücü yettiği halde yere oturamayan kimse namaza ayakta başlar rükudan sonra secdeyi tabure ve benzeri bir şey üzerine oturarak ima ile eda eder. Ayakta durmaya gücü yetmeyen, yere de oturamayan kimse namazı tabure, sandalye ve benzeri bir şey üzerine oturarak rüku ve secdeleri ima ile yerine getirir.”

        Kurul kararında ayrıca, namazını tabure, sandalye ve benzeri şeyler üzerinde kılanların ileri sürdüğü mazeretlerin kendilerini vicdanen rahatlatacak boyutta olması gerektiği de belirtildi. “Namazı asli şekline uygun olarak kılmaya engel olmayacak hafif bedeni rahatsızlıklar bu konuda meşru mazeret olarak görülmemelidir.” denilen kararda, dini açıdan zorunlu ve meşru bir sebep bulunmadıkça camilerde sandalyede namaz kılmanın göze hoş gelmeyen bir görüntü oluşturduğu ve bunun cami kültürüyle bağdaşmadığı ifade edildi. Din İşleri Yüksek Kurulu’nun kararı şu tavsiye ile sona erdi:

        “Hastalık ve özürlülük gibi herhangi bir rahatsızlığı bulunan kimselerin, zorunlu olmadıkça namazlarını sandalyede değil, yere oturarak kılmaları uygundur.” CİHAN

    Diyanet, tabure ve sandalyede namaz kılanları afişle uyarıyor

    Diyanet, tabure ve sandalyede namaz kılanları afişle uyarıyor

    Diyanet, tabure ve sandalyede namaz kılanları afişle uyarıyor

    Diyanet, tabure ve sandalyede namaz kılanları afişle uyarıyor

    Diyanet, tabure ve sandalyede namaz kılanları afişle uyarıyor

  • Tüm Yeterlilik Soru Ve Cevapları Yayınlandı -İndir

     

     

    Müezzin Kayyım A Gurubu Soru Ve Cevapları

    Müezzin Kayyım A Gurubu Soru Ve Cevapları

     

    İmam Hatip A Gurubu Soru Ve Cevapları

     İmam Hatip B Gurubu Soru Ve Cevapları

     

    Kuran Kursu Öğreticisi A Gurubu Soru Ve Cevapları

    Kuran Kursu Öğreticisi B Gurubu Soru Ve Cevapları

     

     

  • İlahiyatta Konser Var

     

     {youtube}_ufvHgBEwDw|600|450|1{/youtube}

     

    TÜRK HALK MÜZİĞİ KONSERİ 

    Grup EBRAR’la kulaklarınızın pasını silmeye, dolu dolu geçecek olan Türk Halk Müziği Konserine hazır mısınız?

    Solist : Ebubekir DEĞERLİ
    Bağlama : İbrahim AKÇA
    Gitar : Ramazan ÖZEN

    Tarih: 20 Mart 2012 Salı
    Saat : 15.00
    Yer : İlahiyat Fakültesi Hafız İbrahim Demiralay Konferans Salonu

    İLAHİYAT DÜŞÜNCE KULÜBÜ 

    …Düşünüyorsan Sende Bizdensin..

    Kulübün Facebook Sayfası

    Gurub Ebrar’ın Facebook Gurubu


  • 4+4+4 En Çok İlahiyatçılara Yarayacak

     

    4+4+4 En Çok İlahiyatçılara Yarayacak

    Meseleyi iyi anlamak için bundan 14 yıl öncesine kadar kısa bir gezintiye çıkmamız gerekiyor. 28 Şubat 1998 tarihine kadar tek bir çatı altında eğitim veren ilahiyat fakülteleri iki bölüme ayrıldı. Bu tarihte Din Kültürü Ahlak Bilgisi Öğretmenliği bölümü açıldı.

    Bu iki bölüm aynı çatı altında birlikte eğitim vermekteydiler. 2006 yılına gelindiğinde ise Din Kültürü Ahlak Bilgisi Öğretmenliği bölümü ilahiyat fakültelerinden ayrılarak eğitim fakültesine aktarıldı. Bölümün adı ise 2010-2011 yılında “İlköğretim Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Eğitimi Bölümü” olarak değiştirildi. Bu değişiklikler sadece fakülte değişikliği ve isim değişikliği ile sınırlı değildi. İlahiyat fakültesinden ayrıldıktan sonra müfredatı da zaman içerisinde değişti. Din ile ilgili Tefsir Fıkıh Hadis Kelam Tasavvuf İslam Tarihi gibi dersler ya tamamen müfredattan kaldırıldı yad a ders sayıları minimize edildi.

    Bu sürecin sonunda ilahiyat mezunları sadece Diyanet’te istihdam edilir hale geldiler. Formasyon hakları yoktu. Ancak mezun olduktan sonra bir  yıllık formasyon eğitimi alabilmekteydiler. Din kültürü Ahlak Bilgisi mezunları ise bölümün başına İlköğretim ibaresinin gelmesinden sonra sadece ilköğretimlerde Din Kültürü derslerine girebiliyorlardı.

     


    Formasyonu Verdiler Sonra Geri Aldılar

    2009-2010 öğretim yılında ise bir değişiklik oldu ve ilahiyat fakültelerine formasyon hakkı tanındı. Ardından bu tanınan hak danıştay tarafından iptal edildi. Bu süreçte sadece formasyon almaya başlayan öğrenciler formasyon eğitimlerini tamamladılar.

    İlahiyatçılara Formasyon Şart

    Şimdi ise işler yine değişiyor. Çünkü 4+4+4 diye bilinen eğitim sistemi meslek liselerinin orta bölümlerinin yeniden açılması anlamına geliyor. Tabi ki buda çok sayıda öğretmen ihtiyacı demek. Bu ihtiyacı karşılayacak formasyon sahibi ilahiyat mezunu ise nerdeyse yok. Ancak bu andan sonraki ihtiyacı karşılamak için mutlaka ilahiyat fakültelerine formasyon hakkının verilmesi gerekiyor. Yoksa bu ihtiyacın karşılanması nerdeyse imkansız. 

    Alternatif Çözüm

    Mevcut müfredatıyla Din Kültürü bölümü ortaöğretim imam hatip bölümlerinde asla ders veremez ve vermemelidir. Fakat İlköğretim Din Kültürü Ahlak Bilgisi Öğretmenliği bölümü müfredatı değiştirilip-geliştirilerek Din Kültürü bölümü de bu sorunun çözümünde rol alabilir. Din Kültürü mezunları şu anda sadece ilköğretimlerde ders verebilmektedir. Bu da Din Kültürü bölümüne yapılan ayrı bir haksızlıktır.


    İhsan Cabir

  • 4+4+4 Sistemi Neler Getiriyor

    Ortaöğretim kurumları, ilköğretim kurumlarından sonra 4 yıllık zorunlu öğrenim veren genel, mesleki ve teknik öğretim kurumları olarak tanımlanıyor.

    Teklife göre, ilköğretim kurumlarının toplam eğitim süresi 8 yıl olacak. ”Bu okullarda kesintisiz eğitim yapılır” ifadesi , kanundan çıkarılıyor.

    Bu kurumlar, ilköğretim birinci kademe ve ilköğretim ikinci kademe okullarından oluşacak. İlköğretim birinci ve ikinci kademe okulları bağımsız okullar halinde kurulabileceği gibi imkan ve şartlara göre birlikte de kurulabilecek.

    İlköğretim 6-14 yaş grubundaki çocukların eğitimi ve öğretimini kapsayacak, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunlu ve Devlet okullarında parasız olacak.

    Yasanın yayımı tarihinde ilköğretim kurumlarının 5, 6, 7 ve 8. sınıflarında eğitim görenler, eğitimlerini bu kurumlarda tamamlayacak.

    Teklifle, 12 yıllık zorunlu eğitim uygulamasının başlangıç tarihi Bakanlar Kurulu tarafından belirlenecek. 12 yıllık zorunlu eğitim uygulamasına geçilinceye kadar ilköğretim ikinci kademesini tamamlayanlara ilköğretim diploması verilecek.

    Mecburi ilköğretim çağı 6-14 yaş grubundaki çocukları kapsayacak. Bu çağ, çocuğun 6 yaşını bitirdiği yılın eylül ayı sonunda başlayıp, 14 yaşını bitirip 15 yaşına girdiği yılın öğretim yılı sonunda bitecek.

    İlköğretim birinci kademesinin son ders yılında öğrencilere; ikinci kademede devam edebilecekleri, ikinci kademenin son ders yılında da ortaöğretimde devam edebilecekleri ”okul ve programların hangi mesleklerin yolunu açabileceği ve bu mesleklerin kendilerine sağlayacağı yaşam standardı” konusunda tanıtıcı bilgiler verilecek. Bununla ilgili gerekli çalışmalar yapılacak.

    Bağımsız okullar olarak kurulacak

    İlköğretim kurumlarının toplam eğitim süresi 8 yıl olacak. Yasadaki ”kesintisiz” ibaresi çıkarılıyor. İlköğretim kurumları, 4 yıl süreli ilköğretim birinci kademe okulları ile 4 yıl süreli ilköğretim ikinci kademe okullarından oluşur. İkinci kademe ilköğretim okulları, ortaöğretim programlarıyla ilişkilendirilecek. Hangi programlar için ilköğretim ikinci kademe okullarının oluşturulacağı Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenecek.

    İlköğretim kurumlarının ilköğretim birinci kademe ve ilköğretim ikinci kademe okullar olarak bağımsız okullar halinde kurulması esas olacak. Ancak imkan ve şartlara göre ilköğretim birinci ve ikinci kademe okulları birlikte de kurulabilecek.

    Nüfusun az ve dağınık olduğu yerlerde, köyler gruplaştırılarak merkezi durumda olan köylerde ilköğretim birinci ve ikinci kademe okulları ve bunlara bağlı pansiyonlar, gruplaştırmanın mümkün olmadığı yerlerde yatılı ilköğretim bölge birinci ve ikinci kademe okulları kurulacak.

    Ortaöğretim kurumları, ilköğretim kurumlarından sonra 4 yıllık zorunlu öğrenim veren genel, mesleki ve teknik öğretim kurumları olarak tanımlanıyor. Bu okulları bitirenlere ortaöğretim diploması verilecek.

    Düzenlemede belirtilen ilköğretim birinci kademe sonrasında hangi programların açık öğretimle ilişkilendirileceği ve zorunlu eğitim kapsamına alınacağı Bakanlar Kurulu tarafından belirlenecek.

    Yasadaki, ”ilköğretim okulu” ibaresi, ”ilköğretim birinci kademe” şeklinde değiştiriliyor.

    Çırak olabilmek için ”14 yaşını doldurmuş, en az ilköğretim okulu mezunu olmak” şartı da değiştiriliyor. Çırak olabilmek için 11 yaşını doldurmak ve ilköğretim birinci kademeden mezun olmak şartı getiriliyor.

    Katsayı

    Teklifle, üniversiteye girişteki katsayı uygulamasına ilişkin düzenleme de yapılıyor. Buna göre, Yükseköğretim kurumlarına giriş ve yerleştirme işlemleri, imkan ve fırsat eşitliğini sağlayacak tedbirleri almak kaydıyla, YÖK tarafından belirlenen usul ve esaslara göre yapılacak.

    Yükseköğretim kurumlarına, esasları YÖK tarafından belirlenen merkezi sınavlarla girilecek. Yerleştirme puanlarının hesaplanmasında adayların ortaöğretim başarıları dikkate alınacak. Ortaöğretim bitirme başarı notları en küçüğü 100, en büyüğü 500 olmak üzere ortaöğretim başarı puanına dönüştürülecek. Ortaöğretim başarı puanının yüzde 12’si yerleştirme puanı hesaplanırken merkezi sınavdan alınan puana eklenecek.

    Ortaöğretim kurumlarını birincilikle bitiren adaylar için mevcut kontenjanların yanı sıra YÖK kararı ile ayrı kontenjanlar belirlenebilecek.

    Kişinin üniversitede, ortaöğretim kurumundan mezun olduğu meslek dalıyla aynı bölüme yerleşmesi halinde ortaöğretim puanına ek olarak, ortaöğretim puanının yüzde 6’sı yerleştirme puanına eklenecek.

    Mesleki ve teknik orta öğretim kurumlarından mezun olan öğrenciler, bitirdikleri programın devamı niteliğinde veya bunlara en yakın olan mesleki ve teknik önlisans yükseköğretim programlarına sınavsız olarak yerleştirilebilecek. Bu öğrencilerin yerleştirilmesine ilişkin usul ve esaslar Milli Eğitim Bakanlığının görüşü üzerine YÖK tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenecek.

    Önlisans mezunları için, ilişkili lisans programlarında belirlenmiş kontenjanın yüzde 10’unu geçmeyecek şekilde YÖK kararı ile her yıl dikey geçiş kontenjanı ayrılabilecek.

    Yabancı uyruklu öğrenciler ile ortaöğretimin tamamını yurtdışında tamamlayan öğrencilerin yükseköğretim kurumlarına kabul usul ve esasları YÖK tarafından belirlenecek. Uluslararası andlaşmalar gereği Türkiye’deki yükseköğretim kurumlarında burslu olarak öğrenim görecek yabancı uyruklu öğrencilerin yerleştirme işlemleri YÖK tarafından yapılacak.

    YÖK tarafından belirlenecek usul ve esaslara göre, belli sanat ve spor dallarında üstün kabiliyetli olduğu tespit edilen öğrenciler ile TÜBİTAK tarafından tespit edilen uluslararası bilimsel yarışmalarda ödül kazanan öğrenciler, ilgili dallarda eğitim yapmak kaydıyla yükseköğretim kurumlarına yerleştirilebilecek.

    FATİH Projesi

    Teklifle, Rize Üniversitesinin adı ”Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi”, Kayseri Abdullah Gül üniversitesinin adı ise ”Abdullah Gül Üniversitesi” şeklinde değiştiriliyor.

    Eğitimde Fırsatları Artırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi (FATİH) Projesi kapsamında, Milli Eğitim Bakanlığı, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından 2015 yılı sonuna kadar yapılacak mal ve hizmet alımları ile yapım işleri, Kamu İhale Kanunu hükümlerine tabi olmayacak.

    Bu madde uyarınca yapılacak alımlara ilişkin usul ve esaslar Maliye Bakanlığı ve Kamu İhale Kurumunun görüşü alınarak Milli Eğitim Bakanlığı ve Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından müştereken hazırlanacak yönetmelikle düzenlenecek.

    FATİH Projesi kapsamında MEB’e bağlı okullara internet erişim hizmetleri ve ağ altyapısının sağlanması için MEB ve Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığınca 2015 yılı sonuna kadar yapılacak mal ve hizmet alımları ile yapım işlerinde üst yöneticinin onayıyla 15 yıla kadar gelecek yıllara yaygın yüklenmelere girişilebilecek.

    Yeni madde eklendi

    Teklifte, üniversiteye girişte yeni katsayı uygulamasına yer veriliyor. FATİH projesi kapsamında, 2015 yılı sonuna kadar yapılacak mal ve hizmet alımları ile yapım işleri, kamu ihale kanununa tabi olmayacak.

    Teklife ihdas edilen yeni madde ile devlet üniversitelerinin faaliyetlerinin desteklenmesi amacıyla kurulan vakıflardan Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti tanınanlara makbuz karşılığında yapılan bağışlar da devlet üniversitelerine ve ileri teknoloji enstitülerine yapılan bağışlarda olduğu gibi gelir ve kurumlar vergisi mükellefleri tarafından beyannamelerde bildirdikleri gelirlerden ve kurum kazançlarından indirilecek.

    Kaynak: Samanyoluhaber
  • Diyanetin Yapısı Değişmeli

    İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ VE DİYANETİN KONUMU

    Aşağıdaki dört madde tartışılmış ve ağırlıklı olarak ilk 3 madde benimsenmiştir.

    Birinci öneri: Hiç kimse dini inançlarından ve ifadesinden dolayı eğitimde, çalışma hayatında ve kamusal alanda ayrımcılığa uğratılmaz.

    İkinci öneri: Diyanet, tamamem bağımsız vakıf statüsünde olmalı, diğer inanç grupları da devlet katkısı ile aynı şekilde vakıflar kurmalıdır.

    Üçüncü öneri: Diyanet, isteğe bağlı inanç vergisi ile finanse edilmelidir. Farklı inanç grupları için de benzer kurumlar kurulmalıdır.

    Dördüncü öneri: Diyanetin mevcut durumu devam etmeli, diğer inanç gruplarına da hizmet verilmelidir.

    DİN DERSLERİ

    Aşağıdaki üç madde tartışılmış ve benimsenmiştir.

    Birinci öneri: Anayasada bu konuda hiç bir madde olmamalıdır.

    İkinci öneri: Nesnel ve çoğulcu din kültürü ve ahlak dersleri zorunlu olmalıdır. Din eğitimi dersleri seçmeli olmalıdır.

    Üçüncü öneri: Farklı içeriklerde eleştirel düşünceyi ve çoğulculuğu geliştiren seçmeli din kültürü ve ahlak bilgisi ders alternatifleri olmalıdır.

     

    26. Abant Toplantısı, üçüncü gününde ‘Yeni Anayasa’nın Çerçevesi’ konusuyla Abant Palas Oteli’nde devam ediyor. ‘İnanç Özgürlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Din Dersleri’ oturumunu Prof. Dr. Mete Tunçay yönetiyor. Bu oturumda İSAM Başkanı Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın, Doğuş Üniversitesi’nden Prof. Dr. İştar Gözaydın ve İzzet Baysal Üniversitesi’nden Doç. Dr. Ali Yaman konuşma yapıyor.

    Diyanet 
    İSAM Başkanı Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın, mevcut Diyanet modelin yeni anayasada da devam etmesinin zararı en az model olacağını düşündüğünü ifade etti. Diyanet’in devlet içinde yapılanması ve belli ölçülerde özerk olması gerektiğini belirten Aydın, din dersleri konusunda ise belli bir dini empoze etmenin mümkün olmadığını söyledi.

    Din derslerinin, laiklik ve din-vicdan özgürlüğüne aykırı olmadığını savunan Aydın, din derslerini tamamen ortadan kaldırılması yerine bu derslerin nesnel, objektif olmasının sağlanması gerektiğini belirtti. Din derslerine yönelik eleştirilerin dikkate alınması gerektiğini dile getiren Aydın, kaldırılmasının doğru olmayacağını vurguladı.

    Misyonerlik konusuna da değinen Aydın, insanların dini tanımayarak dinsiz yapıldığını ileri sürdü. Din dersinde farklı din eğitimi konması gerektiğini anlatan Aydın, bölgenin yapısına göre bu eğitimlerin verilebileceğini ifade etti.

    Doğuş Üniversitesi’nden Prof. Dr. İştar Gözaydın, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın olabileceğini; ancak yeniden düzenlenmesi, farklı inanç gruplarının da düşüncelerinin alınması gerektiğini söyledi. Nüfus cüzdanlarında din hanesinin bulunmamasını isteyen Gözaydın, yeni anayasada bunu kaldıran bir maddenin yer alabileceğini kaydetti.

    İzzet Baysal Üniversitesi’nden Doç. Dr. Ali Yaman, Diyanet’in, Alevi sorununu içine almadan, anlamadan bir yere varamayacağını ileri sürdü. Bu sorunun mahkemelerle mi çözüleceğini soran Yaman, sistemin yanlış bir şekilde kurulduğunu, meşruiyeti sorunlu bir kurum olduğunu iddia etti.

    Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yeni anayasada mutlaka neşter vurulması gereken bir kurum olduğunu dile getiren Yaman, Alevi çalıştayının niye hüsranla bittiğine bir anlam veremediğini belirtti. Hükümetin çeşitli konularda statükocu bir noktaya geldiğini iddia eden Yaman, bu konulardan birinin de Diyanet İşleri Başkanlığı olduğunu söyledi.

    Hükümetin tek parti dönemine göre kendisini değerlendirmesinin yanlış olduğunu vurgulayan Ali Yaman, cemevlerinin ne yapılacağını sordu. “Cemevlerini tanımayacağım deniyor. Tanısan ne olur tanımasan ne olur? Tanıyacaksın, eninde sonunda tanıyacaksın. Düzgün bir şekilde tanısan ne olur? Maalesef bu yapılmıyor. Aleviler camiye gelmiyor; gelmeyecek, ne yapacaksın?” diyen Yaman, olgun bir toplumda hala bunların çözülmemiş olmasını anlayamadığını ifade etti.

    “Asker de, sivil bürokrasi de Diyanetçidir. Bu konuda hiçbir şüphe yoktur.” diyen Yaman, inanç özgürlüğü bakımından hazin bir tablo olduğunu kaydetti. Yaman, Diyanet’in kaldırılmasının Kars’taki ucube heykeli kaldırmaya benzemediğini ileri sürdü.

    Doç. Dr. Ali Yaman, meselenin özünün para meselesi olduğunu ileri sürdü, din derslerinin imam-hatip veya ilahiyata gidenlere iş bulup bulmaması meselesi olduğunu iddia etti. İşin özünün anlaşılması gerektiğini belirten Yaman, insan hakları çerçevesinde çözülmesi gereken bir sorun olduğunu ifade etti.

    Bakanlıkta Din Dersi Komisyon üyesi olduğunu hatırlatan Yaman, Alevi olarak baktığında kitaplarda kendisine uyan bir şeyin bulunmadığını söyledi.

    Konuşmaların ardından müzakere bölümüne geçildi.

    Kaynak: Samanyoluhaber
  • İstanbul İlahiyat Dekanından İlitam Açıklaması

  • Dünya genelinde gittikçe yaygınlaşan uzaktan eğitim dikkat çekici bir fenomen olarak her toplumun eğitim sisteminde etkisini artırmaktadır. Bu eğitimde temel hedef, iş hayatı, yaşanılan mekanlar ve benzeri durumları dikkate alarak eğitimin yaygınlaşmasını sağlamak, insanların yaşam koşullarından kaynaklanan çeşitli kısıtlılıkları eğitim öğretim için bir engel olmaktan kurtarmaktır. Daha önce mektupla eğitim ve açık öğretim tecrübelerine sahip olan Türkiye’de de dünyadaki gelişmelere paralel olarak uzaktan eğitim son yıllarda yaygınlaşmaya başlamış ve iktisat, işletme ve iletişimden edebiyat, tarih ve ilahiyat alanlarına kadar pekçok alanda öğrencilere çeşitli düzeylerde bu imkan verilmiştir. 
     
    İlahiyat alanında uzaktan eğitim, lisans tamamlama düzeyinde verilmektedir. İlahiyat önlisans derecesine sahip olanlar, merkezi bir sınavdan elde ettiklere puanlar da dikkate alınarak merkezi yerleştirme ile kısaca İLİTAM olarak adlandırılan ilahiyat lisans tamamlama programına alınmaktadırlar. Ankara ve Sakarya üniversiteleri tarafından yürütülen bu programa son yıllarda başka üniversitelerde de yer verilmiş ve programın işleyişi ve yapısı açısından ortaya çıkan tecrübe dikkate alınarak, aksayan yönleri düzeltilme yoluna gidilmiştir. Nitekim İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi bünyesinde de İLİTAM programı son iki yıldır eğitim öğretim faaliyetlerini üniversitenin uzaktan eğitim merkezi (İSUZEM) işbirliğiyle yürütmektedir.
     
    Genelde uzaktan eğitim, özelde ise İLİTAM programına yönelik olarak Türkiye’deki farklı çevrelerde zaman zaman çeşitli tartışmaların yapıldığı bilinmektedir. Bu tartışmaların bir kısmı, bu programın müfredat ve içeriğine yönelik olurken büyük bir kısmının programın veriliş şekli olan uzaktan eğitimle ilgili olduğu görülmektedir. İlahiyat derslerinin uzaktan eğitimle verilmesinin çeşitli sorunlar oluşturacağı, derslerin ve sınavların sağlıksız ortamlarda yapılacağı ve eğitim öğretim açısından çeşitli problemlere yol açacağı gibi birçok argüman ileri sürülmektedir. Uzaktan eğitime yönelik eleştirel yaklaşımların önemli ölçüde örgün eğitimden geçmiş ya da geçmekte olan kişiler tarafından dillendirilmesi de dikkat çekicidir. Bu bağlamda bazı çevreler, uzaktan eğitimi tamamlayanların örgün eğitim mezunlarıyla aynı diplomayı alacak olmaların bir haksızlık olduğunu da ileri sürmektedirler. 
     
    Genelde bu tartışmaların, uzaktan eğitimi ve İLİTAM programını yeterince tanımayan çevreler tarafından dışarıdan yapılan yüzeysel değerlendirmeler çerçevesinde yürütüldüğü gözden kaçmamaktadır. İLİTAM üzerine zaman zaman çeşitli yerlerde yapılan yorum ve değerlendirmelerde bunu görmek mümkündür. Nitekim Fatma Barbarosoğlu’nun 09 Mart 2012 Cuma günü Yeni Şafak Gazetesindeki köşesinde “Birileri uzaktan eğitimi durdursun” başlıklı yazısında bir okuyucusunun satırlarından yaptığı alıntı bunun açık bir örneğini oluşturmaktadır.
     
    Bu köşe yazısında alıntılanan E.Y. isimli okuyucunun satırları İLİTAM programına yönelik açıktan bir dezenformasyondur. İstanbul İlahiyat uzaktan eğitim programına devam eden bir öğrenciden hareketle dile getirilen görüş ve iddialar üzüntü vericidir. Buradaki üzüntünün temel nedeni “İlahiyat Fakültesi mezunu, doktorasını tamamlamış bir okuyucu” olarak tanımlanan bu kişinin verdiği yalan yanlış bilgilerle İstanbul üniversitesi İlahiyat Fakültesi bünyesinde iki yıldır uygulanmakta olan İLİTAM programına yönelik kamuoyunun yanlış bilgilendirilmeye çalışılmasıdır. 
     
    Yayımlanan satırlarında söz konusu kişi İLİTAM’la ilgili uzaktan eğitim programını, sanki yalnızca dönem sonunda verilen bir haftalık bir yüzyüze eğitimle sınırlı imiş gibi göstermekte, öğrencilere eğitim öğretim veren hocaları yapılan sınavlarda sordukları soruları bilmemekle itham etmekte ve bir üniversitede bir sene sonunda 5000 diploma “dağıtıldığını” iddia etmektedir. 
     
    Bu kanaat ve iddiaların tamamıyla gerçek dışı olduğu ve bu programa yönelik önyargıların dışavurumundan ibaret olduğu aşikardır. Öncelikle köşe yazısında yer verilen satırların yazarının, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi bünyesinde uzaktan eğitimle verilen İLİTAM programının işleyişinden bihaber olduğu ortadadır. Öğrencilere verilen eğitim, online sistemde sanal sınıflar oluşturmak suretiyle “canlı yayın ders anlatımı” şeklinde gerçekleştirilmektedir. Öğrenciler belirlenen ders saatlerinde online ortamdaki sınıflara katılmak suretiyle yalnızca canlı yayın olarak verilen dersleri takip etmekle kalmamakta, derslere ilişkin soru ve görüşleriyle canlı yayın derslere katılabilmektedirler. Öğrencilere verilen derslere yönelik müfredat, içerikler ve ders materyalleri örgün eğitim programından farklılık arzetmemektedir. Öğrencilerin ara sınavları online olarak, dönem sonu sınavları ise Fakültede yapılmaktadır. Fakültede yürütülen bu program öğrencilerine her dönem sonunda düzenlenen yüzyüze eğitim katkısıyla öğrencilerin ilgili öğretim elemanlarıyla görüşmeleri ve dönem boyu canlı dersler aracılığıyla aldıkları eğitime yönelik bir değerlendirme fırsatı yakalamaları da sağlanmaktadır. Dolayısıyla İLİTAM programına ilişkin yürütülen uzaktan eğitim, ders kitaplarıyla yürütülen bir açık öğretim ya da mektupla eğitim değildir.
     
    İkinci olarak, ilgili köşe yazısında “İlahiyat Fakültesi mezunu ve doktorasını tamamlamış” bir kişi olarak tanımlanan söz konusu satırların yazarının ilitam programında ders veren İlahiyat Fakültesi öğretim elemanlarının öğrencilere sordukları soruları bilip bilmediklerini sorgulaması oldukça ilginçtir. Bu durum, en basit bir yaklaşımla ilgili hocalara yönelik bir suizan, karalama ve iftiradır. Bu kişiye bu suizan, karalama ve iftirayı lisans ve lisansüstü düzeyde aldığı ilahiyat eğitimiyle, özellikle de İslam ahlakıyla nasıl bağdaştırdığını sormak gerekir.  
     
    Bir diğer husus İLİTAM programları mezunlarına yönelik verilen rakamlardır. Söz konusu kişi “bir ilitam programda bir sene sonunda 5000 diploma dağıtıldığından” bahsetmekte ve 10 üniversite olduğu var sayılsa 50000 gibi “uyku kaçırmaya yetecek korkunçlukta bir rakam”dan söz etmektedir. Hayali ihracatcıları, masa başı yazarları, masa başı yorumcuları ve masa başı bilim insanlarını biliyoruz. Açıkçası bu da gerçekle uzaktan yakından ilgisi olmayan tamamıyla hayali, masa başı bir kanaat. Hani insanın, “neresini düzelteyim ben bunun” diyesi geliyor. Bu sayılar tamamıyla yanlış. Zira İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesindeki İLİTAM programının her yıl 500 kontenjanı var. İLİTAM programına yer veren diğer üniversitelerde ise söz konusu programa yönelik 700 ila 200 arası kontenjan söz konusu. Dolayısıyla Türkiye genelinde bu programın toplam 4100 civarında yıllık öğrenci kontenjanı var. 
     
    İLİTAM programı mezunlarına diploma “dağıtılması” meselesine gelince… Fakültemiz İLİTAM programına kayıtlı öğrenciler gerekli şartları yerine getirerek programı tamamladıklarında diplomalarını “alacaklar” ve ilahiyat lisans mezunu olacaklar. Ancak belli ki örgün eğitim görseler bile birileri, “dağıtılan diplomalar” alıyorlar…
     
    Son bir husus da böylesi satırların bir gazetenin köşe yazısına rastgele alıntılanmasına yöneliktir. Sorumlu bir yazarın her şeyden önce okuyucuyu ve kamuoyunu doğru bilgilendirme adına bu satırlarda ileri sürülen iddiaları araştırdıktan sonra yer vermesi beklenirdi. 
     
    Sonuç olarak, gerek örgün gerek uzaktan eğitim İlahiyat Fakültelerindeki eğitim öğretim ve müfredat üzerine kuşkusuz çok şey konuşulup söylenebilir. Ancak, belli ki İlahiyat Fakültelerinde özellikle İslam ahlakına yönelik müfredatın yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. 
     
    İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı   Prof. Dr. Şinasi Gündüz
     
    Kaynak:Timeturk
  • Diyanethaberler Den F.K. Barbarosoğluna Hakaret

     

    Diyanethaberler.com ve Dinihaberler.com sitesi aynı haber yayınlarını yapan siteler. Bu siteler bizim de fasiharabic.com’un da paylaştığı Fatma Karabıyık Barbarosoğlu hanımefendinin “Birileri Uzaktan Eğitimi Durdursun” yazısını öyle bir şekilde yayınlamışlar ki ! Kadın haklarından bahsedildiği şu günlerde kadınlığı-bayanlığı  bir hakaret vesilesi kılarak “Saçı Uzun Aklı Kısa “ sözlerini kullanmışlar.

    Öncelikle site yöneticilerinin yazar belirtmedikleri için kendilerine ait olduğunu düşündüğümüz bu yorumu Sayın Barbarosoğlu haketmemektedir. Yazardan yorum sahipleri acilen özür dilemelidir.

    İlitamlar İlahiyat Fakültelerinden Daha İyi Eğitim Vermekteymiş

    Diyanethaberler’deki yorum sahibi Barbarosoglu!nun  İlitam-İlahiyat Lisans Tamamlama programlarıyla ilgili bilgisizliğinden dem vururken örgün ilahiyat fakültelerinden bile daha kaliteli eğitim aldıklarını iddia etmektedirler. Bu ididaları kesinlikle yanlış. İlitam mezunu bazı talebeler örgün ilahiyat mezunlarından daha bilgilli ve birikimli olabilirler ama bunlar kesinlikle istisnadır. Bu yorum sahibinin de İlitamlar hakkında bilgisizliğinin ilanıdır Çünkü İlitam demek kopya demektir. Online yapılan vize sınavlarında öğrencilerin %95 kopya çekmektedir. Kalan % 5 lik kısım ise facebookta kurulan ilitam guruplarından haberleri olmayan kısımdır.

    Online Sınav yapmayan Ankara İlahiyat Uzaktan Eğitim Programı gibi istisnalar bu programın nasıl düzgün bir şekilde işleyebileceğinin göstergesidir.  

    Sadece bu sebeple bile Barbarosoğlu’nun haklılığı ortaya çıkar. 

    Aslında bizim konuşmamız gereken konu ilitamların ıslahı olmalıyken olanı korumak için bilgisizce bir koruma içgüdüsüyle hareket edilen bu hakaret yorumu  olmamalıydı. Diyanet kisvesini ve adını barındıran sitelere hiç yakışmadı.

    Çözüm Diyanet ve Yökte.

    Çözüm önerileri üretilmelidi. İlitamlarda nasıl daha iyi eğitim verilebilir, kalite nasıl arttırılır gibi sorular sorulmalıydı.

    Hatta biz bu konuyla ilgili görüş ve önerilerin belirtilebileceği bir anket oluşturarak objetkif veriler elde etmek amacıyla fasiharabic.com  İlitamlarda Kopya Nasıl Engellenir Anket! sorusunu sordu. Bu konuyla ilgili görüşler alınmalı ve sorunlar eksikler düzeltilmeli. Bu sorunların çözümü ise Diyanet ve Yök’tedir. Bu fakültelerin açılmasını isteyen Diyanet İşleri Başkanlığı’dır. Sistemi uygulayan da Yök’e bağlı üniversitelerdir.

    İhsan Cabir/Fasiharabic.com


    Diyanethaberler-dinihaberler’in ilgili yorumu:

    İşte yaklaşık 30 yıldan beri ülkemizde uzaktan eğitim sistemi uygulanırken ve milyonlarca insan bu şekilde hem geçim derdi ile uğraşıp hem de eğitimi için gecelerini, tatil günlerini kafa yorarak, araştırarak ve ellerindeki kaynaklara başka kaynaklar ilave ederek ve hatta iş saatlerinin dışında dershanelere devam ederek okul bitirirken bir yazar kalkmış uzaktan eğitini kaldırın diyor.

    Yazısına bağcıyı dövmek ile giren yazar adeta karşıt cinslerinin sıkça kullandığı “saçı uzun aklı kısa” özdeyişine yakışır bir şekilde eğitim sisteminin artık vaz geçilmesi olmuş uzaktan eğitimi ayaklar altına almaya çalışıyor.

    Yok. bu aklı başındalık değil sadece cahillik…

    İnanıyorum ki uzaktan eğitim ile sınıfını geçenler örgün eğitime gidenlerden daha fazla emek harcıyor, daha fazla bilgi ediniyorlar. Örgün eğitime giden öğrenci yüzyüze görüştüğü öğretmenine biraz cilve, bir yağcılık yaptı mı sınıfını geçer de uzaktan eğitimin öğrencisinin böylesine bir şansı yoktur.

    Dedik ya, yazarın cahili de olur. Bu da onlardan..

    Nasıl yerleştiyse bir köşeye oturmuş havanda su dövüyor.

    Yazık..

    Gazeteye de yazık..

    Haberin yayın Tarih ve Saati: 11 Mart 2012 Pazar 00:17

     

    Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’nun ilgili yazısı

    Birileri uzaktan eğitimi durdursun!

    Türkiye; siyasileri ile, sivil toplum örgütleri ile, medya üzerinden eğitimi tartışır gibi yapıyor. Maksat bağcıyı dövmek diyeceğiz de ortada bağcı yok. Hepimiz üzümüz. Sıkılan bizim suyumuz.

     

    Eğitim tartışmalarını izliyorum. Çocukların eğitiminin bir yıl öne çekilmesine itiraz ediyorum. Sayın Başbakanımız’ın ve Sayın Milli Eğitim Bakanımız’ın bu konuyu dikkatlice düşüneceğini ve apar topar böyle bir uygulamaya geçilmeyeceğini ümit ediyorum.

     

    Eğitimi imam hatipler üzerinden, “dindar gençlik” üzerinden tartıştığımız zaman bu tartışmanın frekansı en çok dindar gençleri yaralıyor. Yaralanmamak için kabuklarını kavileştiriyorlar ama günümüzün İlahiyat mezunları ile yirmi yıl öncenin, on yıl öncesinin imam hatip mezunlarını bilgi, görgü, ideal, ahlaki duyarlılık açısından mukayese ettiğimizde ortaya çok vahim bir tablo çıkıyor.

     

    Çarşamba günü haberlerde DİP tarafından yapılan şu açıklama yer aldı: “6932 Kur’an kursu öğreticisinin ataması yapıldı. Bilgisayar ortamında yapılan yerleştirme sonuçlarına göre, İlahiyat Fakültesi mezunu 271, İlahiyat ön lisans ve diğer lisans mezunu 106, İlahiyat ön lisans mezunu 3 bin 542, İmam Hatip Lisesi mezunu ve diğer lisans mezunu 139, İmam Hatip Lisesi mezunu ve diğer ön lisans mezunu 136 ve İmam Hatip Lisesi mezunu 2 bin 738 olmak üzere toplam 6 bin 932 kişinin yerleştirme işlemleri gerçekleştirildi.”

    Rakamlara bakınca her şey güzel ve şık görünüyor. Ama rakamlar hayatı kurtarmaya yetmiyor. Tam da bu konu ile ilgili olduğu için sizlere İlahiyat Fakültesi mezunu, doktorasını tamamlamış bir okuyucumun satırlarını sunmak istiyorum.

    Sevgili hocam;

     

    Geçen hafta, bir genç kızla tanıştım. Bu hanım kız, açık öğretimden ilahiyat önlisans okumuş, şu anda da ilitam programından İstanbul İlahiyat’tan uzaktan eğitimle devam ediyor, Kur’an kursu öğreticisi. Benim sıkıntım şu ilitam meselesinde başlıyor ve sizinle düğümlenme noktası da sizin bu meyanda yazmış olduğunuz bir yazınız. Biliyorsunuz ilitam programına dahil olanlar, herhangi bir üniversiteye devam etmiyorlar, evlerinin konforunda diplomalarına kavuşuyorlar.

     

    Ancak üniversitelerde şöyle bir uygulama var: Final haftası öncesinde, bir hafta boyunca ilitam öğrencilerine dönem içerisinde sorumlu oldukları dersler, hocalar tarafından özet olarak da olsa anlatılıyor. Yani en azından göz hizasından bir temas sağlama çabası var. Ben de bu genç kıza İstanbul İlahiyat’ın yüzyüze eğitimine devam edip etmediğini sordum, hani en azından birkaç saatliğine de olsa x hocanın tedrisinde bulundum diyebilmek açısından. “Hayır” dedi. Hem ne gerek vardı ki zaten… Ensar’a devam ediyor musun, destek almak açısından dedim. “Vaktim yok” dedi.

     

    Zaten sınavlarda kitaplardakini soruyorlardı, hem bakalım sordukları soruları soranlar biliyorlar mıydı ki…

     

    Neticesi hocam, bu hanım kız çözmüş zaten eğitimin gayesini, hayatın anlamını…

     

    Bir ilitam programında, bir sene sonunda 5000 diploma “dağıtılıyor” (veriliyor bile demek istemiyorum) bunun 10 üniversitede olduğunu var saysak… 5000X10: 50000… Bence uyku kaçırmaya yetecek korkunçlukta bir rakam. Ve daha da korkuncu, kendisinin öğrencilerine nasıl da bakış açısı kazandırdığından, ne kadar da “başarılı” bir öğretici olduğundan o kadar emin ki… Yüksek lisans öğrencisi adayı olarak karşılaşıyoruz bazen, hazırlık sürecinde tavsiye isteyenler falan oluyor ama (diyelim alan tasavvuf) o alanın okunması en temel eserlerini bırakın okumuşluğunu, adını bile duymadığını görüyorsunuz. Okuması gereken konuları hızlıca kotarabilmesi için dergilerden faydalanabileceğini söyledim bir tanesine, “aaa evet ben takip ediyorum zaten” dedi, “hangisini” dedim. “…” demez mi? Bahsettiği dergide 2 röportaj, birkaç çarpıcı resim, 1-2 makale.

     

    ÖYP’de (öğretim elemanı yetiştirme programı) durum biraz farklı, öğretmen ataması gibi işliyor süreç. ALES puanı ve dil puanıyla atanıyorsunuz. Yani hocam, yeterli midir bir öğretim görevlisi olmak için ALES ve dil puanı! Bu konunun sizdeki düğüm noktası, baya bir eskiye dayanıyor. Sizin bir yazınız vardı, açık öğretimdeki sosyoloji ve felsefe programlarının sıkıntısından, eğitim sürecinin sağlıksız olduğundan bahsediyordunuz, ben o listeye ilahiyatın da dâhil edilmesi konusunda eskisinden daha fazla ısrarlıyım. Yazılarınızda evlilikten, eğitime gündelik hayatın her safhasını ele aldığınız için hayatın her anında karşımıza çıkabiliyor satırlarınız. Paylaşmak istedim.

    Baki muhabbet ve dua ile…E.Y.

  • İlahiyat Mezunları-Talebeleri Bu Habere Dikkat!

    İlahiyat Mezunları !

    İlahiyat Talebeleri !

    Sizler de Eilahiyat Dergisine yazılarınızı gönderebilirsiniz.

    Eilahiyat Dergisi 2. Sayısı Çıkıyor!.

    İlahiyata dair her türlü yazı ve çizilerinizi dergimizde yayınlayabiliriz.

    Bilgi ve irtibat:

    dergi@eilahiyat.com – 0506 928 15 61

    Yazıların gönderileceği son tarih: 01.04.2012

    Yayın kriterlerimiz: Yazıların yayınlanıp yayınlanmayacağına dergi komisyonumuz karar verecektir.

    Yazıların daha önce herhangi bir yerde yayınlanmamış olması gerekmektedir.

    Gönderilen yazılar sahiplerine iade edilmez.

    Yazılarda, akademik bir uslüp aranmayacaktır.

    Yayın komisyonumuzun onaylamadığı yazılar, sahipleri dilerse eilahiyat.com da yayınlanabilecektir.

    Konular:Yazı sahibi;

    1. İlahiyatçı ise, (öğrenci, mezun, akademisyen, imam-hatip, öğretmen vs) herhangi bir konuyla ilgili tüm yazıları,

    2. İlahiyatçı değil ise, “ilahiyat” ile ilgili her türlü yazıları dergimizde yer alabilir. http://eilahiyat.com/ei-dergi.html

  • Birileri Uzaktan Eğitimi Durdursun!

     

     İŞTE O YAZI:

    Birileri uzaktan eğitimi durdursun!

    Türkiye; siyasileri ile, sivil toplum örgütleri ile, medya üzerinden eğitimi tartışır gibi yapıyor. Maksat bağcıyı dövmek diyeceğiz de ortada bağcı yok. Hepimiz üzümüz. Sıkılan bizim suyumuz.

     

    Eğitim tartışmalarını izliyorum. Çocukların eğitiminin bir yıl öne çekilmesine itiraz ediyorum. Sayın Başbakanımız’ın ve Sayın Milli Eğitim Bakanımız’ın bu konuyu dikkatlice düşüneceğini ve apar topar böyle bir uygulamaya geçilmeyeceğini ümit ediyorum.

     

    Eğitimi imam hatipler üzerinden, “dindar gençlik” üzerinden tartıştığımız zaman bu tartışmanın frekansı en çok dindar gençleri yaralıyor. Yaralanmamak için kabuklarını kavileştiriyorlar ama günümüzün İlahiyat mezunları ile yirmi yıl öncenin, on yıl öncesinin imam hatip mezunlarını bilgi, görgü, ideal, ahlaki duyarlılık açısından mukayese ettiğimizde ortaya çok vahim bir tablo çıkıyor.

     

    Çarşamba günü haberlerde DİP tarafından yapılan şu açıklama yer aldı: “6932 Kur’an kursu öğreticisinin ataması yapıldı. Bilgisayar ortamında yapılan yerleştirme sonuçlarına göre, İlahiyat Fakültesi mezunu 271, İlahiyat ön lisans ve diğer lisans mezunu 106, İlahiyat ön lisans mezunu 3 bin 542, İmam Hatip Lisesi mezunu ve diğer lisans mezunu 139, İmam Hatip Lisesi mezunu ve diğer ön lisans mezunu 136 ve İmam Hatip Lisesi mezunu 2 bin 738 olmak üzere toplam 6 bin 932 kişinin yerleştirme işlemleri gerçekleştirildi.”

    Rakamlara bakınca her şey güzel ve şık görünüyor. Ama rakamlar hayatı kurtarmaya yetmiyor. Tam da bu konu ile ilgili olduğu için sizlere İlahiyat Fakültesi mezunu, doktorasını tamamlamış bir okuyucumun satırlarını sunmak istiyorum.

    Sevgili hocam;

     

    Geçen hafta, bir genç kızla tanıştım. Bu hanım kız, açık öğretimden ilahiyat önlisans okumuş, şu anda da ilitam programından İstanbul İlahiyat’tan uzaktan eğitimle devam ediyor, Kur’an kursu öğreticisi. Benim sıkıntım şu ilitam meselesinde başlıyor ve sizinle düğümlenme noktası da sizin bu meyanda yazmış olduğunuz bir yazınız. Biliyorsunuz ilitam programına dahil olanlar, herhangi bir üniversiteye devam etmiyorlar, evlerinin konforunda diplomalarına kavuşuyorlar.

     

    Ancak üniversitelerde şöyle bir uygulama var: Final haftası öncesinde, bir hafta boyunca ilitam öğrencilerine dönem içerisinde sorumlu oldukları dersler, hocalar tarafından özet olarak da olsa anlatılıyor. Yani en azından göz hizasından bir temas sağlama çabası var. Ben de bu genç kıza İstanbul İlahiyat’ın yüzyüze eğitimine devam edip etmediğini sordum, hani en azından birkaç saatliğine de olsa x hocanın tedrisinde bulundum diyebilmek açısından. “Hayır” dedi. Hem ne gerek vardı ki zaten… Ensar’a devam ediyor musun, destek almak açısından dedim. “Vaktim yok” dedi.

     

    Zaten sınavlarda kitaplardakini soruyorlardı, hem bakalım sordukları soruları soranlar biliyorlar mıydı ki…

     

    Neticesi hocam, bu hanım kız çözmüş zaten eğitimin gayesini, hayatın anlamını…

     

    Bir ilitam programında, bir sene sonunda 5000 diploma “dağıtılıyor” (veriliyor bile demek istemiyorum) bunun 10 üniversitede olduğunu var saysak… 5000X10: 50000… Bence uyku kaçırmaya yetecek korkunçlukta bir rakam. Ve daha da korkuncu, kendisinin öğrencilerine nasıl da bakış açısı kazandırdığından, ne kadar da “başarılı” bir öğretici olduğundan o kadar emin ki… Yüksek lisans öğrencisi adayı olarak karşılaşıyoruz bazen, hazırlık sürecinde tavsiye isteyenler falan oluyor ama (diyelim alan tasavvuf) o alanın okunması en temel eserlerini bırakın okumuşluğunu, adını bile duymadığını görüyorsunuz. Okuması gereken konuları hızlıca kotarabilmesi için dergilerden faydalanabileceğini söyledim bir tanesine, “aaa evet ben takip ediyorum zaten” dedi, “hangisini” dedim. “…” demez mi? Bahsettiği dergide 2 röportaj, birkaç çarpıcı resim, 1-2 makale.

     

    ÖYP’de (öğretim elemanı yetiştirme programı) durum biraz farklı, öğretmen ataması gibi işliyor süreç. ALES puanı ve dil puanıyla atanıyorsunuz. Yani hocam, yeterli midir bir öğretim görevlisi olmak için ALES ve dil puanı! Bu konunun sizdeki düğüm noktası, baya bir eskiye dayanıyor. Sizin bir yazınız vardı, açık öğretimdeki sosyoloji ve felsefe programlarının sıkıntısından, eğitim sürecinin sağlıksız olduğundan bahsediyordunuz, ben o listeye ilahiyatın da dâhil edilmesi konusunda eskisinden daha fazla ısrarlıyım. Yazılarınızda evlilikten, eğitime gündelik hayatın her safhasını ele aldığınız için hayatın her anında karşımıza çıkabiliyor satırlarınız. Paylaşmak istedim.

    Baki muhabbet ve dua ile…E.Y.


    İlitamlarda Kopya Nasıl Engellenir Anket!