İlahiyat Haber

F. Beşer:İdamı istemek şeriatı istemek midir?

Birkaç hafta önce idam cezasıyla ilgili bir yazı yazmış, bu cezanın suçbilim açısından olması gerektiğini söylemiş ayrıca İslam’daki yerine de değinmiştim. Anlaşılan Sayın Başbakan da idam cezasının olması gerektiği fikrini bir yılı aşkın bir zamandır dile getiriyormuş. Ama bakabildiğim kadarıyla hiçbir konuşmasında, İslam’da kısas diye bir ceza var, bu yüzden idamı geri getirmeliyiz, anlamına gelecek bir kelam eylememiş, yürütmenin başı olarak toplum düzenine katkısı açısından idamdan yana olduğunu açıklamış. Bundan daha doğal bir şey olamaz.

Kaldı ki, bu gün dünyada ABD başta olmak üzere pek çok ülkede idam cezası vardır ve harıl harıl uygulanmaktadır. ABD’nin hem ekonomik, hem bilimsel ve teknolojik, hem insan haklarına saygılı olma açısından bizden çok çok ileri olduğunu hesaba katarsak, idamın geri kalmışlıktan ve insan haklarına saygısızlıktan kaynaklanmadığını da anlamış oluruz.

Hal böyle iken Sayın Sedat Ergin geçen hafta Hürriyet’teki peş peşe dört yazısında niyet okuma yöntemiyle başbakanın sözlerini din kurallarını geri getirme düşüncesi olarak yorumladı.

Söylediklerini iki açıdan isabetli bulmuyoruz.

1.Laiklik anlayışı ve Başbakanın konuşmalarından böyle bir anlam çıkarması,

2.İslam hukuku yani şeriat adına söylediklerinin onun dediği gibi olmaması.

Birincisini ele alıp Sayın Başbakanın niyeti konusunda söylediklerini bir hukuk kuralı ile açıklayalım: “Lazım-ı kavil kavil değildir”. Yani bir sözü söyleyen sadece o sözü söylemiş olur. Bundan şu lazım gelir denecek yorumları söylemiş sayılamaz.

Sayın Ergin diyor ki, “Tartışma Başbakan’ın dini inançlarını pozitif hukukun tanımladığı bir alan için öne sürdüğü noktada patlak veriyor. O zaman karşımıza çıkan soru şudur: Laik bir düzende dini kaynaklar hukuk düzenine eklemlenebilir mi?”.

Cümle, ifade açısından da problemli, ama onu bırakalım. Pozitif hukuk her hangi bir zamanda yürürlükte olan hukuktur. Buna eskiden mer’î hukuk derlerdi. Sanırım pozitif hukuk derken bunu pozitivizmle, deneycilikle yani bilimsellikle ilişkilendiriyor. Oysa her ülkenin geçerli hukuku pozitif hukuktur. Şeriatı uygularsanız pozitif hukukunuz Şeriat olmuş olur.

Eklemlenme meselesine gelince, öncelikle eklemlenme bir şeyi değiştirme değildir, onu eklemlenen şeyle takviye etmedir. İkinci olarak, eklemlenecek şey doğru ise bu eklemlemenin olmamasını gerektiren şey nedir? Üçüncü olarak eklemlenecek şey olsa olsa normlar olabilir, kaynaklar olamaz.

Devam ediyor:

“Laiklik ilkesi açısından ana kuralı baştan koyalım. Pozitif hukuk düzeninin kurallarını koyan yasalar dini kaynakları esas almamak durumundadır…”.

Dikkat edilirse bir defa kuralı baştan koyanlar bizleriz.

Bu cümlenin de problemli olmasını bir tarafa bırakarak anlatmak istediğinin de doğru olmadığını ifade etmeliyiz. Çünkü laiklik en iyimser anlamıyla bilimselliktir. Bu sebeple Arapçası ilmaniyye’dir. İlmaniyye, ilmilik yani bilimsellik demektir. Anlaşılan bizimkiler buna munis bir karşılık bulamadıkları için kabulü de zorlaşmış.

Akılcı ve bilimsel laiklik şunu söyler: Kanun koyucu toplumu düzenleyen normları yaparken dini sadece din olduğu için esas almaz. Onun tek ölçüsü akıl ve bilimdir. Ama dinin söylediği bir şey aklın ve bilimin de kabulü olabilir. O zaman onun alınmasında da bir sakınca yoktur. Çünkü bizatihi akıl ve bilim bunu reddetmez.

Bizim açımızdan hakikatin yegâne ölçüsü akıl ve bilim olmadığı için bunun kabul etmemiz mümkün olmasa da böyle bir laiklik anlayışı kendi içinde tutarlıdır ve namusludur.

Oysa şöyle bir laiklik anlayışı öyle değildir: Kanun koyucu dinin söylediği bir şeyi asla bir hukuk normu haline getiremez.

Çünkü bu anlayış her şeyden önce akılcı ve bilimsel değildir, jakobendir, ideolojiktir ve sübjektiftir. Dine bütün olarak düşmanlığı ihsas eder. Sanırım böyle bir laiklik anlayışı Türkiye’den başka bir de Bin Ali’nin Tunus’unda vardı. Belki Beşşar’ın Suriye’sini de buna eklemleyebiliriz.

Sonra din kurallarında da bulunan bir şeyi istemek bütün olarak din kurallarını istemekse; mesela mülkiyet hakkını, hane dokunulmazlığını, zinanın boşanma sebebi olmasını savunmak da şeriatı esas almak olur.

Diğer yönden, bu söylediklerimizden Sayın Başbakan’ın din kurallarına ya da Şeriata karşı olduğu anlamını çıkarmak da yine niyet okumadır.

İkinci eleştiri noktasına gelince, onu da Pazar yazımızda ele alacağız.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu