El Lulu Vel Mercan

CİHAT VE MİLLETLERARASI İLİŞKİLER (SİYER) El-Lu’lu ve’l-Mercan – Muhammed Fuad Abdulbaki

CİHAT VE MİLLETLERARASI İLİŞKİLER (SİYER)

Abdullah b. Ömer (r.a.) anlatıyor:
Hz. Peygamber (a.s.) Mustalik oğulları üzerine hayvanlarının suya götürüldüğü bir sırada ani baskın yaptı, savaşanlarını öldürüp diğerlerini esir aldı. Cüveyriye’yi o gün aldı. Bu ordunun içinde (ben) Abdullah b. Ömer de vardı(m).
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3260

Ebu Musa (r.a.) şöyle nakletmiştir:
Hz. Peygamber (a.s.) sahabelerinden herhangi birisini bir işi hususunda bir yere gönderdiği zaman daima: “Müjdeleyin, nefret ettirmeyin; kolaylık yolunu gösterin, güçleştirmeyin” buyurur idi.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3262

Enes’in (r.a.) anlattığına göre:
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kolaylaştırın güçleştirmeyin, insanlara güven verin de kendinizden uzaklaştırıp kaçırmayın.”
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3264

İbn Ömer’in (r.a.) anlattığına göre:
Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah Teala Kıyamet gününde gelmiş geçmiş bütün insanları topladığı zaman, hainlik edenlerin teşhir olunması için bir sancak dikilir ve: “Bu, falancanın hainliğidir” denilir.”
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3265

Abdullah b. Mesûd’un (r.a.) naklettiğine göre:
Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Ahdini bozarak hainlik edenler için Kıyamet gününde (halk arasında teşhir olunmak üzere) büyük bir sancak dikilir. Bu, falancanın ahde vefasızlığının alâmetidir” denilir.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3268

Enes b. Malik’in (r.a.) naklettiğine göre:
Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Verdiği ahde vefa etmeyip hainlik eden her kişi için Kıyamet gününde (teşhir olunmak üzere) kendisi ile tanınacağı bir sancak dikilecektir.”
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3270

Cabir b. Abdullah’ın (r.a.) rivayet ettiğine göre:
Hz. Peygamber (a.s.): “Harp bir hiledir” buyurmuştur.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3273

Ebu Nadr’ın (r.a.) Eslem kabilesinden Hz. Peygamber’in ashabından Abdullah b. Ebu Evfa isimli birinin mektubuna istinaden rivayet ettiğine göre:
Abdullah b. Ebu Evfa Harura haricileri üzerine gitmekte olan kumandan Ömer b. Ubeydullah’a bir mektup yazarak O’na şunları bildirmiştir: Hz. Peygamber (a.s.) bir savaş esnasında düşmanla karşılaştığında güneşin tepe noktasından batıya meyletmesini bekledi. Sonra ayağa kalkıp askere şöyle bir konuşma yaptı: “Ey insanlar! (Kendi gücünüze güvencinizden dolayı) Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz, Allah’tan afiyet isteyiniz. Fakat düşmanla karşılaşınca da (harbin bütün şiddetlerine karşı) sabrediniz. Ve iyi bilinizki cennet kılıçların gölgesi altındadır.” Sonra Hz. Peygamber tekrar kalktı ve şöyle dua etti: “Kitab’ı indiren, bulutları akıtıp yürüten, düşman birliğini hezimete uğratan Allahım! Sen onların birliklerini dağıt ve onlara karşı bize yardım et!”
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3276

Abdullah b. Ömer’in (r.a.) anlattığına göre:
Hz. Peygamber’in (a.s.) katıldığı gazvelerden birinde bir kadın öldürülmüş olarak bulundu. Bunun üzerine Hz. Peygamber kadınların ve çocukların öldürülmesini çirkin görüp tasvip etmedi.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3279

Saab b. Cessame’in (r.a.) anlattığına göre:
Hz. Peygamberimize (a.s.) Müşrikler üzerine yapılan gece baskınlarında onların aile ve çocuklarının da hedef olduğundan bahsedilerek bu konudaki hüküm sorulmuştu. Bunun üzerine Peygamberimiz: “Onlar da müşrikler camiasındandır” cevabını verdi.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3281

Abdullah b. Ömer’in (r.a.) rivayet ettiğine göre:
Hz. Peygamber (a.s.) savaş esnasında Beni Nadir Yahudilerinin hurma ağaçlarını yaktırdı. Savaşın geçtiği bu bölge (hurmalık) Buveyre idi. Bu hadisin Kuteybe ve İbn Rumh tarafından yapılan rivayetinde şu ilâve vardır: Bunun üzerine Aziz ve Celil Allah şu ayetleri indirdi: Hurma ağaçlarından herhangi birini kesmeniz, veya olduğu gibi bırakmanız hep Allah’ın izniyledir ve O’nun yoldan çıkanları rezil etmesi içindir.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3284

Ebu Hureyre’nin (r.a.) anlattığına göre:
Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Peygamberlerden biri savaşa çıkarken ümmetine şöyle demişti: “İçinizde evlenmiş fakat henüz hanımıyla biraraya gelmemiş biri varsa benimle gelmesin. Bir inşaata başlayıp henüz onun çatısını tamamlamamış kimse de gelmesin, Koyun ya da hamile develer almış ve bunların yavrulamasını bekleyen kimse de benimle gelmesin!” Peygamber bu konuşmasından sonra savaşa gitti ve nihayet ikindi namazı vaktinde yahut daha erken fethe geldiği şehre yaklaşınca, Güneşe doğru dönerek: “Sen bir emir altındasın, ben de öyle” dedi ve: Allahım! Bu Güneşi benim için biraz durdur diye dua etti. Bu Peygamber şehri fethedinceye kadar Güneş yerinde durdu. Neticede bu ordu ganimetleri bir yerde topladı. Derken bu ganimeti yakmak için ateş geldi, fakat onu yakmadı. Peygamber, ordusuna: İçinizde ganimet malından alan biri var, her kabileden bir kişi bana biat ederek elimi sıksın dedi ve biat gerçekleşti. Bu sırada bir kimsenin eli Peygamber’in eline yapıştı. Peygamber: Ganimet malından alan sizin kabilenizdendir. Senin kabilenden olan bütün askerler benim elimi sıkarak biat etsin dedi. Bunun üzerine bu kabile onun elini sıktı. Derken iki yahut üç kimsenin elleri yapıştı. Bu sefer Peygamber: “Bu işi yapan sizlersiniz” dedi. Sonrasında onlar Peygamber’e sığır başı gibi bir altın çıkararak onu yerdeki ganimet malının içine koydular. Sonra ateş geldi ve ganimet malını yaktı. Bizden önce hiç bir ümmete ganimet helal olmamıştır. Bunun sebebi Yüce Allah’ın bizim zaafımızı ve acizliğimizi görmüş olmasıdır.”
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3287

İbn Ömer (r.a.) şöyle anlatmaktadır:
Hz. Peygamber (a.s.) Necd tarafına benim de içinde olduğum bir askeri birlik gönderdi. Birlik çok sayıda deve ele geçirdi. Herkesin hissesine ganimet olarak on bir ya da on iki deve düşmüştü. Bu hisselerine ilâve olarak (Hz. Peygamber’e ait beşte bir hisseden) birer deve de ilâve olarak verildi.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3290

Abdullah b. Ömer (r.a.) şöyle anlatır:
Hz. Peygamber (a.s.) bize ganimetteki paylarımızdan başka fazladan, beşte bir hisseden bir pay daha vermiş ve benim payıma yaşlı bir deve daha düşmüştü.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3293

Ebu Katâde (r.a.) şöyle anlatmaktadır:
Huneyn yılında Hz. Peygamber’le beraber sefere çıktık. Düşmanla karşılaşınca ordumuzda bir dağılma oldu. Bu sırada bir müşriğin, müslümanlardan birini altettiğini gördüm. Hemen arkasından dolanarak onun yanına geldim ve onun boynunu vurdum. Hemen dönüp beni öyle bir kucakladı ki ölümün kokusunu orada hissettim. Sonra can vererek beni bıraktı. Bundan sonra Ömer b. Hattab’la karşılaştım. “Bu askerlere ne oldu?” diye sordu. Ben: Allah’ın işi, dedim. Sonra askerler toparlanarak döndüler. Hz. Peygamber oturduktan sonra: “Bir düşmanı öldürdüğüne dair şahidi olan kişi, öldürdüğü kimsenin elbise, silah ve diğer eşyalarına hak kazanır” buyurdu. Ben hemen kalktım ve: Benim için kim şahit olur? diyerek oturdum. Sonra Hz. Peygamber bunu tekrarladı. Ben yine kalkıp: Benim için kim şahitlik eder? diyerek oturdum. Sonra Peygamber o sözünü üçüncü defa söyledi. Ben yine ayağa kalkınca Resulüllah: “Neyin var? Ebu Katâde! “buyurdu. Ben de olanları anlattım. Bunun üzerine oradakilerden biri: “Ebu Katâde doğru söylüyor, Ey Allah’ın Resulü! Onun öldürdüğü adamın üzerindekileri ben aldım. Onun hakkının karşılığında başka şey vererek onu ikna et” dedi. Orada bulunan Ebu Bekr Sıddık müdahale ederek: “Yemin ederim ki böyle olmaz! Peygamber, Allah ve Resulü yolunda savaşan bir Allah arslanının hakkını iptal etmez, ve onun hakkını sana vermez” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.): “Ebu Bekr doğru söyledi. Yanındaki şeyleri Ebu Katâde’ye ver” buyurdu. Ebu Katâde der ki: Bunun üzerine o eşyaları bana verdi. Ben de zırhı satarak karşılığında Beni Seleme’de küçük bir bahçe satın aldım. Bu bahçe müslüman olduktan sonra sahip olduğum ilk maldır.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3295

Abdurrahman b. Avf (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:
Bedir harbi günü harp safındayken etrafıma baktım ve Ensardan yaşları küçük iki delikanlı arasında olduğumu fark ettim. Gönlümden keşke bunlardan daha kuvvetli kişiler arasında olsaydım diye geçirdim. Derken bunlardan biri beni gözü ile süzerek: “Amca! Ebu Cehil’i tanıyor musun?” diye sordu. Ben de: “Evet tanıyorum, onunla ne işin var?” dedim. O da: “Duyduğuma göre, Hz. Peygamber hakkında ağır laflar söylüyormuş. Allah’a yemin ederim ki onu bir görürsem artık ikimizden ömrü daha az olan ölünceye kadar onun peşini bırakmayacağım” dedi. Bu söze şaşırdım. Az sonra diğeri de beni dürterek aynı şeyleri söyledi. Bu sırada ben Ebu Cehil’i görmüştüm. O, askerleri arasında telaşla bir öteye bir beriye koşuşturuyordu. Ben: Gençler! Bana sorduğunuz Ebu Cehil şu adam! dedim. Onlar hemen kılıçlarına sarıldılar ve Ebu Cehil’e onu öldürünceye kadar vurdular. Sonra dönüp Hz. Peygamber’in huzuruna geldiler ve hadiseyi ona haber verdiler. Hz. Peygamber (a.s.): “Onu hanginiz öldürdü?” diye sordu. Bunlardan her biri: “Ben öldürdüm” dedi. Hz. Peygamber: “Kılıçlarınızı sildiniz mi?” diye sordu. “Hayır silmedik,” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber kılıçları inceledi. Sonra: “İkiniz birlikte öldürmüşsünüz,” dedi, fakat Ebu Cehil’in ele geçen eşyasının bunlardan Muaz b. Amr b. Cemuh’a verilmesine karar verdi. Bu iki mucahit genç, Muaz b. Amr b. Cemuh ile Muaz b. Afra idiler.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3296

Seleme b. Ekva (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:
Hz. Peygamber ile birlikte Hevazin gazvesine gittik. Seferde Allah Resulü ile beraber yemek yediğimiz bir sırada kırmızı bir deve üzerinde birisi gelip devesini çöktürdü. Sonra heybesinden, deriden bir ip çıkardı ve deveyi bağladı. Sonra etrafı gözetleyerek ileri geçip cemaatle beraber yemeğe koyuldu. Bu seferde bizim hayvan sayımız az olanlar da güçsüzdü, bazılarımız ise piyade idi. Derken o kişi ani bir hareketle devesinin yanına geldi ve onu çözdü. Sonra da devesini çöktürerek üzerine oturdu ve sonra da ayağa kaldırdı. Deve de onu hızla götürdü. Bunun üzerine boz renkli dişi bir deve üzerinde bir adam da peşinden gitti. Seleme der ki: Ben de çıkıp süratle hareket ettim ve o dişi devenin hizasına geldim ve onu geçtim, nihayet öndeki adamı taşıyan erkek devenin hizasına ulaştım. Sonra onun da önüne geçerek devenin dizgininden tuttum ve onu çöktürdüm. Deve dizini yere koyar koymaz kılıcımı sıyırıp adamın başına vurarak uçurdum. Sonra üzerinde semeri ve sahibinin silahı olduğu halde deveyi çekerek getirdim. Beni insanlarla beraber Hz. Peygamber (a.s.) karşıladı ve: “Adamı kim öldürdü? “diye sordu. Oradakiler:” Ekva’nın oğlu öldürdü” dediler. Hz. Peygamber: “Öldürülen kimsenin bütün eşyası ve devesi onundur” buyurdu.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3298

Ömer (r.a.) şöyle dedi:
Beni Nadir kabilesinin malları Allah’ın elçisine, at sürüp deve koşturmak suretiyle bir savaş olmaksızın nasip olmuş mallardandır. Bu sebeple Beni Nadir malları Hz. Peygamber’e mahsus idi. Peygamberimiz ailesinin bir senelik geçimini bundan temin ederdi. Artanını da Allah yolunda cihat hazırlığı olarak atlara ve silahlara harcardı.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3301

Hz. Aişe (r.ah.) şöyle anlatır:
Hz. Peygamber (a.s.) vefat ettiği zaman hanımları, Osman b. Affan’ı Ebu Bekr’e göndererek Peygamber’den kendilerine düşecek mirası istemeyi kararlaştırdılar. Aişe de onlara; Hz. Peygamber: “Biz Peygamberler miras bırakmayız. Bizim bıraktığımız mal sadakadır” buyurmadı mı? diye karşılık verdi.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3303

Ebu Hureyre’nin (r.a.) anlattığına göre:
Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Mirasçılarım bıraktığım maldan bir dinar bile almazlar. Bıraktığım şeyden hanımlarımın nafakası ve işçimin ücreti çıktıktan sonra geri kalanı sadakadır.”
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3306

Abdullah b. Ömer’in (r.a.) anlattığına göre:
Hz. Peygamber (a.s.) ganimeti taksim ederken at için iki, savasçı için bir hisse vermiştir.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3308

Ebu Hureyre’nin (r.a.) anlattığına göre:
Hz. Peygamber (a.s.) Necid tarafına bir süvari birliği göndermişti. Bu birlik Beni Hanife kabilesinden Yemame halkının büyüğü Sümame b. Usal denilen bir kimseyi esir edip getirdi ve onu Mescitteki bir direğe bağladı. Hz. Peygamber Mescide çıktığında Sümame’ye: “Ey Sümame! Gönlünden sana ne yapacağımı geçiriyorsun,” dedi. Sümame: “İyilik ümit ediyorum, Ey Muhammed! Beni öldürürsen kanlı bir caniyi öldürmüş olursun, ama eğer beni affedersen, iyiliğe karşı şükreden bir kimseyi bağışlamış olursun. Şayet fidye olarak mal istiyorsan istediğin kadar verilir” dedi. Bu konuşmadan sonra Hz. Peygamber Sumame’yi bağlı olarak bırakıp gitti. Nihayet ertesi gün Hz. Peygamber Sumame’ye yine: “Ey Sümame! Gönlünde ne var, ne umuyorsun?” dedi. O da: “Gönlümde dün sana söylediğim şeyler vardır: Eğer beni bağışlama iyiliğinde bulunursan, iyiliğe karşı şükreden bir kimseyi bağışlamış olursun. Eğer beni öldürürsen, kanlı bir caniyi öldürmüş olursun. Şayet fidye olarak mal istiyorsan istediğin kadar verilir” dedi. Resulüllah onu bu şekilde bırakarak gitti. Ertesi gün olunca yine Sumame’ye hitaben: “Ey Sümame! Gönlünden sana ne yapacağımı geçiriyorsun,” dedi. Sümame: “Dün sana söylediğim gibi: Eğer beni bağışlama iyiliğinde bulunursan, iyiliğe karşı şükreden bir kimseyi bağışlamış olursun. Eğer beni öldürürsen, kanlı bir caniyi öldürmüş olursun. Şayet fidye olarak mal istiyorsan istediğin kadar verilir” dedi. Peygamberimiz bu defa:” Sümame’yi salıverin” dedi. Sümame bırakılınca hemen Mescit yakınında içinde su bulunan bir hurmalığa gitti ve yıkandı. Sonra Mescide Peygamberimizin huzuruna girdi ve: “Şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir” dedi. Sonra şunları söyledi: “Ey Muhammed! Vallahi benim için dünyadaki en sevimsiz yüz seninkiydi. Şimdi ise senin yüzün bana bütün yüzlerin en sevimlisi oldu. Vallahi benim için senin dininden daha kötü ve düşman bir din yoktu. Şimdi senin dinin benim için dinlerin en sevimlisidir. Vallahi hiç bir şehir bana senin şehrin kadar sevimsiz gelmezdi. Fakat senin şehrin benim nazarımda şehirlerin hepsinden daha sevimlidir. Ben umre yapmağa niyet ettiğim sırada senin süvarilerin beni yakalamıştı. Ne buyurursunuz?” dedi. Peygamberimiz Sumame’yi müjdeledi ve ona umre yapmasını emretti. Sümame umre için Mekke’ye varınca birisi ona: “Dinden mi çıktın? “diye sordu. O da: “Hayır, vallahi ben dinden çıkmadım. Sadece Allah Resulü’nün yanında müslüman oldum. Vallahi ben dinden dönmem ve Hz. Peygamber izin vermedikçe size Yemame’den bir buğday tanesi dahi gelmeyecektir” dedi.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3310

Ebu Hureyre (r.a.) şöyle anlatır:
Mescitte bulunduğumuz bir sırada Hz. Peygamber yanımıza geldi ve: “Yahudilerin üzerine yürüyünüz” diye emretti. Biz de onunla birlikte çıktık ve Yahudilerin yanına geldik. Hz. Peygamber onlara şöyle seslendi: “Ey Yahudi cemaati! Müslüman olun, kurtulun!” Onlar cevaben: “Ey Ebu’l-Kasım! Tamam tebliğ ettin” dediler. Hz. Peygamber onlara: “Bunu kabul etmenizi istiyorum. Müslüman olun, kurtulun!” dedi. Yahudiler yine: “Ey Ebu’l-Kasım! Tamam, tebliğ ettin” dediler. Hz. Peygamber onlara: “Bunu kabul etmenizi istiyorum”dedi. Sonra Hz. Peygamber üçüncü kez bunu teklif ettikten sonra: “İyi bilinki bu topraklar ancak Allah’a ve Elçisine aittir. Ben sizleri bu topraklardan çıkarmak istiyorum. Bu yüzden malının karşılığında bir şey bulan onu satsın. Haberiniz olsun ki bu topraklar ancak Allah’a ve Elçisine aittir” buyurdu.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3311

Abdullah b. Ömer (r.a.) şöyle anlatır:
Nadir ve Kurayza oğulları Hz. Peygamberle savaşmıştı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.) Nadir oğullarını yerlerinden sürüp çıkarmıştı. Kurayza oğullarını ise yerlerinde bırakarak onlardan bir karşılık almamıştı. Nihayet bunun ardından Kurayza oğulları da ahdi bozarak savaşa başlayınca Hz. Peygamber onların erkeklerini öldürdü, kadınlarını, çocuklarını ve mallarını da müslümanlara paylaştırdı. Ancak bazıları İslâm dinine girmek için Hz. Peygamber’e geldiler. Hz. Peygamber onlara eman verdi ve müslüman oldular. Bu şekilde Hz. Peygamber Medine Yahudilerinin hepsini; Abdullah b. Selam’ın kabilesi olan Kaynuka oğullarını, Beni Harise Yahudilerini ve Medine’de bulunan diğer Yahudileri tümüyle Medine’den sürgün etti.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3312

Ebu Saîd Hudrî (r.a.) şöyle dedi:
Kureyza halkı Sa’d b. Muaz’ın hakemliğini kabul edince Hz. Peygamber (a.s.) Sa’d’e haber gönderdi. Sa’d bir merkep üzerinde geldi. (Kuşatmada geçici olarak edinilen) Mescidin yanına yaklaştığı zaman Hz. Peygamber Ensar’a “Büyüğünüzü (ya da hayırlınızı) karşılamağa kalkınız!” dedi. Sonra da Sa’d’a hitaben: “Bunlar senin hükmüne razı oldular” buyurdu. Sa’d da: “Bunların savaşa katılanlarını öldürür, kadınları ve çocuklarını da esir edersin” hükmünü verdi. Bunun üzerine Peygamberimiz: “Allah’ın hükmüne uygun hükmettin” ya da bazı ravilerin rivayetine göre, galiba “Melikin hükmü gibi hükmettin” buyurmuştur. Buradaki ravilerden İbn Müsenna ise: “Melikin hükmü gibi hükmettin” kısmını zikretmemiştir.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3314

Hz. Aişe (r.ah.) şöyle rivayet etmiştir:
Sa’d b. Muaz (r.a.) Hendek gününde yaralanmıştı. Onu Kureyş’ten Hıbban İbnu’l-Arika denilen bir kimse attığı bir okla kol damarından vurmuştu. Peygamberimiz onu yakından ziyaret edebilmek için Mescitte tedavi çadırı kurdurdu. Hz. Peygamber Hendek harbinden Medine’ye döndüğünde silahını çıkararak yıkandı. Bu sırada Cebrail (a.s.) başının tozunu silkerek Hz. Peygamber’e geldi ve: “Sen silahlarını bıraktın mı? Vallahi biz henüz bırakmadık. Haydi onların karşısına çık!” dedi. Hz. Peygamber: “Nereye?” diye sordu. Cebrail, Beni Kureyza tarafına işaret ederek: “İşte oraya!” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber Beni Kureyza’ya doğru hareket edip onlarla savaştı. Sonunda onlar Hz. Peygamber’in hükmüne razı oldular. Peygamberimiz de onlar hakkındaki hükmü Sa’d’a havale etti. Sa’d ise: “Ben onlar hakkında harp edenlerinin öldürülmesini, çocukları ve kadınlarının esir edilmesini, mallarının da taksim olunmasını hükmediyorum” dedi.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3315

Abdullah b. Ömer (r.a.) şöyle nakletmiştir:
Resulüllah (a.s.) Hendek harbinden dönüldüğünde: “Hiç kimse öğlen namazını Beni Kureyza’dan başka bir yerde kılmasın” diye seslendi. Sahabelerden bir takımı vaktin gecikmesi endişesiyle namazı Beni Kurayza’ya varmadan kıldılar. Diğerleri de: Vakit geçse de biz namazı Hz. Peygamber’in bize emrettiği yerde kılarız dediler. Sonra Peygamber bu iki zümreden hiçbirisini kınamadı.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3317

Enes b. Malik (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:

Muhacirler Mekke’den Medine’ye geldikleri zaman ellerinde hiçbir şey yoktu. Ensarın ise Medine’de arazi ve gayri menkulü vardı. Bu yüzden Ensarın her sene malının gelirinin yarısını muhacirlere vermesi muhacirlerin de Ensar’ın yerine arazi üzerinde tarım yaparak çalışma işini üstlenmesi şeklinde bir ortaklık yapılmıştı. Ravi Enes b. Malik’in annesi (ki Ümmü Suleym de denilirdi) Abdullah b. Ebu Talha’nın da annesi olduğundan Abdullah, Enes’in anne bir erkek kardeşi idi. Bu sırada Enes’in annesi Ümmü Suleym de Hz. Peygamber’e kendine ait bulunan bir kaç hurma ağacı hediye etmişti. Hz. Peygamber de hurma ağaçlarını mahsüllerinden istifade etmek üzere Usame b. Zeyd’in annesi ve kendi azatlısı olan Ümmü Eymen’e vermişti. İbn Şihab der ki: Enes b. Malik bana şöyle nakletmiştir. Peygamberimiz (a.s.) Hayber halkı ile muharebeyi bitirip de Medine’ye döndüğü zaman Muhacirler, Ensarın kendilerine meyvelerinden istifade etmeleri için vermiş oldukları bağışları Ensar’a iade ettiler. Hz. Peygamber de annemin hediye etmiş olduğu hurma ağaçlarını, geri verdi. Hz. Peygamber, Ümmü Eymen’e de bu hurma ağaçları yerine kendi bahçesinden bir kısmını verdi.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3318

Abdullah b. Muğaffel (r.a.) rivayet etmiştir:
Ben Hayber günü bir tulum iç yağı ele geçirdim ve onu sıkıca tutarak: Bundan kimseye bir şey vermem, dedim. Arkama döndüğümde Hz. Peygamber (a.s.) tebessüm ediyordu.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3320

Ebu Sufyan (r.a.) anlatmaktadır:
Hz. Peygamber’le aramızda aktedilmiş bulunan Hudeybiye barış antlaşması devam ederken Şam’a gitmiştim. Bu sırada Roma İmparatoru Heraklius’a Hz. Peygamber’den bir mektup getirildi. Bu mektubu Dıhyetul-Kelbi getirerek Busra Emîrine vermiş, Busra Emîri de Heraklius’a göndermişti. Heraklius “Burada Peygamber olduğunu iddia eden bu adamın halkından kimse var mı?” diye sordu. Adamları: “Evet vardır” dediler. Bunun üzerine ben Kureyş’ten bir heyet içinde davet edildim. Heraklius’un huzuruna girdik. Bizleri önüne oturttu ve: “Peygamber olduğunu söyleyen bu adama soyca en yakınınız hanginizdir?” dedi. Ebu Sufyan der ki: Soyca en yakınları benim, dedim. Beni onun önüne, arkadaşlarımı da benim arkama oturttular. Sonra Heraklius tercümanını çağırdı ve dedi ki: “Bunlara söyle: Ben, Peygamber olduğunu söyleyen o kişi hakkında bu adama bazı şeyler soracağım. Bu bana yalan söylerse siz onu tekzip ediniz!” Ebu Sufyan der ki: Vallahi arkadaşlarım tarafından yalanımın yayılmasından korkmasaydım Peygamber hakkında mutlaka yalan söylerdim! Sonra tercümanına: “Ona, içinizde onun soy asaleti nasıldır? diye sor,” dedi. Ben: “Soy bakımından pek asildir” dedim. “Babaları içinde bir kral var mıydı?” dedi. “Hayır,” dedim. “Bu söylediklerinden önce onu hiç yalan ile itham ettiniz mi?” dedi. “Hayır” dedim. “Ona kimler tabi oluyor, halkın eşrafı mı yoksa zayıflar mı?” dedi. “Halkın zayıfları,” dedim. “Ona tabi olanlar artıyor mu yoksa eksiliyor mu?” dedi. Eksilmiyorlar aksine artıyorlar, dedim. “Onun dinine girdikten sonra ona kızarak dininden dönen var mı?” dedi. Hayır, yoktur dedim. “Onunla hiç harp ettiniz mi?” dedi. Evet ettik, dedim. “Neticeleri nasıl oldu?” dedi. Aramızda zafer sırayladır. Bir, biz üstün geliriz, bir O. “Hiç ahdi bozar mı?” dedi. Hayır, hainlik etmez. Ancak biz şimdi onunla bir müddete kadar mütareke halindeyiz. Bu müddet içinde ne yapacağını bilmiyoruz, dedim. Ebu Sufyan der ki: Vallahi kendiliğimdem bir şey katacağım bir söz söylemeye bundan başka bir fırsat vermedi. “Sizde ondan önce peygamberlik iddia etmiş bir kimse var mı?” dedi. Hayır yoktur dedim. Tercümanına dedi ki: “Ona söyle: Bu adamın soyunu sordum, içinizde soy olarak pek asil olduğunu beyan ettin. Peygamberler de zaten halkının asil olan soylarından seçilir. Ben sana: Onun babaları ve dedeleri içinde bir kral gelmiş midir diye sordum. Hayır gelmemiştir, dedin. Babalarından bir kral olsaydı O da babalarının saltanatını geri almak isteyen bir kimsedir diye hükmederdim. Sana: Ona tabi olanlar halkın eşrafı mı yoksa zayıfları mı diye sordum. Ona tabi olanlar insanların zayıflarıdır dedin. Peygamberlere tabi olanlar da zaten onlardır. Ben sana: Peygamber olduğunu söylemeden önce onun bir yalanını görmüş müydünüz diye sordum. Sen: Hayır, dedin. Anladım ki halka karşı yalan söylememiş bir kimse gidip de Allah’a karşı yalan söylemeğe cüret edemez. Sana: Onun dinine girdikten sonra beğenmemezlikten dolayı bırakan eden kimse var mıdır diye sordum. Sen: Hayır dedin. İşte inanç kalbe karışıp kökleşince böyle olur. Ben sana: Ona tabi olanlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu diye sordum. Onlar artıyorlar dedin. İnanç kemale erinceye kadar böyle gider. Ben: Onunla hiç harp ettiniz mi dedim. Sen: Onunla harp ettiğinizi, harbin neticesinin sırayla değiştiğini; bir sizin bir onun üstün geldiğini söyledin. Peygamberler de böyledir. Onlar (Allah tarafından) sıkıntılarla imtihan edilirler, ancak akıbet onların lehine olur. Ben sana: O ahdine vefasızlık eder mi diye sordum. Hainlik etmez dedin. Peygamberler de böyledir, hainlik etmezler. Ben sana: Halkınız içinde ondan evvel peygamber olduğunu söylelen birisi var mı idi dedim, Sen: Hayır, dedin. Eğer böyle birisi olsaydı, bu da kendisinden önce söylenmiş bir söze uyup taklide kalkışmış bir kimsedir diye düşünürdüm” dedi. Bundan sonra Heraklius: “Size ne emrediyor?” diye sordu. Ben: O bize namazı, zekâtı, akrabalık bağına dikkat etmeyi, haramlardan el çekmeyi emrediyor, dedim. Heraklius: “Eğer hakkında söylediklerin doğru ise, O mutlaka bir peygamberdir. Zaten ben bir Peygamberin çıkacağını biliyordum. Fakat onun sizden olacağını tahmin etmezdim. Onun yanına varabileceğimi bilsem, onunla buluşmayı çok isterdim. Onun yanında olsaydım ayaklarını yıkardım. Yeminle söylüyorum ki onun iktidarı üzerinde bulunduğum şu yere kadar ulaşacaktır, dedi. Sonra Hz. Peygamber’in mektubunu istedi. Getiren kişi onu Heraklius’a verdi. O’da mektubu okudu. Mektupta şunlar yazılmıştı: Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, Allah’ın Elçisi Muhammed’den Romalıların Başkanı Heraklius’a! Hidayet yoluna uyanlara selam olsun! Ben seni İslâma davet ediyorum. Müslüman ol, kurtul. Müslüman ol ki Allah senin ecrini iki kat versin. Eğer bu davetimi kabul etmezsen, Halkının günahı senin boynunadır. Ey Ehl-i Kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz; Allah’tan başkasına tapmayalım, O’na hiç bir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp ta kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: Şahit olun biz müslümanlarız! deyiniz.Heraklius mektubu okumayı bitirince yanında sesler yükseldi ve gürültü çoğaldı. Bizim çıkarılmamızı emretti. Biz de yanından çıkarıldık. Çıktığımız zaman arkadaşlarıma: İbn Ebu Kebşe’nin (yani Peygamberin) işi hakikaten büyüdü. Romalıların kralı bile ondan korkmakta, dedim. Artık ben Allah İslâmı kalbime sokuncaya kadar Hz. Peygamber’in işinin üstün geleceğine olan inancım hiç yitirmedim.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3322

Berâe b. Azib’in naklettiğine göre:
Bir kimse ona: “Ey Ebu Umare! Huneyn günü kaçtınız mı?” diye sormuş, Berâe da şöyle cevap vermiştir: “Hayır vallahi, Hz. Peygamber (a.s.) asla geriye dönmedi. Lâkin Peygamberin ashabı içindeki gençler ve acele ile ilerlemek isteyenler, zırhsız, üzerlerinde silah yahut yeterli silah yokken taarruza geçtiler. Birdenbire bir tek oku bile boşa atmayacak kadar usta atıcıların olduğu bir grubu önlerinde buldular. Usta atıcı olan bu grup Hevazin ve Beni Nasr kabileleri idi. Bunların bizim öncülere attıkları okların hiçbiri boşa gitmiyordu. Öncü kuvvetleri bunlara karşı koydularsa da Hz. Peygamber’in (a.s.) olduğu yere doğru geri dönmeye mecbur kaldılar. Fakat O, beyaz katırının üzerinde hiç korkusuz duruyor, Ebu Sufyan İbn Haris İbn Abdu’l-Muttalip de onu çekiyordu. Hz. Peygamber inerek Allah’tan yardım ve zafer dileğinde bulundu ve:
“Ben Peygamber’im yalan yok,
Ben o Abdu’l-Muttalip oğluyum!” diyerek bozulan orduyu tekrar harp düzenine koydu.”
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3325

Abdullah b. Amr (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:
Hz. Peygamber (a.s.) Taif halkını kuşatmış fakat bir sonuç elde edememişti. Bunun üzerine “İnşaallah yarın döneceğiz” diyerek kuşatmanın bittiğini haber verdi. Fakat sahabeler: Taif’i fethetmeden nasıl döneriz? dediler. Bu söz üzerine Hz. Peygamber onlara: “Öyle ise sabah harbe hazır olun” buyurdu. Sabah olunca saldırı başladı ancak bir çok sahabe yaralandı. Bunun üzerine Hz. Peygamber yine: “Yarın döneceğiz” buyurdu. Bu karara bu defa sevindiler. Hz. Peygamber de sahabelerin bu sevincini tebessümle karşıladı.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3329

Abdullah b. Mesûd’un (r.a.) anlattığına göre:
Hz. Peygamberimiz (a.s.) Mekke’ye girdiğinde Kâbe’nin etrafında ibadet için konulmuş üç yüz altmış tane put vardı. Hz. Peygamber elindeki değnekle bu putlara dokunarak şöyle söylüyordu: Hak geldi batıl yıkılıp gitti. Zaten batıl yıkılmaya mahkumdur.Hak geldi; artık batıl ne bir şeyi ortaya çıkarabilir ne de geri getirebilir.Hadisin ravilerinden İbn Ebu Ömer (Peygamberimizin Mekke’ye girişiyle ilgili olarak) “fetih günü idi” ilâvesini yapmıştır.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3333

Berâe b. Azib (r.a.) şöyle anlatır:
Hudeybiye gününde Peygamber (a.s.) ile müşrikler arasında yapılan barış antlaşmasını Ali b. Ebu Talip yazıya geçirmişti. Hz. Ali “Bu, Allah’ın elçisi Muhammed’in antlaşma yaptığı metindir” şeklinde yazmıştı. Kureyş heyeti: “Allah’ın elçisi yazma! Eğer biz senin Allah’ın elçisi olduğuna inansaydık seninle savaşmazdık” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz Hz. Ali’ye: “Allah’ın elçisi sözünü sil” buyurdu. O ise: “Onu ben silemem” dedi: Bunun üzerine Peygamberimiz kendisi sildi. Antlaşmanın maddeleri arasında, müslümanların (gelecek sene umre için) Mekke’ye geldiklerinde sadece üç gün kalmaları ve Mekke’ye silahları mahfazalarındayken girmeleri şartı vardı. Ebu İshak’a silahın mahfazasından ne kastediliyor? diye sorduğumda O; “Kın ve içindekiler” cevabını verdi.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3335

Sehl b. Huneyf’in (r.a.) Ebu Vail’den anlattığına göre:
Ebu Vail şöyle dedi: Sehl b. Huneyf Sıffin savaşı esnasında ayağa kalkıp şunları söylemiştir: Ey insanlar! Kendinizi kınayınız. Hudeybiye gününde Allah Resulü ile müşrikler arasında yapılan barışta Hz. Peygamber (a.s.) ile beraber bulunduk. Eğer bizler harbe lüzum görseydik elbette savaşırdık. O gün Ömer b. Hattab Hz. Peygamber’e gelip: “Ey Allah’ın elçisi! Onlar batıl yolda, bizler ise hakka tabi değil miyiz?” dedi. Hz. Peygamber: “Evet, biz hak üzerindeyiz” buyurdu. Hz. Ömer: “Bizim ölülerimiz Cennette, onlarınki ise Cehennemde değil mi?” dedi. Peygamberimiz: “Evet öyle” buyurdu. Hz. Ömer: “Öyleyse dinimiz hususunda bu düşüklüğe nasıl razı oluyoruz ve Allah henüz onlarla bizim aramızda hükmünü vermemişken biz niçin geri dönüyoruz?” dedi. Peygamberimiz: “Ey Hattab oğlu! Ben gerçekten Allah’ın elçisiyim, Allah benim koybolup gitmeme asla izin vermeyecektir” buyurdu. Bu sözler Hz. Ömer’i yatıştırmaya yetmedi ve O, sinirli bir şekilde çıkıp Hz. Ebu Bekr’in yanına geldi. Ona:” Ebu Bekr! onlar batıl yolda, biz ise hakka tabi değil miyiz?” dedi. Hz. Ebu Bekr: “Evet öyle”dedi. Ömer: “Bizim ölülerimiz Cennette, onlarınkiler Cehennemde değil mi?” dedi. Ebu Bekr: “Evet öyle” dedi. Ömer: “Öyle ise niçin dinimiz hususunda bu zillete razı oluyoruz ve Allah henüz aramızda hükmünü vermeden geri dönüyoruz?” dedi. Bunun üzerine Ebu Bekr:” Hattab oğlu! Kuşkusuz O Allah’ın elçisidir. Allah onun sönüp kaybolmasına asla izin vermeyecektir” dedi. Bu sırada Hz. Peygamber’e fethi müjdeleyen ayetler (fetih suresi) nazil oldu. Peygamberimiz hemen Ömer’e haber gönderdi ve bu ayetleri ona okudu. Bunun üzerine Hz. Ömer: “Ey Allah’ın elçisi! Fetih bu mudur?” dedi. Peygamberimiz: “Evet” deyince Hz. Ömer’in gönlü oldu ve yatışmış bir halde kalktı.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3338

CİHAT VE MİLLETLERARASI İLİŞKİLER (SİYER)
Enes b. Malik (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:
Hz. Peygamber’in (a.s.) Hudeybiye’den dönüşü sırasında: Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik. Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir. Ve sana şanlı bir zaferle yardım eder. İmanlarını bir kat daha artırsınlar diye müminlerin kalplerine güven indiren O’dur. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah bilendir, her şeyi hikmetle yapandır. (Bütün bu lütuflar) mümin erkeklerle mümin kadınları, içinde ebedi kalacakları zemininden ırmaklar akan cennetlere koyması, onların günahlarını örtmesi içindir. İşte bu Allah katında büyük bir kurtuluştur.ayetleri nazil olduğu zaman, müslümanlara bir üzüntü ve gönül kırıklığı hakimdi. Hz. Peygamber Hudeybiye’de kurbanları kestikten sonra: “Andolsun üzerime bir ayet indirildi ki o bana bütün dünyadan daha sevimlidir” buyurdu.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3341

Sehl b. Sa’d’ın (r.a.) anlattığına göre:
Hz. Peygamber’in Uhud günü yaralanışı hakkında sorulduğunda şöyle cevap vermişti: O gün Peygamberimizin yüzü yaralandı. Yan dişi kırıldı. Başındaki miğfer parçalandı. Kızı Fatıma akan kanı yıkıyor, Ali b. Ebu Talip de kalkanı ile ona su döküyordu. Fatıma suyun kanı fazlalaştırdığını görünce bir hasır parçası alıp kül oluncaya kadar yaktı. Sonra da o temiz külü yaraya bastı ve bu şekilde kan kesildi.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3345

Abdullah b. Mesûd (r.a.) şöyle anlatır:
Şu anda Peygamberimizi Peygamberlerin birinden bahsederken görüyor gibiyim. O Peygamber’e, kendi kavmi saldırmış fakat o, hem yüzünden kanı siliyor, hem de: “Rabbim! Kavmimi bağışla, çünkü onlar cahillik ediyorlar!” diyordu.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3347

Ebu Hureyre’nin (r.a.) anlattığına göre:
“Peygamberimiz (kırılmış) yan dişini işaret ederek: “Allah’ın elçisine bunu yapan bir halka Allah’ın intikamı şiddetli olur” buyurmuştur. Hz. Peygamber yine: Allah’ın gazabı, onun elçisinin Allah yolunda öldürdüğü kimseye karşı çok şiddetli olur” buyurdu.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3348

Abdullah b. Mesûd (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:
Peygamberimiz Kâbe’nin yanında namaz kılarken, Ebu Cehil bazı arkadaşlarıyla orada oturuyordu. Bir gün evvel de bir dişi deve kesilmişti. Ebu Cehil yanındakilere: Hanginiz gidip falancaların dün kestiği dişi devenin sargısını alarak, secde ettiği zaman Muhammed’in sırtına koyar? dedi. Oradakilerin en azgını koşarak onu getirdi ve Peygamberimiz secdeye vardığında omuzları arasına koydu. Adamlar gülüştüler ve gülmekten eğilmeye başladılar. Ben ise dikilmiş bakıyordum. Eğer bir gücüm olsaydı Hz. Peygamber’in sırtından o sargıyı fırlatır atardım. Peygamber secdeden başını kaldırmıyordu. Nihayet birisi gidip Fatıma’ya haber verdi. Yetişmiş bir kız olan Fatıma gelerek onu sırtından attı. Sonra da o adamlara dönüp onlara çıkıştı. Peygamber namazını bitirince sesini yükselterek onlara beddua etti. Peygamberimiz beddua ve hayır dua ettiği zaman üç defa tekrar ederdi. Sonra “Allahım! Kureyş’i sana havale ederim!” diye üç kez beddua eti. Onlar Peygamber’in sesini işittikleri zaman bedduasından korktukları için gülmeleri kesildi. Peygamberimiz daha sonra (isim sayarak): “Allahım! Ebu Cehl’i sana havale ederim, Utbe b. Rabîa’yı, Şeybe b. Rabîa’yı, Velid b. Ukbe’yi, Umeyye b. Halef’i ve Ukbe b. Ebu Muayt’ı sana havale ediyorum” dedi. Yedinci bir kişi daha saydı ama onu hatırlamıyorum. Muhammed’i hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki Hz. Peygamber’in, isimlerini saydığı kimselerin Bedir gününde hep yerlere serildiğini gördüm. Sonra bu cesetler çukura, Bedir çukuruna sürüklendiler.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3349

Hz. Aişe’nin (r.ah.) anlattığına göre:
O bir defasında Hz. Peygamber’e: Ey Allah’ın Resulü! Uhud gününden daha sıkıntılı bir gün geçirdin mi? diye sormuş, Hz. Peygamber de şöyle cevap vermiştir: “Başıma kavmim Kureyş’in çıkardığı birçok zorluk ve sıkıntı geldi. Fakat Akabe günündeki, hepsinden şiddetli idi. Ben hayatımın korunmasını Abdul Külal oğlu İbnu Abdi Yalil’e teklif ettiğim zaman dileğime olumlu cevap vermemişti. Ben de kederli bir halde yüzümün doğrusuna (Mekke’ye) yollandım ve ancak Karnu Sealip denilen yere ulaştığımda kendime gelebildim. Burada başımı kaldırıp baktığımda bir bulutun beni gölgelendirmekte olduğunu ve içinde Cebrail’in bulunduğunu gördüm. Cebrail bana: “Yüce Allah, kavminin hakkında söylediklerini işitti ve seni korumayı reddettiklerini gördü. Allah sana şu Dağlar Meleğini gönderdi. Bu meleğe kavmin hakkında ne dilersen emredebilirsin” dedi. Bunun üzerine Dağlar Meleği bana nida edip selam verdikten sonra: “Ey Muhammed! Allah, kavminin sana söylediklerini işitti. Ben Dağlar Meleğiyim. Rabbin, halkın hakkında istediğin şeyi bana emredesin diye beni gönderdi. Onları ne yapmamı istersin? Eğer şu iki yalçın dağı birbirinin üstüne Mekke halkı üzerine yıkmamı istersen, yapayım” dedi. Hz. Peygamber ise: Hayır, ben Allah’ın bu müşriklerin soyundan yalnız Allah’a ibadet edecek ve ona hiç bir şeyi ortak koşmayacak bir nesil meydana getirmesini niyaz ederim” dedi.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3352

Cündüp b. Sufyan’ın (r.a.) anlattığına göre:
Gazvelerin birinde Hz. Peygamber’in parmağı yaralanıp kanamıştı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.):
“Sen sadece bir parmaksın kanayan,
Allah yolunda gelmiştir başına gelen” demiştir.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3353

Cündüp’ün (r.a.) rivayet ettiğine göre:
Cebrail’in (a.s.) bir süredir Peygamberimize vahiy getirmesi gecikmişti. Müşrikler:” Muhammed’i terkettiler” demeye başladılar. Bunun üzerine Yüce Allah: Kuşluk vaktine ve sükuna erdiğinde geceye yemin ederim ki Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadıayetleriyle başlayan sureyi indirdi.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3354

Usame b. Zeyd (r.a.) şöyle anlatır:
Hz. Peygamber (a.s.) bir gün üzerinde semer bulunan bir merkebe binmişti. Semer fedek dokuması saçaklı bir kadife ile alttan tutturulmuştu. Hz. Peygamber Usame b. Zeyd’i de terkisine alarak Haris b. Hazrec oğulları mahallesine Sa’d b. Ubade’ye hasta ziyaretine gitmişti. Bu, Bedir’den önce olmuştu. Giderken, içinde müslümanlar, müşrikler, Putperestler ve Yahudilerden meydana gelmiş bir topluluk bulunan bir meclise uğradı. Abdullah b. Ubey ve Abdullah b. Revaha da bu mecliste bulunuyordu. Merkebin kaldırdığı toz oturanların üzerine gelince Abdullah b. Ubey, kaftanıyle burnunu kapayarak: “Üzerimize toz kaldırmayın!” dedi. Peygamber onlara selam vererek durdu ve bineğinden indi. Onları İslâm’a davet etti ve onlara Kur’an okudu. Bunun üzerine Abdullah b. Ubey “Hey adam! Bu söylediklerinden daha güzeli yok!. Fakat eğer bu söylediklerin doğru ise bizim toplantılarımıza gelerek bizi rahatsız etme! Evine dön de bizden sana gelen olursa ona anlat!” dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Revaha “Sen bizim toplantılarımıza gel! Çünkü bizi ziyaret edip Kur’an okumanı istiyoruz” dedi. Bunun üzerine müslümanlar, müşrikler, Yahudiler birbirlerine küfretmeye başladılar ve birbirleri üzerine saldırmaya yeltendiler. Peygamberimiz ise onları yatıştırmaya çalışıyordu. Sonra Peygamber bineğine binip Sa’d b. Ubade’nin evine girdi. Peygamberimiz: “Saad! (Abdullah b. Ubey’i kastederek) Ebu Hubab’ın ne dediğini duydun mu? O şöyle, şöyle dedi buyurdu. Sa’d b. Ubade: “Ey Allah’ın Resulü! Siz İbn Ubey’in kusurunu affedin. Yemin ederim ki Yüce Allah size nasip ettiği nübüvveti zaten vermiştir. Halbuki şu belde halkı Abdullah b. Ubey’e tac giydirip sarık sararak onu reis olarak atamak için anlaşmış ve hazırlanmışlardı. Yüce Allah sana ihsan ettiği Peygamberlik ile bunu engelleyince İbn Übey’in hevesi kursağında kaldı. Bu da ona gördüğünüz bu çirkin hareketi yaptırmıştır” dedi. Bunun üzerine Peygamber de onu affetti.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3356

Enes b. Malik’in (r.a.) rivayet ettiğine göre:
Hz. Peygamber’e (a.s.) Abdullah b. Ubey’e giderek onunla konuşsanız iyi olur, denildi. Bunun üzerine Peygamberimiz bir merkebe binip, müslümanlar da kendisi ile beraber yürüyerek Abdullah b. Ubey’e gittiler. Gidilen yol çorak bir yerdi. Peygamber Abdullah b. Ubey’in yanına vardığında Abdullah Peygamberimiz’e: “Benden uzak dur. Vallahi merkebinin pis kokusu beni rahatsız ediyor” dedi. Bunun üzerine Ensar’dan birisi (Abdullah b. Revaha), Abdullah b. Ubey’e “Vallahi Hz. Peygamber’in merkebi senden çok daha güzel kokuyor” diye karşılık verdi. Abdullah b. Ubey’in etrafındakilerden birisi bu söze çok sinirlenerek onun adına karşılık verdi. Peygamberimiz ve Abdullah’ın yanındaki kişiler biribirlerine öfkelenerek hurma değnekleri papuçları ve yumruklarıyla kavgaya tutuştular. Daha sonra: Eğer müminlerden iki grup birbirleri ile savaşırlarsa aralarını bulup barıştırınayetinin onlar hakkında nazil olduğu söylendi.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3357

Enes b. Malik (r.a.) şöyle anlatır:
Hz. Peygamber (a.s.): “Ebu Cehil’in ne yaptığını, kim öğrenip gelecek?” buyurdu. Bunun üzerine Abdullah b. Mesûd (r.a.) gitti ve Ebu Cehil’i Afra’nın iki oğlu tarafından vurularak yere yığılmış gördü. İbn Mesûd, Ebu Cehil’in sakalından tutarak: Ebu Cehil sen misin? dedi. Ebu Cehil: “Sizin öldürdüğünüz kişiden üstün bir kimse var mıdır?” Yahut da: “Kendi kavmi tarafından öldürülen kişinin üzerinde bir kimse var mıdır?” demiştir. Ravi Ebu Miclez, Ebu Cehil’in “Keşke beni öldüren kimse bir çiftçi olmasaydı” dediğini rivayet etmiştir.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3358

Cabir b. Abdullah (r.a.) şöyle anlatır:
Hz. Peygamber (a.s.): bir gün” Kaab b. Eşref’i kim öldürebilir? Çünkü o Allah’a ve elçisine eziyet etmiştir” diye sordu. Muhammed b. Mesleme ise bunun üzerine: “Ey Allah’ın elçisi! Onu benim öldürmemi ister misin?” dedi. Peygamberimiz: “Evet isterim” buyurdu. İbn Mesleme: “Öyle ise ona bazı şey söylememe (ve böylece bir hile hazırlamama) izin ver” dedi. Hz. Peygamber: “İstediğini söyle” dedi. Bunun üzerine Muhammed b. Mesleme Kaab’ın yanına vardı ve ona şöyle dedi: “Şu adam (yani Peygamber) bizden zekât istedi ve bizi darlığa düşürdü.” Kaab, bu sözü işitince: “Vallahi daha çok yaka silkeceksiniz” dedi. Muhammed b. Mesleme: “Bir kere ona tabi olmuş bulunduk. Onun işinin nereye varacağını görmek için onu şimdi terketmek istemiyoruz. Şimdi bana biraz ödünç vermeni istiyorum” dedi. Kaab: “Peki sen bana rehin olarak ne veriyorsun?” dedi. Muhammed b. Mesleme: “Neyi istersin?” dedi. Kaab: “Bana kadınlarınızı rehin verin, dedi. “Sen Arabın yakışıklısısın, kadınlarımızı sana nasıl rehin bırakırız? dedi. Kaab: “Öyle ise bana oğullarınızı rehin verin, dedi. Muhammed: “O zaman da birimizin oğlu hakkında: “Bu iki deve yükü hurma karşılığında rehin olan çocuktur,” denilerek alay edilir. Fakat biz sana silahımızı, zırhımızı rehin bırakabiliriz” dedi. Kaab bu teklifi kabul etti ve İbn Mesleme ona Haris, Ebu Abs b. Cebr ve Abbad b. Bişr ile gelerek belli bir vakitte rehni teslim edeceğini vadetti. Bu grup bir gece topluca gelerek Kaab’ı çağırdılar ve O da yanlarına indi. Ravi Sufyan Amr’ın dışındaki ravilerin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kaab onların yanına inerken, karısı kendisine hitaben: “Dikkatli ol, ben bir ses işitiyorum…sanki kan dökecek birinin sesi!” dedi. Kaab: “Bu gelen Muhammed b. Mesleme ile onun süt kardeşi ve Ebu Naile’dir Üstelik mert adam geceleyin kılıçla vurulmaya çağrılsa bile kabul eder” dedi. Muhammed b. Mesleme arkadaşlarına: “Kaab geldiği zaman ben elimi onun başına uzatacağım. Onu sımsıkı tuttuğum zaman hemen öldürünüz” diye talimat verdi. Kaab b. Eşref onların yanına kılıcını kuşanmış şekilde indi. Onlar: “Güzel kokuyorsun” dediler. O: “Evet, Arap kadınlarının en güzel kokulusu benim hanımımdır” dedi. Muhammed b. Mesleme: “Koklamama müsaade eder misin?” dedi. Kaab bunu kabul edince İbn Mesleme uzanıp kokladı ve sonra: “Bir daha koklayabilir miyim?” dedi. Bu defa Muhammed b. Mesleme, Kaab b. Eşref’in başını sımsıkı yakaladı. Sonra arkadaşlarına: “Haydi vurunuz! dedi, ve bu şekilde İbn Eşref’i öldürdüler.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3359

Seleme b. Ekva (r.a.) şöyle anlatmaktadır:
Allah Resulü ile beraber Hayber gazasına çıktık. Bir gece cemaat yürürken kafileden bir kimse Âmir b. Ekva’ya “Hey Âmir! Kısa vezinli şiirlerinden bize dinletmez misin?” dedi. Şair bir kişi olan Âmir hayvanından indi ve şiirini okuyarak kafile develerini yollandırdı:
“Allahım! Sen olmasaydın biz ne hidayete erer,
ne sadaka verir, ne de namaz kılardık.
O halde canımız senin yoluna feda olsun, günahlarımızı affet!
Düşmanla karşılaştığımızda ayaklarımızı sabit kıl.
Gönüllerimize sükunet ve direnç ver.
Çünkü biz savaşa çağrılırsak geliriz.
Yardım istenildiğinde hemen koşarız.” Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Şiirle develeri yollandıran kimdir?” diye sordu. Sahabeler:” Âmir b. Ekva “dediler. Hz. Peygamber: “Allah Âmir’e rahmet etsin!” dedi. Kafileden bir kimse: “Ey Allah’ın Resulü! Âmir’in şehit olması kesin. Keşke Âmir şimdi şehit olmasa da ondan biraz daha istifade edebilsek” dedi. Nihayet Hayber’e geldik ve Hayber halkını kuşattık. Kuşatma sırasında şiddetli bir açlıkla karşılaştık. Peygamberimiz: “Yüce Allah Hayber’in fethini müjdeledi” dedi. Hayber fethi müjdelendiği günün akşamı olunca mücahitler bir çok ateş yaktılar. Hz. Peygamber: “Bu ateşler nedir? Niçin yakıyorsunuz?” diye sordu. Sahabe: “Et pişirmek üzere” diye cevap verdiler. Hz. Peygamber: “Hangi et?” diye sordu. Sahabeler: “Evcil eşeklerin eti dedi.” Hz. Peygamber: “O etleri dökünüz, kaplarını da kırınız!” buyurdu. Sahabelerden biri: “Etleri döksek ve kaplarını yıkasak olmaz mı? diye sordu. Resulüllah: “Yahut öyle yapınız” buyurdu. Bu seferde Âmir’in kılıcı biraz kısa olduğundan Âmir bu kısa kılıcıyla bir Yahudiye vurmak için baldırına saldırmıştı. Fakat kılıcın keskin yüzü dönüp Âmir’in dizine isabet etti ve bu yaradan dolayı vefat etti. Hayber’den döndükten sonra Peygamberimiz beni sessiz bir halde görünce, iki elimi tutarak: Ey Seleme “Neyin var?” dedi. Ben de ona: “Annem, babam, sana kurban olsun. Bazıları Âmir’in gazasının boşa gittiğini iddia ediyorlar” dedim. Peygamber: “Bunu kim söyledi? dedi. Ben: “Falancalar ve Useyd b. Hudayr “dedim. Peygamber: “Bunu söyleyen kimse yalan söylemiştir. (İki parmağını birleştirerek) Muhakkak ki Âmir için iki ecir vardır” buyurdu ve sonra: “Şu muhakkak ki Âmir, hem Allah’a itaat yolunda gücünü sarfeden bir cahid, hem de bir mücahiddir. Yeryüzünde bu hasletlerle yürüyen Âmir’in benzeri bir Arap pek az bulunur” diye tamamladı.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3363

Berâe (r.a.) şöyle anlatmaktadır:
Hz. Peygamber (a.s.) Hendek savaşında (hendek kazılırken) bizimle beraber toprak taşıyor ve toprak karnının beyazlığını örtmüşken şöyle şiir okuyordu:

“Yemin olsun ki, Ey Allahım sen olmasaydın biz ne hidayete erer,
ne sadaka verir ne de namaz kılardık.
Şu kâfirler İslâma davetimizi kabul etmediler.
Artık sen onlara karşı bize sekinet indir!” Bazen de
“Bu topluluk İslâma davetimizi kabul etmedi.
Onlar bizim çekindiğimiz fitneyi çıkarmak istediklerinde, onlara karşı bize sekinet indir!” diyor ve bu sözleri söylerken sesini iyice yükseltiyordu.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3365

Sehl b. Sa’d (r.a.) şöyle anlatmaktadır:
Biz hendek kazarak omuzlarımız üzerinde toprak taşırken Peygamberimiz (a.s.) yanımıza geldi ve: “Allahım! Gerçek hayat Ahiret hayatı! Bu yüzden Muhacir ve Ensar’a mağfiret eyle!” buyurdu.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3366

Enes b. Malik’in rivayet ettiğine göre, Peygamberimiz (a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Allahım! Gerçek hayat Ahiret hayatı!
Bu yüzden Muhacir ve Ensar’a mağfiret eyle!”
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3367

Seleme b. Ekva (r.a.) şöyle anlatır:
Bir gün sabah namazı ezanı okunmadan önce yola çıktım. O günlerde Hz. Peygamber’in (a.s.) sağmal develeri Zukared merasında otluyordu. Giderken Abdurrahman b. Avf’ın hizmetçisi yolda bana rastladı ve: “Hz. Peygamber’in sağmal develeri kaçırıldı,” dedi. Ben: Kim kaçırdı? diye sordum. Köle:” Gatafan kabilesi” diye cevap verdi. Ben üç kez: Ey erkenciler yetişin! diye, sesimi Medine’nin iki kara taşlığı arasındaki halka duyuracak şekilde haykırdım. Sonra yüzümün doğrultusuna arkalarından süratle koştum. Nihayet onlara Zukared mevkiinde yetiştim. Adamlar develeri sulamaya başlamışlardı. Hemen onlara ok atmaya başladım çünkü iyi bir atıcıydım. Ok atarken de:
“Ben Ekva oğluyum bu gün alçakların öleceği gündür” diyerek recezler söylüyordum. Neticede develeri kurtardığım gibi onlardan otuz tane elbiseyi de ganimet olarak ele geçirdim. Sonra Peygamber (a.s.) ve sahabe geldiler. Ben: Ey Allah’ın elçisi! Bu adamların su içmelerine bile fırsat vermedim. Şu anda susuz oldukları için (şimdi su tedariki ile meşgul olacaklardır) peşlerine bir müfreze gönder dedim. Hz. Peygamber: “Ey Ekva oğlu! Sen alacağını aldın. Artık onlara yumşaklık göster” buyurdu. Bunun üzerine döndük. Hz. Peygamber beni Medine’ye kadar devesi üzerinde terkisine aldı.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3371

Enes b. Malik’in (r.a.) anlattığına göre:
Hz. Peygamber (a.s.) (annem) Ümmü Suleym’i harbe götürürdü. Peygamberimiz harbe gittiği zamanlarda beraberinde Ensardan bazı kadınlar da bulunurdu. Bunlar su taşırlar ve yaralıları tedavi ederlerdi.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3375

Bureyde’nin (r.a.) naklettiğine göre:
Hz. Peygamber (a.s.) on dokuz gazaya çıkmış ve bunlardan sekiz tanesinde bizzat savaşmıştır.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3384

Seleme (r.a.) şöyle anlatır:
“Hz. Peygamber (a.s.) ile yedi gazaya katıldım. Hz. Peygamber’in gönderdiği seriyelerin ise dokuzunda bulundum. Bir seferinde kumandan Ebu Bekr diğer birinde ise Usame b. Zeyd idi.”
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3386

Ebu Musa (r.a.) şöyle anlatır:
Altı kişilik bir birlik içinde, Hz. Peygamber (a.s.) ile beraber bir gazaya çıktık. Sırayla bindiğimiz bir devemiz vardı. Artık ayaklarımız delinmişti. Benim de iki ayağım delinmiş, tırnaklarım dökülmüştü. Bunun için ayaklarımıza bez parçaları sarıyorduk. Ayaklarımızı bu şekilde bez parçalarıyla sardığımız için bu sefere Zatu’r-Rik’a adı verildi.
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 3387

İlgili Makaleler