İlahiyat Haber

BARBAROSOĞLU: İsimlerimiz satılık değil!

 

Zaman ve mekânın isimler üzerinden kaydı tutulur.

Unutuşun çağında, hafızaya bir darbe de biz vurmayalım.

Nereden mi icap etti bu cümleler.

Hafta sonuna dönelim. ‘İstanbul hem koştu hem coştu’ yarışmasına…

Ne vakittir Avrasya Maratonu olarak bilinen yarışma -ki bu isimle tam 34 defa yarışma düzenlendi- parayı veren düdüğü çalar hükmünce Vodafone Koşusu oldu.

Dedem Korkut zamanında değiliz. Boy boylayıp soy soylayıp isim kazanmıyoruz. Ama isimlerin hayata geçmesi yani parlak bir imaj eşliğinde algılanması çok da kolay olmuyor.

Avrasya Maratonu mesela. Bütün dünyaya iki kıta arasında yapılan maraton olarak lanse edeceksiniz maraton tam da ismi üzerinden cazibe alanı oluşturmuşken; sponsor firmanın arzusu/ isteği/kaprisi doğrultusunda bilmem kaç yıllık isim anında olacak bir marka temsilcisi.

Madem ismi değişti o halde neden Asya’dan Avrupa’ya koşuluyor? İsmi değişmişken şehir de rahatlasın, köprü de rahatlasın iki yakası bir araya gelmeyen bir koşu olsun.

Yarışmanın sadece ismine değil itirazım. Ödüllerin miktarına da tepki koymaktan yanayım. Ayakları ile koşanlar 50 bin dolar alırken tekerlekli sandalye ile koşanlar niye onların onda bir miktarınca ödüle layık görülüyor?

Adı üstünde ikinciler engellerine rağmen hedef çizgisine varıyor, birinciler hiç engelsiz.

Engelli vatandaşlarımızı sosyal hayatın her safhasında daha çok görmek istiyorsak yaptığımız yarışmalarda ödül konusunda daha adil olmamız yetmiyor, pozitif ayrımcılıkla özendirici olmamız da gerekiyor. Ama verilen ödüllere bakınca; engelli sporculara ağabeyinin/ablasının oyununa dahil edilen ‘fasulyeden oyuncu’ muamelesinin yapıldığını görmek mümkün.(Oyuna çorbadan, fasulyeden dahil olmayı yaşı kırkın üzerinde olanlar hatırlayacaktır.)

Son yıllarda isim değiştirme anlayışımız had safhaya vardı. İsimler tıpkı kokular gibi hafızayı besleyen en önemli damarlardır. Bir insanın sürekli isminin değiştiğini düşünün. Onun sizin hafızanızda yer etmesi mümkün mü?

İsimler ve hatırlama, isimler ve unutma arasında doğrudan bir bağlantı vardır. Bir insan hatırlamak istemediği hayatının bütün izlerini silmeye önce ismini değiştirerek başlar.

Toplumsal değişimin izlerini de isimler üzerinden okumak mümkün. İsim aidiyet zincirinin ilk halkasıdır çünkü. Olmak istediğimize önce isim üzerinden yaklaşırız. Çocuklarımıza atalarımızın ismini vermek nasıl bir bağlanma ise, hiç duyulmamış ismi vermek çabası da o denli bir kopma isteğini barındırır.

Laf lafı açıyor… İsim bahsi derin bir konudur.

Başa geri dönecek olursak…

Dijital devrimin etkisi ile yeni kuşağın bir hafıza sorunu olacağı kesin. Onların bu sorununa, ticari firmaların negatif katkı sunmasını bu kadar kolay hale getirmememiz gerekiyor.

Bir okuldan mezun oluyorsunuz. Yıllarca özgeçmişinize o okulun adını yazıyorsunuz. Sonra… Sonra bir gün bir âdemoğlu okulun tamir edilmesine (yıkılıp yeniden yapılmasına) üç beş kuruş katkıda bulunuyor diye onun atasının /dedesinin/ninesinin/eşinin/aşiyanın ismi konuluyor.

Bizim geçmişimizi silmeye ne hakkı var o yardımı yapan kişinin. Yaptığım yardımı isim üzerinden yaşatanlar bir mazinin üzerine değil boş bir araziye inşa etsinler okullarını hastanelerini.

Yazıyı bitirirken şunu da sormadan edemeyeceğim. İsim olarak Asya kelimesinden tamamen kopma isteğimizi mi barındırıyor Avrasya kelimesinin yarışma ismi olarak bile hayatımızda kalamaması?

Çok Avrupalı olduk öyle ya…
FATMA BARBAROSOĞLU

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu