Hadis Usulü

D) Mu’an’an Hadîs: Hadis Usulü Online Oku


D) Mu’an’an Hadîs:

 

Ravinin, hadisi tahdis, ihbar
ve semâ yolundan hangisiyle aldığını belirtmeksizin yani “haddesenâ”, “ahberanâ”
ve “semi’tu” gibi tabirler kullanmayıp yalnız an lafzıyla (an fiilân an fiilân
diyerek) rivâyet ettiği hadisler. Bazı hadis münekkidlerine göre mürsel türünden
olan bu çeşit rivâyet ve hadisler, fukahâ ve usulcülerin çoğu tarafmdan muttasıl
(isnadında kesinti olmayan) diye ta’rif edilmiştir. Bununla birlikte mu’an’an
hadisin muttasıl isnadlı hadis gibi kabul edilebilmesi için bir takım şartlar
aranmıştır. Güvenilir ve kabul gören görüşe göre mu’an’an hadis üç şartı
bulundurmasıyla muttasıl isnad gibi kabul olunur. Bu üç şart şunlardır. Râvinin
adâlet özelliğine sahip olması; ravinin rivâyeti aldığı zâtla görüşmüş olmasının
kesinleşmiş olması (sübutu); ravinin müdellislerden, yani görüşmüş olduğu
hocalarından işitmediği hadisleri rivayet edenlerden olması.[1]

Sahih-i Buhârî ve Sahih-i Müslim’de mu’an’an
hadis bol miktarda bulunmaktadır. Sahih-i Müslim’de ise daha çok mevcuttur. Zira
İmam Müslim, ravi ile ondan (an) lafzı ile rivayet eden şahsın görüşmüş olmasını
şart koşmamıştır. Hattâ Ali b. el-Medînî, Buharî ve başka hadis imamlarının
kabul etmesine rağmen o, Sahih’inin mukaddimesinde bu şartı kabul etmeyerek
reddetmiştir. Kütüb-i Sitte içerisinde sadece Sahih-i Müslim’de bulunan
mukaddimede İmam Müslim “Mu’an’an hadisle ihticâcın sahih olması babı” başlığı
altında yukarıda geçen şarta itiraz etmiş ve bunun isnadlara ta’n etmek için
sonradan uydurulduğunu, daha önceleri hiç kimsenin böyle bir şart ileri
sürmediğini söyleyerek şöyle demiştir: “Hadislerle ve rivayetlerle meşgul olan
eski ve yeni bütün ilim erbabının üzerinde ittifak ettikleri yaygın görüş şudur
ki; sika olan her bir ravi, kendisi gibi sika bir râviden hadis rivayet ettiği
zaman, bunların bir araya geldiklerine ve karşılıklı konuştuklarına dair hiç bir
haber gelmemiş olsa bile, aynı asırda yaşamış olmaları dolayısıyla, birbirlerine
kavuşmuş ve birbirlerinden hadis işitmiş olmaları câiz ve mümkündür; rivâyetleri
sâbittir ve bu rivâyetle ihticâc zarurîdir.[2]

İfadelerinden anlaşıldığı gibi İmam Müslim, “an”
lafzıyla rivâyet edilen hadislerde sika ravilerin birbirleriyle görüşmelerinin
(mülâki olmalarının) bilinmesini şart koşmuyor, aynı asırda yaşamış olmalarını (muâsarâtı)
hadisin kabulü için yeterli görüyor. Aynı zamanda, mu’an’an hadislerin mürsel
veya munkatı olmaları ihtimaline binâen, ananede ravilerin birbirlerine kavuşmuş
olmalarını şart koşanların da mu’an’an ile ihticâc etmemeleri gerektiğini ileri
sürerek; “Eğer, senin haberi zayıf görüp onunla ihticâcı terketmendeki sebep, o
haberdeki irsal (mürsel olma) ihtimali ise, başından sonuna kadar semâ kaydını
görmedikçe mu’an’an isnâdı kabul etmemen gerekir” demektedir.[3]

İmam Müslim’in bu görüşü muhaddislerce tenkide
tabi tutulmuştur. İbnü’s-Salah bu hususta şunu söylüyor: “Müslim’in söylediği
hususta düşünmek lazımdır. Ayrıca Müslim’in reddettiği görüşün, Ali b.el-Medînî,
Buharî ve bunlardan başka zevâtın üzerinde birleştiği görüş olduğunu söyleyenler
de vardır.”[4]
İbn Hacer’in bu konudaki değerlendirmesi de şöyledir: “Buharî’nin,
hadislerindeki ittisâl yönünden Müslim’e üstünlüğü, birbirinden hadis nakleden
ravilerin, bir defa da olsa, birbirleriyle karşılaşmış olduklarının sâbit olması
hususunda ileri sürdüğü şart dolayısıyladır. Halbuki Müslim, bu ravilerin muâsır
olmalarıyla yetinmiş ve Buharî’yi de ileri sürdüğü bu şart dolayısıyla ananeyi
asla kabul etmemekle ilzam etmiştir; bir başka ifadeyle, onun an’an’eyi kabul
etmemesi gerektiğini ileri sürmüştür.[5]

Mu’an’an hadis’i rivayet ederken kullanılan
muayyen bir ıstılahı yoktur. Bazan “semi’tü” (işittim) bazan “an Rasulillâh”
bazan da “kâle Rasulullah” (Rasulullah buyurdu ki) demek suretiyle ifâde edilir.
Bu sebeple meseleyi açıklamaya lüzum görmüşler ve Rasulullah (s.a.s)’dan
ayrılmayan sahabî’nin rivâyetini, hangi lafız ile rivâyet edilirse edilsin,
Rasulullah (s.a.s.)’den duyulmuş olarak kabûl etmişlerdir.[6]

Mu’an’an hadisin üç durumunu İbn Hacer kesin
surette halletmektedir. Birinci mesele: “an” lafzı “haddesenâ” ve “ahberanâ”
gibidir. İkincisi: Eğer hadis bir müdellisten sâdır olmuşsa, bu mertebede
değildir. Üçüncüsü: “an” lafzı, icâzetle kullanılan “ahberana” gibidir. Hadis
yine muttasıldır; fakat tahammül şekillerinde de açıklandığı üzere, semâdan
aşağı mertebededir.[7]

Râvi, hadîsi tahammül ve ahz yollarından
hangisiyle aldığını belirtmeksizin an fülan an fülan diyerek sevkederse bu
hadîse mu’an’an denir. Bazıları bu hadîse mürsel demiştir. Her hâl-u kârda,
hadîs, sarîh olarak ittisal ifade etmediği için ilk nazarda “zayıf”tır. Nevevî:
Muhaddis, fukahâ ve usulcülerin cumhurları, mu’an’an hadîsin iki şartla muttasıl
sayılacağını söylediğini ve amel edilen sahîh görüşün de bu olduğunu belirtir.
Mezkûr şartlara gelince:


1-

Mu’an’ın (hadisi mu’an’an olarak rivâyet eden), müdellis olmamalıdır.


2-

Mu’an’ın’la şeyhi birbirini görebilecek durumda olmalıdır.

Müslim’in bu görüşte olduğunu belirtmiştik.

Mu’an’an rivâyetin muttasıl sayılması için
likanın sübûtunu, sohbetin uzun olmasını ve şeyhinden rivâyetinin bilinmesini
şart koşma meselesi ihtilâflıdır. Bazıları bunlardan hiçbirini -Müslim gibi-
şart koşmaz. Bâzıları sadece lika’yı şart koşar. Buhârî, İbnu’l-Medînî ve
Muhakkikin bu gruba girer. Uzun müddet sohbeti şart koşan da olmuştur. Keza
şeyhinden mu’an’ın’ın muttasıl rivâyet etmekle mâruf olmasını şart koşan da
olmuştur. Ebu Amr ed-Dânî bu görüştedir.

Netice olarak, İbnu Hacer mu’an’an rivayete
mutlak şekilde “munkatı” demenin teşeddüd olacağını, mu’âsara’yı (aynı asırda
yaşamış olma) yeterli görmenin de tesâhül (gevşeklik) olacağını, en doğru yolun
Buharî gibi, lika, adâlet ve zabt şartlarını aramak olduğunu belirtir.

“An” harfi’nin müteahhir muhaddislerce hususî
bir kullanılışı var. Daha ziyade icâzet’le tahammül edilen rivâyetlerin sevkinde
an kullanılmıştır. Yâni bir ravinin: ‘Kara’tu ala fulanin an fulanin’ demekten
muradı, bu hadîsi ondan icâzetli rivâyet ettiğini belirtmektir.[8]



 




[1]

el-Irakî, el-Takyîd vel-İzâh, Nşr. Abdurrahman Muhammed Osman, Kâhire, 1969,
s. 84.



[2]

Müslim, Mukaddime, İstanbul (t.y.) 1/29-30.



[3]

Müslim, Mukaddime, İstanbul (t.y.) 1/30.



[4]

İbnü’s-Salah, Ulûmu’l-Hadîs, Nşr. Nureddin Itr, Beyrut 1981, s. 60.



[5]

İbn Hacer, Nuhbetü’l fiker şerhi, terc. Talat Koçyiğit, Ankara 1971, s. 37.



[6]

Suphî es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, Terc. M. Yaşar
Kandemir, Ankara 1981 s. 187.



[7]

Suphî es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, Terc. M. Yaşar
Kandemir, Ankara 1981 s. 188; Sabahaddin Yıldırım, Şamil İslam An
siklopedisi:
4/224.



[8]

İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/132-133.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu