Hâl ve Türleri – Açıköğretim İlahiyat Arapça Dersleri
Her dilde olduğu gibi Arapça’da da cümleler, temel ve yan unsurlardan oluşur. Temel unsurlar muhaataba cümledeki ana mesajı aktarma imkânı verirken, yan unsurlar ayrıntıları nakletme işlevi görürler. حضَرَ يَحيَى إلى العَمَل /Yahya işe geldi cümlesinde temel unsurlar zikredilmiş ve Yahya’nın işe geldiği mesajı muhataba aktarılmıştır. Ancak ayrıntılar hakkında herhangi bir bilgilendirme yapılmamıştır. Yani Yahya’nın ne zaman geldiği, nasıl geldiği konusunda bir şey zikredilmemiştir. Cümleye: حضَر يحيى إلى العَمَل صَباَحاً مَاشِياً / Yahya işe sabahleyin yürüyerek geldi ilâveleri yapılmak suretiyle daha detaya girilmiş ve muhataba Yahya’nın ne zaman ve nasıl geldiği bilgisi de verilmiş olmaktadır. Dil öğretiminde muhatabı mesajı anlamaya götüren temel ve yan unsurların tanınması ve gramatik hükümlerinin bilinmesi son derece önemli bir husustur. Zira cümlede hangi unsurun temel, hangisinin yan unsur olduğunun tespiti dile hâkimiyetin önemli bir aşamasıdır. İşte bu ünitede Arapça’da cümlede yan bir unsur ( فَضْلَة ) hükmünde olan “Hâl” konusu işlenecektir. Konu temelde, üç terim çerçevesinde ele alınacaktır: Hâl, sâhibu’l-hâl ve râbıt. Bu esaslar çerçevesinde konumuza ilişkin ayrıntılı bilgi ve örnekler okuma parçamızın peşinden verilecektir.
Hâl ve Unsurları Dil Bilgisi
Hâl konusu Türkçe’deki ‘durum zarfı’na karşılık gelen bir terim olup كيف /nasıl sorusuna cevap olarak kullanılır. Türkçe’ye ‘…rek, …rak; …dığı halde, iken, olduğu halde’ gibi ifadelerle çevrilebilir. Hâl, fiilin oluşu sırasında fâilin, mef‘ûlün bihin veya her ikisinin durumunu açıklayan lafzan mansûb, müştak(türemiş) ve nekre bir kelime veya mahallen mansûb bir cümle yada cümleciktir. Kendisinden önce gelen marife bir ismin durumunu bildiren müştak/türemiş, nekre/belirsiz ve mansûb bir isimdir, şeklinde de tarif edilebilir.
Dolayısıyla bu tarifler ışığında şöyle demek mümkündür: Hâl;
a. Fâil, mef‘ûl ya da her ikisinin gibi marife bir unsurun durumunu belirtir.
b. Lafzan mansûb nekre bir kelime veya mahallen mansûb bir cümle ya da cümlecik şeklinde karşımıza çıkar.
c. Hâl genellikle; ism-i fâil, ism-i mef‘ûl, sıfat-ı müşebbehe gibi müştak/türemiş bir isimdir.
Hâl Arapçada genel olarak fiil cümlesinin yan unsurları kapsamında ele alınır. Söz konusu yan unsurlar da i‘râb bakımından mansubât kategorisindedir. Onun için hâller her zaman mansûb’tur, denilir. Fâilin durumunu gösteren kullanımına örnek olarak: حضَر أحمدُ إلى العَمَل مَاشِياً /Ahmet işe yüreyerek geldi cümlesi verilebilir. Şöyle ki, bu cümlede hâl konumunda bulunan ماشِياً / yüreyerek unsuru, fâil konumunda olan أحمدُ ‘in hâlini/durumunu bildirmektedir. Yani Ahmed’in işe başka bir şekilde değil yürüyerek geldiğini anlama yansıtmaktadır. Yapı olarak da bu cümlede hâl
karşımıza, lafzan mansûb nekre bir kelime olarak gelmiştir. جاءَت زينبُ إلى الكُلِّيَّة مُسرِعةً /Zeynep fakülteye hızlı bir şekilde geldi cümlesinde de benzer bir kullanım söz konusudur. Zira hâl konumunda bulunan /مُسرِعةً hızlı bir şekilde unsuru, fâil konumunda olan زينبُ ‘in fakülteye geliş hâlini/durumunu ibareye yansıtmıştır. Yapı olarak da karşımıza, lafzan mansûb bir nekre olarak gelmiştir. حَضَر مُراد إلى البَيت وهو تَعْبانُ /Murat eve yorgun halde geldi, cümlesinde ise fâilin durumunu gösteren hâl isim cümlesi formunda gelmiştir. Murat’ın eve nasıl geldiğini cümleye yansıtan hâl cümlesi her ne kadar kendi içerisinde merfû bir mübteda ( هو ) ve haberden ( تَعْبانُ ) oluşmuşsa da cümle olarak hâl konumundadır ve mahallen mansûbtur. خرجَت عائشةُ مِن البيت وقد سالَتْ دموعُها /Aişe ağlar halde evden çıktı, cümlesinde ise fâilin durumunu bildiren hâl fiil cümlesi şeklinde gelmiştir.
Hâl cümlesi her ne kadar kendi içerisinde fiil ( سالَتْ ) ve merfû fâilden ( دموعُها ) oluşuyorsa da cümle olarak hâl konumunda olduğu için mahallen mansûbtur. Mef‘ûlün bihin durumunu gösteren mansûb ve nekre bir kelime olarak gelişine örnek olarak: شرِب الطِّفلُ الحَلِيبَ حاراًّ /Çocuk sütü sıcakken içti cümlesi verilebilir. Zira bu cümlede hâl konumunda bulunan حاراًّ /sıcakken öğesi, mef‘ûlün bih konumunda olan الطفلُ ‘in hâlini/durumunu bildirmektedir. Yani çocuğun sütü sıcak halde iken içtiğini anlama yansıtmaktadır. Yapı olarak da bu cümlede hâl karşımıza, lafzan mansûb bir nekre olarak gelmiştir. أكَلَت فاطمةُ السَّمَكةَ مَقْلِيَّةً /Fatma balığı kızarmış halde yedi cümlesinde de aynı durum söz konusudur. Şöyleki hâl konumunda bulunan مَقْلِيَّةً /kızarmış halde öğesi, mef‘ûlün bih konumunda olan السمكةَ ‘nin hâlini/durumunu cümleye yansıtmıştır. Yapı olarak da karşımıza, lafzan mansûb bir nekre
olarak gelmiştir. Hem fâil hem de mef‘ûlün bihin her ikisinin durumunu gösteren hâl kullanımına örnek olarak da: سار الوَلَد وأبوه مُسرِعَين /Çocuk ile babası hızlı bir şekilde yürüdüler cümlesi verilebilir. Zira bu cümlede hâl konumunda bulunan مُسرِعَين / hızlı bir şekilde öğesi, hem fâil hem de mef‘ûlün bih’in her ikisinin durumunu göstermektedir. Yani çocuk ile babasının birlikte hızlı
bir şekilde yürüdüklerini cümleye yansıtmıştır. Yapı olarak da hâl karşımıza, lafzan mansûb bir nekre olarak gelmiştir. Zira مُسرِعَين müsennâ bir isim olup mansûbtur.
خرجْنا أنا وأحمدُ من الملَعَب في غَضَب /Ben ve Ahmed sahadan öfkeli halde çıktı cümlesinde de hâl hem fâil hem de mef‘ûlün bihin her ikisinin durumunu göstermektedir. Câr ve mecrûrdan oluşan hâl mahallen mansûbtur. Çünkü tek bir kelime şeklinde değil cümle şeklinde gelmiştir.
Örneklerden anlaşılacağı üzere hâl’in söz konusu olduğu cümlelerde üç temel unsur bulunmaktadır:
a. Hâl: ( الحال ): Lafzan mansûb ve nekre bir kelimedir veya mahallen mansûb bir cümle yada cümleciktir.
b. Sâhibu’l-hâl: ( صاحب الحال ): Hâl öğesinin, ‘durum’ yönünden nitelediği kelimeye ‘sâhibu’l-hâl’ veya ‘zi’l-hâl’ adı verilir. Hâl unsurundan önce gelir ve daima marife bir isim olur.
c. Râbıt/bağlaç: Hâl’in cümle olarak geldiği durumlarda kendisi ile sâhibu’lhâl’i birbirine bağlayan unsurdur. Bu unsur vâv-ı hâliyye ( الوَاو الحالية ) diye anılan bir unsur olabileceği gibi, muttasıl ya da munfasıl bir zamir olabilir, veyahut hem vâv-ı hâliyye hem de zamiri aynı anda içerebilir.
Bu açıklamalar ışığında: حَضَر إبراهِيمُ إلَى المَدرَسة سعِيداً /İbrahim okula mutlu olarak geldi cümelesine göz atacak olursak; سعِيداً /mutlu olarak lafzı hâl’dir, zira lafzan mansûb nekre bir kelime olup
İbrahim’in okula nasıl geldiğini bildirmektedir. إبراهِيمُ sâhibu’l-hâl ( صاحب الحال )’dir, zira hâl unsurundan önce zikredilen ve fâil olarak gelen marife bir isimdir.
Dikkat edileceği üzere hâl cümle formunda gelmediği için, bir başka ifadeyle tek unsur halinde geldiği için râbıt/bağlaç içermemiştir. Ama cümleحضر إبراهِيمُ إلَى المَدرَسة وهو سعِيدٌ /İbrahim okula mutlu olarak geldi şeklinde kurulduğunda, hâl cümle formunda geldiği için vâv-ı hâliyye’yi içermek zorunluluğu vardır.
Türleri
Arapça’da haller karşımıza üç şekilde gelir: Müfret, cümle ve şibih cümle (cümlemsi).
a. Müfret hâl: Yukarıda verdiğimiz örneklerde görüldüğü üzere hâl’in tek bir kelime olarak karşımıza geldiği formlardır. Dolayısıyla burada geçen ‘müfret’ten kasıt ‘tekil’ olması değil, aksine müsennâ/ikil ve cemi’/çoğul form dâhil olmak üzere, hâl’in cümle yada şibih cümle dışında tek kelime halinde gelmesidir. Okuma parçasının نشأ يحيى مَحبوباً مِن جمَيع أَقارِبه /Yahya bütün akrabaları tarafından sevilen birisi olarak yetişti, cümlesinde olduğu gibi, cümlede hâl konumunda olan ve fâilin durumunu bildiren محبوباً kelimesi müfret formda gelmiştir. Aynı cümleyi hem müsennâ/ikil: ما نشأ يحيى ومُحَمَّد محبوبَين من جميع أقار /Yahya ve Muhammed bütün akrabaları tarafından sevilen kişiler olarak yetiştiler, hem cemi/çoğul formda م نَشَأ يَحَيى وإخوتُه مَحبوبِين مِن جميع أقار /Yahya ve kardeşleri
bütün akrabaları tarafından sevilen kişiler olarak yetiştiler, şeklinde kurmamız durumunda bile, hâl yine müfret formdadır. Çünkü cümle yada cümlecik dışında bir yapıda gelmiştir ve tek bir unsurdur.
Hâl müfret konumda lafzan mansûb ve nekre şeklinde karşımıza gelmektedir.
b. Cümle hâl: Hâl’in karşımıza isim yada fiil cümlesi şeklinde geldiği formlardır. İsim cümlesi formundaki hâl’de, hâl öğesini sahibu’l-hal’e bağlayan vâv-ı hâliyye yada bir zamir (veyahut her ikisi) bulunur. İsim cümlesi olarak gelişine: قرأ محمدٌ رِوايةَ نَجِيب مَحفُوظ وهو قائِم /Muhammed, Necip Mahfuz’un romanını ayakta okudu, cümlesinde hâl müfret kelime değildir, aksine cümledir. Zira fâilin durumunu bildiren ve vâv-ı hâliyye ( (و ile sâhibu’l-hâl’e ( محمدٌ ) bağlanan cümle mübteda ( هو ) ve haber’den ( ( قائم oluşmaktadır. Dolayısıyla cümle formunda geldiği için hâl’e, ‘lafzan mansûb’
diyemeyiz, çünkü ‘lafzan’ terimi müfret unsurlar için söz konusudur. Bundan dolayı hâl konumunda olan cümle ‘mahallen mansûb’tur, yani lafzan değil cümledeki yeri itibariyle hükmen mansûbtur, demektir. عاد الوالِدُ مِن المزَْرَعة، يَحمِل الخُضارَ والفاكهة /Baba, sebze ve meyve(leri) taşır halde tarladan döndü, cümlesinde de hâl müfret değil, cümle halinde gelmiştir. Hâl konumunda olan يَحمِل الخُضار والفاكهة / sebze ve meyve(leri) taşır halde cümlesi ‘mahallen mansûb’tur. Hâl’in fiil cümlesi olması durumunda şu üç noktaya dikkat etmek gerekir.
1. Hâl cümlesi, olumlu yapıda bir geçmiş zaman cümlesi ise cümlenin başına وقد edatı getirilir. Örnek: عُدْتُ مِن أوروبّا وقد حَصَلتُ على شَهَادَة الماجِسْتِير /Master diplomamı almış halde Avrupa’dan döndüm.
2. Hâl cümlesi, olumsuz yapıda bir geçmiş zaman cümlesi ise başına وما، ولم edatları getirilir. Örnek: حضَرتُ إلى المدرسة ولم أَكتُب كلَّ الواجب /ödevin hepsini yazmadan okula geldim.
3. Hâl cümlesi, olumlu ya da olumsuz bir muzâri fiil ise başına vâv-ı hâliyye getirilmez. Örnek: عاد الوالِدُ من المزرعة، يَحمِل الخُضارَ والفاكهة /Baba, sebze ve meyve(leri) taşır halde tarladan döndü.
Bütün bu cümlelerde hâl cümle halinde gelmiştir. Son cümlede يَحمل fiilindeki müstetir هو zamiri ile sâhibu’l-hâl’e ( الوالدُ ) bağlanan cümle, fiil ( (عاد ve fâil’den ( الوالدُ ) oluşmaktadır. İşte bunun gibi cümle olarak gelen hâl’ler, ‘mahallen mansûb’tur. Arapça’da şöyle genel bir kural vardır: Nekre bir unsurdan sonra gelen cümleler sıfat, ma’rife bir unsurdan sonra gelen cümleler ise hâl’dir. Bu durum hâl cümlesinde, vâv-ı hâliyye yada zâhir bir zamir gibi bir bağlaçın olmadığı durumlar için önemli bir kuraldır. Yukarıda verilen örneğe bir daha bakılırsa يَحمِل الخُضارَ والفاكهةَ / sebze ve meyve(leri) taşır halde cümlesi vâv-ı hâliyye veya zamir gibi bir bağlaç barındırmadığı için önceki cümleden kopuk gibi gözükmektedir. Ancak durumunu belirttiği marife bir sâhibu’l-hâl’den ( (الوالدُ
sonra geldiği için hâl görevini üstlenmiştir.
c. Şibh-i cümle yapısında (cümlemsi/cümlecik) hâl: Hâl’in câr-mecrur ya da zarf şeklinde geldiği formlardır. Tıpkı muzâri fiil durumundaki hâl cümlesinde olduğu gibi, şibih cümleyi de sahibu’l- hâl’e bağlayan herhangi bir bağlaç söz konusu değildir.
Câr-mecrur olarak gelişine misal olarak: نَزَل السّائِقُ مِن السَّيَّارة في غَضَب /şoför arabadan öfkeli bir şekilde indi, cümlesi verilebilir. Bu cümlede de hâl müfret kelime değildir, aksine cümlemsi diyebileceğimiz iki kelime halinde gelmiştir. Fâilin durumunu bildiren ve câr-mecrûr formunda ( في غَضَب /öfkeli bir şekilde) gelen bu unsur müfret hâl yerinde kullanıldığı ve onun yerini işgal ettiği için yine, ‘mahallen mansûb’tur. رأيتُ العُصفُورَ بينَ الأَغْصان /Serçeyi dalların arasında gördüm, cümlesinde hâl aynı şekilde müfret kelime olmayıp bir zarf cümleciği şeklinde gelmiştir. Mefûlün durumunu bildiren ve zarf formunda ( بين الأغصان /dalların arasında) gelen bu unsur müfret hâl yerinde kullanıldığı ve onun yerini işgal ettiği için aynı şekilde ‘mahallen mansub’tur. Kalıplaşmış Hâl Türleri
Yukarıdaki formlardan farklı olarak Arapça’da kalıplaşmış hâl türleri vardır. Bunlar genellikle; كافَّةً، عامَّةً، جميعاً، قاطِبَةً، وَحْدَ + ضمير kelimeleriyle karşımıza gelir.
Birer cümleyle örneklendirmeye çalışalım:
جاء الأَسَاتَذَةُ كافَّةً /Hocaların tümü geldi.
قَبَضَتْ الشُّرطةُ على المتَُظَاهِرِين جميعاً /Polis göstericilerin tümünü yakaladı.
تَزدَاد نِسْبَة الأُمّيِّين في الدُّوَل الفَقِيرةِ عامَّةً /Okur-yazar olmayanların oranı fakir ülkelerin tümünde artmaktadır.
قرَّر القُضَاة قاطبةً أنْ يَسجُنوا الجانِيَ /Hakimlerin hepsi suçluyu hapse atmayı kararlaştırdılar.
لا يَستَطِيع أن يَتَجَوَّل المرَْءُ وَحْدَه في هذه السَّاعات مِن الليل /Kişi yalnız başına gecenin bu saatlerinde dolaşamaz.
Hâl Cümlelerinde Uyum
Yukarıdaki misallerden de fark edileceği üzere hâl cümlesinde, hâl ile sâhibu’l-hâl/zi’l-hâl arasında müzekkerlik-müenneslik (cinsiyet) ve sayı yönünden uyum vardır. Onun için sâhibu’l-hâl müzekker ve müfret ise hâl de müzekker ve müfrettir, sâhibu’l-hâl münnes ve müsennâ ise hâl de münnes ve müsennâdir. Mesela أتَتْ البنتُ إلى البيت مُسرِعةً /kız çocuğu eve hızlı bir şekilde geldi, cümlesinde sâhibu’l-hâl ( البنتُ ) müennes ve müfret olduğu için hâl de müennes ve müfret ( مُسرِعةً ) gelmiştir. Aynı şekilde عاد الطلابُ إلى بِلادِهم ناجِحِين /öğrenciler memleketlerine başarılı olarak döndüler, cümlesinde sâhibu’l-hâl müzekker ve cemi ( الطلابُ ) olduğu için hâl de ona uyumlu olarak müzekker ve cemi ( ناجحين ) gelmiştir. Bu uygunluğu bütün hâl formlarına şöyle bir cümle üzerinde
uygulayabiliriz.
أتَى الولَدُ إلى البيت مُسرِعاً؛ أتَى الوَلَدان إلى البيت مُسرِعَيْن؛ أتَى الأولادُ إلى البيت مُسرِعِين
أتَتْ البِنتُ إلى البيت مُسرِعةً؛ أتَتْ البِنتَان إلى البيت مُسرِعتَيْن؛ أتَتْ البَنات إلى البيت مُسرِعاتٍ؛
أتَى الولد إلى البيت وهو مُسرِعٌ/وقد أسرع/يُسرع
أتَى الوَلَدان إلى البيت وهما مُسرِعَان/ وقد أسرعا/يُسرعان
أتَى الأولاد إلى البيت وهم مُسرِعُون/ وقد أسرعُوا/يُسرعُون
أتَتْ البِنت إلى البيت وهي مُسرِعَةٌ/وقد أسرعَتْ/تُسرع
أتَتْ البنتان إلى البيت وهما مُسرِعَتَان/ وقد أسرعتَا/تُسرعان
أتَتْ البنات إلى البيت وهنّ مُسرِعَاتٌ/ وقد أسرعْنَ/يُسرعْنَ
Hâl ve Unsurları
Hâl konusu Türkçe’deki ‘durum zarfı’na karşılık gelen bir terim olup كيف
/nasıl sorusuna cevap olarak kullanılır. Türkçe’ye ‘…rek, …rak; …dığı
halde, iken, olduğu halde’ gibi ifadelerle çevrilebilir.
Hâl, fiilin oluşu sırasında fâilin, mef‘ûlün bihin veya her ikisinin
durumunu açıklayan lafzan mansûb, müştak(türemiş) ve nekre bir kelime
veya mahallen mansûb bir cümle yada cümleciktir. Kendisinden önce
gelen marife bir ismin durumunu bildiren müştak/türemiş, nekre/belirsiz ve
mansûb bir isimdir, şeklinde de tarif edilebilir. Dolayısıyla bu tarifler
ışığında şöyle demek mümkündür:
Hâl;
a. Fâil, mef‘ûl ya da her ikisinin gibi marife bir unsurun durumunu belirtir.
b. Lafzan mansûb nekre bir kelime veya mahallen mansûb bir cümle ya da
cümlecik şeklinde karşımıza çıkar.
c. Hâl genellikle; ism-i fâil, ism-i mef‘ûl, sıfat-ı müşebbehe gibi
müştak/türemiş bir isimdir.
Hâl Arapçada genel olarak fiil cümlesinin yan unsurları kapsamında ele alınır.
Söz konusu yan unsurlar da i‘râb bakımından mansubât kategorisindedir.
Onun için hâller her zaman mansûb’tur, denilir.
Fâilin durumunu gösteren kullanımına örnek olarak: حضَر أحمدُ إلى العَمَل مَاشِياً
/Ahmet işe yüreyerek geldi cümlesi verilebilir. Şöyle ki, bu cümlede hâl
konumunda bulunan ماشِياً / yüreyerek unsuru, fâil konumunda olan أحمدُ ‘in
hâlini/durumunu bildirmektedir. Yani Ahmed’in işe başka bir şekilde değil
yürüyerek geldiğini anlama yansıtmaktadır. Yapı olarak da bu cümlede hâl
karşımıza, lafzan mansûb nekre bir kelime olarak gelmiştir.
جاءَت زينبُ إلى الكُلِّيَّة مُسرِعةً /Zeynep fakülteye hızlı bir şekilde geldi cümlesinde
de benzer bir kullanım söz konusudur. Zira hâl konumunda bulunan /مُسرِعةً
hızlı bir şekilde unsuru, fâil konumunda olan زينبُ ‘in fakülteye geliş
hâlini/durumunu ibareye yansıtmıştır. Yapı olarak da karşımıza, lafzan
mansûb bir nekre olarak gelmiştir.
حَضَر مُراد إلى البَيت وهو تَعْبانُ /Murat eve yorgun halde geldi, cümlesinde ise
fâilin durumunu gösteren hâl isim cümlesi formunda gelmiştir. Murat’ın eve
nasıl geldiğini cümleye yansıtan hâl cümlesi her ne kadar kendi içerisinde
merfû bir mübteda ( هو ) ve haberden ( تَعْبانُ ) oluşmuşsa da cümle olarak hâl
konumundadır ve mahallen mansûbtur.
خرجَت عائشةُ مِن البيت وقد سالَتْ دموعُها /Aişe ağlar halde evden çıktı, cümlesinde
ise fâilin durumunu bildiren hâl fiil cümlesi şeklinde gelmiştir. Hâl cümlesi
her ne kadar kendi içerisinde fiil ( سالَتْ ) ve merfû fâilden ( دموعُها ) oluşuyorsa
da cümle olarak hâl konumunda olduğu için mahallen mansûbtur.
Mef‘ûlün bihin durumunu gösteren mansûb ve nekre bir kelime olarak
gelişine örnek olarak: شرِب الطِّفلُ الحَلِيبَ حاراًّ /Çocuk sütü sıcakken içti cümlesi
verilebilir. Zira bu cümlede hâl konumunda bulunan حاراًّ /sıcakken öğesi,
mef‘ûlün bih konumunda olan الطفلُ ‘in hâlini/durumunu bildirmektedir. Yani
çocuğun sütü sıcak halde iken içtiğini anlama yansıtmaktadır. Yapı olarak da
bu cümlede hâl karşımıza, lafzan mansûb bir nekre olarak gelmiştir.
أكَلَت فاطمةُ السَّمَكةَ مَقْلِيَّةً /Fatma balığı kızarmış halde yedi cümlesinde de
aynı durum söz konusudur. Şöyleki hâl konumunda bulunan مَقْلِيَّةً /kızarmış
halde öğesi, mef‘ûlün bih konumunda olan السمكةَ ‘nin hâlini/durumunu
cümleye yansıtmıştır. Yapı olarak da karşımıza, lafzan mansûb bir nekre
olarak gelmiştir.
Hem fâil hem de mef‘ûlün bihin her ikisinin durumunu gösteren hâl
kullanımına örnek olarak da: سار الوَلَد وأبوه مُسرِعَين /Çocuk ile babası hızlı bir
şekilde yürüdüler cümlesi verilebilir. Zira bu cümlede hâl konumunda
bulunan مُسرِعَين / hızlı bir şekilde öğesi, hem fâil hem de mef‘ûlün bih’in her
ikisinin durumunu göstermektedir. Yani çocuk ile babasının birlikte hızlı
bir şekilde yürüdüklerini cümleye yansıtmıştır. Yapı olarak da hâl
karşımıza, lafzan mansûb bir nekre olarak gelmiştir. Zira مُسرِعَين müsennâ bir
isim olup mansûbtur.
خرجْنا أنا وأحمدُ من الملَعَب في غَضَب /Ben ve Ahmed sahadan öfkeli halde çıktı
cümlesinde de hâl hem fâil hem de mef‘ûlün bihin her ikisinin durumunu
göstermektedir. Câr ve mecrûrdan oluşan hâl mahallen mansûbtur. Çünkü tek
bir kelime şeklinde değil cümle şeklinde gelmiştir.
Örneklerden anlaşılacağı üzere hâl’in söz konusu olduğu cümlelerde üç
temel unsur bulunmaktadır:
a. Hâl: ( الحال ): Lafzan mansûb ve nekre bir kelimedir veya mahallen mansûb
bir cümle yada cümleciktir.
b. Sâhibu’l-hâl: ( صاحب الحال ): Hâl öğesinin, ‘durum’ yönünden nitelediği
kelimeye ‘sâhibu’l-hâl’ veya ‘zi’l-hâl’ adı verilir. Hâl unsurundan önce
gelir ve daima marife bir isim olur.
c. Râbıt/bağlaç: Hâl’in cümle olarak geldiği durumlarda kendisi ile sâhibu’lhâl’i
birbirine bağlayan unsurdur. Bu unsur vâv-ı hâliyye ( الوَاو الحالية ) diye
anılan bir unsur olabileceği gibi, muttasıl ya da munfasıl bir zamir
olabilir, veyahut hem vâv-ı hâliyye hem de zamiri aynı anda içerebilir.
Bu açıklamalar ışığında: حَضَر إبراهِيمُ إلَى المَدرَسة سعِيداً /İbrahim okula mutlu
olarak geldi cümelesine göz atacak olursak;
سعِيداً /mutlu olarak lafzı hâl’dir, zira lafzan mansûb nekre bir kelime olup
İbrahim’in okula nasıl geldiğini bildirmektedir.
إبراهِيمُ sâhibu’l-hâl ( صاحب الحال )’dir, zira hâl unsurundan önce zikredilen ve
fâil olarak gelen marife bir isimdir.
Dikkat edileceği üzere hâl cümle formunda gelmediği için, bir başka
ifadeyle tek unsur halinde geldiği için râbıt/bağlaç içermemiştir. Ama cümle
حضر إبراهِيمُ إلَى المَدرَسة وهو سعِيدٌ /İbrahim okula mutlu olarak geldi şeklinde
kurulduğunda, hâl cümle formunda geldiği için vâv-ı hâliyye’yi içermek
zorunluluğu vardır.
Türleri
Arapça’da haller karşımıza üç şekilde gelir: Müfret, cümle ve şibih cümle
(cümlemsi).
a. Müfret hâl: Yukarıda verdiğimiz örneklerde görüldüğü üzere hâl’in tek bir
kelime olarak karşımıza geldiği formlardır. Dolayısıyla burada geçen
‘müfret’ten kasıt ‘tekil’ olması değil, aksine müsennâ/ikil ve cemi’/çoğul
form dâhil olmak üzere, hâl’in cümle yada şibih cümle dışında tek
kelime halinde gelmesidir. Okuma parçasının نشأ يحيى مَحبوباً مِن جمَيع أَقارِبه
/Yahya bütün akrabaları tarafından sevilen birisi olarak yetişti,
cümlesinde olduğu gibi, cümlede hâl konumunda olan ve fâilin durumunu
bildiren محبوباً kelimesi müfret formda gelmiştir. Aynı cümleyi hem
müsennâ/ikil: ما
Özet
Hâl’in mahiyetini tanımlayabilmek
Hâl Arapça cümlede yan bir unsur olup fiile yöneltilen ‘nasıl’ sorusuna cevap
niteliği taşır. Fiilin oluşu sırasında fâilin, mef‘ûlün bihin veya her ikisinin
durumunu açıklayan lafzan mansûb, müştak (türemiş) ve nekre bir kelime
veya mahallen mansûb bir cümle ya da cümleciktir.
Hâl’in unsurlarını tespit edebilmek
Hâl cümlesinde tanınması gereken üç temel unsur vardır: Hâl, sâhibu’l-hâl/
zi’l-hâl ve râbıt.
Hâl: ( الحال ): Lafzan mansûb ve nekre bir kelime yada mahallen mansûb bir
cümledir.
Sâhibu’l-hâl: ( صاحب الحال ): Hâl öğesinin, ‘durum’ yönünden nitelediği kelime
olup daima marife bir isimdir.
Râbıt/bağlaç: Hâlin cümle formunda geldiği durumlarda kendisi ile sâhibu’lhâl’i
birbirine bağlayan unsurdur. Bu unsur vâv-ı hâliyye ( الوَاو الحالية ) diye
anılan bir unsur olabileceği gibi, muttasıl ya da munfasıl bir zamir olabilir,
veyahut hem vâv-ı hâliyye hem de zamiri aynı anda içerebilir.
Hâl’in türlerini teşhis edebilmek
Arapça’da haller karşımıza üç şekilde gelir: Müfret, cümle ve şibh-i cümle
(cümlemsi/cümlecik).
Müfret hâl: Hâl’in tek bir kelime halinde lafzan mansûb, nekre ve
müştak/türemiş olarak geldiği formlardır. ‘Müfret’ten kasıt ‘tekil’ olması
değil, aksine müsennâ/ikil ve cemi’/çoğul form dâhil olmak üzere, hâl’in
cümle ya da şibih cümle dışında tek kelime halinde gelmesidir. Hâl müfret
durumda iken lafzan mansûb ve nekre şeklinde karşımıza gelir ve sahibu’lhâl
ile cinsiyet ve sayı bakımından tam bir uyum halindedir.
Cümle hâl: Hâl’in isim ya da fiil cümlesi şeklinde geldiği formlardır. İsim
cümlesi formundaki hâl’de, hâl öğesini sahibu’l-hal’e bağlayan vâv-ı hâliyye
ya da bir zamir (veyahut her ikisi) bulunur. Cümle formunda gelmesinden
dolayı hâl ‘mahallen mansûb’tur.
Şibh-i cümle hâl: Hâl’in câr-mecrur ya da zarf şeklinde geldiği formlardır.
Bu formda şibih cümleyi sahibu’l- hâl’e bağlayan herhangi bir bağlaç söz
konusu değildir.
Fiil cümlesi formunda gelen hâl’in inceliklerine vâkıf olmak
Hâl’in fiil cümlesi olması durumunda şu üç noktaya dikkat etmek gerekir:
Hâl cümlesi, olumlu yapıda bir geçmiş zaman cümlesi ise cümlenin başına
وقد edatı getirilir.
Hâl cümlesi, olumsuz yapıda bir geçmiş zaman cümlesi ise başına وما، ولم
edatları getirilir.
Hâl cümlesi, olumlu yada olumsuz bir muzâri fiil ise başına vâv-ı hâliyye
getirilmez.
Hâl’in bazı özel kullanımlarını tespit edebilmek
Arapça’da genel hâl formlarının dışında kalıplaşmış hâl türleri vardır.
Genellikle; كافَّةً، عامَّةً، جميعاً، قاطِبَةً، وَحْدَ + ضمير kelimeleriyle özdeşmiştir.