Buharî’nin Kitâbu salâti’t-terâvîh bölümündeki hadisler özetle şunları söyler:
1. Ramazan gecelerini ihya etmek günahların kefaretine vesiledir.
2. Rasûlullah (sav) Ramazan ayının ilk üç günü mescide çıkmış ve her gün artan bir kalabalıkla cemaat halinde namaz kılmış, ancak dördüncü günü kalabalığı mescid almaz hale gelince Hz. Peygamber durumu bilmesine rağmen yanlarına çıkmamış ve Sabah namazına çıktığında onlara, hallerini gördüğünü ancak farz kılınır endişesiyle kendisinin çıkmadığını beyan buyurmuştur.
3. Hz. Peygamber (sav) zamanında, Hz. Ebu Bekir zamanında ve Hz. Ömer’in halifeliğinin ilk yıllarında durum bu minval üzere devam etmiş; insanlar kimi evlerinde kimi de mescidde kendi başlarına teravih namazını kılagelmişler. (Hz. Ali’nin de teşviki ile) Hz. Ömer mescidde namaz kılmakta olanları meşhur hafız sahabî Übey b. Ka’b’ın arkasında toplamış ve böylece teravih namazı cemaat halinde mescidde kılınmaya başlamıştır. Bu durumu çok beğenen ve bu uygulamanın “güzel bir yenilik” olduğunu söyleyen Hz. Ömer, buna rağmen “Uyuyup da kılmadıkları (teheccüd) namazının, bu kıldıkları (teravih) namazından daha faziletli olduğunu” da beyan etmekten geri kalmamıştır.
4. Hz. Peygamber’in dört artı dört artı vitir (4+4+3) olmak üzere teravih namazını 8 rekat olarak kıldığına dair Hz. Aişe validemizin sarih beyanı vardır.
(Buhârî’nin özeti bu kadar)
Ayrıca İbn Hibbân’ın Sahihi’inde geçen bir rivayette de sahabî Übey b. Ka’b’ın evdeki kadınlara teravih namazını dört artı dört artı vitir (4+4+3) şeklinde kıldırdığını söylemesi karşısında Hz. Peygamber’in buna ses çıkarmadığı, dolayısıyla bu şekilde kılınması ile ilgili olarak takrîrî sünnet bulunduğu bilgisi mevcuttur.
Beyhakî’de yer alan bir rivayette ise Hz. Ali’nin bir adamı, insanlara beş tervîha şeklinde yirmi rekat namaz kıldırmak üzere görevlendirdiği belirtilmektedir. Aynı şekilde Beyhakî’de geçen başka bir rivayette de es-Sâib b. Yezîd, “Hz. Ömer zamanında teravih namazını yirmi rekat artı vitir şeklinde kıldıklarını” söylemiştir.
Değerlendirme: Bütün bu rivayetlerden anlaşılıyor ki teravih namazını kılmak sünnettir. Duruma göre bunun tek başına ya da cemaat halinde kılınması da sünnet olmaktadır.
Sekiz rekat şeklinde kılınması Hz. Peygamber’in sünneti, beş terviha şeklinde yirmi rekat olarak kılınması ise Râşid Halifelerin sünneti olmaktadır. Daha sonra ise bütün ümmet bunu hüsn-i kabul ile benimsemiş ve İslam dünyasının her yerinde teravihin cemaat halinde kılınması bir gelenek halini almıştır.
İki yıl öncesi Şam’da bulunuyorduk. Orada değişik camilerde teravih namazları kıldık. Bizdeki gibi orada da büyük bir coşku ile cemaat halinde kılınıyor. Sekiz rekat kılındıktan sonra kısa bir bekleme oluyor. Cemaatin bir kısmı ayrılıyor. Geri kalan kısmı ile de yirmi rekat tamamlanıyor. Yani uygulama bizdeki gibi, ancak bizdeki gibi katı değil; dileyen sekiz rekat sonrasında ayrılabiliyor ve bu yadırganmıyor.
Teravih namazı yoktur iddiası:
Kimilerinin teravih namazı yoktur şeklindeki iddialarının esası yoktur. Raşid halifelerin uygulamasını –ki bu da bizim terminolojimizde “sünnet” diye anılır ve değerlendirilir- yok saymak ve işi ilk baştaki şekle döndürmek çabası, bir çocuğu “Bu doğduğunda çıplaktı, üzerindekileri sonradan giydirdiler, dolayısıyla onları atmak lazım” demek kabilinden onu anadan uryan haline döndürme çabası gibi bir şeydir.
Evet çocuk çıplak doğar, ama insanlar onu kendi kültürlerine ve birikimlerine, sanat ve estetik anlayışlarına ve zevklerine göre giydirirler.
Aynı şekilde dinler de çıplak doğar; ama içine inmiş olduğu kültürün kalıpları içinde insanlar onu giydirirler. Bunun sonucunda ezanı kaptırarak değil makam ile okurlar, Kur’an tilavetine sanatı da katarlar, Kur’an hattını sanat haline getirirler, ezanı damda değil, eşsiz güzellikte minarelerde okurlar… Hz. Peygamber’e kendi dillerinde naatler, kasideler, mevlidler yazar-okurlar, tekbirleri, salavatları bestelerler… Bütün bunlar, insan olmamızın bir sonucu olarak bizim de dine bir katkımız olur. Gelenek böyle oluşur ve hayatiyetini sürdürür. Kimse bunları yok sayamaz ve din ancak bunlarla yaşar.
Bid’at dinin özüne yönelik eklemlerde bulunmaktır; düzenlenmesinde, kendi kültürel kalıplarımızla onun ifadesinde değil.
Kucağınızda çıplak bir dini taşıyamazsınız; elinizden kayar gider ya da buharlaşır ve yok olur.
Hem işinize geldiği yerde tam bir selefî, işinize geldiği yerde ise tam bir modernist tavırla dinin yaşatılması hiçbir zaman mümkün olmaz.
Ve din Allah’ındır.
Biz O’nun kullarıyız. Din bizim için vardır; daha iyi bir insan olabilmemiz, kendimizi daha iyi ifade edebilmemiz, etrafımıza daha yararlı bir insan olabilmemiz için vardır.
Bugün teravihin –dün olduğu gibi- cemaat halinde ve mabetlerde kılınmasında hem bireysel hem de toplumsal açıdan faydalar vardır.
Teravihe gitmediğinizde ne yaptınız? İsterseniz bunun bir çetelesini tutun. Eğer hem kendiniz hem de insanlık açısından daha yararlı şeyler yapabiliyorsanız onlara devam edin. Yok daha çok televizyon seyretmiş, daha çok dedi kodu yapmış, daha çok kendi dertlerinizle baş başa yalnız kalmış ve ruhî bunalım anlamında daha geri bir konuma düşmüşseniz… gelin teravihimize devam edin. Camilerimizde, saflarımızda sizin için yerimiz her zaman var. Gördüğünüz yanlışlara müdahil olun, güzellikleri paylaşın.
İnanın paylaşılacak çok şey var!
Hayırlı Ramazanlar!
Bizi manen rahatlatacak güzel teravihler!
Dua ile!
GARİBCE