Hakkında Derlenen Bilgiler : (NOT: Yedi Kısım’daki “Nâkıs Fiil” lafzının tarifi farklıdır.)
1) NÂKIS FİİL ile kurulan cümle, bir isim cümlesidir ve hüküm haberdedir. Tam Fiil ile Nâkıs fiil arasındaki anlam ve cümle yapısı farklılıklarını açıklamak için aşağıdaki iki örnek seçildi. NÂKIS FİİL : Meful’e ihtiyaç duyandır : ( كَانَ اللهُ عَلِيماً ) “Ellah Teala bilici oldu” (a) Bir isim cümlesidir. (b) Hüküm ( عَلِيماً ) nâkıs fiilin haberindedir. (c) Ellah Teala’nın yapılanı ezelden beri bilici olduğundan şüphe eden hakkında ârif değil HÜKMÜ vardır. Yani, Ellah Teala’nın var olduğunu kesin biliyor, ama Esmâ-ül Hüsnâ hakkında bilgisi ve şâhidliği yok anlamı vardır. TAM FİİL : Meful’e ihtiyaç duymayandır : ( عَلِمَ اللهُ تَعَالَى ) “Ellah’ü Teala bildi.” (a) Bir fiil cümlesidir. (b) Hüküm ( عَلِمَ ) tam fiilindedir. (c) Ellah Teala’nın yapılanı anında bildiğinden şüphe eden hakkında câhil HÜKMÜ vardır. Örnek : Hz. Yusuf a.s, kardeşlerinin yaptıklarını câhillikle ilişkilendirmişti. 2) KÂNE nâkıs fiilinin haberi, mev’suf (bir sıfat ile sıfatlanan) hk’da bilgi saklar : Örnek : 33/38 ( وَ كَانَ اَمْرُ اللهِ قَدَراً مَقْدُوراً ) “ve Ellah’ın emri, yerine getirilen bir kaderdir.” Ayet-i Kerimesi de, nâkıs fiile örnekdir: (a) Bir isim tamlaması olan ( اَمْرُ اللهِ ) KÂNE’nin isimidir ve REF hâlindedir. (b) KÂNE’nin haberi olan ( قَدَراً ) NASB hâlinde olduğu için ; görülür, bilinir ve şâhidlik edilir. çünkü bir mevsuf’dur. ( مَقْدُوراً ) ise, haberin (mevsuf’un) sıfatıdır. Şâyet Ellah’ın emri; kader değildir veya adâletli değidir … veya Ellah’ın emrini isteyen yerine getirmez diyen veya kadere inanmayan … veya kader bilinmez diyen (Çünkü emri bilen, kaderi de bilir.) ve bu anlamları davranışlarıyla sergiliyen kişi câhilliğinin pişmanlığını, gerçeği idrâk ettikten sonra yaşar. Hz. Yusuf a.s’ın kardeşlerinin duâsı (af dilemeleri) gibi 3) Nâkıs fiil, “Bir İSİM ile isimlenme ne demektir?” sorusunun cevabını saklı olarak verir. Örnek : ( مَا فِي الّدُنْيَا رَاحَةٌ ) “Dünyada rahat olmadı.” cümlesinin aslı ( مَا حَصَلَ فِي الّدُنْيَا رَاحَةٌ ) “Dünyada rahat hasıl olmadı.” dır. Buradaki ( فِي الّدُنْيَا ) car-mecrûr olan ve fiil gibi amel eden zarfı müstekar, bağlı olduğu hazfedilmiş ( حَصَلَ ) fiilin amelini yapar. Şöyle de söylenebilir. ( فِي الّدُنْيَا ) zarfı müstekarın müteallikı ( حَصَلَ ) dir ve bu fiilin ; hem mânasını kapsar, hem amelini yapar (fâili REF eder ve varsa mefulü NASB eder), hem de merfû olan fâili ( رَاحَةٌ ) ilân eder. İlân ettiği fâil ( رَاحَةٌ “râhat”) bir isim olduğu için RAHATLIK, “Râhat” ismiyle isimlenen Fâil’in ; (a) hem zahiri ismini kapsar. Yani, Ali, Ayşe, .. gibi bir varlığı (Zât’ı) ve bir nüfus cüzdanı vardır. Bu varlığı (Zât’ı) Ellah Tealanın yaratıp içine ruh üflediği boş bir kab (bebek gibi) olarak düşünebiliriz. Zât’ı değerli veya değersiz kılan, sergilediği davranışları ile olaylara tepkileridir. Davranışlar ve tepkiler, onun yaşına ve bulunduğu mekanına göre değişir. Zât’a değer biçmek için, zamana ve mekana göre değişmeyen ölçülere ihtiyaç vardır. Bu özelliklere sahip ölçüler ise ; sünnet, bidat ve boş iş olmak üzere üç adettir. Çünkü bunlar 1400 seneden beri değişmeyen ölçülerdir. (b) hem ( هُوَ ) munfasıl zamirini kapsar. Yani, hangi fiilleri sergileyeceği ve hangi fiillerin de onda görülmeyeceği Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerilerden bulunabilir. “Zât’ı ile fiiller birleşince, sıfat / vasıf olur.” kâidesine göre ; (1) Sünnetleri sergileyen, sıfat sahibidir ve ( هُوَ ) o an için Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflere göre değerli bir kişidir. (2) Bidatleri sergileyen, vasıf sahibidir ve ( هُوَ ) o an için Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflere göre değersiz bir kişidir. (3) Boş işleri sergileyen, tutuklu olduğunu bilmeyendir ve ( هُوَ ) o an için mahküm (hürriyetini bir şeye kaptırmış) olduğundan, ona değer biçilemez. (c) hem ( هُ ) muttasıl zamirini kapsar Yani, hangi sıfatları sergilediğinde dünya va âhirette göreceği mükafaatları ve hangi vasıfları sergilediğinde dünya va âhirette göreceği azâbları ve hangi boş işleri sergilediğinde dünya va âhirette göreceği pişmanlıkları, Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerden öğreniriz. (d) hem de muttasıl zamirinin âmilini kapsar. Yani onun bir cüzü şekilde olan ve davranışlarından etkilendikleri kişileri de kapsar. Örnek : “O’nun oğlunun da, babasının rahatlığında payı vardır.” cümlesindeki gibi. Şöyle de söylenebilir : Râhat’ın hasıl olması ; kişinin fiillerinde, hâlinde, davranışlarında görülür ve bilinir. Ayrıca râhat’ın hasıl olmaması da, vasıflarla ilgili şikayetlerinden öğrenilir. Bir ESMÂ ile isimlenen için de, bu dört özellik söylenebilir. Ellahu Âlem. 4) İNNE’nin haberi olarak gelen KÂNE isim cümlesinin tecelli şartları, sonraki Ayet-i Kerimelerde mevcuttur. Örnek : 4/16 ( إِنَّ اللَّهَ كَانَ تَوَّابًا رَحِيمًا ) “Şüphesiz ki Ellah Tevbeleri kabul edicidir, çok merhametlidir.” Ayet-i Kerimesinde ( كَانَ تَوَّابًا رَحِيمًا ) inne’nin haberi olan isim cümlesi mahallen merfudur. Sonraki 17. Ayeti Kerimelerde ise, bu iki Esmâ’nın tecelli şartlarını bildirmiştir. Birinci şart : “Ancak Ellah’ın kabul ettiği tevbe o kimseler içindir ki, câhillik ederek bir kötülük yapanlar.(ve cahilliğini kabul edenler)” İkinci şart : “sonra yakın bir zamanda tevbe edenler. İşte Ellah bunların tevbelerini kabul buyurur.” 4/16 Ayet-i Kerimesini kalben kabul eden (tasdik eden) kişi, önce kendi câhilliğini bir olay ile idrâk ettikten sonra, “İyi ki Ellah Teala tevvâb ve Rahîmdir. Yoksa hâlim haraptı.” gibi içten ve sevinerek söyleyen olur. Yani hem şüphesiz kabul, hem de tahsîn vardır. anlamları saklıdır. Çünkü inne ile başlayan isim cümleleri, bir olayı yaşayan ve niçin sorusuna cevap arayana idrâk ettirilen cevap cümlesidir, daha önce değil.. Bu nedenle 4/16 ya kalben inanma ve tahsîn için bir olayın yaşanması şarttır. Hz. İbrahim a.s’ın dört kuş ile ilgili kıssasında “kalbim mutmanin olsun” demesi gibi. 5) KÂNE’nin haberi olan Esmâül Hüsnâ’nın tecelli şartları, sonraki Ayet-i Kerimelerde mevcuttur. Örnek : 4/17 ( وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا ) “Ellah çok iyi bilendir, işlerinde hikmet sahibidir.” Ayeti Kerimesinde ( عَلِيمًا حَكِيمًا ) Esmâ’ları KÂNE’nin haberidir. Sonraki 18 ve 19 Ayet-i Kerimelerde ise, bu iki Esmâ’nın tecelli şartlarını bildirmiştir. Birinci şart : “Yoksa kötülükleri yapmakta devam eden kimselerin tevbesi kabul değildir.” İkinci şart : “Hatta onlardan birine ölüm gelince, “Ben işte şimdi tevbe ettim.” diyenin de tevbesi kabul değildir.” Üçüncü şart : “Kâfir olarak ölenin de tevbesi kabul değildir.” 4/17 Ayet-i Kerimesini aklen kabul eden (tasdik eden) kişi, 18 ve19 dan kendisinin ne yapması gerektiğini aklen bilir ve uygular. Aksi halde, bu iki Esmâ’sı tecelli etmez, yani kişi Ellah Telanın bilen ve hikmet sahibi olduğuna şâhidlik yapabilecek derecede tecrübe kazanamaz. anlamı saklıdır.