Arapça Türkçe Dualar

DUANIN USUL VE ADABI

AYET VE HADİSLERDE DUANIN USUL VE ADABI

DUANIN USUL VE ADABI

Dua basit bir iş değil, yüce Allah’a ibadet etme, O’nu
anma ve O’na iman etmenin gereğidir. Bu sebeple duanın
makbul olabilmesi için, bir kısım usul, âdâp ve kurallara
riayet edilmesi gerekir. Bu usul, adap ve kuralları şöyle sıralayabiliriz:

1. Duaya Eûzü Besmele, Allah’a Hamd ve Peygambere
Salât İle Başlanmalı
Dua öncesinde Müslüman, rûhen ve bedenen duaya
hazır hâle gelmeli, mümkünse abdest alıp kıbleye dönülmelidir.
(İbn Mâce, Dua, 13) Her hayırlı işte olduğu gibi duaya
da eûzü ve besmele çekerek iki rekat namaz kıldıktan sonra
başlanmalıdır.
Ayet ve hadislerde hayvanın Allah’ın adı anılarak kesilmesi
(En’âm, 6/18), besmele ile yenilip içilmesi (Ebû Davud, Et’ıme,
15), Allah’ın adı ile (Alâk, 96/1) ve eûzü çekerek Kur’ân okunması
(Nahl, 16/98) emredilmektedir. Dua da bir ibadet olduğuna
göre, duaya da eûzü ve besmele çekerek başlanmalı,
sonra Allah’a hamd ve Peygamberimize salât ve selâm getirilmelidir.
Peygamberimiz (s.a.s.) duaya,
سُبْحاَنَ رَبِّيَ الْعَلِيِّ الْاَعْلَى الْوَهَّابِ
“Yücelerin yücesi ve bağışlayıcı olan Rabbimi, bütün noksanlıklardan
tenzih ederim” diyerek başlamış (Ahmed, IV, 54;
Hâkim, Dua, I, 498) ve

إِذَا صَلَّى أَحَدُكُمْ فَلْيَبْدَأْ بِتَحْمِيدِ الٰهّلِ وَالثَّنَاءِ عَلَيْهِ ثُمَّ لْيُصَلِّ
عَلَى النَّبِيِّ صَلَّى الٰهّلُ عَلَيْهِ وسَلَّمَ ثُمَّ لْيَدْعُ بَعْدُ مَا شَاءَ

“Biriniz dua ettiği zaman, Allah’a hamd ve övgü ile başlasın,
sonra Peygambere salât etsin, sonra dilediği duayı yapsın”
buyurmuştur. (Tirmizî, De’avât, 66; Ebû Davud, Salât, 358)
Sahabeden Hz. Ömer,

إِنَّ الدُّعَاءَ مَوْقُوفٌ بَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ لَا يَصْعَدُ مِنْهُ شَيْءٌ حَتَّى
تُصَلِّيَ عَلَى نَبِيِّكَ صَلَّى الٰهّلُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
“Peygambere salât getirilinceye kadar dua, yer ile gök arasında
durur, hiçbir dua O’na yükselmez/kabul olmaz” demiştir.
(Tirmizî, Salât, 347)
Peygamberimiz (s.a.s.); sahabeden Enes bin Malik’e,
herhangi bir yeri ağrıdığı zaman, şikayet ettiği yerin üzerine
elini koyup besmele ile şöyle dua etmesini tavsiye etmiştir:

بِاسْمِ الٰهّلِ اَعُوذُ بِعِزَّةِ الٰهّلِ وَ قُدْرَتِهِ مِنْ شَرِّ مَا اَجِدُ مِنْ وَجَعِي هٰذَا
ثُمَّ ارْفَعْ يَدَكَ ثُمَّ أَعِدْ ذٰلِكَ وِتْرًا

“Bismillah, şu çektiğim acının şerrinden Allah’ın gücü ve
kudretine sığınırım. Sonra elini kaldır, sonra bu duayı üç beş
defa tekrar et.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, No: 1126)
2. Duadan Önce Tövbe ve İstiğfar Edilmeli
Günah işleyen, haramlardan uzak durmayan bir kulun
duası kabul edilmeye lâyık değildir. Peygamberimizin şu
hadisi çok dikkat çekicidir.

اَلرَّجُلُ يُطِيلُ السَّفَرَ أَشْعَثَ أَغْبَرَ يَمُدُّ يَدَيْهِ اِلَى السّمَاءِ يَا رَبِّ
يَا رَبِّ وَمَطْعَمُهُ حَرَامٌ وَمَشْرَبُهُ حَرَامٌ وَمَلْبَسُهُ حَرَامٌ وغُذِيَ بِالْحَرَامِ
فَأَنّٰى يُسْتَجَابُ لِذٰلِكَ

“Allah yolunda seferler yapmış, üstü başı tozlanmış bir
adam, ellerini semaya kaldırarak, ‘Ya Rabbi’ ‘Ya Rabbi’ diye
yalvarıyor. Oysa yediği haram, içtiği haram, giydiği haram,
gıdası haramdır. Böyle birisinin duası nasıl kabul olur?” (Müslim,
Zekât, 19)
Bu itibarla mü’min duaya başlamadan önce günahlarını
itiraf edip ihlâs ile Allah’a tövbe etmeli ve affını dilemeli,
sonra dua yapmalıdır.
3. Eller Semaya Açılmalı ve Dua Sonunda Yüze Sürülmeli
Peygamber Efendimiz (s.a.s.), dua ettiği zaman koltuk
altları görünecek kadar ellerini semaya kaldırmıştır. Sahabeden
Ebû Mûsâ el-Eş’arî,

دَعَا النَّبِيُّ صَلَّى الٰهّلُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ثُمَّ رَفَعَ يَدَيْهِ وَرَأَيْتُ بَيَاضَ
إبِطْيَهِْ
“Hz. Peygamber, dua etti ve ellerini kaldırdı. Ben koltuk
altlarının beyazlığını gördüm” demiştir. (Buhârî, De’avât, 22)
Yine sahabeden Enes (r.a.);

كَانَ النَّبِيُّ يَرْفَعُ يَدَيْهِ فِي الدُّعَاءِ حَتَّى يُرَى بَيَاضُ اِبْطِهٖ
“Hz. Peygamber, duada ellerini (semaya) koltuk altlarının
beyazı görününceye kadar kaldırırdı” demiştir. (İbn Hıbbân, Ed’ıye,
No: 877)

Sahabeden Abdullah ibn Abbâs, Peygamberimizin
şöyle buyurduğunu bildirmiştir:
اِذَا سَأَلْتُمُ الٰهّلَ فَاسْئَلُوهُ بِبُطُونِ اَكُفِّكُمْ وَلَا تَسْأَلُوهُ بِظُهُورِهَا
وَامْسَحُوا بِهَا وُجُوهَكُمْ
“Allah’tan bir şey istediğiniz zaman avuçlarınızın içi ile
isteyin, ellerinizin tersi ile istemeyin ve ellerinizi (dua sonunda)
yüzünüze sürün.” (Hâkim, De’avât, I, 536)
Sahabeden Sehl b. Sa’d;

كَانَ يَجْعَلُ اِصْبِعَيْهِ بِحِذَاءِ مَنْكِبَيْهِ وَ يَدْعُو
“Hz. Peygamber (s.a.s.), parmaklarını omuz hizasına kadar
kaldırır ve öyle dua ederdi” demiştir. (Hâkim, De’avât, I, 536)
Hz. Ömer;
كَانَ رَسُولُ الٰهّلِ صَلَّى الٰهّلُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذاَ رَفَعَ يَدَيْهِ فِي الدُّعَاءِ لَمْ
يَحُطَّهُمَا حَتَّى يَمْسَحَ بِهِمَا وَجْهَهُ
“Hz. Peygamber, duada ellerini semaya kaldırdığı zaman
yüzlerine sürmeden indirmezdi” demiştir. (Tirmizî, De’avât, 11)
Dua ederken mümkünse kıbleye dönülür (Buhârî, De’avât,
24), ellerin içi / avuç açılır, parmaklar omuz hizasına kadar,
başı geçmeyecek (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 878) ve koltuk altları görünecek
şekilde kaldırılır, dua sonunda eller yüze sürülür.
Dua esnasında gözler semaya dikilmez. Peygamberimiz,
لَيَنْتَهِ أَقْوَامٌ عَنْ رَفْعِهِمْ أَبْصَارَهُمْ عِنْدَ الدُّعَاءِ فِي الصَّ ةَالِ

إِلَى السَّمَاءِ أَوْ لَتَخْطِفَنَّ أَبْصَارَهُمْ
“Birtakım kimseler namaz kılarken ve dua ederken gözlerini
semaya kaldırmalarından ya vazgeçerler ya da gözleri kör
olur” (Müslim, Salât, 118) buyurmuştur.
4. Esmâ-i Hüsnâ İle Dua Edilmeli
Yüce Allah, Kur’ân’da;

وَ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَى فَادْعُوهُ بِهَا
“En güzel isimler Allâh’ındır. O hâlde O’na o güzel isimler
ile dua edin” (A’râf, 7/180) anlamındaki ayeti ile kendisine,
esmâ-i hüsnâ ile dua edilmesini emretmekte ve;
قُلِ ادْعُوا الٰهّلَ أَوِ ادْعُوا الرَّحْمٰنَ أَيًّا مَا تَدْعُوا فَلَهُ الْأَسْمَاءُ
الْحُسْنٰى
“De ki: İster Allah diye dua edin, ister Rahmân diye
dua edin, hangisiyle dua ederseniz (edin) en güzel isimler
O’nundur” (İsrâ, 17/110) anlamındaki ayet ile “Allah” ismi veya
“Rahmân” ismi ya da diğer isimlerinden biri ile dua edilebileceğini
bildirmektedir. Hem Kur’ân’da hem de hadislerdeki
dua örneklerinde bunu görmekteyiz.
5. Mübarek Gün ve Geceler Tercih Edilmeli
Dua, her zaman ve her yerde yapılabilir. Bununla birlikte
Arefe günü ve geceleri, Ramazan ayları, Cuma ve bayram
gün ve geceleri, seher vakitleri, gecenin üçte ikisi, sabah ve
akşam vakitleri, ezan ile kamet arasında, secdede ve namaz
akabinde yapılan duaların kabul edileceği ile ilgili hadisler
vardır (bk. kabul olan dualar bölümü). Meselâ Kur’ân’da akşam
ve sabah dua edilmesine işaret edilmektedir:

وَلاَ تَطْرُدِ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ مَا
عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ
فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِمِينَ
“Rab’lerinin rızasını isteyerek sabah akşam ona dua
edenleri yanından kovma. Onların hesabından sana bir şey
yok, senin hesabından da onlara bir şey yok ki onları kovasın.
Eğer kovarsan zalimlerden olursun!” (En’âm, 6/52; bk. Kehf, 18/28)
Muttakîler, Kur’ân’da,
وَبِالْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
“Seher vakitlerinde Allah’tan bağışlanma dilerlerdi” (Zâriyât,
51/18) diye övülmektedir.
6. İhlâs İle ve Bilinçli Olarak Yapılmalı
Dil ile dua cümlelerini söylerken, zihin başka düşüncelere
dalmamalı; insan, bütün varlığı ile Allah’a yönelmeli,
bilerek ve isteyerek, ihlâs ve samimiyetle dua etmelidir.
هُوَ الْحَىُّ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَادْعُوهُ مُخْلِصٖينَ لَهُ الدّٖينَ اَلْحَمْدُ رَبِّ
الْعَالَمِينَ
“O diridir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde dini
sadece Allah’a özgü kılarak ihlâsla O’na dua edin / ibadet edin.
Her türlü övgü, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.” (Mü’min,
40/65; bk. A’râf, 7/29; Mü’min, 40/14)

فَادْعُوا الٰهّلَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ

“Kâfirlerin hoşuna gitmese de siz, dini yalnız Allah’a hâlis
kılarak O’na dua edin” (Mü’min, 40/14) anlamındaki ayetler ile
(bk. Yunus, 10/22; Ankebût, 29/65; Lokman, 31/32)
وَاعْلَمُوا أَنَّ الٰهّلَ لاَ يَسْتَجِيبُ دُعَاءً مِنْ قَلْبٍ غَافِلٍ لَاهٍ
“Biliniz ki, Allah gafil bir kalpten gelen duayı kabul etmez”
(Tirmizî, De’avât, 66) anlamındaki hadis, duanın ihlâslı ve
şuurlu yapılması gerektiğini ifade etmektedir.
7. Kabul Olacağına İnanılarak Dua Edilmeli
Yüce Allah’ın güzel isimlerinden biri “semî’u’d-dua
(duaları işiten / kabul eden)”dir. (Âl-i İmrân, 3/38) Bu itibarla
mü’min dualarını Allah’ın kabul edeceğine inanarak yapmalıdır.
Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.);
اُدْعُوا الٰهّلَ وَأَنْتُمْ مُوقِنُونَ بِالْإِجَابَةِ
“Kabul edileceğine kesin bir şekilde inanarak Allah’a dua
edin” (Tirmizî, De’avât, 66; bk. Hâkim, De’avât, I, 493) tavsiyesinde bulunmuş
ve;
إِذَا دَعَا أَحَدُكُمْ فَلْيَعْزِمِ الْمَسْأَلَةَ وَلاَ يَقُولَنَّ اَللّٰهُمَّ إِنْ شِئْتَ
فَأَعْطِنِى فَإِنَّهُ لَا مُسْتَكْرِهَ لَهُ
“Dua ettiğiniz zaman, isteğinizi kesin olarak isteyin.
‘Allah’ım! Dilersen bana ver’ demeyiniz. Çünkü Allah’ı zorlayacak
herhangi bir güç yoktur.” (Buharî, De’avât, 21; Müslim, Zikir, 7; İbn
Hıbbân, Ed’ıye, No: 977)
لَايَقُولَنَّ أَحَدُكُمْ اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِي إِنْ شِئْتَ اَللّٰهُمَّ ارْحَمْنِي إِنْ شِئْتَ
لِيَعْزِمِ الْمَسْأَلَةَ فَإِنَّهُ لَا مُكْرِهَ لَهُ

“Biriniz, ‘Allah’ım! Dilersen beni bağışla’, ‘Allah’ım! Dilersen
bana merhamet et’ diye dua etmesin. İsteğini kesin olarak
istesin. Çünkü O’na engel olacak hiç kimse yoktur.” (Ebû Davud,
Salât, 358) buyurmuştur.
Bu hadisler, duanın kabul olacağına inanarak yapılması
gerektiğini ifade etmektedir.
8. Kısık Bir Sesle ve Yalvararak Dua Edilmeli
Bağırıp çağırarak, yüksek ses ve riya ile değil yalvararak
ve kısık bir sesle dua edilmesi, Allah ve peygamberin
emridir:
اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَدٖينَ
“Rabbinize yalvararak ve içten dua edin. Çünkü O, haddi
aşanları sevmez.” (A’râf, 7/55)
وَاذْكُرْ رَبَّكَ فِي نَفْسِكَ تَضَرُّعًا وَخِيفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ
بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِلِينَ
“Rabbini, içinden, yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan
bir sesle sabah akşam an, gâfillerden olma.” (A’râf, 7/205)
وَلاَ تَجْهَرْ بِصَلاَتِكَ وَلاَ تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَ ذٰلِكَ سَبِيلًا
“Duanda pek bağırma, pek de sesini gizleme, bu ikisinin
arasında bir yol tut.” (İsrâ, 17/110)
Hz. Âişe validemiz, bu ayetin, dua hakkında indiğini
söylemiştir. (Buhârî, De’avât, 16) Sahabeden Ebû Musa el-Eş’arî
der ki: Allah Resûlü ile birlikte bulunduğumuz bir seferde,
tepelere çıktıkça, derelere indikçe yüksek sesle tekbir ve
tehlîl getiriyorduk. Bunun üzerine Hz. Peygamber;

يَا اَيُّهَا النَّاسُ اِرْبَعُوا عَلٰى أَنْفُسِكُمْ فَإِنَّكُمْ لَا تَدْعُونَ أَصَمَّ
وَلَاغَائِبًا إِنَّكُمْ تَدْعُونَ سَمِيعًا قَرِيبًا وَهُوَ مَعَكُمْ
“Ey İnsanlar! Kendinizi yormayınız. Çünkü sizler sağır
ve uzaktaki birine değil, her an sizinle olan, her şeyi duyan
Allah’a dua ediyorsunuz” buyurarak bizi uyardı. (Buhârî,
Cihâd,131; Müslim, Zikir, 44, Dua, 44) Hasan el-Basrî,
دَعْوَةٌ فِي السِّرِّ تَعْدِلُ سَبْعِينَ دَعْوَةً فِي الْعَلَنِيَّةِ
“İçten gizlice yapılan dua açıktan yapılan 70 duaya denktir”
demiştir. (Abdürrazzak, Dua, No:19645)
Yüksek sesle bağırarak dua etmek adaba da uygun değildir.
Çünkü,
وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنْتُمْ
“Nerede olursanız olun Allah sizinle beraberdir” (Hadîd, 57/4;
bk. Mücâdele, 58/7; Şu’arâ, 26/62) anlamındaki ayet ile;
اَنَا مَعَ عَبْدِي اِذَا هُوَ ذَكَرَنِي وَ تَحَرَّكَتْ بِي شَفَتَاهُ
“Beni zikrettiği ve dudaklarını benim için hareket ettirdiği
zaman ben kulumla beraberim.” (Hâkim, De’avât, I, 496)
وَاَنَا مَعَهُ اِذَا دَعَانِي
“Bana dua ettiği zaman ben onunla beraberim” (Müslim, Zikir,
19) anlamındaki kutsî hadislerde beyan edildiği gibi biz
nerede olursak olalım Allah bizimle beraberdir. Allah, bizim
kısık sesle bile olsa yaptığımız duaları duyar, hatta;

وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرٖيدِ
“Biz insana şah damarından daha yakınız” (Kâf, 50/16) anlamındaki
ayette bildirildiği gibi O, bize bizden, şah damarımızdan
da yakındır. Yüce Allah, Zekeriya peygamberin,
اِذْ نَادَى رَبَّهُ نِدَاءً خَفِيًّا
“Hani o, Rabbine gizli bir sesle yalvarmıştı” (Meryem, 19/3)
şeklinde dua ettiğini bildirerek bize nasıl dua edeceğimizi
haber vermektedir. Bu itibarla, duada bağırıp çağırmak,
süslü olsun ve beğenilsin diye yapmacık hareketlerde bulunmak
doğru değildir.
Duayı sessizce ve yalvararak yapmak, ihlasın gereğidir.
Yüksek sesle yapılan duaya, riya karışabilir. Bu sebeple
Hanefî bilginler, namazda Fatiha sonunda “âmin” kelimesini
sessiz söylemenin daha fazîletli olduğu içtihadında bulunmuşlardır.
Dualar, ibadet şuuruyla, dinî vakar ve ölçülere uygun
olarak yapılmalıdır. Gösterişe düşkün, dinî şuurdan mahrum
birtakım kişileri memnun etmek için, mana yavanlığı
taşıyan, tumturaklı ifadelerle hüner göstermeye girişmek,
duanın amacına ve ruhuna aykırıdır. Kur’ân ve Sünnet’te
yer alan dualar, kapsamlı ve veciz sözler tercih edilmeli, tekellüf,
kafiye ve seci yapmaktan kaçınılmalıdır:
كَانَ رَسُولُ الّٰهلِ صَلَّى الٰهّلُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَسْتَحِبُّ الْجَوَامِعَ مِنَ الدُّعَاءِ
وَيَدَعُ مَا سِوَى ذٰلِكَ

“Allah’ın Resûlü (s.a.s.), dualarda veciz ve kapsamlı sözler
ile dua etmeyi tercih eder, bunların dışındakileri terk ederdi.”
(Ebû Davud, Salât, 358) Hz. Âişe validemiz;
وَاجْتَنِبِ السَّجْعَ فِي الدُّعَاءِ
“Secili / kafiyeli sözlerle dua etmekten sakın” demiş, ashap
ve peygamberin bunu kerih gördüğünü bildirmiştir. (İbn
Hıbbân, Ed’ıye, No: 979; bk. Buhârî, Dua, 19)
9. Israrla Dua Edilmeli
Mü’min, yüce Allah’tan isteğinde ısrarlı olmalı, isteğim
yerine gelmedi diye duadan vazgeçmemelidir. Sahabeden
Abdullah ibn Mes’ûd, Peygamberimiz (s.a.s.)’in;
كَانَ إِذَا دَعَا دَعَا ثَ ثَالًا وَإِذَا سَأَلَ سَأَلَ ثَ ثَالًا
“Dua ettiği zaman üç sefer tekrar eder ve bir şey istediği
zaman yine üç sefer tekrar ederdi.” demiştir. (Müslim, Cihâd, 107)
Peygamberimiz,
اِنَّ الٰهّلَ لَيُحِبُّ الْمُلِحِّينَ فِي الدُّعَاءِ
“Şüphesiz ki Allah, ısrarla dua edenleri sever” (Beyhakî, Şu’abü’lîmân,
er-Ricâ Minallah, No: 1108) anlamındaki sözleri ile ısrarla dua
edeni Allah’ın sevdiğini bildirmiştir.
Peygamberimiz (s.a.s.);
يُسْتَجَابُ لِأَحَدِكُمْ مَالَمْ يَعْجِلْ يَقُولُ قَدْ دَعَوْتُ رَبِّى فَلَمْ
يُسْتَجَبْ لِى
“Rabbime dua ettim de kabul edilmedi, diyerek acele etmediğiniz
sürece Allah dualarınızı kabul eder.” (Buhârî, De’avât, 22;

Müslim, Zikir, 92) anlamındaki hadisi ile ısrarla dua edilmesini
tavsiye etmiş ve;
ماَ مِنْ عَبْدٍ يَرْفَعُ يَدَيْهِ حَتَّى يَبْدُو إِبْطَهُ يَسْأَلُ الٰهّلَ مَسْأَلَةً إِلَّا آتَاهَا
إِيَّاهُ مَا لَمْ يَعْجِلْ قَالُوا يَا رَسُولَ الٰهّلِ كَيْفَ عَجَلَتُهُ؟ قَالَ يَقُولُ قَدْ
سَأَلْتُ وَسَأَلْتُ وَلَمْ أُعْطَ شَيْئًا
“Koltuk altları gözükecek kadar ellerini kaldırıp dua eden
hiçbir kul yoktur ki acele etmediği sürece Allah ona istediğini
vermiş olmasın” buyurmuş, ashabın, “Ey Allah’ın elçisi! Duanın
acelesi nasıl olur?” şeklindeki sorusuna, “İstedim, istedim
de Allah hiçbir şey vermedi demektir” diye cevap vermiştir.
(Tirmizî, De’avât, 133)
Sahabeden Ebû’d-Derdâ;
مَنْ يُكْثِرُ الدُّعَاءَ يُوشِكُ اَنْ يُسْتَجَابَ لَهُ
“Kim çok dua ederse, onun duası daha çok kabul olur” (Abdürrazzak,
Dua, No: 19644) demiştir.
Dua ettikten sonra sonucu Allah’a havale etmek gerekir.
Allah, kulunun istediğini hemen verebileceği gibi, daha
sonra da verebilir veya kulun isteği, kendisi için hayırlı değildir,
ona daha hayırlı olanı verir veya mükâfatını ahirete
bırakır. (Tirmizî, De’avât, 133)
10. Ümit ve Korku İçinde Dua Edilmeli
İnsan, dua ederken, Allah’a karşı saygı ve azabından
korku içinde bulunmalı, aynı zamanda istekli ve ümitli olmalıdır.
Yüce Allah;

وَادْعُوهُ خَوْفًا وَطَمَعًا إِنَّ رَحْمَتَ الٰهّلِ قَرِيبٌ مِنَ الْمُحْسِنِينَ
“Korkarak ve umarak O’na dua edin. Muhakkak ki Allâh’ın
rahmeti, sözünü ve işini en iyi bir şekilde yapan mü’minlere
yakındır” (A’râf, 7/56) buyurmakta, ümit ve korku içinde dua
edenleri övmektedir:
تَتَجَافَى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًا وَمِمَّا
رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ
“Onlar (mü’minler); yanları yataklardan uzaklaşırlar (gece
kalkarlar), korkarak ve umarak Rablerine dua ederler ve kendilerine
verdiğimiz rızıktan hayır için harcarlar.” (Secde, 32/16)
Bu ayette, kendilerine Allah’ın ayetleri hatırlatıldığı zaman
derhal boyun eğen, secdeye kapanan, Allah’a hamd
eden, O’nu noksan sıfatlarından tenzih eden ve asla kibirlenmeyen
mü’minlerin, gece kalkıp korku ve ümit ile dua
ettikleri (Secde, 32/15) bildirilerek övülmektedir.
اِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِى الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًا وَكَانُوا
لَنَا خَاشِعٖينَ
“Onlar (Zekeriya ve Yahya peygamberler); gerçekten
hayır işlerinde yarışırlar, (rahmetimizi) umarak ve (azabımızdan)
korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bize derin saygı
duyan kimselerdi.” (Enbiyâ, 21/90)
Bu ayette iki seçkin peygamberin, Allah’ın rahmetini
umarak ve azabından da korkarak dua etmeleri övülmektedir.
Mü’minlerin bu şekilde dua etmelerine de işaret edilmektedir.

Zikrettiğimiz üç ayette dua ederken insanın içinde bulunması
gereken tavrı ifade eden dört kavram dikkati çekmektedir:
“Havf ”, “tama’ “, “rağab” ve “raheb”.
“Havf”, “bilinen veya hissedilen bir işaretten dolayı
irkilmek, bir tehlike karşısında ne olacağı endişesi içinde
olmak” (Râğıb, s.161), “gelecekte hoşlanmadığı bir şeyle karşılaşma
düşüncesiyle kalbin yanıp üzülmesi” demektir. (Gazâlî,
IV, 286) Dua ederken korkmaktan maksat ise; günahından
dolayı istediği şeyi hak etmeme düşüncesiyle duanın kabul
edilmemesi endişesini taşımaktır. (Beydâvî, II, 569)
“Tama’”; Allah’ın lütfu, ihsanı ve merhametinin çokluğu
sebebiyle duanın kabul edileceğini ummak, istediğinin
verileceğinden ümitvâr olmaktır. (Beydâvî, II, 569)
“Rağab”; yaptığı duanın kabul edileceğini, isteğinin
verileceğini kuvvetle ümit etmek ve Allah’a yönelmek demektir.
(Beydâvî, IV, 277)
“Raheb”; günahları sebebiyle ilâhî azaptan ve duasının
reddedilmesinden korkmak demektir. (Beydâvî, IV, 277)
Rağab ve raheb ile havf ve tama’ aynı anlamı ifade eder.
(Nesefî, IV, 277)
Bu dört kavram; her iş ve görevde olduğu gibi dua
ederken de mü’minin korku ile ümit arasında bulunması
(beyne’l-havfi ve’r-recâ) gerektiğini ifade etmektedir.
Ayrıca birinci ayette dua eden kimsenin “muhsin”, ikinci
ayette Allah’ın verdiği rızıktan infak eden, üçüncü ayette
ise Allah’a saygı gösteren ve boyun eğen (hâşi’) olması gerektiğine
de vurgu yapılmaktadır.

Mü’min, ilâhî azaptan korku içinde bulunmakla birlikte
yaptığı duayı Allah’ın kabul edeceği inancı ve düşüncesini
taşımalıdır. Çünkü yüce Allah, Kur’ân’da,
رَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ
“Rahmetim her şeyi kaplamıştır” (A’râf, 7/156), bir kutsî hadiste
ise,
سَبَقَتْ رَحْمَتِي غَضَبِي
“Rahmetim gazabımı geçmiştir” buyurmuştur. (Beyhakî,
Şu’abü’l-îmân, er-Ricâ Minallah, No: 1037)
Peygamberimiz (s.a.s.), mü’minlerin Allah hakkında iyi
zanda bulunmalarını tavsiye etmiştir:
يَااَيُّهَا النَّاسُ اَحْسِنوُا الظَّنَّ بِرَبِّ الْعَالَمٖينَ فَاِنَّ الرَّبَّ عِنْدَ ظَنِّ
عبَدْهِِ
“Ey insanlar! Âlemlerin Rabbi hakkında iyi zanda bulunun,
çünkü Rab, kulunun zannı üzeredir.” (Beyhakî, Şu’abü’l-îmân,
er-Ricâ Minallah, No: 1012) Bir kutsi hadiste yüce Allah;
اَنَا عِنْدَ ظَنِّ عَبْدِي بِي وَ اَنَا مَعَهُ اِذَا دَعَانِي
“Ben, kulumun bana olan zannı üzereyim ve beni andığı
zaman ben onunla beraberim” (Müslim, Zikir, 19) buyurmaktadır.
Çünkü Peygamberimizin beyanı ile;
حُسْنُ الظَنِّ مِنْ حُسْنِ الْعِبَادَةِ
“İyi zanda bulunmak, ibadetin güzelliğindendir.” (Beyhakî,
Şu’abü’l-İmân, er-Ricâ Minallah, No: 1018)

Bu itibarla mü’min dua ettiği zaman, Allah’ın duasını
kabul edeceğini ve isteğini yerine getireceğini düşünmeli
ve inanmalıdır.
11. Meşru Şeyler İstenmeli, Ölçülü Olunmalı, Aşırı
Gidilmemeli
İşlenmesi ve istenmesi dinimizce günah sayılan konularda
dua edilmemelidir. Çünkü bu tür dualar kabule şayan
olmaz. Peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur:
لاَيَزَالُ يُسْتَجَابُ لِلْعَبْدِ مَالَمْ يَدْعُ بِإِثْمٍ أَوْ قَطِيعَةِ رَحْمٍ
“Kul, günah talep etmedikçe veya sıla-i rahmin kopmasını
istemedikçe duası icâbet görmeye (kabul edilmeye) devam
eder.” (Müslim, Zikir, 25; bk. İbn Hıbbân, Ed’ıye, No:881, 976)
Dinin haram kıldığı ve yapılması günah olan şeylerin
elde edilmesini istemek, Allah’a saygısızlıktır. Allah’ın bizden
yapılmamasını istediği şeyi Allah’tan istemek edep dışına
çıkmak, haddi aşmaktır. Allah, aşırı gidenleri ve haddi
aşanları sevmez (Bakara, 2/190). Resûlullah (s.a.s.), buyurmuştur
ki:
سَيَكُونُ قَوْمٌ يَعْتَدُونَ فِي الدُّعَاءِ فَإِيَّاكَ أَنْ تَكُونَ مِنْهُمْ
“Bazı toplumlar duada aşırı gidecekler / sınırı aşacaklardır,
siz onlardan olmaktan sakının.” (Ebû Davud, Salât, 358)
Duada haddi aşmak; duanın usul ve adabına uymamak,
istenmeyecek şeyleri istemek, dînen haram ve yasak
olan şeyleri istemek, haram konusunda meselâ oynayacağı
kumarda, yapacağı hırsızlıkta, işleyeceği cinayette veya
herhangi bir kötülükte Allah’ın yardım etmesini istemek,
yüksek sesle, bağıra bağıra dua etmek veya tekellüfte bulunmak
şeklinde sözde olur veya insanlara zarar vermeyi ve
kıtlık olmasını istemek gibi meşru olmayan şeyler için dua
etmek veya sebeplere yapışmadan zafer kazanmayı veya
çalışmadan zengin olmayı istemek veya günah işlemeye
ısrarla devam ettiği hâlde Allah’tan isteklerde bulunmak
gibi duanın içeriğinde olur. Hem söz hem de içerikte haddi
aşmak dua adabına uygun değildir, duanın kabul edilmemesinin
sebebidir.
12. Sadece Sıkıntılı Zamanlarda Değil, Her Zaman
Dua Edilmeli
Her insan bir derde, bir sıkıntıya, bir belaya uğradığı
zaman Allah’a sığınır, O’na dua eder. Böyle sıkıntılı zamanlarda
gönüller bütünüyle Allah’a açılır, samimiyetle ve
candan dua edilir. Allah da bu duaları kabul eder. Nitekim
bir hadiste Peygamberimiz (s.a.s);
ثِنْتَانِ لاَتُرَدَّانِ أَوْ قَلَّمَا تُرَدَّانِ الدُّعَاءُ عِنْدَ النِّدَاءِ وَعِنْدَ الْبَأْسِ
“İki dua reddedilmez veya reddedilmesi çok nadir olur:
(Bunlar) ezan okunduğu esnada ve sıkıntı zamanlarında yapılan
duadır” (Ebû Davûd, Edeb, 41) buyurmuştur.
Ancak sadece darlıkta, sıkıntıda veya bir korku, kaza
ve felâketle karşı karşıya gelindiği zaman değil varlıklı ve
sağlıklı zamanlarda, huzur ve rahatlığın hüküm sürdüğü
anlarda da dua edilmelidir. Kişi sıkıntıya, darlığa ve zorluğa
karşı sabır ve dua ile ayakta kalmaya çalıştığı gibi, nimetlere
kavuşması
durumunda da şükredip dua etmelidir.

Peygamberimiz (s.a.s.);
مَنْ سَرَّهُ أَنْ يَسْتَجِيبَ الٰهّلُ لَهُ عِنْدَ الشَّدَائِدِ وَالْكُرَبِ فَلْيُكْثِرِ
الدُّعَاءَ فِي الرَّخَاءِ
“Sıkıntılı ve musibete uğradığı zamanlarda Allah’ın duasını
kabul etmesini isteyen kimse, rahat zamanlarında çok dua
etsin.” (Tirmizî, De’avât, 9)
تَعَرَّفْ اِلَى الٰهّلِ فِي الرَّخَاءِ يَعْرِفْكَ فِي الشِّدَّةِ
“Rahatlık zamanlarında Allah’a yönel, O’nu tanı ve O’na
dua et ki sıkıntılı zamanlarda da Allah sana yönelsin, seni tanısın
ve sana yardım etsin” buyurmuştur. (Beyhakî, Şuabü’l-İmân,
er-Ricâ Minallah, No:1139)
Sadece sıkıntılı zamanlarda dua etmek doğru olmadığı
gibi dua edip sıkıntı geçtiğinde ettiği duayı ve sıkıntılarını
unutmak, iman ve ibadetten yüz çevirmek de doğru değildir.
Bu hususu yüce Allah, Kur’ân’da şöyle ifade etmektedir:
اَ كَانَ يَدْعُٓوا اِلَيْهِ مِنْ قَبْلُ وَجَعَلَ اَنْدَادًا لِيُضِلَّ عَنْ سَبٖيلِهٖۜ
“İnsana bir zarar dokundu mu, hemen içtenlikle Rabbine
yönelerek O’na dua eder. Sonra (Rabbi) ona kendisinden bir
nimet verdi mi; önceden O’na yaptığı duayı unutur da, O’nun
yolundan saptırmak için Allah’a eşler koşmaya başlar…” (Zümer,
39/8)
فَإِذَا مَسَّ الْإِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَانَا ثُمَّ إِذَا خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِنَّا قَالَ إِنَّمَا
أُوتِيتُهُ عَلَى عِلْمٍ بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ وَلٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

“İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize dua eder. Sonra,
kendisine tarafımızdan bir nimet verdiğimiz vakit; ‘Bu,
(benim) bilgi(m) sayesinde bana verildi, der. Hayır, o bir imtihandır,
fakat çokları bilmiyorlar.” (Zümer, 39/49)
وَإِذَا مَسَّ الْإِنْسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنْبِهِ أَوْ قَاعِدًا أَوْ قَٓائِمًا فَلَمَّا
كَشَفْنَا لِلْمُسْرِفِينَ مَا عَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَأَنْ لَمْ يَدْعُنَا إِلَى ضُرٍّ مَسَّهُ
كَذٰلِكَ زُيِّنَ كَانُوا يَعْمَلُونَ
“İnsana bir zarar dokunduğu zaman, yanı üzere yatarken,
yahut otururken ya da ayakta iken bize dua eder; ama
biz onun darlığını açıp kaldırınca sanki kendisine dokunan
bir darlıktan ötürü bize hiç dua etmemiş gibi hareket eder. İşte
aşırı gidenlere, yaptıkları iş böyle süslü gösterilmiştir.” (Yûnus, 10/12)
فَإِذَا رَكِبُوا فِي الْفُلْكِ دَعَوُا الٰهّلَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ
إِلَى الْبَرِّ إِذَا هُمْ يُشْرِكُونَ
“Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız Allah’a hâlis kılarak
O’na dua ederler. Fakat (Allâh) onları salimen karaya
çıkarınca hemen (O’na) ortak koşarlar.” (Ankebût, 29/65)
وَاِذَا مَسَّ النَّاسَ ضُرٌّ دَعَوْا رَبَّهُمْ مُنٖيبٖينَ اِلَيْهِ ثُمَّ اِذَٓا اَذَاقَهُمْ مِنْهُ
رَحْمَةً اِذَا فَرٖيقٌ مِنْهُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ
“İnsanlara bir zarar dokundu mu, Rablerine yönelerek
O’na yalvarırlar. Sonra (Rableri), onlara kendinden bir rahmet
tattırınca, hemen onlardan bir grup, Rablerine ortak koşarlar.”
(Rûm, 30/33)
وَاِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا الٰهّلَ مُخْلِصٖينَ لَهُ الدّٖينَۚ فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ

اِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۜ وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ
“(Denizde) onları, gölgeler gibi dalgalar sardığı zaman,
dini yalnız kendisine has kılarak Allah’a dua ederler. Fakat O,
onları kurtarıp karaya çıkarınca içlerinden bir kısmı iktisâd
eder (Allah’a yönelmeyi kısar, gevşetir); zaten bizim ayetlerimizi
(öyle) nankör gaddarlardan başkası inkâr etmez.”
(Lokmân, 31/32)
لَا يَسْأَمُ الْإِنْسَانُ مِنْ دُعَاءِ الْخَيْرِ وَإِنْ مَسَّهُ الشَّرُّ فَيَؤُوسٌ قَنُوطٌ
“İnsan hayır istemekten usanmaz (dâima malının artmasını
diler). Ama kendisine bir şer dokundu mu hemen üzülür,
ümitsiz olur.” (Fussilet, 41/49)
وَاِذَٓا اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ اَعْرَضَ وَنَاٰ بِجَانِبِهٖۚ وَاِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ فَذُو
دُعَآء عَرٖيضٍ
“İnsana bir nimet verdik mi yüz çevirir; yan çizer. Ona bir
şer dokundu mu yalvarıp durur.” (Fussilet, 41/51)
وَاِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فِي الْبَحْرِ ضَلَّ مَنْ تَدْعُونَ اِلَّٓا اِيَّاهُۚ فَلَمَّا نَجّٰيكُمْ
اِلَى الْبَرِّ اَعْرَضْتُمْۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ كَفُورًا
“Denizde size bir sıkıntı (boğulma korkusu) dokunduğu
zaman O’ndan başka bütün yalvardıklarınız kaybolur (artık
o zaman, Allah’tan başka kimseden yardım istemezsiniz.
Çünkü O’ndan başka sizi kurtaracak kimse yoktur.) Fakat
(O) sizi kurtarıp karaya çıkarınca yine (Allâh’ı bir tanımaktan)
yüz çevirirsiniz. Gerçekten insan nankördür.” (İsrâ, 17/67)
Bu ayetler, insanların genel psikolojisini ve insanın fıtratında
olan din duygusunu, Allah inancını, duaya olan ihtiyacını,

hayır dua etmekten usanmadığını, darlık zamanlarında
herkesin dua ettiğini, duanın ayakta, otururken ve yatarken
yapılabileceğini, nimete kavuşunca bir kısım insanın
nankörlük ettiğini, bir musibete uğrayınca dua edip durduğunu
ve ümitsizliğe kapıldığını, nimete kavuşunca yüz
çevirdiğini, ilâhî iradeye uygun olmayan davranışlar sergilediğini,
hatta bir kısmının Allah’a ortaklar koştuğunu, küfre
saplandığını ifade etmektedir. Bu tür insanlar; kınanmakta,
darlıkta ve bollukta, rahatlık ve sıkıntılı her zaman Allah’a
dua edilmesi, dua kabul edilip maksada erdikten sonra duanın
terk edilmemesi gerektiğine işaret edilmektedir.
13. Sadece Allah’a Dua Edilmeli
Dua, sadece Allah’a yapılmalı, araya başka aracılar
sokulmamalıdır. Her namazda okuduğumuz Fatiha
sûresinde,
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
“Sadece Sana ibadet eder, sadece Senden yardım dileriz”
diyerek bunu dile getiriyoruz. Yüce Allah, bize şah damarımızdan
daha yakındır. (Kâf, 50/16) Bu sebeple ne istersek,
aracısız O’ndan istemeliyiz. Bakara sûresinin 186. ayetinde
yüce Allah, şöyle buyurmaktadır:
وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَادٖي عَنّٖي فَاِنّٖي قَرٖيبٌۜ اُجٖيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِۙ
“Kullarım sana beni sorarlarsa, gerçekten Ben onlara yakınım.
Bana dua edenin duasını kabul ederim.”
Kur’ân’da duanın sadece Allah’a yapılması önemle vurgulanmıştır.
Allah’tan başkasına, putlara veya kendilerine

mutlak nitelikler izafe edilen başka yaratıklara dua ve ibadet
edilmesi Kur’ân’da kesinlikle yasaklanmıştır. Konuyla
ilgili ayetlerin bazısı şöyledir:
لَهُ دَعْوَةُ الْحَقِّ وَالَّذٖينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ
لَا يَسْتَجٖيبُونَ لَهُمْ بِشَىْءٍ اِلَّا كَبَاسِطِ كَفَّيْهِ اِلَى الْمَاءِ لِيَبْلُغَ فَاهُ
وَمَا هُوَ بِبَالِغِهٖ
“Gerçek dua ancak O’nadır. O’ndan başka yalvardıkları ise
onların isteklerine ancak, ağzına ulaşmayacağı hâlde, ulaşsın
diye avuçlarını suya uzatan kimsenin isteğine suyun cevap
verdiği kadar cevap verirler.” (Ra’d, 13/14)
Bu ayette, Allah’tan başka varlıklara dua edenler kınanmakta
ve Allah’tan başka varlıklara, putlara, türbelere, ölülere
yapılacak duaların, onlardan isteklerin boşa gideceği
bildirilmektedir.
فَ تَدْعُ مَعَ الٰهّلِ اِلٰهًا اٰخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّبٖينَ
“Öyle ise sakın Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarma,
sonra azaba uğrayanlardan olursun.” (Şu’arâ, 26/213)
Bu ayette sadece Allah’a dua edilmesi istenmekte ve
Allah’tan başkasına dua eden kimselerin haddi aşmış olacakları
bildirilmektedir. (bk. En’âm, 6/40-41; Yunus, 10/106; Kasas, 28/88)
İnsan her isteğini sadece Allah’tan istemelidir. Peygamberimiz
(s.a.s.);

اِذَا سَأَلْتَ فَاسْأَلِ الٰهّلَ وَ اِذَا اسْتَعَنْتَ فَاسْتَعِنْ بِالٰهّلِ
“Bir şey istediğin zaman Allah’tan iste, bir yardım talebinde
bulunduğun zaman Allah’tan yardım talep et” buyurmuştur.
(Beyhakî, Şuabü’l-İmân, er-Ricâ Minallah, No: 1075)
اَلَيْسَ الٰهّلُ بِكَافٍ عَبْدَهُ
“Allah, kuluna kâfi değil mi?” (Zümer, 39/36)
Allah’ı bırakıp da zararı ve faydası dokunmayan, hatta
zararı faydasından çok olan varlıklara dua edenler (putlardan,
türbelerden, ölülerden yardım isteyenler, medet
umanlar) şu ayetlerde kınanmaktadır:
يَدْعُو مِنْ دُونِ الٰهّلِ مَا لَا يَضُرُّهُ وَمَا لَا يَنْفَعُهُ ذٰلِكَ هُوَ الضَّ لَالُ
الْبَعِيدُ
“Allah’ı bırakıp da kendine ne zarar, ne menfaat veremeyecek
şeylere yalvarır. İşte derin sapıklık budur.” (Hac, 22/12)
يَدْعُو لَمَنْ ضَرُّهُ أَقْرَبُ مِن نَفْعِهٖ لَبِئْسَ الْمَوْلَى وَلَبِئْسَ الْعَشِيرُ
“Zararı, faydasından daha yakın olana yalvarır. (O), ne
kötü bir yardımcı ve ne kötü bir arkadaştır!” (Hac, 22/13)
وَمَنْ أَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُو مِنْ دُونِ الٰهّلِ مَنْ لَا يَسْتَجِيبُ لَهُ إِلَى يَوْمِ
الْقِيَامَةِ وَهُمْ عَنْ دُعَائِهِمْ غَافِلُونَ
“Allah’ı bırakıp da kıyâmet gününe kadar kendisine cevap
veremeyecek şeylere yalvarandan daha sapık kim olabilir? Oysa
onlar, bunların yalvardıklarından habersizdirler.” (Ahkâf, 46/5)

Bu ayetler; hem sadece Allah’a dua edilmesi gerektiğini,
hem de Allah’tan başkasına yapılacak duaların günah
olduğunu ve boşa gideceğini ifade etmektedir.
14. Esmâ-i Hüsnâ, Salih Amel ve Hayırlı İşler Vesile
Edilmeli
Mü’min, duanın kabul olması için Allah’ın güzel isimlerini,
işlediği sâlih ve hayırlı amelleri vesile etmelidir. Bunun
örnekleri hadislerde vardır. Meselâ Peygamberimiz
(s.a.s.), kızı Fatıma’ya akşam ve sabah şu duayı yapmasını
tavsiye etmiştir:
يَا حَيُّ يَا قَيُّومُ بِرَحْمَتِكَ اَسْتَغِيثُ اَصْلِحْ لِي شَأْنِي كُلَّهُ وَ لَا
تَكِلْنِي اِلٰى نَفْسِي طَرْفَةَ عْنيٍَ
“Ey yaşayan, diri, canlı, ölümsüz, ezelî, ebedî ve zatı ile
kaim olan, her şeyin varlığı kendisine bağlı, uykusu ve uyuklaması
olmayan, varlıkları yöneten, koruyan ve ihtiyaçlarını
üstlenen Allah’ım! Rahmetin sebebiyle senden yardım istiyorum.
İşlerimin hepsini ıslah eyle, göz açıp kapayıncaya kadar
beni nefsime bırakma.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, No: 914)
Bu hadiste, Allah’a iki güzel ismi ile hitaptan sonra
“rahmeti” vesile edilmiştir.
Geçmiş ümmetlerden üç kişi yaya olarak yolculuğa çıkarlar.
Yolda şiddetli bir yağmura yakalanırlar. Yağmurdan
korunmak için dağdaki bir mağaraya sığınırlar. Dağdan bir
taş yuvarlanır ve gelip mağaranın girişini tamamen kapatır.
Birbirlerine; çıkışımızı taş kapattı, izimiz kayboldu, burada
olduğumuzu Allah’tan başka hiç kimse bilmiyor, kurtuluşumuz
ancak dua ile olur, bu sebeple en güvendiğiniz sâlih
bir amelinizi vesile ederek dua edin, belki Allah bir kurtuluş
yolu var eder, derler.

Biri şöyle dua eder: “Allah’ım! Bildiğin gibi benim yaşlı
bir annem-babam vardı. Bir de eşim ve küçük çocuklarım.
Her gün çocuklarımdan önce anne-babama süt içirirdim. Bir
gün biraz geç kaldım, süt içirmek için anne-babamın yanına
geldiğimde, onlar uyuyorlardı. Onları uyarmaya kıyamadım,
uyanmalarını bekledim. Bu arada çocuklarım ayaklarıma dolanıyor,
karınlarının acıktığını söylüyorlardı. Ben önce âdetim
üzere sütü anne-babama içirmek istiyordum. Sabaha kadar
başlarında bekledim, nihayet uyandılar ve onlara sütlerini
içirdim. Allah’ım! Bildiğin gibi bunu ben sırf Senin rahmetini
ve rızanı elde etmek için ve azabından korktuğum için
yaptım, bizi sıkıntıdan kurtar.” Bu dua üzerine mağaranın
girişindeki kaya bulunduğu yerden biraz hareket eder, ışık
görünür ve gökyüzünü görürler.
İkinci kişi şöyle dua eder: “Allah’ım! Bildiğin gibi amcamın
bir kızı vardı, ben onu çok seviyordum, ona âşık olmuştum.
Onunla birlikte olmak, ondan murat almak istedim,
kabul etmedi. Muradıma erebilmek için yüz dinar para verdim.
Bu parayı elde etmek için çok çalışmış, çok yorulmuştum.
Tam ilişkide bulunacağım bir anda bana, ‘Ey Allah’ın kulu!
Allah’tan kork, nikâhsız Allah’ın mührünü açma (kızlığımı
bozma)’ dedi. Ben de vazgeçtim. Allah’ım! Biliyorsun ki bunu
ben sırf Senin rahmetin ve rızanı elde etmek için ve azabından
korktuğum için yaptım, bizi sıkıntıdan kurtar, bize semayı
göster.” Bu dua üzerine mağaranın girişindeki kaya biraz
daha bulunduğu yerden hareket eder, ışık iyice görünür.
Üçüncü kişi de şöyle dua eder: “Allah’ım! Ben bir ölçek
pirinç karşılığında bir işçi çalıştırmıştım, iş bitince ücretini
vermek istemiştim ancak ücretini almamıştı. Ben de bu pirinci

ektim, ürününü biriktirdim, nihayet ürünleri satıp parası ile
sığır ve koyun aldım. Bir zaman sonra işçi geldi ve bana ‘ey
Allah’ın kulu! Allah’tan kork, bana zulmetme, ücretimi ver’
dedi. Ben de, ‘Bu sığırları ve davarları çobanlarıyla birlikte al,
bunlar senin ücretin’ dedim. Bana, ‘Allah’tan kork ve benimle
alay etme’ dedi. Ben de ‘Alay etmiyorum, bütün bu mallar
senin’ dedim. İsteseydim, sadece bir ölçek pirincini verirdim.
Allah’ım! Sen de biliyorsun ki ben bunu rahmetini elde etmek
için ve azabından korktuğum için yaptım. Şu mağaranın kapısını
bütünüyle bize açıver.” Bu duanın üzerine taş mağaranın
ağzından tamamen uzaklaşır ve mağaradan kurtulurlar.
(İbn Hıbbân, Ed’ıye, No; 897, 971; Müslim, Zikir ve Dua, 100; Buhârî, Muzâraa,11)
Üç kişinin başına gelen bu olay, günümüzde olsa, bu
kişilerin yanlarında cep telefonu bulunsa ve çekse, bulundukları
yeri de bilseler, yakınlarına telefon edip kendilerini
kurtarmalarını isteyebilirler. Olayın kahramanları için o
gün böyle bir imkân yoktur. Şiddetli yağmur yağdığı için iz
sürmek suretiyle kendilerine ulaşma imkânı da kalmamıştır.
Bedensel güçleri ile kurtulmaları da mümkün değildir.
Allah’ın yardımından başka çareleri kalmamıştır. Allah’a
dua etmeye karar verirler. Dualarının kabul olması için Allah
rızası için yaptıkları bir ameli, işi veya sırf Allah korkusu
ile terk ettikleri bir fiili vesile ederek dua ederler.
Her üç fiil de kul hakkı ile ilgilidir. Birinci, annebabasına
hizmeti her şeyin üstünde tutmakta, bunu herhangi
bir dünyevî çıkar için değil Allah rızası için yapmaktadır.
İkincisi çok arzu ettiği bir isteğine kavuşur, son
anda Allah’a olan saygı ve korkusu ağır basar, bir haramı bu
yüzden terk eder. Üçüncüsü çalıştırdığı bir işçinin emeğİ
ni zayi etmez, değerlendirir, çoğaltır ve hak sahibine verir.
Her üç davranış da takdire değer niteliktedir, Allah’a iman
ve ahlâk ön plana çıkartılmış, nefse yenik düşülmemiştir.
Bu asil davranışlar vesile edilerek dua edilmiş, Allah da kabul
etmiştir.
Biz bu hadisten, kabul olmasını istediğimiz bir duada
sırf Allah için yaptığımız amelleri vesile ederek dua edebileceğimizi
öğreniyoruz. Allah’ın güzel isimleri ve böyle
sâlih ameller vesile edilebilir; ancak türbelere, çalılara bez
bağlamak, mum yakmak, adakta bulunmak ve benzeri davranışlar
dînen doğru olmadığı gibi bir faydası da olmaz,
hatta bu tür davranışlar, inanca bile zarar verebilir.
Hâkim’in Müstedrek adlı eserinde Peygamberimizin
duada vesile edilebileceği ile ilgili şöyle bir rivayet vardır:
Görme özürlü biri gelip Peygamberimizden iyileşmesi
için kendisine dua etmesini ister. Peygamberimiz, bu kimseye
güzelce bir abdest almasını ve iki rekat namaz kılmasını
ve şöyle dua etmesini emreder:
اَللّٰهُمَّ اِنِّي أَسْأَلُكَ وَأَتَوَجَّهُ إِلَيْكَ بِنَبِيِّكَ مُحَمَّدٍ صَلّٰى الٰهّلُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ نَبِيِّ الرَّحْمَةِ يَا مُحَمَّدُ إِنِّي أَتَوَجَّهُ بِكَ إِلَى رَبِّكَ فِي حَاجَتِي
هٰذِهِ فَتَقْضٖيهَا لِي اَللّٰهُمَّ شَفِّعْهُ فِيَّ وَشَفِّعْنِي فِيهِ
“Allah’ım! Senden (bana şifa vermeni) istiyorum, rahmet
peygamberi olan elçin Muhammed (s.a.s.)’i vesile ederek Sana
yöneliyorum. Ey Muhammed! Ben, şu ihtiyacımı gidermesi
için seninle Rabbine yöneliyorum. Allah’ım! O’nu (peygamberini)
bana şefaatçi kıl ve ihtiyacım konusunda onu bana şefaatçi
eyle.” (Hâkim, De’avât, No: 1909, 1929-1930, I, 519, 526)

Bu hadiste, Peygamberden bir şey istenmiyor, istekler
doğrudan Allah’a arz ediliyor, sadece Allah’ın en sevgili
kulu ve son peygamberi olan Hz. Muhammed (s.a.s.), duanın
kabulü için vesile ediliyor. Konu ile ilgili üç rivayetten
ikisinde, Peygamberimizden bu duayı öğrenen kişinin dua
ettiği ve iyileştiği bildirilmektedir. (Hâkim, De’avât, No: 1929-1930,
I, 526)
15. Dua Sonunda “Âmin”, “Duamı Kabul Et”
Denilmeli, Hz. Peygambere Salât ü Selâm Getirilmeli
ve Fâtiha Sûresi Okunmalı
Dua bitiminde “âmin” ve
رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاءِ
“Ya Rabbi! Duamı kabul et” (İbrâhim, 14/40) denilmeli, Peygamberimize
salât ve selâm getirilmeli ve Kur’ân’ın ilk
sûresi olan Fâtiha sûresi okunmalıdır.
إِذَا قَالَ أَحَدُكُمْ آمٖينْ وَالْمَ ئَالِكَةُ فِي السَّمَاءِ آمٖينْ فَوَافَقَ إِحْدَاهُمَا
الْأُخْرٰى غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهٖ
“Biriniz ‘âmin’ dediği zaman gökteki bir melek de ‘âmin’
der. İkisinden biri diğerinin ‘âmin’ demesine denk gelirse geçmiş
günahları bağışlanır” (Hemmâm b. Münebbih, Sahîfetü Hemmâm, No:
10) anlamındaki hadis, dua sonunda “âmin” demenin önemini
ortaya koymaktadır.
Fâtiha sûresinin ilk ayetlerinde yüce Allah’ın nitelikleri
bildirildikten sonra dua ayetleri gelmektedir:

بِسْمِ الٰهّلِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
“Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla”
اَلْحَمْدُ رَبِّ الْعَالَمِينَ
“Hamd (her türlü övgü), âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.”
اَلرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
“O, rahmândır ve rahîmdir.”
مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ
“Din (cezâ ve mükâfat) gününün sâhibidir.”
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
“(Yâ Rabbi!) Ancak sana kulluk eder, ancak Senden yardım
isteriz!”
اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ
“Bizi doğru yola ilet.”
صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالّٖينَ
“Nimet verdiğin kimselerin yoluna. Kendilerine gazap
edilmiş olanların ve sapmışların yoluna değil.”
Fâtiha sûresi, sevap bakımından en büyük sûredir. (Buhârî,
Tefsîru’l-Kur’ân, 1, V, 146) Fâtiha’yı okuyan kimsenin duası kabul
olur. Bir kutsî hadiste yüce Allah, şöyle buyurmuştur:

“Fâtiha’yı kendim ile kulum arasında ikiye böldüm: Yarısı
benim, yarısı da kulumundur. Kulumun istediği hakkıdır, kendisine
verilecektir.”
Hadisin devamında Peygamberimiz şöyle demiştir:
“Bir kul, ‘Elhamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn’ dediği zaman
yüce Allah; ‘Kulum bana hamdetti’ der.
Kul; “er-Rahmâni’r-Rahîm” dediğinde yüce Allah, ‘Kulum
beni övdü’ der.
Kul, ‘Mâliki yevmi’d-dîn” dediğinde, Allah, ‘Kulum beni
yüceltti, bana saygı gösterdi’ der.
Kul, “İyyâke na’büdü ve iyyâke neste’în” dediği zaman Allah,
‘Bu benim ile kulum arasındadır (ibadet eden kuluma,
yardım etmek bana aittir). Kulumun istediği verilecektir’ der.
Kul, “İhdina’s-Sırâta’l-müstekîm, sırâta’l-lezîne en ’amte
aleyhim ğayri’l-meğdûbi aleyhim ve la’d-dâllîn” dediği zaman
Allah, ‘Bu dilek kula aittir, istediği verilecektir’ buyurur.” (Müslim,
Salât, 38)
Sonuç olarak; dua yaparken mübarek vakit
ve yerler tercih
edilmeli, abdest alıp kıbleye dönülmeli, eller semaya
kaldırılmalı, eûzü ve besmele çekilmeli, Allah’a hamd ve
Peygambere salât ü selâm getirilmeli ve günahlara tövbe
ederek duaya başlanmalıdır. Dua eden kişi, konumuna uygun
bir edep içinde olmalıdır. Sadece Allah’a dua edilmeli,
duada meşru sınırlar aşılmamalı, meşru isteklerde bulunulmalı,
kabûlü için acele edilmemeli, duanın kabul edileceği
inancı taşınmalı, ihlâs ile ve yürekten, kısık bir sesle ve
yalvararak dua edilmelidir. Duada anlamlı ve veciz sözler

seçilmeli, yapmacık sözlerden kaçınılmalıdır. Dua sonunda
Hz. Peygambere salât ve selâm getirilmeli ve eller yüzlere
sürülmelidir. (İbn Mâce, Dua, 13)
Dua her zaman ve mekânda; her hâl ve şartta söz gelimi;
yürürken, otururken ve yatarken yapılabilir. (Yûnus, 10/12)
Nitekim bir ayette şöyle buyurulmuştur:
اَلَّذِينَ يَذْكُرُونَ الٰهّلَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي
خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلًا سُبْحَانَكَ
فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
“Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken
Allah’ı
anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler.
‘Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, Seni eksikliklerden uzak
tutarız. Bizi ateş azabından koru’ derler.” (Âl-i İmrân, 3/191)
Usul ve adabına uygun bir dua; sadece dil ve dudaklarla
yapılmaktan ibaret olmamalı, kalp ve rûh da duaya
katılmalıdır. Eller, dil ve gönül hep birlikte Allah’a yönelmelidir.
Dua esnasında korku ve ümit birlikte bulunmalı,
candan ve yalvararak, ihlâs ve samimiyetle istenmelidir.
Dua gönülden, gizlice ve alçak sesle, günahlara pişmanlık
duyularak, kıbleye yönelerek ve Allah’ın adıyla başlanarak
yapılmalı, dua esnasında dinî şuur yoğunlaştırılmalı,
kabulü için acele edilmemelidir. Duanın kabul edileceğine
inanılarak ısrarla duaya devam edilmelidir. Ayrıca isteğini
Allah’a arz etmeden önce Allah’a hamd-ü senâ, Peygamberimize
de salât-ü selâm getirmelidir. Abdest alınmalı
(Tirmizî, De’avât, 125), mümkünse kıbleye dönülmeli, dua cümleleri
üç defa tekrar edilmelidir.

İlgili Makaleler