Riyazus Salihin Arapça Türkçe Hadisler

Hadis Sabır Konulu Arapça Türkçe Hadisi Şerifler

 

 

SABRIN FAZİLETİ

 

قال الله تعالى : ] يَآأيها الَّذِينَ اَمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ [.

 

 “Ey iman edenler! Zorluklara ve sıkıntılara sabırla katlanın ve birbirinizle bu sabırda yarışın, cihad için hazırlıklı ve uyanık bulunun ve yolunuzu Allah ve kitabıyla bulun ki, kurtuluşa erebilesiniz.” (3 Âl i İmrân 200)

 

     وقال تَعاَلىَ: ]وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَىْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الأموال وَالأنفس وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ  [ .

 

“Muhakkak ki, ölüm tehlikesiyle, korku ve açlıkla, mal, can ve ürünlerin eksiltilmesiyle sizi sınayacağız. Ama zorluklara karşı sabredip sebat ve dayanıklılık gösterenlere iyi haberler müjdele.” (2 Bakara 155)

 

    وقال تَعاَلىَ : ] إنما يُوَفَّى الصَّابِرُونَ أجرهُمْ بِغَيْرِ حِسَابٍ [

 

 “Her türlü güçlüklere göğüs gerenlere mükafatları tartılmaksızın, ölçülmeksizin, hesapsızca bol bol verilir.” (39 Zümer 10)

 

وقال تَعاَلىَ : ]وَلَمَنْ صَبَرَ وَغَفَر َإن ذَلِكَ لَمِنْ عَزْمِ الأمُور [

 

“Kim eziyetlere sabreder, yapılan kötülüklere de, intikam almayıp affetme yolunu tutarsa, şüphesiz bu hareketi yapılmaya değer işlerdendir.” (42 Şûrâ 43)

 

وقال تَعاَلىَ : ] يَآأيها الَّذِينَ اَمَنُوا اسْتَعِينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلوَةِ إن اللَّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ [

 

 “Ey iman edenler! Sarsılmaz bir sabır ve namaza sarılarak Allah’tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.” (2 Bakara 153)

 

وقال تَعاَلىَ :]وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ حَتَّى نَعْلَمَ الْمُجَاهِدِينَ مِنْكُمْ وَالصَّابِرِينَ وَنَبْلُوَ أخباركم[

 

 “Andolsun ki içinizde Allah yolunda cihat edenlerle ve sıkıntılara karşı göğüs erenleri belirleyinceye ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi imtihandan geçireceğiz.” (47 Muhammed 31)

 

25- عَنْ أبي مَالِكٍ الْحاَرِثِ بْنِ عاَصِمِ الأشعري t قال : قال رَسُولُ اللَّهِ e: اَلطُّهُورُ شَطْرُ الإيمان, وَالْحَمْدُ لِلَّهِ تَمْلأُ الميزان, وسبحان اللَّهِ وَالْحَمْدُ لِلَّهِ تَمْلأن – أَوْ تَمْلأُ – مَا بَيْنَ السَّمَاوَاتِ وَالأرض, وَالصَّلاَةُ نُورٌ, وَالصَّدَقَةُ بُرْهَان, وَالصَّبْرُ ضِيَاء,ٌ وَالقرآن حُجَّةٌ لَكَ أَوْ عَلَيْكَ, كُلُّ النَّاسِ يَغْدُو فَبَايعٌ نَفْسَهُ فَمُعْتِقُهَا أَوْ مُوبِقُهَا.

 

25: Ebû Mâlik Hâris ibn Âsım el Eş’arî (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuşlardır: “Temizlik yani her türlü günah ve pisliklerden arınmak; imanın yarısıdır. Elhamdülillah demek mizanı doldurur, Sübhanallah ve Elhamdülillah sözleri ise yerler ve gökler arasını doldurur, namaz bir nurdur, sadaka bir bürhan, sabır aydınlıktır. Kur’ân senin ya lehinde ya da aleyhinde delildir. Herkes sabahleyin işine gücüne çıkar kendisini satar ya kazanır ya da kaybeder (yani kişi Allaha emirlerini yerine getirmekle nefsini Allaha satarak kazanır , yada kendi nefsinin sefasına uyup Allahın emirlerini çiğneyip kendisni şeytana satarak kaybeder).” (Müslim, tahâra 1)

 

26- عَنْ أبي سَعِيدٍ سَعْدِ بْنِ سنان الخدري t: أن نَاسًا مِنَ الأنصار سَأَلُوا رَسُولَ اللَّهِe فَأَعْطَاهُمْ, ثُمَّ سَأَلُوهُ فَأَعْطَاهُمْ, حَتَّى نَفِدَ مَا عِنْدَهُ, فَقال لَهُمْ حِينَ أنفق كُلَّ شَيْءٍ بِيَدِهِ : مَا يَكُنُ عندي مِنْ خَيْرٍ فَلَنْ أَدَّخِرَهُ عَنْكُمْ, وَمَنْ يَسْتَعْفِفْ يُعِفَّهُ اللَّهُ, وَمَنْ يَسْتَغْنِ يُغْنِهِ اللَّهُ, وَمَنْ يَتَصَبَّرْ يُصَبِّرْهُ اللَّهُ . وَمَا أُعْطِيَ أَحَدٌ عَطَاءً خَيْرًا وَأَوْسَعَ مِنَ الصَّبْرِ .

 

26: Ebû Saîd Sa’d ibn Sinân el Hudrî (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre ensardan bir kısmı Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’ den bir şeyler istediler O da verdi, tekrar istediler yine verdi, sonunda yanındaki mal bitti. Elindeki olan herşeyi verdikten sonra onlara şöyle dedi: “Yanımda mal olsaydı sizden esirgemezdim, kim istemekten çekinir iffetli davranırsa Allah onun iffetini artırır, kim tokgözlü olmak isterse Allah onu başkalarına muhtaç olmaktan kurtarır, kim sabretmeye gayret ederse Allah ona sabır verir, hiçbir kimseye sabırdan daha geniş ve hayırlı birşey verilmemiştir.” (Buhârî, Zekat 50; Müslim, Zekat 126)

 

27- عَنْ أبي يَحْيَي صُهَيْبِ بْنِ سِنان t قال : قال رَسُولُ اللَّهِ e: عَجَبًا لأمر الْمُؤْمِنِإن أمرهُ كُلَّهُ لَهُ خَيْرٌ, وَلَيْسَ ذَلكَ لأَحَدٍ إلا لِلْمُؤْمِنِ :إن أصابتْهُ سَرَّاءُ شَكَرَ فَكان خَيْرًا لَهُ, وَإن أصابتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَكان خَيْرًا لَهُ .

 

27: Ebû Yahyâ Suheyb ibn Sinân (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Mü’minin durumuna gerçekten hayret edilir. Zira her durumu onun için hayır sebebidir, bu özellik sadece mü’minlerde bulunur. Çünkü sevinecek olsa şükreder bu onun için hayırdır, başına bir bela gelse sabreder bu da onun için bir hayırdır.” (Müslim, Zühd 64)

 

28- عَنْ أنس tقال : لَمَّا ثَقُلَ النَّبِيُّ e جَعَلَ يَتَغَشَّاهُ الْكَرْبُ فَقالتْ فَاطِمَةُ رضي اللهُ عَنْهَا : وَا كَرْبَ أَبتاَه. ُ فَقال : لَيْسَ عَلَى أبيكِ كَرْبٌ بَعْدَ الْيَوْمِ فَلَمَّا مَاتَ قالتْ : يَا أَبَتَاهُ أَجَابَ رَبًّا دَعَاهُ يَا أَبَتَاهُ جَنَّةُ الْفِرْدَوْسِ مَأْوَاه, يَا أَبَتَاهُ إِلَى جِبْرِيلَ نَنْعَاهُ, فَلَمَّا دُفِنَ قالت فَاطِمَةُ رضي اللهُ عَنْهَا : أَطَابَتْ أنفُسُكُمْ أن تَحْثُوا عَلَى رَسُولِ اللَّهِ e اَلتُّرَابَ ؟.

 

28: Enes ibn Mâlik (Allah Ondan razı olsun)’den şöyle dediği rivayet olunmuştur: Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’in hastalığı ağırlaşıp sıkıntılar kendisini daraltınca Fâtıma (Allah Ondan razı olsun) : Vah babacığım sıkıntın ne kadar da büyük dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): “Bu günden sonra baban için artık sıkıntı yoktur.” buyurdu. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) vefat edince Hz. Fâtıma: Vah babacığım Allah’ın çağrısına icabet etti… Gideceği yer Firdevs Cenneti olan babacığım… Vah ölüm haberini Cebrâil ile paylaşacağımız babacığım vah… Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) defnedilince Fâtıma (Allah Ondan razı olsun) çevresindekilere şöyle dedi: Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in üzerine toprak atmaya gönlünüz nasıl razı oldu? (Buharî, Meğazî 83)

 

29- عَنْ أبي زَيْدٍ أُسَامَةَ بْنِ زَيْدٍ بْنِ حاَرِثَةَ مَوْلَي رَسوُلِ اللهِ e وَحِبِّهِ وَابْنِ حِبِّهِ, رضي الله عنهما قال : أَرْسَلَتْ بِنْتُ النَّبِيِّ eأن ابْنِي قَدْ احْتُضِرَ فَاَشْهَدْناَ, فَأَرْسَلَ يُقْرِئُ السَّلاَمَ وَيَقُولُ :إن لِلَّهِ مَا أخذ, وَلَهُ مَا أَعْطَى, وَكُلٌّ شَيْءٍ عِنْدَهُ بِأَجَلٍ مُسَمًّى, فَلْتَصْبِرْ وَلْتَحْتَسِبْ. فَأَرْسَلَتْ إِلَيْهِ تُقْسِمُ عَلَيْهِ لَيَأْتِيَنَّهَا. فَقَامَ وَمَعَهُ سَعْدُ بْنُ عُبَادَةَ, وَمَعَاذُ بْنُ جَبَلٍ, وَأبي بْنُ كَعْبٍ, وَزَيْدُ بْنُ ثَابِتٍ, وَرِجَالٌ yفَرُفِعَ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ e اَلصَّبِيُّ, فَأَقْعَدَهُ فِي حِجْرِهِ وَنَفْسُهُ تَقَعْقَعُ, فَفَاضَتْ عَيْنَاهُ, فَقال سَعْدٌ : يَا رَسُولَ اللَّهِ مَا هَذَا ؟ فَقال : هَذِهِ رَحْمَةٌ جَعَلَهَا اللَّهُ تَعاَلَي فِي قُلُوبِ عِبَادِهِ . وَفِىرِوَايَةٍ : فِىقُلوُبِ مَنْ شاَءَ مِنْ عِباَدِهِ وَإنما يَرْحَمُ اللَّهُ مِنْ عِبَادِهِ الرُّحَمَاءَ.

 

29: Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in azatlısı, dostu ve dostunun oğlu olan Ebû Zeyd Üsâme ibn Zeyd ibn Hârise (Allah Onlardan razı olsun)’den nakledildiğine göre şöyle söyledi: Kızı Zeynep Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’e: Oğlum ölmek üzeredir bize kadar lütfen geliniz diye haber gönderdi. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’de selam gönderdi ve: “Veren de alan da Allah’tır, O’nun katında herşeyin belli bir vakti vardır, sabretsin ecrini Allah’tan beklesin.” buyurdular. Bunun üzerine kızı Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’e and veriyorum mutlaka gelsin diye tekrar haber gönderdi. Bu sefer Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) yanında Sa’d ibn Ubâde, Muâz ibn Cebel, Übeyy ibn Ka’b, Zeyd ibn Sâbit ve başka bazı sahabilerle beraber kalkıp kızına gitti. Çocuğu Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’e verdiler. Onu kucağına aldı canı çıkmak üzere çırpınıp duruyordu. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in gözlerinden yaşlar boşandı. Durumu gören Sa’d ibn Ubâde bu ne haldir ya Rasûlallah? diye sordu. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) de: “Bu Allah’ın kullarının kalbine koyduğu acıma duygusudur” buyurdu.

 

Diğer bir rivayette: “Bu Allah’ın öyle bir rahmetidir ki; onu kullarından dilediğinin kalbine yerleştirir. Zaten Allah kullarından merhametli olanlara rahmet eder.” buyurdular. (Buhârî, Ce nâiz 33; Müslim, Cenâiz 9).

 

30- عَنْ صُهَيْبٍ tأن رَسُولَ اللَّهِ e قال : كان مَلِكٌ فِيمَنْ كان قَبْلَكُمْ, وَكان لَهُ سَاحِرٌ فَلَمَّا كَبِرَ, قال لِلْمَلِكِ : إني قَدْ كَبِرْتُ فَابْعَثْ إِلَيَّ غُلاَمًا أُعَلِّمْهُ السِّحْرَ, فَبَعَثَ إِلَيْهِ غُلاَمًا يُعَلِّمُهُ, وَكان فِي طَرِيقِهِ إذا سَلَكَ رَاهِبٌ, فَقَعَدَ إِلَيْهِ وَسَمِعَ كَلاَمَهُ فَأَعْجَبَهُ, وَكان إذا أَتَى السَّاحِرَ مَرَّ بِالرَّاهِبِ وَقَعَدَ إِلَيْهِ, فَإذا أَتَى السَّاحِرَ ضَرَبَهُ, فَشَكَا ذَلِكَ إِلَى الرَّاهِبِ فَقال : إذا خَشِيتَ السَّاحِرَ فَقُلْ : حَبَسَنِي أَهْلِي, وَإذا خَشِيتَ أَهْلَكَ فَقُلْ : حَبَسَنِي السَّاحِرُ . فَبَيْنَمَا هُوَ على َذَلِكَ إِذْ أَتَى عَلَى دَابَّةٍ عَظِيمَةٍ قَدْ حَبَسَتِ النَّاسَ فَقال : الْيَوْمَ أَعْلَمُ آلسَّاحِرُ أَفْضَلُ أَمِ الرَّاهِبُ أَفْضَلُ ؟ فَأخذ حَجَرًا فَقال : اَللَّهُمَّ إن كان أمر الرَّاهِبِ أحب إِلَيْكَ مِنْ أمر السَّاحِرِ فَاقْتُلْ هَذِهِ الدَّابَّةَ حَتَّى يَمْضِيَ النَّاسُ, فَرَمَاهَا فَقَتَلَهَا وَمَضَى النَّاسُ, فَأَتَى الرَّاهِبَ فَأَخْبَرَهُ. فَقال لَهُ الرَّاهِبُ أَيْ بُنَيَّ أنت الْيَوْمَ أَفْضَلُ مِنِّي, قَدْ بَلَغَ مِنْ أمركَ مَا أَرَى, وَإنكَ سَتُبْتَلَى, فَإن ابْتُلِيتَ فَلاَ تَدُلَّ عَلَيَّ, وَكان الْغُلاَمُ يُبْرِئُ ألاكْمَهَ وَألابْرَصَ, وَيُدَاوِي النَّاسَ مِنْ سَائِرِ ألادْوَاء.ِ فَسَمِعَ جَلِيسٌ لِلْمَلِكِ كان قَدْ عَمِيَ, فَأَتَاهُ بِهَدَايَا كَثِيرَةٍ فَقال : مَا هَاهُنَا لَكَ أَجْمَعُ إن أنت شَفَيْتَنِي, فَقال : إني لاَ أَشْفِي أَحَدًا إنما يَشْفِي اللَّهُ تَعاَلَي, فَإن آمَنْتَ بِاللَّهِ تَعاَلَي دَعَوْتُ اللَّهَ فَشَفَاكَ, فَآمَنَ بِاللَّهِ تَعاَلَي فَشَفَاهُ اللَّهُ تَعاَلَي, فَأَتَى الْمَلِكَ فَجَلَسَ إِلَيْهِ كَمَا كان يَجْلِسُ فَقال لَهُ الْمَلِكُ : مَنْ رَدَّ عَلَيْكَ بَصَرَكَ؟ قال : رَبِّي. قال : أَوَلَكَ رَبٌّ غَيْرِي؟! قال : رَبِّي وَرَبُّكَ اللَّهُ , فَأخذهُ فَلَمْ يَزَلْ يُعَذِّبُهُ حَتَّى دَلَّ عَلَى الْغُلاَمِ, فَجِيءَ بِالْغُلاَمِ فَقال لَهُ الْمَلِكُ : أَيْ بُنَيَّ قَدْ بَلَغَ مِنْ سِحْرِكَ مَا تُبْرِئُ ألاكْمَهَ وَألابْرَصَ وَتَفْعَلُ وَتَفْعَلُ فَقال : إني لاَ أَشْفِي أَحَدًا, إنما يَشْفِي اللَّهُ تَعاَلَي, فَأخذهُ فَلَمْ يَزَلْ يُعَذِّبُهُ حَتَّى دَلَّ عَلَى الرَّاهِبِ, فَجِيءَ بِالرَّاهِبِ فَقِيلَ لَهُ : إِرْجِعْ عَنْ دِينِكَ, فَأَبَى, فَدَعَا بِالْمِنْشَارِ فَوَضَعَ الْمِنْشَارُ فِي مَفْرِقِ رَأْسِهِ, فَشَقَّهُ حَتَّى وَقَعَ شِقَّاه,ُ ثُمَّ جِيءَ بِجَلِيسِ الْمَلِكِ فَقِيلَ لَهُ : إِرْجِعْ عَنْ دِينِكَ, فَأَبَى, فَوُضِعَ الْمِنْشَارَ فِي مَفْرِقِ رَأْسِهِ فَشَقَّهُ بِهِ حَتَّى وَقَعَ شِقَّاهُ, ثُمَّ جِيءَ بِالْغُلاَمِ فَقِيلَ لَه:ُ إِرْجِعْ عَنْ دِينِكَ, فَأَبَى, فَدَفَعَهُ إِلَى نَفَرٍ مِنْ أَصْحَابِهِ فَقال : إِذْهَبُوا بِهِ إِلَى جَبَلٍ كَذَا وَكَذَا, فَاصْعَدُوا بِهِ الْجَبَلَ, فَإذا بَلَغْتُمْ ذِرْوَتَهُ فَإن رَجَعَ عَنْ دِينِهِ وَألا فَاطْرَحُوهُ, فَذَهَبُوا بِهِ فَصَعِدُوا بِهِ الْجَبَلَ فَقال : اَللَّهُمَّ اكْفِنِيهِمْ بِمَا شِئْتَ, فَرَجَفَ بِهِمُ الْجَبَلُ فَسَقَطُوا, وَجَاءَ يَمْشِي إِلَى الْمَلِكِ فَقال لَهُ الْمَلِكُ: مَا فعلَ بأَصْحَابُكَ؟ فَقال: كَفَانيهِمُ اللَّهُ تَعاَلَي, فَدَفَعَهُ إِلَى نَفَرٍ مِنْ أَصْحَابِهِ فَقال : إِذْهَبُوا بِهِ فَاحْمِلُوهُ فِي قُرْقُورٍ وَتَوَسَّطُوا بِهِ الْبَحْرَ, فَإن رَجَعَ عَنْ دِينِهِ وَإلا فَاقْذِفُوهُ, فَذَهَبُوا بِهِ فَقال : اَللَّهُمَّ اكْفِنِيهِمْ بِمَا شِئْتَ, فَانكَفَأَتْ بِهِمُ السَّفِينَةُ فَغَرِقُوا, وَجَاءَ يَمْشِي إِلَى الْمَلِكِ فَقال لَهُ الْمَلِكُ : مَا فعل بأَصْحَابُكَ ؟ فَقال : كَفَانيهِمُ اللَّهُ تَعاَلَي, فَقال لِلْمَلِكِ : إنكَ لَسْتَ بِقَاتِلِي حَتَّى تَفْعَلَ مَا آمركَ بِهِ. قال : مَا هُوَ ؟ قالت :جْمَعُ النَّاسَ فِي صَعِيدٍ وَاحِدٍ, وَتَصْلُبُنِي عَلَى جِذْعٍ, ثُمَّ خُذْ سَهْمًا مِنْ كِنَانتي, ثُمَّ ضَعِ السَّهْمَ فِي كَبِدِ الْقَوْسِ ثُمَّ قُلْ : بِسْمِ اللَّهِ رَبِّ الْغُلاَمِ ثُمَّ ارْمِنِي, فَإنكَ إذا فَعَلْتَ ذَلِكَ قَتَلْتَنِي. فَجَمَعَ النَّاسَ فِي صَعِيدٍ وَاحِدٍ وَصَلَبَهُ عَلَى جِذْعٍ, ثُمَّ أخذ سَهْمًا مِنْ كِنَانتهِ, ثُمَّ وَضَعَ السَّهْمَ فِي كَبْدِ الْقَوْسِ, ثُمَّ قال: بِسْمِ اللَّهِ رَبِّ الْغُلاَمِ, ثُمَّ رَمَاهُ فَوَقَعَ السَّهْمُ فِي صُدْغِهِ, فَوَضَعَ يَدَهُ فِي صُدْغِهِ فَمَاتَ. فَقال النَّاسُ : آمَنَّا بِرَبِّ الْغُلاَمِ, فَأُتِيَ الْمَلِكُ فَقِيلَ لَهُ : أَرَأَيْتَ مَا كُنْتَ تَحْذَرُ قَدْ وَاللَّهِ نَزَلَ بِكَ حَذَرُك. َ قَدْ آمَنَ النَّاسُ. فَأمر بِالأخْدُودِ فِي أَفْوَاهِ السِّكَكِ فَخُدَّتْ وَأُضْرِمَ فيها النِّيرَان وَقال : مَنْ لَمْ يَرْجِعْ عَنْ دِينِهِ فَأَقْحِمُوهُ فِيهَا أَوْ قِيلَ لَهُ: إِقْتَحِمْ, فَفَعَلُوا حَتَّى جَاءَتِ امرأَةٌ وَمَعَهَا صَبِيٌّ لَهَا, فَتَقَاعَسَتْ أن تَقَعَ فِيهَا, فَقال لَهَاالْغُلاَمُ : يَا أُمَّاه إِصْبِرِىفَإنكِ عَلَىالْحَقِّ.

 

30: Suheyb (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuşlardır: “Sizden evvelkiler içinde bir padişah bir de onun sihirbazı vardı. Sihirbaz ihtiyarlayınca padişaha: Ben ihtiyarladım bana bir genç delikanlı gönder, ona sihirbazlığı öğreteyim dedi. Padişah da ona genç birini gönderdi.

 

Bu gencin gelip gideceği yol üzerinde bir rahip bulunuyordu, genç ona uğradı, yanında oturdu, konuşmalarını dinledi hoşuna gitti. Böylece sihirbaza her gittiğinde rahibe uğrar ve onun yanında bir süre kalırdı. Sihirbazın yanına geldiğinde sihirbaz niçin geç kaldın diye kızar ve delikanlıyı döverdi.

 

Delikanlı durumu rahibe aktarınca o da şöyle akıl verdi; Sihirbazdan korktuğunda evden alıkoydular, ailenden çekindiğinde de sihirbaz alıkoydu dersin.

 

Durum böyle devam edip giderken delikanlı günün birinde insanların yolunu kesen büyük bir hayvana rastladı. Bunun üzerine sihirbazın mı yoksa rahibin mi daha üstün olduğunu işte şimdi öğreneceğim diyerek, eline bir taş aldı ve dedi ki: Ey Allah’ım rahibin işlerini sihirbazın işlerinden daha çok seviyorsan şu hayvanı öldür ki insanlar yollarına devam etsinler dedi. taşı atıp hayvanı öldürdü halk da geçip gitti. Daha sonra delikanlı rahibe gelip olayı anlattı. Rahip ona: Delikanlı şimdi artık sen benden daha üstünsün, zira sen bu gördüğün dereceye ulaşmışsın. Muhakkak sen yakında imtihan edileceksin. Böyle birşey olursa benim bulunduğum yeri kimseye söyleme dedi.

 

Delikanlı böylece doğuştan körleri, alaca hastalığına tutulmuş olanları kurtarır ve diğer hastalıkları da tedavi ederdi. Padişahın kör olan bir yakını bunu duydu, bir çok hediye ile delikanlının yanına gitti ve: Eğer beni hastalığımdan iyi edersen bu hediyeleri sana veririm dedi. Delikanlı da: Ben şifa veremem şifayı ancak Allah verir, eğer sen Allah’a inanırsan ben de O’na dua ederim O da sana şifa verir dedi.

 

Adam iman etti, Allah ona şifa verdi, adam eskiden olduğu gibi padişahın yanına gelip toplantıdaki yerini aldı.

 

Padişah: Senin gözünü kim iyi etti ? diye sordu. O da Rabbim iyi etti deyince bu defa padişah senin benden başka Rabbin mi var? dedi. O adam: Benim de senin de Rabbin Allah’tır dedi. Bunun üzerine padişah o adamı tutuklattı ve gencin yerini gösterinceye kadar ona işkence ettirdi. Sonunda adam gencin yerini söyledi. Genç getirildi, padişah ona: Oğlum demek ki senin sihrin körleri ve ala tenlileri iyi edecek dereceye geldi. Pek çok işler yapıyormuşsun öyle mi? diye sordu. Delikanlı da: Hayır ben kimseye şifa veremem şifa veren Allah’tır dedi.

 

Padişah delikanlıyı da tutuklattı ve rahibin yerini gösterinceye kadar ona da işkence ettirdi. Hemen rahip getirildi, dininden dön denildi, o da bu işe yanaşmadı. Bunun üzerine padişah bir testere getirtip rahibin başını ortasından ikiye ayırdı ve her parçası bir yana düştü.

 

Sonra padişahın meclis arkadaşı getirildi, ona da dininden dön denildi o da kabul etmedi, padişah onun da başına bir testere koyarak onu da ikiye ayırdı. Sonra delikanlı getirildi, dininden dön denildi, fakat delikanlı direndi, padişah delikanlıyı adamlarından bir guruba teslim edip onlara şöyle dedi:

 

Bunu filan dağın en üst zirvesine götürün dininden dönerse ne hoş değilse dağın tepesinden atınız.

 

Delikanlıyı götürdüler, dağın tepesine çıkardılar, delikanlı: Allah’ım istediğin bir şekilde bunlardab beni kurtar dedi. Dağ sarsıldı onlar da yuvarlandılar, delikanlı yürüyerek padişahın yanına geldi. Padişah ona: Arkadaşların ne oldu? dedi. Delikanlı: Allah beni onlardan kurtardı dedi. Bunun üzerine padişah adamlarından başka bir guruba delikanlıyı teslim ederek: Bunu Karkur denilen bir gemiye bindirip denizin ortasına götürün, dininden dönerse ne ala değilse denize atın dedi.

 

Delikanlıyı alıp götürdüler. O da Allah’ım istediğin bir şekilde beni bunların elinden kurtar diye dua etti. Gemi alabora oldu, onlar boğuldular delikanlı yürüyerek padişahın yanına geldi. Padişah arkadaşların ne oldu? dedi. Delikanlı da Allah beni onların elinden kurtardı dedi ve şunu ilave etti:

 

Benim emredeceğim işi yapmadıkça sen beni öldüremezsin. Padişah: Nedir o? deyince delikanlı şöyle dedi:

 

Halkı geniş bir meydana topla, beni de bir hurma kütüğüne bağla sonra ok torbamdan bir ok al, yayın tam ortasına koy, sonra: “Delikanlının Rabbi olan Allah adıyle” diyerek oku at. Böyle yaparsan beni öldürebilirsin dedi.

 

Bunun üzerine padişah halkı geniş bir meydana topladı, delikanlıyı hurma kütüğüne bağladı, sonra delikanlının ok torbasından bir ok aldı, yayına yerleştirdi: “Delikanlının Rabbi olan Allah adıyla” deyip oku fırlattı, ok delikanlının şakağına rastladı, delikanlı elini şakağına koydu ve ruhunu teslim etti. Bunun üzerine tüm halk: “Biz delikanlının Rabbine iman ettik” dediler.

 

Durum padişaha iletilerek: Korktuğun şey başına geldi ve halk iman etti dediler. Bunun üzerine padişah sokak başlarına büyük hendekler kazılmasını emretti ve hendekler ateşlerle dolduruldu. Padişah: Yeni dinden dönmeyen kimseleri hendeğe atınız yada atın dedi.

 

Bu işler böylece yapıldı gitti. Nihayet kucağında çocuğuyla bir kadın getirildi. Kadın ateşe girmekte biraz durakladı. Çocuk annesine:

 

Anneciğim sabret, dirençli ol, çünkü sen hak din üzeresin diyerek annesini cesaretlendirdi. (Müslim, Zühd 73)

 

31- عَنْ أنس t قال : مَرَّ النَّبِيُّ e عَلَي امرأَةٍ تَبْكِي عِنْدَ قَبْرٍ فَقال : اِتَّقِي اللَّهَ وَاصْبِرِي فَقالتْ : إِلَيْكَ عَنِّي, فَإنكَ لَمْ تُصَبْ بِمُصِيبَتِي ! وَلَمْ تَعْرِفْهُ, فَقِيلَ لَهَا : إنهُ النَّبِيُّ e فَأَتَتْ بَابَ النَّبِيِّ eفَلَمْ تَجِدْ عِنْدَهُ بَوَّابينَ فَقالتْ : لَمْ أَعْرِفْكَ, فَقال : إنما الصَّبْرُ عِنْدَ الصَّدْمَةالأولَى . وفي رواية لمسلم : تبكي على صبي لها.

 

31: Enes ibn Mâlik (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bir mezarın başında bağırarak ağlamakta olan bir kadının yanından geçmişti ve ona: “Allah’tan kork ve sabret” buyurdu. Kadın: Geç git, çünkü benim başıma gelen senin başına gelmemiştir dedi. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’i tanıyamamıştı. Kendisine O’nun Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) olduğunu söylediler. Bunu duyar duymaz Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’in kapısına geldi, kapıda kapıcılar bulunmadığını gördü ve: Ben sizi tanıyamamıştım dedi. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) de: “Asıl sabır felaketin ilk anında olanıdır” buyurdular. Müslimin rivayet ettiği başka bir rivayette : Ölen çocuğun özerine ağlıyordu. (Buhârî, Cenâiz 32; Müslim, Cenâiz 14)

 

-32 عَنْ أبي هُرَيْرَةَ t أن رَسُولَ اللَّه ِe قال : يَقُولُ اللَّهُ تَعَالَى : مَا لِعَبْدِي الْمُؤْمِنِ عِنْدِي جَزَاءٌ إذا قَبَضْتُ صَفِيَّهُ مِنْ أَهْلِ الدُّنْيَا ثُمَّ احْتَسَبَهُ إلا الْجَنَّةُ .

 

32: Ebû Hureyre (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Allah: Mü’min kulumun dünyada sevdiği dostunu aldığım zaman, o kimse sabredip mükafatını benden beklerse karşılığı cennettir.” buyurdu. (Buhârî, Rikak 6)

 

33- عَنْ عَائِشَةَ رضي اللهُ عَنْهَا إنهَا سَأَلَتْ رَسُولَ اللَّهِ e عَنِ الطَّاعُونِ, فَأَخْبَرَهَا أنهُ كان عَذَابًا يَبْعَثُهُ اللَّهُ تَعَالَي عَلَى مَنْ يَشَاءُ, فَجَعَلَهُ اللَّهُ تَعاَلَي رَحْمَةً لِلْمُؤْمِنِينَ, فَلَيْسَ مِنْ عَبْدٍ يَقَعُ فِي الطَّاعُونِ فَيَمْكُثُ فِي بَلَدِهِ صَابِرًا مُحْتَسِباً, يَعْلَمُ أنهُ لاَ يُصِيبَهُ إلا مَا كَتَبَ اللَّهُ لَهُ إلا كان لَهُ مِثْلُ أجر الشَّهِيدِ .

 

33 Aişe (Allah Ondan razı olsun)’dan rivayet edildiğine göre: Aişe anamız Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’e tâûn hastalığından sormuştu da O da şöyle cevap vermişti: “Tâûn hastalığı; Allah’ın dilediği kimseleri bu hastalıkla cezalandırdığı bir azap şekliydi. Allah onu mü’minlere rahmet kıldı. Bu sebeble tâûna yakalanan bir kul sabredip mükafatını Allah’tan bekleyerek bulunduğu yerde başına Allah’ın yazdığından başka hiç birşey gelmeyeceğini bilerek oturup dışarı çıkmazsa kendisine şehid sevabı verilir.” (Buhârî, tıbb 31)

 

34- عَنْ أنس t قال : سَمِعْتُ رَسُول اللَّهِ e يَقُولُ إن اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ قال : إذا ابْتَلَيْتُ عَبْدِي بِحَبِيبَتَيْهِ فَصَبَرَ عَوَّضْتُهُ مِنْهُمَا الْجَنَّةَ. يُرِيدُ عَيْنَيْهِ .

 

34: Enes ibn Mâlik (Allah Ondan razı olsun) Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in şöyle buyurduğunu işittim demiştir: “Allah’ü teâlâ buyuruyor ki: Kulumu gözlerinden mahrum ederek imtihan ettiğim zaman sabrederse, gözlerinin karşılığı ona cenneti veririm.” (Buhârî, Merda 7)

 

35- عَنْ عَطَاءِ بْنِ أبي رَبَاحٍ قال : قال لِي اِبْنُ عَبَّاسٍ رضي الله عنهما ألا أُرِيكَ امرأَةً مِنْ أَهْلِ الْجَنَّةِ؟ فَقُلْتُ : بَلَى, قال : هَذِهِ الْمَرْأَةُ السَّوْدَاءُ أَتَتِ النَّبِيَّ e فَقالتْ :إني أُصْرَعُ, وَإني أَتَكَشَّفُ فَادْعُ اللَّهَ تَعاَلَي لِي قال :إن شِئْتِ صَبَرْتِ وَلَكِ الْجَنَّةُ, وَإن شِئْتِ دَعَوْتُ اللَّهَ تّعاَلَي أن يُعَافِيَكِ فَقالتْ :أَصْبِرُ, فَقالت  :إني أَتَكَشَّفُ, فَادْعُ اللَّهَ أن لا أَتَكَشَّفَ, فَدَعَا لَهَا .

 

35: Atâ ibn Ebî Rebâh (Allah Ondan razı olsun)’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Abdullah ibn Abbas (Allah Onlardan razı olsun) bana: Sana cennetlik bir kadını göstereyim mi? dedi. Ben de evet göster dedim. İbn Abbas (Allah Ondan razı olsun) şöyle dedi: İşte şu siyah kadındır ki, bu kadın Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’e geldi ve: Beni sara hastalığı yakalıyor ve üstüm başım açılıyor, iyileşmem için Allah’a dua ediniz dedi. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) de: “Eğer sabredeyim dersen sana cennet vardır, ama yine de sen istersen sana şifa vermesi için Allah’a dua ederim” buyurdu. Bunun üzerine kadın: O halde ben hastalığıma sabrederim. Ancak sara tuttuğu zaman üstümün başımın açılmaması için dua ediniz dedi. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) ona dua etti de sara nöbeti geldiğinde bir daha üstü başı açılmadı. (Buhârî, Merda 6; Müslim, Birr 54)

 

36- عَنْ أبي عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مَسْعُودٍ tقال : كأني أنظُرُ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ eيَحْكِي نَبِيًّا مِنَ الأنبياءِ, صَلَواَتُ اللهِ وَسَلاَمُهُ عَلَيْهِمْ, ضَرَبَهُ قَوْمُهُ فَأَدْمَوْهُ وَهُوَ يَمْسَحُ الدَّمَ عَنْ وَجْهِهِ, وَهُوَ يَقُولُ : اَللَّهُمَّ اغْفِرْ لِقَوْمِي فَإنهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ .

 

12/36: Ebû Abdurrahman Abdullah ibn Mes’ûd (Allah Ondan razı olsun) şöyle der: Şimdi ben Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in yüzüne bakıp görür gibiyim. O, peygamberlerden bir peygamberi hikaye ediyordu ki; kavmi tarafından dövülüp yüzü kanlar içerisinde bırakılmış, fakat o, yüzündeki hem kanı silmeye çalışıyor, hemde: Ey Rabbim! Kavmimi yaptıklarından bağışla çünkü onlar onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar” diyordu. (Buhârî, Enbiyâ 54;

 

37- عَنْ أبي سَعِيدٍ وَأبي هُرَيْرَةَ مَسْعُودٍ رضي الله عنهما عَنِ النَّبِيِّ e قال : مَا يُصِيبُ الْمُسْلِمَ مِنْ نَصَبٍ, وَلاَ وَصَبٍ وَلاَ هَمٍّ وَلاَ حَزَنٍ وَلاَ أَذًى وَلاَ غَمٍّ, حَتَّى الشَّوْكَةِ يُشَاكُهَا إلا كَفَّرَ اللَّهُ بِهَا مِنْ خَطَايَاهُ .

 

37: Ebû Saîd ve Ebû Hureyre (Allah Onlardan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Herhangi bir müslümanın başına gelen yorgunluk, hastalık, tasa, keder, sıkıntı ve gamdan ayağına batan dikene kadar her şeyi Allah müslümanın hata ve günahlarının bağışlanmasına sebeb kılar.” (Buhârî, Merda 1; Müslim, Birr 49)

 

38- عَنْ إِبْنِ مَسْعُودٍ t قال : دَخَلْتُ عَلَى النَّبِيِّ e وَهُوَ يُوعَكُ فَقُلْتُ : يَا رَسُولَ اللَّهِ إنكَ تُوعَكُ وَعْكًا شَدِيدًا قال : أَجَلْ إني أُوعَكُ كَمَا يُوعَكُ رجلان مِنْكُمْ. قُلْتُ : ذَلِكَ أن لَكَ أجريْنِ قال : أَجَلْ ذَلِكَ كَذَلِكَ مَا مِنْ مُسْلِمٍ يُصِيبُهُ أَذًى, شَوْكَةٌ فَمَا فَوْقَهَا إلا كَفَّرَ اللَّهُ بِهَا سَيِّئَاتِه,, وَحُطَّتْ عَنْهُ ذُنُوبُهُ كَماَ تَحُطُّ الشَّجَرَةُ وَرَقَهَا .

 

38: Abdullah ibn Mes’ûd (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir: Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in huzuruna vardım, şiddetli sıtmaya yakalanmıştı. Ey Allah’ın Rasûl’ü sıtma nöbetinden dolayı çok şiddetli zahmet çekiyorsun dedim.

 

 “Evet sizden iki kişinin çekebileceği kadar ızdırap çekiyorum” buyurdu. Bundan dolayı size iki kat ecir var mıdır? dedim. “Evet öyledir. Bir müslümanın vücuduna batan bir dikenden en ağırına kadar hiç bir musibet yoktur ki; Allah bu sebeble onun kusurlarını örtmüş ve günahlarını bağışlamış olmasın. Ağacın yapraklarının döküldüğü gibi o müslümanın günahları da öylece dökülür.” (Buhârî, Merda 13 Müslim, Birr 45)

 

39-عَنْ أبي هُرَيْرَةَ tقال : قال رَسُولُ اللَّهِ e: مَنْ يُرِدِ اللَّهُ بِهِ خَيْرًا يُصِبْ مِنْهُ

 

39: Ebû Hureyre (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Allah hayırını dilediği bir kimseyi günahlarını bağışlamak ve derecesini yükseltmek için onu sıkıntıya sokar” (Buhârî, Merda 1)

 

40- عَنْ أنس t قال : قال رَسُولُ اللَّهِ e: لاَ يَتَمَنَّيَنَّ أَحَدُكُمُ الْمَوْتَ لِضُرٍّ أصابهُ, فَإن كان لاَ بُدَّ فَاعِلاً فَلْيَقُل :ِ اللَّهُمَّ أَحْيِنِي مَا كانت الْحَيَاةُ خَيْرًا لِي, وَتَوَفَّنِي إذا كانت الْوَفَاةُ خَيْرًا لِي .

 

40 Enes ibn Mâlik (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Başına gelen bir musibetten dolayı hiçbir kimse ölmeyi istemesin. Mutlaka böyle bir şey temenni etmek zorunda kalırsa; Allah’ım benim için yaşamak hayırlıysa beni yaşat, ölmek hayırlıysa beni öldür desin.” (Buhârî, Merda 19; Müslim, Zikir 10)

 

41- عَنْ أبي عَبْدِ اللهِ خَبَّابِ بْنِ الارَتِّ tقال : شَكَوْنَا إِلَى رَسُولِ اللَّهِ e وَهُوَ مُتَوَسِّدٌ بُرْدَةً فِي ظِلِّ الْكَعْبَةِ, فَقُلْنَا : ألا تَسْتَنْصِرُ لَنَا , ألا تَدْعُو لَنَا ؟ فَقال : قَدْ كان منْ قَبْلكُمْ يُؤْخَذُ الرَّجُلُ فَيُحْفَرُ لَهُ فِي الأرض فَيُجْعَلُ فِيهاَ, ثُمَّ يُؤْتَي بِالْمِنْشَارِ فَيُوضَعُ عَلَى رَأْسِهِ فَيُجْعَلُ نِصْفَيْنِ, وَيُمْشَطُ بِأَمْشَاطِ الحديدِ مَا دُونَ لَحْمِهِ وَعَظْمِهِ, مَا يَصُدُّهُ ذَلِكَ عَنْ دِينِه,ِ وَاللَّهِ لَيُتِمَّنَّ اللهُ هَذَا الأمر حَتَّى يَسِيرَ الرَّاكِبُ مِنْ صَنْعَاءَ إِلَى حَضْرَمَوْتَ لاَ يَخَافُ إلا اللَّهَ وَالذِّئْبَ عَلَى غَنَمِهِ, وَلَكِنَّكُمْ تَسْتَعْجِلُونَ. وَفِي رِواَيَةٍ : وَهُوَ مُتَوَسِّدٌ بُرْدًةً وَقَدْ لَقِيناَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ شِدَّةً .

 

41: Ebû Abdullah Habbâb ibn Eret (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir: Hırkasını yastık ederek dayamış Kâbe’nin gölgesinde istirahat ederken, biz Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’e müşriklerden çektiğimiz sıkıntılardan dolayı şikayette bulunduk. Bizler için Allah’tan yardım dilemiyecek misiniz, bizim için dua etmeyecek misiniz? dedim. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) de şöyle buyurdular: “Önceki toplumlardan bir mü’min yakalanır, yerde bir çukur kazılır ve onu çukura gömerler, sonra bir testere getirilir ve başından aşağı testereyle ikiye ayrılır, vücudu demir taraklarla etinin altındaki kemiği ve siniri taranırdı. Fakat bütün bu yapılanlar onu dininden döndüremezdi. Yemin ederim ki Allah mutlaka bu dini yeryüzüne hakim kılacaktır. Öylesine hakim kılacak ki, tek başına bir atlı San’adan Hadramevt’e kadar selametle gidecek, Allah’tan ve koyunlarına zarar verecek kurttan başka hiç bir şeyden korkmayacaktır. Ne var ki siz acele ediyorsunuz.” Buhârî’nin başka bir rivayetinde: Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) hırkasına bürünmüştü, bizler de müşriklerden çok işkence görüyorduk şeklindedir. (Buhârî, Menâkıb 25)

 

42- عَنْ ابن مَسْعُودٍ t قال : لَمَّا كان يَوْمُ حُنَيْنٍ آثَرَ رَسُولُ اللَّهِ e نَاسًا فِي الْقِسْمَةِ فَأَعْطَى الأقْرَعَ بْنَ حَابِسٍ مِائَةً مِنَ الإبل, وَأَعْطَى عُيَيْنَةَ بْنَ حِصْنٍ مِثْلَ ذَلِكَ, وَأَعْطَى نَاسًا مِنْ أَشْرَافِ الْعَرَبِ وَآثَرَهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْقِسْمَةِ. فَقال رَجُلٌ : وَاللَّه ِإن هَذِهِ قِسْمَةٌ مَا عُدِلَ فِيهَا, وَمَا أُرِيدَ فِيهَا وَجْهُ اللَّهِ, فَقُلْتُ : وَاللَّهِ لأُخْبِرَنَّ رَسُولَ اللَّهِ e فَأَتَيْتُهُ فَأَخْبَرْتُهُ بِمَا قال, فَتَغَيَّرَ وَجْهُهُ حَتَّى كان كَالصِّرْفِ. ثُمَّ قال : فَمَنْ يَعْدِلُ إذا لَمْ يَعْدِلِ اللَّهُ وَرَسُولُهُ ثُمَّ قال : يَرْحَمُ اللَّهُ مُوسَى قَدْ أُوذِيَ بِأَكْثَرَ مِنْ هَذَا فَصَبَرَ. فَقُلْتُ : لاَ جَرَمَ لاَ أَرْفَعُ إِلَيْهِ بَعْدَهَا حَدِيثًا .

 

42: Abdullah ibn Mes’ûd (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir: Huneyn savaşından gelen ganimetleri taksim ederken Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bazı kimselere diğerlerinden fazla hisse vermişti.

 

Akra’ ibn Hâbis’e yüz deve, Uyeyne ibn Hısn’a da bir o kadar, bazı arapların ileri gelenlerine de taksimde farklı hediyeler vererek onları bölüşmede üstün tuttu. Bunun üzerine bir kişi: Vallahi bu paylaştırmada ne adalet ne de Allah rızası gözetilmiştir dedi. Ben de: Vallahi bunu Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’e söyleyeceğim dedim. Yanına gidip adamın söylediklerini haber verdim. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in rengi kıpkırmızı kesildi, sonra da şöyle cevap verdi. “Allah ve Rasûlü adalet yapmazsa kim yapar” sonra şöyle buyurdu: “Allah Musa (a.s.)’a rahmet etsin. O bundan daha ağır sözlerle eziyete uğradı da sabretti” buyurdu. Ben de kendi kendime vallahi bundan sonra O’na hiçbir haberi iletmiyeceğim dedim. (Buhârî, Edeb 53)

 

43- عَنْ أنس t قال : قال رَسُولُ اللَّهِ e: إذا أَرَادَ اللَّهُ بِعَبْدِهِ الْخَيْرَ عَجَّلَ لَهُ الْعُقُوبَةَ فِي الدُّنْيَا, وَإذا أَرَادَ اللَّهُ بِعَبْدِهِ الشَّرَّ أَمْسَكَ عَنْهُ بِذَنْبِهِ حَتَّى يُوَافِيَ بِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ. وَقال النَّبِيِّ e: إن عِظَمَ الْجَزَاءِ مَعَ عِظَمِ الْبَلاَءِ, وَإن اللَّهَ تَعاَلَي إذا أحب قَوْمًا ابْتَلاَهُمْ, فَمَنْ رَضِيَ فَلَهُ الرِّضَا, وَمَنْ سَخِطَ فَلَهُ السُّخْطُ .

 

43 Enes ibn Mâlik (Allah Ondan razıolsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Allah iyiliğini istediği kulun cezasını dünyada verir, fenalığını istediği kulun cezasını da kıyamet günü günahını yüklenip gelsin diye dünyada vermez.” Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) devamla buyurdu ki: “Mükafatın büyüklüğü bela ve musibetin büyüklüğüne göredir. Allah sevdiği topluluğu belaya uğratır. Kim başına gelen bela ve musibetlere razı olursa Allah ondan hoşnut olur. Bir kimse başına gelen bela ve musibetleri öfke ile karşılarsa o da Allah’ın gazabına uğrar.” (Tirmîzî, Zühd 57)

 

     44-وعَنْ أنس t كان ابْنٌ لأبي طَلْحَةَ t يَشْتَكِي فَخَرَجَ أَبُو طَلْحَةَ فَقُبِضَالصَّبِيُّ, فَلَمَّا رَجَعَ أَبُو طَلْحَةَ قال : مَا فَعَلَ ابْنِي ؟ قالتْ أُمُّ سُلَيْمٍ – وَهِيَ أُمُّ الصَّبِيِّ -هُوَ أَسْكَنُ مَا كان, فَقَرَّبَتْ لْهُ الْعَشَاءَ فَتَعَشَّى, ثُمَّ أصاب مِنْها, فَلَمَّا فَرَغَ قالتْ : وَارُوا الصَّبِيَّ, فَلَمَّا أَصْبَحَ أَبُو طَلْحَةَ أَتَى رَسُولَ اللَّهِe فَأَخْبَرَهُ, فَقال : أعرَسْتُمُ اللَّيْلَة؟َ قال : نَعَمْ, قال : اَللَّهُمَّ بَارِكْ لَهُمَا فَوَلَدَتْ غُلاَمًا, فَقال لِي أَبُو طَلْحَةَ :احمله حتى تأتي النبي e وبعث معه بتمرات, فقال : أمعه شيء؟ قال : نعم, تمرات, فأخذها النبي فمضغها, ثم أخذها من فيه فجعلها في في الصبي , ثم حنكه وسماه عبد الله. وَفِي رِواَيَةٍ لِلْبُخاَرِيِّ : قال ابن عُيَيْنَةَ فَقال : رَجُلٌ مِنَ الأنصار فَرَأَيْتُ تِسْعَةَ أَوْلاَدٍ كُلُّهُمْ قَدْ قَرَؤُوا القرآن يعني من أولاد عبدالله المولود.

 

        وَفِي رِواَيَةٍ لِمُسْلِمٍ :ماَتَ ابْنٌ لأبي طَلْحَةَ مِنْ أُمُّ سُلَيْمٍ فَقالتْ لأَهْلِهاَ :لاَ تُحَدِّثوُا أَبَا طَلْحَةَ بِابْنِهِ حَتَّي أكون أناَ أُحَدِّثُهُ, فَجاَءُ فَقَرَّبَتْ إِلَيْهِ عَشاَءً فَأَكَلَ وَشَرِبَ, ثُمَّ تَصَنَّعَتْ لَهُ أحْسَنَ ماَ كانت تَصْنَعُ قَبْلَ ذَلِكَ, فَوَقَعَ بِها, َفلَمَّا أن رَأَتْ أنهُ قَدْ شَبِعَ وَأصاب مِنْهَا قالتْ : يَا أَبَا طَلْحَةَ, أَرَأَيْتَ لَوْ أن قَوْمًا أَعَارُوا عار يتهم أَهْلَ بَيْتٍ فَطَلَبُوا عاريتهم, أَلَهُمْ أن يَمْنَعُوهُمْ ؟ قال :لاَ, فَقالتْ : فَاحْتَسِبِ ابْنَكَ. قال : فَغَضِبَ, ثُمَّ قال:  ترَكْتِنِي حَتَّى إذا تَلَطَّخْتُ ثُمَّ أَخْبَرْتِنِي بِابْنِي, فَانطَلَقَ حَتَّى أَتَى رَسُولَ اللَّهِ e فَأَخْبَرَهُ بِمَا كان, فَقال : رَسُولُ اللَّهِ e بَارَكَ اللَّهُ لَكُمَا فِي لَيْلَتِكُمَا, قال : فَحَمَلَتْ , قال : وَكان رَسُولُ اللَّهِ e فِي سَفَرٍ وَهِيَ مَعَهُ, وَكان رَسُولُ اللَّهِe إذا أَتَى الْمَدِينَةَ مِنْ سَفَرٍ لاَ يَطْرُقُهَا طُرُقًا فَدَنَوْا مِنَ الْمَدِينَةِ, فَضَرَبَهَا الْمَخَاضُ, فَاحْتَبِسَ عَلَيْهَا أَبُو طَلْحَةَ, وانطلق رَسُولُ اللَّهِ e . قال : يَقُولُ أَبُو طَلْحَةَ : إنكَ لَتَعْلَمُ يَا رَبِّ إنهُ يُعْجِبُنِي أن أَخْرُجَ مَعَ رَسُولِ اللهِ e إذا خَرَجَ , وَأَدْخُلَ مَعَهُ إذا دَخَلَ , وَقَدِ احْتَبَسْتُ بِمَا تَرَى , تَقُولُ أُمُّ سُلَيْمٍ: يَا أَبَا طَلْحَةَ مَا أَجِدُ الَّذِي كُنْتُ أَجِدُ, انطلق فانطلقنا, وَضَرَبَهَا الْمَخَاضُ حِينَ قَدِمَا فَوَلَدَتْ غُلاَمًا. فَقالتْ لِي أُمِّي : يَا أنس لاَ يُرْضِعْهُ أَحَدٌ حَتَّى تَغْدُوَ بِهِ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ e فَلَمَّا أَصْبَحَ احْتَمَلْتُهُ فَطَلَقْتُ بِهِ إِلَى رَسُولِ اللَّهِe. وذكر تمام الحديث.

 

44: Enes ibn Mâlik (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir: Ebû Talha’nın oğlu hasta idi. Ebû Talha dışarıya çıkınca çocuk vefat etti. Eve döndüğünde: Oğlum nasıl oldu? diye sordu. Çocuğun annesi Ümmü Süleym: O şimdi rahata kavuştu dedi. Akşam yemeğini hazırlayıp getirdi. Ebû Talha yemeğini yedikten sonra hanımıyla yatıp ilişkide bulundu, daha sonra hanımı: Çocuğu defnediniz dedi. Ebû Talha sabahleyin Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’in yanına gitti ve olup biteni anlattı. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) de: “Bu gece ilişkide bulundunuz mu?” diye sordu Ebû Talha: Evet dedi. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) de: “Allah’ım doğacak bu çocuğu ikisinede mübarek kıl” diye dua etti. Zamanı gelince Ümmü Süleym bir erkek çocuk doğurdu. Ebû Talha bana: Çocuğu al Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’e götür dedi ve onunla biraz hurma gönderdi. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem): “Çocuğun yanında birşey var mı?” dedi. Annesi de evet birkaç hurma var dedi. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) hurmaları ağzına alıp çiğnedi, sonra çıkarıp çocuğun ağzına koydu ve damağını hafifçe ovdu ve Abdullah ismini verdi. (Buhârî, Cenâiz 42; Müslim, Edeb 23)

 

Buhârînin değişik bir rivayetine göre Süfyân ibn Uyeyne şöyle diyor: Ensardan bir adam (bu çiftleşmeden) doğmuş olan Abdullah’ın dokuz çocuğunu gördüm. Hepsi Kur’ân okuyorlardı dedi. (Buhârî, Cenâiz 42)

 

Müslimin rivayetinde ise; Ebû Talha’nın Ümmü Süleym’den olma bir oğlu vefat etti. Ümmü Süleym ev halkına Ebû Talha’ya oğlunun öldüğünü siz haber vermeyin ben söyleyeyim dedi. Sonra Ebû Talha eve geldi Ümmü Süleym Akşam yemeğini getirdi. Ebû Talha yemeğini yedi ve içti, yemekten sonra Ümmü Süleym Ebû Talha daha öncekinden daha güzel şekilde süslendi. O da hanımıyla yatıp ilişkide bulundu. Ümmü Süleym kocasının karnını doyurup, cinsel yönden de onu tatmin ettikten sonra: Ey Ebû Talha bir toplum bir aileye bir emanet verse sonra da o emanetleri isteseler, ev halkının onu vermemeye hakkı olur mu? Ebû Talha: Hayır vermemezlik edemezler dedi. Bunun üzerine Ümmü Süleym dedi ki: O halde oğlunu geri alınmış bir emanet bilerek Allah’tan sevap bekle dedi. Ebû Talha kızarak şöyle dedi: Cünüp olup kirleninceye kadar beni oyaladın sonra da oğlumun ölüm haberini bildirdin dedi. Hemen kalkıp Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in huzuruna geldi ve olup bitenleri anlattı. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): “Allah gecenizi hayırlı ve bereketli kılsın” dedi. Ümmü Süleym hamile kaldı. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bir seferde iken Ümmü Süleym de kocasıyla birlikte Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ile beraberdi.

 

Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) seferden döndüğünde geceleyin Medine’ye girmezdi. Ordu Medine’ye yaklaştığında Ümmü Süleym’i doğum sancısı tuttu. Ebû Talha hanımıyla meşgul olmaya başladı Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) de yoluna devam etti. Enes anlatıyor. Ebû Talha şöyle dedi: Rabbim biliyorsun ki; Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ile beraber Medine’den çıkıp yine O’nunla beraber Medine’ye girmekten hoşlanırım. Fakat bu sefer şu sebebden dolayı geri kaldım dedi. Bu esnada kadın kocasına eskisi kadar sancım yok yürüyelim dedi. Enes der ki: Biz de yürüdük Medine’ye vardıklarında kadını yeniden sancı tuttu ve bir oğlan çocuğu doğurdu. Annem bana: Ey Enes çocuğu sabahleyin Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’e götürünceye kadar onu hiç kimse emzirmesin dedi. Enes, sabah olunca çocuğu Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’e götürdüm dedi ve hadisin tamamını anlattı. (Müslim, Fedâilü’s Sahâbe 107)

 

45- عَنْ أبي هُرَيْرَةَ tأن رَسُولَ اللَّهِ e قال : لَيْسَ الشَّدِيدُ بِالصُّرَعَةِ إنما الشَّدِيدُ الَّذِي يَمْلِكُ نَفْسَهُ عِنْدَ الْغَضَبِ .

 

45: Ebû Hureyre (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Güçlü kimse insanları güreşte yenen kimse değil, öfkelendiği zaman kendine hâkim olan kimsedir.” (Buhârî, Edeb 102; Müslim, Birr 106)

 

46- عَنْ سليمان بْنِ صُرَدٍ t قال : كُنْتُ جَالِسًا مَعَ النَّبِيِّ eورجلان يَسْتَبَّان, وَأَحَدُهُمَا قَدْ اِحْمَرَّ وَجْهُهُ, وانتفخت أَوْدَاجُهُ. فَقال رَسُولُ اللهِ e:إني لأَعْلَمُ كَلِمَةً لَوْ قالهَا ذَهَبَ عَنْهُ مَا يَجِدُ, لَوْ قال : أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَان الرَّجِيمْ ذَهَبَ منهُ مَا يَجِدُ. فَقالوا لَهُ : إن النبي eقال: تعَوَّذْ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَان الرَّجِيمْ .

 

46: Süleyman ibn Surâd (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir: Günün birinde Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) ile oturuyorduk. İki kişi birbirine sövüp duruyordu. Bunlardan birinin yüzü kıpkırmızı olmuş ve şah damarları şişmişti. Bunun üzerine Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle demişti: “Ben bir söz biliyorum, eğer bu kişi Rahmetten kovulmuş, taşlanmış şeytandan Allah’a sığınırım derse üzerindeki bu kızgınlık hali geçer. Bunun üzerine Ashab bu adama Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem): ”Şeytandan Allaha sığınsın” buyurdu, dediler. (Buhârî, Bed’ül Halk 11; Müslim, Birr 109)

 

47- عَنْ مُعَاذٍ بْنِ أنس t أن رَسُولَ اللَّهِ e قال : مَنْ كَظَمَ غَيْظًا, وَهُوَ قَادِرٌ عَلَى أن يُنْفِذَهُ , دَعَاهُ اللَّهُ سبحانه وَتَعَالَى عَلَى رُؤُوسِ الْخَلاَئِقِ يَوْمَ الْقِياَمَةِ حَتَّى يُخَيِّرَهُ مِنَ الْحُورِ الْعِينِ ماَ شَاءَ .

 

47: Muâz ibn Enes (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: “Gereğini yapmaya gücü yettiği halde öfkesini yenen kimseyi Allah kıyamet günü herkesin gözü önünde çağırır, huriler arasında dilediğini seçmekte serbest bırakır.” (Ebû Davûd, Edeb 3; tirmîzî, Birr 74)

 

48- عَنْ أبي هُرَيْرَةَ tأن رَجُلاً قال لِلنَّبِيِّ e: أَوْصِنِي ؟ قال : لاَ تَغْضَبْ فَرَدَّدَ مِرَارًا, قال : لاَ تَغْضَبْ .

 

48: Ebû Hureyre (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre bir adam Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’e gelerek bana öğüt ver dedi. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) da: “Kızma” buyurdu. Adam isteğini bir kaç sefer tekrarladı. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) de her defasında “Kızma” buyurdu. (Buhârî, Edeb 76)

 

49- عَنْ أبي هُرَيْرَةَ tقال : قال رَسُولُ اللَّهِ e: مَا يَزَالُ الْبَلاَءُ بِالْمُؤْمِنِ وَالْمُؤْمِنَةِ فِي نَفْسِهِ وَوَلَدِهِ وَمَالِهِ حَتَّى يَلْقَى اللَّهَ تَعاَلَي وَمَا عَلَيْهِ خَطِيئَةٌ .

 

49: Ebû Hureyre (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Erkek olsun kadın olsun her mü’min kimsenin kendisine, çocuğuna ve malına devamlı olarak bela ve musibet iner. Kişi bütün bunlara sabredip tahammül gösterirse günahsız olarak Allah’a kavuşur.” (tirmîzî, Zühd 57)

 

50- عَنْ اِبْنَ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّه عَنْهمَا قال : قَدِمَ عُيَيْنَةُ بْنُ حِصْنٍ فَنَزَلَ عَلَى ابْنِ أخيهِ الْحُرِّ بْنِ قَيْسٍ, وَكان مِنَ النَّفَرِ الَّذِينَ يُدْنِيهِمْ عُمَرُ t وَكان الْقُرَّاءُ أَصْحَابَ مَجْلِسِ عُمَرَ t وَمُشَاوَرَتِهِ كُهُولاً كانوا أَوْ شبانا, فَقال عُيَيْنَةُ لاِبْنِ أخيهِ : يَا ابْنَ أخي هَلْ لَكَ وَجْهٌ عِنْدَ هَذَا الأمير فَاسْتَأْذِنْ لِي عَلَيْهِ, فَاسْتَأْذَنَ فَأَذِنَ لَهُ عُمَرُ. فَلَمَّا دَخَلَ قال: هِي يَا ابْنَ الْخَطَّابِ, فَوَ اللَّهِ مَا تُعْطِينَا الْجَزْلَ وَلاَ تَحْكُمُ فِيناَ بِالْعَدْلِ, فَغَضِبَ عُمَرُ t حَتَّى هَم َّأن يُوقِعَ بِهِ, فَقال لَهُ الْحُرُّ : يَا أَمِيرَ الْمُؤْمِنِين َإن اللَّهَ تَعَالَى قال لِنَبِيِّهِ e :    ]خُذِ الْعَفْوَ وَأمر بِالْعُرْفِ وَأَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلِينَ [وَإن هَذَا مِنَ الْجَاهِلِينَ , وَاللَّهِ مَا جَاوَزَهَا عُمَرُ حِينَ تَلاَهَا وكان وَقَّافًا عِنْدَ كِتَابِ اللَّهِ تَعاَلَي .

 

50: Abdullah ibn Abbâs (Allah Onlardan razı olsun) şöyle dedi: Uyeyne ibn Hısn Medine’ye geldi yeğeni Hurr ibn Kays’a misafir oldu. Hurr Hz. Ömer’in yakın dostlarındandı. Zaten genç olsun yaşlı olsun Kurra ehli (Kur’ân’a her yönüyle vâkıf olan alimler) Hz. Ömer’in danışma meclisinde bulunurlardı. Bu sebeple Uyeyne yeğeni Hurr ibn Kays’a: Yeğenim senin devlet başkanı yanında önemli bir yerin vardır, beni kendisiyle görüştür dedi. Hurr da Hz. Ömer’den izin aldı. Uyeyne Hz. Ömer’in yanına girince: Ey Hattab oğlu Allah’a yemin ederim ki bize fazla birşey vermiyor ve aramızda adaletle hükmetmiyorsun dedi. Hz. Ömer hiddetlenip Uyeyne’ye ceza vermek istedi. Bunun üzerine Hurr: Ey mü’minlerin emiri Allah peygamberine: “Affetmeyi seç, iyiliği emret, cahilleri cezalandırmaktan yüz çevir.” (7 A’râf 199) buyurdu. Benim amcam da cahillerdendir dedi.

 

Allah’a yemin ederim ki Hurr bu ayeti okuyunca Ömer Uyeyne’yi cezalandırmaktan vazgeçti. Zaten Ömer Allah’ın ayetlerini görünce daha ileri gitmez, dikkatli davranır ve dururdu. (Buhârî, İ’tisâm 2).

 

51- عَنْ اِبْنِ مَسْعُودٍ t أن رَسُولُ اللَّهِ e قال : إنهَا سَتَكُونُ بَعْدِي أَثَرَةٌ وَأُمُورٌ تُنْكِرُونَهَا! قالوا : يَا رَسُولَ اللَّهِ فَماَ تَأمرناَ؟ قالت : تؤَدُّونَ الْحَقَّ الَّذِي عَلَيْكُمْ , وَتَسْأَلُونَ اللَّهَ الَّذِي لَكُمْ .

 

51: Abdullah ibn Mes’ûd (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): “Şüphesiz benden sonra adam kayırmalar ve hoşunuza gitmeyen bazı şeyler meydana gelecektir” buyurdu. Ashab: Ey Allah’ın Rasûl’ü o zaman nasıl davranmamızı tavsiye edersin dediler. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) de: “Üzerinizdeki hakkı görevi yerine getirir, kendi haklarınızın yerine getirilmesini Allah’tan dilersiniz” buyurdu. (Buhârî, Fiten 2; Müslim, İmâra 45)

 

52- عَنْ أبي يَحْيَي أُسَيْدِ بْنِ حُضَيْرٍ tأن رَجُلاً مِنَ الأنصار قال : ياَ رَسُولَ اللَّهِ ألا تَسْتَعْمِلُنِي كَمَا اسْتَعْمَلْتَ فلانا؟. فَقال : إنكُمْ سَتَلْقَوْنَ بَعْدِي أَثَرَةً, فَاصْبِرُوا حَتَّى تَلْقَوْنِي عَلَى الْحَوْضِ .

 

52: Ebû Yahyâ Useyd ibn Hudayr (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Ensardan biri: Ey Allah’ın Rasûl’ü falan kimseyi (zekat memuru veya bir beldeye vali) tayin ettiğiniz gibi beni de tayin etmez misiniz? dedi. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) de: “Şüphesiz sizler (benden sonra dünya işlerinizde) başkalarının sie tercih edildiği adam kayırma olaylarıyla karşılaşacaksınız, bunlara sabredin ki havuz başında benimle buluşasınız.” (Buhârî, Fiten 2; Müslim, İmâra 48)

 

53- عَنْ أبي إِبْراَهيِمَ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أبي أَوْفَى t أن رَسُولَ اللَّهِ e فِي بَعْضِ أَيَّامِهِ الَّتِي لَقِيَ فِيهَا الْعَدُوَّ , انتظرَ حَتَّى إذا مَالَتِ الشَّمْسُ قَامَ فِيهِمْ , فَقال : يَا أيها النَّاسُ لاَ تَتَمَنَّوْا لِقَاءَ الْعَدُوِّ , وَاسْأَلُوا اللَّهَ الْعَافِيَةَ, فَإذا لَقِيتُمُوهُمْ فَاصْبِرُوا , وَاعْلَمُوا أن الْجَنَّةَ تَحْتَ ظِلاَلِ السُّيُوفِ , ثُمَّ قال النَّبِيُّ e : اَللَّهُمَّ مُنْزِلَ الْكِتَابِ , وَمُجْرِيَ السَّحَابِ , وَهَازِمَ الأحزاب , اَهْزِمْهُمْ , وانصرنا عَلَيْهِمْ .

 

53: Ebû İbrahim Abdullah ibn Ebû Evfâ (Allah Onlardan razı olsun)’den rivayete göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) düşmanla karşılaştığı savaş günlerinden birinde güneş tepe noktasından batıya meyledinceye kadar bekledi sonra kalktı ve: “Ey insanlar düşmanla karşılaşmayı arzu etmeyin. Allah’tan afiyet dileyiniz, fakat düşmanla karşılaşınca da sabrediniz ve biliniz ki; cennet kılıçların gölgesi altındadır.” buyurdu ve şöyle devam etti: “Ey kitabı indiren, bulutları gökyüzünde gezdiren, İslâm’a karşı olan düşman ordularını darmadağın eden Allah’ım şu düşmanları perişan eyle ve onlara karşı bize yardım et.” (Buhârî, Cihad 112; Müslim, Cihad 20).

 

İlgili Makaleler