Yıl: 2012

  • Arapça’nın Türkiye Birincisine Umre

    Yarışmanın Türkiye ayağını, Milli Eğitim Bakanlığı, Akademi Lisan Derneği, Ensar Vakfı ve Önder İmam Hatipliler Derneği gerçekleştirecek. Hitabet, şiir ve grafiti dallarında yarışan yarışmacıların Türkiye birincisi umre ile ödüllendirilecek. Uluslararası Arapça Yarışması’na Türkiye, Bulgaristan, Makedonya, Kosova, Romanya, Karadağ, Sırbistan, Hırvatistan ve Bosna-Hersek’ten de öğrenciler katılıyor.

    1940’lı yıllarda, ilk defa Berlin Duvarı’nda protestoların yazınsal ifadesi olan grafiti sanatı kullanılmıştı. Daha sonra dünyanın her tarafında kullanılan grafti sanatı, bu yarışmayla ilk kez tuale işlenecek. Grafiti sanatı ile ortaya çıkacak eserler Haliç Kongre ve Kültür Merkezi’nde sergilenecek. Dünya genelinde birinci olan eser sahibine bin 500, ikinciye 1000 lira üçüncüye ise 500 lira ödül verilecek.

  • Diyanet İşleri Başkanı ’45 dakika’da

     

    Ayasofya Müzesi’nden canlı yayınlanan programda Görmez, müzik başta olmak üzere İslam’da sanat ve estetiği anlattı.

    Görmez, İslam’da ‘Yüce varlıkları somutlaştırarak zihinleri somut olana mahkum etmemek için daha çok soyut alanda sanat eserleri geliştiğini’ söyledi.

    İslam’da sanat ve resimle ilgili yasakların ‘tapınmak amacıyla yapılan suretlere’ yönelik olduğunu söyleyen Görmez, “Böyle bir gerekçe ortadan kalktıktan sonra, Kur’an-ı Kerim’de doğrudan yasaklamıyor. Ama yasaklayan Hadis’i Şerif var” diye konuştu.

    Görmez Medine’de başına gelen bir olayı ise şöyle anlattı:

    “2 yaşındaki kızımın fotoğrafını çekerken yakalandım. Görevliler gelerek makinemi elimden aldı. Görevlilere ‘Neden fotoğraf çekmeme karşı çıkıyorsunuz’ soruna ‘Peygamber efendimizin suret yaratanlara Allah lanet etsin hadisini bilmiyor musunuz?’ yanıtını verdiler. Görevlilere o hadisin tapınmak için yapanlara yönelik olduğunu ve bizim böyle bir niyetimiz olmadığını söyledim. Daha sonra görevlilere üzerinde kralın resminin olduğu bir Suudi Arabistan Riyali çıkararak gösterince ‘bu çok ayrı bir şey’ dediler.”

  • Muhafazakar Sanatkar İskender Pala Mı !?

     

    Muhafazakar sanatın ilkelerini açıklıyorum; bundan böyle…

    Eski Türk Edebiyatı profesörü, sabık Kültür Bakanlığı müsteşarı, halihazırda Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri ve dahi YÖK üyesi sayın Mustafa İsen, bir toplantıda   “Nasıl muhafazakâr kesimin bir demokrasi anlayışı varsa, muhafazakâr demokrasi diye bir şeyden bahsedebiliyorsak, (Gerçekten  “muhafazakâr demokrasi” diye bir şey var mı? Bir yaşıma daha girdim.) o zaman ‘muhafazakâr estetik’ ve ‘muhafazakâr sanat’ diye bir şeyden de bahsetmek, bunun normlarını ve yapısını oluşturmak gibi bir yükümlülük içindeyiz…” buyurmuşlar.

    Bu etiketleri sıralamamızın bir nedeni var. Sanat ve edebiyat sahasında bir tartışma başlatmak için kullanılan bazı etiketlere dikkat çekmek istiyoruz. Demek ki ne lazımmış öncelikle. Etiket. Güç. Resmiyet. Halihazırda Başkomutan’ın Genel Sekreterliğini yürüten bir kişi, işaret eder, ima eder, üstü kapalı emreder de tutan olmaz mı? Elbette. İyi ki “muhafazakar sanatın ilkelerini açıklıyorum; bundan böyle…” dememiş. Ama diyebilirdi pekala.

    Muhafazakar sanat aslında muhafazakar demokrat tanımının bir uzantısı

    Geçmişinde emir-komuta zinciri içinde hareketle iş görmüş bir kişi olarak sayın İskender Pala (enteresandır o da Eski Türk Edebiyatı profesörü) hemencecik durumdan vazife çıkardı. İfadesi aynen şöyle: “Bir muhafazakâr olarak sanatı tanımlayan 20 maddelik bir manifestoyu, aklıma hemen geliverdiği biçimde ve olabildiğince net yazacağım.” Kıvrak bir zeka örneği doğrusu: “Aklına hemen geliverdiği biçimde.” Muhafazakar sanat denilen şey de zaten böyle bir şeydir. İlkeleri, manifestosu akla ilk geliveren şeylerdir, bunda hayret edilecek bir şey yok. Hayret edilecek şey, bir yazarın bunları bir gazete köşe yazısında yazması ve bir kalemde çırpıştırıvermesi. Ciddiyet bu olsa gerek.

    Nelermiş o maddeler deseniz de buraya yazmayacağım. Çünkü iler tutar yanı yok maddelerin. Sayın Pala, muhafazakar sanat örneğine eser bazında sadece isim zikretmemiş. Ama bütün oklar kendisini gösteriyor. Muhafazakar sanat eserine örnek mi görmek istiyorsunuz, benim eserlerime bakınız, anlarsınız, diyor.

    Bazı kalemler meseleye, muhafazakar kelimesinin sözlük ve ıstılah anlamlarından girdi. Daha ilmî olur düşüncesiyle olsa gerek. Bunu sayın Pala da yapmış. Ama hiç kimse demiyor ki muhafazakar sanat aslında muhafazakar demokrat tanımının bir uzantısı. Yani kendilerini böyle tarif eden Ak Parti’nin. Bunu olsa olsa sayın Yalçın Akdoğan yapardı. Demek bu ayrıntıyı göz ardı etmiş veya ehline bırakmış Sayın Yalçın Akdoğan.

    İskender Pala şu durumda hem teorisyeni hem pratisyeni oluyor muhafazakar sanatın

    2003’ten beri yeni bir sanatçı kuşağı çıksaydı ve bu kişilerin yetişmesini muhafazakar demokratlar vaziyet etseydi, o zaman akla yatkın bir şey olurdu bu. Memleketin idaresini yürüten Ak Parti’nin bile düşünmediği bir şeyi, onun adına düşünenler ne amaçlamış olabilirler acaba? Milletvekilliği ve bakanlık olabilir ancak. Ak Parti yetkililerinin seçimden seçime hatırlayıp kullandıkları bir kavramla kendini tanımlayan bir yazar, şair var mı? İskender Pala “ben varım” dedi. İkinci örneği yok. İskender Pala şu durumda hem teorisyeni hem pratisyeni oluyor muhafazakar sanatın.

    Ve enteresandır, muhafazakar sanat, edebiyat ağırlıklı… Hani bunun resmi, tiyatrosu, sineması, mimarisi, musikisi, hattı derseniz; cevap yok. Pala, ben üzerime düşeni yaptım, diğer sahaları da yetkili sanatçılar yapsın tavrında. İnsan kalemi alınca eline, bir çırpıda onları da sıralayıvermez mi? Musiki, resim, tiyatro, mimarî dediğin şey ne ki. Beş dakikada Beşiktaş.

    Kendilerine “İslamcı” diyememiş bir kesimin değiştiklerini ifade etmek için buldukları “muhafazakar demokrat” kavramından sanat kuramı da çıkardılar ya, artık iş sadece kılgıda… Kuram belli. Sanat eserinin bütün kuramları ve hatta kendini var eden kuramı da aştığını bilmeyen adamların profesör olduğu, köşe yazdığı, roman yazdığı, yazdığı romanlarla en çok kazananlar listesine girdiği bir ülkede olduğumuzu unutuyor değilim. Yazdıklarını romanmış gibi gören ve gösteren (satıldığına göre romandır sanıyor, burada haklı) bir yazarın kendinden hareketle sahiplendiği kuramın en talihsiz yeri bence burası.

    Ak Parti neyi muhafaza etmiş de muhafazakar sanat ilkeleri çıkarılıyor icraatından, anlamış değilim. Kendini muhafazakar sanatçılar diye tanımlayan bir kuşak mı yetiştirdi Ak Parti? Kuramın önce geldiği ve ona göre eser üretildiği tarihte görüldü. Sosyal Gerçekçilik böyle doğdu. Bu analojiden hareket edildiyse, metod olarak muhafazakar sanat, o zaman komünizmi esas almış olur ki bu durum, doğrusu, Ak Parti’ye de haksızlık olur.

    Muhafazakar sanatçılar nerdeydi acaba o zaman?

    Bizim ecdadımız ve dahi eslafımız, İslam’ın bir estetiği olmasına ve bunu en güzel şekilde yansıtmalarına rağmen; “İslami roman”, “İslami hikaye”, “İslami şiir”, “İslami edebiyat”, “İslami mimari” tanımını kullanmamışlar. Neden? Çünkü sanat eseri beşeridir, insanî bir uğraştır, kişi ona kendinden bir şeyler katar. Kattığı o şeylerin içinde yeryüzüne ait çok şey vardır, ama hassasiyet, duyarlık İslam’dan alınmıştır. Bu tartışmalar 70’li ve 80’li yıllarda yapılmıştır. Muhafazakar sanatçılar nerdeydi acaba o zaman? Kolaylık olsun diye Akabe Yayınları arasından çıkan Açıkoturum 1 – Siyaset ve Sanat adlı kitabı tavsiye ederiz.

    Hasılı kelam, muhafazakar sanat, ölü doğmuş bir tartışmadır.

    Saniyen, sanat eseri bütün tanımları, bütün kuramları aşar.

     

    M. Yusuf Yılmaz

     

    Dünyabizim

  • Başörtü Avcısı Profesöre Soruşturma Açıldı

    Fen Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nadide Kazancı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, daha önce de bazı başörtülü öğrencilerin, Pekünlü’nün çeşitli yollarla öğrencilere baskı yaptığı iddiasıyla Cumhuriyet Savcılığına, Rektörlüğe ve YÖK’e şikayette bulunduğunu belirtti.

    Bu şikayetler sonucu Pekünlü’ye kınama ve kıdem cezaları verildiğini kaydeden Kazancı, hiçbir öğrencinin eğitim hakkından geri bırakılmaması için hassasiyet gösterdiklerini söyledi.

    Kazancı, Pekünlü’nün son olarak fakülte girişinde başörtülü öğrencileri fotoğrafını çekmesi olayıyla ilgili, hakkında disiplin ve ceza soruşturması açıldığını bildirdi.

    YÖK, yasakçı profesörü Denetleme Kurulu’na sevk etti

    Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri’nde başörtülü öğrencileri fotoğraf makinesi ile fişleyen, ardından da okula sokmayan yasakçı profesör, YÖK Denetleme Kurulu’na sevk edildi.

    YÖK’ten konu hakkında yapılan yazılı açıklamada, “Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri’nde öğrencilerin kılık kıyafet tercihlerine yönelik yaşanan hadiseler bugünkü gazetelere ‘Profesör, elinde makine ile başörtülü öğrenci avında’, ‘Başörtülü öğrencileri içeri almadı, fotoğraflarını çekti’ başlıklarıyla yansımıştır. Söz konusu haberle ilgili olarak Kurul’umuz, haberlerde adı geçen öğretim üyesi hakkında öğrencilerin kılık kıyafet konusunda yaşadıkları sıkıntıları aktaran şikayet dilekçelerini dikkate alarak daha önce beş defa inceleme ve soruşturma yapılmasını;

    19.06.2011 tarih 6363-39935 sayılı,
    22.06.2011 tarih 4363-44588 sayılı,
    13.09.2011 tarih ve 6203-39136 sayılı,
    25.11.2011 tarih 7927-50525 sayılı,

    25.01.2012 tarih ve 677-4150 sayılı yazılarla ilgili üniversitenin Rektörlüğüne iletmiştir.

     

    Kurulumuzun soruşturma talebi sonucunda, Ege Üniversitesi Rektörlüğü ‘Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği’ uyarınca ilgili öğretim üyesi hakkında çeşitli cezalar vermiştir. Ancak mevcut sıkıntının devam ettiği yönünde fotoğraflarıyla birlikte basına yansıyan haberler ve öğrenci şikayetleri üzerine Yükseköğretim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya’nın imzasıyla konu YÖK Denetleme Kurulu’na inceleme ve soruşturma için sevk edilmiştir. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 8. ve 9. Maddelerine göre Yükseköğretim Kurulu adına üniversiteleri, bağlı birimleri, öğretim elemanlarını ve bunların faaliyetlerini gözetim ve denetim altında bulundurmaya yetkili olan YÖK Denetleme Kurulu süreci ivedilikle tamamlayacaktır.” denildi.

    Başörtüsü avcısına Türkiye’den tepki yağıyor

    Her sabah Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü’nün kapısında nöbet tutup, başörtüsü avcılığı yapan Prof. Dr. Esat Rennan Pekünlü’ye Türkiye tepki yağdırıyor.

    Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nadide Kazancı , öğrencilerine yapılanı kesinlikle doğru bulmadığını belirterek, Anayasanın 42. Maddesini hatırlattı. O maddedeki; ‘Hiç kimse eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamaz’ ibaresini çok iyi özümsediğinin altını çizen Kazancı, Rennan Pekünlü’nün öğrencilerin fotoğraflarını izinsiz çekmesini, ‘özel hayatı ihlal etmek’ olarak değerlendirdi.

  • Yeterlilik Mülakatı Final Sınavları İle Çakışanlara Müjde

     

     

    Adaylar sıkıntılarını 0 312 285 85 72 nolu hatta faks cekerek bildirdikleri durumda sıkıntılarının giderileceğini söylediler. 

     

    Adayların yapması gereken

    İNSAN KAYNAKLARI GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
    Personel sistemleri Eğitim ve Sınavlar Daire Başkanlığına 

    Yeterlik Sözlü Mülakat Sınavım ile Üniversite final sınavlarım şu tarihleri arasında çakıştığından dolayı, Yeterlik Sözlü Mülakat sınavına şu tarihleri arasında girmeyi istiyorum….

    Gereğini Arz Ederim…

    Yeterlik Sözlü Mülakat Sınavı Tarihi…
    Üniversite Final Sınavlarının Tarihi: ……

    Ad Soyad:
    Tc:
    Açık Adres:
    Cep ve ev Telefon:
    Mail:


  • Başörtüsü Nöbeti Tutan Profesör!!! / Video Haber

     

    Okul girişinde başörtülü öğrencilerin fotoğraflarını çeken profesör, ardından kapının arkasına geçerek başörtülü öğrencilerin girişine izin vermiyor. Yüzünü kağıt ile gizleyen Pekünlü, başı açık öğrenciler gelince okulun kapısını açıyor, zorluk çıkarmıyor.

    Prof. Dr. Pekünlü, YÖK eski Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın, başörtülü öğrencilerin derslere girmeleri yönündeki talimatına rağmen tutumunu değiştirmedi. Aylardır kapıda nöbet tutarak başörtülü öğrencileri fişleyen ve içeriye girmelerini engelleyen Prof. Dr. E. Rennan Pekünlü , son icraatında Cihan Haber Ajansı kameralarına yakalandı. Kapıda başörtülü öğrencilerin fotoğraflarını çeken Pekünlü, kamerayı görünce yüzünü kağıtla gizleyerek içeriye girdi. Kapının arkasına saklanarak başörtülü öğrencilerin içeriye girişini engelleyen profesör, konuşma talebini kabul etmedi. Demokratik hakkını kullandığını ileri süren Rennan Pekünlü, “Başörtülü öğrencileri içeri almamak, bir profesörün görevi mi?” sorusunu cevapsız bıraktı. Kapıda bekleyerek başörtülü öğrencileri içeriye almayan profesör, erkek öğrenciler ile başı açık kız öğrencilerin giriş çıkışına karışmadı.

    KINAMA, LÜZUM-U MUHAKEME VE KADEME İLERLEME CEZASI ALDI

    İl dışında olduğu için telefonla görüştüğümüz Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nadide Kazancı, “Astroloji’den bir öğretim üyesinin, bizim konferans salonunda bir konferansı vardı. ’13. Burçlar’ mı ne… Bu konferansla ilgili olarak Rennan Pekünlü, dekanlığı arayarak, ‘Başörtülü öğrenciler girmeyecek. Eğer girerlerse hepsini dışarı atarım’ demiş. Bunun üzerine ben de rektör hanımla görüştüm. Bana, ‘Böyle bir şey olmaz. Madem böyle bir ayrım yapıyorlar, o zaman konferansı iptal edin’ dedi. Ben de, ‘İstediğiniz koşulların yerine gelmesi mümkün olmadığı için konferansı iptal ettim’ diye yazı yazdım. Kendisi kınama aldı, hakkında lüzum-u muhakeme çıktı, kademe ilerleme cezası verdim, son olarak tekrar bir soruşturma açtım. Daha ne yapabilirim?” dedi.

     
     
    Video Yükleniyor..
  • Taksime Cami Projesine Uluslararası Ödül

     

     

    Ünlü mimar, Taksim projesinin ayrıntılarını şöyle ifade ediyor:

    TAKSİM’E BÜYÜK BİR CAMİ ŞART ÇÜNKÜ..

    Osmanlı’dan bu yana Beyoğlu-Pera bölgesi İstanbul gayrimüslimlerinin yaşam ve ticaret mekanı olarak gelişmiştir. Burada batıdan esinlenilmiş bir mimari üslup egemen olmuş, Taksim ve İstiklal Caddesi çevrelerine görkemli elçilikler, konsolosluklar, kiliseler, sinagoglar ve benzerleri inşa edilmiştir. Müslüman nüfusun sınırlı olması nedeniyle bölgede camiler sayıca az ve küçük ölçeklidir. Özellikle Cuma namazlarının sokaklarda eda edildiği gözlenmektedir. Bu nedenlerle Taksim bölgesinde bir cami yapılarak bu eksikliğin giderilmesi zaman zaman gündeme getirilmiş ancak bu keyfiyet bugüne dek gerçekleşememiştir. 1928 yılında İtalyan heykeltraş Pietro Conannico’ya Taksim Meydanı’na içinde büyük önder ve ebedi lider Atatürk’ün heykelinin de bulunduğu bir anıt yaptırılmış, böylece Taksim Meydanı iyiden iyiye simgeleşmiş, ülkenin baş meydanı ve odak noktası hüviyetini kazanmıştır.

    TAKSİM’E CAMİ REJİM TARTIŞMASINA DÖNDÜ

    50 yaşındaki Taksim Camisi Kültür ve Sanat Vakfı’nın Taksim Meydanı’nı batıdan sınırlayan tarihi Maksem Sarnıcı arkasında bugün otopark olarak kullanılan ve içinde şekilsiz bir mescit bulunan 2.500 m2’lik alanda bir cami geliştirme çabaları liberal kesimlerin tepkilerine neden olmuş ve Taksim de cami inşası muhafazakar kesimler ile batılı kesimler arasında bir nevi bir rejim tartışması haline getirilmiştir. Zıtlaşmalar bugünlere akmış, temel endişelerden bir tanesi de Taksim’e Mimar Sinan üslubunda devasa bir cami inşası ihtimali olmuştur.

    HEM İŞLEVSEL HEM DE SİMGESEL BİR GEREKLİLİK

    Taksim bölgesinde doğru arsada doğru bir projeyle bir cami inşası %99’ı müslüman olan Türkiye’miz için hem simgesel hem de işlevsel bir gerekliliktir. Tarihi Maksem Sarnıçı arkasındaki bahis konusu arsa bu amaç için uygun olup için Vakıf bu arsada birçok cami projesi hazırlatmış, ancak bunlar takdire şayan olamamışlardır. Bu kere tasarlanan Taksim Cumhuriyet Camii Projesi belki de cami mimarisinde bir devri kapatıp yeni bir devri başlatacak bir adım olarak görülebilir. Büyük Usta Sinan’ın 500 sene evvel o günün malzeme, teknoloji ve anlayışıyla tasarladığı muhteşem anıtların bir kopyasını Taksim de tekrarlamanın yanlış olacağı görüşü hakim olmuş, mimarinin ancak gününün kültür, malzeme ve teknolojisini yansıttığı sürece değer taşıdığı yaklaşımı öne çıkmıştır. Belli konum ve şartlarda Sinan taklidi camiler kabul edilebilir olsa dahi Cumhuriyetimizin ve modern Türkiye’nin simgesi Taksim Meydanı’na inşa edilecek bir camii simgesel değerleri kaybetmemek koşulu ile çağdaş ve yaratıcı bir mimari yorum ile tasarlamak doğru ve kaçınılmaz bir yaklaşım olarak benimsenmiştir. Ayrıca, Proje her dinden yabancı turistlerin gezebileceği bir ‘Dinler Tarihi Müzesi’ ile zenginleştirilmiş ve böylece Taksim Meydanı’nın Dünya Kültürlerinin Buluşma Noktası’na dönüştürülmesi hedeflenmiştir.

    CAMİNİN TEKNİK AYRINTILARI

    Halen otopark olarak kullanılan 2.500 m2 lik arsadan en üst düzeyde faydalanmak üzere kurgulanan cami kompleksinin ana namaz mekanı ana plato seviyesinde kollarını yukarı açmış Allah’a yalvaran insanları simgeleyen kolonların taşıdığı dairesel çanağa oturtulmuş 15 metre çapındaki bir küreden oluşmaktadır. Küre yüksekliği platform seviyesinden 20 m.dir. Çanağa 2 asansör, 2 yürüyen merdiven ve 4 merdiven ile ulaşılmakta, yürüyen merdivenler namaza girişte yukarı, namaz bitişinde aşağı yönde çalıştırılmaktadır. Kubbe iki cidarlıdır. Dış zarf sonsuzluğu ifade eden ve kendi kendini taşıyan bir örgüden oluşmaktadır. Kubbe örgüsünün dokusu ahşap kesildiğinde ortaya çıkan damar dokusunu andırmaktadır. Bu doku içine gizlenmiş Allah lafzları bulunmaktadır. Dış kubbenin 1 m içinde ikinci bir cam kubbe bulunmaktadır. Dış kubbe dokusunun tepeye doğru sıklaşan hatları doğal bir ışık ve güneş kontrolu sağlamaktadır. Bu mekanda 300 kişi namaz kılabilmekte, ayrıca 70 kişilik bir kadınlar mahfeli bulunmaktadır. Ana kubbenin iç aydınlatması yıldızlarla bezenmiş Allah’ın sonsuz mekanı gökkubbeyi andırmaktadır. Çanağın altında, ana platodan 0.,sitesi yaklaşık 1.450 kişi olmaktadır. Plato alanı bir çeşmeli Şadırvan ile zenginleştirilmektedir. Platonun eğrisel cidarındaki oturma bankları sakinlerin buralarda oturup dinlenmelerine, sohbet etmelerine ve bir çay içmelerine imkan sağlamaktadır. Plato altında 0,75m toprak bulunmakta ve tüm yüzeye ağaç plantasyonunu mümkün kılmaktadır. Böylece Taksim Camii sadece bir ibadet mekanı değil bir buluşma odağı olarak algılanmalıdır.

    MİNARENİN YÜKSEKLİĞİ 40 METRE

    40 m yüksekliğindeki Minare ana kubbe benzeri bir doku ile sarılmakta ve bir asansör hem kadınlar mahfeline bağlanan köprüye hem de şerefeye hizmet vermektedir. Minareyi taçlandıran 4 küçük hilal 4 halifeyi, en üstteki büyük hilal de İslam dini ve kültürünü simgelemektedir.

    Cami platosuna hem Tarlabaşı Caddesi hem de İstiklal Caddesi tarafından simetrik bir düzende yaklaşılabilmekte ve buradaki merdivenler ile bir kat aşağıdaki abdest mekanlarına ve tuvaletlere ulaşılmaktadır. Yürüyen merdivenler abdest işlemin tamamlamış müminlerin tekrar ana platoya yükselmesini sağlamaktadır. Alanın iki ucunda yine simetrik bir düzende konuşlanan düşey ulaşım köşkleri platonun altında yer alan 7 kata ulaşımı sağlamaktadır. Tüm alt katlarının iki ucunda düşey ulaşım şaftlarına ilaveten sistematik olarak WC ler, hizmet ve teknik donanım mekanları bulunmaktadır. Taksim Caddesi tarafında halen hizmet veren umumi WC’ler korunmuş olup müstakil olarak çalışmaktadır.

    Platonun altındaki ilk iki kat arazi eğimi nedeniyle batı tarafından doğal ışık alabilmektedir. 1. bodrum katında konferans salonu ve kafeterya bulunmaktadır. Bir alt katta ise kütüphane, derslikler ve atölyeler yer almaktadır. 2 kat yüksekliğindeki fuaye iki kat beraber yaşatmaktadır. Sırasıyla 5., 4., ve 3. bodrum katları semavi dinlerin doğuş ve gelişmelerini tasvir eden ‘Dinler Tarihi Müzesi’ olarak hizmet vermektedirler. Bu katları bütünleştiren 3 kat yüksekliğindeki fuaye kuranglezler yardımıyla doğal ışık alabilmektedir. Ziyaretçi alttan 5. bodrum seviyesinden başlayarak önce Musevilik katını gezmekte, yürüyen bantı kullanarak 4. bodrum da Hıristiyanlık katına ve nihayet 3. bodrum da İslamiyet katına yükselmektedir. Her katta bulunan 180 derecelik dairesel sinevizyon salonlarında kısa süreli tanıtım filmleri ait olduğu katta sergilenen Din’in doğuş ve gelişimini tasvir etmektedir. Her seviyede o dine ait hediyelik eşya reyonu bulunmaktadır. Bu işlev ile Taksim Camisi ve dolayısıyla Taksim Meydanı’nı dünya kültür ve medeniyetlerinin buluşma ve birleşme noktasına dönüşmektedir. Zemin altına konuşlanan müze camiden tamamen bağımsız olarak işlev görmektedir.

    TOPLAM İNŞAAT ALANI 17.000 M2’DİR

    Son iki bodrum katı 2 araç asansörü ile servis edilen oto garaj olarak işlevlendirilmektedir. Bazı bölümleri kaldıraç sistemiyle iki katlı olarak kullanılan garaj toplam kapasitesi yaklaşık 140 araçtır. Tesisin toplam inşaat alanı 17.000 m2’dir.

    Cami bütününe yukarıdan bakıldığında zeminde Türk Bayrağı’nı simgeleyen bir Ayyıldız şekli algılanmaktadır. Taksim Meydanı’ndan bakıldığında ise Cami gündüzleri ‘doğan bir güneşi’, geceleri ise ‘doğan bir mehtabı’ anımsatmaktadır.”

     

     

  • İstanbul Üniversitesinden Ekmeleddin İhsanoğluna İadeyi İtibar

     

    İKÖ Başkanı Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’na 15 yıl görev yaptığı ve 2001 yılında kendi tabiriyle ‘bilim dışı hareket edilerek’ ayrılmak zorunda kaldığı İstanbul Üniversitesi’nden ‘Bilim Tarihi’ alanında doktora unvanı verildi. Rektörlük Binası Doktora Salonu’nda gerçekleştirilen tören, Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Özkan İhsanoğlu’nun birkaç dosya kağıdı tutan özgeçmişini okuyarak başladı. İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şinasi Gündüz’de İhsanoğlu’na fahri doktora verilme gerekçesini anlattı.
    İÜ Rektörü Prof. Dr. Yunus Söylet ise konuşmasına İhsanoğlu’na teşekkür ederek ve kendisinden özür dileyerek başladı. “Hocaya, bir insan hayatına ne kadar çok iş ve ne kadar çok eserin sığdırılabildiğini bizlere gösterdiği için teşekkür ederek başlamak istiyorum. Özgeçmiş okunurken hocaya katıldım. ‘Hocam kusura bakmayın bizim suçumuz değil’ dedim. ‘Siz o kadar çok şey yapmışınız ki doğal olarak uzun sürüyor.'” diyen Söylet, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Bilim tarihi, Türk kültürü ve İslam tarihi konularında seçkin bir yeri olan, bilim insani Ekmelettin İhsanoğlu hocaya İstanbul Üniversitesi olarak fahri doktora unvanı vermekten kıvanç duyuyorum. Değerli hocamız aslında bizden birisi. İhsanoğlu’nun bilim ve eğitim tarihine katkı ve hizmetlerinden dolayı bir çok ödül aldığını biliyoruz. Ancak biz İstanbul Üniversitesi’nin geleneğinde var olan ancak zaman zaman unutulan vefa ve aidiyet duygusunun sayın İhsanoğlu şahsında bu törenle tekrar hatırlatmak istedik.” 

    Rektör Söylet’in konuşmasının ardından İhsanoğlu’na cüppesi giydirilerek doktora diploması verildi. Söylet, İhsanoğlu’na bir sürpriz yaparak, gençlik yıllarına ait yağlı boya portresini hediye etti. Fen ve İlahiyat Fakültesi Dekanları da İhsanoğlu’na üniversite rozetini taktı. 

    Son olarak kürsüye gelen Prof. Dr. Ekmelettin İhsanoğlu konuşmasına salondakilere teşekkür ederek başladı. Bu salonda 15 sene farklı münasebetlerde bulunduğunu hatırlatan İhsanoğlu, “Ama bugün benim için çok ayrı bir gün. Burada 15 sene içerisinde değişik faaliyetlere katıldım. Fakat bugün bu unvana, sayın rektörümüzün, iki dekanımızın ve senatomuzun kararıyla muhatap olmak gerçekten beni derinden memnun etmiştir. 20’ye yaklaşan fahri doktora içerisinde, aldığım en manalı doktoradır.İstanbul Üniversitesi benim 15 senelik mensubiyetimden dolayı değil, aynı zamanda İstanbul Üniversitesi İslam dünyasının en kadim üniversitesidir. Avrupa dışında kurulan, Avrupalılar tarafından değil kendi imkanlarıyla kurulan ilk üniversitedir.” dedi. 

    Konuşmasının devamında İstanbul Üniversitesi’nden 2001 yılında bilim dışı hareket edilerek ayrılmak zorunda kaldığına dikkat çeken İhsanoğlu şöyle konuştu: “Demokratik anlayışlarını hüküm sürdüren ve biraz önce hocalarımızın da okudukları cv deki tecrübelerden ve faliyetlerden rahatsız olan insanların yüzüne dedim ki Mecelle’den 24. Kaidesinde der ki: ‘Engel kalkınca engellenen geri döner.’ Bu hukukun temel prensiplerinden, mantığında prensiplerinden bir tanesidir. Benim üniversiteden ayrılmama sebep olan ve benim buraya gelişime mani olan bir zihniyet, biraz önce başta sayın rektörümüzün ve dekanlarımızın ifade ettikleri gibi uzun yıllar ihmal edilen ve yok farz edilen Osmanlı dönemi biliminin var olduğunu az çok arkadaşlarımızın gayretleriyle ortaya koyduk. İşte onun için Oktay hocamızın buradaki varlığından büyük mutluluk duyuyorum.” 

    CİHAN

  • Müslüman Ülkeler Helal Gıdada Birleşiyor

    Konuyla ilgili faaliyetler hakkında bilgi veren Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Ergün, “Bu konuyu sadece Türkiye iç pazarı açısından değil, İslam ülkeleri açısından da önemsiyor ve değerlendiriyoruz.” diyor. 

    Bakan Ergün, İslam dünyasında ortak bir standart oluşturularak bu standartlara uygun belgelendirme hizmetinin sağlanabilmesi ve akreditasyon sorununun çözülebilmesi amacıyla Türkiye’nin de üyesi bulunduğu İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) bünyesinde 2007 yılında çalışmalar başladığını belirtiyor. TSE’nin, İslam Ülkeleri Standardizasyon ve Metroloji Enstitüsü’nin (SMIIC) yürüttüğü bu çalışmalarda Türkiye adına önemli inisiyatif üstlendiğine işaret eden Ergün, şu bilgileri veriyor: “Helal gıda belgelendirme alanında belirlenen üç standard 16-17 Mayıs 2011 tarihlerinde gerçekleştirilen SMIIC Teknik Komite toplantısında kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. İslam ülkeleri arasında ortak bir standart oluşturmanın, ülkelerimiz arasındaki ticari ilişkilere de çok olumlu yansıyacağını düşünüyorum. Mesela Türkiye’de tavuk eti üretimi yapan bir firma, ihracat yapacağı her farklı İslam ülkesi için ayrı ayrı belgelendirme yapması gerekiyordu. Ortak kabul edilmiş standartlar bu açıdan da büyük önem taşıyor.” SMIIC tarafından standartların kabulü sonrası TSE’nin ‘Helal Gıda Belgelendirmesi’ çalışmalarına 4 Temmuz 2011’de başladığına işaret eden Bakan Ergün, enstitünün ‘Helal Gıda Uygunluk’ belgelendirmesinin her aşamasında Diyanet ile işbirliği içerisinde çalıştığını ifade ediyor. Diyanet, TSE Helal Gıda Belgelendirme Komisyonu’na üye katılımı sağladığı gibi yapılan Helal Gıda Belgelendirme incelemelerine ve eğitimlerine uzman görevlendirerek destek veriyor. Bu çerçevede Helal Gıda Uygunluk belgelendirmesinin üretim yeri incelemeleri, ürünün teknolojik olarak üretim yeri yeterliliği, kalite kontrol imkanları, gıda güvenliği ve ilgili mevzuatlar gibi hususlar, enstitü tarafından değerlendiriliyor. 

    Helal kriterine uygunluğunun Diyanet uzmanları tarafından incelendiğini aktaran Ergün, “Gerektiği durumda alınan numuneler üzerinde analizler yapılarak nihai karar için Helal Gıda Belgelendirme Komisyonu’na sunulmaktadır. TSE Helal Gıda Belgelendirme Komisyonu’nda karar alıcı uzmanlar arasında Diyanet’in uzmanı üye olarak yer almakta ve nihai karar komisyonda alınmaktadır.” bilgisini veriyor. Ergün, şimdiye kadar 63 kuruluşun helal gıda belgesi aldığını belirtirken, denetim faaliyetlerinin önemine dikkat çekiyor. Şimdiye kadar et ve et ürünleri, süt ve süt ürünleri, yumurta, tahıl ürünleri, şekerleme ürünleri, gıda katkı maddeleri gibi ürün gruplarında helal gıda belgesi alındı.

    Zaman

  • Marmara İlahiyat Fakültesinden Tortumlu Öğrencilere Kitap Yardımı

     

    Bu kapsamda yapılan kütüphaneler, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı tarafından büyük destek gördü. Marmara Üniversite İlahiyat Fakültesi Vakfı, yapımına devam edilen kütüphanelere, yaklaşık bin kitabı ücretsiz göndererek öğrencilerin hizmetine sundu. İlçe Milli Eğitim Müdürü Metin Ferah, İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali Köse ile aynı fakültenin öğretim üyesi Prof. Dr. Muhsin Demirci’ye yardımlarından dolayı teşekkürlerini ilettikten sonra; “Yapılan kütüphaneler ile öğrencilerimize kitap okuma alışkanlığı kazandıracak, daha çok okuyan ve kitaba ve kütüphaneye duyarlı nesiller yetiştirmeye devam edeceğiz” dedi.